Salı, 24 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Heyeti, Sudan Adalet Partisi Genel Başkanı ile Görüştü

Hizb-ut Tahrir Sudan Vilayeti’nden bir heyet, partinin “Darfur’un ayrılma planını boşa çıkarma” kampanyası kapsamında Adalet Partisi Genel Başkanı et-Ticani Abdülvahab ile bir görüşme yaptı. 5 Eylül 2025 Cuma günü el-Ubeyd şehrinde gerçekleşen ziyarette, Hizb-ut Tahrir heyetine encümen üyesi en-Nezir Muhammed Hüseyin başkanlık etti. Heyette Mühendis Banqa Hamid ve İsamuddin Abdülkadir de yer aldı.

Görüşmenin başında heyet Başkanı en-Nezir bir konuşma yaparak şu hususların altını çizdi: “Ümmetin ve devletin varlığının birliği, İslam’ın emrettiği üzere, bir ölüm kalım meselesidir ve bu konuda en kati tedbirler alınır. Bu husustaki şer’i deliller Kur’an ve Sünnet’te mevcuttur. Amerika’nın Sudan’ı beş küçük devletçiğe bölme niyetinde olduğu ve Güney’in ayrılmasında muvaffak olduğu malumdur. Halihazırda, aynı araçlarla Darfur’u ayırma çabasındadır. Bu maksatla, şımarık çocuğu Hızlı Destek Kuvvetleri’ni Darfur’un en güçlü silahlı unsuru haline getirdi. Böylelikle Darfur’u daha önce yaptığı gibi Avrupalıların adamlarıyla değil, bizzat kendi adamlarının eliyle ayırmak istenmektedir. Geçmişte ajanı John Garang ve hareketini isyancı grupların başına getirerek Güney Sudan’ı ayırmıştı.” Amerika, bu planı uygulamak için önce gücün ve zenginliğin bölgesel ve ırksal temelde paylaşılması fikrini, ardından da ‘merkez-çevre çatışması’ söylemini kullandı. Sonra Hızlı Destek Kuvvetleri’ni Sudan’ın merkezinden ve başkentten çekerek Darfur’a yığdı. En sonunda da Nyala’da kendi kontrolünde paralel bir hükümet kurdurdu. Tüm bu faaliyetler, söz konusu art niyetli sinsi planın varlığını gözler önüne sermektedir. Bu itibarla, Hizb-ut Tahrir’in başlattığı kampanya, bu planı deşifre etmek ve toplumun öncü güçleri ve ümmetle birlikte hareket ederek planı akamete uğratmak amacını gütmektedir. Zât-ı âlinize gerçekleştirdiğimiz bu ziyaret de, mezkûr çabalarımızın bir parçasıdır.

Adalet Partisi Genel Başkanı et-Ticani ise şunları söyledi: “Bu ziyareti gerçekleştirerek beni de bu büyük çalışmaya dahil ettiğiniz için çok mutluyum. Sizler her zaman ümmetin ve bu ülkenin derdiyle dertleniyorsunuz. Arkasında sömürgeci ülkelerin olduğu bu planı akamete uğratma mücadelesinde ben de varım. Olayları yakından takip eden biri olarak, bu savaşın patlak vereceğini zaten öngörmüştüm.”

Görüşmenin sonunda, gösterdiği nazik misafirperverlik ve samimi ev sahipliği nedeniyle kendisine teşekkürlerimizi ilettik.

Devamını oku...

Tunus Vilayeti: Basın Toplantısı; “Hizb-ut Tahrir, İktidar ve Muhalefeti Anlaşmaya Çağırıyor”

  • Kategori Tunus
  •   |  

Tunus Vilayeti: Basın Toplantısı;

“Hizb-ut Tahrir, İktidar ve Muhalefeti Anlaşmaya Çağırıyor”

Hizb ut-Tahrir / Tunus Vilayeti, şu başlık altında bir basın toplantısı düzenliyor:

“Hizb-ut Tahrir, İktidar ve Muhalefeti Anlaşmaya Çağırıyor”

09/09/2025 Salı günü, Medine saatiyle 12:30'da El-Vakiye Kanalı'nda canlı yayınlanacak.

17 Rabi'ul Evvel 1447, 09 Eylül 2025


TUNIS

2025 09 09 TNS Panel

İlgili Linkler:

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Resmi Websitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Resmi Sitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Facebook Sayfası

Devamını oku...

Platformlar: Yahudi Varlığının Gerçekleri Tahrif Etmek İçin Kullandığı Yeni Bir Silah

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Platformlar: Yahudi Varlığının Gerçekleri Tahrif Etmek İçin Kullandığı Yeni Bir Silah

Haber:

Drop Site News web sitesi, Google'ın Yahudi varlığının Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ofisiyle 45 milyon Dolarlık bir anlaşma imzaladığını ve bu anlaşma kapsamında Tel Aviv'in anlatısının propagandasını yapmak ve Yahudi varlığının, modern çağın en uzun ve en şiddetli insani trajedilerinden biri olan Gazze Şeridi'nde 700 gün boyunca Filistinlilere karşı işlediği suçları örtbas etmek için çalışacağını ortaya çıkardı.

Droop Site News geçen Çarşamba günü, “Google'ın, Netanyahu ile altı aylık ve 45 milyon Dolarlık bir sözleşme kapsamında, “İsrail” hükümetinin mesajlarının propagandasını yapmaya ve Gazze'deki insani krizi önemsiz göstermeye katkı sağlayacağını” ifade etti.

Yorum:

Google gibi büyük bir kapitalist şirketin, kutsal toprakları işgal eden ve masum çocukları öldüren bir varlığın başbakanıyla, büyük bir miktar para karşılığında bir anlaşma imzalaması hiç şaşırtıcı değildir.Zira bu tür şirketler, tüm insani değerleri hiçe sayarak sadece kâr ve büyük miktarda para kazanmakla ilgilenmektedir.

Google bu anlaşmayı imzalayarak, bu varlığı desteklemekte ve silahsız sivillere, kadınlara ve masum çocuklara karşı işlediği iğrenç suçlar ve soykırımdan sıyrılmasına destek ve yardımcı olmaktadır; zira anlaşma, bu suçlu varlığın anlatılarının propagandasını yapmakta ve onu “teröristlerin” saldırılarına karşı mağdur ve kendisini savunan bir konuma yerleştirmektedir.

Bu şirketin yaptıkları, kapitalist sistemin düşmanlarıyla savaşmak için nasıl da tüm mekanizmalarını ve araçlarını silah olarak kullandığını ortaya koymaktadır.Elektronik medya araçları, kamuoyunun yönlendirilmesine ve siyasi kararlara baskı yapılmasında büyük bir etkiye sahiptir;zira bu, kamuoyunun gündemine girdikten veya takipçilerin desteğini ve onayını aldıktan sonra sonuçları değişen birçok olay ve vakada açıkça görülmüştür.

Nitekim onun dünyanın en prestijli şirketlerinden biri olması ve milyonlarca kişi tarafından kullanılmasından dolayı, bu varlık onu bir “medya” silahı olarak kullanmaya çalışmakta olup bu da gazetecilerin ve elektronik iletişim kullanıcılarının, gerçekleri ve Gazze'nin kuşatma altına alınmasının ve yardım almaya çalışanlar için bir tuzağa dönüşen yardımların engellenmesinin ardından Gazze'deki masum insanların bombalarla, füzelerle veya açlıkla öldürüldüğü bir imha savaşında meydana gelenleri aktarmak için gösterdikleri tüm dürüst çabaları boşa çıkarmak içindir.

Bu insanların kendilerini mağdur kılığında göstermek için gerçekleri silmeye ve çarpıtmaya çalışması, insanları kontrol eden küresel sistemin iğrençliğini yansıtmaktadır;bu sistem ise suçluları ve katilleri destekleyen ve onları desteklemek ve arkalarında durmak için her türlü araçları ve mekanizmaları kullanan bir sistemdir; zira dünyayı kontrol eden Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın Netanyahu'nun politikasını desteklediği ve onun Gazze halkına karşı yürüttüğü yok etme savaşını “teröristlere karşı bir savaş” olarak gördüğü, dahası sosyal medya araçları yoluyla aktarılan haberler ve videoların ortaya koyduğu gibi yardım almaya çalışan masum insanların öldürülmesine bile katkıda bulunduğu hiç kimse için bir sır değildir.

Bu anlaşma, işgalcinin, onun avenelerinin ve destekçilerinin, gerçekleri çarpıtmak ve özellikle Yahudi varlığının eylemlerini kınayan ve bu savaşın durması çağrısında bulunan Batılı halkların tepkilerini azaltmak için kullanmaya çalıştıkları başka bir silahtır.

Bu anlaşma uyarınca şirket, Gazze Şeridi'nde yemek hazırlayan insanları gösteren bir reklam yayınladı ve bu sahnelere yönelik yorum ise yiyecek var ve bunun dışında söylenen her şey yalan şeklindeydi!

Bu habis varlık, Google ile de sınırlı kalmamış, aksine Amerikalı influencer'ları da kapsamına almış olmasının yanı sıra Google, YouTube, X, Meta ve diğer platformlar tarafından finanse edilen reklamlara büyük harcamalar yapmıştır.

Ayrıca Drop Site'nin araştırmasına göre Yahudi varlığının hükümeti, X platformuyla başka bir reklam sözleşmesi için 3 milyon Dolar harcamış ve Fransız reklam şirketi Outbrain Teads'a yaklaşık 2,1 milyon Dolar ödemiştir.

Bu, varlığın gerçekleri inkar ve tahrif etmek için başlattığı bir kampanya olup varlık bu gerçekleri “hasbara” olarak nitelendirmektedir; hasbara İbranice bir kelime olup, genel ilişkiler ile propagandanın arasını birleştirmek anlamına gelmekte olup açlığın varlığını inkar etmeyi hedeflemektedir. 

Bu varlık, medyayı ve platformları bir başka savaş silahı olarak kullanmaktadır ki bunu, dünyanın onun iğrenç eylemlerine bakışını değiştirmek ve hakkında propagandası yapılan şeylerden beri olduğunu ortaya koymak için yapmaktadır... Ancak artık maske düşmüştür.

Küfür milletinin Gazze halkına karşı savaşlarında güçlerini birleştirip birbirlerini desteklediklerini gözlemlerken İslam ümmetinin kılını dahi kıpırdatmadan donuk bir şekilde durması ve evlatlarını, bu hayati savaşa katılmaya sevk etmemesi acı vericidir!!

Ey Allah’ın en hayırlı ümmet olarak ortaya çıkardığı insanlar, bu aşağılanma ve donukluk daha ne zamana kadar sürecek?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Zinet es-Sâmit

Devamını oku...

Evet, Siz Gazze’desiniz ve Gazze Yok Ediliyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Evet, Siz Gazze’desiniz ve Gazze Yok Ediliyor!

Haber:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mevlid-i Nebi Haftası açılış programında açıklamalarda bulundu. Konuşmasının büyük bölümünü Gazze’ye ayıran Erdoğan, “İsrail” Başbakanı Netanyahu’ya çok sert eleştiriler yöneltti.

“Dünyada nerede bir Müslüman varsa, gönlümüz, aklımız oradadır” diyen Erdoğan, “Onun için şu anda Gazze’deyiz. Şu anda Filistin’de olan, bu Netanyahu denilen gaddarın, kâfirin o kıyamına asla seyirci kalamayız” ifadelerini kullandı. (03.09.2025 – NTV)

Yorum:

Gazze’de 23 aydır devam eden işgal ve soykırım, halkı kasıp kavuran açlık silahının yanı sıra “robot bombalar” denilen yeni katliam şekillerinin denenmesiyle zirveye çıkmışken; Gazze’yi yüzüstü bıraktıkları için halklarının öfkesiyle yüzleşen İslam beldeleri yönetimlerinin istismar ve ikiyüzlü siyasetleri de zirvelerin zirvesine çıktı.

Müslümanlık şöyle dursun, insanlık duygularını dahi yitirmiş olan bu yöneticiler, “İsrail’le” açık ve örtülü ilişkilerini kesintisiz sürdürürken diğer taraftan Gazze’ye yardım ettiklerini söyleyecek kadar ileri gidebiliyorlar. Pişkinlik öyle bir hal aldı ki; Refah Kapısı’nı kapalı tutarak Gazze’yi açlığa ve ölüme mahkûm eden Mısır ile Yahudi ordusunun meyve-sebze ihtiyacını karşılamada ilk sırada olan Ürdün gibi rejimler, Gazze’ye yardım etmekle övünüyorlar.

Ve işte Cumhurbaşkanı Erdoğan, karşısındaki sözde âlim ve hocaların alkışları eşliğinde, “Şu anda Gazze’deyiz” diyerek Türkiye’nin el altından Gazze’ye yardım ettiği imasında bulunuyor. Ne Allah’tan korkuyorlar ne de ümmetten utanıyorlar.

Filistinli gazeteci Muhammed Ebu Taqiya, böylesi büyük bir mezalimin bile siyasi istismar malzemesi yapılmasına dayanamayarak Erdoğan’a “Allah için yeter!” dedi ve şu satırları yazdı:

“Evet, Gazze’desiniz! Onun için videolarda gördüğümüz gibi Gazze’deki mücahitler, en gelişmiş ve en etkili silahlarla savaşmaktadır!

Evet, siz Gazze’desiniz… Bu yüzden dünyanın özgür insanları, on binlerce kilometre uzaktan, Batı’dan deniz yoluyla Gazze’ye ulaşmak zorunda kalıyorlar; oysa Gazze, sizin denizlerinizden sadece 11 saat uzaklıktadır!

Gazze’de hiçbir şehir, canlı yayında ve gözlerinizin önünde yerle bir edilmemiştir! Çünkü siz varsınız orada. Gazze’de 19 bin çocuk, canlı yayında vahşice öldürülmemiştir! Siz Gazze’de olduğunuz için kimse bunu yapamamıştır! Gazze’de 10 bin kadın, canlı yayında acımasızca yok edilmemiştir! Asla, siz varken bunu yapan olamaz!

Gazze’de tıbbi malzeme ve ilaç eksikliği %80 oranında değildir! Siz götürmektesiniz her şeyi! Gazze’de 48 bin çocuk yetim bırakılmamıştır! Dünyanın gözü önünde! Gazze’deki hastaneler, en kritik operasyonları gerçekleştirmekte ve sağlık hizmetlerini en iyi şekilde sunmaktadır! Varlığınızla bunlar yapılır tabi ki!

Gazze’de yüzlerce çocuk ve yetişkin açlıktan ölmemiştir! Ölemez! Yüzlerce kişi de bir ekmek parçası almak için hayatından edilmemiştir! Çünkü siz Gazzelisiniz!

Ve siz demediniz mi ki “Mescid-i Aksa bizim için kırmızı çizgidir”? İşte bu yüzden son günlerde işgal güçleri, Siyonist gruplar ve bakanlar, Aksa’yı en kalabalık şekilde basamadılar!

Artık lütfen, Gazze’de değil, vicdanınızda bile karşılığı olmayan bu tür söylemlerden vazgeçin! Vazgeçin ki size karşı kalan saygı ve sevgi de yok olmasın! “Yapamadım, zamanında büyük konuştum. Gelin, elimi tutun bu utancı hep birlikte silelim” demekten size zarar gelmez. Allah için yeter!”

Bu satırlara şunları da ekleyelim:

Evet, Gazze’desiniz… Petrolünüzle, çeliğinizle, ticaret gemilerinizle, bilinir bilinmez nice ürünlerinizle Gazze’desiniz.

7 Ekim’i “terör saldırısı” olarak tanımlayan, mücahitlerin silah bırakarak teslim olmasını isteyen, ordusu ve egemenliği olmayan hayali bir Filistin devletçiği karşılığında Gazze’nin yönetimini hain Mahmud Abbas ekibine bırakmayı öngören New York Deklarasyonu’ndaki imzanızla Gazze’desiniz.

Suriye yönetimi ile “İsrail’i” normalleştirmek, böylece Suriyeli Müslümanların Yahudilerle cihadını engellemek için Azerbaycan’daki arabuluculuk rolünüzle Gazze’desiniz.

Evet, Gazze’desiniz… Ve Gazze, siz varken yok ediliyor.

Geriye, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in, haddi aşmakta sınır tanımayanlar için buyurduğu şu sözü kalıyor:

إِنَّ مِمَّا أَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ الأُولَى: إِذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ

“İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap!” (Buhârî, Edeb, 78)

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhammed Emin Yıldırım

Devamını oku...

Yahudi Varlığı, Hiçbir Hesap Verme veya Denetim Olmaksızın Müslümanların Kanını Döküyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudi Varlığı, Hiçbir Hesap Verme veya Denetim Olmaksızın Müslümanların Kanını Döküyor

Haber:

Pazar günü işgal güçleri Gazze Şehrinde yerinden edilmiş kişilerin barındığı yerleri ve yerleşim yerlerini bombaladı ve bu saldırı sonucunda şehitler oldu; işgal güçleri daha fazla konut kulesini yıkmakla tehdit etti ve ayrıca şehir sakinlerine Gazze Şeridinin güneyine hızla taşınmaları konusunda uyarıda bulundu.

Tıbbi kaynaklar, bugün şafak vakti itibarıyla Gazze Şeridi'ne düzenlenen Yahudi varlığının saldırılarında, çoğu Gazze Şehri'nde olmak üzere, altı çocuk dahil 21 kişinin şehit olduğunu bildirdi. (El Cezire Net, 7/9/2025)

Yorum:

Öldürme, açlık, yıkım ve yerinden edilme bugün Gazze'de zirveye ulaşmıştır. Yahudi varlığı bir yandan bunları yapıyor, diğer yandan da açık bir şekilde hesap vermeyeceğini, dahası başta Yahudi varlığını siyasi ve askeri olarak sınırsız bir şekilde destekleyen ABD olmak üzere varlığının Arap ve Batı tarafından eşi görülmemiş bir şekilde desteklendiğini açıklıyor.

Bu eylemler anlık olarak ortaya çıkmış gibi görünse de aslında bu, Yahudi varlığının başkanı Netanyahu'nun hiç utanıp korkmadan ve kimseye hesap vermeden aleni bir şekilde açıkladığı gibi yıllardır İsra ve Miraç topraklarını Yahudileştirmek, halkını buradan tehcir etmek ve daha sonra da Müslüman ülkelerden geniş bir alanı kapsayacak şekilde genişletmek için yürütülen planlardan başka bir şey değildir.Yahudi varlığı tarafından gerçekleştirilen bu eylemler, varlıklarının ve Batı dünyasının çıkarlarına hizmet etmektedir ki bu hiç şaşırtıcı bir şey değildir; ancak şaşırtıcı olan, birçok Müslümanın bu duruma alışmış ya da Gazze'de olanları takip etmekten yorulmuş gibi görünmesidir; zira bazıları gözlerini kapatırken diğer bazıları ise Filistin'deki halkımızın kurtuluşunun, onlar için dua etmekten ya da Yahudi varlığının mübarek Filistin'deki Müslümanların kanını akıtmasını engellemeyen ve engelleyemeyecek olan gösterilere, protestolara ve diğer eylemlere katılmaktan geçtiğine inanacak kadar ilgisiz kalmaktadır.

Müslümanların başındaki yöneticilere gelince; onlar Yahudi varlığının ilk savunma hattı oldukları gibi onların elleri de, tıpkı öldüren, aç bırakan, yerinden eden ve tehcir eden işgalci varlığın elleri gibi Filistin halkının tertemiz kanına bulanmıştır. Bugünkü Müslümanların başındaki yöneticiler, Müslümanların bir tek kelimeyle bile olsa kardeşlerine destek vermelerini engelleme konusunda bizzat kafirlerinden daha çok isteklidirler; böylece onlar, sözleri ve talepleri kendileri için Allah Azze ve Celle'nin kelamından daha kutsal hale gelen efendileri Trump'ı memnun etmek için çabalıyorlar!

En büyük felaket ise, Müslüman ordularının yüzüstü bırakmasıdır; zira gözlerinin önünde bulunan Filistin halkını desteklemeye muktedir olan ağır silahlara sahip sadece bu ordulardır ancak onlar hiçbir şey yapmıyorlar! La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.

Savaş iki yıldır merhametsizce ve acımasızca sürmekte olup Birleşmiş Milletler veya Güvenlik Konseyi gibi uluslararası kurumlara başvurmak, sözde insan hakları örgütlerine çağrıda bulunmak veya protestolara ve gösterilere katılmak gibi çağrıda bulunulan her çözüm, yani tüm bu eylem ve çağrılar, bu ölüm makinesini durduramamış veya Filistin'deki halkımızın acısını hafifletememiştir.

Nitekim iki yıldır Müslümanlar tüm bu yolları ve yöntemleri denediler ancak ümmetin durumu kötüleşmeye ve Gazze'deki halkımız büyük acılar çekmeye devam ediyor. Gazze ve Müslüman dünyasının geri kalanında yaşananlara çare olacak çözümler olarak İslam’ın çözümlerini sırtımızın arkasına atarak daha ne zamana kadar hayali çözümlerin arkasında solumaya devam edeceğiz? Oysa bizim kurtuluşumuz, yaratılanların efendisi Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in haber verdiği gibi başında arkasında savaşılan ve kendisiyle korunulan bir İmamın olduğu Hilafet Devleti'dir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdulazim Haşlemun

Devamını oku...

تَحْسَبُهُمْ جَمِيعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتَّى “Sen Onları Derli Toplu Sanırsın, Halbuki Kalpleri Darmadağınıktır” [Haşr 14]

  • Kategori Makaleler
  •   |  

تَحْسَبُهُمْ جَمِيعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتَّى

“Sen Onları Derli Toplu Sanırsın, Halbuki Kalpleri Darmadağınıktır”

[Haşr 14]

Trump ile Avrupalı liderler arasında yakın zamanda gerçekleşen toplantı, Batı medeniyetinin özünü kemiren derin parçalanmayı apaçık bir şekilde yansıtan aynadan başka bir şey değildir. Özgürlük ve adalet gibi değerlerle övünen Batı, bu tür toplantılarda liderlerinin kaprislerine kapılmış ve dar çıkarlarla çatışan parçalanmış bir varlık olarak ortaya çıkmaktadır.Bu toplantı, Amerika'nın hegemonya peşinde koşan kibirli eğilimini açıkça ortaya koymaktadır; zira Washington tek karar verici olarak iradesini dayatırken, Avrupalılar ise inisiyatif alma gücü olmadan emirler alan itaatkâr tâbi konuma terk edilmiştir.

Bu dağılma anlık bir durum değildir, aksine ulusal çıkarların çatıştığı ve birliklerinin kırılganlığını ortaya çıkaran Batı ilişkilerinin temel bir özelliğidir. Nitekim Trump'ın kibirli üslubu ve Avrupalı ​​liderlerle kurduğu dikey ilişki, ortak bir vizyonun yokluğunun ve Batı'nın kendi iç çatışmalarının ve liderlerinin bencilliğinin rehinesi olduğunun açık bir kanıtıdır.

Tabloyu daha da netleştiren şey, onların politikalarını karakterize eden ahlaki kopuştur.“Barış” ve “güvenlik garantilerinden” bahsedilmesi ise, savaşların ve çatışmaların çıkarları gerçekleştirmek için bir araç olarak kullanıldığı gerçeğini gizleyen ince bir maskeden başka bir şey değildir.Bunun en açık şahidi, Batı'nın ikiyüzlülüğünü açığa çıkaran Gazze'deki kardeşlerimizin -Allah onların zaferini hızlandırsın ve sıkıntılarını gidersin- yaşadığı trajedidir.Savaşı bir an önce sona erdirmeye odaklanan Trump, halkları korumayı hedeflemiyor, aksine Amerika'nın ekonomik yükünü hafifletmeyi ve seçim imajını parlatmayı hedefliyor.Avrupa'nın Ukrayna'ya verdiği açık destek, ahlaki ilkelere olan bağlılığından değil, enerji, ekonomik ve askeri düzeydeki güvenlik endişelerinden kaynaklanmaktadır.

Zelenski'nin toprak takası müzakerelerine hazır olması ve Kremlin'in ikili görüşmeyi kabul etme olasılığı, insani konuları yöneten tamamen çıkarcı bir mantığı ortaya koymaktadır.Topraklar ve halklara, pazardaki bir meta gibi muamele edilirken, Batı'nın (özgürlük, adalet, insan hakları) gibi övünüp durduğu değerler hani nerede?Bu yaklaşım, krizleri ve halkları kendi nüfuzunu ve hegemonyasını güçlendirmek için istismar eden sömürgeci ruhun bir uzantısından başka bir şey değildir.

Bu parçalanmaya rağmen Batı, İslam'a karşı düşmanlığında ortak bir zemin bularak geçici olarak saflarını birleştiriyor.Zira kriz zamanlarında, doğrudan savaşlar veya medya ve ekonomik kampanyalarla İslam ümmetini hedef almaya yönelik bir ittifak söz konusudur.Ancak Batı, çıkarları çatışır çatışmaz, çelişkileri ortaya çıkmakta ve birlik vehimleri çökmektedir.Bu çelişki, Batı'nın milletleri birleştiren akidevi ve ahlaki temellerden yoksun olduğu için gerçek bir medeniyet modeli sunamadığını teyit etmektedir.

Taşıdığı tüm sonuçlarıyla bu toplantı, Batı'nın şu gerçekliğini ortaya koymaktadır: kalplerin paramparça olması, çatışan çıkarlar ve savunduğunu iddia ettiği değerlerden kopuş. Tıpkı Allah Subhanehu ve Teala’nın şöyle buyurduğu gibi: تَحْسَبُهُمْ جَمِيعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتَّىSen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır.” [Haşr 14]Onları birleştiren şey İslam düşmanlığı ve faydacılık, onları parçalayan şey ise bencillikleri ve kontrol çatışmasıdır.Bu parçalanmaya karşılık İslam ümmeti, Raşidi Hilafet devletini yeniden ihya etmeye çağırılmaktadır; Allah'ın izniyle Raşidi devleti, adaletin ve onurun meşalesi olacak, dağınık olan Müslümanları birleştirecek ve akidevi gücü ve vahdeti sayesinde Batı'yı geride bırakacaktır.Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin geri dönüşü sırf bir hayal değildir, aksine Müslümanların düşmanlarının üzerine egemen olacakları ve insanlığa adalet ve merhametin nurunu geri getirecekleri ilahi bir vaattir; böylece tüm dünya, medeniyete liderlik etmeye, insanlığı faydacılık ve parçalanmanın karanlıklarından kurtarmaya muktedir olanın sadece İslam olduğuna tanıklık edecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Hatice Salih

Devamını oku...

ABD Stratejisi ve İki Devletli Çözüm

Soru Cevap

ABD Stratejisi ve İki Devletli Çözüm

Soru:

Amerika’nın, Yahudi varlığını İslam coğrafyasının kalbine yerleştirme stratejisinin, tarihsel süreçte büyük ölçüde iki devletli çözüm paradigması üzerine kurulu olduğunu biliyoruz... Ancak Trump döneminde söz konusu stratejiden ya kısmen geri adım atıldığı ya da ya da en iyi ihtimalle rafa kaldırıldığı görülmüş, bu da iki devletli çözümü sorgulanır hale getirmiştir... Örneğin, Trump “Haritaya, Ortadoğu haritasına baktığınızda, İsrail’in bu dev toprak kütlelerine kıyasla küçücük bir nokta olduğunu görürsünüz. O zaman kendi kendime daha fazlasını elde etmenin bir yolu olup olmadığını sordum. Zira gerçekten çok küçük.” açıklamasında bulunmuştur... (19.08.2023 Sky news) Peki tüm bunlar, Amerika’nın iki devletli çözüm projesinin tamamen öldüğü ve artık hükmünü yitirdiği anlamına mı geliyor yoksa hâlâ bir şekilde masada mı tutuluyor? Teşekkürler.

Cevap:

Bu soruya net bir cevap verebilmek için aşağıdaki hususlara bir göz atmamız gerekiyor:

1- 1959 yılında Eisenhower döneminin sonlarına doğru Amerika, (Yahudi varlığını desteklemek, ayakta tutmak ve yanına Filistinliler için bir yapı kurmak şeklinde özetlenebilecek bir) iki devletli çözüm projesini benimsedi. Ardından, başta Mısır rejimi olmak üzere Amerika’nın bölgedeki uşakları, bu ihanet projesini hayata geçirmek üzere faaliyete koyuldu. İşte bu amaçla Filistin Kurtuluş Örgütü kuruldu. Fakat bu Amerikan projesi, Ürdün rejimi üzerinden İngiltere’nin sert bir direnişiyle karşılaştı. İngiltere, Filistin’de yönetim modeli olarak, tıpkı Hristiyanların kontrolündeki laik Lübnan devletine benzer şekilde, Yahudilerin egemen olduğu seküler bir Filistin devleti projesini savundu.

2- Bütün bunlar, Batı Şeria’nın Ürdün’ün, Gazze’nin ise Mısır’ın yönetimi altında olduğu dönemde gerçekleşti. Ancak Haziran 1967’deki tiyatral bir savaşla Batı Şeria, Gazze, Sina ve Golan Tepeleri Yahudi varlığının kontrolü altına girince, tartışmalar, Filistin devletinin kurulmasından ziyade, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararı uyarınca Yahudi varlığının bu işgal edilmiş bölgelerden çekilmesine odaklanmaya başladı. Ardından Amerika, Filistin dosyasını bir süreliğine rafa kaldırdı ve tahrik savaşı için (siyasi süreci harekete geçirme amaçlı kontrollü bir savaş) hazırlıklara başladı. Bu bağlamda, barış sürecini harekete geçirmek amacıyla Ekim 1973 savaşı gerçekleşti ve Enver Sedat başkanlığındaki Mısır rejimi, Eylül 1978’de Camp David Anlaşması’nı imzaladı. Yahudi varlığı, bahsi geçen bu anlaşma uyarınca Sina’dan çekildi. Fakat bu çekilme karşılığında Sina, Yahudi varlığının sınırlarını güvence altına alan, askerden arındırılmış bir tampon bölge statüsünde bırakıldı. İşin ironik tarafı, bugün dahi cani Yahudi varlığının Gazze’de, Sina sınırının hemen yanı başında, insanlığa karşı yürüttüğü soykırım savaşına rağmen Sina hala bu statüsünü devam ettirmektedir!

3- Sonrasında Amerika, rotasını kuzeye çevirdi ve Yahudi varlığına, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü Lübnan’dan çıkarmak, onu Yahudi varlığını tanımaya zorlamak ve onunla bir barış anlaşması imzalatmak amacıyla 1982’de Lübnan’ı işgal etmesi talimatını verdi. Bu bağlamda, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat, 25 Temmuz 1982’de ‘McCloskey Belgesi’ olarak adlandırılan metni imzaladı ve belgede “Örgütün İsrail’in varlık hakkını tanıdığını” beyan etti. 1988 yılında ise Yaser Arafat, Cezayir’de düzenlenen Filistin Ulusal Konseyi toplantısında ve ayrıca New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Filistin devletinin kurulmasını kabul ettiğini açıkladı... Bunun üzerine, aynı yıl Britanya ve onun işbirlikçisi Ürdün Kralı, Batı Şeria ile olan idarî ve siyasî bağların koparılmasını kabul etti.

4- Bundan sonra Amerika, iki devletli çözüm projesini uygulamaya koymak üzere 1991 yılında Madrid Konferansı’nı düzenledi. Ardından Yahudi varlığını resmen tanıması amacıyla 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü ile Yahudi varlığı arasında Oslo Anlaşması imzalandı... Aynı şekilde, Ürdün’ün kendisine bağlı olan Batı Şeria’dan vazgeçmesi ve sonra da Yahudi varlığını tanıdığını ilan etmesi amacıyla Yahudi varlığı ile Ürdün arasında 26 Ekim 1994 yılında Vadi Araba Anlaşması imzalandı... Amerika, iki devletli çözüm projesini yürürlüğe koymak amacıyla her iki anlaşmaya da (Oslo ve Vadi Araba) sahiplendi ve bünyesine aldı... 2008’in sonunda Bush döneminin sona ermesinin ardından Washington’da Obama yönetimi işbaşına geldi. Obama, iki devletli çözümü bir yıl içinde uygulama koyma ümidiyle, 2 Eylül 2010’da Amerikan himayesinde Filistin Yönetimi ile Yahudi varlığı arasında doğrudan müzakerelerin başlamasını istedi... Fakat müzakereler herhangi bir anlaşmaya varılamadan sona erdi.

5- Obama’nın iki başkanlık döneminin 2016 sonunda sona ermesinin ardından 2017 başında Trump göreve geldi. İlk başkanlık döneminin ardından seçimleri kaybeden Trump, koltuğunu 2021 başında Joe Biden’a devretti. Biden döneminin sona ermesinin ardından yapılan seçimlerde Trump’ın bir kez daha zafer elde etmesiyle 2025 başında yeniden ABD başkanı oldu.

Gerek Trump gerekse Biden dönemlerinde, önceki Amerikan başkanlarından farklı bir üslup izlendiği görüldü. Zira önceki başkanlar, Amerika’nın iki devletli çözüm yaklaşımını duyurduğu ilk andan itibaren genellikle bu çözüme atıfta bulunurlar, ancak kurulması planlanan Filistin devletinin detaylarına pek girmezlerdi... Bu yüzden dar görüşlüler, iki devletli çözümün Filistin topraklarının bir parçası üzerinde Filistinlilere tam egemenliğe sahip bir devlet bahşedeceği gibi boş bir hayale kapıldılar... Fakat Trump ve Biden işbaşına gelince, biraz detaya girip Filistinlilere verilecek devletin; silahsızlandırılmış, sınırlı bir özerk yönetime benzeyen, gücü ve kudreti olmayan, hatta Yahudilerin egemen olduğu bir devlet olduğunu açıkladılar. Aralarında ise sadece söylem netliği veya muğlaklık düzeyi bakımından bazı farklılıklar bulunmaktaydı! İşte bu noktada şu sorular gündeme geliyor: Amerika’nın iki devletli çözüm projesi fiilen sona erdi mi, yoksa sona ermeyip hala yürürlükte mi? Şunu da belirtmek gerekir ki, Yahudilerin Filistin hakkında yaptıkları açıklamaların, insanların (Amerika’nın) ipiyle birlikte ancak bir ağırlığı ve kıymeti harbiyesi vardır. Dolayısıyla, asıl incelenmesi gereken Amerika’nın yaptığı açıklamalardır.

6- Konu dikkatli bir şekilde irdelenip analiz edildiğinde aşağıdaki hususların açığa çıktığı görülür:

A- Trump’ın ilk başkanlık görevine başlamasının hemen ardından, 23 Şubat 2017 tarihinde iki devletli çözüm hakkında yayınladığımız bir Soru Cevap’ta şu ifadeler yer almıştı:

“1- ABD Başkanı Trump’ın tüm uluslararası ve yerel medya organlarının aktardığı ve canlı olarak yayınlanan açıklamalarının metni şöyledir: “Başkan Donald Trump, çarşamba günü yaptığı bir açıklamayla Amerika’nın geleneksel Ortadoğu politikasından ayrıldığının sinyalini verdi. Trump, İsrail-Filistin sorununu çözmek için iki devletli çözümün tek yol olmadığını vurgulayarak, barış getirecekse farklı alternatiflere de açık olduğunu belirtti. Cumhuriyetçi ya da Demokratlardan olsun önceki tüm ABD başkanları, iki devletli çözümü savunmuşlardır. (16.02.2017 France 24) Trump, “İki devlete ve tek devlete bakıyorum. Benim hoşuma gidecek olan iki tarafın da hoşuna giden olur. Benim için ikisi de uyar... İsrail ve Filistin neyden mutlu ise ben de ondan mutlu olurum” dedi. (16.02. 2017 el-Cezire Mübaşir) İlk kez Trump’ın ortaya atıp da içini doldurmadığı ABD’nin tek devlet çözümü, tek bir Yahudi devleti çatısı altında Filistinlilere özerklik verilmesi anlamına mı geliyor? Yoksa bu, Filistinlilerin Yahudi devleti yönetimine ortak olduğu, 1939 yılında İngiltere’nin Beyaz Kitap’ta önerdiği ve İngiliz projesiyle benzerlik arz eden Lübnan tarzı seküler bir devlet modeli midir belirsizdir? İki devletli çözüm projesinin, aslında katıksız bir Amerikan projesi olduğu, ABD’nin bu projeyi 1959 yılında Cumhuriyetçi Başkan Eisenhower döneminde ortaya attığı, sözde uluslararası topluma kabul ettirdiği ve İngiltere’nin önerisi tek devletli çözüme darbe vurduğu biliniyor. Fakat her ne olursa olsun, bu açıklamalar ve bağlamları dikkatle incelendiğinde, Amerika’nın iki devletli çözüm projesinden vazgeçmediği anlaşılır. Nitekim ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi Nikki Haley, BM Güvenlik Konseyi toplantısının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, “Her şeyden önce kesinlikle biz İki devletli çözümü destekliyoruz. Amerika’nın iki devletli çözümü desteklemediğini söyleyenler yanılmış olur... Kesinlikle iki devletli bir çözümü destekliyoruz. Ama aynı zamanda da, ‘iki tarafı masaya getirmek için neler yapılmalı? Tarafların anlaşması için nelere ihtiyacımız var?’ gibi sorular temelinde kalıpların dışında da düşünüyoruz” dedi. (16.02.2017 Reuters) Bütün bunlar, Trump’ın, Amerika’nın 1959’dan beri resmi politikası olan iki devletli çözümden aslında vazgeçmediğini, sadece baskı kurmak amacıyla farklı bir taktik denemek istediğini gösteriyor... Nitekim ABD büyükelçisi Haley de “Kesinlikle iki devletli çözümü destekliyoruz fakat aynı zamanda kalıpların dışında da düşünüyoruz.” diyerek, farklı bir taktik deneyeceklerini söyledi.

B- Cumhuriyetçi Trump’ın hem ilk hem de ikinci başkanlık dönemlerinde Yahudilere yönelik destek açıklamalarında belirgin bir artış gözlemlendi.

* “ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü resmen “İsrail”in başkenti olarak tanıdıklarını duyurdu. Trump, iki devletli çözüm politikasını tamamen terk etmediklerini, ancak bu desteğin ancak her iki tarafın da (“İsrailliler” ve Filistinliler) bunu onaylaması şartına bağlı olduğunu vurguladı...” (06.12.2017 BBC)

*ABD Başkanı Trump, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları marjında yaptığı açıklamada, “Filistinliler ve “İsrail” için en iyi seçeneğin iki devletli çözüm olduğuna inandığını” belirtti ve “İlk başkanlık dönemim sona ermeden önce bunu başarabilmek benim en büyük hayalim.” diye de ekledi. (26.09.2018 BBC)

* ABD Başkanı Trump, “Haritaya, Ortadoğu haritasına baktığınızda, İsrail’in bu dev toprak kütlelerine kıyasla küçücük bir nokta olduğunu görürsünüz. O zaman kendi kendime daha fazlasını elde etmenin bir yolu olup olmadığını sordum. Zira gerçekten çok küçük.” açıklamasında bulundu... (19.08.2023 Sky news)

* “Pazar günü Super Bowl’a katılmak üzere Florida’dan New Orleans’a giderken, Air Force One uçağında basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Trump, Gazze’yi kontrol etme ve Filistinlileri zorla göç ettirme planına bağlı olduğunu bir kez daha vurguladı.” (10.02.2025 BBC) On gün sonra yaptığı bir başka açıklamada ise, Filistinlilerin Gazze’den zorla tehcirine yönelik bir planı dayatmayacağını, bunun yalnızca bir ‘öneri’ olarak gündeme getirileceğini ifade etti. (21.02.2025 CNN) Bu, basitçe bir kelime oyunundan ibarettir. Buna düpedüz laf cambazlığı denir!

C- Öte yandan, Demokrat Partili Biden’ın açıklamalarına bakıldığında, Yahudileri destekleme konusunda bazen Trump’ın yaptığı açıklamaları bile solladığı görülür:

* Trump’ın seçimleri kaybedip 2021’in başında koltuğu Biden’a devretmesiyle birlikte, Amerika yeniden, bir şekilde şekli ve coğrafi konumu tanımlanmayan bir Filistin devletinin kurulması fikrini dile getirmeye başladı. Nitekim ABD Başkanı Joe Biden, 3 Eylül 2024’te gazetecilere yaptığı açıklamada, “İki devletli çözümün farklı modelleri var. Birleşmiş Milletler üyesi olan, ama bir ordusu bulunmayan birçok ülke var” dedi. Yani Biden, Filistinliler için o modellerden, silahlı kuvvetleri olmayan bir devlet modeline, yani bir özerk yönetime veya benzeri yapıya atıfta bulunmaktadır!

* Aksa Tufanı operasyonunun ardından 18 Ekim 2023 tarihinde Tel Aviv’i ziyaret eden ve Yahudi yetkililerle görüşen ABD Başkanı Biden, yaptığı açıklamada, ““İsrail”, Yahudiler için yeniden güvenli bir yer olmalı. Bir “İsrail” olmasaydı, bir tane icat etmek zorunda kalırdık.” ifadelerini kullandı. (18.10.2023 El Cezire)

* Beyaz Saray’da gerçekleştirilen Hanuka (Yahudi Işık Festivali) resepsiyonunda konuşan ABD Başkanı Biden, “Siyonist olmak için Yahudi olmak zorunda değilsiniz ve ben bir Siyonist’im” dedi. (12.12.2023 Şarku’l Avsat)

7- Daha önce yayınlanan Soru-Cevap, bu açıklamalar ve tutumlar dikkatle incelendiğinde, Trump ile Biden’ın pozisyonları arasında, konunun özüne zerre kadar etki etmeyen bazı taktiksel ve üslupsal farklılıklar dışında ciddi bir fark olmadığı anlaşılır... Dolayısıyla ABD, bu meseleyi iki devlet paradigması çerçevesinde yürütmektedir: Bir tarafta, Filistin’in büyük bölümünde, kendisini mali, askeri ve uluslararası alanda desteklediği, hatta Müslüman ülkelerdeki ajanı ve uşağı olan yöneticiler aracılığıyla bölgesel olarak da desteklediği bir Yahudi devleti... Diğer tarafta ise, Filistin’in geriye kalan küçücük bir toprak parçası üzerinde, silahsızlandırılmış, egemenliği Yahudilerin elinde olan ve adı ‘devlet’ ama aslında ‘özerk yönetimden’ farksız olan bir Filistin yapısı! “Filistin Yönetimi ya da ajan yöneticiler” ona Filistin devleti deseler de bu, hakikati değiştirmez. Zira Amerika, Filistin’in küçücük bir parçası üzerinde bile olsa tam egemenliğe sahip bir devletten ziyade Yahudi hegemonyası altında silahsız ve sadece polis gücüne izin verilen bir özerk yönetime benzer bir yapı arzulamaktadır! Hem Trump hem de Biden dönemlerinde, her ne kadar Trump döneminde daha belirgin olsalar da, Yahudi varlığını sağlamlaştırmaya yönelik yukarıda zikrettiklerimizi teyit eden iki temel faktör ön plana çıkmıştır:

Birincisi, bugün bile hâlâ devam eden bu faktör, Yahudi varlığının güçlendirilmesi ve çevresindeki tüm ülkelere karşı askeri üstünlük sağlayan büyük bir güç olarak devam etmesi amacıyla para ve silahla desteklenmesi üzerine kuruludur.

İkincisi ise, Trump’ın ‘Abraham Anlaşması’ adını verdiği normalleşme sürecidir. Trump, ilk başkanlık döneminde normalleşme sürecinde önemli bir mesafe kat etmişti, şimdi ise bu süreci tamamlamayı istemektedir. Bu amaçla Amerikalı diplomatlar, yalnızca Suudi Arabistan’ı söz konusu “Abraham” Anlaşmalarına katılmaya ikna etmek için değil, aynı zamanda Yahudi varlığı ile Suriye ve Lübnan arasında hâlihazırda yürütülmekte olan müzakerelere yol açmak ve fiilen altyapısını yapmak amacıyla bölgede yoğun bir mekik diplomasisi yürütmektedir. Amerika, Müslüman ülkelerindeki diğer işbirlikçi yöneticileri de kapsayacak şekilde çemberi genişletmek istemektedir!

Netice itibarıyla, Amerika, iki devletli çözüm politikasından vazgeçmemiştir. Sadece Trump ve Biden dönemlerinde Filistin devleti dedikleri şeyin, Yahudilerin hegemonyası altında bir tür özerk yönetimden ibaret olduğunu açıklamıştır... Önceki başkanlar ise, Filistinliler için istedikleri devletin mahiyetine (özünün ne olduğuna) girmeksizin yalnızca iki devletli çözümden bahsetmişlerdir!

8- Son olarak, şüphesiz Filistin, Müslümanların tarihinde paha biçilmez bir inci gibidir. Yüce Allah, bir gece Rasûlü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürerek, Filistin ile Mescidi Haram’ı tek bir bağ ile birbirine bağlamıştır.

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ “Kulunu bir gece Mescidi Haram’dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.” [İsra 1] Böylelikle Filistin’i temiz ve mübarek bir toprak kılmıştır. Yüce Allah, Hicret’ten on altı ay sonra Müslümanları ikinci kıblelerine (Kâbe’yi Şerif) yöneltmeden önce Beyt’ül Makdis’i ilk kıbleleri kılarak Müslümanların yüreğini Filistin’in kalbine (Beyt’ül Makdis) bağlamıştır. Bu olay, Filistin, İslam’ın hâkimiyeti altına girmeden önce gerçekleşmiştir. İkinci Halife Ömer bin Hattab RadıyAllahu Anh hicretin 15. yılında Filistin’i fethederek Sofronius’tan teslim almış ve kendisine tarihe altın harflerle yazılan o meşhur ‘Ömer Ahitnamesini vermiştir. Bu ahitnamede, oradaki Hristiyanların isteği üzerine, orada ‘kendileriyle birlikte Yahudilerin yaşamaması’ şartı ve hükmü yer almaktadır... Daha sonra Filistin, Haçlılara ve Moğollara mezar oldu... Filistin’de Hittin (H.583 M.1187) ve Ayn Calut (H.658 M. 1260) gibi Haçlılara ve Moğollara karşı kritik savaşlar yaşandı. Allah’ın izniyle, bu muharebeleri Filistin’i saf ve temiz bir şekilde tekrar İslam yurduna döndürmek için Yahudilere karşı nihai ve belirleyici başka savaşlar izleyecektir.

Yahudi varlığının Filistin’de günümüze değin varlığını sürdürmesi, güçlü olmalarından kaynaklanmamaktadır. Zira Yahudiler, savaş ve zafer topluluğu değildir. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

لَنْ يَضُرُّوكُمْ إِلَّا أَذًى وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ  “Onlar incitmekten başka size bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” [Ali İmran 111] Aksine onların ayakta kalmaları ve varlıklarını sürdürmeleri, Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin vurdumduymazlığından ve gevşekliğinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla Müslümanların esas trajedisi ve musibeti, yöneticileridir; çünkü onlar, İslam ve Müslüman düşmanı sömürgeci kâfirlerin bir numaralı dostudurlar... Bu yöneticiler, Yahudi varlığının Filistin’i işgal ettiğini, vahşice suçlar işlediğini ve her türlü katliamı yaptığını hem görüyor hem de duyuyorlar ama buna rağmen, sanki hiçbir şey görmemiş ve duymamış gibi üç maymunu oynuyorlar.

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ “Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple onlar geri dönemezler.” [Bakara 18] Yöneticiler, günden güne şehit ve yaralı sayısı çığ gibi büyüdüğü ve çoğaldığı halde bugüne değin orduların Haşim Gazze’deki kardeşlerinin yardımına koşmasını engellemişlerdir... Yöneticiler, olup biteni sadece izliyorlar. İçlerinden en aklı başında olanları ise, şehitlere ölü, yaralılara da yaralı diyorlar; güya tarafsız biriymiş gibi davranıyorlar ama aslında Yahudilere daha yakındırlar! Kuşkusuz onlar, ‘koltuk’ sevdasını ülkelerinden ve halklarından daha üstün tutmaktadırlar! Ancak yine de bu ümmet, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmettir. Allah’ın izniyle, bu Ruveybidaların ceberut saltanatına uzun süre sessiz kalmayacaktır. Zira İmam Ahmed ve Tayalisi’nin Müsned’lerinde Huzeyfe b. Yemân’dan rivayet ettiği bir hadiste, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bu ceberut saltanattan sonra Raşidi Hilafetin geri döneceğini müjdeledi:

ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ نُبُوَّةٍ  “Daha sonra ceberut bir saltanatlık olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar olacak, sonra kaldırmak istediği zaman da kaldıracaktır. Sonra, nübüvvet metodu üzere bir Hilafet olacaktır.” İşte o gün geldiğinde, Müslümanlar yeniden izzete kavuşacak, kâfirler ise zillete mahkûm olacaklardır!

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6] İşin garip ve şaşırtıcı yanı, kâfirler ve özellikle de Yahudiler, günümüz Müslümanlarının birçoğunun idrak ettiğinden daha fazla bu gerçeği idrak etmektedir... Yahudiler, Hilafet’in kendi sonları ve yıkımları anlamına geldiğinin çok iyi bilincindedir. Nitekim Yahudi varlığı Başbakanı, 21 Nisan 2025’te El Cezire dahil çeşitli medya kuruluşları tarafından canlı yayınlanan basın toplantısında, “Birkaç kilometre ötemizde Akdeniz kıyılarında bir halifelik kurulmasına izin vermeyeceğiz... Ne burada ne de Lübnan’da bir Hilâfet Devleti’nin kurulmasını asla kabul etmeyeceğiz. “İsrail”in bekasını garanti altına almak için elimizden geleni yapacağız.” dedi. Ancak onlar hoşlanmasa da Allah’ın izniyle Hilafet mutlaka kurulacak ve onları bu temiz ve mübarek topraktan silip atacaktır. Çünkü Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya sadık, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e karşı dürüst ve samimi bir parti olan Hizb-ut Tahrir, Allah’a verdikleri söze sadık ve Allah’ın zaferine inanan yiğitlerle birlikte, Hilafeti kurma çalışmalarına önderlik etmektedir.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

H.10 Rabiu’l Evvel 1447
M.02 Eylül 2025

 

Devamını oku...

Pakistan, Afganistan'a Karşı Amerikan Projesini Yeniden Hayata Geçiriyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Pakistan, Afganistan'a Karşı Amerikan Projesini Yeniden Hayata Geçiriyor!

Haber:

Pakistan ordusuna ait insansız hava araçlarının Afganistan'ın Host ve Nangarhar illerinde düzenlediği hava saldırılarında aynı aileden üç çocuk öldü ve aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu beş kişi yaralandı.

Yorum:

Bölgedeki son gelişmeler, Pakistan'ın ABD'nin yönlendirmesiyle Afganistan ile ilgili yeni bir projeyi başlattığına işaret ediyor.Bu proje, Washington'un bölgedeki bağımsız her türlü İslami hareketleri bastırma yönündeki uzun süredir devam eden politikasının bir devamı olup şu anda daha yoğun ve koordineli bir şekilde uygulanmaktadır.Pakistan'ın son dönemdeki askeri, diplomatik ve istihbarat hamleleri, ülkenin Afganistan üzerinde baskı kurma aracı rolünü üstlendiğini gösteriyor.

Pakistan ordusu komutanı Asim Munir'in ABD'ye yaptığı son ziyaretler ve İslamabad'da Amerikan ve Pakistanlı yetkililer arasında yapılan üst düzey toplantıların Washington'un Afganistan'da bırakılan askeri teçhizatı geri almak için yaptığı taleple aynı zamana denk gelmesi, bu projenin bir parçasını oluşturuyor.Bu toplantılardan kısa bir süre sonra, Pakistan ordusunun Afganistan sınır bölgelerine hava saldırıları düzenlemesi, gizli anlaşmaların ne kadar da çabuk operasyonlara dönüşebileceğini göstermektedir.Afganistan sınırına yakın Pakistan Talibanı hareketinin mevzilerine yönelik saldırılar, ABD istihbarat işbirliği olasılıklarını güçlendirmektedir.Aynı zamanda ABD, terörle mücadele operasyonları lehine Koalisyon Destek Fonu'nu kısmen yeniden faaliyete geçirerek Pakistan'a yeni mali teşvikler sunmaktadır. Bu arada ordu komutanı da dahil olmak üzere Pakistanlı yetkililer, İslam'a karşı mücadelede Pakistan'ın rolünü vurgulayarak, Washington'a bu yenilenen ortaklığın olumlu bir imajını sunmaya çalışıyorlar.

Bu projenin ana hedefi açıktır: Bu da Taliban'a baskı uygulamak, bölgedeki İslamcı hareketleri kontrol altına almak, Pakistan'ın askeri odağını batıya kaydırarak Hindistan'ı güvence altına almak ve Batı hegemonyasındaki dünya düzenine meydan okuyabilecek herhangi bir köklü dönüşümün ortaya çıkmasını önlemektir.Pakistan, bir kez daha ulusal çıkarları güvence altına alma sloganı altında, istikrarsızlığı daha da artıracak, vekalet savaşlarını uzatacak ve İslam ümmetini zayıflatacak bir projeye katılmaktadır.

Bu eğilim devam ederse bölgedeki İslamcı hareketler, yabancı bir düşmanın değil, paralı asker olan komşusunun tehditleriyle karşı karşıya kalacaklardır.Bu gerçekliğe karşı koymanın tek yolu, Pakistan'ın sözde “ulusal politikalarına” yapışmak yerine, Raşidi Hilafeti kurmak yoluyla bölgede siyasi ve coğrafi bir dönüşüm gerçekleştirmektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Yusuf Arslan - Afganistan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER