Salı, 24 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Heyeti, Port Sudan Şehrindeki Kuran Kursları ve Camiler İdaresi Müdürü ile Bir Araya Geldi

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti heyeti, partinin Sudan’ı bölme ve Darfur’u ayırma planlarına karşı başlattığı kampanya çerçevesinde, Port Sudan’da Kuran kursları ve camilerden sorumlu yönetici Şeyh Onur Muhammed Ahmed’i ofisinde ziyaret etti. Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Komitesi Başkanı Üstat Nâsır Rıza’nın başkanlığındaki heyete, komite üyesi Abdullah İsmail de eşlik etti.

Üstat Nâsır, Sudan’da Batılı ülkelerin, özellikle de Amerika’nın yaptığı şeylerden bahsetti. Amerika’nın önce Güney Sudan’ı ayırdığını, şimdi Darfur’u bölmeye çalıştığını ve sırada Doğu Sudan’ın olduğunu söyledi. Bu konunun çok kritik ve hayati bir mesele olduğunu, bu yüzden herkesin ciddiyetle çalışması gerektiğini belirtti. Bu planı bozmak için cami imamlarına, siyasetçilere, kanaat önderlerine, ordu komutanlarına ve halka büyük görevler düştüğünü vurguladı. Nâsır, sözlerini desteklemek için çeşitli kanıtlar sundu.

Şeyh Onur, Nâsır’ın konuşmasını onaylayarak, “Bizim rolümüz ne olmalı?” diye sordu. Nâsır da imamlardan ve davetçilerden ne beklendiğini anlattı. Bunun üzerine Şeyh Onur, bu planı çökertmek için hazırlanan parti programının tamamının kendisine gönderilmesini istedi.

Görüşmede, müdür yardımcısı, Eyalet Âlimler Heyeti üyesi Şeyh Lübab ve Kızıldeniz Eyaleti Hafızlık İşleri Müdürü Şeyh Tayyib eş-Şembeli de hazır bulundu.

Devamını oku...

Engelli Gazzeli Çocuklar ve Yavrular, Savaşın En Çok Acı Çeken Kurbanlarıdır

7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden felaket niteliğindeki savaş, Gazze’deki hayatın her yönünü etkiledi; insanlar, ağaçlar, taşlar ve kaynaklar büyük zarar gördü. Özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde yıkıcı bir etkisi oldu, ölüm ve yıkım her yere yayıldı. Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre, savaşta 63 binden fazla kişi şehit oldu, yaklaşık 160 bin kişi yaralandı. Ayrıca yüzbinlerce insan yerinden edildi. Bölgede yaşanan boğucu insani kriz, gıda, ilaç ve temiz içme suyu gibi temel ihtiyaçların ciddi şekilde azalmasına yol açtı.

Yakın zamanda Birleşmiş Milletler’e bağlı bir komitenin bildirdiğine göre, 7 Ekim 2023 ile bu yılın 21 Ağustos’u arasında 157.114 kişinin yaralandığı belirtildi. Bu yaralıların dörtte biri, yani %25’i, maalesef hayatının geri kalanını kalıcı bir engellilik riskiyle karşı karşıyadır. Birleşmiş Milletler’e bağlı komite, savaşın başlamasından bu yana iki yıl içinde tam 40.500 çocuğun yaralandığını duyurdu. En acısı da bu çocukların yarısından fazlası artık engelli. Bu korkunç durum, Gazze’deki en az 21.000 çocuğun artık birer engelliye dönüştüğünü gösteriyor.

Komite, işitme veya görme engelli birçok kişinin çoğu zaman işgal güçlerinin tahliye emirlerinden haberdar olmadığını, bu yüzden zorunlu göçün onlar için imkânsız hale geldiğini ve ne yazık ki bazılarının tahliye emrinden bihaber şehit olduğunu ifade etti.

Hatta bazı engelli kişiler, güvenlikten yoksun ve insan onuruna aykırı şartlarda, herhangi bir yardım olmaksızın kum veya çamur üzerinde sürünerek kaçmaya mecbur bırakılmıştır. Ayrıca insani yardımların sürekli kesintiye uğraması nedeniyle, birçok engelli kişi yiyecek, temiz su ve hijyen gibi temel ihtiyaçlardan mahrum kalıyor. Bu yardımlara kendi başlarına ulaşamadıkları için hayatta kalabilmek için başkalarına bağımlı ve muhtaç durumdalar.

Çocuklar, Gazze’deki engellilik vakalarının en büyük mağdurları oldu. Zira işgalin saldırılarında adeta başlıca hedef haline gelen çocuklar, her bombardımanda bacaklarını kaybetme, ömür boyu felç kalma ya da yüzlerinde kalıcı izler bırakacak yaralanmalarla karşı karşıya kalıyorlar. Bir anda tüm geleceklerini kaybetme riskiyle yüz yüze kalıyorlar. Ayrıca, yerinden edilenlerin kaldığı çadırlarda ve barınma merkezlerinde ne yeterli tıbbi bakıma, ne yardımcı cihazlara ne de yeterli gıdaya erişebilmektedirler.

Gazze’deki hastanelerin büyük çoğunluğunun tahrip edilmesi ve ilaç ile tıbbi cihazlardaki büyük eksiklikler nedeniyle, engelli çocuklar sağlık açısından en çok ihmal edilenler haline gelmiştir. Birçoğu düzenli fizik tedavi seanslarına, sürekli ilaç kullanımına ve protez uzuvlara ihtiyaç duymaktadır. Ancak tıbbi hizmetlerin tamamen kesilmesi, bu temel ihtiyaçları ulaşılması zor bir hayale dönüştürmüştür. Gazzeli çocuklar, hava saldırısı korkusu, açlık ve umutsuzluk arasında parçalanmış bir psikolojiyle yaşıyorlar. Günlük hayatları, bitmek bilmeyen bir acı zincirine dönüşmüş durumda.

Tüm bunlar ve daha fazlası, insan haklarını ve insani değerleri savunduğunu iddia eden kurum ve kuruluşlarıyla birlikte tüm dünyanın gözleri önünde yaşanıyor. Yaptıkları, göstermelik protestolar, raporlar sunmak veya karın doyurmaya yetmeyen yardımlar ulaştırmaya çalışmaktan öteye geçmiyor. Müslümanların yöneticileri, özellikle de Gazze’deki Müslümanların acıları, kanları ve parçalanmış bedenleri pahasına koltuklarını ve tahtlarını korumanın derdine düşmüş durumdalar. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu sözünden gafil ve habersizdirler:

مَا مِنْ امْرِئٍ يَخْذُلُ امْرَأً مُسْلِماً فِي مَوْضِعٍ تُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ وَيُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ إِلَّا خَذَلَهُ اللهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ، وَمَا مِنْ امْرِئٍ يَنْصُرُ مُسْلِماً فِي مَوْضِعٍ يُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ وَيُنْتَهَكُ فِيهِ مِنْ حُرْمَتِهِ إِلَّا نَصَرَهُ اللهُ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ نُصْرَتَهُ“Her kim bir Müslümanın saygınlığının kaybolacağı, onurunun zayıflayacağı bir yerde yardımsız bırakırsa, Allah da onu kendisine yardım edilmesini arzu ettiği yerde yalnız bırakır. Kim de bir Müslümana onurunun zayıflayacağı ve saygınlığının yitirileceği bir yerde yardım ederse, Allah da ona kendisine yardım edilmesini arzu ettiği bir yerde yardım eder.”

O yöneticilerden hesap sorulacağı ve intikam alınacağı gün Allah’ın izniyle yakındır.

Devamını oku...

Şiddetli Yağmurlar ve Sel Felaketinin Ardından Ortaya Çıkan Manzara, Müslümanların İşlerinin Güdecek Bir Halife’ye Olan İhtiyacı Bir Kez Daha Gözler Önüne Serdi

26 Haziran’dan bu yana, Hayber Pahtunhva, Pencap ve Karaçi’nin çeşitli bölgelerinde meydana gelen sellerde 650’den fazla kişi hayatını kaybetti, binden fazla kişi yaralandı. Binlerce ev, sahiplerinin bir ömür boyu biriktirdiği emekleriyle birlikte sulara kapıldı; eşyalar ve araçlar yok oldu. İffet ve haysiyetin sembolü olan kızlarımız ve bacılarımız yuvalarından koparıldı, mahremiyetlerinden soyutlanarak açık havada yaşamaya mecbur edildiler.

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti olarak biz, bütün Müslüman kardeşlerimizin acısına aynı ölçüde ortak oluyor, bu imtihanı sabırla karşılıyor, diğer Müslümanları da sabra davet ediyoruz. Zira Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَا يُصِيبُ الْمُسْلِمَ مِنْ نَصَبٍ وَلَا وَصَبٍ وَلَا هَمٍّ وَلَا حُزْنٍ وَلَا أَذًى وَلَا غَمٍّ، حَتَّى الشَّوْكَةِ يُشَاكُهَا، إِلَّا كَفَّرَ اللَّهُ بِهَا مِنْ خَطَايَاهُ“Bir Müslümana herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir keder, bir üzüntü, bir eziyet, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken bile batarsa, mutlaka Allah bunları onun günahlarına kefaret yapar.” [Buhari ve Müslim] Ancak yaşanan bu son felaket, yöneticilerimizin acizliğini, ihmalkârlığını ve vurdumduymazlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Zira Pakistan, ilk defa bir sel felaketiyle boğuşmuyor; 2010 ve 2022’de meydana gelen yıkıcı seller hâlâ hafızalardadır. Sadece 2022’deki sellerde bile ülkenin üçte biri sular altında kalmış, 33 milyon insan etkilenmişti. Kaldı ki Pakistan, iklim değişikliğinden en çok etkilenen on ülkeden biridir. Zira ülkenin Kuzey ve Güney Kutbu dışında dünyanın en fazla buzuluna (9.000’den fazla) sahip olması ve bu buzulların hızla erimesi, sel riskini sürekli artırmaktadır.

Ancak, her zamanki gibi, yöneticilerimiz birkaç gün medyada boy gösterdikten sonra her şey unutulup gitmektedir. Örneğin, Hayber Pahtunhva eyalet hükümetinin tüm bölgeye ayırdığı para sadece 800 milyon Rupi, Buner ilçesine ise 500 milyon Rupidir. Halbuki bu rakamlar ne altyapıyı yeniden kurmaya ne de mağdurlara temel yardım ulaştırmaya yeter. Bu sözde demokratik yöneticilerin politikası, gerçek bir hizmetten çok, göstermelik bir medya yönetiminden ibarettir.

Hilafet sisteminde ise durum tam tersidir: Halife, bütün ümmetin işlerini eksiksiz gözetmekle yükümlüdür. Halife hem ilahî sorumluluk taşımakta hem de ümmetin denetim mekanizmasına tabi olmaktadır. Nitekim Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

  فَالْإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْؤُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur” [Buhari ve Müslim] Eğer bugün Hilafet var olsaydı, “ani sağanak” gibi bahanelerin arkasına saklanmazdı. Aksine, kurumsal bir altyapı ve bütüncül bir sistem inşa eder, uzun vadeli planlamalar yapar ve kayıpları azaltmak için etkili tedbirler alırdı. Ne var ki, Pakistan’da art arda gelen hükümetler yetmiş yılı aşkın bir süredir bu konuyu ihmal etmişlerdir. Çünkü onların önceliği hiçbir zaman halk değil, daima sömürgeci güçlerin çıkarlarını korumak olmuştur. Halkın sorunlarını ise, ancak iktidarlarını tehdit ettiği zaman ciddiye almaktadırlar.

Hilafet sisteminde bir Müslümanın hayatı kutsaldır. İhmal veya kusur gibi insani sebeplerle bir can kaybı yaşanırsa, bunun diyeti ödenir. Demokratik sistemde ise insanın değeri, siyasi gücü ve iktidar mücadelesindeki etkisiyle ölçülür. Bu demokratik ve kapitalist düzen, Müslümanlara aşağılanma, yoksunluk ve acizlikten başka bir şey vermemiştir. Artık bu düzeni tarihe gömüp Hilafeti kurmanın zamanı gelmiştir. Pakistan Müslümanları ve silahlı kuvvetlerimiz el ele vererek bu köhne sisteme son vermeli ve Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet’i kurmalıdır.

Devamını oku...

Trump’ın Hindistan’ı Eleştirmesinin Nedeni Pakistan’la Dostluğu değil, Amerikan Çıkarlarıdır

ABD Başkanı Donald Trump, 30 Temmuz 2025’te yaptığı açıklamada Hindistan’a karşı yeni gümrük vergileri getirildiğini duyurdu. Trump, Hindistan’ın “dünyanın en berbat ve can sıkıcı ticaret engellerine” sahip olduğunu söyleyerek, ülkeye %25’lik ek gümrük vergisi ve ağır bir para cezası getireceğini açıkladı! Başkan Trump, Hindistan ile mevcut “dostane” ilişkilere atıfta bulunmakla birlikte, ABD’nin Ukrayna’daki savaşı sonlandırması için Rusya’ya baskı uyguladığı bir konjonktürde, Rusya’dan askeri teçhizat ve ucuz petrol tedarik etmesi nedeniyle Hindistan’ı şiddetle eleştirdi. Alışılmadık bir şekilde aleni bir azarlama ile Trump, Rus ve Hint ekonomilerini “ölü” olarak nitelendirdi ve eski Rusya Devlet Başkanı Medvedev’i “sözlerine dikkat etmesi” konusunda uyardı.

Trump’ın bu çelişkili gibi duran tavırları aslında Amerika’nın, kim başta olursa olsun, gerçek bir dostu olmadığını, sadece çıkarlarını düşündüğünü gösteriyor. Eğer bir ülkeyle dostluk kuruyorsa, bu karşı tarafa duyduğu bir sevgiden ve dostluktan değil, tamamen kendi çıkarlarını gözetlemekten kaynaklanmaktadır. Trump da bu kurala göre oynuyor ama kendine has bir üslupla: Tıpkı küresel bir mafya babası ve kabadayı gibi, Hindistan dahil tüm uşaklarından ve piyon devletlerinden kendisine kayıtsız şartsız biat etmelerini istiyor. Trump, kendisine dalkavukluk edip iradesine boyun eğenleri yere göğe sığdıramazken, kendisine karşı çıkmaya çalışan ya da iç baskılar yüzünden itaat etmekte gecikenleri ise aşağılamaktan ve küçük düşürmekten çekinmemektedir. Aslında Trump’ın bu politikası, liberalizmin ve seküler kapitalizmin cihanşümul lideri sıfatıyla Amerika’nın hakiki veçhesidir. Nitekim son altı buçuk aydır Trump’ı, yalnızca Amerika’nın ekonomik ve jeopolitik çıkarlarına hizmet eden daha iyi bir anlaşma peşinde koşmaya iten de bu inanç sistemidir.

Amerika, Çin ve Rusya’yı uzun zamandır en büyük rakipleri olarak görüyor. Bu yüzden de Çin ve Rusya’nın liderliğindeki BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ve Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) gibi uluslararası oluşumların politika ve girişimlerini engellemek için elindeki tüm baskı araçlarını ve vekillerini kullanmaktadır. İşte bu yüzden Amerika, 90’lı yılların sonlarından itibaren Çin’i dengelemek amacıyla Hindistan’ı bir araç olarak kullanmak için bu ülkeyle ilişkilerine büyük yatırım yapmıştır. Bu stratejik ortaklık bugün de devam etmektedir. Nitekim, art arda gelen hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat yönetimler, Hindistan’a ileri askeri teknolojiler ve sivil nükleer anlaşma gibi imtiyazlar tanımış ve Batılı ekonomik kurumların kapılarını bu ülkeye açmıştır. Bu yakınlaşmanın ardında Hindistan’a duyulan bir hayranlık değil, onu besleyip büyüterek Çin ve Rusya’ya karşı cepheye sürme arzusu yatmaktadır.

Trump yönetimi de bu stratejik rotayı değiştirmemiş, Hindistan’ı hem ödüllendirip hem de baskı altına alan klasik “havuç ve sopa” siyasetini sürdürmüştür. Dolayısıyla Trump’ın Hindistan’a koyduğu ek gümrük vergileri, para cezaları, yaptığı sert açıklamalar ve zorbalık, Hint taşeronunu kendisine daha çok kölelik etmesi ve Amerikan şirketlerine yeni kapılar açması için salladığı bir sopadır ve kullandığı baskı yöntemleridir. Bu süreçte Pakistan da bir koz olarak masada. Pakistan’a gösterdiği göstermelik “ilgi” de, Modi’yi daha hızlı boyun eğdirme için hükümetini devirmekle tehdit etmesi de bu yüzdendir!

Ey Pakistan silahlı kuvvetleri içindeki samimi subaylar! Ne Amerika’nın Modi hükümetine yönelik açıktan yaptığı eleştirilere ne de Trump’ın Pakistan’a düzdüğü övgülere asla itibar etmeyin. Çünkü küfür milleti birdir. Allah Subhânehu ve Teâlâ bunu şu sözüyle teyit etmiştir:

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ إِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الْأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ“Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah’ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” [Enfal 73] Gerçek şu ki, Amerika ile Hindistan arasındaki stratejik ortaklık hâlen güçlü bir şekilde devam etmektedir ve bu ortaklık Pakistan’ı ve bölgedeki Müslümanları hedef almaktadır. Ayrıca, Trump yönetiminin İran rejimini nükleer müzakerelerde nasıl aldattığını ve bu şekilde Yahudi varlığına İran’ın nükleer tesislerini vurması için zemin hazırladığını da unutmamak gerekir. Kaldı ki Trump, geçmişte çeşitli medya organlarına verdiği beyanatlarda, Pakistan’ın nükleer kapasitesinin arz ettiği tehdide ve bu kapasitenin İslami niteliğine atıfta bulunmuştur. Ayrıca, eski ABD Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı John Finer da Ekim 2024’te önde gelen bir Amerikan araştırma merkezinde yaptığı konuşmada, Pakistan’ın uzun menzilli füze sisteminin Amerika için bir tehdit oluşturduğunu açıklamıştır. Bu nedenle, Amerikan kurumları ve istihbaratı Pakistan’ı kendileri için bir tehdit mahalli olarak görmeye devam etmektedir. Trump yönetiminin, Mayıs 2025’teki Hindistan saldırısına nasıl diplomatik destek verdiğini ve Modi’nin saldırganlığı karşısında itaatkâr Pakistan yöneticilerine itidal göstermeleri için baskı yaptığına hep birlikte tanık olduk. Silahlı Kuvvetler şahinlerinin, Modi ve Trump yönetimlerini geri adım atmaya mecbur bırakan üstün dirayeti ve cesareti olmasaydı, ortaya çıkacak sonuçlar son derece vahim olabilirdi.

Ey Pakistan silahlı kuvvetlerinde subaylar! İslam dünyası bugünlerde kritik bir yol ayrımındadır. Yahudi varlığının Amerika desteğiyle Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım nedeniyle kamuoyundaki öfke zirveye ulaşmıştır. Bu yangın, ancak İslam topraklarının Raşidi Hilafet gölgesinde birleşmesiyle sönebilir. Ve bu kutlu hedefin önündeki yegâne engel, hâlâ Trump’ın ajanı olan yöneticilere tahammül edilmesi ve Hizb-ut Tahrir’e gerekli desteğin verilmemesidir. Bugün Hilafet için büyük bir fırsat var. Sakın kaçırmayın, sonra pişman olursunuz. Hem bu dünyada zillete hem de ahirette hüsrana sürüklenirsiniz.

اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللهِ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَأٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَكِيرٍ“Allah’tan, geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun. O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr edebilirsiniz!” [Şura 47]

Devamını oku...

Sudan’ın Sorunu Sadece İslami Yönetimle Çözülür!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sudan’ın Sorunu Sadece İslami Yönetimle Çözülür!

1 Ocak 1956'da "bağımsızlığından" bu yana Sudan, bir dizi askeri darbeye tanık olmuş ve bu darbelerden ilki, İsmail el-Ezheri'nin başını çektiği ilk ulusal hükümeti devirmek için İsmail Kibaida'nın liderliğindeki ilk başarısız girişim olmuştur; ardından bunu Kasım 1958'de İbrahim Abboud liderliğinde seçilmiş el-Ezheri hükümetine karşı yapılan ve başarılı olan ilk darbe izlemiştir.

1969 yılının Mayıs ayında, Sudan tarihinin en meşhur darbesi, Albay Cafer Numeyri ve bir grup komünist ve milliyetçi subay tarafından gerçekleştirildi ve onun yönetimi 16 yıl sürdü. Nitekim birkaç darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı ve bunlardan ilki 1971 yılında gerçekleşti; 1975 yılında Numeyri, kendisine karşı düzenlenen darbe girişimini bastırmayı başardı ve darbe planlayıcıları idam edildi.Cafer Numeyri'yi devirme girişimleri devam etti ve Temmuz 1976 yılında şiddetli bir darbe girişimi yaşanmış bu girişim sırasında başkent Hartum'un sokaklarında hükümet güçleri ile darbeci gruplar arasında çatışmalar yaşanmış, girişim başarısızlıkla sonuçlanmış ve lideri de idam edilmiştir.Ancak 1985 yılının Nisan ayındaki tüm bu zorlukların ardından, Numeyri'nin yönetimi halk ayaklanmasına dayanamamış, yönetimden uzaklaştırılmış ve onun yerine, o dönemde Savunma Bakanı ve geçici askeri konseyin başkanı olan Abdel Rahman Suwar al-Dahab yönetimi üstlenmiş ve ülke ve bölgenin tarihinde sözünü yerine getirip bir yıl sonra iktidarı Sadık el-Mehdi'nin başını çektiği seçilmiş bir hükümete devreden ilk kişi olmuştur.Ancak 1989 yılında, Ulusal Kurtuluş Devrim Komuta Konseyi Başkanlığı'nın yanı sıra Sudan Cumhuriyeti Başbakanı ve Cumhurbaşkanı görevlerini de üstlenen Ömer el-Beşir'in liderliğindeki askeri darbeye maruz kalmıştır.

Sudan halkının yaşadığı darbeler silsilesi, onların savaşın ve istikrarsızlığın yıkıcı etkilerine maruz kalmasına neden olmuştur.Nitekim bu durumlar, otuz yıl boyunca Sudan'ı demir yumrukla yöneten ve bu süre zarfında insanlara zulmün ve despotluğun acısını tattırmasının yanı sıra ülkeyi ciddi bir ekonomik krize sürükleyen Ömer el-Beşir döneminde de devam etmiştir.1999 yılında, kendisi ile Parlamento Başkanı Hasan el-Turabi arasında yaşanan iktidar çatışmasının ardından, Ulusal Meclis'in (parlamento) feshini emretmiş ve ülkede olağanüstü hal ilan etmiştir.Nitekim el-Beşir ve hükümetine karşı isyan hareketleri devam etmiş ve buna baskı ve zulümle yanıt verilmiş ve örneğin 2004 yılında, ordu güçleri, Hartum'daki merkezi hükümeti bölgeyi marjinalleştirmekle suçlayan isyanı bastırmak için Sudan'ın batısındaki Darfur'a doğru harekete geçmiş ve yüzbinlerce Darfur sakini komşu Çad devletine göç etmek zorunda kalmıştır:Dolayısıyla kötüleşen siyasi durum, o zamanki ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell tarafından “soykırım” olarak nitelendirilmiştir.

2005 yılında hükümet güneydeki isyancılarla bir barış anlaşması imzaladı ancak bu anlaşma ihlal edilmiş, uygulanması sırasında savaş suçları işlenmiş ve yeni bir anayasa çıkarılarak güneye büyük ölçüde özerklik verilmiştir; onun akabinde güney, 2011 yılında halk oylaması sonucunda bağımsızlığını ilan etmiştir.

Güneyin ayrılmasından sonra, hükümet kendi sahalarından ürettiği petrolü kaybetmiş ve güney toplam üretimin dörtte üçünü alabilmiştir; sonuç olarak Sudan yakıt ihtiyacını karşılayamamış ve böylece yabancı döviz için temel bir kaynağını kaybetmiştir.Çoğu ekonomik istatistikler, Sudanlıların %90'ının yoksulluk sınırının altında yaşadığını ve işsizlik oranının %60'ı aştığını vurgulamıştır; dolayısıyla enflasyon, Haziran 2012'de yaklaşık %37'ye ulaşmış ve tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarında keskin bir artış yaşanırken, kişisel gelirlerde önemli bir bozulma görülmüştür.Buna karşılık hükümet, Güney Sudan'ın ayrılmasından sonra "hadler" gibi İslam şeriatındaki daha sıkı bir şekilde uygulamaya başlayacağını iddia etmiştir.Zira birinci başkan yardımcısı İslam Fıkıh Akademisi'nin dördüncü oturumunda yaptığı konuşmada, Ömer el-Beşir'in Akademi'nin bilimsel yaklaşım ve tarafsızlık yolunda ilerlemeye hırs gösterdiğin, objektifliğe önem verdiğini, “öncelikleri ve kayırmacılık yapmadan şerî hükümlerin çıkarılmasını düzenleyeceğini” vurgulamıştır.Peki, hangi önceliklerden bahsediyor?İnsanların üzerine hadleri uygulamakta acele eden hükümet, insanların en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamamakta, onları yoksulluk ve ihtiyaç içinde yaşamaya zorlamakta ve iddia ettiği gibi (devletin yetersiz mali kaynakları ve dış finansmana olan ihtiyacı nedeniyle) onun faizli kredilerle muamele etmesine izin verilmesinde bir günah görmemektedir

Hükümet, başarısız bir mali politika izleyerek insanları likiditeden mahrum bırakmış ve onlara bir ekmek bile sağlamaktan aciz kalmış, bu da Sudan halkının temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına ve yaşamın en temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına yol açmıştır... Ayrıca trajik bir sağlık durumuna da yol açmıştır; zira Sudan Now sitesinin 2018 yılında yayınladığı istatistiklere göre, Sudan'da her 20 çocuktan biri yetersiz beslenmenin acısını çekmekte ve iki milyon vakaya ulaşan sıtma ve bilharzia gibi hastalıklar yaygınlaşmıştır!

Şeriatın uygulanması sloganı atıyorlar ve şeriatın hükümlerini şekillendirdikten sonra kendi çıkarlarına ve Batı'nın çıkarlarına uygun olanları seçip diğer hükümleri ise kaldırıp atıyorlar; dolayısıyla ülkenin işlerinin siyaset edilmesinde İslam’ın hükmü ve egemenliği yoktur; zira onlar, kafir Batı'yı takip ediyorlar, ona güveniyorlar, ondan borç para alıyorlar, bunu helal kılan fetvalar yayınlıyorlar, Batı ülkelerinin işlerine müdahale etmesine ve halklarının kaderini belirlemesine izin veriyorlar...Dolayısıyla insanlara yönelik bir gözetim ve güvenlik yoktur; bu yüzden Sudan halkı açlığa maruz kalıyorlar ve aşırı yoksulluk içinde yaşıyorlar...O halde onların uyguladıkları hangi şeriat acaba?Zira İslam'ın hükümleri ve hadleri bölünmez, Allah'ın kulları için razı olduğu bir hayat nizamı olarak uygulanır ve hiçbir kul, ondan bazısını seçip bazısını terk etmek hakkına sahip değildir.Bu yüzden şeriatın uygulanmasını seçen bir kimse, eksiksiz şeriatın tüm hükümlerine uymak zorundadır.

Ardından ekmek ve yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması, temel malların fiyatlarının artması, birçok malın nadir bulunması, Uluslararası Para Fonu ve diğerleri tarafından dayatılan mali politikaların devam etmesi ve sağlık durumunun kötüleşmesi, bu yaşamdan hoşnutsuz olan tüm Sudan halkını derinden etkilemiş, ülkede her geçen gün tırmanıp kötüleşen memnuniyetsizlik hali yayılmıştır; nitekim Ömer el-Beşir rejiminin yolsuzluğu ve devlet fonlarının manipülasyonuna karıştığı açıkça ortaya çıkmış ve Uluslararası Finansal Dürüstlük Örgütü'nün yayınladığı bir rapor da bunu ortaya çıkarmıştır.Ayrıca bu rejim, 2012 ile 2018 yılları arasında yaklaşık 31 milyar Dolar değerindeki Sudan ihracatını gizlemiştir. Nitekim hükümet, söz konusu dönemde ülkenin ihracatının 65 milyar dolar seviyesinde gerçekleştiğini açıklarken, Sudan'ın ticaret ortağı olan 70 ülke ise ithalatının yaklaşık 96 milyar Dolar olduğunu tahmin etmiştir; bunun üzerine protestolar ve gösteriler patlak vermiş, devrim ateşi tüm Sudan şehirlerinde alevlenmiş ve Savunma Bakanlığı'nın el-Beşir'in görevinden ayrıldığını ve ülkenin işlerini ordunun yöneteceğini açıklamasının ardından hükümet 2019 yılında devrilmiştir.

El-Beşir yönetiminin devrilmesine rağmen, Batı ülkeleri tarafından düzenlenen ve onların örgütleri tarafından denetlenen çatışmaların ortasında Sudan halkının acıları hala devam etmektedir; bu yüzden şeriat hükümlerinin tamamı uygulanıp ülke, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan, düşmana güvenmeyen, aksine gayesi İslam sancağını dalgalandırmak ve hedefi de İslam'ın hükümlerini uygulamak olan biri tarafından yönetilmedikçe bu acılar son bulmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Zinet Es-Samit

Devamını oku...

Dağ Fare Doğurdu!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Dağ Fare Doğurdu!

Haber:

Arap dışişleri bakanları, Kahire'deki olağan toplantılarından on saat süren uzun bir çalışma gününün ardından önemli bir kararla ayrıldılar; bu karar, Yahudi varlığının planının Gazze'ye yönelik soykırım savaşının ötesine geçerek Batı Şeria'nın yerinden edilmesi veya ilhakı yoluyla Filistin davasını tasfiye etme girişimi yönündeki Arap anlaşmasını da içeriyor. Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt’ın söylediği şey de bu olup aynı şekilde şunları da söylemiştir: “Suudi Arabistan ve Mısır’ın, Orta Doğu'da Arap işbirliğiyle ilgili özel bir karar tasarısı hazırlaması, Arap devletlerinin egemenlik ilkesini teyit etmekte ve bu egemenliği zedeleyecek her türlü imada bulunmayı reddetmektedir.” (Rusya El Yevm, 05/09/2025)

Yorum:

Arap Birliği bir gün olsun Müslümanların davalarından birini destekleyip savunmamış, bilakis aksine Müslümanların birliğini bölmek, bölünmelerini pekiştirmek, Filistin davasını tasfiye etmek ve Filistin davası ümmetin davasıyken onu yalnızca Filistinlilerin davası haline getirmek için sömürgeci kafir Batının araçlarından biri olmuştur. Şayet bu birliğin üyesi olan Arap devletleri, Gazze'deki soykırımı durdurmak veya bir çözüm bulmak konusunda ciddi olsalardı, Ebu Gayt'ın nitelendirdiği gibi on saatlik sıkı bir çalışmaya gerek kalmazdı.Tarihte hiç benzeri görülmemiş bu soykırımı durdurmak için,Filistin'i çevreleyen orduların harekete geçirilip tek bir adamın duruşuyla bu buluntu varlığa saldırıp kökünden söküp atmak için cesur bir karara ihtiyaç vardır. Ey Ebu Gayt mesele çok kolay olup onlarca saatlik toplantılara ve çalışmaya gerek yoktur. Eğer gerçekten Filistin’i kurtarmak istiyor olsaydınız bu böyledir ancak görülen ve hissedilen gerçeklik, Yahudilerle işbirliği yaptığınız, dahası Gazze halkıyla dayanışmayla ilgili her türlü tezahürü engellediğiniz yönündedir. Mısır ve Ürdün rejimlerinin bu suçlu varlıkla yaptığı ticari ve ekonomik anlaşmalar bunun en iyi kanıtıdır.

Sonra da Ebu Gayt çıkmış, Suudi Arabistan ve Mısır’ın, Orta Doğu'da Arap işbirliğiyle ilgili özel bir karar tasarısı hazırladığından ve Arap devletlerinin egemenlik ilkesini teyit edip bu egemenliği zedeleyecek her türlü imada bulunmayı reddettiğinden bahsediyor. Allah bu ajan yöneticileri kahretsin!Yahudi varlığı ne zamandan beri sizin egemenliğinizi önemsedi ki, siz her zaman onun önünde başınızı eğip zelil ve aşağılanmış bir şekilde duruyorsunuz? Yahudiler sözde egemenliğinizi kaç kez çiğnediler ve sizden kınama ve suçlamadan başka bir şey de işitmediler!Eğer Yahudi varlığı aranızda adam gibi adamlar olduğunu bilseydi, Gazze'ye ve halkına saldırmaya cesaret edemezdi ve eğer aranızda aslan gibi kükreyen birisi olsaydı, sizin için bin bir hesap yapardı ancak sizler bir avuç aşağılık ajandan başka bir şey değilsiniz; Yahudiler bu gerçeği çok iyi bildikleri için sizleri hiç önemsemiyorlar ve sizlere zerre kadar değer de vermiyorlar. Aynı gerçeğin farkına varan Müslüman halklar, artık değişimi arzulamakta ve izzet ve kalkınmanın yollarını gözetlemektedir. 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Velid Belibel

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER