Perşembe, 06 Safer 1447 | 2025/07/31
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kapitalist Batı Düşüncesinde Yahudi Varlığı!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Kapitalist Batı Düşüncesinde Yahudi Varlığı!

Kapitalist Batı düşüncesinde bir Yahudi varlığı neden var olması gerekir? Neden Filistin onların ulusal vatanı olarak seçildi? Neden bu varlığın kurulması 1948 yılına kadar ertelendi?

Sadece çıkarların ve menfaatlerin hakim olduğu Batı düşüncesi için bu hayati projenin varlığının üç nedeni vardır ki bunlar şunlardır:

Birinci sebep: Yahudilere yönelik mutlak nefret ve onlara yönelik nefretin büyümesi; çünkü onlar, içinde yaşadıkları toplumlara yönelik kurnazlıkları, kötülükleri, hileleri, alçaklıkları ve nefretleri ile karakterize olmuşlardır; bu da kendilerinin Allah’ın seçilmiş halkı olduğu, yeryüzündeki diğer insanların (Goyimlerin) ise Allah’ın en güzel şekilde yarattığı hayvanlar olduğu ve kendilerine hizmet etmeleri için insan yaratılışına benzedikleri anlatısı nedeniyledir.

İkinci sebep: Hile, aldatma ve komplolar Yahudilerin alışık olduğu şeylerdir; bu nedenle Osmanlı Devleti ve Almanya'da yaptıkları gibi, kendilerini barındıran ülkelere ve halklara komplo kurmaktan çekinmezler. Çünkü onlar, daimen ve ebeden yaşadıkları ülkelerde kargaşa çıkardıkları gibi ayrıca onlar, hakkında usta oldukları ve bunun için büyük ve küçük finans merkezleri kurdukları faiz işlemleri de dahil olmak üzere yolsuzlukla karakterize olmuşlardır.

Bu nedenle Batı'nın çıkarları bu kötü hastalıkla örtüştüğü için şu kararı aldılar:

Birincisi: Onlar için Batı'dan izole edilmiş bir kanton inşa ederek onlardan kurtulmak ve toplumlarını bu kanserden kurtarmak için de onlardan yerinden edebildikleri kadarını o kantona tehcir etmek.

İkincisi: Filistin'in seçilmesi ise, İslam beldelerinin kalbi, onların gönüllerinin sevdalısı ve Peygamberlerinin İsra'sı olması, içinde iki kıblenin ilki ve Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi'den sonra ziyaret edilen mescitlerin üçüncüsü olan Mescid-i Aksa’nın bulunması, buranın dünyadaki yaklaşık 2 milyar Müslüman için kutsal bir toprak olması ve onun hakkında Kur'an nâssları ve Kerim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetinin olmasından dolayı onların merkezi meselelerinden biri haline gelmesidir; bunun da ötesinde ve daha da önemlisi, Raşidi Hilafetin vaat edildiği ve onun geri döneceği merkezi olmasıdır ki burası, Allah’ın çevresini mübarek kıldığı topraklardır ve bu da Allahu Teala’nın şu kavlinden dolayıdır: سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُBir gece, Muhammed kulunu Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.” [İsra 1]

Batı, bu suçlu, yozlaşmış ve ifsat edici gruptan kurtulmanın ve onları izole edip bir araya toplayabileceği bir kanton türetmenin bir yolunu bulmakta başarılı olmak için Filistin’in vaat edilmiş topraklar olduğu şeklinde sahte bir tarih ve anlatı yarattılar ve bu izole edilmiş ve küresel olarak nefret edilen grubu, çalışmadan ve çaba harcamadan süt ve bal bulabilecekleri vaat edilen ve hayal edilen vaat edilmiş toprakları bulacakları şeklinde cezbedici sıfatlarla donattılar.

Üçüncü sebep: Batı'nın bu yerleşim projesinden elde etmek istediği çıkar, bu paramparça olmuş grubu Müslümanların boğazına tıkayarak böylece Hilafet Devleti'nin kurulmasının önünde bir engel oluşturmaktır; işte bu nedenle Batı, bu sonucu elde etmek için projesini hazırlayıp planlar yaptı.

Hedeflerini başarıp gerçekleştirmek için Osmanlı Hilafet Devleti’ni yıktı, dolayısıyla İslam beldeleri, doğuda Körfez'den batıda Atlas Okyanusu'na kadar 25'ten fazla devletçiğe ve halka bölündü ve çatışmanın temellerini bu projenin kıvrımları altında topladı. Bunun arasında çatışmanın odak noktalarını oluşturacak şekilde planlanmış bölünme ve küçük etnik gruplar ve yeni kantonların nüfusuyla orantısız bir coğrafya projesi yer almaktadır; kaynakların bol miktarda olduğu nüfusu az olan bir bölge ve kaynakların kıt olduğu kalabalık bir coğrafya… işte bu çelişki de, bu halkları ve bu kantonları, mevcut farklılıklar ve ayrımlar nedeniyle çatışmaya, sonra ya koruma talep etmek ya da ihtiyaçlarını ve işletme maliyetlerini karşılamak için Batı'ya bağımlı hale gelmeye, ardından da bölgedeki yeni doğan merkezi kantonu, yani Sykes-Picot taksim kararından sonra Balfour Deklarasyonu'nun yayınlandığı Yahudi varlığını korumaya sevk edecektir.

İşte bu kantonlar türetildi ve ardından da Yahudi varlığı tek bir hedefi gerçekleştirmek için türetildi ki bu hedef ise, hem ümmetin birliğini engellemek, hem de İslam'a dayalı bir devlet kurulmasını engellemek olup bu büyük gayeyi gerçekleştirmek için de bu kantonları sürekli olarak çatışma halinde tutmaktır. Böylece Batı kendisinden, aralarındaki Yahudilerin varlığından kaynaklanan varoluşsal bir tehdidi gidermiş oldu; böylece de vaat edilen ve şerî olarak emredilen Hilafetlerinin geri dönüşünü arzulayan Müslümanlar ile başta Amerika olmak üzere Batı'ya, Yahudi varlığını korumak ve ona yaşam, beka ve güç yollarını sağlamak için resmi taahhütte bulunan yapay rejimler ve Yahudi varlığı arasında kalıcı, sürekli ve asla durmayan bir çatışma ortaya çıktı.

Burada bu denklemde, Batı'nın iradesinin ortak bir çıkar için Yahudiler ve Arap varlıklarıyla örtüştüğünü görüyoruz ki bu ortak çıkar, İslam'ın yeniden yönetime gelmesini engellemek ve bunun için güvenlik alanında iş birliğine dayalı ortak bir politika çizmektir. Tüm bu topluluklar bir safta, ümmet ise onların projeleriyle örtüşmeyen başka bir saftadır; zira ümmet, onların projelerine düşük yaptırmak ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin olduğu büyük projesini ikame etmek amacıyla onları ortadan kaldırmak için çalışmaktadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...

Kutlama Yapmaya Gerek Yok!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Kutlama Yapmaya Gerek Yok!

Haber:

Fawaz Zohran Mamdani, umudu somutlaştırıyor ve Amerikalı Müslümanlarının siyasi sesini temsil ediyor (The Guardian)

Yorum:

Mamdani'nin seçim zaferinin ışığında, Müslüman bir belediye başkanının -ya da seküler bir siyasi sistem içinde yer alan herhangi bir Müslümanın- doğası gereği İslam'ı temsil etmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. İslam bir ırkın değil, kâmil bir din (yaşam tarzı) olup, Allah Subhanehu ve Teala katından vahyedilen siyasi, hukuki ve sosyal bir çerçeveye sahiptir. Allah'ın vahyinden değil de insan yapımı bir anayasanın kanunlarından kaynaklanan bir sistemde görev almak, İslami yönetime eşdeğer değildir. Zira İslam'ı gerçek anlamda temsil etmek, İslami ilkelere dayanan ve İslam şeriatı ile yönetilen siyasi bir sistemi gerektirir; yoksa ilahi otoriteye temelden karşı çıkan bir sisteme sadece şeklen katılmakla olmaz.

Seküler demokratik sistemler, egemenliğin halka ve onun seçtiği temsilcilere ait olan bir ideolojiye dayanmaktadır. Bu ise egemenliğin sadece Allah'a ait olduğu İslami inançla doğrudan çelişmektedir. -İster görev üstlenerek, ister oy kullanarak, ister siyasi programları destekleyerek olsun- bu tür sistemlere katılmak, bu çerçeveyi kabul etmek ve onu meşrulaştırmak anlamına gelmektedir. Bu yapılar içindeki Müslüman adaylar, İslami ilkeleri kötüye kullanmakta ve İslam'ı kapsamlı bir yaşam tarzı olmaktan çıkarak kişisel bir meseleye indirgemektedirler.

Gerçek İslam'ı temsil etmenin, Allah Subhanehu ve Teala'nın tek yasa koyucu olduğu şeklindeki temel İslami akideyi reddeden sistemlerden ortaya çıkması imkansızdır. Bu yapılar içindeki sembolik makamlara saygı gösterilmesi dikkatleri, İslami yaşam tarzının yeniden başlatılmasını temsil asıl hedeften başka yöne çekmektedir. İleriye doğru giden yol, uzlaşma, asimilasyon veya entegrasyonla lekelenmemiş ve batıla meydan okuyan ve İslam'ı kâmil bir alternatif olarak sunan İslami faaliyette yatmaktadır.

Müslümanların yüceltmeleri gereken tek ses, yalnızca İslam'ın sedasını tekrar eden, tamamen Allah Subhanehu ve Teala'nın emirlerine bağlı olan ve O'nun hidayetine itaatte sebat eden sestir. Bu yüzden Müslümanların desteği, soy veya kökene dayalı olmaması, aksine İslam'a sadık bir şekilde bağlılığa ve bu dini, yozlaşmış seküler sistemin gerçek alternatifi olarak taşıma gücüne dayalı olması gerekir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ

Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” [Bakara 208]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit - Amerika

Devamını oku...

İngiltere'de Filistinlileri Destekleyen Muhalefete Yönelik Siyasi Baskı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İngiltere'de Filistinlileri Destekleyen Muhalefete Yönelik Siyasi Baskı!

Haber:

5 Temmuz 2025'te, İngiliz hükümeti, Gazze'de soykırım işleyen Yahudi varlığına İngiltere'nin sağladığı askeri desteği hedef alan barışçıl bir kampanya örgütü olan Filistin Eylem Grubu'nu Terörle Mücadele Yasası uyarınca yasakladığını duyurdu;bu da örgüte destek verilmesinin yasadışı hale getirilmesini ve 14 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasını ifade ediyor. İçişleri Bakanı Yvette Cooper, örgütün üyeleri İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne ait uçaklara kırmızı boya sıktıktan sonra örgütü yasakladı, ancak eleştirenler bu eylemin şiddet değil, mülke zarar verme olduğunu belirttiler.

O haftalarda, polis terörle mücadele yasaları uyarınca ülke genelinde 100'den fazla kişiyi gözaltına aldı; gözaltına alınanlar arasında 83 yaşındaki bir rahip ve Quaker mezhebinden emekli kişiler de vardı.Hatta silahlı subaylar, “Gazze'yi özgürleştirin” veya “soykırım” yazılı pankartlar taşıyanları tutuklamakla tehdit ettiler.

Yorum:

İlk hedef Siyonizm karşıtı İslamcı muhalefetti, ama şimdi sıra Birleşik Krallık'taki siyasi sola geldi.Terörle mücadele kisvesi altında soykırıma karşı barışçıl protestolara yönelik bu vahşi baskı,antisemitizmi suçların anası olarak itibar edip Yahudi varlığına yönelik her türlü ciddi eleştiriyi çarpıtmaya yönelik köklü bir kampanyanın parçasıdır.Yahudilerin Ortadoğu'daki Batılı Siyonist projeyi desteklemek için bir kılıf olarak kutsallaştırılması, bu hafta Avam Kamarası'nda en uzun süre görev yapan siyahi kadın olan İşçi Partisi Milletvekili Diane Abbott'ın ırkçılık hakkındaki geçmiş açıklamalarını savunmasının ardından görevden alınmasıyla birlikte hayal edilemeyecek boyutlara ulaştı.

Abbott, 2023 yılında şöyle yazmıştı: “Yahudiler, İrlandalılar ve göçmenler, ırkçılığa benzer bir önyargıyla karşı karşıya kalıyorlar; ancak bu önyargı, yaşamları boyunca renkli kişilerin karşı karşıya kaldıkları bir şekilde olmuyor.”Onun ayrımcılıkla ilgili tavrı, antisemitizmle ilgili suçlamalar yağmuruna neden oldu ve o dönemde özür diledi ancak hala durumu askıda.Abbott daha sonra BBC'ye yaptığı açıklamada, ana noktada ısrarcı olarak şöyle açıklamada bulundu: “Renkle ilgili ırkçılık ile diğer ırkçılık türleri arasında elbette açık bir fark vardır; çünkü sokakta yürüyen bir göçmen veya Yahudi görebilirsiniz, ancak kim olduğunu bilemezsiniz. Onlarla konuşmak için durmadıkça veya onlarla bir toplantıda olmadıkça onu bilemezsiniz.Ancak sokakta yürüyen siyahi bir kişiyi görürseniz, onun siyahi olduğunu hemen anlarsınız. Bu ikisi iki farklı tür ırkçılıktır.”Bu nedenle İşçi Partisi onu derhal durdurdu.

Gölge hükümetin eski maliye bakanı John McDonnell, Abbott'un “her türlü antisemitizmi ve ırkçılığı açıkça kınadığı” röportajı nedeniyle cezalandırılmasını “çok tuhaf” olarak nitelendirdi. Oysa daha etkili isimler ırkçı söylemlerde bulunmalarına rağmen herhangi bir cezaya çarptırılmadı.

Abbott'un suçu, Yahudi düşmanlığının benzersiz bir kötülük olduğu şeklindeki Batı inancının tersini savunmak ve Birleşik Krallık'ta Yahudileri genel olarak tanımak zor olduğu için, aslında farklı ten rengi olan insanlara göre daha az ırkçılığa maruz kaldıklarını söylemekti.Yahudi varlığına karşı çıkmanın, antisemitizm olarak sahte bir denklemde kullanılması, İngiltere'nin Ocak 2024'te Hizb-ut Tahrir'i yasaklamasını meşrulaştırmak içindi.İçişleri Bakanı James Cleverly, Hizb-ut Tahrir'in, örneğin 7 Ekim 2023 saldırılarını kutlaması yoluyla” aktif olarak terörizmin propagandasını yapıp teşvik ettiğini” iddia etti; oysa partinin tamamen siyasi bir düzeyde faaliyet gösterdiği yaygın olarak bilinmektedir.

Terörle mücadele analistleri yıllardır, Hizb-ut Tahrir'in yasaklanmasının siyasi bir hamle olduğu ve herhangi bir terör tehdidine yanıt olmadığı uyarısında bulundular.Yahudi varlığının Gazze'ye yönelik soykırım saldırısının ardından, Müslümanlar ve İngiliz toplumunun diğer kesimleri tarafından Filistinli sivillere yönelik günlük katliamlara ilişkin eleştiriler yükselmiştir. Antisemitizmin büyük ölçüde arttığı iddia edildi ancak bu, Yahudi varlığını eleştirmek antisemitizmdir şeklindeki kötü niyetli bir yalana dayalıdır.

Ana akım medya, Filistinlilerin acılarını önemsemedi ve Siyonist anlatıya orantısız bir sempati yağdırdı.Önce Hizb-ut Tahrir yasaklandı, ardından Filistin Seküler Hareketi yasaklandı ve son olarak da İşçi Partisi'nden bir milletvekili ikinci kez cezalandırıldı. Sonra da batıl hakkında konuşmanın suç sayıldığı bir korku atmosferi egemen oldu. Hiç kimse antisemitizm suçlamasından muaf değildir; hele Müslümanlar kesinlikle değildir, solcular, hatta Yahudiler bile değildir. Yani Birleşik Krallık'ta toplumsal söylemi bozan kutsal inançlara karşı çıkmaya veya bunları sorgulamaya cüret ederlerse antisemitizm suçlamasından muaf değildirler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdullah Rubin

Devamını oku...

Denizaşırı Diyarlardan Gazze Halkı İçin Yükselen Bir Öfke Dalgası, Kuşatmanın Kırılmasını Talep Ediyor... Peki, Mısır halkı ve Ordusu Ne Zaman Öfkelenecek? Öfkeleri, ne zaman Yahudi Varlığını ve Onu Koruyan İşbirlikçi Rejimleri Yakıp Kül Eden Bir Ale

Gazze açlığın pençesinde can çekişirken; utanç verici bir Arap sessizliği ve apaçık bir uluslararası komplonun gölgesinde kuşatma altında inim inim inlerken ufukların ötesinden Enes Habib adında Mısırlı bir yiğit beliriyor. Hollanda’daki Mısır Büyükelçiliği’nin kapılarını vicdanın zincirlerini vuruyor ve ekmeğin, yaşamın sembolü olan bir avuç unu, o kapının eşiğine döküyor. Sesi, kuşatılmış Gazze’nin feryadı oluyor ve Mısır ordusundaki kardeşlerini, bu kuşatmayı kırmaya, Refah kapısını açmaya ve bu sistematik açlık politikasına son vermeye çağırıyor... Uzak diyarlardan yükselen bir çığlık, özgür vicdanlarda yankı buldu, vicdan sahibi herkesin kalbini titretti! Peki, bu feryada Mısır halkından icabet edecek bir ses yok mudur? Kinane ordusunda hiç mi onur kalmadı? Yoksa Lahey’deki büyükelçiliğin kapısına vurulan kilitler, acaba onların iradesine ve silahlarına vurulan kilitlerden daha mı hafiftir?!

Ey Kinane halkı! Ey Mısır’ın kahraman ordusu! Gazze sizden imdat diliyor, ona el uzatacak kimse yok mu?

Gazze’de yaşananlar, dört başı mamur bir cinayettir ve bu cinayete sessiz kalan, rıza gösteren ve boyun eğen herkes ona ortaktır. Gazze’de hayatta kalanların tek can damarı olan Refah Sınır Kapısı, Yahudilere ram olmuş bir siyasetin alçakça bir buyruğuyla kapatılmıştır. Gıda, su, ilaç gibi temel insani ihtiyaçlar bile Gazze’ye ulaştırılamıyor! Gerçek yardımın ulaşması engelleniyor. Ve bütün bunlar, rejimlerin zilleti ve orduların ihaneti yüzünden yaşanıyor!

Tam da Gazze halkı, kendilerine en yakın olanlardan; aynı kandan, aynı dinden, aynı soydan geldikleri Mısır’daki kardeşlerinden bu kuşatmayı kırmalarını ve zulme son vermelerini beklerken, o beklenen hamle hiç umulmadık bir yerden, Hollanda’dan geldi! Evet, bu feryat gurbet ellerde bir garipten yükseldi... Vicdanı harekete geçti, hamiyet damarı kabardı ve kalkıp Mısır büyükelçiliğinin kapısına kilit vurarak ‘Refah kapısını açın!’, ‘Gazze’yi kurtarın!’ ve ‘Kuşatmayı kaldırın!’ diye arşa haykırdı. Söyleyin ey Mısır halkı! Sizin ruhunuzda bir nebze olsun mertlik, bir zerre olsun hamiyet kalmadı mı?!

Mazlumlara yardım etmek, gasbedilmiş toprakları kurtarmak tüm farzların üstünde bir farzdır. Bu, yalnızca halklara değil, Müslüman ordularına da farzdır. Çünkü onlar silah ve kuvvet sahipleridir, Allah yolunda cihat gibi yüce bir farzın asıl muhatapları onlardır. Nevevi der ki: “Kâfirler bir İslam toprağına girer veya bir ülkeyi kuşatırlarsa, cihat önce o bölge halkına, sonra da en yakından başlayarak komşu halkalara farz-ı ayn olur.” İmam Kurtubi der ki: “Cihat herkes için kesin bir görev haline geldiğinde, geçerli bir mazereti olmayan hiç kimsenin geri durması helal değildir. Kim geri durursa, çok büyük bir günah işlemiş olur.” İbn Kudâme ise şöyle der: “Düşman bir ülkeye saldırdığında veya devlet başkanı seferberlik ilan ettiğinde, savaşa katılmak istisnasız herkese farz olur.”

Ey Mısır’ın askerleri! Düşman Gazze’ye saldırmadı mı? Onu çepeçevre kuşatıp bombalamadı mı, en korkunç işkencelere maruz bırakmadı mı?! Peygamberiniz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in miraç durağı olan Mescid-i Aksa işgal altında değil mi? Gazze halkı sizin kardeşiniz değil mi? Bölgedeki en güçlü orduya ve Refah sınır kapısına sahipken, hangi makul mazeret sizi bu sorumluluktan muaf tutabilir?

Ey Kinane ordusundaki samimi insanlar! Sizler bu necip milletin evlatları, o şanlı Fatihlerin torunlarısınız. Size, Kudüs’ü sayılı günler içinde fethetmeye yetecek bir güç bahşedilmiştir! Yeter ki Batı’ya ve onun uşaklarına tâbiyetle değil, İslam akidesinin izzetiyle; beşerî kanunların karanlığıyla değil, Allah’ın şeriatının nuruyla; Sykes-Picot paçavralarının altında değil, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağı altında harekete geçin.

Ey Kinane askerleri! Sizler, ümmetinizin bağrına saplanan utanç hançerlerini sineye çeken, Amerika’yı ve Siyonist varlığı hoşnut etmek için çırpınan hain bir rejimin elindeki cansız birer kukla değilsiniz! Bilakis, siz Allah Azze ve Celle’nin huzurunda sorumlusunuz ve Kıyamet Günü Neden harekete geçmediniz? Neden sınırlar ve anlaşmalara razı oldunuz? Neden Gazze’deki halkınıza yardım etmediniz?! diye hesaba çekileceksiniz. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ امْرِئٍ يَخْذُلُ امْرَأً مُسْلِماً عِنْدَ مَوْطِنٍ تُنْتَهَكُ فِيهِ حُرْمَتُهُ وَيُنْتَقَصُ فِيهِ مِنْ عِرْضِهِ إِلَّا خَذَلَهُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فِي مَوْطِنٍ يُحِبُّ فِيهِ نُصْرَتَهُ“Hürmetsizlik ve şerefine tecavüz edilen bir yerde, Müslümanı yardımsız bırakan kimseyi Allah da yardıma muhtaç olduğu bir yerde öyle bırakır.” Bugün Gazze’nin namusuna el uzatılıyor, kutsalları çiğneniyor; kadınları ve çocukları gözlerinizin önünde katlediliyor. Söyleyin, Allah’ın yardımına en çok muhtaç olduğunuz bir anda O’nun sizi yapayalnız bırakmasına razı olur muydunuz?

Ey Kinane halkı! Tıpkı Enes Habib gibi siz de sesinizi yükseltin ve Allah yolunda hiç kimsenin kınamasından korkmayın! Gerekirse bu işbirlikçi rejimi kökünden söküp atana dek tüm kurumlarına kilit vurun. Gazze’ye giden yolu açmak ve Filistin’i özgürleştirmek için harekete geçen samimi subay ve askerlerin her adımını sahiplenin ve destekleyin. Şunu iyi bilin ki, bugünkü mücadele İslam ile küfür, hak ile batıl arasındadır. Ve her kim Gazze halkının yanında değilse, farkında olsun ya da olmasın, onların düşmanlarının safındadır.

Ey Kinane askerleri! Şunu iyi bilin ki, Allah katında bu dökülen kanların, bu çekilen açlığın ve bu kuşatmanın hesabını vereceksiniz. Size ne madalyalar ne de maaşlar fayda vermeyecektir; hain bir yönetimin sağladığı o sahte güven ortamı da size hiçbir fayda sağlamayacaktır.

Unutmayın, Allah size Neden harekete geçmediniz? Diye soracaktır. Eğer Gazze’ye sahip çıkmazsanız, Kıyamet Günü sizden davacı olacaktır. Şunu unutmayın ki tarih, Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in miraç yurduna ihanet edenleri asla affetmeyecektir.

Hollanda’daki o Mısırlı genç, rejiminin büyükelçiliğine gazap kilitleri vurduğu o an, aslında bütün bir ümmetin kalbine bir umut kapısı açmıştır. Ve ona cihat kapasının asla kapatılamayacağını, yardımın ertelenmeyeceğini ve Gazze’nin bir insanlık meselesi değil, bir ümmet, bir akide ve bir onur meselesi olduğunu hatırlatmıştır.

Ey Mısır halkı! Sizler bu ümmetin öncü savunma hattısınız, İslam’ın sınırlarından bir sınır üzeresiniz. Sakın ha, İslam’a sizin tarafınızdan gelinmesin! Denizaşırı diyarlardan bir öfke seli çağrıyı başlattı. Peki, Mısır ordusundan bu çağrıya cevap verecek kimse yok mu?

Ancak denizaşırı bir öfke yetmez... Aksine, bütün Mısır toprağı öfkelenmeli... Kahire, Hilafet çağrısıyla alev alev yanmalıdır! Artık mesele, bir sınır kapısını açtırmak değil, tarihin önünde yepyeni bir zafer sayfası açmak olmalıdır!

Allah’ım! Gazze’yi ve halkını koru, onlara yardım edenlere Sen de yardım et, bütün kuşatmaları sonlandır. Bu ümmete, özgürlük ve fetih sancağını yeniden dalgalandıracak bir lider nasip eyle. Allah’ım! Raşidi Hilafeti yeniden kur, onunla cihat ruhunu canlandır, onun aracılığıyla Mescid-i Aksa’yı özgürleştir ve onunla Gazze’deki ve diğer tüm İslam beldelerindeki ezilenlere zafer ver.

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Devamını oku...

Husiler, 11 Yıl Sonra İlk Kez 50 ve 100 Riyallik İki Madeni Para Bastı!

İnşa ve Değişim Bakanlığı’nın Medya Bakanı Haşim Şerefuddin, 14 Temmuz 2025 Pazartesi günü Saba Ajansı’na verdiği röportajda “Halkımızın eline geçen her milli ve faydalı para, bağımsızlığımıza giden yolda bir köprüdür. Elde edilen her ekonomik zafer, fırtınalara karşı yıkılmaz bir kaledir. Her finansal başarı, onur savaşımızda bizi koruyan bir kalkandır ve Yemen düşmanlarının hain planlarını başlarına geçiren bir kılıçtır. Bütün bunlar önce Allah’ın inayeti, sonra da imkânsız nedir bilmeyen yiğitlerin azmiyle olmuştur.” ifadelerini kullanmıştır.

Husilerin Merkezî Bankası, 12 Temmuz 2025 Cumartesi yayımladığı basın açıklamasında, yıpranan 50 riyal banknotların yerine tedavüle yeni bir 50 riyal madeni para sokulacağını duyurdu. Paranın 13 Temmuz 2025 Pazar günü itibarıyla kullanımda olacağı ve bunun, Mart 2024’te çıkarılan 100 riyal madeni parayı izlediği belirtildi. Bir önce de 200 riyallik yeni banknotun piyasaya sürüleceği ifade edildi.

İnsan kendine şu soruları sormadan edemiyor: Husiler, 21 Eylül 2014 devriminde Yemen halkına verdikleri sözleri tutabildiler mi? Bu hamle İslami finans perspektifine uygun köklü bir reform mu (kıymetli maden standardına dönüş mü)? Yoksa uluslararası kapitalist sistem içinde kalarak yapılan palyatif bir müdahale mi?

Bu soruya cevap vermek için aslında mevcut hale bakmak yeterli. Ekonomik sıkıntılar arttı, akaryakıt ve gaz fiyatları katlandı da katlandı. Halktan alınan vergiler Eylül 2014’ten öncesine göre çok daha fazla. Elektriğin birim fiyatı arşa dayandı. Tüm bunların üstüne bir de kamu çalışanlarının maaşlarına el konuldu, cebe indirilen paralar ise eskisinden katbekat fazla!

Tüm bunlardan sonra kalkmış, yıpranmış birkaç kâğıt parayı iki madeni ve bir yeni banknotla değiştirmek gibi basit bir işi eşi benzeri görülmemiş bir başarı diye yutturmaya çalışıyor, davul zurna çalıyorsunuz. Bakan Şerefuddin’in sözlerine gönderme yaparak bu işi ‘köprü, kale, kalkan, kılıç’ diye pazarlıyorsunuz. Bakanın ‘düşmanı yenecek kılıç’ dediği bu ufacık adım, küresel kapitalizmin bataklığından başka ne ki? Bakan Şerefuddin, İslam’ın ekonomi modelinden bihaber.

Bakan Şerefuddin hangi egemenlikten, ekonomik zaferden, bilgelikten ve yeterlilikten bahsetmektedir? Geçen ay bankaları Aden’e taşımak için Sana‑Aden anlaşmasına ABD Hazine Bakanlığı da katılmadı mı? Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu ile bunların programları (örneğin Dünya Gıda Programı) hala Sana’da operasyonlarını sürdürmüyorlar mı? Nerede kaldı o övündükleri bağımsızlık? San’a’daki bu sözde kur istikrarı, piyasanın doğal bir sonucu mu, yoksa tamamen bir göz boyama mı? Yemen halkı için artık her şey açıktır, sizin ne net bir ekonomik vizyonunuz ne de önceden hazırlanmış bir ekonomik programınız bulunmaktadır. Siz de, Aden’deki Merkez Bankası’nda para basıp duranlar da, Allah’tan korkmadan insanların elindeki avucundaki paranın eriyip gitmesine sebep olmuştur. Şimdi de Alimi Konseyi ile kim daha fazla zarar verecek yarışı içindesiniz!

Ey Bakan Şerefuddin! 24 ayar 4.25 gram gerçek altın para istiyoruz. Sizin ‘altınlı para’ dediğiniz kâğıt oyunları değil! Bozuk düzene ‘harika başarı’ diyen, İslam ekonomisiyle Batı sisteminin farkını göremeyen bu anlayışa kanmıyoruz!

Günümüzdeki kur problemlerinin kökten çözümü, ya doğrudan altın ile ya da kayıtsız şartsız altına çevrilebilir banknotlar aracılığıyla altın standardı sistemine geri dönmektir. Nitekim ilgili ülkeler ve bilhassa Amerika, siyasi ve ekonomik egemenliğini yitirme endişesiyle altın standardına dönüşe engel olmasaydı, dünya çoktan bu sisteme geri dönerdi. Çünkü altın standardı, bir devletin diğeri üzerinde baskı kurmasına izin vermez, ekonomik faaliyetlerde istikrar ve refaha ulaşmayı sağlar. Bu sistemde para birimi, herkes tarafından kabul görmüş ve değeri ortaklaşa belirlenmiş bir standarda bağlanır. Ayrıca devletler, altın rezerviyle sınırlı oldukları için para arzını keyfi olarak artıramazlar. Bu durum, günümüzdeki itibari (karşılıksız) paranın tam tersidir.

İslam’a göre, konuyla ilgili dini deliller uyarınca para birimi olarak yalnızca altın ve gümüşün kullanılması esastır. Nitekim Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, İslam Devleti’nin resmi parası olarak altın ve gümüşü onaylamıştır. İslam, pek çok dini hükmü bu iki metale dayandırmıştır: bunların biriktirilmesini (kenz) yasaklamış, alım satım bedeli ve emeğin karşılığı olan birer para birimi olarak kabul edip üzerlerinden zekât verilmesini emretmiştir (20 altın dinarda yarım dinar, 200 gümüş dirhemde beş dirhem zekât gibi).Aynı şekilde, kan bedeli olan diyetin altın ve gümüş ile ödenmesini ve hırsızlık durumunda el kesme cezasının alt sınırının (nisabının) bunlarla belirlenmesini şart koşmuştur (Bir hırsızın eli, ancak çeyrek dinar veya daha değerli bir miktar için kesilir). Altın standardına dönmek isteyen bir devlet, öncelikle kendi kendine yetme politikası izlemelidir. Bu politika uyarınca ithalatını en aza indirmeli ve yurt dışından aldığı ürünleri, kendi ürettiği mallarla takas etmeye yönelmelidir. Elindeki ürünleri ise ya ihtiyaç duyduğu başka mallarla, ya altın ve gümüşle ya da mal ve hizmet ithalatında kullanacağı döviz karşılığında satmalıdır. Bu sistem, Hilafet Devletinde hukuk, eğitim ve yönetimle uyumlu şekilde uygulanmalıdır.

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilayeti Medya Bürosu olarak biz, halktan gizlenen Yemen’deki siyasi gelişmelerin iç yüzünü ve bu konuların İslami açıdan değerlendirmesini başta Yemen halkı olmak üzere tüm Müslümanlara açıklamayı kendimize bir görev biliyoruz. Bu doğrultuda Yemen halkını, Raşidi Hilafet Devletini kurmak için bizimle birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Hilafet, hayatın her alanını başka sistemlere göre değil, yalnızca İslam’ın düşünce ve hükümlerine göre düzenleyecek ve İslam’ı tam anlamıyla hayata geçirecektir. Hizb-ut Tahrir, Allah’ın izniyle yakında kurulacak olan Hilafet devleti için hem yetkin devlet adamları hem de eksiksiz ve kapsamlı bir yönetim programı hazırlamıştır.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Devamını oku...

Ey Mısır’ın (Kinâne’nin) Askerleri! Gazze’ye Bu İhanetiniz, Alnınıza Sürülmüş Bir Kara Lekedir! Ve Bunun da Ötesinde, Kıyamet Günü Allah’a Hesap Vermek Vardır

Her gün bir çocuk, açlığın koynunda can verir Gazze’de. Bir ihtiyar, bir yudum ilaçsız son soluğunu bırakır toprağa. Bir kadın, susuzluğun ya da açlığın ezdiği ruhuyla, dayanılmaz bir sancı içinde yumar göz kapaklarını ebediyete. Her saat bir damla yaş düşüyor semadan, her kaya feryat ediyor, toprak beddua yağdırıyor ihanet edenlere! İşte o, Gazze’dir... Gazze, yalnızca hudutlar ve namlularla değil; orduların başındaki korkakların, ihanet tahtındaki hükümdarların ve kendi ümmetinin dilsiz şeytanlarının riyakârlığından örülmüş bir utanç duvarıyla muhasara altındadır.

Bugün Gazze’de yaşananlar basit bir insani trajedi değil, uygarlık iddiasında bulunan bir dünyanın gözleri önünde arsızca işlenen dört başı mamur bir cürümdür! Hani o ümmetin, ‘zırhım ve kılıcım olsun’ diyerek varını yoğunu uğruna harcadığı, kendi aç kalıp doyurduğu ordular nerede? Sanki Gazze’de olanlar onları ilgilendirmiyormuş gibi veya sanki Gazze halkı onların ümmetinden değilmiş gibi davranıyorlar.

Ey ümmetin orduları! Artık damarlarınızdaki kanın kaynama vakti gelmedi mi?! Ey göğüslerine rütbeler ve madalyalar takanlar! Unutmayın ki bu dünya - makamlarıyla, maaşlarıyla, rütbeleriyle - bir anda yok olup gidecektir. Ölüm anında, Allah’ın huzuruna çıplak ve yalın ayak çıkacağınız o günde; ne paranız ne de mevkiniz işinize yaramayacaktır. Rütbeleriniz de madalyalarınız da sizi kurtaramayacaktır. Ne insan yapımı kanunlar ne de anayasalar size şefaatçi olacaktır. O gün sadece yardım edebileceğiniz halde yardım etmediğiniz, öldürülen, aç bırakılan, işkence gören Gazzelilerden hesaba çekileceksiniz!

O gün mutlaka gelecek! O gün, Mısır, Ürdün, Türkiye ve Pakistan silahlı kuvvetlerindeki her askerden hesap sorulacaktır: Gazze’deki kardeşlerini neden yüs üstü bıraktın? Onların çocuklarının açlıktan can vermesine neden göz yumdun? Yaşlıların susuzluktan kırılmasına neden seyirci kaldın? Silaha sahip değil miydin? Yolu bilmiyor muydun? İçinde bir tutam iman kırıntısı bile kalmamış mıydı?

Bugün Gazze’de yaşananlar, gerçek bir sınav günüdür. Bu, orduların sınavı, inancın sınavı, adamlığın sınavı ve imanın sınavıdır. Ve hiçbir an, bir askerin, kardeşlerinin imdadına koşmak için silahını doğrulttuğu o andan daha kutlu olamaz! Ve hiçbir an, zilletin ve zalimlere kayıtsız şartsız biat etmenin prangalarını paramparça ettiği o andan daha azametli olamaz! İşte şerefi tarihe nakşeden ve adını ölümsüzler kütüğüne yazdıran an, bu andır! Yoksa o resmi törenlerde ümmetin düşmanlarına selam durulan anlar değil!

Ey alimler, vaizler, düşünürler ve samimi gençler! Sakın sorumlu olmadığınızı düşünmeyin! Çünkü böyle bir durumda susmak suçtur ve Gazze’nin terk edilişine sessiz kalmak, bu suça ortak olmaktır. Kaleminizle yazın, dilinizle haykırın, bu zulmü reddedin! Ümmet ile öz davası, ordular ile asli vazifeleri arasındaki o kopmaz bağı yeniden kurun! Ümmete, kendi evlatları katledilirken sessiz kaldığını hatırlatın. Ordulara kurtuluş için hala önlerinde bir fırsatın olduğunu hatırlatın! Bu, üzerlerindeki bu zillet yaftasını söküp atmak, esaret prangalarını parçalamak ve şeref dolu cihat meydanına atılmak için son bir fırsattır.

Ey ümmetin özellikle de Kinane’nin askerleri! Asli göreviniz, tüm Filistin özgürleşene dek işgalci rejime karşı topyekûn savaş ilan etmektir. Mısır ordusundaki her samimi kimsenin temennisinin de bu olduğunu biliyoruz. Bu arzunun önündeki tek engel ise, orduyu gaspçı varlığın bekçisi ve onun piyonu haline getiren hain uşak rejimdir. Dolayısıyla yapmanız gereken, bu hain sistemi tüm unsurlarıyla birlikte kökünden söküp atmak ve ülke yönetimini, İslam’ı bir proje olarak benimseyen ve hemen hayata geçirebilecek yetkinlikte, bilinçli bir siyasi liderliğe devretmektir. Aranızda, ümmetin meselelerini bilen, ona sadık, Nübüvvet metodu üzere Hilafet’i inşa etmek amacıyla eksiksiz bir kadro ve programa sahip Hizbut‑Tahrir gibi bir siyasi liderlik mevcuttur.

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?[Nisa 75]

Devamını oku...

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Gibi Sömürgeci Kurumların Tümü, Amerika’nın Çıkarlarına Hizmet Eden Birer Maşadan İbarettir, Yalnızca Hilafet, Bu Kurumların Kökünü Kazıyarak Hem İslam’ı Hem Halkın Çıkarını Hem de Ülkenin Egemenli

Bangladeş’teki geçici hükümet, halkın ve siyasi partilerin tüm itirazlarına rağmen, Amerika’nın güdümündeki sömürgeci bir kurum olan BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin ülkede bir temsilcilik açması için en sonunda imzayı atmıştır. Hükümetin bu adımı, Batı’nın dayattığı toplumsal cinsiyet eşitliği, fahişelik gibi aşağılık bir ‘mesleğin’ toplumda normalleştirilmesi ve toplumu çürüten eşcinsellik başta olmak üzere LGBTQ’nun sözde insan hakları için çalışan İslam düşmanı feminist örgütleri ise epey sevindirmiştir. Ne var ki bu örgütler, kadınların hakkaniyet ve izzetinin tesisi, gayriinsani sömürüden kurtulması ve yaşam seviyesinin iyileştirilmesi gibi konularda dilleri lal kesildiği için halkın her kesimi tarafından fitne odağı olarak görülmekte ve eleştirilmektedir.

Üstelik bu adıma, ülkede “azınlıklara zulmediliyor” yaygarası kopararak ABD ve Hindistan’ı müdahaleye çağıran ve toplumu kışkırtan sorunlu liderler de destek vermiştir. Geçici hükümet bir yandan halkın can ve mal güvenliğini sağlamak ya da ülkedeki siyasi krizi çözmek için hiçbir etkili adım atmazken, diğer yandan Amerikalıların çıkarlarını gözeten hamleleriyle halkı hem öfkelendirmiş hem de büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır.

Ey insanlar! Şunu iyi bilmelisiniz ki, BM İnsan Hakları Konseyi’nin yayınladığı son rapor, tamamen Amerika’nın alçakça siyasi hedeflerine hizmet etmektedir. Bu rapor, silahlı kuvvetlerimizi insan hakları ihlalcisi gibi göstererek onları tüm dünyada tartışmaya açmış ve itibarlarını sarsmak için bir tezgâh kurmuştur. Ne var ki aynı Konsey, Pilkhana katliamının ardındaki Hint komplosu ve subay ailelerine yapılan insanlık dışı eziyetler hakkında tek bir kelime bile etmemiştir. ABD, İslam davasını taşıyan ve ülke yararına kararlı bir duruş sergileyen siyasi şahsiyetleri bastırmak amacıyla RAB dahil bazı askeri ve güvenlik güçlerimize eğitim, teknoloji ve silah sağlamış; bunları insanlık dışı amaçlar için kullanmıştır.

İnsan hakları örgütü görüntüsü altında faaliyet yürüten bu kurumun, yargı organları da dahil devletin kritik kurumlarına sızma imkanı bulduğu, hassas veriler topladığı, diktatörlük karşıtı faal politik figürler hakkında bilgi bankası oluşturduğu ve bu verileri siyasi kazanım için müttefikleriyle paylaştığına dair ağır suçlamalar bulunmaktadır. Bu örgütün Suriye’de bir ofisi var. Bu ofis, zalim Beşşar’a karşı savaşan siyasi eylemciler ve direnişçilerin bilgilerini, Amerika’nın adamı olan Beşşar Esed’e ve müttefiki Rusya’ya sızdırmış ve bu kişilerin bastırılmasında onunla işbirliği yapmıştır. Aynı şekilde bu örgütün Filistin’deki bürosu da, Müslümanları sindirmek ve katletmek için işgalci Yahudi varlığına gizli bilgileri servis etmiştir. Bugün tüm dünyanın şahit olduğu olaylar da bunun en net kanıtıdır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi (BMİHK) insan hakları avukatı Emma Reilly, bir İngiliz medya kuruluşuna verdiği röportajda şok edici iddialarda bulundu: “Konseyin üst düzey üyeleri, Çin’den siyasi çıkar elde etmek için Uygur muhaliflerin isimlerini Çin rejimine veriyor. Çin, Doğu Türkistan’daki Uygur Müslümanlarına karşı soykırım uyguluyor.”

Tüm bunlar ışığında, Amerikalıların bu yapıyı, Rohingya’lı Müslüman kardeşlerimizi kendi jeopolitik emellerine alet etmek, onlara insan hakları maskesiyle ihanet etmek ve ‘insani koridor’ tezgâhlarını kurmak için kullanacağından zerre kadar şüphe duyulmamalıdır. Hakikatte, Amerika’nın güdümündeki bu sözde ‘BM İnsan Hakları Konseyi’, yaldızlı bir haydutluk müessesesinden başka bir şey değildir. Bu yüzden bu kurumun görevlileri, faaliyet gösterdikleri ülkelerle yaptıkları anlaşmalara kendilerini her türlü hukuki sorumluluktan muaf tutan maddeler ekletirler. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ أَلَا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَٰكِن لَا يَشْعُرُونَ“Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir.” [Bakara 11-12]

Ey insanlar! Bu örgüt, İslam dünyasında İslam ile mücadele etmekte ve İslami değerleri yıkma planını hayata geçirmeleri için kendi adamlarına para dâhil her türlü desteği sağlamaktadır. Batılı toplumların, bu kokuşmuş fikirleri ve değerleri yüzünden nasıl bir buhran içinde çırpındığı gün gibi aşikârdır. Buna rağmen Batı, insan hakları bildirgesi üzerinden toplumsal cinsiyet eşitliğini, menfur fahişeliği, eşcinselliği ve LGBTQ’yu Müslüman toplumuna dayatmakta ve liberal değerler gerekçesiyle İslami değerleri yok etme projesini sürdürmektedir. Kendilerine karşı çıkan her görüşü ‘aşırılık’ diye yaftalamakta ve bu zulmü uygulayanlara destek olmaktadır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَنتَرْضَىعَنكَالْيَهُودُوَلَاالنَّصَارَىحَتَّىتَتَّبِعَمِلَّتَهُمْقُلْإِنَّهُدَىاللهِهُوَالْهُدَى“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [Bakara 120]

Ey Bangladeş ordusunun sadık subayları! Amerikan yanlısı yönetici sınıfın, halkın hissiyatını ve protestolarını hiçe sayarak Amerikan gündemini hayata geçirmek için art arda adımlar attığına sizler de tanık oluyorsunuz. Onlar, İslam’a, Müslümanlara ve ülkeye yönelik Amerikan projelerinin hayata geçirilmesinde doğrudan halkın karşısında yer almaktadırlar. Halkın protestoları ve tepkileri bir işe yaramadığında, ümmetin son dayanağı ordumuzun değerli mensuplarıdır. Nasıl ki daha önce bu hükümete ‘insani koridor’ projesinden geri adım attırıp halkın hayır duasını aldıysanız, şimdi de aynısını yapabilirsiniz. BM İnsan Hakları ofisinin açılmasından ortak askeri tatbikatlara ve Amerikan hegemonyasının yerleştirilmesi çabalarına kadar, sömürgeci kâfirlerin tüm projelerine karşı direnişte aktif bir rol üstlenebilirsiniz. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” Sevgili Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu hadis-i şerifinden açıkça anlaşılıyor ki, müminlerin hakiki hamisi yalnızca Hilafet sistemidir. BM İnsan Hakları Konseyi gibi tüm sömürgeci kurumlar, Amerika’nın çıkarlarına hizmet eden birer maşadan ibarettir. Hilafet, bu kurumların tamamının kökünü kazıyacak ve İslam’ı, halkın çıkarlarını ve memleketin bağımsızlığını gerçek anlamda koruma altına alacaktır. O halde, Amerikan yanlısı bu ahmak yöneticilerden ve siyasetçilerden medet ummak yerine, harekete geçin! İslam’ı, halkın çıkarlarını ve ülkenin egemenliğini korumak için Hilafet’i kurun. Bu ulvi görev için, samimi ve kabiliyetli siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir’e nusret verin! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER