Pazar, 23 Safer 1447 | 2025/08/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb ut Tahrir'in Gazze'yi Desteklemek İçin Düzenlediği Küresel Faaliyetler!

Hizb ut Tahrir Merkez Medya Ofisi:
Hizb ut Tahrir'in Gazze'yi Desteklemek İçin Düzenlediği Küresel Faaliyetler!
 
Hizb ut Tahrir'in, Gazze'deki halkımızı ve nehirden denize kadar işgal altındaki tüm Filistin'i desteklemek için dünya çapında düzenlediği küresel faaliyetlerin bir parçası. Bu faaliyetler, suçlu Yahudi varlığının Gazze Şeridi'ndeki savunmasız Müslümanlara karşı 22 aydır sürdürdüğü acımasız katliamların (soykırım) ardından gerçekleştirilmektedir. Bu katliamlar, şu ana kadar 210.000'den fazla Müslüman erkek ve kadının şehit olmasına, yaralanmasına ve hayatını kaybetmesine neden olmuştur.
Salı, 18 Safer 1447 H - 12 Ağustos 2025 M
 
 
merkezi medya ofisi

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

 
merkezi medya ofisi
 
Devamını oku...

Unutulan Sudan Savaşı: Ümmet İçin Bir Felakettir

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Unutulan Sudan Savaşı: Ümmet İçin Bir Felakettir

“Sudan'da Ortaya Çıkan Dehşetin Bir Sınırı Yok”

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk

Sudan kan ağlıyor, dünya ise neredeyse kılını dahi kıpırdatmıyor. Şimdi Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Muhammed Hamdan Dagalo (Hemedti) liderliğindeki Hızlı Destek Kuvvetleri arasında devam eden vahşi savaş üçüncü yılına girerken, ülke kaos içinde boğulmakta ve asrımızın en korkunç insani felaketlerinden biri yaşanmaktadır. Bununla birlikte yıkım ve acıların boyutuna rağmen Sudan'daki savaş, küresel kayıtsızlık nedeniyle görmezden gelinmekte, unutulmakta ve susturulmaktadır.

Bu iktidar çatışması, yardım kuruluşlarının gerçek rakamın çok daha yüksek olduğunu düşünmesine rağmen Nisan 2023'ten bu yana yaklaşık 150 bin sivilin hayatına mal olmuştur. Bunlar savaş alanlarında savaşan askerler değil, aksine evlerinde, camilerinde, pazarlarında ve geçici kamplarında merhametsizce öldürülen kadınlar, çocuklar ve yaşlılardır. (BBC) Hızlı Destek Kuvvetleri savaşçılarının 21'i çocuk olmak üzere 300'den fazla sivili öldürdüğü Nuhud katliamı, onun sayısız vahşetlerinden sadece bir tanesidir. Ayrıca bütün şehirler yakılıp yıkılmış ve aceleyle toplu mezarlar kazılmıştır. Bu yüzden Sudan'da olanlar sadece bir savaş değil, aksine sistematik bir soykırımdır.

Kadınlar ve kız çocukları, her zaman olduğu gibi savaşlarda en çok ihlale maruz kalan kurbanlar arasındadır. Zira her iki taraf da cinsel şiddeti bir korku ve tahakküm aracı olarak kullanmaktadır. Nitekim 9 yaşından küçük kız çocukları kaçırılmakta, toplu tecavüze uğramakta ve sonra fiziksel olarak yıkılmış bir şekilde evlerine geri gönderilmektedir; tabi eğer geri dönebilirlerse. Ayrıca kurtulanlar, toplumları aşağılamayı hedefleyen aleni tecavüz eylemlerinden ve yerinden edilmiş kişilerin kamplarındaki toplu cinsel saldırılardan bahsediyorlar.

Tıp alanında çalışanlar, kurtulanları, psikolojik destek veya adalet sağlanmadan tedavi ettiklerini ifade ediyorlar. Birçoğu da utanç veya intikam korkusuyla sessiz kalıyorlar. (İnsan Hakları İzleme Örgütü, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği)

Nitekim 14 milyondan fazla insan yerinden edilmiş olup bu da bunu dünyadaki en büyük yerinden edilme krizi haline getiriyor. Zira Sudan'ın 50 milyonluk nüfusunun yarısından fazlası, açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dünya Gıda Programı'na göre, açlık en az 10 bölgeyi vurmuş olup bunlardan biri de 400 bin mülteciyi barındıran Zamzam mülteci kampıdır. (Dünya Gıda Programı)

Gıda ve su kıtlığı yaşanıyor. Bu ise doğal bir afet nedeniyle değil, aksine kasıtlı bir şekilde yapılıyor. Zira her iki grup da insani yardımı engellemek, yardım malzemelerine el koymak ve temel ihtiyaçlara erişimi engellemek yoluyla açlığı bir silah olarak kullanıyor. Yani açlık, bütün halkları cezalandırmak için kullanılıyor.

Mülteci kamplarında çocuklar ağaçların yapraklarını yiyor ve anneler çocuklarını doyurmak için günlerce yiyecek bulamıyorlar. Sıtma ve kolera gibi su yoluyla bulaşan hastalıklar hızla yayılmaktadır. Sağlık sistemleri çökmüş durumdadır. UNICEF, durumu çok yönlü bir kriz olarak nitelendirmekte ve bu krizin sağlık, sanitasyon, eğitim ve güvenlik gibi hayatın her alanını tahrip ettiğini belirtmektedir. (Dünya Sağlık Örgütü) Nitekim onlarca rapor, siyasi tutukluların işkence gördüğünü, sivillerin kaçırıldığını ve çocukların savaşmak için zorla askere alındığını ortaya koymaktadır. Ayrıca insani yardım alanında çalışanlar da hedef alınmakta, öldürülmekte, kaçırılmakta veya ihtiyaç sahiplerine ulaşmaları engellenmektedir. Bunun yanı sıra hastaneler yağmalanıp savaş alanına çevrilmekte ve okullar bombalanmaktadır. Dolayısıyla artık güvenli bir yer kalmamıştır. (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği)

Buna rağmen medya kuruluşları, Sudan'ın adını neredeyse mırıldanıyor. Savaş, görünmez, unutulmuş veya tamamen manşetlerden kaldırılmış olarak nitelendiriliyor. Zira Ukrayna veya Gazze'nin aksine, ünlülerin destekleri, kitlesel protestolar veya siyasi bir baskı yok.

Sudan'ın sessizliği bir tesadüf değildir; zira altın, petrol ve uranyum gibi zenginlikleri ve verimli toprakları, onu jeostratejik bir ödül haline getirmektedir. Zira Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, Amerika, İngiltere ve Rusya gibi güçlerin hepsinin, Sudan'da çıkarları söz konusudur. Bu yüzden ülke, yabancı çıkarların satranç tahtası haline gelmiştir.

Sudan'daki savaş tarihsel bir tesadüf değildir. Aksine bu, ayrılan sınırlar ve yabancı sponsorlar tarafından desteklenen laik diktatörlükler gibi sömürgecinin bir mirasıdır. Bu yüzden Müslüman ülkelerdeki mevcut ülkelerin çoğu gibi Sudan da, sömürgeci güçlerin kontrolü altındadır. Bu yüzden gerçek bağımsızlıktan mahrum bırakılmış, liderliği yozlaştırılmış ve halkı da birbirine düşürülmüştür.

Batı'nın teşvik ettiği demokratik çözümler ise sorunun bir parçasıdır. Zira seçkinlerin çıkarlarına hizmet etmek için tasarlanan bu sistemler, Irak, Libya ve Afganistan'ı yüzüstü bıraktığı gibi Sudan'ı da yüzüstü bırakmıştır.

Sudan ve tüm İslam ümmetine gerçek ve kalıcı bir çözüm sunan tek bir yol vardır. Bu yol ise Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulmasıdır.

Hilafet, etnik ve kabilevi aidiyetlerine bakılmaksızın Müslümanları birleştirecek, yabancı nüfuzu ortadan kaldıracak, kaynakları adil bir şekilde dağıtacak, hesap verebilirlik ilkesini yerleştirecek ve herkes için onur ve güvenliği sağlayacaktır. Nitekim tarih, Ömer bin Abdülaziz dönemindeki Hilafet yönetiminin, Kuzey Afrika'da yoksulluğu nasıl ortadan kaldırıp zekât verecek kimsenin kalmadığını anlatmaktadır.

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّىMüminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerini korumada bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” [Sahih-i Müslim] Sudan'daki ümmetimiz sıkıntı içerisinde olup dünya bunu umursamayabilir ama bizim umursamamız gerekiyor.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu Kadınlar Kısmı, tüm Müslümanları bilinçli olmaya, batıl çözümleri reddetmeye ve acil bir şekilde Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti'nin kurulmasına davet etmeye çağırıyor.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yasmin Malik

Devamını oku...

Hilafet, Onların Uydurdukları Şeyleri Yutacaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hilafet, Onların Uydurdukları Şeyleri Yutacaktır!

Haber:

Netanyahu i24 kanalına verdiği röportajda: "Büyük İsrail" vizyonuna bağlı olduğunu ifade ederek... Nesiller boyunca aktarılacak tarihi ve ruhani bir mesaj taşıdığını söyledi.(El Cezire, 13 Ağustos 2025)

Yorum:

“Büyük İsrail” hedefi, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak ve Arap Yarımadası'ndan toprak koparmayı gerektirir ki bu, pratiği olmayan bir hırs ve siyasi olmayan bir vizyondur.Çünkü bu tür büyük eylemler ve bölgenin jeopolitik haritasında meydana gelen değişiklikler, Netanyahu, hükümeti ve varlığından daha büyük bir gerçekliktir; -ne yazık ki- bölgenin efendisi olan Amerika, Netanyahu'nun hayal ettiği gibi bir değişim arzusuna dair hiçbir işaret göstermemiştir. Söz konusu toplantıda göstermiş olduğu beden dili ve ses tonları göz önüne alındığında bu durum, Netanyahu’nun kendisini tarihi bir lider olarak göstermek istediği için kendisinin kişisel propagandasına benziyor gibi görünüyor!

Bu açıklamanın hedefi ne olursa olsun acı gerçeklik şu ki, büyük güçlerin istediği şekilde ve istediği zaman bölgenin haritalarını değiştirilebilir olmasıdır.Bu, geçen yüzyılın başlarında Fransa ve İngiltere tarafından gerçekleşmiş olup Amerika tarafından da daha yavaş bir tempoda devam etmiştir; bu da yapay coğrafi sınırlar, bölge halkının kültürüne yabancı olan ulusal varlıklar, Yahudiler için bir varlığın ortaya çıkarılması, Suriye'nin Mısır ile birleştirilip ardından ikisinin ayrılması, Güney Sudan'ın Kuzey Sudan'dan ayrılması, Irak'ın kanla sulanan mezhepsel sınırlarla bölünmesi -ki bu, yeni Suriye için bir senaryo gibi görünüyor- şeklinde gerçekleşmiştir...

Böylece bölge halkı olan Müslümanlar yeter artık deyinceye kadar büyük güçlerin büyüklüğüne ve çıkarlarına göre kesme, yapıştırma ve dikme işlemi devam edecektir.Bu söz, işleri aslına geri döndürecek bilinçli siyasi bir düşünce gücüyle tercüme edilebilir ki bu güç de; Müslümanlara onurlarını, ihtişamlarını, beldelerini, servetlerini ve kutsallarını geri iade edecek olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti'dir.

İşte o zaman Amerika ve büyük devletlerle büyük çatışmalar olacaktır; Yahudi varlığı ise Hilafetin burnunda vızıldayan bir sinekten başka bir şey olmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Usame Es-Suveynî

Devamını oku...

İster Küçük İster Büyük, Sİze Vaat Edİlen İlahİ Vaat Yakında Yok Olacağınızdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İster Küçük İster Büyük, Sİze Vaat Edİlen İlahİ Vaat Yakında Yok Olacağınızdır!

Haber:

Arap dünyası Netanyahu'nun “Büyük İsrail” hakkındaki açıklamalarını reddetti... (Rai Al Youm)

Yorum:

Netanyahu, yaptığı kısa açıklamada, Tanrının iradesi ve onun seçilmiş halkına olan vaadi olduğunu ve bu büyük projeyi, yani sözde "Büyük İsrail vizyonunu" hayata geçirmek üzere seçilen kişinin de kendisi olduğunu dolaylı olarak değil açıkça ilan etmiştir.

Şam, Ürdün, Irak ve Arap Yarımadası'ndaki aşiretlerin ayaklanması, sana ulaşmadı mı pis herif? Sen bilmez misin ki yeryüzünün adamları yerlerinden kalktığında ancak senin gölgesinde olmayı umduğun krallığının yıkıntıları üzerine bir kez daha oturacaktır.

Nitekim o, normalleşme peşinde soluyan ve büyük bir körlük yolunda yürüyen yöneticiler hariç herkesin bildiği kapalı kapılar ardında dönen şeyleri dile getirmiştir! Bu, Doğu Mason Locası'ndaki büyük bir kör adamın erişebileceği en yüksek bir rütbedir; oysa o, ne görür ne işitir ne de hisseder. Bu yüzden eğer sağ yanağına vurulsa o da sol yanağına vurur, halkı içindeki kötülüğü kabul eder ama bunu da bir ilerleme, yükselme ve siyasi tecrübe olarak görür!

Netanyahu'nun açıklamalarından etkilenen Arap ülkelerinin sergilediği zayıf ve cılız tavır, çekingen ve kısık sese gelince; bu açıklamalara karşı kınama, eleştirme ve içerleme şeklinde olmuştur. Sanki Arap ülkelerinin lisanı hali şöyle diyor; bizi ifşa etme ey Bibi, bu açıklamalarınla bize cehennemin kapılarını açma, sen etkisini ve sonuçlarını ancak Allah'ın bildiği bir bomba patlatıyorsun ve bu bomba senin ve bizim aleyhimize masayı alt üst edebilir ve böylece seninle üzerinde anlaştığımız projelerin de heba olup gidebilir.

Bu ülkelerin tepkisi, kimle ve nasıl konuşacağını idrak eden ve düşmanlarının ve dostlarının kim olduğunu bilen ısrarcı ve cesur birine karşı sıkılgan bir şekilde kınayan birinin tepkisinden başka bir şey değildir; zira şayet bu kınayan ve içerleyen kişiler, erkek gibi bir tepki verselerdi, cevapları, işittiğin değil gördüklerin olurdu. Heyhat ki erkek adam Harun Reşid ölmüştür; şayet aramızda Ömer olsaydı, bu kibirli aşağılık adam ağzını açıp tek bir kelime dahi edemezdi, hatta ondan ve varlığından hiçbir iz kalmazdı.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ

Allah emrine galiptir. Ancak insanların çoğu bilmezler.” [Yusuf 21]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...

Netanyahu’nun Açıklamaları Kıskacında Yahudi Varlığının Gerçek Yüzü ve Mısır’ın Cılız Tepkisi

Yahudi varlığı Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun ‘Büyük İsrail’ hayalinden ve etnik temizlik ve genişleme planlarından bahsettiği son açıklamaları, bu varlığın liderlerinin kalplerindeki ihanet, sözünde durmama ve İslam topraklarına duydukları bitmek bilmeyen açgözlülük gibi kötücül inançları bir kez daha gözler önüne serdi! Bu açıklamalar, bir dil sürçmesi değildir, aksine Siyonist siyasi ideolojide belgelerle sabit olan planların ve sahada adım adım hayata geçirilen programların somut bir yansımasıdır.

Nitekim Yahudi liderler, çevrelerindeki siyasi iklimi güvenli bulduklarında ve Arap rejimlerini ya çaresiz ya da işbirlikçi gördüklerinde, yayılmacı emellerini pervasızca dile getirmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Eğer Netanyahu, o muazzam ordusuna, o devasa halkına ve o stratejik konumuna rağmen o koskoca Mısır’ın iradesine kilit vurulmuş olduğunu ve Kahire’deki mevcut siyasi düzenin, “barış” adı verilen ihanet anlaşmaları çerçevesinde, Yahudi varlığının güvenliğini sağlamak ve onunla güvenlik-askerî işbirliğini sürdürmek üzerine inşa edildiği bilmeseydi, bu küstahça sözleri sarf edebilir miydi?

ABD Başkanı Donald Trump da daha önce “İsrail çok küçük” diyerek onu genişletmek gerektiğini söylemişti. Bu açıklamalar, ister gasıp varlığın bir yetkilisinden ister Batı’daki destekçilerinden gelsin, Yahudi varlığını sağlamlaştırmak ve nüfuzunu genişletmek amacıyla bölgenin haritasını yeniden çizmeye yönelik bütünleşik bir siyasi, güvenlik ve ekonomik projenin varlığını doğrulamaktadır.

Aslında herkesten çok Mısır’ın o sözde ulusal güvenliğini tehdit eden bu açıklamalara karşı Mısır Dışişleri’nin verdiği resmi tepki, yalnızca ‘kınama ve açıklama talep etmek’ oldu. Sanki ortada Mısır’ın egemenliğine, topraklarına ve kaynaklarına yönelik doğrudan bir tehdit yokmuş da, basit bir medya polemiği veya siyasi bir yanlış anlama varmış gibi davranıldı!! Kahire’deki işbirlikçi yönetim ne alarm durumuna geçti, ne ümmeti seferberliğe çağırdı, ne de Siyonist tehditlere karşı tek bir ciddi adım attı! Bu sessizlik ve eylemsizlik, bu rejimin ihanetinin ve acizliğinin en büyük kanıtıdır!

Aslında Mısır rejiminin bu pısırık tepkisi yeni değildir, aksine adımlarını uluslararası ve bölgesel taahhütlere göre şekillendiren bir politikanın devamıdır. Bu taahhütlerin başında ise, Mısır ordusunun hareket kabiliyetini sınırlayan ve hem Sina’nın hem de bölgenin güvenliğini ABD ve müttefiklerinin vizyonuna bağlayan Camp David Anlaşması gelmektedir. Böylece ölüm kalım meseleleri, soğuk ve ruhsuz diplomatik dosyalara dönüştürülmüştür. Bu dosyalar, bir yandan halkı afyon gibi uyuşturan, diğer yandan düşmanın yüreğine ‘endişelenme, her şey yolunda’ diye su serpen göstermelik açıklamalarla idare edilmektedir. Halbuki bu dosyaların, toprağı ve onurunu korumak için ciddi adımların atıldığı birer mücadele meydanı olması gerekirdi.

Mısır rejimi, tıpkı diğer Müslüman ülkelerdeki rejimler gibi, işgalciyle savaşmayı emreden İslam inancına göre değil de kendi sığ çıkarlarına ve uluslararası bağlantılarına göre, özellikle de Yahudi varlığının güvenliğini sağlama ve varlığını garanti altına alma kaygısına göre hareket etmektedir. Dolayısıyla verilen o cılız tepki, Yahudi varlığıyla aralarındaki o can ciğer dostluğun özüne halel getirmeden, sadece halkın gazını almaya yönelik göstermelik bir çabadan ibarettir.

Aslında bu açıklamalar ve barındırdığı tehditler ile yayılmacı projeler, Müslümanlara karşı açılmış yeni bir savaşın ilanıdır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

  وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا“Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler.” [Bakara 217] Bu gerçeğin en bariz örneği Yahudilerdir: Geçmişte verdikleri sözlerden dönmüşler, anlaşmaları bozmuşlar, Müslümanlarla savaşmışlar ve İslam Devleti’ne karşı putperestlerle iş birliği yapmışlardır. Bugün de onların torunları atalarının yolundan giderek aynı ihaneti tekrarlıyorlar. Hatta Batı’dan aldıkları destekle daha da ileri giderek, çok daha vahşi ve acımasız bir şekilde işgal, sürgün, katliam ve yurdundan etme suçlarını işliyorlar.

Yahudi varlığı, Mısır rejimi de dahil olmak üzere tüm Müslüman coğrafyasındaki rejimleri, kameralar önünde ne kadar atıp tutsalar da, kendi sınırlarının ücretli bekçileri ve güvenliğinin sigortası olarak görmektedir. Çünkü acı gerçek şu ki Mısır rejimi, yalnızca Amerika’nın kendisi için çizdiği çizgiler içinde hareket etmektedir. Bu çizgiler ise Yahudilerin güvenliğini, Müslümanların kanı ve onurunun dahi üstünde tutmaktadır.

Netanyahu’nun son açıklamaları ile Trump’ın önceki ifadeleri bir arada değerlendirildiğinde, Yahudilerin doymak bilmez iştahının sadece Kudüs, Batı Şeria ve Gazze ile sınırlı olmadığı, asıl hedeflerinin Sina, Nil ve Arap coğrafyasının bazı bölgelerini de yutmak olduğu açıkça görülür. Bu bir siyasi komplo teorisi değildir, bizzat kendi literatürlerinde yazan ve açıkladıkları kirli planlarının bir parçasıdır. Bu yüzden onlara karşı sergilenecek en ufak bir rehavet, bu karanlık emellerini gerçekleştirmeleri için onlara sonuna kadar kapı aralamak demektir. Bu açıklamalar, aslında düşmanın, sadece toprağını değil, tarihini ve dinini de yutmak için plan yaptığına dair her bir Müslümana bir mesajdır, kulağına küpe olması gereken bir uyarıdır. O yüzden artık lafı bırakıp, ihanet belgelerini korumakla değil, tek gayesi Allah yolunda cihat olan bir orduyla harekete geçme vakti gelmiştir!

Ey Mısır Kinane halkı! Yahudi liderlerin ve Batılı hamilerinin açıklamaları, niyeti gayet açık mesajlardır. Bu mesajlara verilecek cevap, kınama bildirileri veya diplomatik girişimler değil, düşmana sahada yeni bir gerçekliği dayatacak olan somut eylemlerdir.

Ey Kinane askerleri! Sahip olduğunuz güç ve ülkenizin konumu, size Allah katında çok büyük bir sorumluluk yüklüyor; sakın bu tarihi fırsatı kaçırmayın. Çünkü Yahudilerle olan bu mücadele ve savaş, bir inanç ve varoluş mücadelesidir ve tek çözümü Filistin’in tamamen özgürleştirilmesidir. Bu nedenle sizin göreviniz, bu işgalci yapıya karşı topyekûn bir savaş ilan etmek, onu bu Mübarek Topraktan söküp atmak ve ümmetin gasp edilen otoritesini geri almaktır.

وَلَيَنْصُرَنَّ اللهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ * الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ“Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. Onlar öyle kimselerdir ki, şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir.” [Hac 40-41]

Devamını oku...

Amerika, Darfur Bölgesini Ayırma Planını Hızlandırıyor, O Halde Devletin Birlik Bütünlüğünü Ölüm Kalım Meselesi Haline Getirmekten Başka Çare Yoktur!

  • Kategori Sudan
  •   |  

Amerika, Darfur Bölgesini Ayırma Planını Hızlandırıyor, O Halde Devletin Birlik Bütünlüğünü Ölüm Kalım Meselesi Haline Getirmekten Başka Çare Yoktur!

Trump yönetimi, Ocak 2025’te Beyaz Saray’a çıkar çıkmaz Sudan dosyasını gündemine aldı. Ülkedeki tüm askeri ve siyasi operasyonları bizzat komuta etti, Darfur’u koparma planını faaliyet soktu. Hatta 26 Mart 2025’te ordu Hartum’u geri aldığında, El Burhan’ın Cumhuriyet Sarayı’nda kameralar karşısına geçip “Hartum özgürlüğüne kavuşmuştur ve bu iş burada bitmiştir” demecini vermesi de bu senaryonun bir parçasıydı. Ardından askeri operasyonlar hız kazandı ve Hızlı Destek Güçleri (HDG), Sudan’ın orta bölgelerindeki El-Cezire, Sennar, Beyaz Nil ve Mavi Nil eyaletlerinden tamamen sökülüp atıldı. Bu gelişmeler sonucunda HDG, batıya doğru çekilerek gücünü Darfur’a komşu Kordofan bölgesinin bir kısmında ve bir yılı aşkın süredir kuşatma altındaki Faşer şehrinin bir bölümü hariç tüm Darfur bölgesinde yoğunlaştırdı. Ordunun Sudan’ın kuzey, orta ve doğu bölgelerini, Hızlı Destek Güçleri’nin (HDG) ise Darfur ve Kordofan’ın bir bölümünü kontrol ettiği bu fiili durum, aslında Darfur bölgesinin ayrılması yönünde atılmış somut bir adımdır. Bu bölünmüşlük, Sudan’da birbirinden ayrı iki yapının var olduğu izlenimini yaratmaktadır.

Halbuki daha önce, Hızlı Destek Güçleri’nin (HDG) en zayıf olduğu bir dönemde, Faşer’deki kuşatmayı yarmak ve HDG’yi tamamen ortadan kaldırmak amacıyla askeri birliklerin yola çıktığı duyurulmuştu. Nitekim el-Kuds el-Arabi haber sitesi de 19 Nisan 2025 tarihli haberinde şöyle diyordu: “Sahadaki son gelişmeler, orduya ve ortak güce bağlı büyük askeri birliklerin, Faşer şehrindeki kuşatmayı yarmak için ülkenin kuzeyinde bulunan Debbe şehrinden hareket ettiklerine, yine bu güçlere bağlı başka birliklerin ise Kordofan eyaletlerinde yeni bir cephe açtıklarına ve farklı bir cepheden şehre doğru ilerlerken kayda değer başarılar elde ettiklerine işaret ediyor.” Fakat beklenen olmadı; Hatta tam tersi oldu, Hızlı Destek Güçleri (HDG) Kordofan’daki etkinliğini artırdı ve hatta stratejik öneme sahip El-Ubeyd şehrini hedef alacağını duyurdu!

İşin siyasi boyutuna gelince, en tehlikeli hamle 26 Temmuz 2025’te Hızlı Destek Güçleri’nden (HDG) geldi. Güney Darfur’un başkenti Nyala’da kameraların karşısına geçerek, ülkenin parçalanmasına son çiviyi çakan ve Darfur’u ülkeden koparan bir ihanetle, kendi egemenlik konseyi, bakanları ve valileriyle paralel bir devlet kurduklarını ilan etti. Bu adıma, siyasi arenadaki ırkçı söylemleri, her gün mantar gibi türeyen bölgesel ve kabilesel milisleri ve iktidarın ırkçı kotalara bölünmesini de eklediğimizde, Sudan’ın birliğini tehdit eden ve Darfur’un ayrılmasıyla başlayan kapsamlı bir senaryonun işlediğini görürüz!

Amerika, Darfur’u Sudan’dan koparmak için, geçmişte Güney Sudan’ı ayırırken izlediği yolun aynısını takip etmektedir. Zira Amerika, bölgede İngiliz ve Avrupalı sömürgecilerin kurduğu silahlı isyancı grupların kirli mirasını devralmıştır. Bu miras, devlete karşı silahlı isyanları körüklemek, ‘mazlumiyet’ ve ‘dışlanmışlık’ söylemlerini yaymak, sosyal adaletsizlikleri ve iktidar ile servetten pay alma konusundaki bölgesel ve etnik talepleri kullanarak ayrılık için uygun bir ortam hazırlamak olarak özetlenebilir. Nitekim Güney Sudan’da da aynısını yapmışlardı: İngilizlerin ve Avrupalıların kurduğu isyancı grupların başına kendi adamları olan John Garang’ı getirmişler ve devlete karşı on yıllarca sürecek silahlı isyan başlatması için onu desteklemişlerdi! Bugün Amerika, aynı kirli oyunu Darfur’da yeniden sahneliyor. Bu sefer sahneye, gözdesi ve şımarık çocuğu olan Hızlı Destek Güçleri’ni (HDG) sürüyor. Onu Darfur’daki tüm silahlı grupların tepesine oturtarak, bölgeyi bu kez doğrudan kendi maşasıyla koparmayı planlıyor. Yani artık, bir zamanlar yine Amerika’nın adamı olan Ömer el-Beşir’e karşı İngilizlerin ve Avrupalıların kışkırttığı eski piyonları kullanmıyor.

Aslında Güney Sudan’ı daha önce ayıran da yine Amerika’ydı. Nitekim eski Başkan El Beşir, Ocak 2012’de Hartum’da düzenlediği bir basın toplantısında bu gerçeği şöyle dile getirmişti: “Sudan’ın bölünmesinin arkasındaki asıl güç, petrol çıkarlarını korumak ve ülkemizi zayıflatmak isteyen Amerika’dır.” Hatta El Beşir, 25 Kasım 2017’de Rus Sputnik ajansına verdiği demeçte daha da ileri giderek şunları söylemişti: “Elimizde, Amerika’nın Sudan’ı tam beş parçaya bölmek için çalıştığına dair istihbarat var. Amerika, son dönemdeki tek taraflı pervasızlığıyla tüm Arap dünyasını ateşe atmıştır.”

Gerçek şu ki, Amerika’nın Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme projesi, şeytani bir plana dayanmaktadır: ‘Kan Sınırları’ haritası. Bu kanlı harita, emekli General Ralph Peters tarafından, Ortadoğu’nun parçalanmasının baş mimarı olarak bilinen Yahudi istihbaratçı Bernard Lewis’in fikirleri üzerine inşa edilmiştir. Bu projenin hedefi, zaten paramparça edilmiş İslam dünyasını, daha da küçük lokmalara ayırmaktır. Projenin sahipleri, bu vahşeti, ‘fırsatçı Avrupalıların çizdiği Sykes-Picot sınırlarını düzeltiyoruz’ gibi masum bir bahanenin arkasına saklamaya çalışmaktadırlar. Ancak mevcut devletlerin içinden yeni ve güçsüz devletçikler türetmek için bu yeni haritaların bedelinin yüz binlerce masum insanın kanı akıtmak olduğunu da bizzat kendileri de itiraf etmektedirler. Bu hain plan, tüm detayları ve kanlı haritalarıyla, bizzat Amerikan Silahlı Kuvvetleri dergisinin Temmuz 2006 sayısında ifşa edilmiştir. İki ayrı hükümet kurarak Darfur’un ayrılması fikrini meşrulaştırmak amacıyla, Amerikan Barış Enstitüsü, Nisan 2024’te Kenya’nın başkenti Nairobi’de bir çalıştay düzenledi. Özellikle İngiltere ile bağlantılı sivil grupların ve savaş karşıtı siyasi güçlerin katıldığı bu çalıştayın sonunda enstitü, ‘Sudan’da iki hükümetin olması çatışmaların şiddetini azaltacağı ve müzakere sürecini hızlandıracağı” sonucuna ulaştı! (04.08. 2025 Şarku’l Avsat)

Ey Sudan halkı! Daha önce Güney Sudan’ı parçalayan Amerika, şimdi de Darfur’u koparmak için aynı senaryoyla geri döndü. Eğer bu ihanet karşısında da Güney Sudan’da sergilediğiniz aynı aciz ve teslimiyetçi tavrı sergilerseniz, Amerika’nın Sudan’ı beş parçaya bölme ve bu yeni sınırları sizin ve evlatlarınızın kanıyla çizme planının gerçekleşmesi mukadderdir. Bu ise, hem bu dünyada hem de ahirette apaçık bir kayıp ve hüsran demektir.

Şunu iyi biliniz ki, her milletin ve halkın ölüm kalım meselesi olarak gördüğü ve ona göre tavır aldığı hayati meseleleri vardır. Sizler, ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah’ kelime-i şehadetini getiren Müslüman Sudan halkısınız. Sizin bu ölüm kalım meselenizin ne olduğunu bizzat İslam akidesi belirlemiştir ve bu meseleler karşısında size tek bir seçenek sunmuştur: Ya bu davanın sancağı altında izzetle yaşarsınız ya da bu dava uğrunda şehadete yürürsünüz! İşte ümmetin vahdeti ve devletin bütünlüğü de ölüm kalım meselelerinden biridir. İslam hem bu ölüm kalım meselesini hem de ona karşı nasıl bir duruş sergileneceğini açıkça belirlemiştir.

Bu meselenin en net tezahürlerini, iki kritik meselede görmekteyiz: Birincisi, birden fazla halifenin varlığı meselesi, ikincisi ise bâğîler meselesidir. Abdullah bin Amr bin el-Âs’dan rivayet edildiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ بَايَعَ إِمَاماً فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنْ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الْآخَرِ“Kim ki bir imama biat eder, eliyle musafaha ederek kalbinin sevgisini verirse gücü yettiği kadar itaat etsin. Eğer başka birisi gelip o imamla (yönetimi ele geçirmek için) mücadele ederse sonra çıkanın boynunu vurun.” Ebu Said el-Hudri’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إذا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ، فاقْتُلُوا الآخِرَ منهما“İki Halifeye biat edildiği zaman, onlardan sonuncusunu öldürün.” Dolayısıyla Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, birden fazla halifenin varlığını yasaklayarak devletin birlik ve bütünlüğünü ölüm kalım meselesi haline getirmiş, Hilafetin yani devletin birliğini bozarak ikinci bir halifelik iddiasında bulunan kişinin ya öldürülmesini ya da bu eyleminden vazgeçmesini emretmiştir. Arface’den rivayet edildiğine göre “Ben, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim:

مَنْ أَتَاكُمْ وَأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ عَلَى رَجُلٍ وَاحِدٍ يُرِيدُ أَنْ يَشُقَّ عَصَاكُمْ أَوْ يُفَرِّقَ جَمَاعَتَكُمْ فَاقْتُلُوهُ“Siz yönetim işinde bir adam üzerinde birleşmiş iken, birisi gelip sizin asanızı kırmak ya da cemaatinizi parçalamak isterse onu öldürün.” Dolayısıyla Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Müslümanların birliğini bölmeye yönelik her türlü girişimi yasaklayarak ve bunu yapmaya yeltenen kişinin ya bu fitneden vazgeçinceye ya da öldürülünceye kadar savaşılmasını emrederek, ümmetin ve devletin bütünlüğünü ölüm kalım meselesi haline getirmiştir.

Bâğilerin durumuna gelince, Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَإِنْ طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا فَإِنْ بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ فَإِنْ فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ“Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.” [Hucurat 9-10] Zira Müslümanlara imamlığı sabit olan, yani Müslümanlara halife olduğu sabit olan kimseye karşı isyan etmek haramdır. Çünkü böyle bir isyan, Müslümanların birliğini parçalamak, kanlarının dökülmesine ve mallarının heba olmasına yol açmak demektir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu konudaki uyarısı son derece nettir:

مَنْ خَرَجَ عَلَى أُمَّتِي وَهُمْ جَمِيعٌ فَاقْتُلُوهُ كَائِناً مَنْ كَانَ“Kim, birlik içinde olan bu ümmetin içinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa olsun kılıçla boynunu vurun.” İmama karşı başkaldıran bu kişiler, İslam hukukunda bâğî olarak kabul edilir. Önce tövbe etmeleri istenir ve (isyanlarına gerekçe gösterdikleri) şüpheleri çürütülür. Eğer isyanlarında ısrar ederlerse, o zaman onlarla savaşılır.

İşte, birden fazla devletin varlığını, devlete isyan etmeyi ve ümmetin birliğini parçalamayı yasaklamak suretiyle, devletin ve ümmetin bütünlüğü ölüm kalım meselesi haline getirilmiştir. Zira Yüce Kanun Koyucu (Allah), bu meseleler karşısında takınılacak tavrı bir ‘ölüm kalım’ meselesi olarak belirlemiştir. Böyle bir fiile kalkışan kimse ya pişman olup geri adım atar yahut da ölümle cezalandırılır. Tarih boyunca Müslümanlar, bu ilahi emri harfiyen uygulamış, bunu en hayati ve en tehlikeli mesele olarak görmüş ve kim olduğuna bakmaksızın hiç kimseye bu konuda taviz vermemişlerdir. İşte bu, Yüce Allah’ın kesin hükmüdür. O halde, içinizdeki münafıklara ve hain işbirlikçilere engel olun ve Amerika’nın Darfur’u koparma planını boşa çıkarın. Bunu yapın ki, sizi yaratan ve rızkınızı veren Rabbinizin rızasını kazanasınız, evlatlarınızın kanının dökülmesini önleyesiniz ve ülkenizin parçalanmasına dur diyesiniz!

Ey Sudan halkı! Şu an, tarihinizin en keskin dönemeçlerinden birindesiniz! Haydi bu alçakça komployu başlarına geçirmek için tek bir yürek olun. Unutmayın, eğer Allah’tan yardım ister ve hakkıyla O’na tevekkül ederseniz, o zaman sizin başaramayacağınız hiçbir şey yoktur. Ordunun içindeki güç ve kuvvet ehli samimi evlatlarınıza seslenin ve onlardan, kâfir Batı’nın uşağı olan hain işbirlikçilerin ve münafıkların gasp ettiği iktidarınızı size iade etmelerini isteyin. Bu hedefe ulaşmanın tek yolu ise güç ve kuvvet ehlinin, kâfir Batı’nın tüm oyunlarını, planlarını, metotlarını ve piyonlarını çok iyi bilen ve İslam’ı mükemmel bir hayat nizamı olarak sunan Hizb-ut Tahrir’e nusret vermesidir. O halde ey Müslümanlar! Hem Allah’a itaat etmek hem de dünya ve ahiret iyiliğine kavuşmak için harekete geçin! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Enes el-Şerif ve Meslektaşlarının Vefat Duyurusu

10 Ağustos 2025 Pazar akşamı Gazze’de, Şifa Hastanesi önündeki küçük bir basın çadırı Yahudi varlığının doğrudan saldırısına hedef oldu. Saldırıda, Gazze’de aralıksız süren soykırımı dünyaya duyurmaya çalışan beş gazeteci şehit oldu. Şehit olan gazeteciler arasında muhabirler Enes Al-Şerif ve Muhammed Kureyka ile kameramanlar İbrahim Zahir, Mümin Alive ve Muhammed Nevfel de bulunuyor. Allah Subhânehu ve Teâlâ onları Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte haşreylesin. Bunlar ne güzel dostturlar.

Filistin halkı, özellikle Gazze, başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin himayesindeki Siyonist varlığın acımasız saldırılarına maruz kalmaya devam ediyor. Canları, evleri, onurları ve kutsalları pervasızca ihlal ediliyor. Görevi yaşanan bu vahşete tanıklık edip dünyaya duyurmak olan gazeteciler, sistematik bir şekilde hedef alınıyor. El-Cezire’ye göre, bugüne dek yaklaşık 270 gazeteci ve medya çalışanı, uluslararası hukuku, temel ahlakı ve en temel insani değerleri hiçe sayan Siyonist varlık tarafından kasten öldürülmüştür.

Bu suçların bir numaralı sorumlusu, o ‘sözde’ uluslararası toplumdur. Timsah gözyaşları dökerek yayımladıkları göstermelik kınama mesajları, aslında bu zulmü durdurabilecek olan devletlerin suç ortaklığını asla aklayamaz. Sydney’den Tokyo’ya, Londra’ya kadar milyonlar sokaklara dökülürken, bu ikiyüzlü hükümetler Yahudi varlığına karşı somut adımlar atmaktan kaçınıyor. Orduları bu katliamları sona erdirme kabiliyetine sahip olan komşu Müslüman ülkeler ise hala suskun.

Gazze’de yaşanan katliam, kelimenin tam anlamıyla bir yüzüstü bırakılmışlığın simgesidir. Hatta ihanet kelimesi bile bu kahredici durumu anlatmaya yetmiyor. Birleşmiş Milletler ve dünya başkentlerinden art arda gelen kınama mesajları, aslında işlenen suça ortak olmaktan başka bir anlam taşımıyor. Çünkü bu riyakâr devletlerin hepsi, bir yandan kınama mesajı yayımlarken diğer yandan Siyonist yapıya aralıksız bir şekilde askeri, siyasi ve ekonomik destek pompalamaya devam ediyor. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği Raşidi Hilafet ancak bu cani varlığın suçlarını durdurulabilir.

ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra da sustu” [Ahmed]

Gazze’yi ve tüm mazlum İslam beldelerini koruyabilecek tek siyasi ve askeri yapı, Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulmasıdır. Bu yüzden ümmet, orduların elini kolunu bağlayan hain yöneticilerin devrilmesini talep etmelidir. Orduların üzerine düşen görev ise, mevcut saflarını terk ederek Gazze için harekete geçmek ve en başta Hizb-ut Tahrir olmak üzere, Hilafet için samimiyetle çalışanlara aktif destek ve nusret vermektir.

Bu sorumluluk, mazlumlara yardım etmek ve İslâm’ın mukaddesatını savunmak isteyen her Müslümanın vicdanındaki yükü hafifletecektir. Bu ise izlenecek en net ve belirleyici yoldur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER