Çarşamba, 25 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/17
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Siyaset Peygamberlerin Amelidir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Siyaset Peygamberlerin Amelidir!

Siyasi çalışma ve siyasetle meşgul olmak, Müslümanları siyasetten uzaklaştırmak amacıyla başka ülkelerdeki toplumları değil de sadece İslam beldelerindeki toplumları hedef alan büyük bir çarpıtma kampanyasına maruz kalmıştır.

Batı toplumlarındaki bir insanı siyasi bir figür olarak tanımlamak, onun kültürlü, takip edilen ve vizyon sahibi bir sınıf olduğu anlamına geldiğinden dolayı bir övgü ve büyüklük olarak kabul edildiği bir sırada bizim toplumlarımızdaki büyük bir davetçi ve alim ordusu, siyasi nitelendirmeyi muttaki-dindar Müslümanlara veya İslam risaletini taşıyanlara yakışmayan bir aşağılanma haline getirmeye çalışmaktadırlar!

Nitekim siyasetin necis olduğunu, siyasetin yalan ve aldatma sanatı olduğunu ve bunun bir Müslüman'a, dindar birine ve bir davetçiye yakışmadığını, bu nedenle bu kişilerin siyaseti kaldırıp atmaları ve dinin siyasi çalışmayla kirletilmemesine dikkat edilmesi gerektiğini söylediler ki böylece necis olan temiz olana karışarak ifsat olmasın.

Ne yazık ki bu çağrılar, cehalet ya da bilgi eksikliğinden değil, aksine sömürgecilik ve komplodan kaynaklanmaktadır.Zira Batı, bizim ülkelerimizdeki çıkarlarının hizmetkârları ve bekçileri haline getirdiği yöneticiler aracılığıyla İslam beldeleri üzerindeki hegemonyasına hiç kimse itiraz etmesin diye İslam'ı ve Müslümanları siyasi çalışmadan uzak tutmaya hırs göstermiştir.

Müslümanların, özellikle de samimi olanların, davetçilerin ve davet taşıyıcılarının siyasetle meşgul olması, kesinlikle laiklerin, ajanların, Ruveybidaların, Batı'nın borazanlarının ve araçlarının siyasi çalışmalarına baskı uygulayıp sıkıştırmak, yani er ya da geç onları sahnenin dışına itmek anlamına gelmektedir.Bu nedenle Batı, ülkemizdeki sömürgeciliği ve Ruveybidaların yönetimini sürdürme hedefini gerçekleştirmek için bu kampanyayı başlatmayı amaçlamıştır.

Ancak gerçek şu ki siyaset en asil ve en önemli eylemlerden biridir ve bizzat İslam da siyasi bir dindir;zira İslam akidesi, ruhi ve siyasi bir akidedir.

Çünkü siyasetin anlamı, yalan söylemek ya da aldatmak değil işlerin gözetilmesi olup aksine kapitalistler yalan söyleyen ve aldatan kişilerdir; çünkü insanları siyase ettikleri-yönettikleri ideolojileri fasit ve ifsat edici bir ideoloji olup bu da onları gayelerini gerçekleştirmek için yalan ve aldatmaya sevk edip teşvik etmektedir.Bu nedenle “gaye vasıtayı meşru kıla”, “al ve iste” ve “siyasette ahlak yoktur” gibi kaideler yazdılar ve bunlara göre hareket ettiler.

Onların ideolojilerinin fesadı-bozukluğu, onun insanların Rabbi tarafından değil de insanların koymuş olduğu bir ideoloji olmasından kaynaklanmakta olup insanlar yasama olarak kendileri için iyi olan şeyleri nasıl yapabilecekler ki!

İslam ise Rabbani bir dindir; gelin benimle birlikte Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu hadisini düşünün: كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمْ الْأَنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لَا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَيَكُونُ خُلَفَاءُ فَيَكْثُرُونَ İsrailoğullarını nebiler siyase ederlerdi (yönetirlerdi). Bir nebi öldüğünde onu başka bir nebi takip ederdi. Benden sonra nebi yoktur, fakat birçok halife olacaktır.” Oradakiler dediler ki: Bu halde bize ne yapmamızı emredersiniz? Dedi ki: فُوا بِبَيْعَةِ الْأَوَّلِ فَالْأَوَّلِ أَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ İlk biat edilene vefakâr olun ve onlara haklarını veriniz. Çünkü Allah onlara da yönettikleri insanlara da haklarını soracaktır.

Nitekim hadis, peygamberlerin amellerinin siyaset olduğunu, dolayısıyla insanları siyase etmenin-yönetmenin Rablerinin şeriatı gereği olduğunu belirtmektedir. Bu yüzden insanların en hayırlısı, derece olarak en üstünleri ve ahlak olarak en faziletlileri olan Rasuller ve Nebiler, siyasi olmuşlar ve kavimlerinin işlerini Rablerinin şeriatına göre gözetmişlerdir.Bundan sonra özellikle Müslümanlardan herhangi biri, düzenbazların iddia ettiği gibi siyasetin bir necis veya pislik olduğuna aldanabilir mi?!

Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hadisi artı olarak, peygamberlerin döneminden sonra siyaset ve yaratılanların işlerinin gözetilmesini insanların işlerini üstlenen Halifelere emanet etmiştir.

Müslümanların arasından insanların işlerini üstlenenlerin aslında insanların en hayırlısı olmaları, ellerini ve boyunlarını Allah'a ibadet ve itaate etmeye yönlendirmeleri ve tıpkı Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve onun yolunu takip eden Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi kerim sahabelerinin ve ümmetin diğer salih ve ıslah olmuş Halifelerinin yaptığı gibi geçimlerini ve hayatlarını iyileştirmeleri gerekir.

Dolayısıyla siyasetle meşgul olmak, insanlar için iyi olan şeylerle meşgul olmak ve onların işlerini Rablerinin razı olduğu şeylere göre gözetmek ve İslam'ın siyasi bir din olduğu anlamına gelmektedir; çünkü İslam, insanların işlerini gözemekte ve onların hayatlarını düzenlemektedir.

Siyaset, tatbik ve uygulama bakımından yöneticilerden, yöneticileri muhasebe etmek ve onları istikamete (doğru yola) ve Allah'ın şeriatını uygulamaya sevk etmek bakımından da ümmetten, partilerden ve davetçilerden oluşmaktadır.

Ebu Bekir es-Sıddık'ın Hilafeti üstlendikten sonra yaptığı ve yöneticiler ile tebaa arasındaki siyasi ilişkiyi dakik bir şekilde tasvir ettiği konuşmasıyla bitiriyorum; zira Allah’a hamd-ü senada bulunduktan sonra hutbesinde şöyle demiştir: “Emma ba’d: Ey insanlar, ben sizlerin en hayırlınız olmadığım halde başınıza geçirilmiş bulunuyorum. İyilik yaparsam bana yardımcı olunuz. Kötü­lük yaparsam beni doğrultunuz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Bahir Salih

Devamını oku...

Müslümanların Demokratik Politikalar Yoluyla Başarıya Ulaşmaları Mümkün Müdür?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Müslümanların Demokratik Politikalar Yoluyla Başarıya Ulaşmaları Mümkün Müdür?

Gazze'de Yahudiler tarafından işlenen vahşi soykırım ve Amerika'nın bu soykırımdaki rolü göz önüne alındığında, siyasi katılımlarının nasıl artırılacağı ve Müslüman toplumun dünyayı daha iyi bir hale getirmek için Amerikan politikasını şekillendirmede nasıl ön saflarda yer alabileceği konusunda Müslümanlar arasında birçok tartışma yaşanmıştır. Bu tartışmalar çerçevesinde sivil katılım, belirli siyasi adaylıklara katılma ve destekleme, bir cezalandırma biçimi olarak oyların geri çekilmesi ve nihayet eyaletler ve federal düzeyde pozisyonlar almak için daha fazla Müslümanın veya "müttefikin" kazanılması hakkında çok şey söyleniyor. Hatta kız kardeşler arasında, oğullarını ya da kızlarını ilk Müslüman Amerikan başkanı olarak yetiştirmeye çalıştıklarını coşkuyla iddia ettikleri konuşmalar bile vardır. Bu sadece Amerika'daki Müslümanlar için değil, aksine tüm dünyadaki Müslümanlar için bir başarı olarak sunuluyor. İster mavi ister kırmızı isterse yeşil olsun tüm siyasi partilerin Yahudi varlığını ve Çin ve Hindistan gibi diğer soykırım işleyen devletleri desteklemeleri gerçeğine rağmen bu, başarılı bir plan olarak sunulmaktadır.

Son seçimlerde bazı Müslümanlar, Gazze'de işledikleri iğrenç savaş suçlarına rağmen demokratları desteklemeye devam ettiler; çünkü onlar, “liberaller bizim müttefikimizdir” iddiasında bulundular. Bazı Müslümanlar Yeşil Parti adayını desteklediler ancak onlar partinin Çin ve Rusya'da Müslümanlara karşı vahşetler işleyen ülkelere verdiği desteği kabul etmede başarısız oldular. Partinin Yahudi varlığının ABD dış politikasında oynadığı merkezi rolü görmezden gelme ve bir başkan adayının bu varlığın finanse edilmesini durdurmaya yönelik herhangi bir vaadinin hayal edilemez bir husus olduğu gerçeğinden bahsetmiyorum bile. Son olarak Trump'ı destekleyen bir grup Müslüman da vardır; çünkü onlar, Trump'ın soykırımı (ve olası savaşları) durduracağını ve mali politikalarının Amerika'daki Müslümanlar için iyi olacağını düşünüyorlar. Eğer adayınız kazanamazsa, önerilen beklentiler şöyledir: "Müslüman bir oy bloğu oluşturmak için 4 yılımız var ve gelecek seçimleri kazanmak için daha fazla Müslümanın yerel makamlara girdirilmesi hedefleniyor." Tüm bu nedenler ve stratejiler başarıya ulaşmanın bir aracı olarak tanıtılmıştır.

Peki “savaş karşıtı” başkan göreve geldiğinden bu yana gerçeklikte olan nedir? Gerçeklik Netanyahu ve Yahudi varlığının güçlü bir şekilde desteklenmesi ve Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da toprakları ele geçirmeye, Filistinlilere işkence etmeye ve öldürmeye devam etmeleri için (Yahudi varlığına) milyarlarca dolarlık silahların verilmesidir. Ayrıca Başkan Yardımcısı JD Vance son Avrupa gezisinde İslam karşıtlığı hamaseti körüklemiştir; hatta Müslümanların Amerika'da sahip olduklarını düşündükleri sözde maddi güvence bile Medicare (Sosyal Güvenlik) yardımlarının kesilmesiyle yavaş yavaş erozyona uğramaktadır.

Amerika'daki Müslümanların samimiyetinde şüphe söz konusu değildir; zira aynı şekilde onlar da soykırımın ve mübarek toprakların işgalinin sona ermesini arzuluyorlar ancak doğruyu söylemek gerekirse, bizim ve dünyanın sorunlarını çözmek için insan yapımı bir sistemi istersek ümmet olarak asla bir başarı gerçekleşmeyecektir. Nitekim Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Allah Subhanehu ve Teala'nın hükümlerini uygulamaktan vazgeçmesi karşılığında zenginlik ve gücün yanı sıra Mekke'de Müslümanlara karşı şiddete son verileceği vaat edilmesine rağmen Kureyş'in siyasi sistemine katılmayı reddetmiştir. Bu ise Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve sahabelerine yönelik baskının devam etmesine izin verirken, onların fedakârlıkları ise İslam Devleti'ni kurmayı başarmalarının zeminini hazırlamış, sonra Müslümanların ülkesi dünya için bir fener ve mazlumlar için bir sığınak haline gelmiştir. Selef-i salihin dar bir bakış açısına sahip değildi, aksine onlar büyük resme bakıyorlardı. Bu yüzden onlar sadece kendi çıkarlarının ve menfaatlerinin korunmasına bakanlardan olmadılar, bilakis Medine'de İslam Devleti'ni kurmak için paralarını, zamanlarını ve canlarını feda ettiler.

Ümmet olarak bizler de işte böyle bir tutum sergilemeliyiz. Dünyanın çeşitli yerlerindeki tüm şiddet ve huzursuzluk eylemleri ile yoksulluğun arkasında duran zorbalarımızın sistemine katılmaktan uzak durmamız ve siyasi sahneyi nasıl değiştireceğimize dair delilimiz olarak Kuran ve sünnete bakmak yoluyla selef-i salihinlerimizin yaptığı gibi yapmamız gerekmektedir. Amerika'daki Müslümanlar için bu, kısa vadeli çıkarların ötesine bakmak anlamına gelmektedir; zira bu stratejinin başarısız olduğunu defalarca gördük. Bu da sadece Müslümanların değil, aksine tüm insanlığın üzerinde biriken sorunlara yönelik tek çözüm olarak İslami siyasi bir sisteme davet edenlerin ön saflarında olmamız gerektiği anlamına gelmektedir. Bu yüzden bizim üzerimize düşen, Allah Subhanehu ve Teala'nın şeriatının adaletinin ve onun kâmil bir şekilde uygulanmasının, ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi, ister Hindu, ister benzerleri olsun bu geniş topraklarda yaşayanlara nasıl bir istikrar ve güvenlik getireceğini vurgulamamızdır.

Tıpkı Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yaptığı gibi Müslümanlar olarak bizlerin de Müslüman ülkelerde Allah Subhanehu ve Teala'nın sistemini kurmak için çalışmamız gerekir ki böylece yaratıcımız Subhanehu ve Teala'nın rızasına nail olduğumuz gibi dünya için de bir nur ve hidayet rehberi olalım.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sera Muhammed - Amerika

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 25/03/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 25/03/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Sayın Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

- Gazze'de İşgal ve Soykırım Devam Ediyor
- Muhalefet Belediyelerine Yönelik Operasyonlar ve Protestolar

H. 25 Ramazan 1446 El-Muvafık M. 25 Mart 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...

Külfeti Az Olan “Dindarlık”

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Külfeti Az Olan “Dindarlık”

İslam ümmetinin evlatlarından birçoğunun sahip olduğu en tehlikeli yollardan biri de külfeti az olan dindarlığa yönelmesi, yani gevşeklik gösteren birinin kendisini Allah'ın gazabından kurtaracağını ve üzerinden ümmetine, dinine ve ülkesine karşı kınanmayı kaldıracağını düşünerek minimum düzeyde ibadet etmesidir.

Birçoğunun da teslimiyetçiliğe ve çatışma, meydan okuma ve değişim mahalli olan İslam'ın geri kalan hükümleri olmaksızın ibadet ritüelleriyle yetinmeye doğru yöneldiklerini görürsünüz.

Bu kesim, camide namaz kılmak, gece namazı kılmak, sakal bırakmak, Kuran ezberlemek ve okumak gibi bu ibadet uygulamalarıyla vacibini yerine getirdiğine dair kendini ikna eder ve Allahu Teala'nın şu kavliyle kendini teselli eder: لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْساً إِلَّا وُسْعَهَاAllah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez.” [Bakara 286]

Nitekim bazıları için mesele, kendisiyle ameli yönden hiçbir payı olmadığı halde örneğin cihatçı hareketler gibi bazı grupları desteklemeye ve onları desteklemenin yeterli ve kafi olduğunu düşünmeye kadar ulaşmıştır. Ancak bunu değişime götüren ciddi siyasi çalışma vacibinden kaçmak için yapabilir. Çünkü yöneticiler ve rejimlerle yüzleşerek bir bedel ödemek istemez; zira bu yüzleşme onu hapis, işinden atılma veya ticaret ve hayati muamelelerinde kısıtlama ve diğer baskı ve eziyet yöntemleri gibi rejimlerin gazabına maruz bırakabilir.

Gerçek şu ki bu davranış ve eğilim birey için tehlikeli olup büyüyüp çoğaldığında ise ümmet için daha da tehlikelidir.

Şimdi benimle birlikte bir düşünün; örneğin şayet Sahabe ve Tabiin’in metodu bu olsaydı, İslam bize ulaşır ve şanı yücelir miydi?

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Sahabesi Ebu Bekir, Ömer, Ebu Ubeyde, Hamza ve Sa'd gibi güçlü adamlar İslam için ayağa kalkmazsa, İslam'ı kim yeniden hayata döndürecek?

Örneğin Batı'nın ve yöneticilerin, herhangi bir yüzleşme, mücadele veya çatışma olmadan gönüllü olarak batıllarından ve insanlar üzerindeki kontrollerinden vazgeçmelerini mi bekliyoruz?!

Şüphesiz cevap çok açık; tabii ki hayır.

Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve Ashabının çatışması ve tanık olunan mücadeleleri, küfür ve rejimi karşısında çektikleri aşırı zorluklar, İslâm’ı kuvvetlendirmiş ve tiranları geri çekilmeye zorlamıştır.

Bugün ümmetin ve evlatlarının çatışması ve sultanını-otoritesini yeniden elde etmek ve yöneticileri çarpık tahtlarından kaldırıp atmak için verdiği mücadelesi, İslam'ı yeniden ön plana çıkaracak ve Batı ile onun yöneticilerden oluşan bekçilerini geri çekilmeye ve yok olmaya zorlayacaktır.

Gelin benimle birlikte Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu hadisini düşünün: إِنَّ أَوَّلَ مَا دخَلَ النَّقْصُ عَلَى بَنِي إِسْرائيلَ أَنَّه كَانَ الرَّجُلُ يَلْقَى الرَّجُلَ فَيَقُولُ: يَا هَذَا، اتَّقِ الله وَدَعْ مَا تَصْنَعُ، فَإِنَّهُ لا يَحِلُّ لَكَ، ثُم يَلْقَاهُ مِن الْغَدِ وَهُو عَلَى حالِهِ، فَلا يَمْنَعُه ذلِك أَنْ يكُونَ أَكِيلَهُ وشَرِيبَهُ وَقَعِيدَهُ، فَلَمَّا فَعَلُوا ذَلِكَ ضَرَبَ اللهُ قُلُوبَ بَعْضِهِمْ بِبَعْضٍİsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı: Bir adam bir başka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terket. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah kalplerini birbirine benzetti.

Bu hadis Müslümanı, Allah'ın dininde sapasağlam durmaya, gevşeklik göstermemeye ya da asilere boyun eğmemeye teşvik etmektedir. Sıradan insanlar ve bireyler için böyle bir kararlılık gerekiyorsa, o halde yöneticiler ve insanların işlerinden sorumlu olanlar için nasıl bir şey gerekir acaba?!

Bu nedenle Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Müslümanı, zalime iyiliği emretmeye ve onu kötülükten sakındırmaya, bilakis onu hakka döndürüp hak üzerinde tutmaya teşvik etmiştir ki böylece iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, suçlama ve kınamayı kaldırma yolunda değil de ısrar ve zorlama düzeyinde olsun. Zira Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: كَلَّا، وَالله لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ، وَلَتَنْهَوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، ولتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ، ولَتَأْطرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً، ولَتَقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ الله بقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ ليَلْعَنكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْHayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allahu Teala kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrailoğullarına lanet ettiği gibi size de lanet eder.

Allahu Teala’ının şu kavliyle sonlandırıyorum: وَمِنَ النَّاسِ مَن يَعْبُدُ اللهَ عَلَى حَرْفٍ فَإِنْ أَصَابَهُ خَيْرٌ اطْمَأَنَّ بِهِ وَإِنْ أَصَابَتْهُ فِتْنَةٌ انقَلَبَ عَلَى وَجْهِهِ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْآخِرَةَ ذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُİnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.” [Hac 11] Kurtubi şöyle demiştir: Yalnız, yani tek yönde olan kişinin, zorlukta değil de kolaylıkta ibadet ettiği söylenir.

O halde Allah'ın kulları, Allah'a zorluk anında değil de bolluk anında, sıkıntıda değil de rahatlıkta, zorlukta değil de kolaylıkta ibadet etmekten sakının.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Bahir Salih

Devamını oku...

Cemaat Çalışması, Şerî Bir Vacip ve Kurtuluşun Yoludur!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Cemaat Çalışması, Şerî Bir Vacip ve Kurtuluşun Yoludur!

İslam, tatbik ve uygulama açısından hayatın gerçekliğinden yoksun olduğu, İslam'ın emrettiği bilgilerin bugün Allah'ın hükümlerini uygulanabilir hale getirmek için mevcut olmadığı gibi, aynı şekilde hala yürürlükte olan ve masiyetlerin varlığı ve bunların mubah kılınmasıyla temsil edilen münkeratlar durumunun yanı sıra ağırlığı altında yaşadığımız cahiliye yönetimi yerine Allah'ın farzlarını ve O'nun hükümlerini ikame ederek (farz-ı) kifayeyi gerçekleştiremedikleri için cemaat ve parti (Hizbi) çalışmasından uzak durarak tüm Müslümanlara günah yüklenmemesi için Müslümanların, başlarına bir Halife nasbedip Hilafet Devleti'ni yeniden kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için şerî metodu takip etmeleri zorunlu bir hale gelmiştir. Şerî nâsslardan ve Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in siretinden istinbat edilen-çıkarılan bu metot, Müslümanların Allahu Teala'nın şu kavline uyarak Hilafeti yeniden kurmak için kitleleşmelerini vacip kılmaktadır: وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَSizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” [Al-i İmran 104]

Allahu Teala bu ayet-i kerimede Müslümanlara, hayra yani İslam'a davet etmek, marufu emretmek ve münkerden nehyetmek gibi vacip olan şerî bir ameli yerine getirmek için bir ümmet, yani belirli şerî özelliklere sahip bir cemaat (parti) oluşturmak için cemaat çalışmasının vacip olduğuna delalet etmesinin yanı sıra bu amelin mükâfatını cennet olan kurtuluş kılmak için kurtuluşun eşlik ettiği kesin bir emri emretmiştir; bu da bu vacipleri yerine getiren bu cemaati oluşturmanın farz ve vacip olduğuna ve bunu yapmakla da bu cemaat için kurtuluş yazıldığına delalet etmektedir.

Bu ayet, cemaat yani parti (Hizbi) olarak çalışmanın vacip olduğuna işaret etmektedir; zira ayette partileşme bizzat talep edilmiştir; çünkü iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak her Müslüman için farzdır. Ancak ayet, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma konusunda Müslümanın bireysel rolüne ek olarak cemaat çalışmasının farz olduğuna da işaret etmektedir. Toplumlarda herhangi bir değişim meydana getirmenin tek yolu işte budur. Bizim örneğimiz ve rol modelimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabını kitleleştirdi, onlara Erkam bin Ebu'l-Arkam'ın evinde İslam'ı öğretti. Böylece bir parti (Hizb) oldular, yani kendisi için çalıştıkları ve yolunda en değerli ve kıymetli şeylerini verdikleri bir davanın ve gayenin sahipleri oldular. Ta ki Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabıyla birlikte Medine'de İslam'ın nurunun parlamaya başladığı ve daha da güçlenip büyüdüğü devleti kurana kadar. Aynı şekilde bugün de toplumu değiştirmek isteyen herkes, özellikle sadece bunu yerine getirenlerle sınırlı kurtuluşla bağlantılı olarak amelinin önemine ve gayesine iman ederek uğruna en değerli ve kıymetli şeyleri feda etmeyi hak eden bir ideolojiye sahip bir parti çerçevesinde cemaat olarak çalışmalıdır. Çünkü basitçe şerî bir vacip ve değişime ulaştıran pratik bir metot olan cemaat çalışmasının aksine bir bireyin toplumu değiştirmesi, bir devlet kurması veya bir münkeri değiştirmesi hem akli hem de vakıa olarak mümkün değildir.

İşte Hizb-ut Tahrir, bu esasa göre ve Allahu Teala'nın iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma emrine icabet ederek kurulmuştur; dolayısıyla partinin kurulması, yeryüzünün tamamında İslam'ı ikame edecek, münkerin varlığını reddedecek, onu engelleyecek ve münkeri işleyenleri cezalandıracak İslam Devleti'ni kurmak amacıyla çalışmak içindir.

Hizb-ut Tahrir'in fikri, yayınladığı kitap, neşriyat ve yayınlarda yazılı olan ve özellikle değişim için çalışanlar olmak üzere partinin tüm hücrelerini aynı özelliklere sahip tek bir potada bir araya getiren ve eriten parti kültürünü temsil etmektedir; yani parti kültürünü ve üzerine inşa ettiği temeli, fikir kılmıştır. Bu fikir ise, kendisinden hükümlerin, usulün ve üzerine inşa edilen tanımların çıktığı İslam akidesidir. Yani İslam akidesi, parti kültürü için fikri kaide mesabesinde olmaktadır. Bu yüzden Hizb-ut Tahrir, İslam akidesinden kaynaklanan veya İslam akidesi üzerine inşa edilen ve gayesini gerçekleştirmek için gerekli tüm fikirleri benimsemiştir; dikkat edin gaye, İslami hayatı yeniden başlatmaktır.

Partinin kültürü, İslami hayatın mütekamil bir şekilde tasavvurunu ve bunun Müslümanları birleştiren siyasi bir sistemin, yani Hilafet sisteminin altında nasıl gerçekleştirileceğini içeren bir dizi fikri paket olarak nitelendirilebilir. Partinin kültürüne istikra-tümevarım bir bakış açısı getirebilmek için şu üç hususun arasını ayırmamız gerekir:

1- Partinin gerçekleştirmek istediği gaye; Hilafet Devleti'ni kurmak yoluyla İslami hayatı yeniden başlatmaktır ki bu bilinmektedir.

2- Partinin gençlere yönelik verdiği kültürlendirme sürecinin gayesi, İslam ile amel etmeye, onu taşımaya, ona davet etmeye, onun için fedakârlıkta bulunup çaba sarf etmeye muktedir seçkin İslami şahsiyetler oluşturmaktır.

3- Parti kültürünü ümmete sunma amacından kasıt, tamamen siyasi bir kasıttır; yani partinin kültürünü ümmete sunması, ümmetin, bu kültürün müfredatlarının işleri gözetmek için kullanılması gerektiğini anlamasını sağlamak içindir.

Hizb-ut Tahrir, fikrini net ve sabit bir metoda ve üretken ve hedefli amellere göre somutlaştırmak için çalışır; böylece belirli bir hedefe doğru ilerlerken, karşılaştığı zorluklar ve engeller ne olursa olsun bu hedeften kıl kadar sapmaz. Parti, toplumu ve ümmeti değiştirmekten sorumludur; zira parti, ümmetin, fikrinin ve duygusunun koruyucusu olup Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen, bilakis gerekli gördüğünde sultan-otorite için çalışan her bir otorite sahibini muhasebe eder. Partinin benimsemiş olduğu içtihatlar, insanların işlerini ona göre gözetmeye çalıştığı ve bunun için mücadele edip çaba sarf ettiği hükümler mesabesindedir.

Sonuç olarak Hizb-ut Tahrir, özellikle değişim için çalışan üyelerinin sahip olduğu saflığını ve berraklığını korumak amacıyla çalışmasının dayandığı fikirleri ve hükümleri sürekli olarak gözden geçirmektedir; ayrıca parti, somut-hissedilir sonuçların ve belirli hedeflerin gerçekleşmesini sağlamak için fikirlerini ve hükümlerini hayat ve toplum vakıasına siyasi olarak indirme konusunda hırslı ve dakiktir.

Ey Müslümanlar: Bizler sizleri, izzetinizi ve onurunuzu yeniden elde etmek için cihat meydanlarında sizlere liderlik etmek amacıyla Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün sünneti ile hükmetmesi için sizleri biat ettiğiniz tek bir adamın kalbi üzerinde birleştirecek Hilafeti kurmak için İslam'a dayalı bir partide kitleleşmeye davet ediyoruz ki böylece Rabbiniz rızasına nail olasınız. Bakın işte Hizb-ut Tahrir sizlere, istinbatında güçlü şerî delillere dayanan siyasi projesini sunmaktadır. Haydi o zaman ey kardeşler çalışmaya koyulalım; zira Raşidi Hilafet projesi kapıları çalmakta ve sizleri, ümmetinizin ihtişamını inşa etmeye ve yeniden dünyanın efendisi olmaya çağırmaktadır; o halde bunu gerçekleştirmek için çalışmaya katılma şerefini sakın kaçırmayın; böylece bu günlerde aramızda Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu vaadi gerçekleşsin: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِSonra Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Rana Mustafa

Devamını oku...

Erdoğan ve Avrupa Birliği İkilemi

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Erdoğan ve Avrupa Birliği İkilemi

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan 3/3/2025 tarihinde “Avrupa kıtasının güvenliğinin Türkiyesiz düşünülemeyeceğini” vurgulamıştır. Bu, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Merkezi'nde Ankara'da akredite olan yabancı büyükelçilerle birlikte düzenlenen iftar yemeğinde yaptığı konuşmada geldi ve şöyle dedi: “Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası olarak, Avrupa Birliği'ne üyelik sürecimizi stratejik önceliğimiz olarak görüyoruz.” Ve şöyle ekledi: “Türkiye'nin hak ettiği şekilde yer almadığı bir Avrupa'nın küresel aktör olarak varlığını sürdürmesi giderek imkânsız hale geliyor.”

Türkiye'nin AB ile ilişkisine bir göz atalım; AB'ye girme girişimi 31 Temmuz 1959'da başlamıştır.On yıllar boyunca farklı tarihlerde ve farklı isimler altında yapılan müzakereler ve imzalanan çok sayıda protokol ve mutabakat, Avrupa'nın Türkiye'yi kabul etme konusunda ciddi olmadığını, aksine Türkiye'yi kendisine yakınlaştırmak ve İslam'dan geriye kalanlardan daha çok uzaklaştırmak, ülkedeki siyasi nüfuzundan geriye kalanları korumak ve Amerika hesabına kaybettiği nüfuzunu geri kazanmak için şantaj yapmak ve şartları dayatmak amacıyla Türkiye'yi umut ve umutsuzluk arasındaki bir çember haline getirdiğini göstermektedir.

3/10/2005 tarihinde Türkiye'nin gözden geçirme sürecinin resmen kabul edilmesi ve Birliğe girmeye uygun görülmesi kararı alınmıştı. Dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner'in de itiraf ettiği üzere bu karar, Birlik içerisinde kendi hesabına rol oynayan bir unsur olması amacıyla ABD'nin baskısıyla olmuştur.

Nitekim Avrupa oyalamaya geri döndü ve Kıbrıs, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, kadın hakları, insan hakları, eşcinseller, özgürlükler, anayasal reformlar, yasalar ve demokrasi ile ilgili çeşitli konuları kapsayan 35 dosyaya ulaşan birçok dosya ortaya koydu.

Bunun ardından 2016 yılında Erdoğan'ın, Türklerin Avrupa'ya giriş vizelerinin kaldırılması konusunda Avrupalılarla anlaşmaya varan Başbakan Ahmet Davutoğlu'nu görevden almasının ardından durana kadar müzakereler yeniden başladı. Yani Avrupa, Türkiye'yi birliğe kabul etme konusunda hiçbir ciddiyet göstermemiş olup oyalamaya ve ertelemeye devam etmiştir.

Erdoğan şimdi AB'yi çökertmeye ve Avrupa'yı güvenlik olarak Rusya karşısında açık halde bırakmaya çalışan Avrupa ve Amerika arasında meydana gelen gerginlikten faydalanmaya çalışıyor ve Türkiye'nin yeniden AB'ye kabul edilmesini, Avrupa'nın güvenliğinin Türkiye'ye bağlanmasını ve aynı şekilde Türkiye'nin küresel siyaseti etkilemeye devam etmesi için etkili bir faktör haline getirilmesini istiyor. Zira Avrupa, hem güvenlik hem de siyasi açıdan Türkiye'ye ihtiyaç duyar hale gelmiştir.Aksi takdirde Amerika onu devirecek ve Rusya da güvenlik olarak tehdit edecektir.Eğer Türkiye Birliğe dahil edilirse, Amerika bundan memnun olacaktır; çünkü Türkiye kendi yörüngesinde dönecek, Avrupa ve Amerika arasında arabuluculuk yapacak ve son olarak Türkiye'nin Birlikteki varlığı nedeniyle Avrupa'yı gerginliği azaltmaya ve kendisini aktif bir uluslararası ortak olarak kabul etmeye ikna edecektir.

Avrupa'nın yeniden Rusya tehdidi altında olduğuna dikkat çekerek, Türkiye'nin Avrupa'nın bir parçası olduğunu ve bu tehdit karşısında Avrupa'nın Türkiye'den vazgeçemeyeceğini hatırlattı. Nitekim Türkiye 1952'den beri NATO üyesidir ve uzun bir süredir Rusya'nın liderliğindeki doğu kampına karşı güney kanadında Avrupa için koruma sağlamaktadır. Şimdi Ukrayna savaşının ardından Rus tehdidi geri döndüğüne göre Avrupa'nın bu açıdan Türkiye'ye ihtiyacı vardır.

Erdoğan Türkiye'nin AB'ye girişini stratejik bir öncelik olarak görmektedir.Eğer bu gerçekleşirse, Erdoğan'ın ülkesi için umduğu ekonomik kazanımlara ek olarak Türkiye birlik içinde Amerika hesabına etkili bir rol oynayacaktır.Ama Erdoğan, Avrupa'nın oyalayıp ertelediğinin ve Türkiye'nin dahil edilmesinin neredeyse imkansıza yakın olduğunun farkındadır; ancak o, Türkiye'nin bir talebi olmasından dolayı ülke içindeki siyasi konumunu güçlendirmek için bunu siyasi olarak istismar ediyor;yani bunu gerçekleştirmek için çalıştığı görülüyor ki böylece insanlar da Türkiye'nin AB'ye girmesi için bir umut olduğunu düşünüyor.

Türkiye'ye karşı düşmanlığını hafifletmesi ve Türkiye'ye kolaylıklar sunması için Avrupa'yı utandırmak ve Trump'ın Amerika'sı ve Rusya ile iyi ilişkileri gibi elinde karlı kartlar olduğunu konusunda Avrupa’yı kandırmak için bunu dış politikada kullanıyor. Böylece Avrupa, Ukrayna'daki savaşın alevlenmesinin ardından Rusya'yı kaybetti ve şimdi de kendisini bu savaşa bulaştıran Amerika'yı kaybetmek üzeredir.

Erdoğan, Türkiye'yi Avrupa için bir can simidi ve kurtarıcı olarak göstermeye çalışıyor; böylece Amerika'nın önünde dışarıdaki siyasi konumunu güçlendiriyor ki böylece de Amerika, Libya, Azerbaycan ve Suriye'de yaptığı gibi sunmuş olduğu büyük hizmetleri nedeniyle Türkiye'den vazgeçmeyecektir.Tüm bunları ülke içindeki popülaritesini artırmak için kullanmaktadır; çünkü 2028'de yapılacak bir sonraki başkanlık seçimlerinde aday olmak için çalışıyor.

Bu da Erdoğan'ın kesinlikle İslami zaviyeden bakmadığını teyit ediyor; aksi takdirde Avrupa Birliği'ne girmeyi talep etmez ve özellikle kadın, aile, eşcinsellik ve özgürlükler konusunda daha da ifsat etmek için değiştirdikleri yozlaşmış yasaları kendi yasalarına uyacak şekilde değiştirme konusu olmak üzere bu uğurda Avrupalılara birçok tavizler vermezdi; Türk kanunlarının kaynağının, Mustafa Kemal'in Hilafeti ve şeriatı yönetimden kaldırdığında ithal ettiği eski Avrupa kanunları olduğu bilinmektedir.

Avrupalılar, Türkiye'nin BRICS'e girme arzusunu ifade ettiği gibi Türkiye'nin kalıcı olarak kaybetmemek için kendi birliklerine girmesini ümit ediyorlar. Dolayısıyla birliklerine girmeden onu harici bir ortak yapmak istiyorlar; zira Birliğe girmesi halinde nüfus ve yüzölçümü bakımından en büyük Avrupa ülkesi haline gelecek büyük bir İslam ülkesi olmasından ve Amerika ile bağlantısı olduğu için bunun birlik içinde Amerika lehine etkili bir faktör olmasından korkuyorlar. Ama onlar, Rusya'ya karşı kendilerini savunmak ve NATO şemsiyesi altında Türkiye'de üsler kurarak İslam ülkelerinin kalbinde yer almak için Türkiye'yi NATO üyesi olarak kabul etmişlerdi.Yani onlar (Avrupalılar), Türkiye'yi kullanmak istiyorlar ve Amerika'nın kendi içlerinde kullanacağı bir araç olmasını istemiyorlar.Yani Birliğin Hıristiyan karakterini korumak istiyorlar;bu yüzden birliklerinde 80 milyondan fazla Müslüman bir ülke görmek istemiyorlar; zira Müslümanların kıtalarındaki varlıklarına tahammül edemeyecek kadar Müslümanlara karşı aşırı bir hassasiyete ve düşmanca bir bakış açısında sahiptirler ve göçmen, yaşlı işçi, onların çocukları ve torunları da dahil olmak üzere Müslümanların varlığına karşı şiddetli bir öfke gösteriyorlar. Bu ise, Avrupalıların İslam'a ve Müslümanlara karşı duydukları köklü nefretin bir parçasıdır.Ayrıca Müslümanların entegrasyona karşı olduklarını düşünüyorlar; çünkü Müslümanlar hâlâ dinlerine ve kültürlerine bağlılardır; bu da şu anda Avrupa'yı yöneten laik demokratları ve ülkelerinde başka milletten bir insanın varlığına bile tahammül edemeyen aşırı milliyetçileri rahatsız ediyor; peki kendilerine yönelik nefretleri iki katına çıkan Müslümanlara karşı nasıllar acaba?

İslami zihniyete sahip olanlar Türkiye'yi Hilafet Devleti için irtikaz noktası haline getirecek ve yaklaşık iki milyar Müslüman'ın yaşadığı, yaklaşık 32 milyon kilometrekarelik yüzölçümüne sahip ve petrol, gaz ve diğer maden ve zenginlikler gibi muazzam servetler barındıran İslam ülkelerini birleştirmeye başlayacak ve böylece kokuşmuş bir Avrupa'ya ya da onun kırılgan birliğine ihtiyaç kalmayacaktır.

Kaynak:El-Raye Gazetesi-539. Sayı - 19/03/2025

Devamını oku...

Trump'ın Tuzakları... Bu Tuzaklara Kim Düştü ve Kimler Düşecek?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Trump'ın Tuzakları... Bu Tuzaklara Kim Düştü ve Kimler Düşecek?

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz Ocak ayında resmen başkanlık koltuğuna oturduğundan bu yana, özellikle genel olarak Avrupa, özel olarak da Ukrayna ve Rusya ile ilgili siyasi ve ekonomik sonuçlar olmak üzere küresel medya organlarının manşetleri ve makalelerinde yer alıyor. Bu politikalar çeşitli kesimlerde tartışma ve kınama konusu oldu ve olmaya devam ediyor. Zira kendisi ve yardımcısı sürekli olarak Avrupa Birliği ve Ukrayna'ya saldırırken, Rusya ile yakınlaşması nevine münhasır garip bir yaklaşımdır; çünkü Rusya daha dünün düşmanıyken AB ve Ukrayna ise geleneksel müttefiklerdi. Peki bu paradoks nasıl anlaşılmalıdır?

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki ABD dış politikasına baktığımızda, bu politikanın sabitelerinden birinin planlarını uygulamak için ittifaklar kurmak olduğunu görürüz; tıpkı öncelikli olarak Sovyetler Birliği'ne karşı yöneltilen NATO durumunda ve aynı şekilde Afganistan'ın işgalinde veya Irak'a karşı ilk Körfez Savaşı'nda olduğu gibi. Öte yandan rakipleri, özellikle de Sovyetler Birliği ve Çin arasındaki her türlü yakınlaşmayı önlemeye çalıştığı gibi Amerikalı diplomatların raporlarına ve ABD Dışişleri Bakanı Dulles'ın politikasına göre, Mao liderliğindeki Çin Komünist Partisi'ni (ÇKP), rakibi Kuomintang (KMT) Çin Milliyetçi Partisi'ne (ÇNP) karşı destekleyerek komünizm için iki rakip baş yaratmaya çalışmıştır.

Çin'in 2001 yılında ABD'nin desteğiyle Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) katılmasının ardından Çin ekonomisi muazzam bir büyüme yaşayarak küresel çapta siyasi gücünü pekiştirmiştir. Nitekim ABD, onlarca yıldır karşılıklı ticaret, diplomatik tanıma ve doğrudan çatışmaya girmekten kaçınma yoluyla dolaylı olarak onu desteklemiş ve küresel gücünü pekiştirmesi için ona alan açmıştır.

Benzer şekilde eski ABD Başkanı Biden da Rusya ile Avrupa Birliği arasındaki yakınlaşmanın gün geçtikçe arttığını görünce Ukrayna savaşının fitilini ateşlemiş, bu da Ukrayna'nın Rusya'yı kışkırtmasına ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Washington'ı Moskova'yı Ukrayna'da bir savaşa çekmeye çalışmakla suçlamasına yol açmıştır. Macaristan Başbakanı Viktor Orban ile Moskova'da yaptığı görüşmenin ardından basına açıklamalarda bulunan Putin, ABD'nin Rusya'nın Avrupa'daki NATO güçlerine ilişkin endişelerini görmezden geldiğini vurgulamıştır. (Şubat 2022).

Bu durum bir yandan Rusya, diğer yandan AB ve İngiltere arasındaki düşmanlığın alevlenmesine yol açmıştır. Trump iktidara gelir gelmez Rusya'ya yönelik önyargılı, AB'ye karşı sert ve Ukrayna'ya yönelik saldırgan tutumları ile ateşe benzin dökerek aleve körükle gitmiş ve bunun üzerine AB de Rusya'ya karşı açık bir düşmanlık ilan etmiştir.

Öte yandan Ukrayna savaşı Rusya ve Çin arasında ABD için kabul edilemez ve çözülmesi gereken bir yakınlaşma yaratmış olup bu da ABD'nin güvenliğine yönelik en güçlü tehditlerden biri olarak görülmüştür. Zira Rusya ve Çin arasındaki herhangi bir ittifak, Henry Kissinger'ın da belirttiği gibi Üçüncü Dünya Savaşı anlamına gelmektedir.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Başkan Donald Trump yönetiminin, eski Başkan Richard Nixon'ın Çin'i Sovyetler Birliği'nden ayırdığı gibi Rusya'yı Çin'den ayırmayı hedeflediğini açıklaması da bu yüzdendir. (Breitbart sitesi, 26/2/2025).

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ise kendisinden açıkça bahsetmeden şu cevabı vermiştir: “Çin ile Rusya arasındaki olgun, esnek ve istikrarlı ilişkiler, herhangi bir üçüncü tarafın müdahalesine maruz kalması bir yana herhangi bir olaydan bile etkilenmeyecektir.” (Sheikho, 7/3/2025).

Böylece Trump, Avrupa'dan savunmasını geri çekmekle tehdit ederek AB'yi Rusya'ya yönelik bir düşmanlık tuzağına düşürmüştür; tıpkı Ukrayna'daki tüm taleplerine cevap verip Rusya'ya karşı cömert davranarak onu tuzağa düşürdüğü gibi ki bu da Rusya'yı Çin'den uzaklaştırmak içindi. Ayrıca Zelenski'yi Beyaz Saray'da tuzağa düşürmüş ve ateşkes şartlarını kabul etmesi ve Ukrayna'nın değerli madenlerinden vazgeçmesi için medya kameraları önünde onu küçük düşürmüştür; Şimdi de Çin ile yaklaşan ticaret savaşında onu yalnızlaştırmak için Çin'e bir tuzak kurulmaktadır.

Trump'ın politikası bu yönüyle üslup farkıyla seleflerinin bir uzantısı olarak değerlendirilmektedir; zira Amerikan siyasetinde Platon'un “Yumuşak (alçak sesle) konuş, ama büyük sopa taşı” sözü benimsenmiştir; ancak Trump yüksek sesle konuşup iki elinde büyük bir sopa taşıyarak bu söze aykırı davranmaktadır.

Uluslararası çatışma üzerine düşünmek bizi Pers ve Roma devletlerini ortadan kaldırarak dünyada süper devlet tahtına oturan, ardından İslam'ı Hindistan ve Sind'e taşıyan Emevi devletinin geldiği, daha sonra da Halife Harun Reşid'in buluta hitaben şöyle dediği Abbasiler günlerinde genişleyen Raşidi Hilafetin günlerine götürmektedir; “(Yağmurunu) nereye yağdırırsan yağdır, (o yağmurlarla büyüyecek mahsulâtın) haracı yine bana gelecektir.” Nitekim Osmanlılar Hilafetin dizginlerini ele geçirdiklerinde fetihler Avrupa'ya doğru ilerleyerek Viyana surlarına kadar ulaşmıştır.

Şimdi bugünkü durumumuza dönerek kendimize şunu sormalıyız; biz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmet değil miyiz?! Cevap hızlı bir şekilde Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hadisinden gelerek umutsuzluğun nefislerimize sızmasına izin vermemiştir; zira Sevban’dan Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: إنَّ اللهَ زَوَى لِي الْأَرْضَ فَرَأَيْتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا، وَإِنَّ أُمَّتِي سَيَبْلُغُ مُلْكُهَا مَا زُوِيَ لِي مِنْهَاAllah yeryüzünü benim önüme dürdü, koydu. Bana dünyanın doğusunu ve batısını gösterdi. Bana gösterdiği bütün memleketlere ümmetim sahip olacaktır.

Haydi o zaman azimlerimizi bileyelim, kararlılığımızı güçlendirelim ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesini gerçekleştirelim.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müh. Hasbullah En-Nur – Sudan

Devamını oku...

Yahudi Varlığına Karşı Orduları Harekete Geçirmek ve Onun Kökünü Kazımak Dışında Bir Çözüm Yoktur

Haber-Yorum

Yahudi Varlığına Karşı Orduları Harekete Geçirmek ve Onun Kökünü Kazımak Dışında Bir Çözüm Yoktur

Haber:

"İsrail, birkaç füzenin hedefi olmasına yanıt olarak Güney Lübnan'ı bombaladı" (El Cezire Net, 22/3/2025)

Yorum:

Yahudi varlığının Lübnan'ın işgal altındaki Filistin sınırına yakın bir bölgeden fırlatılan üç ilkel roketin ardından Fransa, Amerika ve diğer büyük ülkeler bombardımanı kınayıp eleştirmiş ve Yahudi varlığı da buna onlarca baskınla karşılık vererek güney ve Bekaa halkından altı kişinin ölümüne ve çok sayıda kişinin yaralanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla Yahudi varlığı İran partisi ile yaptığı son anlaşmayı bozmasına ve anlaşmanın mürekkebi bile kurumadan ateşkese uymamasına rağmen, o zamandan şu ana kadar bombalıyor, yıkıyor ve öldürüyor; bilakis Lübnan'dan tamamen çekilme taahhüdünde bulunmamakta, ordusunu beş noktada konuşlandırmaya devam etmekte, sonra o ilkel roketlerle bombalanmasının ardından Lübnan'a karşı şiddetli bir şekilde karşılık vermiştir. Burada aşağıdakiler üzerinde durmak gerekir:

Birincisi: Bu varlık Birleşmiş Milletlere başvurmadığı gibi eleştirip kınamamış, aksine demir yumrukla karşılık vererek bombalamış, öldürmüş ve yok etmiştir; dahası anlaşmayı bozup işgale, bombalama ve yıkıma devam ederek Birleşmiş Milletleri ya da Lübnan'la yaptığı anlaşmayı garanti eden büyük devletleri umursamamıştır. Bu nedenle bunun çözümü demir yumruktur; çünkü demir ancak demirle yok edebilir; bu yüzden Yahudi varlığına karşı tek çözüm, onun kökünü kazımak ve saldırganlığını püskürtmek için özellikle Ürdün ve Mısır orduları olmak üzere orduları harekete geçirmektir.

İkincisi: Bu varlık antlaşmaları bozma konusunda atalarının yolunu takip etmektedir; ayrıca Lübnan'la yapılan anlaşmayı bozduğu gibi aynı şekilde Suriye'yle 1974'te yapılan anlaşmayı da bozmuş, Suriye'de bombalamış, yıkıp öldürmüş ve hala da devam etmektedir. Aynı şekilde Gazze'de de bunu yapmaya devam etmiştir; zira anlaşmayı ihlal ederek Gazze halkına yönelik soykırımı yeniden başlatmış, Birleşmiş Milletleri ve uluslararası sözleşmeler olarak bilinenleri hiçe sayarak çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere yüzlerce insanı dakikalar içinde yakıp öldürmüştür.

Üçüncüsü: Büyük devletlerin ya da Birleşmiş Milletlerin Yahudi varlığının saldırganlığına karşı durduğunu hiç görmedik; aksine onu silah ve medya ile desteklediler ve suçlarını da meşrulaştırdılar. Dürziler, Nusayriler ve Hıristiyanlar gibi küçük etnik gruplara yönelik sahte ağlamalarını da unutmayalım.

Dördüncüsü: Bazı Arap ülkeleri, hiç Allah'tan utanmadan çekinerek kınayan ve eleştiren bir tutum sergilemiştir; her ne kadar bu varlıkla ilişki kesilmiş olmasa da aksine bazı ülkeler, bu varlığı açıkça desteklemiş, Gazze halkının kuşatılmasına ve açlığa mahkûm edilmesine ortak olan BAE’in Ruveybidası ve Mısır'ın Firavun'u gibi suçlulara ev sahipliği yapmaktadırlar.

Yukarıda geçenlere dayalı olarak aşağıdaki kanaatlerimizi vurguluyoruz:

- Birleşmiş Milletler ve büyük ülkeler, İslam'ın ve Müslümanların düşmanıdır. Nasıl olmasın ki; zira hastalığın başı ve belanın sebebi onlar olduğu gibi Osmanlı Hilafetini yıkan, ülkemizi işgal eden ve bölen, servetlerini yağmalayan ve başımıza bizim cinsimizden değil de kendi cinslerinden tiranlar dikenler de bizzat onlardır.

- Uluslararası sistem ise adaletin dilinden değil, sadece gücün dilinden anlar; çünkü onlar arasında hak, zalim, saldırgan ve suçlu olsalar bile güçlünün yanındadır.

- Batı'nın insan hakları, kadın ve çocuk hakları iddialarının tamamı, Gazze, Suriye, Lübnan, Burma, Irak, Afganistan, Bosna ve diğer yerlerdeki Müslüman çocuk ve kadınların kanlarının dökülmesiyle düşen sahte sloganlardır.

- Dinimiz bize otoriteyi gasp edenlere, hainlere ve ajanlara ya da Ruveybidalara değil, aksine bizzat kendi seçtiğimiz, bizi Allah'ın şeriatıyla yönetecek ve gaspçı varlığı kökünden söküp atmak için cihat ilan ederek mazlumları desteklemek üzere orduları harekete geçirecek kişiye boyun eğmemizi emretmiştir.

Sonuç olarak Allah bize saldırgan Yahudilerin ezileceğini, Müslüman ülkelerin birleşeceğini ve İslami hayatın yeniden başlayacağını vaat etmiştir. Allah'tan, bu mübarek günlerin gelmesini niyaz ediyoruz; bu ise aziz olan Allah'a hiç de zor değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Şeyh Muhammed İbrahim - Lübnan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER