Cuma, 20 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kırgızistan Ulusal Güvenlik Servisleri Darbeyi Önledi mi?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Kırgızistan Ulusal Güvenlik Servisleri Darbeyi Önledi mi?

Haber:

Rusya'nın TASS haber ajansı, komitenin basın merkezinden yapılan açıklamaya göre 9 Nisan'da, Kırgızistan Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi çalışanlarının "ülkede kitlesel isyanlar ve darbe düzenleme girişimini engellediğini" bildirdi.

Haberde şöyle geçti: “Güvenliği sağlamak, anayasal düzeni ve medeni hakları ihlal ve tecavüzlerden korumak amacıyla Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi, yerel çatışmalar düzenleyerek etnik çatışmayı kışkırtma hazırlıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan geniş çaplı protesto ve isyan eylemlerini ortaya çıkarmış ve bastırmıştır. Asıl hedef, ardından gelecek bir darbe girişimiyle yaşam ve siyasal durumu istikrarsızlaştırmaktır.”

Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi'nin de teyit ettiği üzere, bu planları uygulama niyetinde olan grubun tüm üyeleri tespit edilerek tutuklandı. Onlardan biri Kırgızistan dışında, "büyük olasılıkla BAE'dedir."

Yorum:

Kırgızistan'da Sadır Caparov'un 2020 yılında iktidara gelmesinden bu yana Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi, defalarca darbe girişimlerini engellediğini iddia etti.Kırgızistan'daki yakın dönemde yaşanan siyasi olaylara bakınca kişi, bugün bunun nasıl yaşandığını merak ediyor! Çünkü son 15 yıl içinde, ülkede 3 kez darbe yaşanmıştır.

- Mart 2005'te gerçekleşen Lale Devrimi (Renkli Devrim), 1990'dan beri iktidarda olan Cumhurbaşkanı Askar Akayev'i devirmiş ve iktidara Kurmanbek Bakiyev gelmişti.

- Nisan 2010 devrimi, Kurmanbek Bakiyev'i devirerek iktidarı Roza Otunbayeva başkanlığındaki geçici hükümete devretmişti.

- Ekim 2020 olayları; parlamento seçimleri sonrasında yaşanan kitlesel protestolar ve yolsuzluk iddiaları sonrasında Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov istifa etmiş ve Sadır Caparov iktidara gelmişti.

İktidarda, sona ermesinin sonucundan çok az kayıpla bir değişikliğe yol açan devrimlerin sıklığı ve hızla gelişen olaylar, istekli ve öfkeli olan birçok kişiye umut vermiştir. Zira mevcut rejimin politikalarından hâlâ hoşnut olmayanlar vardır. Bunlar, işyerlerine güvenlik güçleri tarafından sistematik olarak el konulan iş adamları, siyasi muhalifler ve dinlerini yaşadıkları için zulüm gören Müslümanlardır. Dolayısıyla bu yeni rejimi devirmek isteyenlerin olması, oldukça muhtemeldir.

Son bir yıldır ülkeyi istikrarsızlaştırmayı amaçlayan çeşitli grupların tutuklandığı ve ardından darbe yapıldığı yönünde haberler artıyor.Ancak Devlet Ulusal Güvenlik Komitesi'nin başka bir darbeyi önlemeye yönelik raporlarının çoğu, bir tiyatroya ve halkla ilişkiler kampanyasına benziyor. Gözaltına alınanların sayısına ilişkin net bir bilgi bulunmuyor ve son olayda olduğu gibi ifadeler de muğlak ve belirsizdir; zira güvenlik servisleri açıklamasında şöyle demiştir: “Basın merkezinden yapılan açıklamada, söz konusu grubun amaçlarına ulaşmak için, yabancı uyruklu kişiler tarafından yarı çıplak şekilde dövülen bir Kırgız kızını hedef alan sahte kışkırtıcı bir video çekmeyi planladıkları belirtildi.”

Güvenlik güçlerinin 9 Nisan'da darbe girişiminin önlenmesine yönelik açıklamaları, Müslümanların maruz kaldığı ağır zulmün akabinde gelmiştir. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında Kırgızistan Parlamentosu Anayasa Mevzuatı Komisyonu, "Din Özgürlüğü ve Dini Dernekler Hakkında" yasa tasarılarını inceleyip onaylamıştı. Kısacası ev ev dolaşıp insanları İslam'a davet etmeleri yasaklanmıştır. Hatta 1 Şubat'tan itibaren kamusal alanda peçe giymek ve sakal bırakmak da yasaklanıyor. Ayrıca toplum ve devlet hayatı için nizam olarak İslam'a davet eden Müslümanlar tutuklanıyor.

Ülkedeki eski ve mevcut zenginlerden oluşan otorite, Müslümanlara karşı çok büyük zulümler yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Buna rağmen ülkedeki devrimlerin hiçbiri din temelli olmamıştır ve hiçbir dini talep de dile getirilmemiştir.Rejimin, ülkede İslam'ın yeniden canlanmasını tehdit olarak görmesine rağmen ancak bütün darbeler ve iktidarı ele geçirmek, kirli yöntemlerle iktidara ulaşmak için kullanılan laiklik ve demokrasi sloganları temelinde Kremlin ve Batı’nın yörüngesinde dönmektedir.

Genel olarak son birkaç yıldır ülkedeki yetkililerin, iktidarın ele geçirilmesi engellenen çeşitli girişimlerde bulunduklarını iddia ettikleri ve şimdi de halkı topluma yönelik hayali tehlikeye ikna etmek istedikleri ve bu şekilde kendilerini iktidarda pekiştirmek istedikleri söylenebilir.Bu da iktidardaki varlıklarını güçlendirmek için daha fazla yetkiye ve daha fazla yasaya sahip olmalarını sağlamaktadır.

Ülkede gerçek devrim, halk yeniden dinlerine dönüp İslam temelinde İslami hayatı yeniden başlatmak ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmak için tek bir vücut olarak ayağa kalkmadıkça gerçekleşmeyecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Eldar Hamzin

Devamını oku...

İran ve Nükleer Programından Geri Adım Atması!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İran ve Nükleer Programından Geri Adım Atması!

İran'ın nükleer programı konusundaki katı tutumundan geri adım atması, ABD'nin kendisine karşı askeri operasyon tehditleriyle aynı zamana denk gelmektedir. Zira İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, ülkesinin hiçbir koşulda nükleer silah araştırma, üretme ya da sahip olma çabasında olmayacağını söyledi. 2015'te üzerinde mutabık kalınan nükleer anlaşmanın imzalanmasından on yıl sonra -ve ABD'nin tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesinden yedi yıl sonra- İran'ın şu ana kadar bu taahhüdü ihlal ettiğine dair hala en ufak bir kanıtın olmadığı gözlemlenmektedir. Bu ise kısa bir süre önce bu konuyu tam anlamıyla itiraf eden ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard tarafından da teyit edildiği gibi geçmişte de diplomatik etkileşimin İran'ın tek seçeneği olduğu, şu ana kadar etkinliğinin devam ettiği ve gelecekte de devam edeceği ve askeri çözüm bir yana, askeri seçenek diye de bir şey olmadığının herkes tarafından açıkça görüldüğü ifade edilmiştir. Yaklaşık bir ay önce de İran'dan benzer açıklamalar gelmiş ve İran hiçbir koşulda nükleer silah elde etmek istemediğini teyit etmişti. Ancak bu konuda daha önceki açıklamalar daha keskin ve uç noktadaydı; çünkü İran'ın nükleer dosyası yerel, bölgesel ve uluslararası boyutlarıyla Amerika'nın İran ile ilgili politikasının önemli bir parçası, hatta Amerikan stratejisinde bölgesel ve uluslararası boyutlar kazanacak olan diğer konularla da örtüşmektedir. Bu nedenle 2015'te anlaşmanın imzalanmasından, 2018'de ondan geri çekilmesinden ve bugün olduğu gibi yeniden anlaşmaya geri dönmek için müzakere politikasından bu yana Amerika'nın politikasındaki yeni verilere göre bu hususla ilgili sağa sola sendelediğini görmekteyiz. İran'ın nükleer programına ilişkin stratejik vizyonunu incelediğimizde, politikasının bu dosyayı çözmekten ziyade yönetmeye daha yakın olduğu gibi bu vizyonun İslami ve uluslararası bölgedeki bölgesel stratejisinden hiçbir şekilde ayrı olmadığını görürüz.

Ancak Amerika'daki iç bölünme, İran'ın nükleer programını güçlü bir şekilde etkiledi. Zira Trump yönetiminin ilk dönemi, Amerika'daki bölünmenin tehlikeli bir sınıra ulaştığı bir dönem oldu. Nitekim başkan Trump, o vakit selefi Obama'nın İran'ın nükleer programına ilişkin politikasına saldırdı. Bu yüzden 2018'de nükleer anlaşmadan çıkmasının yanı sıra İran'a karşı maksimum yaptırımlar açıkladı ve Yahudi varlığının İran'a daha çok zarar vermesinin önünü açtı. Zira Yahudi varlığı kibirli davranıyordu. Bu yüzden Ocak 2020 yılının başında Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi öldürerek İran'ı küçük düşürmüştür. Çünkü Cumhuriyetçi Trump yönetimi, Demokrat Obama yönetiminin aksine Netanyahu liderliğindeki Yahudi varlığıyla tam bir uyum içindeydi ve hala da öyledir. İşte bu yüzden Yahudi varlığı, İranlı nükleer bilim adamları ve uzmanlara yönelik çok sayıda suikastın yanı sıra ister Natanz tesisine sabotaj gibi doğrudan nükleer hedefler olsun, ister İran'dan hassas nükleer belgelerin çalınması gibi dolaylı hedefler olsun, İran hedeflerini vurmaya ısrarla devam etmiştir.

İran nükleer bomba üretme kapasitesine sahip olmasına rağmen ancak bunu yapmamıştır; zira 6 Aralık 2024 tarihinde yayınlanan yeni bir ABD istihbarat raporunda, İran'ın uranyum stoklarını zenginleştirmesi halinde 12'den fazla nükleer bomba üretme kapasitesine sahip olduğu ancak henüz böyle bir silah üretme kararı almadığı belirtilmiştir. Aynı rapora göre, İran'ın %20 ve %60 zenginleştirilmiş uranyum stoklarıyla, istediği takdirde hızla silah kalitesinde plütonyum üretme kabiliyetinin yanı sıra bölgedeki en büyük balistik füze stokuna sahip olduğu ve bunlardan bazılarının işgalci Yahudi varlığına saldırmak için kullanıldığı kabul edilmekte ancak ne yazık ki İngiliz silahlı kuvvetleri komutanı Antony Radakin'in nitelendirdiği gibi Yahudilerin yanıtı, İran'ın balistik füze üretme kapasitesini bir yıl boyunca yok etmek olmuştur.

İran'ın nükleer silah elde etmek için birçok fırsatı oldu ve askeri uzmanlar İran'ın 2024 yılı sonuna kadar nükleer güç ilan etmesinin hala net bir olasılık olduğunu açıklarken, Amerika'nın siyasi geleceği de yoğun çekişmeli bir başkanlık seçiminin ortasında belirsizliğini korumaktadır. Fox News Digital'in açıklamalarına göre The Heritage Foundation'ın dış politika ve savunma politikaları çalışmalarından sorumlu başkan yardımcısı James Carafano şöyle demiştir: “Ben bunun gerçek bir seçenek olduğunu düşünüyorum... Eğer İranlıların yerinde olsam ve bunu yapmam gerekseydi bunu şimdi yapardım; çünkü Başkan Biden hiçbir şey yapmayacak.” Biden yönetimi, Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün Fox News Digital'a yaptığı açıklamada şu sözleriyle yanıtı verdi: “Biz, İran'ın nükleer silah elde etmesine izin vermemeye bağlı kalıyoruz ve bu sonucu sağlamak için ulusal gücümüzün tüm unsurlarını kullanmaya da hazırız.”

İran'ın nükleer silaha sahip olması konusunda bu kadar ileri geri konuşulurken, peki İran nükleer bir güç olabilir mi? Evet, dış politikasını Amerika'ya bağlamamış olsaydı ve sonra önemli bir güç haline gelseydi olabilirdi. Ancak İran'ın Amerika'nın yörüngesinde dönmek için kendisini onun politikasına bağlaması onu böyle olmaktan çıkarmakta ve bu şekilde devam etmektedir; çünkü İran'ın yönetici eliti, ondan hiçbir şekilde kopmayacak şekilde Amerikan politikasına bağlı kalmaya devam etmektedir; bu yüzden nükleer anlaşmayı kontrol etmek yerine, bunu Viyana görüşmelerine, yani Amerika'nın onayına bağlamıştır. Zira Independent Arabic gazetesinin 13/6/2022 tarihli haberine göre, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade bir basın toplantısında şunları söylemiştir: “Viyana'da anlaşmaya varılması halinde İran'ın aldığı tüm tedbirler teknik olarak geri alınabilir.” Bu nedenle iç ve dış politikasında İslam'ı hakim kılmadıkça ve Amerika ile ilişkilerini geri dönülmez bir şekilde kesmedikçe İran'da köklü bir değişim pek olası değildir. Mevcut İranlı siyasetçilerin bunu yapmaları pek olası olmamasına rağmen bunu söylüyoruz ancak: مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَRabbinize bir mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).” [A’raf 164]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah el-Kadi – Yemen

Devamını oku...

Mısır, Gazze'ye Yönelik Savaşın Durdurulması İçin Direnişin Silahsızlandırılması Şartını Ekledi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Mısır, Gazze'ye Yönelik Savaşın Durdurulması İçin Direnişin Silahsızlandırılması Şartını Ekledi!

Haber:

“İsrail” savaş bakanı direnişin silahsızlandırılması şartını yorumladı: Mısırlılar ilk kez Hamas'ın silahsızlandırılmasını talep ediyor. (El Cezire, Uyarlanmıştır)

Yorum:

Aslında bu haberi duyanların birçoğu, hatta büyük çoğunluğu, bir Arap ülkesinin, 1948'den bu yana Arap ve İngiliz hainlerin yardımıyla Filistin topraklarına gasp eden, kadınları ve çocukları öldürerek, tutuklayarak ve her şeyi üzerlerine yıkarak arbedesini ve caniliğini sürdüren bir varlık olan Yahudi varlığının Gazze'ye yönelik savaşını durdurmak için müzakerelerde nasıl arabuluculuk yapabildiğine şaşırabilir.

Bırakın bir Müslüman'ı bir Arap bile olsa, kılıcını kınından çıkarıp tüm bu katliamlar ve sistematik işkencenin en korkunç biçimlerine ve davranışlarına maruz kalan çocukların, özgür kadınların ve tutukluların yardım çığlıkları için öfkesini ve seferberliğini dünyaya duyurmadan ölüm, yıkım ve yerinden edilmeyi geçici olarak durdurmak için nasıl olur da cellat ile kurban kardeşi arasında arabulucu olabilir?!Sonra bir Müslüman ya da bir Arap gelmiş, hiçbir gurur ya da erkeklik duygusu olmadan, katil ile maktul, gaspçı ile gasp edilen, suçlu ile suçu hafifletilen masumun arasında arabuluculuk yapıyor!Sonra toprağını, namusunu, malını ve ailesini savunan bir mazlumun, silahlarını bırakmasını ve şeref ve onurundan soyutlanmasını şart koşuyor?!Arap orduları 1948'de mücahitlerden Yahudi çetelerinden temizledikleri yerleri boşaltmalarını ve silahlarını bırakmalarını istediğinde, Filistin halkı içinde neler olduğunu işitmedi mi; zira şerefli insanlar silahlarını teslim ettiklerinde, Arap orduları kendilerini Yahudilerle savaş adayacakken geri çekilip masum sivilleri Siyonist çetelerin önünde kaderlerine terk edince şaşkına dönmediler mi?! Peki Mısır hükümeti, Haçlı Avrupalı barış gücü askerleri Bosna Srebrenitsa'da mücahitlere silahlarını bırakmaları için arabuluculuk yaptıklarında ve güvenliklerini garanti edeceklerini söylediklerinde, silahlarını bırakmalarının sonucunda Sırpların 100.000 Bosnalıyı öldürdüğünü ve 100.000'den fazla özgür Müslüman kadına tecavüz ettiğini işitmedi mi?

Bir Müslüman'ın silahı onun onurudur ve şehit olmak dışında onu asla bir kenara atmaz. Peki bu arabulucu, böyle bir olayla ilgili Kur'an'ı, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hadislerini ve onun güzel kokulu siretini okudu mu acaba? Zira Müslüman bir kadını taciz ettikleri için Beni Kaynuka Yahudilerini yurtlarından kovmuş, Ahzab'da kendileriyle Sallallahu Aleyhi ve Sellem arasında yapılan antlaşmaya ihanet ve hıyanet ettikleri için Beni Kurayza'yı öldürmüş,Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in elçisinin Romalıların uşakları tarafından öldürülmesinin intikamını almak için Muta Ordusu'nu seferber etmiş ve Romalıların Medine-i Münevvere'yi istila etmek için Suriye Çölü eteklerinde toplandıkları haberi geldiğinde Asura ordusunu harekete geçirmiş ve aşırı sıcak, erzak, sayı ve ekipman eksikliği Müslümanların 200.000 askeri seferber eden Romalılarla savaşmak için harekete geçmekten vazgeçirmemişti.

Ümmet için ideal liderlik işte budur; yoksa düşmanlarının ekmeğine yağ süren ve Kara Saray'daki efendilerini memnun etmek için çarpık bir koltuk uğruna dinini ve ahiretini satan aşağılık bir tutum değildir!

Müslüman şeyhler Allahu Teala'nın şu kavlini okumadılar mı:وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ"Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir." [Enfal 72] Peki onlar, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlini okumadılar mı: انْصُرْ أَخَاكَ ظَالِماً أَوْ مَظْلُوماً"(Din) kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.” Peki neden?Çünkü bu, iman ile küfrün, aynı zamanda akide ve din kardeşliğinin üzerine dayandığı bir kaidedir. Bir Müslümanın ümmetin düşmanlarının safında yer almasına, bunu açıkça ilan etmesine, zalimin safında yer aldığından dolayı övünmesine ve mazlum kardeşine, açıkça ve net bir şekilde Allah'ın dininin hükümlerine muhalefet eden zalimin şartlarını şart koşmasına gelince;Sevgili Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bu konudaki kavli ne kadar da doğrudur:إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَUtanmıyorsan dilediğini yap!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...

Trump'ın Askıda Bekleyen Dosyaları Patlamak Üzeredir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Trump'ın Askıda Bekleyen Dosyaları Patlamak Üzeredir!

Haber:

Gazze ve Ukrayna'ya hızla barış getirme yönündeki seçim vaatlerini yerine getiremeyen ABD Başkanı Donald Trump, en az onun kadar zor olabilecek başka bir dosyaya yöneliyor ki o da: İran'ın sürekli gelişen nükleer programını engellemektir. (El Cezire Net)

Yorum:

İran, anlaşmazlığı barışçıl bir şekilde sona erdirecek gerçek bir anlaşma arayışında; zira Hamaney'in mevcut danışmanı ve eski Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şamhani X platformunda yaptığı açıklamada “İran Dışişleri Bakanı ABD ile dolaylı müzakereler yürütmek üzere tam yetkiyle Amman'a gidiyor, şovdan ve kameralar önünde konuşmaktan uzak bir şekilde Tahran gerçek ve adil bir anlaşmaya varmaya çalışıyor” dedi.

Amerika'ya gelince, savaşla aynı sonuçlar doğuracak ancak barışçıl bir şekilde İran'ın nükleer dosyasını tamamen bitirmek istiyor;zira ABD Başkanı Donald Trump görüşmeler öncesinde Pazartesi günü yaptığı açıklamada (Washington ve Tahran'ın İran'ın nükleer programı konusunda Cumartesi günü Umman'da doğrudan görüşmelere başlayacağını duyurmuş ve görüşmelerin başarısız olması halinde İslam Cumhuriyeti'nin ciddi bir tehlike altında olacağı uyarısında bulunmuştur.)

Aslında İran nükleer görüşmeleri, Trump'ın Gazze'de ateşkes ve Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş dosyası başta olmak üzere kendi açtığı dosyaların çoğunda net başarılar elde edememesinin ardından geldi ve Çin'e açtığı ticaret savaşı da aynı şekilde Çin üzerindeki baskıyı arttırmak için Hürmüz Boğazı ve Bab al-Mandab Boğazı başta olmak üzere su geçişlerini kapatma ihtiyacı doğurabilir.

Öte yandan Yahudi varlığı bu müzakerelerden çekilmeye istekli ve İran'ın nükleer reaktörünün sınırlı alanlarına askeri bir saldırı düzenlemek istiyor; çünkü bunu yapması halinde ek ayrıcalıklar elde edecektir.Jerusalem Post'a göre, New York Times'ın geçtiğimiz aylarda, ABD'nin Yahudi varlığının İran'ın nükleer programına saldırmasını engellediğine dair yayınladığı sızıntılar vardır;bu sızıntı, ABD'nin İran'ın nükleer reaktörünü bombalayarak durdurduğu geçmişin yakınlığını ve geleceğin yakınlığını göstermek için iki yönlü bir açıklama olup eğer müzakereler sekteye uğrarsa, İran'ın nükleer reaktörünün bulunduğu yerlerin üzerinden duman bulutları yükselecektir.

Amerika, karşılığı ne olursa olsun sadece kendi çıkarlarını önemsiyor; nitekim reaktörün sona erdirilmesine ABD ve Yahudi varlığı karar vermiştir ancak bunun askeri ya da barışçıl yollarla nasıl yapılacağı tartışma konusudur; dolayısıyla her iki durumda da Trump, bu dosyanın sonuçlarının gerçekleşmesi ve onun sona erdirilmesi konusunda ciddidir.

Bugün küresel düzeyde yaşanan değişimler, artık dünyaya liderlik etmeye uygun olmayan mevcut dünya düzeninde yaşanacak değişimin ilk adımlarıdır; yani bizler, uzun süredir dünyanın bağrına çöreklenen kapitalizmin ölüm sancılarını yaşıyoruz. Bu mikroptan ancak başka bir ideolojiyi benimseyerek kurtulabiliriz ve bu da İslam ideolojisinden başka bir şey değildir.Bugünkü fırsat bir daha tekrarlanmayabilir; bu nedenle Müslümanlar, dine yardım etmek için ayağa kalkınsınlar ve Allah'ın şeriatını ikame etmemizi engelleyen ve onu pekiştirmek için sömürgeci kafirle birlikte çalışan yöneticiler kliğini devirsinler.O halde haydi harekete geçin ve Allah'ın şeriatını ikame etmek ve Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlardan olmak üzere güç ehli de sizinle birlikte harekete geçsin ki böylece insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmaya geri dönelim; Tıpkı Allahu Teala’nın şöyle buyurduğu gibi: كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِSiz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. (Siz ki) marufu emredersiniz ve münkerden sakındırırsınız.” [Al-i İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nebil Abdulkerim

Devamını oku...

Hilafet Devleti'nin İlanının Yaklaşmasıyla Birlikte İdeolojisi ve Kendisini Milletlere Liderlik Etmeye Ehil Kılan Bol Nüfuslu Tarihi ile İslam Ümmetinin Canlılığı

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Hilafet Devleti'nin İlanının Yaklaşmasıyla Birlikte İdeolojisi ve Kendisini Milletlere Liderlik Etmeye Ehil Kılan Bol Nüfuslu Tarihi ile İslam Ümmetinin Canlılığı

Doğu Bilimi (Oryantalizm) olarak bilinen Batı'nın Doğu, yani Müslümanlar hakkındaki çalışma merkezleri, -başlangıcından bu yana- geleceği öngörmek ve gidişatlarıyla yüzleşmek için planlar çizmek amacıyla Batılı ülkelerin politika yapımında kilit bir rol oynamıştır.Bu çalışma merkezlerinin araştırmaları, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların sosyal, ekonomik ve siyasi koşullarını incelemeyi ve onları Batılı ülkelerin politikaları lehine etkilemek için mercek altına almayı içermektedir.Üçüncü bin yılın şafağı, Müslümanların ülkelerinde üzerlerine uygulanan Batılı sistemlerin yerine İslam şeriatının uygulanmasını isteyip istemedikleri konusunda çalışma ve araştırma merkezleri tarafından anketler yapılmasına tanık olmuş ve bu çalışmaların, Müslümanların İslam Nizamını hayatlarında, yani tüm siyasi, ekonomik, sosyal ve benzeri işlerinde yeniden uygulanması konusundaki dizginlenemez arzusuyla ilgili sonuçları Batılıları şaşkına çevirmiş, bu da bu merkezleri, Müslümanların H. 1342 M.1924 yılından önceki hallerine geri dönmeleri konusunu açıklığa kavuşturmak için daha fazla çalışmalar yapmaya sevk etmiştir!

Bu makalemizde, Batılı araştırma merkezleri tarafından yürütülen Müslümanlarla ilgili sosyo-demografik istatistikleri ve bu demografik istatistiklerin, siyasi ve ekonomik yönlerle yakından bağlantılı olduğunu ve bunlardan ayrılmasının imkansızlığını ele alacağız.

Üçüncü bin yılın başlarında, Amerikan Cumhuriyetçi Parti, Amerika'nın dünya nimetleri üzerindeki kontrolünü, mevcut rakipleri “Avrupa ve Çin” ile gelecekteki rakibi “Hilafet Devleti'ni” dışarıda tutmakla birlikte Amerika'nın rakipleriyle, kontrolünün devamının sağlanmasını içeren yeterli mesafeyi korumayı hedefleyen Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi'ni (PNAC) geliştirmiş ve ABD düşünce kuruluşu "RAND", Müslümanları böldüğü ve onları birbirleriyle karşı karşıya getirmek için hazırladığı bir çalışma yapmıştır.Ancak çeyrek asırdır birbirini takip eden ABD yönetimleri bu konuda ilerleme kaydedememiş, bu da İslam ümmetinde yeni çatlaklar ve yaralar oluşturmak amacıyla ve Nübüvvet Minhacı üzere ikinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulması yoluyla liderlik rolünü yeniden kazanmasını engelleme girişimi olarak Müslümanların evlatlarından “dini hayattan ayıran” laikleri öne çıkaran yeni nüfus istatistikleri yayınlamasına neden olmuştur.

İslam ümmeti, hayat, kainat, insan ve bunların hepsinin bir yaratıcının -ki O Allahu Teala'dır- yarattığı mahluklar olması ve İslam ümmeti için uyması gereken bir sistem koyması hakkındaki doğru ideolojik bakış açısı bakımından doğası gereği canlıdır.İnsan, diğer mahlukatlar dışında onu korumakla mükelleftir; bu da İslam Devleti'nin tebaaları arasında insan nevini-türünü koruma içgüdüsünün, İslam'daki içtimai nizama uygun olarak, yani evlilik yoluyla doğru bir şekilde doyumunu sağlamak ve bunu yaygınlaştırıp kolaylaştırmak yoluyla olur.Bu ise bir yandan toplumda huzuru yaydığı gibi çok eşlilik de nüfusu artırır, bekarlık ve evlenmeye isteksizlik görüntülerini azaltır, zinayı önler ve onunla mücadele eder ve toplumun fertleri arasında cinsel hastalıkların yayılmasını azaltır. Ayrıca herkese ücretsiz sağlık hizmeti de sağlanacaktır. Büyüme ve nüfusun sürekli artması, ümmetin sağlıklı olduğunun bir göstergesi olup aksi, tam tersidir; zira nüfusun azalması, hastalıkların toplum bireyleri arasında yayılması ve sağlıklarının bozulması, milletlerin çöküşünün göstergelerindendir. Ayrıca yeni halkların İslam’a girmeleri, nüfusun doğal olarak artmasında ek bir rol oynar ve İslam ümmetinin yükselmesine katkı sağlayan yeni kanlar sağlar.

Müslümanların dünya genelindeki sayılarının artması ve bunun Batı'nın genel olarak bir nüfus gerilemesine tanık olduğu bir zamanda İslam’a girenlerin sayısının artmasıyla aynı zamana gelmesi, Müslümanların yeryüzündeki nüfuz sayısında öncü olmalarına neden olmaktadır. Nitekim istatistik programlarının ve bilgisayar program algoritmalarının varlığı, kuruluşların yardım programlarının Müslüman ülkelerin her yerinde yaygınlaşmasının yanı sıra dünya genelinde düzenlenen nüfus konferanslarıyla birlikte Batı, dünya genelindeki Müslüman nüfusuna yönelik yakın istatistikler ve tahminler elde edebilmektedir.Şu anda üçüncü dünyanın nüfusu birinci dünyanın, yani Batı'nın nüfusunun beş katı olup 2050'de ise on katı olacaktır. Bu nedenle klonlama ve rahim dışında embriyoları taşıyan inkübatörler projelerine başvurdular ancak bu hiçbir işe yaramadı.

Orta Asya’nın “Afganistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan” nüfusu şu anda 180 milyona yaklaşmıştır. 25 yıl içinde Rusya'nın nüfusuyla eşitleneceklerdir.Sadece Türkiye'nin nüfusu bile Rusya'nın nüfusuna eşit olacak ve İran'ın nüfusu da Rusya'ya yaklaşacaktır.

İslam ümmetinin nüfus artışı konusu, son yüz yılda dünya çapında Müslüman nüfusunun yedi kat artarak 1910'da 221 milyondan 2010'da 1,553 milyara çıktığına işaret etmekte olup Müslümanların sayısının 2015-2060 yılları arasında 2,8 milyara çıkması beklenmektedir.

Kendisinden insan sorunlarına çözümlerin ortaya çıktığı hayat, kainat ve insan hakkındaki doğru bakış açısı, Allah'ın yeryüzünde ümmete bahşettiği doğal kaynaklar ve kıtalar arasında bir arabulucu olarak dünya üzerindeki konumu, ulaşım ve ticaret için kara ulaşım hatları üzerindeki kontrolü, denizler ve okyanuslar üzerindeki konumunun ortaya çıkması bakımından coğrafi konumunun yanı sıra nüfus “demografik” faktör, ülkelerin güçlü olmasının faktörlerinden bir faktör sayılır; dolayısıyla her milletin sahip olduğu bir nüfusu vardır ve bu nüfus diğer milletlerle karşılaştırıldığında, çoklukta hangisinin kefesinin ağır bastığını ortaya çıkarır. Dolayısıyla da nüfus sayımı, özellikle ülke içindeki tüm çabaları ve çalışmaları yürütmekten sorumlu olan gençlerin yüzdesinin yüksek olmasıyla birlikte milletin zayıflığından ziyade gücünü ortaya çıkarır. Nüfus sayımı, devletin, tarım, denizcilik, sanayi, askeri ve benzerleri gibi yaşam alanlarına dağıtabileceği kadar nüfusa sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca kadın ve erkek, genç, çocuk ve yetişkin nüfusun ortalama yaşını bilmek, nüfus faktörüne eklenen bir başka güçtür.

18. yüzyılın ilk yarısının sonunda Osmanlı Hilafetinin tebaası 76.150.000 kişiydi ve bunların 1.400.000'i başkent İstanbul'da oturuyordu, Fransa'nın nüfusu ise 22.653.000 kişiydi ve bunların 600.000’i başkent Paris’te oturuyordu, İngiltere'nin nüfusu 12.985.000 kişiydi ve bunun 800.000'i başkent Londra'da oturuyordu ve Rusya’nın nüfusu 15.000.000 kişiydi ve bunun 120.000’i Moskova’da oturuyordu. Hollanda’nın nüfusu 7.950.000 kişiydi ve bunun 200.000’i Amsterdam’da oturuyordu.Portekiz’in nüfusu 6.600.000 kişiydi ve bunun 250.000’i Lizbon’da oturuyordu ve Danimarka’nın nüfusu da 1.760.000 kişiydi ve bunun 1.800.000’i İsveç’te oturuyordu.

1945 yılında Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan Dünya Sağlık Örgütü’nün ortaya çıkması, Batılı ülkeleri, çabalarını dünyanın farklı bölgelerindeki tüm milletlere ulaşmaya ve buralarda doğrudan kendi programlarına odaklanmaya yöneltti ve bu programlar, “Malthus teorisine göre” yetersiz kaynakları nedeniyle bu ulusların nüfuslarını azaltmayı hedefliyordu ki bu milletlerin başında da, doğurganlık oranının yüksek olması sonucunda genç nüfusun yaşlı nüfusa oranına ve doğum oranının ölüm oranlarına göre yüksek olduğu İslam ümmetidir; bu da Batılı ülkelerin dünya üzerindeki rakipsiz hakimiyetini tamamlamak, dünyanın zenginliklerini ve kaynaklarını tüketmek, stratejik konumunu halkından uzaklaştırıp kendi lehine çevirmek ve onu yozlaşmış Batı medeniyetiyle peşinden sürüklemek içindir. Nüfus istatistiklerine göre, 2000 yılında, 47 Avrupa ülkesinin tamamı, yüksek doğum oranına sahip Müslüman Arnavutluk hariç, düşük doğum oranıyla ölmüştür. Yirmi yıl önce, Roma Üniversitesi'nden İtalyan demograf Giulini, İtalya'da toplumun giderek yaşlanması ve genç nüfusun az olması nedeniyle yaklaşan bir nüfus krizi konusunda uyarıda bulunmuştu; çünkü popüler dergi Noa Dawn'ın istatistiklerine göre, kadınlar artık çocuk sahibi olmayı planlamıyordu.

Buchanan, “Batı’nın Ölümü” adlı kitabının 28. sayfasında şöyle diyor: “Papa'nın iddia ettiği ve istatistiklerin de açıkça gösterdiği gibi eğer Batı bir "ölüm kültürünün" pençesine düştüğünde, o zaman Batı medeniyeti,Lenin'in imparatorluğunun ulaştığı aynı utanç verici sona mı sürüklenecek?” Refah ve iyileşmeden ve hastalıkların yayılmasından bahsetmiyorum bile; nitekim Sana’da yayınlanan es-Sevra gazetesi 16/01/2025 tarihli haberinde,ABD’de yaşlılar arasında demans vakalarının sayısının iki katına çıktığına dair şok edici sonuçlar içeren yeni bir araştırmadan bahsetmiştir ki bu durum, Amerika'daki yaşlanan nüfustan kaynaklanmaktadır. Yine Nikkei Araştırma Şirketi tarafından 2025'in başlarında Reuters için yapılan bir ankete göre, Japonya nüfusunun azalmasının ve yaşlanmanın artmasının acısını çekmekte olup Çin'in nüfusu üst üste üçüncü yıldır azalmaktadır.

Allah, hayat, kainat ve insan için, hepsini düzenleyen bir sistem koymuş olup bu sistemlerin arasında, erkek ve kadınlara avret yerlerini örtmeleri ve iffetlerini korumaları yer almaktadır; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ * وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ(Rasulüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar; iffet ve namuslarını korusunlar. Görünen kısımları müstesna, güzelliklerini ve süslerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler. Güzelliklerini ve süslerini; kocalarından, babalarından, kayınpederlerinden, kendi oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, Müslüman kadınlardan, kendi cariyelerinden, erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçilerden veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Bir de gizledikleri güzelliklere, süslere dikkat çekecek ve erkeklerde arzu uyandıracak şekilde ayaklarını yere vurarak yürümesinler. Ey müminler! Hepiniz tevbe ederek Allah’a yönelin ki kurtuluşa eresiniz.” [Nur 30-31] Dolayısıyla toplumu iffetine geri döndürmek, toplumu kötülüklerin yayılmasından korumak, kötülüğü yapanlara caydırıcı ceza koymak ve nesilleri korumak için bize evlenmeyi emretmiştir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَانكِحُواْ مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاء مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَBeğendiğiniz (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın.” [Nisa 3] Ayrıca bize, evlenmekten kaçınmayı yasaklamıştır; zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ... لَكِنِّي أَصُومُ وَأُفْطِرُ وَأُصَلِّي وَأَرْقُدُ وَأَتَزَوَّجُ النِّسَاءَ، فَمَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِي فَلَيْسَ مِنِّيAncak ben de oruç tutuyorum ve iftar ediyorum, namaz kılıyorum ve uyuyorum ve kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” Bunu ise hem erkek hem de kız olmak üzere çok sayıda çocuk takip etmektedir. Ayrıca Allah Subhanehu ve Teala bize iffetli olmayı ve çoğalmayı da emretmiş ve bizim rızık konusunda endişe duymamızı yasaklamıştır. Zira Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَلاَ تَقْتُلُواْ أَوْلاَدَكُم مِّنْ إمْلاَقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَإِيَّاهُمْ وَلاَ تَقْرَبُواْ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَFakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; biz, sizin de onların da rızkını veririz. Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın.” [En’am 151] Nitekim yeni doğan çocukların geçimleri, Raşid Halife Ömer bin Hattab Radıyallahu Anh döneminden itibaren Müslümanların Beytu’l Mâl’inden karşılanıyordu. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:تَزَوَّجُوا فَإِنِّي مُكَاثِرٌ بِكُمْ الْأُمَمَ، وَلَا تَكُونُوا كَرَهْبَانِيَّةِ النَّصَارَىEvlenin, ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim. Hristiyanların rahipleri gibi olmayın.” Ayrıca Müslümanları, kızlarının mehirlerini kolaylaştırmaya teşvik etmiştir. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: أَعْظَمُ النِّسَاءِ بَرَكَةً أَيْسَرُهُنَّ مُؤْنَةًEn bereketli kadınlar külfetleri (mehirleri) az olanlardır.” Dolayısıyla İslam’daki nizam, içinde barındırdığı geçim kaynaklarıyla birlikte kâinatın yaratıcısından gelmiş olup Allah katından kendisine hayat bahşedilen insan, bu nizamı ve sadece Allah tarafından yaratılan diğer canlı varlıkların hayatını yürütmekle sorumludur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mühendis Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Ey Askerler! Allah’ın Davetçisine Yanıt Verin!

Yahudi varlığının Gazze’de, Batı Şeria’da, Lübnan’da ve Suriye’de sabah akşam işlediği suçlar artık hiçbir kimse için bir sır değil. Bugün dünya gündemini meşgul eden en önemli mesele, Müslüman beldelerde özellikle de Mübarek Toprak Filistin’de yaşanan trajedilerdir. Haber bültenleri, gazeteler ve dergiler neredeyse her gün bu katliamları manşetlere taşıyorlar. Sosyal medya platformları ise, çocukların, bebeklerin, kadınların ve yaşlıların hedef alındığı, camilerin yıkıldığı, hastanelerin bombalandığı, sokakların tahrip edildiği, evlerin yok edildiği, sığınmacıların barındığı çadırların bombalanıp yakıldığına dair korkunç görüntülerle dolup taşıyor...

Ey askerler! Ey subaylar! Her sabah o askerî üniformalarınızı giyip omuzlarınızdaki yıldızlara ve apoletlere baktığınızda, içinizde hiç mi izzet duygusu kıpırdamıyor?

Her sabah pırıl pırıl parlayan silahlarınızı ve kılıçlarınızı kuşanıp içtima sırasına dizildiğinizde, yüksek sesle “vatanın bekçisiyim” diye haykırdığınızda, yüreğinizdeki hamaset duygusu hiç mi uyanmıyor?

Kardeşlerinizi ve halkınızı acımasızca ve hunharca bombalayan şer ve fesat güçleri müttefiki rejimlerden emirler alırken hiç mi zillet ve eziklik hissetmiyorsunuz?

Her akşam madalyalı üniformalarınızla çocuklarınızı kucağınıza aldığınızda, Gazze’deki babaların, evlatlarının parçalanmış bedenlerini defnetmek üzere torbalara ve poşetlere topladıklarını gördüğünüzde, hiç mi utanmıyorsunuz? Hiç mi mahcubiyet hissetmiyorsunuz?

Gazze’deki kardeşleriniz bir yudum suya, hatta bir parça ekmeğe dahi hasret kalmışken sizlerin eşleriniz ve çocuklarınızla birlikte yemek sofrasına oturup karınlarınızı doyurduğunuzda, lokmalar boğazınızdan kolayca geçiyor mu?

Cihattan yüz çeviren, mustazaflara yardım etme görevini yerine getirmek için artık fazla vakti kalmayan aranızda aklı başında biri, bir deve gibi yatağında ölürse hali nice olur?

Ey asker! Görevini ihmal eden, belki de zalimlerin safında yer alan arkadaşının naaşını taşırken, içinden bir ses sana ‘Zaman daralıyor, vazifen seni çağırıyor!’ demiyor mu?

Ey askerler! Size ne demeli!! Bu trajedileri nasıl görüp de bigâne kalabiliyorsunuz? Sanki hedef alınanlar sizin kardeşleriniz değilmiş gibi nasıl umursamaz davranabiliyorsunuz? Oysa onlara yardım etmeniz farzdır. Kardeşlerinizin yardım feryatlarına, babalarının çığlıklarına, evlatlarının haykırışlarına ve kızlarının gözyaşlarıyla dolu niyazlarına rağmen bu zillete nasıl rıza gösterebiliyorsunuz? İçinizde yanıt verecek hiç mi biri yok?

اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللهِ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَأٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَكِيرٍ“Allah’tan, geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun. O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr edebilirsiniz!” [Şura 47]

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Gerçeklik ve Zorluklar Arasındaki Yayılmacı Hırsları

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yahudi Varlığının Gerçeklik ve Zorluklar Arasındaki Yayılmacı Hırsları

İslam beldelerinin kalbine yönelen bir mızrak başı ve İslam ümmetinin kalbinde kanayan bir yara olmasına neden olan zehirli bir hançer olsun diye Yahudi varlığını kuran ve destekleyen İngiltere, Fransa ve Amerika'dır; böylece onun kanamaya devam etmesini ve iyileşmemesini istediler ve bu yüzden de bu varlığa her türlü yaşam yollarını sağladılar ve Amerika liderliğindeki Batılı ülkeler onu bölgede stratejik bir ortak olarak gördüler.

Yahudi varlığının kurulması, geleneksel sömürgeciliğin sona erip onun yeni bir sömürgecilik şekliyle değiştirilmesinin ardından bölgedeki Batı nüfuzunun devamını sağlamanın bir aracı olsun diyedir; zira İslam beldelerinin kalbinde Batı destekli güçlü bir siyasi varlığın bulunması, kaynakları ve enerjiyi (petrol) kontrol etmek, Batı'nın bölgedeki askeri ve siyasi üstünlüğünü sağlamak, İslami vahdeti zayıflatmak ve Hilafetin kurulmasını engellemek gibi stratejik hedefleri gerçekleştirmek içindir.

Batı'nın Yahudi varlığına desteği siyasi ve askeri boyutlarla sınırlı kalmamış, bilakis büyük ekonomik ve teknik desteği de içermesinin yanı sıra Batı'daki, özellikle de ABD'deki Evanjeliklerin Yahudi varlığını desteklemelerinin dini bir rolü vardır. Zira birçok Evanjelik, dini inançlarına göre Yahudi varlığını desteklemenin, kurtarıcının dönüşünü hızlandırdığına inanmaktadır. Bu destek, siyasetle sınırlı kalmamış, aksine Batı Şeria'daki yerleşimler de dahil olmak üzere projelerin finanse edilmesine kadar uzanmıştır. Ayrıca bu destek, Filistinlilerin acılarını derinleştiren ve çatışmayı daha da karmaşık hale getiren işgal ve yerleşim politikalarını meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Bu konuda garip olan şey, bu dini bakış açısı, zulüm ve tahakküme dayalı politikaları teşvik ederek Batı Şeria'daki Yahudi yayılmasını ve iddialarına göre “ilahi bir planın” parçası olarak Filistinlilerin haklarına yönelik saldırıları meşrulaştırmaktadır. İşte bu akidevi destek, Yahudi varlığını uluslararası alanda daha güçlü bir konuma getirirken, Filistin meselesini daha da karmaşık bir hale getirmiş ve Filistinlilerin ve çevresindeki Arap halklarının acılarını da derinleştirmiştir.

Yahudi varlığının 1948'de kurulmasından bu yana politikaları ve coğrafi hırsları, komşuları pahasına genişleme arzusuna işaret eden tarihi ve dini Tevrat mefhumlarıyla bağlantılıdır. Bu hırslar ise, Mısır, Suudi Arabistan, Lübnan, Suriye, hatta Irak ve Ürdün topraklarını da içine alan “Büyük İsrail” fikrinin propagandasının yapıldığı bazı siyasi söylemlerde açıkça görülmektedir. Ancak bu vizyonun gerçekleştirilmesi hâlâ büyük bir zorluk teşkil etmekte, dahası bölgenin demografik ve siyasi gerçekliği göz önüne alındığında neredeyse imkânsızdır. Zira bu fikirler, zor bir gerçeklikle çarpışmaktadır; çünkü Yahudi varlığının sahip olduğu askeri ve teknolojik güce rağmen ancak on milyon civarında olduğu tahmin edilen nüfusu, çevresindeki Arap ülkeleri gibi yoğun nüfuslu bölgelere yayılma girişimlerinin önünde büyük bir engel teşkil etmektedir.

Tüm Batı ülkelerinin ve Arap ülkelerindeki ajanlarının bu varlığa verdikleri tam desteğe rağmen büyük zorluklar vardır ve bunlar, dahili ve harici zorluklardır. Dahili olana gelince; İngiliz mandasının başlangıcından bu günümüze kadar uzun yıllardır devam etmekte ve çatışma kanlı ve şiddetli olup neredeyse hiç durmamaktadır. Filistin'in alanının küçüklüğüne rağmen, halkının ve Müslümanların ona olan akidevi bağlılığı, Mescid-i Aksa'nın varlığı ve onun Müslümanların akidesindeki yeri, sürekli olarak çatışmaların ve direnişin kaynağı olmuştur. Harici zorluklar ise demografik ve ekonomik acziyetten dolayı genişleme gücünün olmamasını temsil etmektedir; işte bu gerçeklik, Yahudi varlığının genişlemeye karar vermesi halinde daha geniş bir bölgeyi yönetme veya nüfusunu kontrol etme gücü konusunda birtakım soruları gündeme getirmektedir. Buna ek olarak Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan gibi onu çevreleyen ülkeler milyonlarca nüfusa sahip olup bu da pratik açıdan herhangi bir genişleme girişimini imkânsız hale getirmektedir; zira Yahudi varlığı, askeri gücüne rağmen, bu bölgeleri askeri olarak kontrol etmek ve bu geniş alanlara uzanmak için gerekli insani veya ekonomik kaynaklara sahip değildir. Nitekim bu alanlar onun yeteneklerinin çok ötesinde olup ancak bu alanların yöneticileri aracılığıyla bölge halkına ve onların yeteneklerine hükmedebilir; bu nedenle Amerika'nın ve Batı'nın büyük bölümünün yardımıyla kendisini bölgedeki en güçlü caydırıcı bir güç olarak inşa etmiştir.

Öte yandan görünen o ki Amerika, sayı bakımından küçüklüğünü ve demografik potansiyellerini bilmesinden dolayı Yahudi varlığının coğrafi olarak sınırlandırılmasında kilit bir rol oynamıştır; zira 1979'da Mısır'la yapılan Camp David Anlaşması'ndan başlayıp 1994'te Ürdün'le yapılan Vadi Araba Anlaşması ile devam eden ve şu anda Lübnan ve Suriye ile sınırları belirleme girişimlerine kadar Amerika, bölgesel çatışmaları en aza indirerek bölgede göreceli bir istikrar sağlamaya çalışmıştır. Yahudi varlığındaki bazı tarafların sahip olduğu yayılmacı hırslara rağmen, gerçeklik ve demografik zorlukların, direniş ve uluslararası baskıların gölgesinde bu hırsların gerçekleştirilmesi imkânsız görünmektedir ve tüm bunlar, bu hırsları uygulanabilir planlardan ziyade teorik fikirler haline getirmektedir. Bununla birlikte ister siyasi isterse dini olsun Batı desteği Yahudi varlığının bölgesel bir güç olarak devam etmesinde temel bir unsur olmaya devam etmekte ve bu da bölgedeki siyasi manzarayı daha da karmaşık bir hale getirmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri, Filistin halkı ile Yahudiler arasındaki çatışmada her zaman karmaşık bir rol oynamıştır. Örneğin bazı dönemlerde, özellikle 1990'larda, Oslo Anlaşmaları'nda (1993) görüldüğü gibi Filistin özerkliğinin veya bir Filistin devletinin çekirdeğinin kurulması fikrine destek vermiş ve bu anlaşmalar Filistinlilere, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin bazı bölgelerinde sınırlı özerklik hakkı tanımıştır. Ancak bu desteğin, her zaman Filistin topraklarındaki Yahudileri sınırlama veya gücünü azaltma yönündeki samimi bir arzudan kaynaklanmadığını, bilakis Ortadoğu'da istikrar, Arap ülkeleriyle ilişkilerin iyileştirilmesi ve bölgesel zorluklarla mücadele gibi Amerika’nın bölgedeki daha geniş çıkarlarıyla bağlantılı olduğunu anlamak önemlidir.

Aynı zamanda Amerika, iki devletli çözüme bağlı kalması veya yerleşimleri durdurması için Yahudi varlığına baskı yapma konusunda tamamen ciddi olmamış, uluslararası sistem de aynı şekilde yapmıştır; zira onlar, Yahudi varlığının herhangi bir şekilde genişlemesinin bölgesel istikrarsızlığa yol açacağını biliyorlar ve bu yüzden de coğrafi olarak Filistin sınırlarının dışına çıkmasını değil, ticari, ekonomik ve teknolojik barış anlaşmaları yoluyla yayılmacı hırslarını dizginlemeye çalışıyorlar.

Sonuç olarak diyorum ki, bir bütün olarak Amerika ve Batı, mağlup olmaz ve yenilmez bir kader değildir; zira Allah'ın iradesi her şeyin üstündedir ve durumlarımız Allah'ın lütfu ve desteği sayesinde değişecektir. Ayrıca İslam Devleti’ni kurup İslami hayatı yeniden başlatarak bu dini yeniden ikame etmek için gecesini gündüzüne katan ve zorbaları kahreden ve dostlarına yardım eden Aziz ve Cabbar olan Allah’a güvenen samimi çalışanlar olduğu sürece bu durum uzun sürmeyecektir. Böylece hepsi mağlup olacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır; dolayısıyla bizim halimizi açığa çıkaracak olan sadece Allah’tır; o halde istediğiniz gibi aldatıp tuzak kurun bakalım ey kâfirler. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَŞüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Güzel akıbet (Allah’tan korkup günahtan) sakınanlarındır.” [Araf 128] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ “(Rasulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın.” [Al-i İmran 26]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Muhammed Nazzal (Ebu Usame)

Devamını oku...

Rusya Trump'a Manevra Yapıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Rusya Trump'a Manevra Yapıyor

Haber:

Medvedev İngilizce olarak şunları yazdı: “ABD'li yetkililer Ukrayna krizinde ilerleme kaydedilmemesi halinde ABD'nin krizi terk edeceğini söylüyor. Akıllıca bir hareket.”

Ve şöyle ekledi: “Avrupa Birliği de aynısını yapmalı. O zaman Rusya krizi daha hızlı çözecektir.” (Reuters)

Yorum:

Özellikle Trump'ın tüm dünya ülkelerine karşı başlattığı ticaret savaşı ve Ukrayna'yı desteklemekten vazgeçip tüm yükü, Ukrayna'yı ne aç ne de tok bırakan Avrupa'nın sırtına yüklediği, aynı şekilde Rusya'nın Ukrayna'dan tüm topraklarını kurtarmak üzere olduğu ve sadece Kursk bölgesinden bahsedecek olursak, yüzde doksan dokuzunun kurtarıldığı ve aynı şekilde Trump'ın düşmanca davrandığı Avrupa ülkeleri pahasına Putin'in en büyük maddi, siyasi ve ekonomik kazanımları elde etmeyi umduğu son olayların ortasında Rusya'nın Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşı sonlandırmak için acele etmediği açıkça görülmektedir.

Rusya, Avrupa'nın Ukrayna'yı terk etme konusunda Amerika'nın izinden gitmesini istediği gibiKırım Yarımadası'nın yanı sıra dört bölgeyi de eksiksiz olarak almak istiyor.

Ancak tüm bunlar Trump'ın mevcut politikasını sürdürüp sürdürmemesine bağlıdır; zira Trump kaba, küstah ve kibirli bir kişi olup Rusya'dan, Arktik zenginlikleri ve Rusya'nın Çin'e karşı tutumu konusunda bir direnç görürse politikasını değiştirebilir; çünkü Trump nezdinde her şeyin bir bedeli vardır ve Putin de bunu çok iyi biliyor ve karşılığında bir pay istiyor.

Obama döneminden bu yana Amerika Rusya'nın değerini düşürdü, hatta savaş dosyasında bile Rusya'nın konumunu düşürdü ve Türkiye'nin Erdoğan'ı ile pazarlık yapmasını sağladı; ancak bugün Trump, Rusya'nın konumunu yükseltmiş, müzakerelerde onu Amerika ile eşit hale getirmiş ve Avrupa'nın konumunu düşürmüştür.Peki bu yakınlaşma gerçek midir?Devam edecek mi, yoksa Trump'ın başka hesapları mı vardır?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Muhammed Et-Tamîzî

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER