Salı, 25 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir Gençlerinden Bir Dava Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

Eğitimci Üstad Ahmed Muhammed es-Seharin (Ebu Halid)

مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُواْ مَا عَاهَدُواْ اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُواْ تَبْدِيلاً

“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]

Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilayeti Medya Bürosu; faziletli eğitimci Üstad Ahmed Muhammed es-Seharin (Ebu Halid)’in vefatını teessürle bildirir. Merhum, 10 Aralık 2025 Çarşamba günü, 79 yaşında Rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Tafilah’ta tanınan ve daveti uzun yıllar taşımış öncü simalardandı.

Üstad Ahmed Es-Saharin, hayatını İslam davasını taşımaya adamış; hakkı haykıran, bir mürebbi, bir müşrif (gözetmen) ve örnek bir şahsiyetti. Davasını açıkça ve meydan okuyarak taşıyan bir dava eriydi. Hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir şey onu yolundan geri çeviremezdi. Görevlerini emanet ve ihlas bilinciyle yerine getirdiği için insanların kalbinde büyük bir yeri vardı ve hep hayırla yad edilirdi. Biz onu -Allah en iyi bilendir- Allah Azze ve Celle’nin rızasına uygun olarak İslami akideye, şeri hükümlere ve Allah’a davete sımsıkı bağlı biri olarak biliyoruz.

Hayatının son döneminde hastalıkla imtihana maruz kaldı; Allah Subhânehu ve Teâlâ onu yanına alana kadar da hastalığına rıza gösterdi, sabır ve sebat etti. Yüce Allah’tan onu bağışlamasını, ona merhamet etmesini ve onu Peygamberler, Sıddıklar, şehitler, Salihler ile birlikte Firdevs’i Ala ehlinden kılmasını niyaz ediyoruz. Onlar ne güzel dostturlar. Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan ailesine sabır ve metanet vermesini ve musibetleri karşılığında mükâfatlarını kat be kat artırmasını diliyoruz. Biz Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın razı olacağından başka bir söz söylemeyiz:

إِنَّا للهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 156]

Devamını oku...

Filistin Yönetimi’nin Aygıtları ve Şebbihaları Öğrenci Seyf Ebu’l Heva’yı Gözaltına Aldı

Yahudiler karşısındaki zilletleriyle bilinen Filistin Yönetimi’nin aygıtları, önce şebbihaları, sonra da Otorite’nin güvenlik güçlerini kullanarak 09 Aralık 2025 Salı günü Beytüllahim Üniversitesi’nden çıkarken öğrenci Seyf Ebu’l-Hevâ’yı haince gözaltına aldılar. Bu eylem, Otorite’nin Filistin halkına yönelik haydutluğunu ve zorbalığını yansıtan bir sahnedir. Onları ne bir din caydırabildi, ne bir kanun durdurabildi, ne de Seyf’in çıktığı üniversitenin dokunulmazlığı onları engelleyebildi. Ardından Seyf Perşembe günü mahkemeye çıkarıldı ve ortada hiçbir suç olmamasına rağmen hakim tarafından tutukluluk süresi on beş gün uzatıldı. Seyf’in tek suçu, Müslümanların Hıristiyanların bayramını kutlamalarına katılmalarının caiz olmadığına dair Şer’i bir hükmü açıklamaktan ibarettir!

Peki, Otorite’nin dünyayı ayağa kaldırmasına sebep olan bu suç (!) nedir? Seyf, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün sattığı gibi Filistin’i mi sattı? Otorite’nin cihazlarının yaptığı gibi Yahudiler ile güvenlik koordinasyonunda mı bulundu? Yahudilerin kara kaşı kara gözü için Filistin halkıyla savaşıp onları mı öldürdü? Pis kokuları (yolsuzlukları) her yeri saran Otorite adamlarının yaptığı gibi arazileri Yahudilere mi sızdırdı? Otorite’nin başındakinin yaptığı gibi şehit ve esir ailelerinin ödeneklerini mi kesti ya da mücahitlere sövüp lanet mi etti? Dinimize ve değerlerimize saldıran, İslam’ın hükümlerine hücum eden feminist derneklerin elini ülkemizde serbest mi bıraktı? Batı’yı ve Doğu’yu memnun etmek için feministleri geçici anayasa yapımının bir parçası mı kıldı? Ve daha nicesi... O halde gözaltına alınması gereken kim? Yargı önünde hesap vermesi gereken asıl kim?!

Keşke Otorite ve aygıtları; Yahudiler sabah akşam Mescid-i Aksa’yı kirletirken de aynı gayret ve çabayı gösterselerdi. Filistin Otoritesi, Yahudiler Mescid-i Aksa’yı kirletirken güvenlik koordinasyonunu kesmeye bile tenezzül etmemiştir. Keşke Otorite, İbrahim Camii sinagoga çevrilirken de aynı gayreti sergileseydi. Keşke Yahudiler Gazze halkına gece gündüz işkence ederken de aynı gayreti ortaya koysaydı. Keşke Batı Şeria’daki kamplar yıkılırken ve Batı Şerialılar Otorite ve birimlerinin gözleri önünde oradan çıkarılırken de aynı gayreti sergileselerdi. Keşke yerleşimciler köylere ve şehirlere saldırırken, öldürürken, ağaçları sökerken, hayvanları telef ederken, ekini ve nesli helak ederken de aynı çaba ve gayreti sergileselerdi. Oysa Otorite tüm bunları, ölüm sessizliğiyle karşıladı, kınamaktan veya insanları -kendisinin kapısını bile bilmediği- direnişe çağırmaktan başka bir şey yapmadı. Filistin halkına ve gençlerine karşı “aslan” ama Filistin halkını, kadınlarını ve çocuklarını korumak söz konusu olduğunda “koyun” kesiliyor?!

Beytüllahim Üniversitesi önünden Seyf’in kaçırılması suçunun sorumluluğu otoriteye, aygıtlarına ve şebbihalarına aittir; ancak bu durum üniversiteyi de sorumluluktan muaf kılmaz. Öğrencisini savunmak ve Filistin halkına ve üniversitelerine karşı haddi aşan Otorite’ye karşı durmak üniversitenin sorumluluğundadır. Susması ve böylece üniversite öğrencilerine yönelik saldırılara zemin hazırlaması asla kabul edilemez.

Sonuç olarak; Yahudilerin haysiyetini ayaklar altına alıp çiğnediği, zilletin tepeden tırnağa kuşattığı, Yahudilere ve Batı’ya bağımlılığa boğazına kadar batmış olan bu Otorite için, birimleri ve şebbihaları için, ellerini Filistin halkından ve oradaki dava taşıyıcılarından çekmeleri daha hayırlıdır. Bağı Allah’ın ipine bağlı olanla, bağları kâfirin rızasına düğümlenmiş olup ipleri kopmak üzere olanlar bir olmaz. Ümmet bu dünyada onları şiddetli bir hesaba çekecektir; sonra da Rablerine döndürülecekler ve O da onları korkunç bir azapla cezalandıracaktır.

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَإِثْماً مُّبِيناً“Mümin erkekleri ve mümin kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden eziyet edenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.” [Ahzab 58]

Devamını oku...

Beldelerimizdeki Eğitim Sistemi: Kasıtlı Cahil Bırakılma ile Acil Islah Etme İhtiyacı Arasında

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Beldelerimizdeki Eğitim Sistemi:
Kasıtlı Cahil Bırakılma ile Acil Islah Etme İhtiyacı Arasında

Karanlık bir odanın köşesinde, beli kırık bir öğretmen, üzerinde eski ve tozlu bir kitap bulunan yıpranmış bir ahşap masaya yaslanarak oturmuş şöyle bağırıyordu: Burada zihinlerimiz boş müfredatların ve kayıp hayallerin karmaşasına gömülmüş, burada eğitim bir risaletten bir sertifikaya dönüştüğünde, fikirler hapsedilmiş, geleceğin ışığı kaybolmuş, icat ediciliğin kanatları uçup gitmiş ve öğretmen ise ağır kaygılar taşıyan, motivasyonu ve risaleti kaybolmuş ve yeterli eğitim hazırlığı, kendisini motive edecek ayrıcalıkları ve ona yakışan toplumsal saygının olmadığı bir görevliye dönüşmüştür.

Acı içinde yüzünü buruşturarak pencereyi işaret etmişti; zira orada kafelerde beklemekten bitkin düşmüş ve bir postacının hiç kimseye ulaştırmadığı bir yükü taşıdığı gibi sertifikalarını taşıyan gençler oturuyordu.

Sömürgeci, ordularını çıkardığında tamamen ayrılmadığının, aksine eğitimin içine saplanmış bir hançer bıraktığının ve tarihin yeniden yazılıp sömürgecinin bir kurtarıcı, direnişçinin ise bir isyancı haline geldiğinin ve onu dini boyuttan kopardığının farkındadır; zira öğrencinin, biyoloji öğrenip Darwin'in teorisini benimsemekte bir sakınca görmemesi, ekonomi okuyup tefeciliği haklı çıkarması, şeriata müracaat etmeden kanunlarla meşgul olması, eğitim sistemini kültürümüze, tarihimize veya dinimize benzemeyecek şekilde çarpıtan ve anlamak yerine ezberlemeye dayanan bir hançerdir. Dolayısıyla öğrenci, icat edicilikten ziyade ezbere dayalı sınav sırasında boşaltılan ve sonra da bunları unutan, pratik alıştırmaları veya ek becerileri olmayan ve beldemizin ihtiyaç duymadığı uzmanlıklar öğretilen geçici bir depolama makinesine dönüşmüştür. Bu da sorgulamayan, düşünmeyen, aksine ezberleyen ve tekrarlayan, analiz etmeyen ve icat edici olmayan bomboş bir zihin üretmiş ve işsiz veya üretken olmayan eğitimli bireyler ya da yeterliliğe sahip olmayan çalışanlar mezun etmiştir. Bu yüzden ön plana çıkarılanlar, işgalle fikri ve kültürel olarak bağlantılı olan, işgalin fikirlerinin propagandasını yapmakta, Arapça dilimizin rolünü azaltıp onun yerine sömürgecilerimizin dillerini getirmede rol oynayan ve âlimleri ve dehalarıyla şan ve şeref yazmış medeniyetler aracılığıyla başarısını kanıtlamış İslami alternatifin geçerliliğini sorgulayan ve onu şekli ritüellere indirgeyen seçkin bir gruptur.

İşgali destekleyen kapitalist ülkelerin, itaatkar ve zelil rejimlerimizin yardımıyla izlediği cahil bırakma politikası, son zamanlarda beldemizde net bir şekilde ortaya çıkmıştır; işte Suriye sadece bir örnektir; zira yeni hükümet Batı'ya güven verici bir mesaj verdiğini, onlara sadakatini teyit ettiğini, aşırılığa karşı olduğunu ve ılımlılığı hedeflediğini kanıtlar gibi din derslerini azaltıp yerine müzik dersleri koymuştur!

Okula devam etme günlerinin üç güne indirilmesine, kitapların kaldırılmasına ve basitleştirilmiş eğitim materyallerine güvenilmesine, öğretmenin rolünün marjinalleştirilip ihmal edilmesine, mali haklarının reddedilmesine yönelik çağrılar gibi şu anda Batı Şeria'da yaşananlara ışık tutarsak, görülmeyen şeyleri görürüz.

Bu durumun tehlikesi, tarihinin cahili olan ve direnişin manasını anlamayan, kimliğinden soyutlanmasına boyun eğen, cihad yerine müzakereye inanan bir neslin ortaya çıkmasında açıkça görülmektedir. Böylece her zaman bilincin taşıyıcısı ve dayanıklılığın eğiticisi olan öğretmen, fikri veya ahlaki etkisi olmayan ve risaleti bilmeyen salt bir öğreticiye dönüşmüştür.

Olan şey, yöneticiyi kutsallaştıran ve değerlerden çok itaati önceliklendiren bir otoritenin altında, din, kimlik ve projeden yoksun bir şekilde büyümesi amaçlanan bir neslin bilincine yönelik bir savaştır.

Arap ülkelerindeki eğitimin, şekli bir reforma değil, kalkınma projesine yönelik bir devrime ihtiyacı vardır. Bu yüzden gayeyi yeniden tanımlamak ve müfredatı, şerî ilimler ile diğer bilimlerin arasını entegre etmeye, İslami kimliği inşa etmeye, Arapça diline önem vermeye ve rol model olmasının yanı sıra zihinleri ve akılları eğiten, sadece akademik olarak değil de şerî olarak da hazırlanan, prestiji ve statüsü olan ve sadece bir öğretici değil, aksine bir risalet taşıyıcısı olan bir öğretmenin gözetimi altında değerleri ve ilkeleriyle yeryüzünü imar edebilecek bir insan inşa etme konusundaki gayesini gerçekleştirmeye dayalı Kur'an ve sünnetin referanslığında yeniden tasarlamak gerekir. İşte o zaman sonuç, temelleri din ve silahı da ilim olan büyük bir ümmeti yeniden inşa eden alimlerden, mücahitlerden, ıslah edicilerden ve üreticilerden oluşan bir nesil olacaktır; bu da ancak Allah'ın şeriatına dayalı Raşidi Hilafeti yeniden kurmak için çalışmakla gerçekleşebilir.

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَضَرَبَ اللهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلَى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلَى مَوْلَاهُ أَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍ هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَهُوَ عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍAllah şu iki adamı da örnek veriyor: Bunlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez ve efendisinin sırtında bir yüktür. Onu nereye gönderse hayırlı bir iş beceremez. Hiç böyle biriyle adaleti emreden ve her işte dosdoğru bir yol takip eden insan eşit olabilir mi?” [Nahl 76]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Arap Kupası, Halkları Oyalayan ve Bölgeselciliği ve Parçalanmayı Pekiştiren Bir Etkinliktir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Arap Kupası, Halkları Oyalayan ve Bölgeselciliği ve Parçalanmayı Pekiştiren Bir Etkinliktir!

Haber:

Mevcut koşullar altında, Arap Dünya Kupası olarak da adlandırılan Arap Kupası futbol turnuvaları, 1-18 Aralık 2025 tarihleri arasında Katar'da düzenlenecek ve Afrika ve Asya ülkeleri de dahil olmak üzere turnuvaya katılmaya hak kazanan16 ülkeden takımlar turnuvaya katılacak. (BBC)

Yorum:

Ümmet kan kaybediyor ve onun birçok evladı ise Arap Kupası'ndaki futbol maçlarını takip etmekle meşgul oluyorlar! Şayet bir haber kanalındaki haber şeridine bir göz atarsanız, İslam ümmetinin yaşadığı ölüm, katliam ve yerinden edilme haberlerini görürsünüz; zira Yahudi varlığı, Filistin, Lübnan ve Suriye'de istediği gibi gezip dolaşırken Amerika'nın Sudan'daki ajanları birbirleriyle savaşıyorlar, soykırım işliyorlar ve binlerce aileyi yerinden ediyorlar. Yemen'de savaşan taraflar arasındaki çatışmalar yüzünden onlarca insan ölüyor. Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin kötü gözetimi yüzenden yaşanan yoksulluk ve sıkıtından bahsetmiyorum bile; öyle ki bereket yağmurları bile o ülkelerin birçoğunda sellere, yıkımlara ve ölümlere yol açıyor. Buna rağmen yöneticiler, ümmetin paralarını spor müsabakalarında heder ediyorlar ve gençlerini ise ne doyuran ne de aç bırakan önemsiz meselelerle meşgul ediyorlar.

Ümmetin yöneticileri ise, ümmete karşı komplolar kurmakla meşguller, Filistin davasının tasfiyesine ve Gazze'de kalanların yok edilmesine katılıyorlar. Konferanslar düzenliyorlar, mekik seferleri yapıyorlar, Trump'ın sömürgeleştirme planını uygulamak için iletişim ve istişarelerde bulunuyorlar. Sudan'ı bölmek ve Yahudi varlığının Lübnan ve Suriye'deki etkisini genişletmek için komplolar kuruyorlar. Yahudi varlığıyla ilişkileri normalleştirmek ve bizim efendimiz İbrahim Aleyhisselam'a atfettikleri dine katılmak için uğraşıyorlar, oysa İbrahim Aleyhisselam onlardan beridir, onlar da O’ndan.

Bütün bunlardan önce ve sonra, Sykes-Picot sınırlarını ve bayraklarının yanı sıra sömürgeci kafirin Müslüman ülkeler için çizdiği ve kendilerini de bu ülkelerin koruyucuları olarak atadıkları sınırları korumak için ümmeti parçalamakta ısrar ediyorlar. Yani ümmetin yöneticileri, ümmetin tek bir İslam Devleti altında yeniden birleşmesini engelliyorlar, sömürgeci kafirin ümmetin servetlerini ve kaynaklarını sömürmesine izin veriyorlar, ümmeti aşırı yoksulluk içinde yaşamaya terk ediyorlar ve sömürgeci kafirin İslam ülkelerinde askeri üsler kurmasına izin veriyorlar ki böylece Müslümanların topraklarını, havasını ve sularını ihlal edebilsin ve istedikleri gibi serbestçe dolaşabilsin; ümmetin gençleri ise Arap Kupası maçlarını izliyorlar!

Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin alışkanlığı şudur:Ümmetin parçalanmışlığını korumak, onu İslami yönetimden uzaklaştırmak ve ümmetin gençlerini önemsiz ve anlamsız işlerle oyalayıp dikkatini dağıtmaktır.Dahası ümmetin hayatını zorlaştırmak ve onları bir lokma ekmekle meşgul etmekle yetinmediler, daha da ileri giderek sanki ümmetin hayati sorunu, merkezi sorunları ve önemli meseleleri yokmuş gibi, onları futbol maçlarıyla meşgul etmektedirler!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halife Muhammed – Ürdün

Devamını oku...

Amerika ve Avrupa Arasında Medeniyetin Yok Oluşu Terimi Hakkında Bir Tartışma!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerika ve Avrupa Arasında Medeniyetin Yok Oluşu Terimi Hakkında Bir Tartışma!

Haber:

Trump yönetimi, geçen hafta yayınladığı yeni ulusal güvenlik stratejisinde, Avrupa medeniyetinin yok oluşuna atıfta bulunarak “medeniyetin yok oluşu” terimini kullandı ve göçün, diğer faktörlerin yanı sıra Avrupa medeniyetinin yıkılmasına ve Avrupa kıtasının başka bir Orta Doğu'ya dönüşmesine yol açacağını iddia etti.Trump, Polonya ve Macaristan hariç, Avrupa ülkelerinin göç sonucunda artık yaşanabilir ülkeler olmayacağını iddia etti.

Yorum:

İngiliz Guardian gazetesi, Trump'ın Avrupa medeniyetinin yok oluşuyla ilgili suçlamalarına George Monbiot'un şu başlıklı makalesiyle cevap verdi: “Gerçekler açıktır: Avrupa göçmenlere kapılarını açmalıdır; aksi takdirde kaçınılmaz bir yok oluşla karşı karşıya kalacaktır.” Yazar, Trump'ın iddiaları kullanmasını eleştirerek şöyle demiştir: “Aslında göç olmasaydı Avrupa da, medeniyet de olmayacak ve bunu tartışmak için de hiç kimse kalmayacaktı; çünkü Avrupa Birliği'nde bir kez daha düşüş gösteren doğurganlık oranı, fiilen medeniyetin yok oluşu anlamına gelmektedir.”

Amerika, yeni stratejisiyle beyaz Batılı unsuru medeniyetin temeli ve devamlılığının standardı haline getiriyor ve başkanının ırkçılığı aracılığıyla da, Avrupa kıtasındaki herhangi bir demografik dengesizliğin, onu Orta Doğu'ya benzer bir şeye dönüştüreceğini düşünüyor; yani Amerika, Ortadoğu sakinlerini sırf beyaz insan olmadıkları için küçümsediğini ortaya koyarken Avrupalılar ise, özellikle beyazların doğum oranının hızla düşmesi halinde, Avrupa'da yaşamın ancak göçle devam edebileceğini ve bunun da eğer yerlerine beyaz olmayan başka nüfus gelmezse, nüfusun yok olmasına yol açacağını düşünüyor.

Avrupa'ya beyaz olmayan nüfusları getirmeyi destekleyen bu Avrupa tutumu, halklar arasında eşitlik görüşüne değil, düşük doğum oranları nedeniyle Avrupa kıtasını yok olmaktan kurtarmaya dayanmaktadır. Başka bir deyişle, hoşgörü ve insani değerlere saygıdan değil, kardeşini bir kahraman olarak değil de zorunluluktan göçmenler olarak kabul etmek zorunda kalmalarıdır.

İslam beldeleri, Batı'nın bu hararetli yaklaşımında ve Atlantik'in iki yakası arasında yaygınlaşan bu sorunda, hâlâ yok sayılan bir varlık olarak kalmaya devam etmektedir;zira Orta Doğu ülkelerindeki sefil medya, Trump'ın Müslümanlara yönelik ırkçı hakaretlerine bir tepki göstermemekte ve onları medeniyet sahipleri olamayanlar olarak nitelendirmektedir.

Trump ve rejimini öven ve onun ülkelerine karşı tüm saldırgan planlarını memnuniyetle karşılayan Orta Doğu ülkelerinin yöneticileri, özellikle Trump'ın, Amerika'da yaşayanlarla Somali'de yaşayanlar arasında bir ayrım yapmadan tüm Somali halkını "çöp" olarak nitelendirdiği ırkçı söylemlerini teyit etmesinden sonra bile halklarının medeniyetten yoksun olarak nitelendirilmesini ve Amerika için barbarlık, geri kalmışlık ve yozlaşmanın bir örneği haline gelmelerini hiç umursamıyorlar.

Trump'ın açık ırkçılığı ve ülkesinin ırkçı politikalarına bağlılığı, yöneticilerinin gözünde İslam ümmetinin, Amerika'nın İslam ümmetini gördüğünden farklı olmadığını kanıtlamaktadır; belki de Beşar Esad'ın son zamanlarda sızdırılan ses kaydı, Orta Doğu yöneticilerinin halklarını yönelik aşağılamalarının ve onlara karşı kibirlerinin boyutunu açıkça göstermektedir.

Aslında Amerika'nın Müslümanlara yönelik kibirli bakışı, yalvarma, yatıştırma ve güzelleme politikalarıyla değil, sadece devletin ve ideolojinin gücü sayesinde dünyaya İslami siyasi değerleri dayatan güçlü bir İslami liderliğin varlığıyla değişecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed El-Hutvânî

Devamını oku...

Amerika Neden Şimdi Müslüman Kardeşleri Yasaklıyor?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Amerika Neden Şimdi Müslüman Kardeşleri Yasaklıyor?

ABD Başkanı Donald Trump Salı günü, Dışişleri ve Hazine Bakanlarına, Müslüman Kardeşlerin Lübnan, Mısır ve Ürdün'deki kolları gibi herhangi bir kolunun yabancı terör örgütü olarak tanımlanıp tanımlanmaması konusunda bir rapor sunmaları talimatını veren bir başkanlık kararnamesi imzaladı. Trump yönetiminin Müslüman Kardeşlerin yukarıda adı geçen kollarına yönelttiği suçlama, Yahudi varlığına ve Amerika'nın ortaklarına yönelik şiddet saldırılarını desteklemek veya teşvik etmek ya da Hamas'a maddi destek vermektir.

Karar, bu kolların “yabancı terör örgütleri” ve “özel olarak sınıflandırılmış küresel teröristler” olarak sınıflandırılmasına karar verilmesi halinde, iki bakanın, raporun sunulmasından itibaren 45 gün içinde gerekli önlemleri alması gerektiğini belirtiyor.

Karar, 7 Ekim 2023'teki saldırının ardından meydana gelen olaylara işaret ederek, Müslüman Kardeşlerin Lübnan'daki kolunun askeri kanadının Hamas ve Lübnanlı İran Partisi ile birlikte Yahudi varlığının bulunduğu yerlere yönelik saldırıya katıldığını belirtmektedir. Ürdün kolunu ise Trump, ABD, Almanya, Avrupa Birliği ve diğer ülkeler tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen Hamas'ın askeri kanadına maddi destek sağlamakla suçlamıştır.

Teksas Valisi Greg Abbott'un (aynı zamanda bir Cumhuriyetçi), geçen hafta eyalet düzeyinde Müslüman Kardeşlere aynı sınıflandırmayı dayattığını belirtmek gerekir.

Bu karardan aylar önce, Ürdün 2025 Nisan ayında Müslüman Kardeşler örgütünün krallık içindeki tüm faaliyetlerini yasakladığını, genel merkezini kapattığını ve mülklerine el koyduğunu açıklayarak, örgütü silah temin etmek, patlayıcı ve roketler üretmeye çalışmak ve devletin güvenliğini istikrarsızlaştırmayı planlamakla suçlamıştı. Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve diğer ülkelerin Müslüman Kardeşleri terör örgütü olarak sınıflandırdıkları ve bir süredir üyelerini takip ettikleri bilinmektedir.

Trump'ın Müslüman Kardeşlerin bazı kollarını "yabancı terör örgütü" olarak sınıflandırma uygulamalarını başlatmak için yayınladığı başkanlık kararnamesi, siyasi düşünceler nedeniyle alınmış kapsamlı ve nihai bir kararı temsil etmemektedir; zira karar, uluslararası örgütü, ana örgütü veya onlarca ülkeye yayılmış kollarının çoğunu kapsamadığı gibi örgüte bağlı finansal, medya ve davet ağlarıyla ilgili yaptırımları da kapsamamaktadır; bu da kararın, İhvan'ın, tüm küresel yapısını değil, yapısının bir kısmını hedef aldığı anlamına gelmektedir.Ancak bu, İslami hareketlerle ve genel olarak da siyasal İslam'la olan ilişkide niteliksel ve stratejik bir dönüşümü yansıtmaktadır.

Nitekim Amerika, geçen onlarca yıl boyunca dünyanın çeşitli bölgelerindeki İslamcı gruplarla, onları destekleyerek veya kendi politikalarına hizmet etmeleri için onlara yollar açarak muamele etmiştir; çünkü o dönemde bu grupları, Sovyet nüfuzuna karşı koymak veya yıpranmış yüzlerin ve sistemlerin değiştirilmesini zorlayan değişim rüzgarlarına ayak uydurmak için etkili stratejik araçlar olarak görmüştü.

İran Devrimi'nden Afganistan'daki Amerikan-Sovyet çatışmasına kadar Amerika’nın çıkarları İslamcı güçlerle örtüşmektedir; zira Amerika'nın Afgan mücahitlerine vermiş olduğu destek, ilkeli bir sistem inşa etmek veya dost olan siyasi güçler oluşturmak için değil, aksine Kızıl Ordu'ya direnebilecek bir güç arayışında olduğu içindir; zira Amerika, İslamcıları desteklemede, Peşaver kamplarındaki Arap savaşçılara sponsorluk yapmada, onları askere almada ve eğitmede ve Arap ve yabancı gönüllülere silah, mali ve askeri yardım sağlamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca Amerikan üniversiteleri, cihat fikrinin propagandasını yapmak ve savaşçılar için fikri ve siyasi destek toplamak amacıyla Abdullah Azzam gibi birçok İslam akademisyenine ev sahipliği yapmıştır.

Ayrıca gençleri Sovyet komünist işgaline karşı cihat bayrağı altında göndermek için Arap ülkelerindeki İslami gruplara kapıları ardına kadar açmış, destek sadece silah veya eğitimle sınırlı kalmamış, aksine kapsamlı fonlama, lojistik kolaylıklar ve Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyle açık koordinasyonu da içeriyordu ki bu koordinasyon sayesinde gönüllülerin askere alım maliyetlerini karşıladığı gibi maaşlarını, seyahat biletlerini ve diğer ihtiyaçlarını da karşılıyordu. Nitekim bu kamplarda ulusötesi cihatçı grupların sağlam çekirdeği doğmuş, Afganistan'dan onlarca lider ortaya çıkmış ve bunlar daha sonra tüm bölgesel ve uluslararası çatışma alanlarına dağıtılmıştır; bu da siyasal İslam'ın Amerika tarafından kabul edilebilir hale gelmesini ve bazen de onun tarafından geçici çıkarlar elde etmek için desteklenmesini sağlamıştır.

Ancak bu yolun birtakım sonuçları da olmuştur; zira bu gruplardan bazıları daha sonra İslam beldelerinde kök salmasının ve doğrudan siyasi ve sosyal etkiye sahip olmasının ardından ABD'nin stratejik düşmanları haline gelmişlerdir. Nitekim Amerika bazılarını kontrol altına almaya çalışmış ancak ilişkiler çoğu zaman çıkmaza girmiştir. Bu yüzden Amerika bazı gruplara karşı tavır alırken diğer bazı gruplar da Amerika'ya karşı tavır almıştır; ta ki aralarındaki düşmanlık, 11 Eylül'den sonra apaçık ortaya çıkıncaya kadar. Bunun üzerine Amerika, sözde “terörizme” karşı savaş ilan etmiş, Irak ile Afganistan'ı işgal etmiş, Irak ve Şam'da kendi çıkarlarına hizmet eden bazı gruplarla ilişkilerini sürdürmüş, Orta Doğu'daki tek müttefiki (veya şımarık çocuğu) olan Yahudi varlığı ile Şam, Lübnan ve Filistin'deki diğer bazı gruplar arasındaki dengeler oyununu kontrol etmeye çalışmış ve bu ilişkiler, Aksa Tufanı operasyonu gerçekleşinceye kadar hiçbir sonuç vermemiştir. Zira Aksa Tufanı operasyonu, dengeler oyununa indirilen bir darbe olmuş, onun sihrini ortaya çıkarmış ve umutlarını yıkmıştır. Bunun ardından, insanları yok eden ve taşları ve ağaçları yıkan vahşi savaşında üvey çocuğu Yahudi varlığını destekleyerek gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine küresel kamuoyu, hem Amerika’ya hem de “şımarık” müttefikinin aleyhine dönmüş, “sözde” kurban imajı bizzat Amerikan sokaklarında bile suçlu cellat imajına dönüşmüş ve İslam ülkelerinin halkları, Müslüman Kardeşlere bağlı Hamas liderliğindeki Gazze’deki direnişe sempati ve destek göstererek Amerika’ya karşı ayaklanmış, dahası celladı desteklemeye ve kurbana karşı komplo kurmaya devam eden bölge yöneticilerinden oluşan Amerika’nın ajanlarına ve yandaşlarına yönelik öfke ve kızgınlık artmıştır. Bu kişiler, tahtlarının tehlikeye girdiğini ve koltuklarının sarsıldığını hissedince, denklemler değişmiş ve dengeler bozulmuş, bu da Amerikan yönetimini, siyasal İslam'a, özellikle de Müslüman Kardeşlere karşı daha sert bir tavır sergilemeye sevk etmiştir.  Dahası -gözlemcilere göre- ABD'nin bu açıklaması, Suudi Veliaht Prensi'nin Beyaz Saray'a yaptığı son ziyaretin ardından ve tahtlarına yönelik bir öfke tufanının tehlikesini görmeye başlayan Mısır ve Ürdün gibi diğer müttefiklerin baskısıyla gelmiştir; zira bu ülkeler, yardım ve destek dilenmek için Amerika'ya koşmuşlardır.

ABD Başkanı'nın bölgedeki temsilcisi Thomas Barrack, bu çatlağı ve Amerika'nın uzun süredir oynadığı dengeler ipinin bozulmasını, "Bu bölge halkı teslimiyetin ne anlama geldiğini bilmiyor" diyerek ifade ederken, bölge halklarıyla muamele etmeyi bekleyen geleceğin, güç ve şiddet olduğuna işaret etmiştir.

Amerika'nın siyasal İslam'a yönelik bu tutumu, sadece Müslüman Kardeşler ile sınırlı değildir, aksine İslam beldelerindeki siyasi İslamcı akımlara yönelik kapsamlı bir değerlendirmeyi de içermektedir ancak bu tutum, dikkatlice hesaplanmış adımlarla uygulanmaktadır. Bu da, kararın ana örgütü veya genel olarak uluslararası örgütü kapsamadığını, aksine kararın, siyasal İslam'ın getirdiği zorluklarla muamele etmek için yeni bir yol haritası geliştirmeyi amaçlayan bir vizyon kapsamında geldiğini açıklamaktadır.

Bu Amerikan hamlesi beklenmedik bir şey değildir, aksine Amerika'nın öncülüğündeki Batı'nın İslam ümmetiyle ilişkilerinde benimsediği görüşün bir teyidi niteliğindedir; zira İslam'a karşı düşmanlık, Batı'nın düşmanıyla olan ilişkisinde sergilediği pragmatizmle değişmeyecek olan ideolojik bir düşmanlıktır. Dahası bu düşmanlık, Amerika ve onun ajanlarının İslam'ı yok edene kadar durmayacaklarını ortaya koymaktadır. Müslümanları ise televizyon kanalları yumuşatamayacak ve onlar Allah’tan başkasına boyun eğmeyeceklerdir; bunun da ötesinde Müslümanlar, ebedi, temiz ve saf olan Rabbani risaletin taşıyıcılarıdır.  Ayrıca Müslümanlar, düşmanlarına karşı sebat ettikleri, boyun eğmedikleri ve dinleri konusunda taviz vermedikleri sürece Allah onlara yardım ve egemenlik vaat etmiştir; dur bakalım iki gruptan hangisi, daha çok yardım ve egemenliği hak ediyor? Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَىٰ لَهُمْAllah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halid Ali

Devamını oku...

“Jirtig” Yozlaşmış Laiklikle Çelişmeyen ve Kaybetmiş Rejimler Tarafından Teşvik Edilen Bir Alternatiftir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

“Jirtig” Yozlaşmış Laiklikle Çelişmeyen ve Kaybetmiş Rejimler Tarafından Teşvik Edilen Bir Alternatiftir!

Haber:

Kültür ve Enformasyon Bakanı Halid el-İaysir: Sudan'ın ruhunun güzelliğini ve derinliğini yansıtan “Sudan Jirtig” mirasının onurlandırılması nedeniyle Sudan'a, Sudan halkına ve tüm insanlığa tebriklerimi sunarım. (El Cezire, 11 Aralık 2025)

Yorum:

Kapitalist Batı, İslam beldesindeki toplumu İslam'la hiçbir ilgisi olmayan gelenek, görenek ve sosyal örfleri benimsemeye teşvik etmeyi başarmıştır. Böylece toplumu, İslam akidesinden kaynaklanan kültür dışında bir kültürü kabul etmeyen ve İslam akidesi dışındaki her şeyle savaşan İslam akidesinin gücüyle güçlü bir tolumun oluşması için toplumda kök salması halinde tehlike oluşturacak İslam kültüründen kasıtlı olarak uzaklaştırmıştır. Bunu da Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) çabaları ve insanları hiçbir faydası olmayan şeylerle meşgul etmek için Müslüman ülkelerdeki mevcut rejimlerle birlikte yaptığı yorulmak bilmez çalışmaları sayesinde gerçekleştirmiştir.

İngiliz oryantalist Gibb, Wheither Islam adlı kitabında şöyle demiştir: “Modern okullar, basın ve kendi öğretilerimiz aracılığıyla yürütülen eğitim ve kültür faaliyetleri, –onlar bunun farkında olmasalar da– Müslümanlar üzerinde, genel görünüşlerinde büyük ölçüde dindar olmayan bir etki bırakmıştır. Şüphesiz ki bu, Batı'nın İslam dünyasına kendi medeniyetini taşıma girişimlerinin bıraktığı tüm etkilerin verimli bir özüdür.Gerçek şu ki bir akide olarak İslam, önemini ve otoritesini çok az kaybetmiştir. Ancak İslam, sosyal hayatta baskın bir güç olarak yerini kaybetmiştir.”

Savaşlarla çalkalanan bir ülkenin Kültür Bakanı'nın, açlık, hastalık ve yıkımdan muzdarip olan halkını tebrik etmek amacıyla Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ile birlikte kutlama yapması, İslam şeriatının ilkelerinden gerilemeyi yansıtan ve putperestlik ve Nil medeniyetleriyle yakından bağlantılı olan “Jirtig” kültürünü kutlaması son derece doğaldır. Oysa Nil medeniyetleri, gelin ve damadın özel kıyafetler (kırmızı, sirti) giyerek, süslü bir tahtta oturarak, tahıl alışverişi yaparak, süt serperek ve raht (süslü ipek iplik) keserek bereketi, göz ve hasetten korunmayı hedefleyen bir ritüeldir.Allah'ın emri bu mu, yoksa Allah'a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?!

İnsanları önemsiz şeylerle meşgul etmek, laiklerin de katıldığı yüzyıllardır süregelen tarihsel sömürgeci planlardır. Laikler ise, dinini ve kültürünü savunan, yani İslam’la silahlanan ve eğitimin çarpıtılmasıyla başlayıp ardından medyanın önemsiz şeyleri, cehaleti ve insanların alaya alınmasını teşvik etmesiyle devam eden kültürel istilaya ve çarpıtmaya karşı direnen herkesi engelleyen koşulların gölgesinde, bizleri cehalet ve sapkınlığın ilk köşesinde tutan şeyleri teşvik ettikleri gibi, insanların gerçekliğiyle ve onları hayatın ucunda yaşamaya iten sorunlarıyla hiçbir ilgisi olmayan çağ dışı kültürü de teşvik etmektedirler.

Batı, İslam ve onun hükümlerinin tek düşmanı olduğunun kesinlikle farkındadır, çünkü İslam, her türlü çürümeyi onaylayan laikliğe direnmede istisnai bir örnek olduğunu kanıtlamıştır.Bu yüzden Batı, devlet kurumları aracılığıyla, yozlaşmış sekülarizm ve kaybetmiş sistemleriyle çelişmeyecek bir alternatif olsun diye bu putperest gelenekleri, görenekleri ve sosyal örfleri teşvik etmeye karar vermiştir.

Ancak bu politikaların, Batı'yı hoşnut eden ve bu politikaların kendi dinlerini hedef aldığını görmezden gelen yöneticiler tarafından teşvik edilmesi hiç şaşırtıcı değildir.

Dünyayı kontrol eden ve geri kalmışlık, gericilik ve çöküşü miras bırakan laikliğe karşı tek meydan okuyan İslam ve onun sistemleridir. Bu yüzden İslam kültürünü yüceltecek ve diğer tüm kültürleri tevhid ümmetinden uzaklaştıracak olan Hilafet Devleti dışında gerçek kurtuluşa ulaşmanın bir yolu yoktur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Gâde Abdulcabbar (Ümmü Evâb) – Sudan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER