Salı, 24 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yahudilerin Saflarının Bölünmesine Güvenmek, Gazze’ye Yönelik Yeni Bir İhanettir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudilerin Saflarının Bölünmesine Güvenmek, Gazze’ye Yönelik Yeni Bir İhanettir!

Haber:

Bir ankete göre, Yahudilerin %56'sı yurtdışına seyahat etmekten korktuklarını, %67'sinin hükümetin kendilerini temsil etmediğine inandıklarını ve %62'sinin de rehinelerin serbest bırakılmasını da içeren, kendi varlıkları ile Hamas hareketi arasında kapsamlı bir ateşkes anlaşmasını destekledikleri ortaya çıkmıştır; Anketin ayrıntılarını dün yayınlayan “İsrail zamanları” web sitesi, Yahudilerin çoğunluğunun, varlıklarına yönelik küresel eleştirilerin artması, uluslararası izolasyonun devam etmesi ve Gazze'de süren savaş nedeniyle yurtdışına seyahat edemediklerini ifade ettiklerini açıkladı. (El Cezire)

Yorum:

Yahudi varlığı Batı Şeria ve Gazze'de soykırım, cinayet ve yerinden etme gibi suçlara devam ederken Müslüman ülkelerdeki Arap ve resmi medya, Yahudi varlığını sanki içten çökmekteymiş gibi gösteren bu anketler gibi haberlere odaklanıyorlar.Aynı şekilde bu durum, Eğitim Bakanı Yoav Kisch ile esirlerin aileleri arasında yapılan toplantıdan sızan son bilgilerde de açıkça görülmekte olup bu bilgiler, işgalci varlığın içerisindeki derin çatlakları ve çöküşü ortaya koymaktadır;zira Bakan, hükümetin izole olduğunu ve yetersizliği nedeniyle savaşın bu şekilde devam ettiğini açıkça itiraf ederken aileler onu cehalet ve marjinalleştirmekle suçlamakta ve başarısız politikalarıyla evlatlarını ölüme maruz bıraktığını iddia etmektedir.İbranice Kanal 12 bu itirafları yayınlayarak kararları dar bir azınlıkla sınırlı, Yahudi toplumundan ve uluslararası çevreden izole edilmiş felçli bir hükümet ortaya çıkarmıştır.

Yahudi varlığı içindeki bu bölünmeler ve protestoların, yapısındaki gerçek bir kırılganlığı temsil ettiği ve uzun bir savaşın baskısı altında heterojen toplumunun yaşadığı erozyonu yansıttığı konusunda şüphe yoktur. Ancak üzücü olan şey, Gazze'yi yüzüstü bırakan Arap ve Arap olmayan medya figürleri ve politikacıların, oradaki mazlumlara yardım etme sorumluluğunu yüklenmek ve mübarek topraklar ile Aksa eş-Şerif'i kurtarmak için orduları harekete geçirmek yerine, bu bölünmeleri bir pazarlık kozu olarak kullanarak ölüm makinesini durdurmayı umut etmeleridir!Böylece onlar, Netanyahu'nun düşüşünü, ordunun kafa karışıklığını veya iç protestoları Gazze halkı için bir kurtuluş yolu gibi tasvir ediyorlar!

Böyle bir güven, sadece görevden kaçmak ve acziyeti ve ihaneti haklı göstermekle kalmaz, bilakis aynı zamanda kardeşlerinin zulüm gördüğüne tanık olmaktan dolayı öfkeyle kaynayan İslam ülkelerindeki sokağı yanlış yönlendirmek ve yatıştırmak anlamına da gelmektedir; eğer yöneticilerinin ihaneti ve Yahudilerin yanında yer almaları olmasaydı, onlar kardeşlerine yardım ederlerdi.Ümmet, mübarek topraklar meselesinin Yahudilerin siyasi krizlerine veya Netanyahu'nun geleceğine indirgenmediğini ve indirgenmeyeceğini, bilakis meselenin özünün ümmet ile İslam dünyasının kalbi olan mübarek Filistin toprağını sömürgecinin işgalini temsil eden kafir Batı arasındaki bir çatışma olduğunu fark etmektedir.Kanları ve kararlılıklarıyla Gazze halkı, ümmet ile Haçlı dünyasının desteklediği Yahudiler arasındaki gerçek çatışmanın dengesini kuran öncü bir güç olup onlar, düşmanın iç çekişmelerine seyirci kalmıyorlar.

Yahudi varlığının saflarının bölünmesi üzerine bahis oynamak, gerçekte Gazze'ye yönelik başka bir ihaneti yansıtmaktadır; çünkü düşmanın kendi kendini yok edeceği vehimleri, Müslüman orduların yardım etme göreviyle yer değiştirmiştir.Bu arada İşgalin, sadece protestolarla veya işgal altındaki geçici siyasi krizlerle değil ancak Müslüman orduların darbeleriyle yıkılabileceği kanıtlanmış bir gerçektir.قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ * وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌOnlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [Tevbe 14-15]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...

Medya, Müslümanları Cihat Konusunda Yanıltmaya Devam Ediyor

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Medya, Müslümanları Cihat Konusunda Yanıltmaya Devam Ediyor

Kiralık kanallar, izzetli Gazze'deki savaşçıların cesaretini ve kararlılığını gösteren günlük sahneleri yayınlayarak, Yahudi varlığı adına uluslararası ittifakla savaşan bir avuç mücahidin savaşının gelişmelerini ve sonuçlarını ortaya koymayı amaçlamakta ve oradaki mücahitlerin kahramanlığını överek, Yahudi ordusunu hala yenebilecek ve onu mağlup edebilecek durumda olduklarını söylemektedirler.

Ancak bu kanallar, Müslümanlardan, mücahitlerin düşmanın saldırıları nedeniyle zorluklar ve sıkıntılarla karşı karşıya olduklarını ve görevlerini yerine getirmenin kolay olmadığını, özellikle de yaklaşık iki yıldır tek başlarına savaştıklarını gizlemektedirler. Daha da tehlikeli olan bir başka gerçek ise, bu görüntüler dünyanın mücahitlerin güvende ve kendi kendilerine yetebildiklerini, Müslümanların yardımına veya desteğine ihtiyaç duymadıklarını düşünmesine neden olmaktadır. Onların karşılaştıkları tehlikeler, katlandıkları çatışmanın uzunluğu ve kabul etmek zorunda kaldıkları anlaşmalar, ateşkesler ve diğer şeyler, mücahitlerin kahramanlıklarını izleyen ve onlardan sevinç duyan İslam ümmetinin sorumluluğundadır. İslam ümmeti, Allah’a ve kısıtlı kaynaklarına güvenen mücahitlere karşı hiçbir sorumluluk veya merhamet duymamaktadır. Bu durum da, kanlar dökülmeye devam ederken, düşmanın da daha fazla toprak ele geçirerek, zaman ve parayla mümkün olduğunca hızlı ve geniş bir şekilde yayılmasına sebep oluyor.

Medyanın bu ilgisiyle kastedilen, Filistin davasına ve vacip olan şey hakkında uyarıda bulunmak da dahil olmak üzere İslam'ın kaçınılmaz görüşüne dikkat çekmek değildir; aksine bu medyanın istediği şey, geleceğini herhangi bir ortaklık olmadan tam bir güce ve nüfuza sahip özgür bir ülke olarak gören Yahudi varlığının gündeminde yer almamasına rağmen Müslümanların zihnine iki devletli çözüm fikrini yerleştirmektir. Zira bu planlar, medyanın halkları uyuşturduğu ve Yahudi varlığına krizlerini çözme şansı verdiği bir sakinleştirici olmaktan öteye geçmeyen Oslo Anlaşması ile çelişmekte ve onu iptal etmektedir.

Tüm bunlardaki medyanın önemi nedeniyle, Amerika medyaya istediğini gerçekleştirmek için bir araç olarak tutunmakta ve istediği gibi suç işlemesi için ona alan açmaktadır.

Gazze halkının, ölüm, açlık, yıkım ve tehdit altında inim inim inlediği bir zamanda, küresel olarak belgelenen bu sahnelerden dolayı ah vah etmek ve gözyaşı dökmek hiçbir fayda sağlamayacağı gibi ümmetin mücahitlerin zaferlerini izlemekle yetinip sevinmesi ve bununla gurur duyması da hiçbir fayda sağlamayacaktır; zira bu, sadece duygulara güvenmek yerine eylemi, dahası hızlı bir eylemi gerektiren akidevi İslami bir davadır.

Ey Müslümanlar: Gazze'deki mücahitlerimize destek verilmesini engelleyenlerin sizin yöneticileriniz olduğunu biliyorsunuz; zira bu yöneticiler sınırların ve ülkelerinin bölünmelerinin muhafızlarıdırlar ki bunlar da, sizin vacibinizi ve farzınızı yerine getirmenizi engelleyen nedenlerdir. Bu yüzden çatışmada düşmanı tek başına bırakmak ve ona acı tattırmak için bu yöneticileri kaldırıp atmak için çalışmak gerekir ki bunun da Gazze halkı, mücahitleri ve sabırlı insanları, Allah ile karşılaşacağınız güne kadar sizi lanetlemeden önce olması gerekir; zira o gün, hesaplaşma çok kötü olacaktır.

Ümmetin kaçınılmaz olan vacibi, bu medya bağımlılığı zincirlerinden kurtulmaktır; zira medya ve onun hedeflerine bağlı kalmak, düşmanın getireceği planlara ve çözümlere teslim olmak demektir. Bu medyaya teslim olmak, ümmetin bölünmesini önlemek için harekete geçmemek ve ümmetin mevcut durumuna, donukluğuna, kararının çalınmasına ve gücünün boşa harcanmasına son verip onun ihtişamını yeniden kazandıracak eylemi taşıyacak bilinçten aciz olarak kalmaya devam etmesi anlamına gelmektedir; ümmet ise, hayatında ve siyaset, ekonomi, içtimai ve askeri gibi tüm alanlarında Allah’ın indirdikleriyle hükmetmedikçe ihtişamını yeniden kazanamayacaktır… Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek ise, ancak Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulmasıyla olacaktır.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا كَانَ لَهُم مِّنْ أَوْلِيَاء يَنصُرُونَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ وَمَن يُضْلِلِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن سَبِيلٍ * اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لَّا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللَّهِ مَا لَكُم مِّن مَّلْجَأٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُم مِّن نَّكِيرٍOnların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir çıkar yol yoktur.
Allah’ın bir daha geri çevirmeyeceği o dehşetli gün gelip çatmadan Rabbinizin çağrısına uyun. Yoksa o gün ne sığınacak bir yeriniz olur, ne de kendinizi gizlemeye ve günahlarınızı inkâr etmeye bir yol
.” [Şûra 46-47]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ümmü Osman Sebatin – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Sudan ve Mısır Yöneticilerinin Rönesans (Hedasi) Barajı Konusundaki Girişimleri, Nil Vadisi Sakinlerinin Su Güvenliğini Heba Etmektedir

Mısır ve Sudan Dışişleri ve Su İşleri Bakanlarından oluşan ve 2+2 olarak ikili istişare mekanizması 3 Eylül 2025 Çarşamba günü Kahire’de Dışişleri Bakanlığında bir toplantı düzenledi. Toplantıda Hedasi Barajı dosyasındaki gelişmeler ele alındı. Toplantının ardından yayımlanan ortak açıklamada, tarafların, barajın doldurulması ve işletilmesine dair Etiyopya’nın tek taraflı adımlarının riskleri konusunda tam bir görüş birliği içinde oldukları ifade edildi. Açıklamada ayrıca, barajın güvenlik zafiyetlerine, düzensiz su tahliyesine ve kuraklık durumunda oluşabilecek olası olumsuz sonuçlara da dikkat çekildi.

Biz, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, daha bu barajın inşaatına başlamadan önce tehlikelerine karşı uyarıda bulunmuş ve Mısır ile Sudan yöneticilerinin bu barajın inşaatını durdurmaları için ciddi adımlar atması gerektiğini belirtmiştik. Ne var ki tüm uyarılarımızı görmezden gelen yöneticiler, barajın tamamlanarak bir emrivaki haline gelmesine seyirci kalmışlardır.

Bu gerçeklik karşısında, önemle aşağıdaki gerçeklerin altını çiziyoruz:

Birincisi: Mısır ve Sudan halkının su haklarını peşkeş çekenler, bizzat Mısır ve Sudan yöneticileridir. Mart 2015’te imzaladıkları sözde “İlkeler Deklarasyonu” ile Etiyopya’ya barajı inşa etme hakkını tanımışlar ve böylece Sudan ve Mısır’ın tarihi haklarından ve su paylarından feragat etmişlerdir.

İkincisi: Barajın inşası tamamlandıktan sonra şimdi çıkıp barajın risklerinden bahseden bu mekanizma, aslında göz boyamaktan, Sudan ile Mısır halklarını yanıltmaktan ve onlara çıkarlarını savunan rejimler varmış gibi bir algı yaratmaktan başka bir şey değildir.

Hizb-ut Tahrir, söz konusu riskleri daha önce forumlarında ve konferanslarında gündeme getirmiş, ardından Eylül 2017’de yayımladığı ‘Hedasi Barajı, Su Savaşlarının Habercisi, Yöneticilerin İhmali ve Ümmetin Görevi’ adlı kitapçıkta, uzmanların ve ilgili kişilerin görüşleriyle destekleyerek ayrıntılı biçimde ele almıştır. Ancak o dönemde, Sudan rejiminin güdümündeki medya organları ve kalemşorları bu tehlikeleri yalanlamış ve barajın Sudan halkının menfaatine olduğunu öne sürmüşlerdir! Ne tuhaf! Dün reddettikleri riskleri, bugün kendi dilleriyle itiraf ediyorlar!

Üçüncüsü: Mısır ve Sudan yöneticileri, halklarının hakkını peşkeş çekip Etiyopya’nın Hedasi Barajı’nı inşa etmesine göz yumduktan sonra kamuoyunu barajın yönetimi ve işletilmesi tartışmalarıyla meşgul ettiler. Böylece insanlara, sanki asıl mesele buymuş gibi bir algı verdiler. Etiyopya onları daha da rezil etmek için bu göstermelik konuda bile onlarla konuşmaya tenezzül etmemiştir. Çünkü Etiyopya, Mısır ve Sudan yöneticilerinin Amerika’nın karşısında esamesi okunmadığını çok iyi biliyor. Trump’ın 15 Temmuz 2025’te Beyaz Saray’da sarf ettiği şu sözler her şeyi gözler önüne seriyor: “O barajın arkasında da, parasının arkasında da biz varız. Neden barajı inşa etmeden önce sorunu çözmediler bilmiyorum, ama Nil’de su olması güzel bir şey.” Nil Nehri’nde suyun bırakılmasını bir tür lütuf gibi sundu.

Dördüncüsü: Şüphesiz, Etiyopya ve arkasındaki Amerika ve Yahudi varlığı, Nil Nehri’ni tamamen kuruttuktan ve Mısır ile Sudan’ın su güvenliğini tümüyle ele geçirdikten sonra ancak rahat bir nefes alacaklardır. Nitekim Hedasi Barajı Koordinasyon Ofisi Başkanı Arigawi Berhe, 23 Temmuz 2025’te basına yaptığı açıklamada, “Rönesans Barajı yolun sonu değildir ve Etiyopya tek bir barajla yetinmeyecektir” ifadelerini kullanmıştır. Bu açıklamasıyla Berhe, ülkesinin yeni barajlar inşa etme hususunda kararlılıkla ilerlediğine atıfta bulunmaktadır. Bahsedilen barajlar, depolama kapasitesi yaklaşık 200 milyar metreküp olarak tahmin edilen Karadobi, Beko Abo ve Mendaya barajlarıdır. Etiyopya’yı bu konuda cesaretlendiren şey ise Sudan ve Mısır yöneticilerinin zayıf duruşudur.

Beşincisi: Sudan, Mısır ve Etiyopya’daki mevcut yönetimler aslında Beyaz Saray’daki efendilerinin emirlerini yerine getiren işlevsel rejimlerdir. Mısır ve Sudan yöneticilerinin, halkları için taşıdığı büyük tehlikeye ve su haklarını kaybetmelerine rağmen barajın inşası karşısındaki bu pısırık tavırlarının sebebi işte budur.

Sonuç olarak, Sudan halkı şunu bilmelidir ki, bu işlevsel rejimler, Batılı sömürgeci güçlerin projelerine hizmet etmektedir. Ülkemizin kaynaklarını, topraklarını ve su güvenliğini hedef alan bu hoyratlığa, ancak Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti dur diyebilir. Hilafet, sömürgeci kafirin nüfuzunu ülkemizden söküp atacak hem ülkenin hem de kulların güvenliğini sağlayacak, onları tehlikelere karşı koruyacak, tarihiyle dünyaya nam salmış en büyük devlete karşı çer çöp devletlerin saygısızlık yapmasına son verecektir.

O halde gelin ey Sudan halkı, Rabbinizin rızası için, izzetiniz için ve sizin işlerinizle ilgilenen ve maslahatlarınızı gözeten bir sistemin gölgesinde onurlu bir yaşam sürmeniz için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...

El Faşer Halkı Açlıktan Kırılırken Hükümetin Adré Sınır Kapısını Açık Tutması Kimin Yararına?

Sudan hükümeti, salı günü yaptığı açıklamada batı sınırında Çad’a açılan Adré sınır kapısının yıl sonuna kadar insani yardım kuruluşlarına açık kalacağını bildirdi. Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, bu adımın “hükümetin ülke genelindeki ihtiyaç sahiplerine insani yardımların ulaştırılmasını sağlama taahhüdünün bir teyidi” ve “insani faaliyetleri kolaylaştırmaya yönelik bir iyi niyet göstergesi” olduğu belirtildi.

Adré sınır kapısı, Sudan ile Çad arasındaki en hayati ve önemli sınır kapılarından biridir. Her ne kadar hükümet, Hızlı Destek Güçleri’nin bu kapıyı insani yardım kisvesi altında askeri lojistik ve silah kaçakçılığı için kullandığını iddia etse de, Ağustos 2024’ten bu yana kapının açık kalma süresini her üç ayda bir düzenli olarak uzatmaktadır. Görünüşe göre bu son uzatma kararı da, Amerika’nın bölgedeki piyonlarının yoğun baskısı altında alınmış olup, geçidin Hızlı Destek Kuvvetleri için kalıcı bir ikmal hattına dönüştürülmesi amaçlanmıştır! Hükümet, isim vermeden bazı ülkeleri ve uluslararası kuruluşları Adré sınır kapısını Hızlı Destek Güçleri’ne askeri mühimmat ve yakıt taşımak için kullanmakla suçladı. Nitekim Sudan’ın BM Temsilcisi Haris İdris, 26 Mayıs 2024’te ‘insani yardım’ görüntüsü altında 25 askeri araç ve sekiz silah yüklü kamyonun geçtiğini, 2 Haziran’da ise aynı kapıdan El Cenîne’ye sekiz kamyonun daha askeri malzemeyle girdiğini açıkladı ve tüm bu kanıtları BM Güvenlik Konseyi’ne sundu!

Bu gerçeklik, Amerika ve onun Birleşmiş Milletler gibi kurumlardaki piyonlarının, “insani yardım” paravanı altında Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK) güçlendirmek, böylece Darfur’un tamamı üzerinde hâkimiyet kurmasını sağlamak ve nihayetinde bölgenin ayrılmasına zemin hazırlamak istediğini göstermektedir. Bu yöntem, Güney Sudan’ın ayrılmasında kullanılan senaryonun tıpatıp aynısıdır; o zaman da sözde insani yardım kutuları içinde isyancılara silah sokulmuştu. Asıl ilginç olan, hükümetin bütün bunları bilmesine rağmen ABD baskısına boyun eğip bu kapıyı açık tutmaya devam etmesidir! Kaldı ki, dillerinden düşürmedikleri insani yardım, aslında gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşmıyor. O halde soruyoruz: El Faşir’de insanlar açlık ve koleradan kırılırken, HDK’nin bir yılı aşkın süredir süren kuşatması yüzünden mülteci kampları ölüm tarlalarına dönüşürken, hükümet Adré kapısını kimin çıkarı için açık tutuyor?

Hükümetin asıl görevi, daha önce Güney Sudan’da yaşandığı gibi, Darfur’u Sudan’ın gövdesinden koparmayı hedefleyen bu hain Amerikan planına engel olmaktır. Hükümet, sömürgeci ve kafir Batı’nın, özellikle de Amerika’nın dayatmalarına boyun eğmemeli; aksine, El Faşer kuşatmasını kırmak ve ülke toprağının her karışını isyancılardan temizlemek için ciddi bir çaba göstermelidir. Hükümet bunu yapabilecek güçtedir.

Sudan’daki halkımıza düşen şer’i görev ise, bu yöneticilerden hesap sormak, onları zorla da olsa hakka döndürmek ve bu düzeni değiştirmek için harekete geçmektir. Bunun yolu da Nübüvvet metodu üzere Hilafet’i kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için ciddiyetle çalışmaktır. Hilafet, kafirlerin entrikalarına dur diyecek ve ülkemizin birliğiyle oynanan oyunlara son verecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

“Devletin Âlî Menfaatleri” Kendi Evlatlarını Yiyor!

Almanya Şansölyesi, kısa süre önce ‘Alman kimliğinin temel unsuru’ şeklinde ilan ettiği siyasi ideolojinin yarattığı baskılarla karşı karşıya. Her ne kadar Şansölye, devletin âlî menfaati prensibine (ki bu Yahudi varlığına koşulsuz destek anlamına gelir) mutlak bağlılığını defalarca dile getirse de, siyaset ve medyadaki Siyonist lobiler, silah ihracatına getirdiği kısıtlamaları sabote etmek amacıyla organize bir kampanya yürütmektedirler.

Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, koltuğuna oturur oturmaz ilk iş olarak Yahudi varlığına ve güvenliğine kayıtsız şartsız bağlılığını ilan etti! Hatta Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında çıkardığı yakalama kararını bile alenen sorguladı. O günlerde Berlin’deki siyasi iklimde her şey güllük gülistanlıktı. Fakat Berlin’deki o siyasi hava, Federal Şansölyenin 8 Ağustos tarihinde X platformunda yayımladığı gönderiyle aniden değişti. Şansölye paylaşımında, “Bu koşullar altında Alman hükümeti, Gazze Şeridi’nde kullanılabilecek silah ihracatına ikinci bir duyuruya kadar onay vermeyecek.” değerlendirmesinde bulundu. Şansölye, söz konusu karar öncesinde “rehinelerin serbest bırakılmasının” öncelikli olduğunu ve “İsrail”in Hamas’ın terör eylemlerine karşı meşru müdafaa hakkı bulunduğunu vurgulamasa da kararın ardından kamuoyunda kısa sürede yoğun bir tepki dalgası oluştu. Siyonist Axel Springer medya imparatorluğunun başını çektiği yayın organları, bu hamleyi ‘devlet rasyonelliğinin terk edilmesi’, ‘siyasi istikrarın kaybı’ ve ‘stratejik ihanet’ şeklinde yorumladı. Almanya’daki Yahudiler Merkez Konseyi, tansiyonu daha da yükselterek hükümetin kararını ‘düşmanca bir eylem’ olarak nitelendirdi. Konsey’in açıklamasında şu görüşlere yer verildi: ““İsrail”“ her gün Ortadoğu’daki düşmanlarının saldırısına ve roket saldırısına maruz kalıyor... Şimdi “İsrail”in kendini bu tür tehditlere karşı savunma hakkını ve kabiliyetini elinden almak, onun varoluşunu tehlikeye atmak demektir.” Bu nedenle Konsey, “Alman hükümetine bu yanlış yoldan bir an önce dönme” çağrısı yaptı.

Bununla birlikte, Şansölye açısından çok daha kritik olan, kendi siyasî çevresinden yükselen eleştirilerdir. Konuya hâkim kaynaklara göre, hem meclis grubunda hem kabinede hem de Birlik partileri (CDU/CSU) içindeki ‘çok güçlü çevrelerde’ ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Friedrich Merz’in ismini vermek istemeyen bir sırdaşı, durumu ‘CDU’da kazan kaynıyor’ sözleriyle özetledi. Koalisyonun kilit ortağı CSU’nun lideri Markus Söder ise, Şansölye’ye doğrudan destek vermek yerine, kararın gözden geçirilmesini talep etmek ve iç müzakereler çağrısında bulunmak üzere eyalet grup başkanı Alexander Hoffmann’ı, Bavyera’daki grup başkanı Klaus Holetschek’i ve dış politika uzmanı Stephan Mayer’i sahaya sürdü. Üçlü, kamuoyunun karşısına çıkıp kararın gözden geçirilmesini ve parti içi görüşmeler yapılmasını talep etti. CDU Dış İlişkiler Komitesi üyesi Roderich Kiesewetter, Federal Hükümet’in söz konusu kararını hem siyasî hem de stratejik açıdan ciddi bir hata olarak değerlendirdi. Benzer şekilde, CDU milletvekili Carsten Müller de X platformunda yazdığı paylaşımında hükümetin kararını en sert ifadelerle kınadı. Partinin Genel Sekreteri Carsten Linnemann’ın derin bir sessizliğe bürünmesi dikkat çekerken, Meclis Grup Başkanı Jens Spahn ise günler süren bir bekleyişin ardından Instagram üzerinden paylaştığı video mesajında kararı ‘kabul edilebilir’ bulduğunu açıkladı. Bir analistin yorumuna göre bu açıklama, bir grup liderinin şansölyesine verebileceği en düşük düzeyde destek, aynı zamanda en yüksek düzeyde mesafe koyma örneğini teşkil etmektedir.

Saldırılara bir destek de Siyonist Büyükelçi Ron Prosor’dan geldi. Prosor, “Hamas’ın silahsızlandırılmasından ziyade şu anda İsrail’in silahsızlandırılmasının tartışıldığını; bunun Hamas için adeta bir zafer anlamına geldiğini” ifade etti. Ayrıca, Berlin’in mevcut tutumunun Gazze’deki askeri stratejilere ilişkin meşru bir tartışmaya katkı sağlamadığını, bilakis “İsrail”i savunmasız bırakmaya yönelik olduğunu belirtti.” Tartışmaya 10 Ağustos’ta bizzat Netanyahu da katıldı. Netanyahu, Alman Şansölyesini ‘hem yalan haberlerin hem de içerideki farklı grupların baskılarına boyun eğen’ zayıf bir lider olarak nitelendirdi. Baskı kampanyasına Siyonist varlığın medya organları da katıldı. Bu medya kuruluşları, tartışmalar alevlenince, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in daha önceki Almanya karşıtı sert söylemlerini yeniden gündeme getirdiler. Bu yayınlarda, Ben-Gvir’in, Almanya’nın Shoa’dan seksen yıl sonra yeniden Nazizm’i desteklemeye başladığı yönündeki açıklamalarına yer verdiler.

Devletin âli menfaatleri (Staatsräson) kavramı, Kai Ambos’a göre yalnızca hukukun zıttı ve otoriter bir kavram olmakla kalmayıp, Robin Alexander’ın işaret ettiği üzere etkileri Hristiyan Birlik partilerinin çok ötesine taşan bir kimlik siyaseti enstrümanına dönüşmüştür. Kamuoyunda yapılan güncel anketler Almanların %83’ünün silah ihracatına son verilmesini desteklediğini ve %76’sının Gazze’de izlenen siyaseti tasvip etmediğini ortaya koysa da, Siyonist medya organları ve siyasetçilerden oluşan bir grup, Federal Şansölyenin kararına yüklenmekte ve geri çekilmesi yönünde talepte bulunmaktadır! Devletin ali menfaatleri söylemi, siyasi bir silah olarak kullanılmakta ve Siyonist projeye bağlılıklarını deklare etmiş olsalar dahi, en üst düzey siyasi kurum ve onların temsilcileri aleyhine bile yöneltilebilmektedir!

Politik çizginden en ufak bir sapma dahi, etki ajanları, ideolojik olarak indoktrine edilmiş aktörler ve iktidar güdümlü oportünistler öncülüğünde koordineli kampanyaların yürütülmesine yol açmaktadır. Lahey’de bulunan Ulusal Terörle Mücadele ve Güvenlik Koordinasyon Merkezi’nin (NCTV) elde ettiği bulgular da bunu teyit etmektedir: ““İsrail”“, bilinçli dezenformasyon kampanyaları icra etmekte ve Hollanda siyasetini etki altına almaya çalışmaktadır.” Almanya’da ise bu tür kampanyaların etkisi çok daha büyük ve siyasi sonuçları çok daha derindir. Çünkü “devlet çıkarı” anlayışı, Almanya’nın (İkinci Dünya Savaşı sonrası) itibarını yeniden kazanması ve Batı ittifakına bağlılığıyla doğrudan ilişkilidir.

Hizb-ut-Tahrir, Federal Hükümet’i bir kez daha, tutumunu köklü bir şekilde gözden geçirmeye ve Siyonist varlıktan uzaklaşmaya çağırmaktadır. Gazze’deki soykırımın uluslararası ölçekte yol açtığı öfke ve Alman kamuoyundaki değişim ve mevcut eğilimler, Almanya’nın ‘tarihi suçluluk’ paradigmasından çıkıp Ortadoğu politikasında radikal bir dönüşüm yapması için tarihi bir fırsat sunmaktadır. Vereceğiniz karar Almanya’nın geleceğini belirleyecektir: Ya İslam dünyasıyla tarihi bağlarınızı onaracaksınız ya da Filistin’deki katliama ortak olan bir düşman olarak damgalanacak ve yakında kurulacak olan Hilafet Devleti’ne bunun hesabını vereceksiniz!

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ“De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” [Zümer 9]

Devamını oku...

Gazze İçin Birleşmeliyiz!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Gazze İçin Birleşmeliyiz!

Kudüs 1099'da Haçlılar tarafından işgal edilirken İslam ümmeti Abbasi ve Fatımi Hilafetleri olarak bölünmüş, aralarındaki ihtilaflar ve iç sorunlar nedeniyle zayıf düşmüş bir durumdaydı. Oysa Haçlılar birlik içinde büyük bir ittifak oluşturmuşlardı

Fakat Kudüs 2 Ekim 1187'de Selahaddin Eyyubi tarafından fethedilirken durum tam tersine dönmüş Haçlılar bölünmüş ve aralarında anlaşmazlık içindeyken, İslam ümmeti ise birlik içinde, ittifak halindeydi.

İslam Ümmeti o gün parçalanmış, bölünmüş halde kendi aralarında çatışırken Kudüs’ü koruyamadılar ve Haçlılar karşısında büyük bir yenilgi yaşayarak Kudüs’ü kaybettiler ve Kudüs tam 88 yıl Haçlı işgalinde kaldı.

Ne zaman ki Selahaddin Eyyubi Fatımi Hilafetine son vererek Müslümanları Abbasi Hilafeti altında yeniden birleştirdi, işte o zaman Kudüs yeniden fethedildi ve Haçlı işgali sona erdirildi.

20. yüzyılın başlarında Filistin İngilizler tarafından işgal edildiğinde de Müslümanlar aralarındaki ihtilaflar ve iç sorunlarla bölünmüş, zayıf düşmüş daha sonra da gasıp Yahudi Varlığı’nın Müslümanların göğsüne bir hançer olarak saplanmasına da bu parçalanmışlığın yol açtığı zayıflık sebebiyle engel olamamışlardı.

Bugün de benzer bir durum tekrarlanmaktadır. Aksa Tufanı sonrasında sömürgeci kafirler arasında oluşturulan büyük bir Haçlı-Siyonist ittifakı tarafından Gazze’de 100 binden fazla Müslüman kardeşimiz şehit edilmiş, gece gündüz bitmeyen saldırılarla Gazze bir harabeye ve enkaza dönüştürülmüş, gasıp Yahudi Varlığı’nın abluka ve kuşatmasıyla bir ölüm ve imha kampı haline getirilerek Gazzeli Müslüman kardeşlerimiz açlığa ve ölüme terk edilmiştir.

Ne yazık ki İslam Ümmeti Osmanlının yıkılışı ve Hilafetin ilgasıyla birlikte sınırları sömürgeci kafirler tarafından çizilen ulus devletler tarafından parçalanarak bölünmüş ve birliğini kaybetmiştir.

Ayrıca bu parçalanmışlığın üstüne Müslümanların bir de kendi yaşadıkları ülkelerde aralarındaki fikir, görüş ayrılıklarının yol açtığı ihtilaflardan dolayı farklı cemaatler, tarikatlar, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri gibi yapı ve teşkilatlarla da bölünmesi parçalanmışlıklarını daha da derinleştirmiştir.

Bütün bunların sonucunda içinde bulundukları zayıflık ve güçsüzlük daha da artmış, bu zayıflıkla Gazzeli kardeşlerine yardım edemedikleri gibi Ümmetin içinde bulunduğu diğer kriz ve sorunların çözümü konusunda da aciz kalmışlardır.

Yani bugünde İslam’ın ve Müslümanların düşmanı sömürgeci kafirler İslam’a ve İslam Ümmetine karşı ittifak halindeyken, birlik içindeyken Müslümanlar ihtilaf halinde, bölünmüş, birlikten uzak bir dağınıklık içindedirler.

Bu dağınıklık ve zayıflıktan kurtulmak için, yeniden büyük ve güçlü bir ümmet olmak için, sömürgeciler karşısında yaşadığımız yenilgileri onlara geri iade etmek için, unuttuğumuz zaferlerle yeniden gururlanmak için, aramıza örülen duvarları yıkmak için, Gazze’nin ve Ümmetin kurtuluşu için birleşmeliyiz.

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ

“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz gider. Sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” [Enfâl 46]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Remzi Özer

Devamını oku...

İran Daha Ne Zamana Kadar Bu Saçmalığa Razı Olmaya Devam Edecek?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İran Daha Ne Zamana Kadar Bu Saçmalığa Razı Olmaya Devam Edecek?!

Haber:

2 Eylül Salı günü, El Cezire'nin internet sitesinde “İran, anlaşma sağlanması halinde uranyum zenginleştirmeyi azaltmaya hazır olduğunu vurguladı” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde şöyle geçti: “İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü İsmail Bekayi, yeni bir nükleer anlaşma sağlanması halinde, ülkesinin 2015 anlaşmasında öngörüldüğü üzere uranyum zenginleştirme seviyesini %3,67'ye düşüreceğini teyit etti.”

Dün, yani Pazartesi günü İngiliz gazetesi The Guardian'da yayınlanan açıklamalarda şöyle geçti: “Bekayi, ülkesinin nükleer programı ile ilgili yasadışı talepleri kabul etmeyeceğini vurguladı.”

Yorum:

ABD'nin İran'a saldırması, uranyum zenginleştirme tesislerini hedef alması ve Yahudi varlığının İran’a yönelik saldırısını desteklemesi göz önüne alındığında, İran bugün Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleriyle nükleer programı konusunda ne gibi görüşmeler yürütüyor acaba?!

Batı Avrupa ve Amerika, İran'ın kendi şartları dışında nükleer silah edinmesini istemiyorlar; o halde bu, ne tür bir nükleer silah olacak acaba?! Ama onları İran ile anlaşmaya varma konusunda bu kadar açgözlü kılan şey, 1980 yılından bu yana, Cenevre ve diğer Avrupa kentlerinde Amerika ve Yahudi varlığıyla gizli iletişim kanalları açmayı kabul etmiş olması ve bu iletişimlerden sadece çalı dikeni biçmiş olmasıdır!Dolayısıyla Amerika ve Batı, ister Tahran ve Beyrut'taki Amerikan rehinelerin serbest bırakılması olsun, ister Afganistan'ı vurmak ve Irak'ı işgal etmek için İran hava sahasının Amerikan uçaklarına açılması olsun, İran'ın sunduğu hizmetler için onu ödüllendirmediler; aksine İran'ı daha fazla aşağılama ile ödüllendirdiler.

Yahudi varlığı, 1975 yılında Muhammed Rıza Pehlevi'nin Amerikan Başkanı Ford'un nükleer atıklarını 6 milyar Dolar karşılığında getirmesinden bu yana İran'ın nükleer programlarına katılmaktadır. Nitekim Yahudi varlığının son zamanlarda İran'ın en önde gelen nükleer bilim adamlarını öldürmesi, nükleer programla ilgili 50.000'den fazla dosyanın çalınması ve Yahudi varlığının İran'a yönelik saldırılarında İran içinden insansız hava araçlarının katılması bunu desteklemektedir.

Yazar Trita Parsi'nin, ABD'deki Johns Hopkins Üniversitesi'nde danışman Fukuyama'nın denetiminde ve Brzezinski'nin rehberliğinde hazırladığı doktora tezi niteliğindeki "Hain İttifak" adlı kitabı, İran'ın Amerika ve Yahudi varlığıyla olan şok edici ilişkileri hakkında çok şey ortaya koymaktadır. Ayrıca Lübnan-Beyrut Arab Scientific Publishers yayınevinin de aynı kitabın başlığını çarpıtarak "Ortak Çıkarlar İttifakı" olarak yayınlaması da bizi şoke etmiştir!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Sessiz Kalmamak, Eylemsiz Kuru Gürültü Çıkarmak Mı Sadece Ey Erdoğan?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sessiz Kalmamak, Eylemsiz Kuru Gürültü Çıkarmak Mı Sadece Ey Erdoğan?

Haber:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze'nin yanında olduklarını belirtti. Erdoğan, “Netanyahu denilen gaddara asla sessiz kalamayız. Bugün çekilen çileler bitecek, zulmün karanlığı yerini adaletin gönüllerimizi ısıtan güneşine bırakacaktır” dedi. (03.09.2025 NTV)

Yorum:

Siyonist ucube varlığın Gazze’de yaklaşık iki yıldır işlediği ve şimdiye kadar 65 bin kişinin şehit olduğu soykırım ve kıyıma sessiz kalmadınız da ne yaptınız ey Erdoğan! 7 Ekim’den sonra canavar Yahudi varlığının Gazze halkına karşı işlediği suçlarına ve soykırıma kuru gürültü çıkarmak dışında kayda değer ne gibi tepki ve misilleme verdiniz ey Erdoğan! Orada burada çıkardığınız boş gürültü maalesef Yahudilerin kıyım ve katliamını durdurmuyor. Sizin gibi güçlü ve devasa ordulara sahip yöneticiler, Yahudilere şeytanın vesvesesini unutturacak bir yanıt vermeyip sadece kuru gürültü çıkardığı sürece Gazze’de işlenen kıyım ve katliam asla sona ermeyecektir. Bugün Gazze’de akan kanı durdurmanın tek bir yolu vardır; savaş. Ama hadiste belirtildiği gibi Yahudilerle savaşı göze alacak yürek ve irade de siz de yok ey Erdoğan! Zaten başkalarına kul ve köle olan birinden, onun şımarık çocuğuna karşı asla savaş ilan etmesini beklemek, ipe un sermek ve şeytan yardım istemek gibi bir şeydir.

Yahudilerin suçlarına ve kıyımına sessiz kalmak istemeyen biri orada burada kürsülerde, meydanlarda, BM platformlarında konuşmak ve uluslararası topluma Gazze’de işlenen soykırımı durdurması için yalvarmak yerine emrindeki ordularını harekete geçirip Yahudilere haddini bildirir ve onları yeryüzünden silip atardı. Bunu yapamayacağınızı siz de adınız gibi çok iyi bildiğiniz için, Müslüman kamuoyunu kandırmak, hadi biraz insaflı davranalım belki de vicdanınızı rahatlatmak için meydanlarda ve çeşitli platformlarda konuşmaktan başka dişe dokunur bir şey yapmıyorsunuz.

Gaddar dediğiniz Netanyahu da sizin konuşmak dışında kendisine şeytanın vesvesesini unutturacak kayda değer bir eylemde bulunmayacağınızı çok iyi bildiği için soykırım ve kıyımına devam ediyor. Kuru gürültünüzü zerre kadar itibar etmiyor zaten itibar edilecek de bir tarafı yok. Zira ‘kellim kellim la yenfa’dan başka bir şey değildir.

Hilkat garibesi Yahudi varlığının Gazze ve Batı Şeria’yı işgal planlarını “sessiz kalmayız” tepkisi asla durduramaz. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz ey Erdoğan! Eğer gerçekten Gazze için, Filistin için, kırmızı çizgimiz dediğiniz Kudüs için, konuşmak dışında bir şey yapmak istiyorsanız vakit kaybetmeden hemen ordularınızı seferber etmelisiniz. O zaman ancak sizin “sessiz kalamayız” sözünün bir karşılığı olacaktır. Aksi halde vicdanınızı rahatlatmak ve kamuoyuna kandırmak dışında “sessiz kalamayız” sözünüzün Allah indinde hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.

Gazze’de akan kan elbet hepimizin yüreğini sızlatıyor. Ama sizin gibi ulusal savunma alanında kaydettiği başarı ile övünen, Boğaz’da savaş gemileriyle arzı endam eden ve devasa ordulara sahip olduğunu söyleyen birinden salt “sessiz kalamayız” sözünü duymak, insanın yüreğini daha da sızlatmakta ve vicdanımızı incitmektedir. Sıradan halk olarak bizler konuşma merciiyiz, yöneticiler olarak sizlerse icraat makamısınız. Bizler konuşuruz sizlerse icraatta bulunursunuz. Konuşmak bize ait, icraatsa size aittir. Ama gel gör ki sizler gerçek yöneticiler olmadığınız, yarı yöneticiler olduğunuz için ve Yahudilere askeri yanıt vermenin efendiniz Amerika’ya yanıt vermek anlamına geleceğini bildiğiniz için ve bu da Mutasım gibi mangal gibi bir yürek ve taş gibi bir iradeyi gerektirdiği için sıradan halk gibi sadece konuşmakla yetiniyorsunuz. Osmanlı hayranı sizin gibi biri, Hilafet tarihindeki yöneticilere baktığında söylemle değil eylemle düşmanlara karşılık verildiğini görecektir. Çünkü onlar, makamlarının söylem makamı değil eylem makamı olduğunun çok iyi farkında olmuşlardır. Onun için Yahudilerin tek bir çaresi ve ilacı vardır. O da demokrasi altında kuru gürültü çıkarmak değil Hilafet altında cihat etmektir. Onların yegâne çaresi işte budur. Bunun dışında hiçbir şey onlara fayda etmeyecektir. Yahudiler tarih boyunca tekdirden anlamamışlardır. Tek anladıkları şey kötektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ercan Tekinbaş

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER