حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Almanca Konuşulan Ülkeler
Medya Bürosu
No: AL–BA–2025–MB–TR–03 |
H. 26 Rabi-ul Evve 1447 M. Çarşamba, 20 Ağustos 2025 |
“Devletin Âlî Menfaatleri” Kendi Evlatlarını Yiyor!
Almanya Şansölyesi, kısa süre önce ‘Alman kimliğinin temel unsuru’ şeklinde ilan ettiği siyasi ideolojinin yarattığı baskılarla karşı karşıya. Her ne kadar Şansölye, devletin âlî menfaati prensibine (ki bu Yahudi varlığına koşulsuz destek anlamına gelir) mutlak bağlılığını defalarca dile getirse de, siyaset ve medyadaki Siyonist lobiler, silah ihracatına getirdiği kısıtlamaları sabote etmek amacıyla organize bir kampanya yürütmektedirler.
Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, koltuğuna oturur oturmaz ilk iş olarak Yahudi varlığına ve güvenliğine kayıtsız şartsız bağlılığını ilan etti! Hatta Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında çıkardığı yakalama kararını bile alenen sorguladı. O günlerde Berlin’deki siyasi iklimde her şey güllük gülistanlıktı. Fakat Berlin’deki o siyasi hava, Federal Şansölyenin 8 Ağustos tarihinde X platformunda yayımladığı gönderiyle aniden değişti. Şansölye paylaşımında, “Bu koşullar altında Alman hükümeti, Gazze Şeridi’nde kullanılabilecek silah ihracatına ikinci bir duyuruya kadar onay vermeyecek.” değerlendirmesinde bulundu. Şansölye, söz konusu karar öncesinde “rehinelerin serbest bırakılmasının” öncelikli olduğunu ve “İsrail”in Hamas’ın terör eylemlerine karşı meşru müdafaa hakkı bulunduğunu vurgulamasa da kararın ardından kamuoyunda kısa sürede yoğun bir tepki dalgası oluştu. Siyonist Axel Springer medya imparatorluğunun başını çektiği yayın organları, bu hamleyi ‘devlet rasyonelliğinin terk edilmesi’, ‘siyasi istikrarın kaybı’ ve ‘stratejik ihanet’ şeklinde yorumladı. Almanya’daki Yahudiler Merkez Konseyi, tansiyonu daha da yükselterek hükümetin kararını ‘düşmanca bir eylem’ olarak nitelendirdi. Konsey’in açıklamasında şu görüşlere yer verildi: ““İsrail”“ her gün Ortadoğu’daki düşmanlarının saldırısına ve roket saldırısına maruz kalıyor... Şimdi “İsrail”in kendini bu tür tehditlere karşı savunma hakkını ve kabiliyetini elinden almak, onun varoluşunu tehlikeye atmak demektir.” Bu nedenle Konsey, “Alman hükümetine bu yanlış yoldan bir an önce dönme” çağrısı yaptı.
Bununla birlikte, Şansölye açısından çok daha kritik olan, kendi siyasî çevresinden yükselen eleştirilerdir. Konuya hâkim kaynaklara göre, hem meclis grubunda hem kabinede hem de Birlik partileri (CDU/CSU) içindeki ‘çok güçlü çevrelerde’ ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Friedrich Merz’in ismini vermek istemeyen bir sırdaşı, durumu ‘CDU’da kazan kaynıyor’ sözleriyle özetledi. Koalisyonun kilit ortağı CSU’nun lideri Markus Söder ise, Şansölye’ye doğrudan destek vermek yerine, kararın gözden geçirilmesini talep etmek ve iç müzakereler çağrısında bulunmak üzere eyalet grup başkanı Alexander Hoffmann’ı, Bavyera’daki grup başkanı Klaus Holetschek’i ve dış politika uzmanı Stephan Mayer’i sahaya sürdü. Üçlü, kamuoyunun karşısına çıkıp kararın gözden geçirilmesini ve parti içi görüşmeler yapılmasını talep etti. CDU Dış İlişkiler Komitesi üyesi Roderich Kiesewetter, Federal Hükümet’in söz konusu kararını hem siyasî hem de stratejik açıdan ciddi bir hata olarak değerlendirdi. Benzer şekilde, CDU milletvekili Carsten Müller de X platformunda yazdığı paylaşımında hükümetin kararını en sert ifadelerle kınadı. Partinin Genel Sekreteri Carsten Linnemann’ın derin bir sessizliğe bürünmesi dikkat çekerken, Meclis Grup Başkanı Jens Spahn ise günler süren bir bekleyişin ardından Instagram üzerinden paylaştığı video mesajında kararı ‘kabul edilebilir’ bulduğunu açıkladı. Bir analistin yorumuna göre bu açıklama, bir grup liderinin şansölyesine verebileceği en düşük düzeyde destek, aynı zamanda en yüksek düzeyde mesafe koyma örneğini teşkil etmektedir.
Saldırılara bir destek de Siyonist Büyükelçi Ron Prosor’dan geldi. Prosor, “Hamas’ın silahsızlandırılmasından ziyade şu anda İsrail’in silahsızlandırılmasının tartışıldığını; bunun Hamas için adeta bir zafer anlamına geldiğini” ifade etti. Ayrıca, Berlin’in mevcut tutumunun Gazze’deki askeri stratejilere ilişkin meşru bir tartışmaya katkı sağlamadığını, bilakis “İsrail”i savunmasız bırakmaya yönelik olduğunu belirtti.” Tartışmaya 10 Ağustos’ta bizzat Netanyahu da katıldı. Netanyahu, Alman Şansölyesini ‘hem yalan haberlerin hem de içerideki farklı grupların baskılarına boyun eğen’ zayıf bir lider olarak nitelendirdi. Baskı kampanyasına Siyonist varlığın medya organları da katıldı. Bu medya kuruluşları, tartışmalar alevlenince, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in daha önceki Almanya karşıtı sert söylemlerini yeniden gündeme getirdiler. Bu yayınlarda, Ben-Gvir’in, Almanya’nın Shoa’dan seksen yıl sonra yeniden Nazizm’i desteklemeye başladığı yönündeki açıklamalarına yer verdiler.
Devletin âli menfaatleri (Staatsräson) kavramı, Kai Ambos’a göre yalnızca hukukun zıttı ve otoriter bir kavram olmakla kalmayıp, Robin Alexander’ın işaret ettiği üzere etkileri Hristiyan Birlik partilerinin çok ötesine taşan bir kimlik siyaseti enstrümanına dönüşmüştür. Kamuoyunda yapılan güncel anketler Almanların %83’ünün silah ihracatına son verilmesini desteklediğini ve %76’sının Gazze’de izlenen siyaseti tasvip etmediğini ortaya koysa da, Siyonist medya organları ve siyasetçilerden oluşan bir grup, Federal Şansölyenin kararına yüklenmekte ve geri çekilmesi yönünde talepte bulunmaktadır! Devletin ali menfaatleri söylemi, siyasi bir silah olarak kullanılmakta ve Siyonist projeye bağlılıklarını deklare etmiş olsalar dahi, en üst düzey siyasi kurum ve onların temsilcileri aleyhine bile yöneltilebilmektedir!
Politik çizginden en ufak bir sapma dahi, etki ajanları, ideolojik olarak indoktrine edilmiş aktörler ve iktidar güdümlü oportünistler öncülüğünde koordineli kampanyaların yürütülmesine yol açmaktadır. Lahey’de bulunan Ulusal Terörle Mücadele ve Güvenlik Koordinasyon Merkezi’nin (NCTV) elde ettiği bulgular da bunu teyit etmektedir: ““İsrail”“, bilinçli dezenformasyon kampanyaları icra etmekte ve Hollanda siyasetini etki altına almaya çalışmaktadır.” Almanya’da ise bu tür kampanyaların etkisi çok daha büyük ve siyasi sonuçları çok daha derindir. Çünkü “devlet çıkarı” anlayışı, Almanya’nın (İkinci Dünya Savaşı sonrası) itibarını yeniden kazanması ve Batı ittifakına bağlılığıyla doğrudan ilişkilidir.
Hizb-ut-Tahrir, Federal Hükümet’i bir kez daha, tutumunu köklü bir şekilde gözden geçirmeye ve Siyonist varlıktan uzaklaşmaya çağırmaktadır. Gazze’deki soykırımın uluslararası ölçekte yol açtığı öfke ve Alman kamuoyundaki değişim ve mevcut eğilimler, Almanya’nın ‘tarihi suçluluk’ paradigmasından çıkıp Ortadoğu politikasında radikal bir dönüşüm yapması için tarihi bir fırsat sunmaktadır. Vereceğiniz karar Almanya’nın geleceğini belirleyecektir: Ya İslam dünyasıyla tarihi bağlarınızı onaracaksınız ya da Filistin’deki katliama ortak olan bir düşman olarak damgalanacak ve yakında kurulacak olan Hilafet Devleti’ne bunun hesabını vereceksiniz!
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَابِ“De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.” [Zümer 9]
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Almanca Konuşulan Ülkeler Medya Bürosu |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi Telefon: |