Salı, 24 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sessiz Kalmamak, Eylemsiz Kuru Gürültü Çıkarmak Mı Sadece Ey Erdoğan?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sessiz Kalmamak, Eylemsiz Kuru Gürültü Çıkarmak Mı Sadece Ey Erdoğan?

Haber:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze'nin yanında olduklarını belirtti. Erdoğan, “Netanyahu denilen gaddara asla sessiz kalamayız. Bugün çekilen çileler bitecek, zulmün karanlığı yerini adaletin gönüllerimizi ısıtan güneşine bırakacaktır” dedi. (03.09.2025 NTV)

Yorum:

Siyonist ucube varlığın Gazze’de yaklaşık iki yıldır işlediği ve şimdiye kadar 65 bin kişinin şehit olduğu soykırım ve kıyıma sessiz kalmadınız da ne yaptınız ey Erdoğan! 7 Ekim’den sonra canavar Yahudi varlığının Gazze halkına karşı işlediği suçlarına ve soykırıma kuru gürültü çıkarmak dışında kayda değer ne gibi tepki ve misilleme verdiniz ey Erdoğan! Orada burada çıkardığınız boş gürültü maalesef Yahudilerin kıyım ve katliamını durdurmuyor. Sizin gibi güçlü ve devasa ordulara sahip yöneticiler, Yahudilere şeytanın vesvesesini unutturacak bir yanıt vermeyip sadece kuru gürültü çıkardığı sürece Gazze’de işlenen kıyım ve katliam asla sona ermeyecektir. Bugün Gazze’de akan kanı durdurmanın tek bir yolu vardır; savaş. Ama hadiste belirtildiği gibi Yahudilerle savaşı göze alacak yürek ve irade de siz de yok ey Erdoğan! Zaten başkalarına kul ve köle olan birinden, onun şımarık çocuğuna karşı asla savaş ilan etmesini beklemek, ipe un sermek ve şeytan yardım istemek gibi bir şeydir.

Yahudilerin suçlarına ve kıyımına sessiz kalmak istemeyen biri orada burada kürsülerde, meydanlarda, BM platformlarında konuşmak ve uluslararası topluma Gazze’de işlenen soykırımı durdurması için yalvarmak yerine emrindeki ordularını harekete geçirip Yahudilere haddini bildirir ve onları yeryüzünden silip atardı. Bunu yapamayacağınızı siz de adınız gibi çok iyi bildiğiniz için, Müslüman kamuoyunu kandırmak, hadi biraz insaflı davranalım belki de vicdanınızı rahatlatmak için meydanlarda ve çeşitli platformlarda konuşmaktan başka dişe dokunur bir şey yapmıyorsunuz.

Gaddar dediğiniz Netanyahu da sizin konuşmak dışında kendisine şeytanın vesvesesini unutturacak kayda değer bir eylemde bulunmayacağınızı çok iyi bildiği için soykırım ve kıyımına devam ediyor. Kuru gürültünüzü zerre kadar itibar etmiyor zaten itibar edilecek de bir tarafı yok. Zira ‘kellim kellim la yenfa’dan başka bir şey değildir.

Hilkat garibesi Yahudi varlığının Gazze ve Batı Şeria’yı işgal planlarını “sessiz kalmayız” tepkisi asla durduramaz. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz ey Erdoğan! Eğer gerçekten Gazze için, Filistin için, kırmızı çizgimiz dediğiniz Kudüs için, konuşmak dışında bir şey yapmak istiyorsanız vakit kaybetmeden hemen ordularınızı seferber etmelisiniz. O zaman ancak sizin “sessiz kalamayız” sözünün bir karşılığı olacaktır. Aksi halde vicdanınızı rahatlatmak ve kamuoyuna kandırmak dışında “sessiz kalamayız” sözünüzün Allah indinde hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.

Gazze’de akan kan elbet hepimizin yüreğini sızlatıyor. Ama sizin gibi ulusal savunma alanında kaydettiği başarı ile övünen, Boğaz’da savaş gemileriyle arzı endam eden ve devasa ordulara sahip olduğunu söyleyen birinden salt “sessiz kalamayız” sözünü duymak, insanın yüreğini daha da sızlatmakta ve vicdanımızı incitmektedir. Sıradan halk olarak bizler konuşma merciiyiz, yöneticiler olarak sizlerse icraat makamısınız. Bizler konuşuruz sizlerse icraatta bulunursunuz. Konuşmak bize ait, icraatsa size aittir. Ama gel gör ki sizler gerçek yöneticiler olmadığınız, yarı yöneticiler olduğunuz için ve Yahudilere askeri yanıt vermenin efendiniz Amerika’ya yanıt vermek anlamına geleceğini bildiğiniz için ve bu da Mutasım gibi mangal gibi bir yürek ve taş gibi bir iradeyi gerektirdiği için sıradan halk gibi sadece konuşmakla yetiniyorsunuz. Osmanlı hayranı sizin gibi biri, Hilafet tarihindeki yöneticilere baktığında söylemle değil eylemle düşmanlara karşılık verildiğini görecektir. Çünkü onlar, makamlarının söylem makamı değil eylem makamı olduğunun çok iyi farkında olmuşlardır. Onun için Yahudilerin tek bir çaresi ve ilacı vardır. O da demokrasi altında kuru gürültü çıkarmak değil Hilafet altında cihat etmektir. Onların yegâne çaresi işte budur. Bunun dışında hiçbir şey onlara fayda etmeyecektir. Yahudiler tarih boyunca tekdirden anlamamışlardır. Tek anladıkları şey kötektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ercan Tekinbaş

Devamını oku...

Yeni Suriye Rejimi İslam’ın Zaruretlere ve Güç Dengelerine Ruhsat Vermesi Mi… Yoksa Tekrarlanan Komplolar ve Tuzaklar Mı?!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yeni Suriye Rejimi

İslam’ın Zaruretlere ve Güç Dengelerine Ruhsat Vermesi Mi…Yoksa Tekrarlanan Komplolar ve Tuzaklar Mı?!

Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani 19 Ağustos 2025'te, Amerikan gözetiminde Paris'te Yahudi varlığından bir heyetle bir araya gelerek, Suriye'nin güneyindeki gerginliğin azaltılması ve 1974 tarihli ayrılma anlaşmasının yeniden aktif hale getirilmesi de dahil olmak üzere bir dizi dosyayı görüştü. Bu görüşmenin duyurulmasının ardından, Suriye devrimini ve Beşar ve rejiminin devrilmesini destekleyenler, özellikle de İslami değişimi, İslam'ın uygulanmasını ve dünya çapındaki Müslümanların davalarının desteklenmesini arzulayanlar arasında tartışmalar çıktı. Bu kişiler, görüşme ve müzakereleri, güç dengesi ve Suriye'deki tükenmiş ve yıkılmış iç durumlar da dahil olmak üzere birçok gerekçelerle haklı gösterenler ile bu görüşmeleri reddedenler ve bu görüşmeleri bir ihanet, boyun eğme ve ajanlık politikalarının devamı ve Suriye halkının özlemlerinin ve enerjisinin yok edilmesi olarak görenler arasında kalmıştır.

Müslümanlar ve halklarının, benzer eylemler ve durumlar ile aldatılmaları ilk, ikinci değil birçok kez olmuştur; oysa Müslümanlar ve halkları bu eylemlerde ve durumlarda, baskı ve köleliğin zincirlerinden kurtulma ve hayal edilemez zulümden kurtuluş olasılığını gördüler ve bunlarda zaferler ve arzularının gerçekleşmesini hayal ettiler. Sonra olaylar, onların entrika çeviren düşmanların ve ajanların komplolarının kurbanı olduklarını ortaya çıkardı ama bu düşmanlar ve ajanlar, tuzaklarını tekrarlamayı ve komplolarını kurmayı alışkanlık haline getirdiler ve komplolarının çoğunda da başarılı oldular. Herhangi bir nedenden veya başka bir şeyden dolayı tökezlediklerinde, komplolarına başvurup onun etrafında dönerek halklara daha fazla zulmedip boyun eğdirmeye, üzerlerindeki baskı ve aşağılama zincirlerini daha da sıkılaştırmaya başladılar. Peki sebep veya sebepler nelerdir? Sorumlu olan kimdir? Bu durum ne zamana kadar sürecek ve tekrarlanmaya devam edecek mi?

“Bu durum ne zamana kadar sürecek?” sorusunun açıklaması konusunda bir şey söylemek nafile? Zira bu, süre veya zamanla ilgili değildir, aksine benzer komplo tuzaklarına tekrar tekrar düşmenin nedenleriyle ilgilidir; gerekli olan cevap ise, bu nedenleri ortadan kaldıracak durumların açıklanmasıdır.

Evet, bunlar, ölümcül baskı ve aşağılama da dahil olmak üzere yüz yıldan fazla bir süredir her yıl tekrarlanan hileler ve aldatmalardır.Buna rağmen bu nedenlerin kaldırıp atılması, bunlardan dolayı tövbe edilmesi, dolayısıyla Allahu Teala'nın şu kavlini tasdik ederek bunların zorlu sonuçlarının dikkate alınması söz konusu değildir: إِنَّ الَّذِينَ اتَّقَوْا إِذَا مَسَّهُمْ طَائِفٌ مِنَ الشَّيْطاًنِ تَذَكَّرُوا فَإِذَا هُمْ مُبْصِرُونَTakvaya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp hemen gerçeği görürler.” [Araf 201] Aynı şekilde Allahu Teala’nın şu kavlini: اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَOnlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.” [Tevbe 126]

Burada gerekli olan araştırma ve cevap, yeni Suriye rejiminin, onun cumhurbaşkanının ve ekibinin gerçekliğini derinlemesine incelemek değildir, çünkü bu zaten açıktır. Ayrıca Dışişleri bakanı ile Yahudi varlığının içişleri bakanı arasındaki görüşmeyi analiz etmek, ya da bu görüşmenin Amerikan gözetiminde olduğu gerçeğini incelemek de değildir.Eğer bu bariz konular araştırmaya ihtiyaç duyuyorsa, o zaman bu, pusulanın kaybolduğu ve düşüşün önemli bir boyuta ulaştığı anlamına gelmektedir.Buradaki konuşma, ümmetin geneli hakkında değildir;aksine değişimi gerçekleştirmek için ümmetin ön saflarında yer alanlar, konuşma ve şerî eğitim pozisyonunda olanlar ve dini eğitim verenler ve ümmet içerisinde hareket ve siyasi eğilim pozisyonlarında olanlar hakkındaki bir konuşmadır.

Suriye'deki bu yeni rejim hakkında bir şey söylemek gerekirse, hiç kimse onun İslam'ı uyguladığını iddia edemez ve hiç kimse İslam'ı uygulamadığının ve gerek anayasası ve kanunları bakımından gerekse Birleşmiş Milletler sözleşmelerine ve kararlarına bağlılığı bakımından Batılı laik küfür temellerine dayalı olduğunun cahili olmaz. Beşar Esad rejimini devirmek için yapılan askeri harekatların, bu mesele ve detaylarını Türkiye ve Rusya ile birlikte düzenleyen Amerika tarafından planlandığının hiç kimse cahili değildir. Bu esnada ve sonrasında, bu rejim herhangi bir tavır almamış veya İslam'a atfedilebilecek önemli bir tezahür göstermemiştir. Aksine Amerika'nın taleplerini karşılayan iç politikalarda ısrar edilmiş ve Suriye'ye yönelik tekrarlanan Yahudi saldırıları çarpıcı bir şekilde göz ardı edilmiş, bu da birtakım şüphe ve soruları gündeme getirmiştir!! Ayrıca Yahudi varlığının Gazze'de işlediği korkunç katliamlar tamamen görmezden gelinmiştir. Peki onu haklı gösterenlerin veya propagandasını yapanların gerekçe gösterdiği şey nedir; bu rejimin tutumlarını görmezden gelmeleri ve onun gerçeğine göz yummaları için gerçekten meşru gerekçeler var mı, yoksa Beşar rejiminin devrilmesi, bölgedeki diğer rejimlerin işlediği büyük günahlara benzese bile onlara tüm büyük günahları işleme hakkını veren bir fazilet midir? Peki Trump, ABD elçisi Tom Barrack ve diğerleri bir yana, neden Muhammed bin Selman gibi Körfez yöneticileri ve Erdoğan ondan memnunlar?

Bu nedenle Şeybani'nin Yahudi heyeti ve ona eşlik edenlerle yaptığı görüşmenin duyurulması ve Yahudi varlığı ile normalleşme yolunda atılan adımlara ilişkin resmi açıklamalar, bu rejimin yüzündeki bir başka perdeyi kaldırarak onun tehlikeli eğilimlerini ortaya çıkarmıştır.

Zaruri araştırmaya ve gerekli uyarıya ihtiyaç olan şey, ümmetin işleriyle ilgilenen ve Batı'nın egemenliğinden ve zulmünden kurtulmayı isteyen bazı kimselerin, bu rejimi ve onun temellerini savunmaları ve ortaya çıkan kusurlarını örtbas etmek için gerekçeler aramalarıyla ilgili kendilerine atfedilenlerin nedenleridir. Ne yazık ki bu kişiler eylemleriyle Müslümanların zayıflamasına neden oluyorlar ve gerek iç çatışmaları körükleyerek gerek Sykes-Picot Anlaşmasının gerekliliklerine göre hareket ederek, gerekse de Müslümanların birçok meselesini görmezden gelerek düşmanlarının planlarını takip ediyorlar. Ayrıca onlar mezhepçiliği, Sykes-Picot'u ve vatancılık bağlarını reddetmelerine rağmen, gerçekliğin zorluklarını ve hayali yolların kapanmasını gerekçe göstererek pratikte bunların içerisine dalıyorlar. Böylece insanları politikaları ve eylemleri desteklemeye sevk ediyorlar ancak daha sonra bunların kendilerini daha fazla zincirlemesinden, yorgunluklarını daha da artırmasından ve büyük umutların ve vaatlerin ardından kendilerini hayal kırıklığına uğratmasından dolayı şaşkınlık yaşıyorlar.

Güç dengeleri, gerçekliğin baskıları, zorluk veya sıkıntı doğuran olaylar, zaruretler ve benzerlerinin fıkhı gerekçeleriyle bu rejimin ve diğerlerinin kötülüklerinin göz ardı edilmesini helal görmek, iyi niyetli olsa bile bir anlayış ve amel hatasıdır. Zira bu, ümmetin çaresizliği ve kafa karışıklığının nedenlerinden biri olup bundan daha fazlasına yol açmaktadır. Bu gerekçelerin, diğer saray mollalarının fetvalarından ne kadar farklı olduğunu bilmiyorum. Bazı tezahürler, iddia edilen niyetler ve hayali gerekçeler dışında farklı bir şey var mı acaba?

Bu nedenle Mısır, Tunus, Suriye ve diğer yerlerdeki devrimlerden sonra tanık olduğumuz gibi, ümmetin tekrar tekrar başarısız olmasının sebebinin, daha önce Afganistan, Burma ve diğer yerlerde gördüğümüz Müslümanların yüzüstü bırakılmasının ve bugün Gazze'de daha açık ve daha zor bir şekilde gördüklerimizin sebebinin ve mevcut Suriye rejiminin propagandasının yapılmasının sebebinin, aldatıcı sloganlar dışında pratikte Tunus veya Mısır rejimlerinden hiçbir farkı yoktur. Dolayısıyla harekete geçen, ayaklanan ve feda eden ümmet değil, aksine yukarıda bahsedilen elit kesimdir; yani şeyhler, davetçiler ve iyi niyet ve kasıtla çalışanlardır. Ancak onlar, kafirlerin tuzakları ve komplolarıyla aldatılıyorlar, tuzaktaki bir yem mesabesinde olan tezahürler ve sözler nedeniyle ajanlar ve entrika çevirenler hakkında iyi zan besliyorlar, onları arzu edilen değişim için vaat edilen bir umut olarak görüyorlar, onların propagandasını yapıyorlar, ancak daha sonra onların tuzaklarına düşüyorlar, böylece halk ya da ümmet de onlarla birlikte bu tuzağa düşüyorlar.

Evet, ümmetin kalkınması ve doğru caddeye yönelmesi ya da çöküşü ve sapması, tutumlarının doğruluğu veya yanlışlığı, coşkusu veya kısıtlılığı, harekete geçmesi veya geri çekilmesi, birinci derece bu hususların, elit kesimde yani alimlerinde, hatiplerinde, yönlendiricilerinde ve kendilerine güvendikleri ve lider olarak kabul ettikleri düşünürlerinde ve siyasetçilerinde bulunmasına bağlıdır. Zira ümmette var olan şey, büyük ölçüde bu kişilerde var olan şeydir.

Ancak bu kişileri, ilim ve amel ehlinden ve istekle, şevkle ve samimiyetle İslami değişimi arzulayan elitten kılan şey nedir? Ayrıca onları, aldatmaların ve benzerlerinin tekrarlanmasına rağmen aldatıcıların ve entrikacıların tuzağına düşen kolay bir av haline getiren şey nedir?

Bu sorunun cevabı, üzerinde durulup çözülebilmesi için ciddi bir çalışma gerektirdiği gibi bu makalenin sınırlarını aşan iş birliği, diyalog ve katkıyı da gerektirmektedir. Ancak ne kadar çok neden olursa olsun bu, temel bir nedenden kaynaklanmaktadır ki bu da ümmetin devlet adamları eksikliğidir. Yani İslam toplumunu ve İslam ümmetini korumak gibi yüce maksatları anlamakta yetenekli olan, ümmetin genel sorunlarını ve bu sorunlardan öncelikli olanları anlayan, dolayısıyla siyasi bakış açısı olan; yani ümmetin genel işlerinin gözetilmesi düşüncesini özelliklerinden biri haline getiren, umutsuzluk veya hayal kırıklığının yanı sıra söz konusu elitler arasında yaygın olan şerî olmayan gerekçelerden uzak bir şekilde ümmetin sorunlarına şeriata uygun pratik çözümler sunan adamların eksikliğidir. Zira söz konusu devlet adamı, anlayan bir akıl ve disipline eden şeriattan değil de, meyillerden kaynaklanan gerekçe ve bahanelerle sulandırılmış fetvalardan uzak bir şekildeki disipline eden, şerî ilim ile gerçekliği objektif bir şekilde kavrayabilme ve genel sorunlara çözümler planlayabilme ve de çıkmazdan en kısa sürede ve en düşük maliyetle çıkabilme becerisinin arasını birleştiren kişidir. Bu kriter sayesinde gördüğümüz hatalı gerekçelere binaen, İslam ümmetinin ciddi bir şekilde devlet adamı eksikliğinin acısını çektiği ve ümmet içerisinde çok sayıda devlet adamı ortaya çıkıp büyümesinin yanı sıra, onların arasından sadece devlet adamları değil devleti inşa edecek seçkin bireyler ortaya çıkıp büyümedikçe, ümmet için bir varlık kurulmasının ve sürdürülmesinin pek olası olmadığı söylenebilir.

Sapmaları haklı çıkarmaya ve bunlara gerekçeler uydurmaya yönelik ayrıntılı nedenlere gelince; belki de bunların en önemlisi, gerçekliğin zorluğu, kafirler ile Müslümanlar arasındaki güç dengelerindeki farkların boyutunun yanı sıra başarısızlıkla sonuçlanan birçok deneyim ve yüksek maliyetler ve kafirlerin, Müslümanların değişimi ve İslami hayatı yeniden başlatmayı hedefleyen yönelim ve hareketlerinin farkında olmalarıdır. Bir de buna hedef gerçekleştirilmeden geçen uzun süre ve nesillerin geçmesi eklenmiş, bu da ruhsat kapılarının genişletilmemesi halinde İslami değişim yollarının kapalı olduğu yönünde genel bir duygunun oluşmasına yol açmıştır. Dolayısıyla bunlar, ruhsat kapılarının ardına kadar açılmasına ve onun yerlerinin, şartlarının ve engellerinin dikkate alınmamasına sevk eden umutsuz fikirlerdir. Bu ise, mevcut Suriye rejiminin eylemlerini haklı çıkarmak ve hain ve ajanlıkla nitelenen diğer rejimlerden farksız olan politikasına rağmen onu savunmak için en önemli ve en tehlikeli nedenlerdir. Bu gerekçe sahiplerinin nezdinde, şekli tezahürlerden, gerçekliklerle çelişen iddialardan ve hiçbir eylemle desteklenmeyen niyetlerden kaynaklanan duygusal bir durum dışında tutumlarına yönelik hiçbir kanıtları yoktur. Bu da havanın iplerine, yani var olmayan hayallere tutunmaktır. Tıpkı şöyle denildiği gibi: Boğulan adam saman çöpüne sarılır.

Vurgulanması gereken şey, yol ne kadar uzun ve fedakarlıklar ne kadar büyük olursa olsun ısrarın, azmin ve kastın ne anlama geldiğini ve ne gerektirdiğini bilen devlet adamlarından oluşan siyasilerin eksikliği olmamış olsaydı, havanın ipine ve saman çöpüne sarılmanın olmayacak olmasıdır. Yukarıda adı geçen elitlerin büyük çoğunluğu, değişim hakkında düşünürken, zayıflık, acziyet ve zaruretler gerekçesi dışında başka bir çare bulamadıkları zor bir gerçeklikle karşı karşıya kalmaktadırlar. Onları tek bir yola başvurmaya iten şey, şerî zaruretler veya ciddi zorluklar değil, şerî olmayan çıkarlar, ihtiyaçlar ve sıradan zorluklarla ilgili ruhsatlardır. Bu sadece siyasi zayıflıktan değil, aynı zamanda ilim eksikliğinden de kaynaklanmaktadır ki her ikisi de bir devlet adamında olması gereken hususlardır.

Suriye rejiminin meşru olmadığına ve İslami olarak nitelendirilmesini destekleyen cüziyatlarda veya tutumlarda ciddi eksiklik olduğuna dair birçok deliller olmasına rağmen mevcut Suriye rejiminin bazı savunucuları tarafından gündeme getirilen bir mesele vardır. Bu da örneğin onların şu sözüdür: Düşmanla müzakere etmek caiz olup haram değildir. Sonra bu kardeşler, bu rejimin Yahudi varlığının temsilcileriyle yürüttüğü tekrarlanan müzakereler gibi yaptı şeyin şerî ve kabul edilebilir bir şeymiş gibi davranıyorlar ve delilin de Suriye'nin çıkarı olduğunu söyleyip noktayı koyuyorlar. Cevap, araştırmanın sadece bir müzakere meselesi olmadığıdır; zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hendek Savaşı'nda, Hudeybiye'de ve başka yerlerde kafirlerle müzakere etmiştir. Onun ardından Raşid Halifeler de müzakere etmişler ve bu müzakereler doğrudan ve dolaylı olarak yürütülmüştür. Dolayısıyla araştırma, müzakereler konusundadır. Peki müzakere edilen şey neydi; hakların geri alınması mı yoksa haklardan vazgeçilmesi miydi? Bu müzakere, Yahudi varlığını kısıtlamak ve onunla savaşmaya hazırlanmak amacıyla mı, yoksa onunla ilişkilerin normalleşmesi ve onun tanınması için adım adım ilerlemek amacıyla mıydı? Bu müzakerelere, Gazze'ye yardım etmeye yönelik herhangi bir kasıt giriyor mu? Suriye yöneticilerinin Suriye'yi ve halkını İslam dünyasının bir parçası olarak gördüklerine ve dünyadaki Müslümanlar için önemli olan şeylerle ilgilendiklerine dair herhangi bir bakış açısı veya bir delil var mı, yoksa bu var olmayan ve bu rejim için kabul edilemez bir durum mu? Eğer mesele böyleyse, o halde İslam bu rejimin neresinde? O halde örneğin Ürdün veya Suudi rejimlerinden nasıl farklı oluyor? Aynı şey Amerika ile olan ilişkiler, laikliğin uygulanmasıyla ilgili yolculuk ve Suriye'yi Müslüman olmayan grupların lehine zayıflatmaya yönelik hazırlık için de söylenebilir; buna ek olarak onların İbrahim Anlaşmaları olarak adlandırdıkları şeye tedrici olarak girmesi gibi diğer endişeler de söz konusudur.

Bu rejimin, Amerika, Yahudi varlığı ve bölge ülkeleriyle ilgili politikalarını savunanlarının tutunduğu noktalardan biri de, onun yeni bir rejim olduğu ve Yahudilerle savaşa girmekten aciz olduğu yönündedir. Ve eğer onların saldırılarına sessiz kalınmazsa, rejimi yok edecekleri yönündedir. Bu nedenle varlığını korumak için Amerika'nın emirlerine boyun eğmek ve uygulamak zorundadır! Eğer durum böyleyse, o halde böyle bir rejimden ne umulabilir veya beklenebilir ki? Peki zati gücünü ve özgürlüğünü inşa etmeye yönelik izlediği stratejisi nedir? Yani o, kelimenin tam anlamıyla bir devlet midir?

Bu rejimi savunanlar, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Hendek'te müzakere ettiğini ve neredeyse kâfirlere tavizler verdiğini ileri sürmektedir. Bu tür argümanların, çıkarım ve istidlal konusunda bir iflasa delalet ettiği gayet açıktır. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hiçbir zaman küfür sistemlerine, kendi dışındaki hiçbir kanuna veya otoriteye boyun eğmemiş ve iç ve dış politikalarında düşmanlarının talimatlarına veya emirlerine bağlı kalmamıştır. Onun müzakereleri, kendi görüş ve kararlarına göre devletini, egemenliğini ve otoritesini koruma yönünde olmuştur. Peki Suriye'deki yeni rejimin yöneticilerinin yaptıkları bunun neresinde?

Bu rejimi ve eylemlerini savunanlar aynı zamanda şöyle diyorlar: Kendini onların yerine koyun; sen olsan ne yapardın? Cevap şudur: Bir Müslümanın aslen bu pozisyonda olması caiz olmadığı gibi alkol servisi yapan bir barın denetçisi veya kumarhanenin, genelevinin ve kumar işletmesinin müdürü olması da caiz değildir. Bir Müslümanın İslam dışı bir yönetici konumunda olması tartışmasız caiz değildir. Eğer kendisine İslam ile hükmetmemesi şartıyla tüm yönetim ve otoritesi sunulsa bile bu, tek kelimeyle caiz değildir. Nitekim böyle şey Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e sunuldu ancak o bunu kesin bir şekilde reddetti. Bu konuda kâfirlere ve dünyaya, bu tarz bir yönetimin reddedilmesine dair kalıcı bir şekilde hitap eden ilahi bir emir ve küresel İslami bir bildirim mesabesinde açık ayetler nazil olmuştur. Nitekim bu konuda Kafirun suresi indirilmiş olup bu surede yönetim ve ilişkilerde küfrün reddedildiği üç kez tekrarlanmıştır.

Vacip olan İslam'ın uygulanması olup İslam'dan başkasını uygulamak için yönetimi almak ve ona ulaşmak doğru değildir; zira konunun özü ve şerî hedef, hareketi veya grubu ve liderini yüceltmek değil, Allah'ın kelimesini yüceltmektir. Bu nedenle burada zaruret gerekçelerine bir yer yoktur ve bu, gerçekliklerin tasvirini saptırmaktır; zira falan kişinin veya grubun yönetimde, bakanlıkta veya sarayda olması bir zaruret değildir. Müslüman ülkelerdeki yönetimde sömürgeci kafirlere ve düşmanlara hizmet etmek veya onlara bu ülkeler üzerinde herhangi bir egemenlik veya otorite vermek caiz değildir; hatta bu, kâfir ve tiran bir yöneticiyi devirmek gibi Müslümanların maslahatları karşılığında olsa bile. Müslümanların vacibi, müminlerle iş birliği yapmak, müminler arasında dostluk kurmak ve müminlere güvenmek yoluyla değişim, İslami yönetimi kurmak ve tiranları devirmek için çalışmalarıdır. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُوا الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وِيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُون * وَمَنْ يَتَوَلَّ اللهَ وِرِسُولَه وَالَّذِينَ آمَنُوا فَإِنَّ حِزْبَ اللهِ هُمُ الْغَالِبُونَSizin dostunuz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılan, zekat veren rükua varan müminlerdir. Her kim Allah’ı, Peygamberi ve müminleri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar, yalnız Allah’ın tarafını tutanların grubudur.” [Maide 55-56] Bu konuda kâfirlere ve onların ajanlarına meyletmek ya da iktidara ulaşmak için onlarla iş birliği yapmak caiz değildir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünneti ve metodu işte budur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَا تَرْكَنُوٓاْ إِلَى ٱلَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ ٱلنَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ مِنْ أَوْلِيَآءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَZalimlere meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur, sonra yardım da göremezsiniz.” [Hud 113]

اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ

Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.” [Tevbe 126]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Mahmud Abdulhâdî

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir'in Uyarıda Bulunduğu Husus, Medya Ve Basının Gündemine Oturdu!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hizb-ut Tahrir'in Uyarıda Bulunduğu Husus, Medya Ve Basının Gündemine Oturdu!

Haber:

Meşhur Ahbar el-Yevm gazetesinin genel yayın yönetmeni ve önde gelen medya figürü Üstad Ahmed Bilal Tayyib, bir tweetinde şunları söyledi: Hemedti'nin Nyala'da kurucu hükümetin başkanı olarak yemin etmesinden yaklaşık on saat sonra, tek bir üzücü cümle ile şunu söylüyorum: Hoşumuza gitse de gitmese de, istesek de istemesek de, kabul etsek de etmesek de, olayı abartsak da küçümsesek de, alkışlayanlara, alay edenlere, destekleyenlere ve karşı çıkanlara şunu söylüyorum: Birleşik Sudan'a elveda!Ne yazık ki, Güney Sudan'ın acı verici ilk ayrılışının ardından Sudan'ın ikinci ayrılığı fiilen başlamış olup daha fazla bir şey söylemeyeceğim.

Yorum:

Halkına asla yalan söylemeyen bir lider olan Hizb-ut Tahrir, her zaman açık bir uyarıcı olmaya devam etmiştir; zira politikacılara, yöneticilere, medya figürlerine, alimlere, tüm elitlere ve ülke halkının geneline, anlaşmalar ve savaşların alevlenmesi ve ikinci bölünme tiyatrosuna zemin hazırlamak için Sudan halkı arasında krizler ve fitneler oluşturmak yoluyla kanla boyanan yeni Sykes-Picot sınırları sayesinde Sudan'ı parçalama planı konusunda uyarıda bulunmuştu. Tıpkı Amerika'nın Machakos ve Nevaşa anlaşmalarıyla Güney Sudan'ın ayrılmasını planlayıp desteklediği gibi; nitekim o dönemde de parti tüm yönetici elitlere, politikacılara ve medya figürlerine Sudan'ı parçalayacak bu anlaşmaları uygulamaya koymanın tehlikesi konusunda uyarıda bulunmuş, bilakis, tüm siyasi çevreler (hükümet ve muhalefet) bu uyarıya şiddetli bir hoşnutsuzluk ve alaycı bir tavırla karşılık vermişler, Hizb-ut Tahrir'i gerçeklikten kopuk olarak nitelendirmişler, taş, kafalarına düşüne kadar güneyin ayrılma olasılığını reddetmişler ve nihayet Sudan bölünmüştür.Hizb-ut Tahrir, halkını düşman saldırısı konusunda uyaran Zarqa al-Yamama mesabesindedir; zira ağaçların hareket ettiğini gördüğünde ona inanmamışlar ve onun uyarılarını görmezden gelmişlerdi, nihayet düşman saldırmış ve onları yok etmişti.

Bu bana gazeteci Amina al-Fadl'ın Sudan'ın günlük gazetesi el-Hayat el-Yevmiyye'nin 03/03/2003 tarihli 686 numaralı sayısında “Hizb-ut Tahrir ve Peygamberliğin Doğruluğu” başlıklı şu yazısını hatırlatmıştır: 2003 yılının ortalarında Hizb-ut Tahrir, “Kendi kaderini tayin etme: Hak mı, yoksa bir suç mu?” başlıklı bir bildiri yayınlamıştı.Bildiride Machakos Çerçeve Anlaşması'nı ele almış ve bunu tehlikeli bir emsal, hatta Sudan'ın başına gelen en tehlikeli şeylerden biri olarak değerlendirmiştir.Bu emsal, kendi kaderini tayin hakkı veya “ayrılma” hakkıdır; Hizb-ut Tahrir, sözlerini Peygamberin hadisleriyle desteklemiş ve bu eğilimin tehlikesini açıklamış ve bu eğilimin, ülkenin mafsallarının parçalanmasını pekiştirdiğini ve diğer bölgelerin ve odakların kendi kaderini tayin hakkını talep etmesine kapı araladığını ve hükümetin bu talepleri reddetme imkânının olmadığını söylemiştir; çünkü hükümet, bu yıl Güney ile anlaşmaya varmıştır.Hizb-ut Tahrir daha da ileri giderek hükümete, tıpkı Garang'ın reddettiği gibi, Machakos Anlaşması'nı reddetmesini tavsiye etmiş ve hükümete, geçiş döneminde Garang ve hareketine sevgi beslemenin onu ayrılmaktan vazgeçirmeyeceği, çünkü onun doğası gereği isyancı bir adam olduğu ve birlikçi olduğunu söylese de yalan söylediği, her şeyden kendi hareketine üye çekmek için istifade etmeye çalıştığı uyarısında bulunmuştur.

Bu, Hizb-ut Tahrir'in barış anlaşması imzalanmadan önce yapmış olduğu bir uyarıydı; nitekim anlaşma gerçeğe dönüştü ancak herkesin bildiği nedenlerden dolayı gerçekleşmedi; bu nedenlerin başında Garang'ın kışkırtmaları ve kibri gelmekte olup şehirlerinde ezan okunmayacağı şeklindeki laik bir devletin talebi de başka önemli bir nedendi.

Şu anda Hizb-ut Tahrir'in uyarıda bulunduğu şeyin gerçekleşmesine tanık oluyoruz; eğer hükümet akil insanların tavsiyelerine kulak vermiş olsaydı, imza atıldıktan sonra pişmanlıktan parmaklarının ısırırdı. İşte o zaman Garang, hiç kimsenin tutamayacağı bir sabun köpüğü gibi olurdu. Ama şu andan itibaren anlaşmanın maddeleri henüz uygulamaya konulmadan, bu fırsatı istismar etmeye ve zaman kazanmaya başladı. Zira hareketini ustaca bir siyasi partiye dönüştürdü ve bu parti, güneydeki ormanlardan çıkıp cumhurbaşkanlığı sarayının koltuklarına oturdu ve bu tuhaf siyasi partiyi kayıt ettirme zahmetine bile girmedi. Neden olmasın ki? Bu senin zamanın ey gülünç adam, öyleyse sevin!

Gazeteci Amina Al-Fadl o tarihte böyle yazmıştı ve bugün de aynı bağlamda, deneyimli medya figürü Ahmed Bilal Tayyib bir tweet atmış ve bu tweette, Hizb-ut Tahrir'in her zaman uyardığı hususları vurgulamış ve herkesi, bizleri bölünme ve parçalanma tehlikesinden kurtaracak doğru tarafta durmaya çağırmıştır.

Hizb-ut Tahrir, 16/8/2025 Cumartesi günü düzenlediği basın toplantısında, “Sudan Halkına Çağrı... Güney’in Akıbetine Uğramaması İçin Darfur’a Sahip Çıkın” açıklamasında bulunmuş ve alimlere, medyacılara, güç ve kuvvet ehline ve diğerlerine, bu felaketi önleme ve Amerika'nın Sudan'ı ikinci kez parçalamak için yaptığı planı başarısız kılma rolünü yerine getirme çağrısında bulunmuştur.O halde Batı'nın cehennem gibi komplolarını gerçekleştirmesine karşı vahdet ve kale devleti olan Hilafeti kurarak, inisiyatifi ele alıp gasp edilen ümmetin otoritesini geri elde etmek için çalışmamız gerekmez mi? إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Abdullah Hüseyin (Ebu Muhammed Fatih) - Sudan

Devamını oku...

“Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur.” [Hac-18]

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

وَمَن يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِن مُّكْرِمٍ

Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur.” [Hac-18]

Haber:

Amerika Birleşik Devletleri, Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas da dahil olmak üzere üst düzey Filistin Yönetimi yetkililerine ülkeye giriş vizesi vermeyeceğini ve mevcut vizeleri iptal ederek onların yaklaşan BM Genel Kurulu toplantısına katılmalarını engelleyeceğini duyurdu. ABD Dışişleri Bakanlığı bu önlemle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: FKÖ ve Filistin Yönetimini, taahhütlerine uymamaları ve barış umudunu baltalamaları nedeniyle sorumlu tutmak ulusal çıkarlarımız gereğidir. (El Cezire Net, 29/08/2025)

Yorum:

Filistin otoritesi, Yahudileri ve Amerika'yı razı etmek için Oslo'da Filistin topraklarının üçte ikisinden fazlasından feragat etmiş, ardından Yahudileri ve onların arkasındakileri memnun etmek umuduyla Filistin halkı arasında işgale direnenleri tutuklamak, zulmetmek ve öldürmek de dahil olmak üzere Yahudilerle güvenlik koordinasyonu kurarak en aşağılık ve en iğrenç eylemler gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla hala Filistin halkına zulmeden Yahudilerin eli olmakta ve işgal karşıtı her hareketi izleyen gözü olmaktadır. Ama tüm bu ücretsiz hizmetlere rağmen, Amerika ve Yahudi varlığını razı edememiştir!

Son günlerde ABD Dışişleri Bakanlığı, Mahmud Abbas da dahil olmak üzere Filistin otoritesinin üst düzey yetkililerine, barış umutlarını zedeledikleri ve taahhütlerine uymadıkları gerekçesiyle ABD'ye giriş vizesi verilmeyeceğini açıkladı. Bu, hala Dayton ajanı otoritenin izlediği yaklaşımı takip eden diğer ajanlar için büyük bir derstir; zira Amerika ve Yahudiler size zerre kadar değer verip itibara almıyorlar. Sizler sadece onların emirlerini yerine getiren köleler ve hizmetçilerden başka bir şey değilsiniz. Sonra Amerika hiç pişmanlık duymadan size sırtını dönecek, sizi bir çekirdek gibi çitleyip atacak ve size ne bir ödül verecek ne de teşekkür edecektir.

Yahudiler, kendilerine her türlü hizmeti yapmış olsalar bile hiç kimseye güvenmezler. Zira Yahudileri razı etmek için Gazze'yi kuşatıp halkını yiyecek ve içecekten mahrum bırakan Allah'ın düşmanı Sisi, geçen 7 Ağustos'ta Yahudi varlığından Mısır'a 35 milyar Dolar değerinde gaz ithal etmek için bir anlaşma imzalamış ve bu anlaşma Yahudiler için çok karlı olmasına rağmen ancak bu, Netanyahu'nun daha sonra Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve hatta Türkiye'nin bazı bölgelerini de içeren büyük “İsrail'i” kurma arzusunu açıklamasına engel olmamıştır. Ne kadar da kötüsünüz ey Müslümanların başındaki yöneticiler! Yahudilere ne kadar hizmet ederseniz edin, size zerre kadar değer vermeyeceklerdir!

Bir gün Yahudilerin tankları sizi de ezip geçecek, füzeleri tahtlarınızı yok edecek ve şüphesiz o zaman kaybınız çok büyük olacaktır; hayatınızı kendilerine hizmet ederek geçirdiğiniz kişiler, şayet sizden kurtulamazlarsa sizi terk edecekler ve on yıllardır zulmettiğiniz halklarınız ise, tahtlarınızı devirmek, uzun yıllar süren zayıf yönetiminizden kurtulmak ve yeryüzünde Allah'ın hükmünü ikame etmek için uygun bir anı beklemektedir. Bekleyin, biz de beklemekteyiz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhammed Ebu Hişam

Devamını oku...

Şam ve Büyük Felaket!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Şam ve Büyük Felaket!

Bugün Şam'daki trajedi, yönetimdeki boşluktan, yöneticinin kısırlığından ve devlet projesinin mutlak yokluğundan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bizler, siyasi basiretin körlüğü ve yönetim ve liderlik için gerekli şartların tamamen yokluğuyla boğuşan anormal bir yönetim durumuyla karşı karşıyayız. Zira bugün, Şam'daki başkanlık ve yönetim sömürgecinin ipoteğinde ve kararları da onun elinde olup politikaları sömürgeci tarafından belirlenmektedir, dahası varlığı yokluğu birdir. Dolayısıyla Suriye'yi yöneten, özel elçisi (Yüksek Temsilci) Tom Barrack aracılığıyla sömürgeci Amerika'dır.

Cani Beşar'ın düşüşünden sonra bugün Şam, Amerika'nın siyasi rehinesi haline gelmiş, onun sömürge politikası ve dış nüfuzuyla bloke edilmiş ve kısıtlanmış olup Şam yönetimi, Amerika'nın sömürgeci hedeflerini gerçekleştirmek için bir araç haline getirmiştir. Bakın işte Amerika, stratejik üssü Yahudi varlığı yoluyla, bilakis Şam'ın işinde ve halkının siyasetinde görüş sahibi oldukları için gece gündüz dolaşan ve fesat saçan hain Dürzi, Alevi ve Kürt gruplardan oluşan aşağılık araçları yoluyla, bundan daha da kötüsü Ahmed Şara ve Şam'daki maiyeti yoluyla sömürgeci hedeflerini gerçekleştirmek için elçisi Tom Barrack ve onun habis tuzakları ve hileleri aracılığıyla Şam'da fesat ve ifsat saçıyor.

Bugün Şam'ın paradoksu ve onun büyük felaketi, yönetimdeki boşluk, devletin yokluğu ve Şam'da bir yöneticinin ya da yöneticiye benzer birinin olmayışı, dahası bizim, yönetim ve liderlik düzeyinde yıkıcı bir boşlukla karşı karşıya olmamızdır. Dolayısıyla bu anormal durum, büyük ihanetlerin, yönetim politikaları ve projeleri olarak kabul edilmesine yol açmıştır; bu yüzden siyasi basireti kör olan ve sömürgeci Amerika'nın rehinesi olan bu yönetim, sömürgecinin bölgedeki yöneticilerinin komplolarıyla onlarca yılı gerektiren şeyleri yedi ay içerisinde gerçekleştirip başarmıştır.

Bugün Şam'daki bu anormal siyasi durum, Şam'ı Amerika'ya teslim etmek yoluyla Suriye devrimini bitirmek için birbiri ardına pervasız ve aceleci adımlarla hareket eden Şam yönetiminin bu anormal politikalarının bir sonucudur; bu ise sömürgeciden kurtulmak için yapılan bir devrimin, sömürgecinin zincirlerini daha da sıkılaştırılmasıyla sonuçlanan garip bir siyasi durumdur!

Amerika, daha önce cani Beşar döneminde uygulananlardan daha lanetli şartlar ve kısıtlamalarla Şam'daki nüfuzunu sürdürmede ısrarcı olup Şam yönetimi ise, sömürgecinin tüm tuzaklarını ve kötü niyetli komplolarını uygulamada onun itaatkâr ve uysal bir aracıdır; Suriye'deki özel elçisi Tom Barrack da, Şam yönetimi ve idaresi için sömürgecinin gerçek yüksek temsilcisidir.

Nitekim bizler, yasama, yönetim, siyaset, ordu, ekonomi, toplum ve idare gibi Şam için hayati konularda, yüksek bir otoritenin yüksek komiser yetkilerine sahip bir ABD özel elçisiyle karşı karşıyayız. Nitekim kendisi, 2025 yılının Temmuz ayında New York Times gazetesine verdiği demeçlerde, rolünü, yetkilerini, Amerika'nın Şam için çizdiği yol haritasını ve hedeflerine ulaşmak için kendisine verilen misyonu açıklamıştı.

Bunlardan en bariz olanları aşağıdaki şekildedir:

Suriye ve "İsrail'in", sınırda sükûneti yeniden sağlamak için ABD'nin gözetiminde ciddi görüşmeler yürütmesi.

Trump yönetiminin Suriye'nin İbrahim Anlaşmalarına katılmasını istemesi ancak bu zaman alabilir.

Başkan Şara, İbrahim Anlaşmalarına katılma konusunda iç muhalefetle karşı karşıya kalabilir.

Suriyeliler, cumhurbaşkanlarının bu anlaşmalara katılmaya zorlandığını görmek istemiyorlar, bu yüzden onun dikkatli olması gerekir.

Suriye'de demokrasi ve kapsayıcı yönetim yolundaki ilerleme hızlı bir şekilde gerçekleşmeyecek ve bu ikisi, Amerikan kriterlerinin bir parçası olmayacak.

Washington'ın, Suriye'nin geri kalan yabancı savaşçıları (mücahitleri) sınır dışı edemeyeceğini fark etmesi.

Yabancı savaşçılar, dışlanmaları halinde yeni Suriye hükümeti için bir tehdit oluşturabilirler.

Trump yönetiminin, Suriye'deki yabancı savaşçılara verilen roller konusunda şeffaflık beklemesi.

Değişimlere teşvik edilmesini hedefleyen yaptırımların kaldırılması, belirli talepler karşılanana kadar yaptırımları sürdürmekten çok daha etkilidir...

Dolayısıyla bizler, ilan edilmiş sömürgeci hedefleri, hedeflerine ulaşmak için yol haritası olan ve bunu uygulamak için Şam hükümetini araç olarak kullanan tam teşekküllü bir sömürgecinin yüksek komiseri ile karşı karşıyayız. Bu, Tom Barrack'ın Ahmed Şara ve dışişleri bakanı Esad Şeybani ile yaptığı yoğun görüşmeler aracılığıyla tercüme edilmiştir; zira 2025 yılının Mayıs ayında İstanbul'da Tom Barrack, Ahmed Şara ve Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ile yaptığı toplantının ardından yaptığı açıklamada, ele alınan dosyaların Yahudilerle yapılan anlaşmanın pratik adımları ve Suriye hükümetinin yabancı savaşçılar (devrimin destekçileri olan mücahitler) konusunda alması gereken önlemlerle ilgili olduğunu vurgulamıştı.

Ardından 9 Temmuz 2025 Çarşamba günü Halk Sarayı'nda Tom Barrack ve Ahmed Şara arasında, Dışişleri Bakanı Esad Şeybani'nin de katıldığı bir toplantı düzenlendi ve Suriye'deki durumla ilgili dört ana dosya ele alındı ki ele alınan ilgili dosyalar şunlardı:

Amerikan görüşüne göre, Suriye devletinin gelecekteki siyasi yapısı ve Suriye'yi parçalamak ve toplumunu bölmek için küçük etnik gruplar (Dürziler, Kürtler, Aleviler) dosyasının kullanılması.

Şam hükümeti ile ABD ajanı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında imzalanan anlaşma maddelerinin hızla uygulanması; zira bu anlaşmanın, yönetim ve orduyu sömürgecinin yeni ajanlarıyla yeniden yapılandırma projesinin bir parçası olarak SDG'yi devlet ve orduya entegre etmeyi ve devrimcileri ve mücahitleri yönetim ve ordu aygıtından tamamen tasfiye etmeyi amaçlayan bir ABD tasarımı olduğu bilinmektedir.

Tom Barrack tarafından önerilen yatırım fonlarının devreye sokulması yoluyla ekonomik düzenlemelerle ilgili dosya, Amerikan şirketlerinin yeniden yapılanma ve kalkınma aldatmacası altında Şam'ın servetlerinin yağmalamasına kapı aralayan bir Amerikan mekanizması olarak kabul edilmektedir.

Suriye'nin kuzeydoğusundaki askeri güçlerin, özellikle kuzeydoğu bölgesinde bulunan ABD güçlerinin konuşlandırılmasının düzenlenmesi, yani Suriye hükümeti ve onun askeri ve güvenlik aygıtının, sömürgeci Amerikan güçlerini garanti altına alması ve onların hareket etmesini ve korunmasını sağlaması.

Böylece ABD Özel Elçisi yüksek komiser Tom Barrack'ın yetkisi ve otoritesiyle denetleyip yönettiği ve onun politikalarını uygulamak ve projelerini gerçekleştirmekle sorumlu olan Şam hükümeti, sömürgecinin Yüksek komiserinin bir idaresi ve şubesi olarak son bulmuştur.

23 Ağustos 2025 tarihli Washington Post gazetesinde Tom Barrack'ın açıklamalarına dayanan bir haberde, Esad sonrası Suriye için Amerikan vizyonu ve gelecekte işlevsel bir devletin formülü açıkça ortaya konmuştur; zira Barrack, Suriye'de işlevsel bir devletin siyasi yapısı konusunda Amerika'nın vizyonuna ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunmuş ve bu açıklamalar gazete tarafından haberleştirilmiştir; zira şöyle demiştir: “Bu federal bir sistem değildir, ancak herkesin siyasal İslam tehdidi olmadan kendi kültürlerini ve dillerini koruyabilmesini sağlayan bir formüldür.” Amerika'nın hedefi, İslam'ın hadari projesine ve eşsiz İslami birliğe karşı koymak için Şam'ı parçalamaktır.

Bugün ortaya atılan tüm zehirli sömürgeci projeler, ülkeyi parçalama hedefine hizmet etmek içindir; bu ise bilinci tahrif etmek ve ihaneti gizlemek için kamuoyuna siyasi seçenekler, dahası geçiş sürecini yönetmek için birer gereklilik olarak sunulmaktadır; bu kötü niyetli sömürgeci projeler arasında şunlar yer almaktadır:

Şam hükümetinin denetimi altında küçük etnik gruplara yerel yetkiler vererek esnek bir ademi merkeziyetçilik.

Dışlanma veya intikama maruz kalmayacaklarına dair kendilerine güvence verilmesi gerekçesi altında Aleviler, Dürziler ve Kürtlere uluslararası garantiler verilmesi.

Herhangi bir yeni siyasi formülün uygulanmasını takip etmek ve dengeyi sağlamak için (özellikle sömürgeci ülkelerden biri olan) Batılı Amerika’nın denetimi.

Şam'a, İslam'ına ve halkına karşı politikalar ve komplolar, daha tehlikeli ve acı olanı ise gerçekte dinden dönme ve ajanlığa geri dönüş olan gaspçı Yahudi varlığına hizmet etmek gibi Amerika'nın şerli koridorlarında ve dehlizlerinde örülen şeyler de vardır. Zira Tom Barrack şunları açıklamıştır: “ABD yönetimi, sınırda sükuneti yeniden tesis etmek amacıyla Şam ile Tel Aviv arasında dolaylı görüşmelere sponsorluk etmekte olup İbrahim Anlaşmalarına katılma yolu hemen gerçekleşmeyecektir.” Ve şöyle ekledi: “ABD yönetimi, Suriye'nin İbrahim Anlaşmalarına katılmasını istemektedir... Bunun gerçekleşmesi zaman alabilir.”  

İbrahim Anlaşmalarına tam katılım, Yahudi varlığıyla ilişkileri kapsamlı bir şekilde normalleştirmek yoluyla bölgeyle Yahudi varlığını kaynaştırmak için büyük bir Amerikan komplosudur; bu yüzden Şam hükümeti adımlarını hızlandırmakta ve normalleşmenin ön hazırlığı olarak onunla temaslarını sürdürmektedir. Zira normalleşmeye yönelik atılan adımın siyasi gerekliliklerinden biri, güney Şam'ı kesip Yahudileri güvence altına almak için bir tampon bölgeye dönüştürmektir ki Süveyda'daki olaylar, Amerikan komplosunun en büyük parçasıydı. Nitekim Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta'nın yayınlarından Süveyda’daki gelişmeler hakkındaki soru-cevapta şöyle geçmiştir: “Tüm bunlar, Amerika’nın Suriye’nin güneyini Yahudi varlığı için güvenli bir tampon bölge haline getirmek istediğini ve rejimi, normalleşme uğruna mevcut durumu kabule zorlamak amacıyla Yahudi varlığının tekrarlanan saldırılarından memnun olduğunu gösteriyor... Azerbaycan ve Paris’te gerçekleştirilen görüşmeler, bu kirli yolda atılmış ardışık adımlardan başka bir şey değildir... Medyaya yansıyan bilgilere göre, müzakerelerin en önemli maddelerinden birini, Suriye’nin güneyinde Yahudi varlığı için güvenli bir tampon bölge oluşturulması teşkil ediyor. Oluşturulacak bu tampon bölge, 1979’da Mısır rejiminin imzaladığı ve hala yürürlükte olan ve bugün bile Mısır halkının, gözlerinin önünde soykırıma uğrayan Gazzeli kardeşlerine el uzatmasını engelleyen o meşum Sina anlaşmasının kanlı bir kopyasıdır!”

“İsrail” Stratejik Planlama Bakanı Ron Dermer ile Suriye Dışişleri Bakanı Esed eş-Şeybani, Paris’te ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın arabuluculuğunda üst düzey bir görüşme gerçekleştirdi. Trump yönetiminin gözetiminde olan bu toplantı, Yahudi varlığı ile Suriye arasında son 25 yılda en üst düzey resmi iletişim özelliğini taşıyor. Tom Barrack, X platformunda şunları yazmıştır: “Bu akşam Paris'te Suriyeliler ve İsraillilerle bir araya geldim; hedefimiz diyalog ve gerilimin azaltılmasıydı ki bunu da bizzat gerçekleştirdik. Tüm taraflar bu çabaları sürdürme taahhütlerini teyit ettiler.” 

Bunlar, gaspçı Yahudi varlığı ile kapsamlı bir normalleşme yolunda atılan adımlar ve ABD politikasının ve onun sömürgeci projelerinin bir devamı olup böylece Şam, yaralı ve daha fazla zincirlerle bağlanmış bir şekilde sömürgecinin havzasına geri dönecektir.

Ey Şam halkı; Ahmed Şara ve maiyetinin, Şam'ı Amerika'ya teslim edip mübarek topraklarınızı ve Şam'ınızı gasp eden varlıkla normalleşmeye devam etmesi büyük bir felakettir. O halde mübarek devriminizin kaderinin, Yahudilerin Aksa'nızı, Peygamberinizin İsra ve Mirac'ını gasp etmesinin ve Amerika'nın Şam'ınızı sömürgeleştirmesinin onaylanması şeklinde sonuçlanmasına nasıl olur da razı olabilirsiniz?! Mübarek devriminizin hasadının, Şam'ınızın sömürgeleştirilmesi olmasına nasıl olur da razı olabilirsiniz?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Filistin Halkına Karşı Komplo Kurmak, El-Ezher Şeyhi Tarafından Desteklenen Ve Övülen Sisi'nin Tutumu Mu?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Filistin Halkına Karşı Komplo Kurmak, El-Ezher Şeyhi Tarafından Desteklenen Ve Övülen Sisi'nin Tutumu Mu?!

Haber:

El-Ezher Şeyhi, El-Sisi'nin de katıldığı Hz. Muhammed'in doğumunu anma töreninde bir konuşma yaptı ve konuşmasının sonunda el-Sisi'ye doğrudan hitap ederek şöyle dedi: “El-Ezher Şerif olarak bizler, sizlerin elini sıkıyor ve sizin sırtınızı güçlendirmesi için Allah’a dua ediyoruz; Filistin davasının sulandırılmasını reddetme, Filistin halkının topraklarında kalma hakkını koruma, yerinden edilme komplolarını kesin olarak reddetme ve Filistin davasını koruma ve Filistinlileri destekleme konusunda Mısır'ın tarihi tutumuna bağlı kalma konusundaki kararlılığınızda size başarılar dileriz.” (Youm7, 3/9/2025)

Yorum:

El-Sisi'nin Filistin davası ve özellikle Gazze'deki soykırım savaşı konusundaki tutumu ve el-Ezher Şeyhi'nin onu övmesi ve onun kararlı olması için Allah’a dua etmesi, hain ve komplocu bir rol olup Filistin'i ve halkını terk etmek, onlara karşı komplo kurmak; Yahudi varlığını korumak, onunla hain anlaşmalar imzalamak ve efendileri Amerika'nın plan ve projelerini uygulamak konusunda seleflerinin izinden gitmektir.Bu, onların korudukları ve korumaya devam ettikleri sabitelerdir; akıl sahibi herkes, Mısır'ın tutumunun gerçeğini ve el-Sisi'nin oynadığı hain rolü fark eder. Zira o, saldırının hızını kontrol etmek, Filistin halkına baskı uygulamak ve onlara boyun eğdirmek için kullanılan bir araç olup bu araç, Yahudi varlığı ile Filistinli gruplar arasında arabulucu rolü oynamakta ve onlara, taviz vermeleri ve davayı tasfiye edecek çözümleri kabul etmeleri için baskı uygulamakta, Gazze Şeridi'ne yönelik kuşatmasını, dünyaya açılan tek kapısı olan Refah geçişini kapatarak daha bunu daha da sıkılaştırmaktadır. Ayrıca Yahudi varlığının insanların öfkesini belki yatıştırırım diye geçit törenleriyle girmesine izin vermesi dışında Gazze'ye bir parça ekmek veya bir yudum su bile girdirmemiş, Gazze halkını desteklemek için tek bir asker bile göndermemiş, dahası Gazze'deki soykırım savaşının doruk noktasında, Yahudi varlığı ile gaz anlaşması imzalamıştır; peki el-Ezher ve Şeyhi'nin desteklediği tutum bu mudur?

Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الْأَنْبِيَاءِKuşkusuz âlimler peygamberlerin varisleridir.” Ve yine şöyle buyurmuştur: صِنْفَانِ إِذَا صَلَحَا صَلَحَ النَّاسُ، وَإِذَا فَسَدَا فَسَدَ النَّاسُ: الْعُلَمَاءُ وَالْأُمَرَاءُİnsanlardan iki sınıf vardır ki onlar düzelirse insanlar düzelir, onlar bozulursa insanlar bozulur. Onlar: alimler ve yöneticilerdir.”“Büyük İmam” olarak bilinen El-Ezher Şeyhi'nin, hain yöneticilere yağ çekmek ve Filistin davasına gerçek bir çözüm getirmeyen çözüm önerilerinde bulunmak yerine, Allah ve Rasulü'nün razı edecek bir tutum sergilemesi daha iyi olurdu!Tarih boyunca Mısırlı alimler, ümmetin sorunlarında, onun liderliğinde ve hakkı haykırmada çok önemli bir rol oynamışlardır; el-İzz bin Abdüsselam tutumları, bu konuda meşhur ve malumdur. Ayrıca el-Ezher, kurulduğu günden bu yana istilacılara ve işgalcilere karşı cihadın meşalesi olmuş ve onun alimleri de zulme ve sömürgeciliğe karşı olan devrimlere öncülük etmiştir; o halde neden eski dönemine geri dönmüyor ki?

Ey el-Ezer Şeyhi, Filistin meselesi için Güvenlik Konseyi ve uluslararası sistemde bir çözüm aramak yerine, Sisi'ye yağ çekmek ve hakkı sözü söylemekten kaçınmak yerine sana ve diğer Müslüman ülkelerdeki alimlere yakışan, Filistin'i kurtarmak ve Gazze halkını desteklemek için gerçek ve tek çözümü sunmaktır; dikkat edin gerçek ve tek çözüm, tahtları devirmek, orduları harekete geçirmek ve onlara harekete geçirecek Hilafet Devleti'nin için çalışmaktır.

Ey el-Ezher ve diğer Müslümanların alimleri: Allah'ın sizden aldığı sözü yerine getirin ve Allah Subhanehu ve Teala ile yaptıkları sözlerini bozan Yahudilerin hahamları gibi olmayın:وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَAllah, kendilerine kitap verilenlerden, «Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz» diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” [Al-i İmran 187]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beraa Mûnâsıra

Devamını oku...

Kırmızı Çizgiler, İçi Boş Açıklamalardan Başka Bir Anlam İfade Etmiyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kırmızı Çizgiler, İçi Boş Açıklamalardan Başka Bir Anlam İfade Etmiyor!

Haber:

Birleşik Arap Emirlikleri Siyasi İşler Bakan Yardımcısı Lana Nuseybe, Yahudi varlığının işgal altındaki Batı Şeria'yı ilhak etme girişimlerinin BAE için kırmızı çizgi olduğunu vurguladı. (El Neşra)

Yorum:

Kırmızı çizgiler çoğaldığı gibi kınama ve eleştiriler de çoğaldı ancak hiçbir zaman yağdıklarını (harekete geçtiklerini) görmedik!Bu Ruveybidaların gürültüleri, Allah’ın önünden önce insanların önündeki utanç verici tutumlarını daha da artırmakta olup onların kırmızı çizgileri ise, içi boş açıklamalardan başka bir anlam ifade etmemektedir.

Birleşik Arap Emirlikleri, Filistin'i kurtarmak için bir ordu hazırlayıp ona liderlik edebilecek devasa ekonomik imkanlara sahip olduğu gibi Yahudilere boş sözler ve açıklamalar yerine somut eylemler gösterebilme kapasitesine sahip olduğu halde kırmızı çizgiler koymakla yetinmektedir.Dolayısıyla BAE, bu kırmızı çizgilerle, beynimizi patlatan ve Filistin'deki olayların, ona iyi bir bakış açısıyla bakan herkese ihanetinin daha çok ifşa olmasına izin verdiği Erdoğan'ın izinden gidiyor.

Ey utanç verici rejimler: Sizin bu açıklamalarla yetinmeniz, ihanetinizin ve Allah'ın dinini hiçe saydığınızın bir delilidir. Allah'a yemin olsun bu tutumlarınız aleyhinize kaydedilecek ve Allah'ın huzuruna geldiğinizde bundan dolayı hesaba çekileceksiniz; peki o zaman ne cevap vereceksiniz?!

Ey ümmetin halkları: Akıbetinizin yöneticilerinizin akıbeti gibi olmasına izin vermeyin; haydi sokaklara dökülün ve üzerinizdeki aşağılanma ve utanç tozunu silkeleyin, Allah'ın ve O'nun dininin destekçileri olun; şüphesiz sizler, Allah'ın izniyle bunu yapmaya muktedirsiniz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Suzan el-Mücerrat – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER