Perşembe, 19 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Riyad Zirvesi Müslümanların Yöneticilerinin Gazze ve Lübnan’a İhanetlerinin Bir Kanıtıdır

400 günü aşkın bir süredir gaspçı Yahudi varlığı, Gazze halkımıza karşı İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana benzeri görülmemiş bir soykırım savaşı yürütmektedir. Gazze’den sonra Lübnan’da da katliamlar ve yıkımlar gerçekleştirmektedir. İşte tüm bu olayların ardından Müslümanların yöneticileri, Riyad’da “olağanüstü” olarak adlandırdıkları bir zirvede bir araya geldiler. Ancak bu zirvede aldıkları zayıf kararlar, ihanetle eşdeğerdir.

Zirvede Filistin halkına her türlü siyasi ve diplomatik desteğin yanı sıra uluslararası koruma sağlanmasını talep ettiler. BM Güvenlik Konseyi’ne Gazze’de ateşkesin sağlanması için bağlayıcı bir karar alınması ve Yahudi varlığına silah ihracatının veya transferinin yasaklanması çağrısında bulundular. Ancak bu talepler ve çağrıların yazıldıkları kağıttan bile değersizdir. Nasıl değersiz olmasın ki? Zira yetersiz taleplerini hayata geçirmek için hiçbir plan ve eylem ortaya koymamışlardır. Bu talepler, sıradan bir halk protestosunda dillendirilen taleplerle aynıdır hatta etki açısından daha düşük düzeydedir. Çünkü gösterilerde atılan sloganlar, sokakları ve meydanları inletmekte, sömürgeci ülkelerin bazı karar alıcılarını rahatsız edebilmektedir. Buna karşın zirvede dile getirilen talepler, sesi dışarıya vermeyen duvarlarla çevrili salonda hapsolmuş sözlerden öteye geçmemektedir.

Evet, Arap ve Acem Müslümanların yöneticilerinin Gazze ve Lübnan’a ihanetini somutlaştıran bu zayıf taleplerin ardından konferansa katılan komplocular, Amerika liderliğindeki sömürgeci kafir Batılı efendileri tarafından kendilerine biçilen en önemli role geçtiler. O rolün başında ihanet, teslimiyet ve bağımlılık projelerini yeniden pazarlamak yer alıyor.

Yahudi varlığının Gazze ve Lübnan’da işlediği vahşet ve katliamı kınayan, eleştiren ve lanetleyen açıklamalarından sonra bu Ruveybida yöneticiler, Yahudilerle barışın önemine vurgu yaptılar, 4 Haziran 1967 sınırları temelinde egemenlikten, silahtan ve onurdan yoksun bir Filistin devleti kurulmasını öngören iki devletli çözüm kapsamında Filistin’in üçte dördünün işgalini kabul ettiler.

İslam ümmetinin, artık bu yöneticilerin yakasına yapışarak onları tahtlarından indirmenin ve gasp edilen otoritesini geri almanın zamanı gelmiştir. Bu, Müslüman ordulardaki samimi kişilerin, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet’i kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermesiyle mümkündür. Hilafet, Yahudi varlığını ortadan kaldıracak, Filistin’i baştan sona özgürleştirecek ve ümmetin bağrına iade edecektir. Bunun dışında bir yol izlenirse, bu ümmet ve orduları, Aziz ve Cebbar olan Allah huzurunda sorumluluktan kurtulamayacak, bu sessizlikleri ve İslam’a ve Müslümanlara ihanetleri yüzünden kıyamet günü hesaba çekileceklerdir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انفِرُواْ فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُم بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاَّ قَلِيلٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.” [Tevbe 38]

Devamını oku...

Silahlı Kuvvetlerimiz, Samimi, Cesur ve Yetenekli Subaylarla Dolu

Silahlı Kuvvetlerimiz, Samimi, Cesur ve Yetenekli Subaylarla Dolu
Her Biriyle Buluşun ve Gazze’ye Yardım Seferberliklerinin Önünde Duran Tüm Engelleri Aşmaları İçin Onları Teşvik Edin

Savaşın alevleri gökleri aydınlattı. Mesele gece ile gündüz kadar net. Müslüman ordularının savaş makinesi olmadan, Gazze ve Filistin’deki Müslümanlara destek verilemez. Bu yeteneğe sahip olan sadece silahlı kuvvetlerimizdir. O halde neden biz Müslümanlar, şahsen tanıdığımız askeri yetkililerle bir araya gelip her biriyle ayrı ayrı görüşmüyoruz? Neden bu subayların yakınlarını ziyaret edip onları derhal harekete geçmeye çağırmıyoruz? Ümmet, ordularından önlerine çıkan her duvarı yıkmalarını ve Yahudi işgalini ortadan kaldırmak için önlerinde duran her engeli aşmalarını talep etmelidir.

Bu askeri yetkililer ne ıssız ormanlarda ne de ıssız dağlarda yaşıyorlar. Onlar aramızda yaşıyorlar. Toplumumuzun bir parçasıdırlar. Bizimle aynı ortamı ve nefesi soluyorlar. Onlar, evlerimizin, ailelerimizin ve toplumumuzun bir parçasıdırlar. Onların da bizim gibi İslami duygulara sahipler. Belki onlar, bizim hissettiğimizden daha fazla bu acıyı hissediyorlar. İçlerinde, tüm savaşın gidişatını değiştirebilecek kahramanlar var. Aralarında Ali, Halid bin Velid ve Selahaddin Eyyubi gibi kahramanların torunları var. İçlerinde günümüzün Sad bin Muaz ve Useyd bin Hudayr’ları var.

Öyleyse silahlı kuvvetlerle temas kurmak için elimizden geleni yaptık mı? Subaylara ulaşmak için bütün gücümüzü harcadık mı? Onları sevap kazanmaya teşvik ettik mi ya da ihmalkarlıklarının günahını hissetmelerini mi sağladık? Allah Subhânehu ve Teâlâ silahlı kuvvetleri harekete geçirmenin gerekli olduğunu bildiğin halde, bunun için ne yaptın diye bize sormayacak mı? Tanıdığımız her askeri subaya gidip ona şeri yükümlülüğünü hatırlattık mı? Yoksa evde oturup, samimi subaylarla temasa geçmeye ve harekete geçmelerini talep etmeye gerek olmadığını mı düşündük? Sadece boykotun yeterli olduğunu mu düşündük, oysa boykot, bırakın bir bombayı, Gazze’deki soykırıma tek bir kurşun sıkılmasını bile önleyememiştir.

Evet, Müslüman dünyası sömürgeci yapıların kontrolünde olabilir, çoğu kurumun başkanı Batı ajanı olabilir. Ancak tüm bu kurumlar, ümmetin samimi evlatlarıyla doludur. Ajan yönetimler, ümmetin bu samimi evlatlarını politika yapımı ve stratejik komuta yoluyla kontrol etmektedir. Gazze konusunda, ümmet, liderlik engellerini, sömürgeci milliyetçi sınırları ve önlerinde duran Amerikan dünya düzenini aşacak askeri komutanlara ihtiyaç duyuyor.

Onlar, Yahudilerle savaşacaklar ve böylece bu meseleyi kaçınılmaz olarak sonlandıracaklardır. Aslında Yahudi varlığı, Müslüman ordularından bir tanesiyle bile, hatta bir ordunun birkaç bölüğüyle bile savaşacak güçte değildir. Yalnızca silahlı kuvvetlerin seferber edilmesi, Yahudi varlığını sarsacak ve onları Garkad ağacının arkasına saklanmaya zorlayacaktır.

Biz, bir ümmet olarak, onların savaş gemilerine karşı bizim savaş gemilerimizle, onların tanklarına karşı bizim tanklarımızla, onların savaş uçaklarına karşı bizim savaş uçaklarımızla ve onların askerlerine karşı bizim askerlerimizle tam bir karşılık vermeliyiz. Yahudi varlığının sonu kaçınılmazdır. Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Yahudilerle savaş yapılacağını müjdelemiştir. Savaş davulları çalındıktan sonra savaştan geri çekilmek haramdır. Peki, münkeri yasaklama görevini kim yerine getirecek? Ordularımızın Gazze’yi desteklemek için seferber olmasını engelleyenlere karşı kim sesini yükseltecek?

Ey alimler, davetçiler, gazeteciler, sunucular, podcaster’lar, öğretmenler, avukatlar, ticaret odaları temsilcileri, etkili insanlar ve genel olarak Müslümanlar! Savaşın alevleri yükseliyor ve dünya kafirleri bize karşı birleşmiş durumda. Buna karşın, Müslümanların yöneticileri Gazze’ye destek olmak için ordularını seferber etmek yerine küfrü ve kafirleri açıkça desteklemektedirler. Bu yüzden harekete geçip ordularımızdan bu yöneticileri görevden almalarını istemeliyiz. Silahlı kuvvetlerdeki samimi subaylardan, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak amacıyla Hizb-ut Tahrir’e nusret vermelerini talep etmeliyiz. Hilafet, mazlumların çığlıklarına cevap verecek, işgal altındaki tüm toprakları özgürlüğe kavuşturacak ve düşmanlarımızın kalplerine korku salacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

أَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَوْهُ إِن كُنتُم مُّؤُمِنِينَ * قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ“Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminlerden iseniz Allah korkmaya daha layıktır!” “Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azaplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalblerindeki öfkeyi gidersin.” [Tevbe -14]

Devamını oku...

Ümmet Hollanda Yetkililerinin Yahudi Serserileriyle Yaptığı İşbirliğini Hiçbir Zaman Unutmayacaktır

Yahudi serserilerinin, bir futbol karşılaşması sırasında ve sonrasında ümmetin Filistin davasıyla ilgili olarak Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri provokasyonlar, ardından farklı ülkelerden gelen Müslümanların bu olaya verdikleri doğal tepkiler ve bazı vicdanlı Hollandalıların onurlu reaksiyonları dünya medyasının gündemine oturdu. Ancak asıl dikkat çeken nokta ise, Hollanda yetkililerinin bu pisliklerin yaptığı provokasyonlara göz yumması, Hollanda güvenlik güçlerinin bu serserilerin provokasyonlarına karşı protesto düzenleyenlere müdahale etmesi ve bir kısmını gözaltına almasıdır!

Tepkiler bağlamında bazı utanç verici tutumlardan bahsetmekte elbette fayda vardır. Hollanda Başbakanı Dick Schoof, antisemitik olarak tanımladığı olayları kınadı. ABD’nin Yahudi varlığı büyükelçisi, korkunç olarak tanımladığı olayları kınadı, ancak provokasyon ve şiddet eylemlerini başlatan tarafın Yahudiler olduğu gerçeğini görmezden geldi. ABD’nin Antisemitizmle Mücadele Özel Temsilcisinin, Amsterdam’da yaşananları saldırı olarak tanımlaması ve bu durum karşısında derin endişe duyduğunu ifade etmesi, konunun uluslararası boyutta ele alındığını gösteriyor. Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı da Amsterdam’da Yahudilere karşı gerçekleştirilen saldırıları alçakça saldırılar olarak tanımlayarak öfkesini dile getirdi. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel de sözde antisemitizmle mücadelede kararlı olduklarını belirtti. Almanya Dışişleri Bakanı Annalina Berbock Amsterdam’dan gelen görüntülerin Avrupa adına tüyler ürpertici ve utanç verici olduğunu söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Macron da Yahudi futbol taraftarlarına karşı gerçekleştiğini söylediği şiddetin tarihin en karanlık anlarını hatırlattığını kaydetti...

Tüm bu kişiler, her fırsatta İslam’a ve Müslümanlara düşman olduklarını vurgulamakta, Mübarek Toprak Filistin’i işgal eden saldırgan suçluları haksız yere desteklemektedirler. Yahudilerin Filistin’de ve diğer bölgelerde, çocuklara, kadınlara ve yaşlılara karşı işledikleri suçları, 1948’deki Nekbe’sinden son dönemde Gazze, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve İran’da gerçekleştirdikleri katliamlara kadar Müslümanların kafatasları üzerine kurdukları deforme olmuş varlıklarını ya bilerek unutmakta ya da görmezden gelmektedirler.

Avrupa’da birçok onurlu ve özgür insanın, Yahudi varlığının Gazze’deki son suçlarına ve Yahudi serserilerinin provokasyonlarına karşı sergiledikleri tutum takdire şayandır. Bununla birlikte, Avrupa’daki ve diğer ülkelerdeki hükümetlere, yetkililere, özellikle de Müslüman topraklarını gasp eden Yahudi serserilerini ve Yahudi varlığını destekleyen, geçmişte bu varlığın kuruluşuna katkıda bulunan, cinayet ve katliamlarına yardımcı olan tüm ülkelere diyoruz ki, tüm bu suçlar, İslam ümmetinin hafızasında saklıdır ve asla unutmayacaktır. Yakın gelecekte Allah’ın izniyle Hilafet Devleti kurulduğunda ve Yahudi varlığını ortadan kaldırdığında bu ülkelerin ümmet nezdinde hiçbir güvenilirliği ve ahde bağlılığı olmayacaktır.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ “Zulmedenler, hangi dönüşle döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” [Şuara 227]

Devamını oku...

Müslüman Ülkelerin Liderleri, Uluslararası Sistemden, Filistin Halkını Ve Kutsal Mekanları Korumasını Talep Ediyorlar

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haberlere Bir Bakış

15/11/2024

Müslüman Ülkelerin Liderleri, Uluslararası Sistemden, Filistin Halkını Ve Kutsal Mekanları Korumasını Talep Ediyorlar

11/11/2024 tarihinde Riyad’da İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Birliği Zirvesi düzenlenmiş ve aşağıdaki hususlarda çağrıda bulunan ortak bir bildiri yayımlanmıştır: “Filistin halkı ve Filistin devleti için her türlü siyasi ve diplomatik desteğin ve uluslararası korumanın sağlanması ve Filistin ulusal birliğinin gerçekleştirilmesi.”Bir araya gelen bu liderler ve yetkililer, ülkelerinin yaklaşık 2 milyar Müslüman nüfusa, milyonlarca askere sahip olduklarını ve saldırıyı püskürtmek, Filistin'i ve kutsal mekânları kurtarmak için her türlü imkânlarının olduğunu unutuyorlar, sonra da Filistin halkı için uluslararası koruma talep ediyorlar! Sanki bunu yapmaktan acizmişler ve Filistin halkını korumaya ya da tüm ülkelerini tehdit eden vahşi düşmanı caydırmaya yönelik bir sorumlulukları yokmuş gibi! Utanç verici ve aşağılık bir tutumla, “İsrail’in” Kudüs’teki İslami ve Hıristiyan kutsal mekânlarını hedef alan ve değiştiren önlemleri durdurması için uluslararası toplumdan baskı yapmasını” talep ettiler.

Talep ettikleri uluslararası koruma, Yahudi devletinin ana destekçileri olan Amerika ve Avrupa tarafından temsil edilmektedir.Hain iki devletli çözüm projesine gelince; onlar bunun gerçekleşmeyeceğini ve bunun serap içinde bir serap olduğunu biliyorlar.

Yahudi varlığı bir yılı aşkın bir süredir küçük Gazze Şeridi’ne karşı iğrenç bir saldırganlık yürütüyor, halkını yok ediyor, öldürüyor, katlediyor, aç bırakıyor, sudan, ilaçtan ve gıdadan mahrum bırakıyor ve soykırım işliyor; bu liderler ise saçmalıkları nedeniyle bahsetmeye bile değmeyecek zirveler düzenliyorlar ve düşmanlardan Filistin halkını korumasını ve Gazze halkına yönelik saldırganlığın durdurulmasını talep ediyorlar.

------------

Erdoğan: Ben hala Esed’den umutluyum. Bir araya gelebileceğimize dair hala umudum var.

Erdoğan şöyle dedi: “Ben hala Esed’den umutluyum. Bir araya gelip Suriye-Türkiye ilişkilerini inşallah yoluna koyalım diye hala umudum var.Çünkü bizim Suriye-Türkiye arasındaki terör yapılanmalarını yok etmemiz lazım. Suriye’de adil ve kalıcı barışın zemini vardır. Bunu sağlamak için atılacak adımlar da bellidir.” Erdoğan düşük bir şekilde yalvaran zelil bir görünümle ortaya çıktı; zira artık Suriye halkına ihanet ve hainlik etmekten hiç utanmıyor ve Türkiye ve ona bağlı grupların kontrolündeki bölgeleri rejime teslim etmeye hazırlanıyor.

Esed’in 11/11/2024 tarihinde Riyad’da İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Birliği Zirvesi’nde konuşma yaptığı sırada salonu neden terk ettiği sorulduğunda Erdoğan şu cevabı verdi: “Esed'in konuşmasını dinleme imkanım olmadı. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman ile görüşme için çıktım.” Kuzey Suriye’yi tiran Beşar Esed rejimine teslim edeceğine dikkat çekerek şöyle dedi: “Azerbaycan’daki COP29. İklim Zirvesi’nde ya da Riyad’da gerçekleştirdiğimiz toplantılarda Suriye konusunda ele aldığımız adımlar büyük önem taşıyor ve bu konular çözüme kavuşturulduğunda Suriye'nin kuzeyinde ilerleme kaydedeceğiz.”“Sorunlar çözüldüğünde Suriye'nin kuzeyinde ilerleme kaydedeceğiz” ifadesi, Beşar Esed’le sorunları çözdükten sonra Suriye’nin kuzeyi tiran Beşar Esed rejimine teslim edilecek anlamına gelmektedir.

Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi ve burayı rejime devretmesi için gerekli olan şartları şu şekilde sıraladı: “Siyasi bir çözüm, anayasanın yapılması ve tüm tarafların katılımıyla seçimlerin yapılması yoluyla terör örgütlerinin ortadan kaldırılması ve mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönüşü için koşulların oluşturulması.”Suriye rejimi ile normalleşme durumunda Suriye Ulusal Ordusu’nun (SNA) akıbeti sorulduğunda Erdoğan, Türkiye’nin Suriye'nin kuzeyinde kontrol ettiği bölgeleri rejime teslim edileceğini vurguladı ve şöyle cevap verdi: “Ben bunun Esad için çok olumlu olduğunu düşünüyorum; zaten Esad’ın SNA bölgelerinde bir varlığı yok ve eğer Suriye devleti varsa, o zaman tüm vatandaşlar onun bir parçası olacaktır.”Yani tiran Beşar Esed’in kontrolü altında olacak demektir.

Bunun için Astana Konferansı, 11711724 tarihinde 22. turda, sözde garantör ülkelerin, daha doğrusu Suriye halkına ve devrimine düşman ülkeler olan Rusya, İran ve Türkiye'nin katılımıyla ve tiran rejiminin temsilcileri ve muhalefet temsilcileri olarak adlandırılan Türk ajanlarının huzurunda yeniden düzenlendi.Bu turun hedefinin, tiran rejimin devamını koruyan BM kararları doğrultusunda Suriye krizine bir çözüm bulmak olduğunu belirtildi.

------------

TBMM‘deki milletvekilleri, Erdoğan hükümetini Yahudi varlığıyla ticareti sürdürmekle suçluyorlar

Türkiye’deki muhalefet partilerinden olan milletvekilleri 13/11/2024 tarihinde, Erdoğan'ın 13/11/2024 tarihinde Azerbaycan'da düzenlenen COP29. İklim Zirvesi dönüşünde yaptığı açıklamaları yalanlayarak “Yahudi varlığı ile ticaretin hala devam ettiğini ve durmadığını” söyledi; zira Erdoğan şöyle demişti: “ Biz şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hükümeti olarak “İsrail” ile ilişkileri kesmiş durumdayız.”Bu açıklama Yahudi varlığıyla ticaretin devam ettiğini teyit ediyor; çünkü devlet ve hükümet olarak diyor ama Türk şirketleri, özellikle partisine bağlı olanlar, Yahudi şirketleriyle iş yapmaya devam ediyor. Bu nedenle parlamentodaki muhalefet milletvekillerinden biri buna dikkat çekti ve şöyle dedi: “İsrail’in” en meşhur lojistik hizmet şirketlerinden biri olan Zim International Shipping Company’ye ait gemiler sürekli olarak Türk limanlarında seyrediyor ve “İsrail’e” mühimmat taşıdığı gerekçesiyle Belçika, İtalya, Amerika, Kanada, Malezya ve Avusturya’da hakkında soruşturma ve yaptırımlar uygulanan şirketin gemileri, Türk limanlarına seferler yapıyor.” Ve şöyle ekledi: “Resmi internet sitesinde yer alan bilgilere göre, Zim'in Çin, Amerika ve “İsrail’den” sonra en çok uğradığı ülke Türkiye'dir.” Ve şöyle dedi: “Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Azerbaycan'dan Türkiye'nin Ceyhan limanı üzerinden gelen gaz sevkiyatlarının “İsrail’e” gittiğini yalanladı, ancak gümrük kapılarında “Filistin'e teslim edildi” olarak etiketlenen sevkiyatların “İsrail’e” gittiği ortaya çıktığı halde hükümet ticareti kestik diyor; bu ise bir şovmenliktir.”Erdoğan ve hükümet üyeleri, insanları kandırmak için yalan söylemeyi ve Yahudi varlığına ihtiyaç duyduğu şeyleri sağlarken Filistin halkını aldatıcı sözlerle desteklemeyi alışkanlık haline getirmişlerdir.

-------------

Yahudi varlığı, İran Dini Lideri'nin danışmanının Şam'da Suriyeli yetkililerle görüştüğü yerin yakınındaki bir binaya saldırdı

İranlı Jamaran internet sitesi 14/11/2024 tarihinde Yahudi varlığının İran Dini Liderinin danışmanı Ali Laricani'nin Şam'da Suriyeli yetkililerle yaptığı toplantının yakınındaki bir binayı hedef alan bir füze saldırısı düzenlediğini bildirdi.Sitede Laricani’nin güvende ve iyi durumda olduğu ve Suriye Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı ile bir toplantı yaptığı belirtildi.

O günün erken saatlerinde, Yahudi varlığının başkent Şam'ın Mezze ve Kudsaya bölgelerini hedef alan bir saldırı düzenlediği ve en az 4 kişinin öldüğü açıklandı.

Böylece Yahudi varlığının Suriye’deki birçok noktaya düzenlediği saldırılar sıklaştı ve neredeyse her gün İran'daki liderleri ve yetkilileri ve Lübnan’daki takipçilerini hedef alır hale geldi; çünkü Yahudi varlığı ciddi bir direnişle ve karşı saldırıyla karşılaşmadığı için Suriye’de saldırganlığını başlatmaya ve İran'ın çıkarlarını ve şahsiyetlerini hedef almaya cüret edebiliyor.

Ayrıca Lübnan’ın birçok bölgelerine saldırmaya, başkent Beyrut’un güney banliyölerini her gün vurmaya, küstah bir şekilde binaları yıkmak için onların tahliye edilmesini talep ettiği gibi tüm şehir ve köylerin de boşaltılmasını talep etmeye devam ediyor. Nitekim Lübnan Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı gibi, geçtiğimiz Eylül ayında Yahudilerin saldırısının başlamasından bu yana Lübnan'daki kurbanların sayısı 3.386’ya yükselmiştir.

Bu gibi durumlarda İran'ın ayağa kalkması ve gerek kendi çıkarlarını gerekse Suriye ve Lübnan'daki tabiilerini tehdit eden Yahudi varlığıyla doğrudan savaşa girmesi gerekirdi ancak onunla gerçek bir savaşa girme konusunda herhangi bir ciddiyet göstermedi. Nitekim İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan 11/11/2024 tarihinde Riyad’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı-Arap Birliği Zirvesi’ne katıldı, ancak zirveye katılanlara cihat ilan etme ve düşmana karşı genel seferberlik çağrısında bulunmadı.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Esad Mansur

Devamını oku...

Trump Yönetimi ve İran

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Trump Yönetimi ve İran

Haber:

New York Times’ın Perşembe günü bildirdiğine göre, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın destekçisi olan milyarder Elon Musk, Tahran ile Washington arasındaki gerilimi yatıştırmak amacıyla İran'ın Birleşmiş Milletler Büyükelçisi ile bir araya geldi.

Gazete, ismi açıklanmayan iki İranlı kaynağın dünyanın en zengin adamı ile Büyükelçi Amir Said İravani arasındaki görüşmenin “olumlu” geçtiğini söylediklerini aktardı. (El-Arabia)

Yorum:

ABD'de başkan seçilen Donald Trump, Ortadoğu bölgesi de dahil olmak üzere dış politikanın yönüne işaret eden bir dizi atama önerisinde bulundu; Dışişleri Bakanlığı için aday gösterilenler arasında Çin ve İran'ın etkisine karşı tutumuyla bilinen Marco Rubio, Savunma Bakanı olarak Pete Hegseth ve Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak da Mike Waltz yer alıyor.

Trump seçim kampanyası sırasında Başkan Joe Biden’ın İran’ın petrol ihracatına sert yaptırımlar uygulamama politikasının Washington'u zayıflattığını ve Tahran'ı cesaretlendirdiğini, bunun da onun petrol satmasına, para toplamasına ve nükleer girişimlerini ve militan gruplar aracılığıyla nüfuzunu arttırmasına yol açtığını söylemişti.

Peki Elon Musk'ın İran Büyükelçisi ile İran'ın değil de Musk'ın talebi üzerine görüşmüş olması ne anlama geliyor?

Birincisi: Öncelikle Amerika bir birey, bireyler grubu ya da bir parti tarafından yönetilen bir ülke değil, aksine her birinin kendi rolü ve yetkileri olan bir kurumlar devleti olup dış politikayı büyük ölçüde derin devlet kontrol etmektedir; dolayısıyla bazı bölünme işaretleri ortaya çıksa da bunlar tüm dosyaları içermemekte, aksine çoğu iç politikalar olmak üzere belirli dosyalarda ortaya çıkmaktadır. Trump'ın atadığı kişilerin, genellikle ağırlığı olan kişiler değil, aksine konumları itibariyle ilişkilere yön verecek kişilerden ziyade itaatkâr ve Trump'ın şahsına sadık kişiler olduğu gözlemlenmektedir.

İkincisi:İran, ABD için değerli bir hazinedir ve İranlı siyasetçilerin de kabul ettiği üzere, ABD'nin çıkarlarını korumadaki pozisyonu önemli olup kriz ve sıkıntı dönemlerinde ortaya çıkmaktadır; örneğin Ali Ekber Haşimi Rafsancani’nin 2002 yılında Şarku’l Avsat gazetesi tarafından aktarılan açıklaması şöyledir: “İran güçleri Taliban'la savaştı ve Taliban'ın yenilmesine katkıda bulundu; şayet onların Taliban’la savaşmasına yardım etmeseydi Amerikalılar Afgan bataklığında boğulurdu.Amerika’nın, İran Halk Ordusu olmasaydı Taliban’ı deviremeyeceğini bilmesi gerekir.”Örneğin İran, burada tartışmayacağımız sebepler ve koşullar nedeniyle Amerika’nın o aşamadaki araçlarının ve kartlarının zayıflığı nedeniyle Arap Baharında büyük bir şekilde ortaya çıktı; ancak ilginç bir şekilde Baker-Hamilton Komisyonu'nun tavsiyeleri arasında, Irak’ın hem İran'a hem de Suriye’ye karşı yükümlü olduğu belirtildi; zira komitenin tavsiyeleri, Irak ve diğer bölgesel sorunlara yönelik yapıcı politikalara bağlılıklarını elde etmek amacıyla İran ve Suriye ile doğrudan görüşmeler yapılmasını belirtiyordu; bu da Irak’taki durumu uygulamak amacıyla Afganistan'daki İran-Amerikan işbirliğini tekrarlama olasılığını araştırmak içindi. Peki Amerika, baş düşmanına (Şer Ekseni) nasıl bu kadar güvenebilir? Ve İran, artık kimse için sır olmayan güven ve büyük ilişki olmadan düşmanını (Büyük Şeytan) nasıl bataklıklardan kurtarabilir?!

Üçüncüsü: Peki bu görüşme talebini ve niçin olduğunu nasıl anlamalıyız?

Trump’ın ve onun arkasındaki zihniyetin, Amerika'nın çıkarlarını gerçekleştirmek ve kendisinin ve yönetim tarzının propagandasını yapmak olduğu bilinmektedir;bu da diğer tarafın Amerika'nın gözdağının yansımalarından korkarak büyük ve önemli tavizler vermesine neden olacaktır. Görünen o ki İran, Trump’ın iktidara geri dönme olasılığını fark etmiş ya da öğrenmiştir; bu yüzden yeni İran cumhurbaşkanının gelişi de dahil olmak üzere büyük iç değişiklikler gerçekleştirmiştir. Bunun da ötesinde onun danışmanı olarak Cevad Zarif atanmıştır; bu büyükelçinin, İran nükleer anlaşmasının mimarı olarak nitelendirilen eski dışişleri bakanı Zarif'in, ulusal ve uluslararası gelişmeleri izlemek ve anayasanın hedeflerini gerçekleştirmekle görevli İran cumhurbaşkanının stratejik işlerden sorumlu yardımcılığı görevini üstlenmesinin ardından yaptığı atamalar ya da tavsiyelerden biri gibi görünüyor.

Örneğin onun, Amerika’da ikamet etmesi ve muhafazakâr kesimin kendisini liberal ve Amerikan yanlısı diplomatlardan oluşan “New York Çetesi'nin” bir üyesi olmakla suçlaması gibi birtakım faktörlerin ardından istifa ettiği doğrudur; ancak o ve onunla birlikte olanlar gölgede çalışmaya devam edecek olup onun atanmasının hedefi, ABD ile müzakereleri etkinleştirmek ve İran'ın ABD stratejisi içindeki rolünü oynamasını sağlayacak nüfuzunun sınırlarını çizecek yeni anlaşmalara varmak ve İran’ın Trump’ın anlaşmalar zihniyetiyle büyük bir anlaşma yapmaya çalışmasıdır.

Buradan da anlaşılacağı üzere Musk’ın İran Büyükelçisi ile erkenden görüşmesi, Trump gelene kadar bir anlaşma sağlamak ve İran’ın izolasyondan ve kendisine uygulanan yaptırımlardan kurtulmasını sağlayacak siyasi ve ekonomik kazanımlarla krizleri etkisiz hale getirmek içindir. Tek fikir bu da değildir, aksine uluslararası raporlar, İran’ın Batı ile nükleer krizi çözme isteğini dile getirdiğini ortaya koymuştur. Haberlerde yer aldığına göre bu, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Genel Direktörü Rafael Grossi'nin Avrupalıların girişimlerinin ardından Avrupa Troykasına ilettiği mesaj aracılığıyla olmuştur; (Dünyanın, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın geri dönüşünü beklediği bir sırada diplomatlar, Avrupalı güçlerin, ilişkisinin azlığı nedeniyle İran'a baskı yapması için önümüzdeki hafta Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Yönetim Kurulu tarafından İran’a karşı yeni bir karar çıkarması için çalıştığını söylediler).

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Hasan Hamdan

Devamını oku...

Ülkede Adalet Dengesini Kurun ve Nezarethaneleri Ziyaret Etmekle Övünmek Yerine Onları Kapatın!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ülkede Adalet Dengesini Kurun ve Nezarethaneleri Ziyaret Etmekle Övünmek Yerine Onları Kapatın!

Haber:

Sana’da 13 Kasım Çarşamba günü yayınlanan es-Sevra gazetesinde şu başlık altında bir haber yer aldı: "Saada.. Mahkeme ve İstinas Savcılığı Başkanları ıslahevi ve nezarethanedeki mahkumların koşullarını denetliyor." Haberde şöyle geçti: “Temyiz Mahkemesi Başkanı Yargıç Süleyman Eş-Şemiri ve Cumhuriyet Savcısı Yargıç İbrahim Haciz dün Merkezi Islah Merkezindeki ve Saada ilindeki merkez ıslahevi ve nezarethanedeki mahkumların durumlarını denetlediler.-Ziyaret sırasında- Şura Konseyi üyesi Selman Avfan ve Sosyal İşler ve Çalışma Ofisi Müdürü Sultan Raşid ile birlikte, ıslahevi ve nezarethane yetkilileri ve mahkumlardan, mahkumlara karşı alınan tedbirler, cezaevinde geçirdikleri süre ve onlara sağlanan bakım ve konaklama düzeyi hakkında bilgi aldılar.”

Yorum:

Ülkenin muhtelif şehirlerindeki binlerce mahkûm, nezarethanelerde (gözaltı merkezlerinde) yargılanmadan tutulmaktadır; neden bu mahkumlar, mahkemeye çıkarılmadan önce uzun süreler, hatta aylar boyunca tutuluyorlar?! Bu da bir tür adaletsizlik değil midir? Aksi takdirde polis merkezlerindeki gözaltı süresini 24 saatle sınırlayan yasanın ne kıymeti var ki?!Dosyalarının Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesinin ardından bir hafta içinde ve iki haftadan fazla uzatılmaması kaydıyla, Cumhuriyet Savcısının ve temsilcilerinin onayıyla, gecikme veya erteleme olmaksızın gerek aynı dosyalar hakkında gerekse sanıklar hakkında hüküm verilmesi gerekmez mi?! Sanıkların kendilerine yöneltilen suçlamaların soruşturulması sırasında avukatlarının ve savcılık temsilcilerinin hazır bulunma haklarının engellenmesi, onların haklarının açık bir ihlali sayılır.

Allah, insanlar arasındaki anlaşmazlıkları adil bir şekilde çözerek ve toplumun bireyleri arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırarak toplumda huzur yaymak için mahkemelerin köy köy dolaştığı günlere geri döndürsün. Ömer ibn Hattab, Raşid Halife Ebu Bekir es-Sıddık’ın tam bir yıl boyunca davası olmadığı için yargılamadan muaf tutmuştu! Allah’ı razı eden kimselerden Allah da razı olsun.

Ülkedeki adalet sahipleri ve uygulayıcıları, davaları onlarca yıl mahkemelerde süründürmek yerine, önlerindeki davalara bakacak miktarda mahkemeler oluşturmalı ve hızla karar vermelidirler!Bu da adaletsizliğin bir başka yüzüdür. Ayrıca onların,tutukluların tutukluluk sürelerini uzatmak için saçma sapan oluşturulan güvenceler sistemini ve mahkemeler önündeki temyiz sistemini kaldırmaları ve tek bir yargılamanın olduğu İslami mahkemeler sisteminin yanı sıra insanların unuttuğu mezalim mahkemeleri sistemini yeniden canlandırmaları gerekmektedir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا للهِ Hüküm sadece Allah’a aittir.” [Yusuf 40] O halde Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin altında İslam'ın hükmünü ikame edin ve ondan yüz çevirenlerden olmayın; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاًKim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır.” [Taha 124]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Mühendis Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Akdeniz İçin Birlik (AİB) 9. Bölgesel Forumu Hedefleri ve Etkileri

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Akdeniz İçin Birlik (AİB) 9. Bölgesel Forumu
Hedefleri ve Etkileri

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

 

Akdeniz için Birlik 9. Bölgesel Forumu 28/10/2024 tarihinde Barselona'da düzenlendi. Forum, “başta Ortadoğu’daki endişe verici durum olmak üzere en acil bölgesel zorlukları ve örgütün reform sürecinin takibini ele aldı. Bu ise 2023 yılında başlatılan bir süreçtir. Bölgesel gerilimler karşısında bu konularda kolektif olarak nasıl ilerlenebileceği konusunda görüş alışverişinde bulunulması bir fırsat olarak değerlendirildi. Forum’a 43 ülkeden temsilciler katıldı.”

Birlik resmi bir ortak açıklama yayınlayarak şunları söyledi: “AB bölgedeki korkunç insani felaketten derin endişe duymaktadır ve erken iyileşme mümkün olur olmaz Gazze'de aktif bir rol oynamaya kararlıdır.” Yani bu, şu anda hiçbir şey yapmıyor, sadece endişeleniyor demektir! Ancak Birlik, “erken iyileşme mümkün olduktan” sonra, yani bu birliğin üyesi olan Yahudi varlığı onların gözleri ve kulakları önünde ve birçok üyesinin doğrudan desteğiyle Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım kapsamındaki iğrenç katliamlarına devam etmeyi bıraktığında “aktif bir rol” almayı bekliyor. Dolayısıyla bu lehçe, gerçek bir rahatsızlık ve endişe belirtisi değildir; zira Birlik endişeli olduğunu iddia etti ancak Yahudi varlığının suçlarını kınamamış, bunlara son verilmesi çağrısında bulunmamış, üyelerine Yahudi varlığını desteklemeyi bırakmaları çağrısında bulunmamış ve onu üyelikten ihraç etmemiştir. Batı'nın ve bölgedeki takipçilerinin hedefi, ümmetteki cihat fikrini, Yahudi varlığıyla savaşma fikrini ve Filistin'i özgürleştirme fikrini öldürmektir.

Ayrıca açıklamada oynayacağı role atıfta bulunularak şöyle denildi: “Avrupa-Akdeniz Üniversiteler Birliği ve Batı Şeria'daki An-Najah Ulusal Üniversitesi’nin 50.000 Filistinli öğrencinin eğitimlerini online olarak tamamlayabilmeleri için yüksek öğrenim öğrencilerine teknik destek sağlama girişimini desteklemek de dahil olmak üzere Birlik bu bağlamda fiili programlar başlatmıştır. Ayrıca Birlik istihdam, su, gıda, enerji, çevre sistemleri ve kentsel gelişim alanlarındaki diğer girişimleri de araştırmaktadır.” Dolayısıyla insanlara bu tür yardımlar sağladığı izlenimini vermeye çalışıyor ve bunu da Batı’da bu alanda büyük bir eksiklik olduğundan dolayı beyinleri elde etmek için kendi lehine kullanıyor.

Yani “Kadınların ve gençlerin rolünü arttırmak, iş fırsatları oluşturmak, ticareti ve kentsel kalkınmayı kolaylaştırmak için diyalog ve işbirliği, projeler ve girişimler” kurmak için çalıştığından bahsetmektedir. Böylece onlar, aileyi ifsat etmek, bozmak ve geleceğin adamlarını ve ümmetin askerlerini doğurup yetiştirmelerini engellemek amacıyla kadınları işgücü piyasasına sokmaya ve onların iş sahiplerinin ve kapitalistlerin kontrolü altında kendilerini bağımsız hissetmelerini sağlamaya, böylece de toplumu istikrarsızlaştırmak ve aile içinde kaos ve kargaşa yaymak için kadının asli işi ve görevi olan annelik ve evin mürebbisi olan özelliğini terk ettirmeye odaklanmaktadırlar.”

“9. Bölgesel Forum'’da, 2023'te başlatılan reform süreci kapsamında Birliğin gelişmelerinin, önceliklerinin, gelecekteki vizyonunun ve toplum üzerindeki belirleyici rolünün ve gücünün ele alındığına” dikkat çekildi ve “Oslo Anlaşması’nın yarattığı umuttan doğan Barselona Süreci'nin devamı olarak 2008 yılında başlatılan Birliğin temel hedefinin, barışçıl, istikrarlı ve müreffeh bir Avrupa-Akdeniz bölgesi yaratmak amacıyla bölgesel diyalog ve işbirliğini güçlendirmek” olduğundan bahsedildi. Yani Birlik, Arafat ve Abbas liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) tarafından imzalanan ve bunu onaylayan hain Oslo Anlaşmalarını koruyarak Yahudi varlığını ve onun Filistin'den gasp ettiklerini bölgeye kabul ettirmeye çalışmaktadır.

Bu birlik, 1995 yılında kurulan ve Barselona Süreci olarak bilinen Avrupa-Akdeniz Ortaklığını güçlendirmek amacıyla Temmuz 2008'de Paris Zirvesinde Fransa'nın girişimiyle kurulmuştur. Yani birlik, 27 AB üye ülkesi ile Ürdün, Filistin, Suriye, Mısır, Lübnan, Türkiye, Tunus, Cezayir, Fas, Moritanya ve Güney Doğu Avrupa gibi Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan 16 ülke dahil olmak üzere 43 ülkeyi kapsamakta olup Yahudi varlığı da onun bir üyesidir. Bundan dolayı biri Avrupalı, diğeri Ortadoğulu olmak üzere iki başkandan oluşan bir başkanlık kurulmuştur. Halihazırda ikili dönem başkanlığını Avrupa tarafında AB Dış İlişkiler Şefi Borrell, Orta Doğu tarafında ise Ürdün Dışişleri Bakanı Safadi yürütmektedir.

Dolayısıyla Birlik, “Avrupa-Akdeniz bölgesinde kapsayıcı ve sürdürülebilir kalkınma, istikrar ve entegrasyona yönelik somut proje ve girişimlerin uygulanması yoluyla bölgesel işbirliği ve diyaloğu teşvik eden hükümetler arası bir kuruluş” olarak tanımlanmaktadır. Çalışmaları da “siyaset ve güvenlik, ekonomi ve ticaret, sosyo-kültürel, adalet ve içişleri” konularını kapsamaktadır. Buna, "Akdeniz'deki kirliliğin temizlenmesi, deniz-kara otoyollarının inşası, doğal afetlerin önlenmesi için sivil koruma, alternatif enerjinin geliştirilmesi, yüksek öğrenim ve bilimsel araştırma programları, küçük ve orta ölçekli (KOBİ) işletmeleri teşvik edecek bir kalkınma girişimi, iklim ve çevre” de eklenmiştir.

Dolayısıyla bu, siyasi, güvenlik, ekonomik ve kültürel bir birliktir. Bu yüzden o, Fransa'nın liderliğinde Avrupa'nın Akdeniz'den güney bölgesini etkileme ve hegemonyasını dayatma, Yahudi varlığını koruma ve bölgenin onu sindirmesini ve ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmesini sağlama girişimidir.Bu maksatla Fransa 1995 yılında Avrupa-Akdeniz Ortaklığı'nın kurulduğunu ilan etmiştir.Bu fikir, bu birliğin kurulmasıyla birlikte geliştirildi ve birçok ülke de ona katıldı. Dolayısıyla Fransa, bir yandan liderliğini empoze etmek ve büyüklüğünü öne çıkarmak istediği gibi sürekli olarak da lider bir ülke ve büyük bir millet olduğunu göstermeye çalışmaktadır; çünkü büyüklük gösterisi Fransız siyasetinin temelini oluşturmaktadır. Bu yüzden her zaman uluslararası ve bölgesel girişimler üzerinde çalışıyor.Diğer yandan da bu bölgede nüfuzunu ve etkisini oluşturmak, bu birliğe üye ülkeler da dahil nüfuz sahibi olduğu ülkeler üzerindeki nüfuzunu korumak, aynı şekilde ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek, Batı kültür ve medeniyetini yaymak ve bölgede kendisini ve Avrupa'yı etkileyecek herhangi bir değişiklik olmaması için bölgeyi izlemek istiyor. Böylece herhangi bir gerçek kurtuluş hareketini önlemek için bu ülkelerle güvenlik koordinasyonu kuruyor. Çünkü Orta Doğu ve Kuzey Afrika, sonsuza dek Batı sömürgeciliğinin pençesinden kurtulmaya ve dünyaya ve komşu Avrupa'ya büyük bir risalet taşıyan büyük bir devlet olarak eski ihtişamına geri dönmeye adaydır. Avrupa kendi hedeflerini gerçekleştirme konusunda Fransa ile hemfikir ancak o, Avrupa liderliğini öne çıkarmak istiyor.

Böyle bir birliğe herhangi bir Müslüman ülkesinin katılması caiz değildir; çünkü bu, ümmete karşı komploya katılmak ve sömürgeciye ve onun hedeflerine hizmet etmek demektir.

Kaynak: El-Raye Gazetesi- 521. Sayı - 13/11/2024

Devamını oku...

Tunus Halk Temsilcileri Meclisi'nin Bir Kadın Üyesi Nefretini Dile Getirdi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tunus Halk Temsilcileri Meclisi'nin Bir Kadın Üyesi Nefretini Dile Getirdi!

Haber:

Halk Temsilciler Meclisi Temsilcisi Necla Lahyani Cumartesi günü, “Hizb-ut Tahrir’in, vatandaşların peşine düşen ve onları kâfir olarak nitelendiren gazetesinin yayınlanmasını” kınadı ve şunu sordu: “Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerinin devam etmesine neden sessiz kalınıyor?”

Lahyani, parlamento genel kurulunda yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Ariana Medina'nın en yüksek binasının tepesine Hizb-ut Tahrir adına siyah bayrakları taşıyan bir pankart konulmuş ve parti bu pankart sayesinde yıkıcı propagandaya dayalı olarak çocukları kendine çekiyor."Ayrıca “partiye Habib Burgiba Bulvarı’nda siyah bayraklar taşıyarak protesto yapmasına izni verilmesini” de kınadı. Lahyani, kendi iddiasına göre “Ariana'daki cumhuriyet savcısının Hizb-ut Tahrir'in faaliyetlerine devam etmesinde herhangi bir sakınca görmediğini” de vurguladı. (Ajanslar)

Yorum:

Tunus’taki devrimin patlak vermesinin üzerinden neredeyse on üç yıl geçmesinin ardından toplumun ve sömürgecilerin borazanları, halkın isyan ettiği ve politikalarından, seslerinden ve yüzlerinden nefret ettiği Temsilciler Meclisi’nde yeniden ortaya çıktı.

Nitekim çeşitli suçlamalarla cezaevinde bulunan ve kaosu körükleyen kindar Abir Musa'nın ardından bu mevkidaşının, gaspçı işgalcinin suçlarını görmeyen ve işitmeyen bir görgü tanığı olarak ortaya çıkıp kültürümüzde insanın sahip olduğu fikriyle kalkınacağını ilk yazanlardan biri olan bizlere, kültür, icat edicilik, fikir ve görüş dersi vermeye hakkı var mı acaba?!

Genel olarak Filistin halkının, özel olarak da Gazze halkının başına gelenlerden dolayı acı ve duygu dolu bir atmosferde, bu ürkek milletvekili ortaya çıkmış Hizb-ut Tahrir’in belediye tiyatrosunun önünde gösteri yapmasını ve dünyanın onları yüzüstü bırakmasının ardından orduları Gazze’ye ve tüm Filistin halkına destek olma çağrısında bulunmasını kınıyor.

Halkın vekili ve sesi olan bu temsilcinin, kendi kürsüsü aracılığıyla tüm parlamentoya çağrıda bulunması ve onu orduları harekete geçirmeye sevk etmesinin yanı sıra kararları elinde bulunduranları da Filistin’i kurtarmak ve Yahudilerin ölüm ve yıkım makinesine karşı çıplak göğsünü siper eden halkını kurtarmak için dayanışmaya ve pratik desteğe sevk etmesi daha iyi olurdu. Dahası bu temsilcinin, hükümetin, iğrenç suçlarını işlemeyi sürdürmekte kararlı olan Yahudi varlığını tamamen soğukkanlı ve sakin bir şekilde ele almasını kınaması gerekirdi.

Savunmasız bir kurban, ne zamandan beri cellatla eşit bir hale geldi?! Orduların hareke geçmesini, Hilafetin kurulmasını, şeriatın tatbik edilmesini ve Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sancağının yükseltilmesini talep etmek ne zamandan beri kınanacak bir eylem haline geldi?!İşgalci, onların sorgulamasına maruz kalmadan mutlak dokunulmazlıktan yararlanan paralı askerler aracılığıyla kürsülerimizde zehrini yaymaya daha ne zamana kadar devam edecek?!

Bu durum etse etse bir şeye delalet eder ki o da; devlet kurumlarındaki siyasi ve yasama gücüne sahip olanların, Filistin'in kurtuluşu için verilen mücadelede başarısız olduklarıdır. Dolayısıyla mesele, insanların duygularını istismar etmek, güçlerini pekiştirmek ve seçim kampanyalarında onları seferber etmek için kullandıkları bir slogandan ibarettir; zira siyasi nüfuz sahipleri, Filistin için ne yaptılar Allah aşkına?

Aynı şekilde bu Hizb-ut Tahrir’in, Hilafet fikri ve Ukap râyesini yükseltmesi sayesinde vatan maskesi takan paralı askerleri ve sömürgeci Batılı çevreleri rahatsız ettiğini göstermektedir.

Televizyon ekranında son derece tedirgin ve gergin görünen bu temsilcinin bariz siyasi zayıflığına ve Hizb-ut Tahrir’in yasaklanması için iftira dolu haberler yapmasına rağmen kendisine, partinin kırmızı bayrak var olmadan önce kurulduğunu hatırlatırız.Kendisiyle çelişerek alıntı yaptığı İbn Haldun, siyasi, sosyal ve ekonomik bilimleri öğrenmek için Mağrip, Endülüs ve Mısır ülkeleri arasında seyahat ederken Hilafet Devleti'nin bilim ve refahının tadını çıkarıyordu. Temsilcinin kınadığı Hilafet, İbn Haldun tarafından Mukaddime'sinde onaylanmış ve şöyle tanımlanmıştır: “Herkesin uhrevi ve dünyevi çıkarları için şerî bakışın gerekliliklerine tabi olmasıdır; aslında Hilafet, dini korumak ve dünyayı onunla yönetmek için şeriatın sahibinden gelmiştir.”

Sonuç olarak Filistinlilerin hem iç hem de dış, hem Arap hem de acem olarak tam teşekküllü bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu ve Hizb-ut Tahrir'in, Batı düşüncesine ve onun emri vakisine boyun eğmeyi reddettiğini, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmak ve Filistin'i kurtarmak amacıyla orduların nusretini talep etmek için çalışmaya devam edeceğini söylüyoruz.Ayrıca Rabbimiz Celle ve Âla'nın farzını uygulamak için olan bir çalışmanın karşısında dünyadaki herhangi bir güç ya da kuvvetin durmasının veya samimi davet taşıyıcılarının kararlılığını baltalamasının imkânsız olduğunu da hatırlatırız.

Son olarak Aksa Tufanından bu yana hiçbir cumayı kaçırmadığı gibi İslam ümmetine, medyacılara, alimlere ve ordulara, kendilerine karşı en iğrenç savaş, ırkçı ayrımcılık ve soykırım suçlarının işlendiği kardeşlerimize karşı şerî görevlerini yerine getirmelerini hatırlatmak için de hiçbir fırsatı kaçırmayan Hizb-ut Tahrir'e selam ediyorum. Bugün, Gazze’deki kardeşlerimizin yıkım ve tahribat makinesi karşısındaki kararlılıkları karşısında saygı ve hürmetle duruyoruz; sömürgecinin ajanlarının ve borazanlarının hakkı ise yıkımdır.

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: يُرِيدُونَ أَن يُطْفِؤُواْ نُورَ اللهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللهُ إِلاَّ أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.” [Tevbe 32] Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurmuştur:إِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ يُمْلِي لِلظَّالِمِ فَإِذَا أَخَذَهُ لَمْ يُفْلِتْهُŞüphesiz ki, Allah Azze ve Celle zalime mühlet verir. Ama bir de yakalarsa onu bırakmaz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hatice Bint-i Humeyde – Tunus

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER