Çarşamba, 22 Zilhicce 1446 | 2025/06/18
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kur'anî Yürüyüşün Sahibi, Batılı Örgütlerden Yardım Almaz!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kur'anî Yürüyüşün Sahibi, Batılı Örgütlerden Yardım Almaz!

Yorum:

116 insani yardım kuruluşu, bu yılın Yemenliler için, on yılı aşkın süren şiddetli kriz ve çatışmanın ardından en zor yıl olabileceğini söyledi ve çatışmanın devam etmesi, ekonomik çöküş ve iklim şokları nedeniyle insani ihtiyaçların arttığına dikkat çekti.Bir dizi BM ajanslarının da dahil olduğu yardım örgütleri, fonların keskin bir şekilde azaltılması nedeniyle yardımların tükenmekte olduğunu söylediler ve hava saldırılarının yüzlerce sivilin ölümü ve hayati altyapının zarar görmesiyle sonuçlandığını ifade ettiler. (BM web sitesi)

Yorum:

Kendi topraklarında en düşük bir egemenliğe sahip olan bir ülke, onların halkının en azılı düşmanı olduğunu bilmesine ve bunu da buna delalet eden eylemleriyle göstermelerine rağmen bu çok sayıda BM ajansı ve örgütlerini nasıl kabul edebiliyor, anlamıyorum! Dolayısıyla bu örgütlerin göstermiş olduğu çabaların övülmesi etse etse, İslam akidesi, sistemleri ve hükümleri konusunda fikri bir boşluğun olduğuna ve İslam’ın doğru yolundan sapıldığına delalet etmektedir; bu da onların (örgütler) safları ile Allah'ın sancağını dalgalandıran ve Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in liderliğine tabi olan saf arasında tam bir ayrımın olmamasından dolayıdır. Oysa İslam ümmeti ve halkları, kâfirlere bağlı olan, boyun eğen  ve teslimiyet gösteren rejimlere karşı olan devrimlere liderlik edebilecek bir bilince ulaşmalıdır ki böylece gerçek düşmanlarıyla aralarında tam bir ayrılık için sınırlar çizebilsin; bu ise kaçınılmaz olarak gerçekleşecek olup sadece zaman meselesidir.

Eğer Yemen'in fiilen işgal altında olduğunu söylersek, gerçeği çarpıtmış olmayız; zira Yemen’in sorunları, kamuoyunu etkilemek amacıyla sanki bir iç meseleymiş gibi Batı parlamentolarında ve Birleşmiş Milletler örgütlerinin koridorlarında tartışılır bir hale gelmiştir. Bu ise uluslararası kuruluşların, BM temsilcilerinin ve uluslararası kararları kontrol eden ülkelerin temsilcilerinin aktarmış olduğu şeylerin, dahası diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi Yemen'in de bir başkası gibi şunu veya bunu benimseyen seçim konularından biri haline gelmesinin bir sonucudur.

Burada aklıma birçok soru geliyor; bir Müslüman, Batı'nın, Amerika'nın ve Avrupa'nın yanı sıra Yahudilerin, Müslüman ülkelere müdahale etmesini kabul edebilir mi?Peki ya bizim sorunlarımıza ve ülkelerimize müdahale etmek için inisiyatif alan Müslümanlara ne demeli?Daha da şiddetli ve kötüsü, Rablerinin, Peygamberleri Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e indirdiği Kur'an'da Allahu Teala'nın kavli hakkında hiçbir şüphenin olmadığını bilip idrak etmelerine rağmen Müslümanlardan, bu sömürgeci kafirlerin yardımını ve tavsiyelerini isteyenlere ne demeli? Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِّنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ وَاتَّقُوا اللهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِين Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz.” [Maide 57]

Örneğin Husilerin, bu örgütlerin gerçek hedeflerinin ateizm ve yolsuzluğu yaymak, yüksek değerleri ve yüce ahlakı yıkmak, yozlaşmış değerleri ve kötü ahlakı aşılamak ve rezilliği yaymak olduğunu bilmelerine rağmen mali ve gıda desteği için finansal kaynaklardan bir kaynak olarak  Amerika da dahil Batılı örgütlere güvenmesi, aksine onların kirli işlerine sessiz kalmaları, Amerika'nın istediği çözümleri kabul etmeleri, Amerika'nın emirlerini uygulamak için BM temsilcisiyle müzakere masasına oturmaları, tehlike anında kendilerini kurtarması için Amerika'ya sığınmaları, Amerika'nın da onların cinayet, kan dökme, zulüm ve tutuklamalar gibi tüm eylemlerine sessiz kalması, Amerika'nın Husilere ulaştırmak, onları finanse etmek ve onlara bazı silahlar getirmek için insan hakları adına timsah gözyaşları döktüğü gıda yardımlarını yağmalaması, onların Amerika’ya bağlı olduklarının ve onların iktidarını pekiştirmek ve kasten ya da yanlışlıkla veya sadık kişiler satın almak yoluyla tüm rakiplerine darbe indirmek ve Husilerin barış ve güvenli bir şekilde girdiği bölgeleri teslim almak için onları yönlendirenin Suudi Arabistan olduğunun açık bir kanıtıdır. 

Yemen halkının ve tüm Müslümanların kurtuluşu, bu ajan rejimleri ortadan kaldırmak, zahiri rahmet olan (gıda maddeleri), bunun da öncesinde batını azap olan (ateizm ve fesadı yaymak, değerleri ve ahlakı yıkmak) kirli örgütleri kovmak ve İslam'ın nurunun ve adil hükmünün bir an önce yeniden yeryüzünde yayılması için onların enkazı üzerine Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir içindeki samimi davet taşıyıcılarıyla birlikte ciddi bir şekilde çalışmaktır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُO, bir şeyi dilediğinde ona sadece «Ol!» der, o da hemen oluverir.” [Bakara 117]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah el-Kadi – Yemen

Devamını oku...

Amerika, Bölgeye Müdahale Edilmesini ve Bölünmesini Kınıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Amerika, Bölgeye Müdahale Edilmesini ve Bölünmesini Kınıyor!

Haber:

ABD'nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack, 24 Mayıs 2025 tarihinde Suriye'yi ziyaret ederek Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ile görüştü, ardından yaptığı açıklamada, Batı'nın Suriye ve bölgeye müdahale etmesine ve sömürgeci çıkarlar elde etmek için ülkeyi bölen Sykes-Picot Anlaşması'na saldırdı.

Yorum:

ABD Büyükelçisi Barrack, ziyaretinin ertesi günü X platformunda şunları yazdı: “Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot Suriye'yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız.” Ve şöyle dedi: “Batı müdahalesi dönemleri sona erdi; gelecek bölgesel çözümlerin yanı sıra ortaklıklara ve saygıya dayalı bir diplomasiye aittir.” ABD Başkanı Donald Trump'ın 13 Mayıs'ta Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da yaptığı konuşmaya işaret eden Barrack, Trump’ın, "Batılı müdahalecilerin Orta Doğu’ya uçarak nasıl yaşanacağı ve yönetileceği konusunda ders verdiği günler geride kaldı" sözlerini hatırlattı.” Ve şöyle dedi: “Suriye'deki trajedi bölünmüşlükten kaynaklanmaktadır; ülkenin yeniden doğuşu ancak saygınlık, birlik ve Suriye halkına yatırım yoluyla mümkün olabilecektir. Bu sürecin ise hakikat, hesap verebilirlik ve bölge ülkeleriyle iş birliğiyle başlaması gerekir.”

Bu Amerikan Büyükelçisi, Suriye ve bölge halklarını kandırmaya devam etmek için yalan söylüyor ve gerçekleri çarpıtıyor. Amerika'yı kirli yüzünü gizlemek için temizmiş gibi yeni bir giysi içinde sunmaya çalışıyor ve bölgedeki müdahalelerini, saldırganlığını ve saldırganlığa desteğini sürdürürken bölge halklarına yardım etmek istediğini söylüyor. Ona sormak ve Amerika'nın kurnazlığını hatırlatmak istiyoruz ve o da bunu biliyor:

Amerika, 1923-1924 yıllarında Lozan Antlaşması'nda kabul edilen Sykes-Picot planını onaylamamış mıydı; dahası bölgede ayrı ayrı bir Kürt ve Ermeni devleti kurulmasını talep etmemiş miydi?

Amerika, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra etkin bir devlet, hatta küresel olarak birinci devlet haline geldiğinde, eski sömürgeci İngiltere ile Filistin'in bölünmesi konusunda anlaşarak, 1948'de Güvenlik Konseyi'nde haksız bir kararla Yahudi varlığını kurup bu varlığı her türlü ölümcül silahla destekleyerek tüm saldırgan savaşlarında da onu destekleyip hala desteklemeye devam etmiyor mu? Hatta bölgeye müdahale etmekten ve başkan Eisenhower'ın 1959'da ortaya attığı iki devletli çözüm de dahil olmak üzere sömürgeci girişimler önermekten de vazgeçmedi!Peki Gazze'yi ele geçireceğim, halkını sürgün edeceğim, orada turistik tatil köyleri kuracağım deyip Mısır, Ürdün ve diğer ülkelere, yerinden edilen Gazze halkını kabul etmeleri için baskı yapmaya başlayan kim? Amerika’nın Başkanı ve patronu Trump, hâlâ yerinden etme planını sürdürüp Gazze halkına yönelik soykırımında Yahudi varlığını desteklemiyor mu?

1971 yılında Pakistan'ın bölünüp Bangladeş devletinin kurulması konusunda İngiltere ile anlaşan Amerika değil miydi?

Doğu Timor meselesini gündeme getiren, Müslümanların oradan göç ettirilmesini destekleyen ve 1999 yılında kendi kaderini tayin hakkı referandumunun yapılmasını kabul etmesi için Endonezya'ya baskı yapan ve ardından 2002 yılında Amerika'nın desteğiyle bu bölgenin resmi olarak ayrılması için zemin hazırlayan Amerika değil miydi?

1992'de Somali'ye müdahale eden, ardından 2006'da Etiyopya ve Uganda'yı oraya sokan, sonra da şu ana kadar aralıksız saldırılarla doğrudan müdahale eden ve buraya müdahale etmek için Cibuti'de askeri üsler kuran kimdi, Amerika değil miydi?!

Sudan'ı bölüp 2011'de Güney Sudan devletini kuran kimdi? Amerika değil miydi?Başından sonuna kadar müdahale etti, her türlü baskıyı uyguladı ve her türlü cezaları dayattı; ta ki ajanı Ömer el-Beşir boyun eğip, sömürgeci Amerika'nın bölünme planını kabul ederek büyük ihaneti işleyene kadar!Ve hala doğrudan müdahale etmeye devam etmekte olup Cidde platformunu kurdu ve oradaki ajanları Burhan ve Hamideti aracılığıyla Darfur'u Sudan'dan ayırmaya çalışıyor!

2003 yılında Irak'ı işgal edip orayı yıkan, milyonlarca insanı öldüren, yaralayan, yerinden eden ve işkence eden, oraya yönelik mezhepçi bir anayasa koyan ve 2008 yılında Irak'a müdahale etmek için bir güvenlik anlaşması imzalayan, şu ana kadar başkanı Trump tarafından bugüne kadar anlaşmayı feshetmeyen, ardından Irak'ı bölmek için üç federal bölgeye ayırma projesini benimseyen ve İngiltere ile anlaşarak Kürdistan bölgesini kuran kimdi, Amerika değil miydi?

2001 yılında Afganistan'a müdahale edip işgal eden, 20 yıl boyunca ülkeyi yıkıp, halkından milyonlarcasını öldürüp, yaralayıp, yerinden eden ve işkence eden kimdi? Eski sömürgeci Avrupa ülkelerinin de dahil olduğu Haçlı NATO'ya liderlik eden Amerika değil miydi?

Mısır'a müdahale eden ve 1979'da Mısır'ı savaştan çekmek için Camp David Anlaşması'nı imzalayan ve Filistin halkını yalnızlaştırıp Yahudi varlığının onlara en kötü azabı tattırmasını sağlayan Amerika değil miydi?Eski Dışişleri Bakanı John Kerry'nin itirafına göre 2013 yılında General Sisi'nin darbesine müdahale edip destekleyen ve bunu darbe olarak değil, demokrasiyi korumak için ordunun yaptığı bir hareket olarak değerlendiren Amerika değil miydi?!Amerikan Başkanı Trump, Sisi'nin en sevdiği diktatör olduğunu söylemedi mi?!

2011 yılında eski sömürgeci ülkeler İngiltere ve Fransa ile birlikte Libya'ya müdahale eden ve hala müdahale etmeye devam eden kim, Amerika değil mi?

Amerika 2015 yılında Suriye'ye doğrudan müdahale etmedi mi, oraya asker göndermedi mi, askerleri hala orada değil mi, teröristlerle mücadele adı altında Müslümanları öldürmek için sayısız saldırı düzenlemedi mi, Rakka'yı, Ramadi'yi, Musul'u yerle bir etmedi mi, İran ve uşakları ile Rusya'nın müdahalesine izin vermedi mi, sonra Türkiye Erdoğan'ı Suriye'nin özgürleşmesini engellemek gibi kirli bir görevle görevlendirip Türk istihbaratı tarafından eğitilen Ahmed el Şaraa ve yandaşlarını Suriye'ye getirmedi mi, Amerika bu konuyla ilgilenmedi mi?

Neden Amerika bölgenin birçok ülkesinde üsler kurarak orayı burayı vurmak için buradan hareket ediyor? Neden bölgede gezip dolaşmak için oraya donanmasını gönderiyor?

Bunlar bizim bölgemizde olanlar! Diğer bölgelerde ise Amerikan başkanı Trump, Grönland'ı her ne şekilde olursa olsun Amerika'ya katacağını söylüyor! Kanada'nın Amerika'ya katılması talebinde bulunuyor, Panama Kanalı'nı ele geçireceğini ilan ediyor ve Meksika Körfezi'ni Amerikan Körfezi olarak ilan ediyor.

Eski sömürgeci İngiltere ve Fransa'ya ya da yeni sömürgeci Amerika'ya inanmak bir aptallıktır, çünkü aralarında hiçbir fark yoktur.Amerika, İngiltere ve Fransa, sömürgeciliği, halkların kanını emmek, servetlerini yağmalamak, onlar arasında nüfuzlarını yaymak ve onların kurtuluşunu engellemek için bir yol olarak benimseyen kapitalizmi benimsemiştir.Geçmişte İngiltere ve Fransa halkları aldatıyorlardı ve hala da öyledir, tıpkı Amerika'nın 1946'da eski dünyaya girmesinden beri yaptığı gibi; zira diğer ülkelerde büyük küçük her şeye müdahale ediyor.

Beldelerimiz, sadık ve bilinçli liderleri ile birlikte halkları, sömürgeci Batı'nın bir asır önce koyduğu kapitalist anayasa ve kanunlarıyla birlikte mevcut tüm rejimleri yıkarak Batı'nın ajanlarını devirip onunla olan tüm bağları kopararak onun aralarında çizdiği tüm sınırları kaldırmadıkça ve Kuran ve sünnetten istinbat edilen İslami bir anayasasının somutlaştığı İslami ideolojiyi tatbik edeceğini ilan edip bu anayasaya göre hükmedecek bir Halife nasbetmedikçe kurtulamayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur

Devamını oku...

Tunus İmamlar Derneği, El-Aksa'yı Savunmak İçin Dünya Çapında Seferberlik Çağrısı Yaptı!

Haber-Yorum

Tunus İmamlar Derneği, El-Aksa'yı Savunmak İçin Dünya Çapında Seferberlik Çağrısı Yaptı!

Haber:

Tunus İmamlar Derneği, El-Aksa Camii'ni savunmak için genel seferberlik ilan edilmesi ve sınırların açılması çağrısında bulundu.İmamlar Derneği, Ben Gvir'in önderlik ettiği baskının ardından “Siyonistlerin arbedesini ve Müslümanların kutsal değerlerine saldırılarını kesin bir şekilde reddettiğini ve kınadığını” ifade etti.Müslüman halklara yaptığı açıklamada, “harekete geçerek karar sahiplerine baskı yapıp, çok geç olmadan El-Aksa Camii'ndeki bu katliamı durdurmak için acilen müdahale etmeleri” çağrısında bulundu.Ayrıca “El-Aksa Camii'ni saldırgan Siyonistlerden kurtarmak için genel seferberlik ilan edilmesi” ve “sınırların açılması, Müslümanların ilk kıblesi, Harameyn'nin üçüncüsü ve Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in İsra'sı olan El-Aksa'ya yardım etmek için cihat ilan edilmesinin” zarureti çağrısında bulundu.Ve “Camiler aracılığıyla genel seferberlik çağrısı yaparak, Siyonist yerleşimcilerin durdurulması ve Kudüs'ün Yahudileştirilmesinin engellenmesi için her düzeyde harekete geçilmesi ve yılın en iyi günleri olan Zilhicce ayının ilk on gününün El-Aksa'ya destek vermek için bir fırsat olması” talebinde bulundu.

Yorum:

İslam beldelerindeki bütün imamlar, vaizler ve etkili kişiler harekete geçseler, kurtuluş yolunu göstermek, durumlarını değiştirmek ve sıkıntılarını ortaya çıkarmak için ümmetlerinin elinden tutsalar ne olurdu sanki?!

Bizler Filistin ve Kudüs'te yaşananlara meydan okuyan her türlü tepkiden dolayı seviniyor ve tüm imamların insanlara liderlik etme ve onlarla birlikte sınırları açma, seferberlik çağrısı yapma ve El-Aksa Camii'ni Yahudilerden kurtarma görevlerini yerine getirecekleri günün gelmesini umut ediyoruz.

Halkların önünde duran ve onları cihad ve Mescid-i Aksa'nın kurtarılmasından alıkoyan gerçek engel, başımıza bela olan bu karton devletlerdir. İslam'ı uygulamayan, dinimize yardım etmeyen ve kutsallarımızı korumayan yöneticileri ortadan kaldırmadıkça Filistin'i tamamen kurtaramayız.

Dolayısıyla imamların, insanlar için yolu açıklamaları ve herkesin bu yolda yürümeleri gerekir; seferberlik ilan etmek ancak Allah için muhlis olan, dinimize yardım etmek, şeriatı uygulamak ve kutsalları korumak için harekete geçen bir yöneticiyle mümkün olacaktır.Eğer saflarımızı birleştirip şer'an emredildiğimiz gibi teçhizatımızı hazırlamazsak asla zafer kazanamayacağız; dolayısıyla olup bitenleri gördükçe ümmetin pusulasını doğru yöne çevirmemiz bir zorunluluk haline gelmiştir.

Herhangi bir imamın veya alimin, azimleri bileme, harekete geçmek için çağrıda bulunma ve dini destekleme konusunda rolünü yerine getirmesi değerli bir husus olup ümmet içinde herkes, kendi konumundaki çabalarını birleştirirse o zaman meyvesini verecektir.

İslam ümmeti hayırdan mahrum değildir ve mahrum da olmayacaktır; umulur ki yakında bir ferahlık ve durumun değiştiğini görürüz.

Allah'ım bize, acil bir çıkış yolu ve yakın bir zafer bahşet.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Minnetullah Tahir – Tunus

Devamını oku...

ABD Ordusunun, Amerikan Değerlerini ve Demokrasisini Yaymayı Amaçlayan Doktrininin Değiştirilmesi

Haber-Yorum

ABD Ordusunun, Amerikan Değerlerini ve Demokrasisini Yaymayı Amaçlayan Doktrininin Değiştirilmesi

Haber:

Trump, Cumartesi günü, 2025 yılı için Amerika Birleşik Devletleri Kara Harp Okulu West Point'te yeni askerlerin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Amerikan ordusunun görevi, yabancı kültürleri değiştirmek veya silah tehdidi altında demokrasiyi yaymak değildir. Ordunun görevi, herhangi bir düşmanı kontrol altına alıp yenmek ve Amerika'nın herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda karşı karşıya kaldığı herhangi bir tehdidi ortadan kaldırmaktır. Bizim görevimiz, yabancı liderleri incelemek ve Amerikan politikasını kullanarak onların suçlarının cezasını adaletle vermektir.” (Dar News)

Yorum:

Amerika, dini hayattan ayırma ideolojine dayanan kapitalist bir ülke olup bu ideolojiyi tüm dünyaya yaymak için, sahte ve yalan gerekçelerle savaşlar başlatmıştır; ancak bu savaşların gerçek hedeflerinin, kendi yüce çıkarlarını gerçekleştirmek, nüfuzunu dünyaya yaymak ve ülkelerin kendisine rakip olmasını engellemek için olduğunu açıkça ilan etmiştir.Bu nedenle ülkeleri ve yöneticileri geri kalmışlık, gericilik ve diktatörlükle (bu sözün doğruluğu veya yanlışlığına bakmaksızın) suçlamaktadır. Bu yüzden tüm başkanlarının savaşları, yöneticilerin gericiliği, halklarına yönelik zulümleri ve sistemlerinin geri kalmışlığı bahanesiyle olmuştur. Bunu da kapitalist ideolojinin sancağını taşıyan, kendini demokratik dünyanın en üstün sistemi olarak gören, kendisini halkların gönüllerinin varış noktası ve onların yöneldiği ve gitmek için can attığı ve iddia ettikleri gibi adalet, özgürlükler ve demokrasiye ulaşmak için her türlü zorluğu göğüsleyen bir kıble olarak gören dünyanın birinci devleti olduğu için yapmaktadır. Oysa her türlü yöntem ve yolu kullanarak fikrini yaymayı başarmış ve gerektiğinde aşırı güç tehdidi altında bunları zorla dayatmıştır.Tıpkı o zaman Bush'un şöyle dediği gibi: "Bizim yanımızda olmayanlar bizim karşımızdadır ve halklar bizim değerlerimizi benimsemelidir."

Amerika bu akidesi ve ideolojisiyle, kapitalist ideolojiyi ve demokrasiyi yaymaktadır; ordusu ve donanması nereye giderse gitsin, beraberinde zehirli fikirlerini taşımakta ve ulaştığı her ülkeye ve kontrolü altına aldığı her halka bunları dayatmaktadır. Ayrıca onun dünya çapında yayılmış finansal kurumları ve kültürel kolları da mevcuttur. Bunların en üst hedefi, kapitalist kültürü yaymak ve halklar arasında kök salmasını sağlamaktır ki böylece bu halklar kendi kültürlerini ve inançlarını terk etsinler ve sahte ve ölümcül özgürlükleri elde etmeyi umsunlar. Ancak bu özgürlükler, zengin ülkeleri yoksullaştırmaktan, değerleri olan halkları insanlıklarından çıkarmaktan, açlığı, işsizliği, her türlü suçları, tüm zehirli uyuşturucuları ve helak edici borçları yaymaktan başka bir şeye yaramamaktadır.Tüm bunlar, Amerika'nın kapitalist ideolojik akidenin fikirlerini ve bu akideden kaynaklanan özgürlükler, kapitalist ekonomik sistem ve demokratik yönetim gibi fikirleri dayatmasının bir sonucudur. Dolayısıyla bu ideolojinin ilk ve en büyük destekçisi olan Amerika'nın unvanı ve gücü işte budur.

Trump'ın, Amerikan ordusunun her yere taşıdığı bu doktrini değiştirip onu terk ettiğini açıklaması, kapitalist ideolojinin çöktüğünü, temellerinin sarsıldığını, sahteliğinin ve ayıbının ortaya çıktığını göstermektedir. Nitekim Batı'nın dillendirip durduğu değerlerin aslında bir yalan olduğu, bu değerlerin son on yıllarda Amerika ve Batılı ülkelerin savaş politikalarıyla kusurlarının ortaya çıkmasından dolayı bir yalan ve sahte olduğu ve Amerikan devesinin belini kıran son darbenin de, Ortadoğu'da demokrasinin simgesi olan Yahudi varlığının başlattığı, bitmek bilmeyen vahşetlerinin, utanç verici eylemlerinin ve insan tabiatını tiksindiren iddialarının asılsızlığının ortaya çıktığı savaş olduğu meydanları dolduran Batılı halkların zihinlerinde yer etmiştir. İşte tüm bunlar insanların gözlerindeki perdeyi kaldırmış ve milyonlarca insan kokuşmuş kapitalist ideolojiye isyan ederek sokaklara dökülmüş ve halklar bu vahşi sistemden kurtulmak için başka bir yol aramaya başlamıştır.

Bu açıklamadan, kapitalist ideolojinin çöktüğü ve geriye sadece askeri bir devletin kaldığı sonucunu çıkarabiliriz. Bu nedenle Trump'ın açıklaması, ideolojinin devrinin sona erdiğinin eşzamanlı bir işareti olarak gelmiştir. Nitekim Amerika'nın gücünün ve “önce Amerika” anlayışının gerilemesi buna delalet etmektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...

Sudan'da Yeni Başbakan Atanmasının Yansımaları

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Batı'nın Hoş Karşılaması ile İngiltere'nin Reddetmesi Arasında
Sudan'da Yeni Başbakan Atanmasının Yansımaları

Sudan Tribune web sitesi 19 Mayıs 2025 tarihinde, Sudan Yüksek Konseyi Başkanı Abdulfettah Burhan'ın Kamil El-Tayyib İdris'in başbakan olarak atanmasına karar verdiğini yayımladı. İdris, Burhan'ın 25 Ekim 2021'de sivil hükümete karşı gerçekleştirdiği darbenin ardından siyasi uzlaşının başarısız olmasının akabinde Ocak 2022'de Abdullah Hamduk'un istifa etmesinden bu yana bu göreve gelen ilk kişi oldu.

Kasım 1997'den Eylül 2008'e kadar Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) Genel Direktörü olarak görev yapan, Uluslararası Eserlerin Korunması Federasyonu Genel Sekreteri olan ve 2010 seçimlerinde devrik Devlet Başkanı Ömer El Beşir'e karşı aday olan Kamil İdris'in yeni Başbakan olarak atanması, Sudan'ın Suudi Arabistan Büyükelçisi Dafallah El-Hac'ın özür dilemesinin ardından gerçekleşti ve Burhan, Egemenlik Konseyi üyelerinin bakanlıklar ve hükümet birimleri üzerindeki denetimini iptal etti. Hükümet 19 Şubat 2025'te bir anayasa değişikliği yaparak Egemenlik Konseyi'ne, geçici yasama makamının (Egemenlik ve Bakanlar Konseyleri) tavsiyesine dayanarak başbakanı atama yetkisi vermiş ve geçiş dönemini 23 Şubat 2025'ten itibaren 39 aya uzatmıştı.

Kamil İdris'in atanması farklı tepkilere yol açtı; zira bazı siyasi güçler bu adımın meşruiyetinden şüphe duyduklarını ifade ettiler. Nitekim Vatancı akımın liderlerinden Nureddin Selahaddin, mevcut durumun gölgesinde kurulacak herhangi bir hükümetin dahili veya harici olarak kabul görmeyeceğini söyledi. Buna karşılık Cibril İbrahim liderliğindeki Adalet ve Eşitlik Hareketi bu adımı memnuniyetle karşıladı ve bunu, üç buçuk yıldan fazla süren ve hizmetlerin bozulmasına neden olan yürütme boşluğundaki durumun sona ermesi olarak nitelendirdi.

Sivil hükümetin atanması Batılı güçlerin taleplerinden sayılmakta ve İngiliz politikasının araçlarından biri olarak kullanılmaktadır; bu nedenle Burhan, Batı'nın ajanlarından biri olan Kamil İdris'i başbakan olarak atayarak, en sevdiği adamı Hamduk'un geri dönmesini isteyen İngilizlerin baskısının önündeki yolu kesmek için acele etti. Amerikan yanlısı çevreler de bu adımı hemen desteklediler.

21 Mayıs 2025 tarihinde Al-Ghad Al-Sudani web sitesi, yol haritasını önceden memnuniyetle karşılayan Birleşmiş Milletler'in atamaya destek verdiğini bildirdi. BM Genel Sekreteri Sözcüsü Stephane Dujarric, Genel Sekreterliğin bunun, ulusal uzlaşıya öncelik veren, Sudan halkına hizmet eden, silahların susturulmasına katkıda bulunan ve temel hizmetleri sağlayan somut ilerlemeler kaydetmekle birlikte barışı sağlayacak geniş temsiliyetli bir teknokrat hükümet kurmak için kapsamlı istişareler yönünde bir adım olmasını umduğunu söyledi.

Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Mahmud Ali Yusuf ise İdris'in atanmasını memnuniyetle karşıladı ve bunu kapsamlı bir hükümete doğru atılmış bir adım olarak nitelendirdi ve bunun anayasal düzenin ve demokratik yönetimin yeniden tesis edilmesine katkıda bulunacağını umduğunu ifade etti. Tüm Sudanlı tarafları, sivil ve kapsayıcı bir liderlikle barışçıl geçişi gerçekleştirmek için çabalarını yoğunlaştırmaya çağırdı ve Komisyonun uluslararası ve bölgesel ortaklarla iş birliği içinde Sudan'a destek vermeye hazır olduğunu vurguladı.

Arap Birliği de bu atamayı memnuniyetle karşıladı ve bunu ulusal sivil kurumların çalışmasının yeniden sağlanması yönünde “önemli” bir adım olarak değerlendirdi. Genel sekreterlikte sorumlu bir kaynak, Birliğin, Sudan'ın birliğini ve istikrarını desteklemek, kalkınma ve insani ihtiyaçlara yönelik uluslararası müdahaleyi güçlendirmek, sivil dönüşüm sürecini yeniden başlatmak ve tüm sivil toplum bileşenlerinin katılımıyla Sudanlıların liderlik ettiği kapsamlı bir siyasi süreç başlatmak için çabalarını yoğunlaştıracağını söyledi.

Bu uluslararası hoş karşılamaya İngiltere de seyirci kalmadı. Zira 22 Mayıs 2025'te Tasamuh News web sitesi, İngiliz lordu Jeremy Purvis of Tweed'in, İdris'in atanmasını, çatışmanın taraflarından birine sahte meşruiyet kazandırma girişimi olarak nitelendirdiğini aktardı. İngiliz Lordlar Kamarası'nda Sudan hakkında yapılan özel bir oturumda, atanan başbakanın savaşın taraflarından birinin “kuklası” olduğunu söyledi. Afrika Birliği'nin hoş karşılamasından duyduğu endişeyi ifade etti ve Birleşmiş Milletler'in de aynı yolu izleyebileceği, bunun da halkın iradesini ifade eden meşru bir süreç olmaksızın emri vaki otoritenin pekişmesine katkıda bulunabileceği uyasında bulundu.

Purvis, halkın gerçek katılımı olmadan ordu veya milisler tarafından şekli sivil liderlerin dayattığı girişimlerin krizi daha da karmaşık hale getireceği eklemesinde bulunarak toplumun tüm kesimlerini temsil eden sivil liderliğin barış sürecini desteklemesi çağrısında bulundu.

Bugün dünyayı yöneten bu kapitalist sistemin gölgesinde bir başbakan atamak gerçek bir çözüm getirmeyecek, aksine krizleri daha da derinleştirecektir. Müslümanların başındaki ajan yöneticilerin benimsediği kapitalist sistem, despot kafiri karar sahibi kılmış ve bu da insanların yoksulluk, zulüm ve kargaşa içinde yaşamasına neden olmuştur.

Gerçek çözüm, yaklaşık on üç yüzyıl boyunca dünyayı yöneten Hilafet sisteminin olduğu azim İslam'ın sistemine geri geri dönmekte yatmaktadır; zira Hilafet, on yüzyıldan fazla bir süre boyunca dünyanın süper devleti olmuş ve insanlar için güvenlik, adalet ve onur gerçekleştirmiştir; çünkü Hilafet sistemi, Allah'ın vahyinden türemiş ve Hakim ve Habir olanın katından gelmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulhâlik Abdûn Ali - Sudan

Devamını oku...

Ne Ekersen Onu Biçersin!

Haber-Yorum

Ne Ekersen Onu Biçersin!

Haber:

Pakistan hükümeti Salı günü, Pakistan ve Hindistan arasında yaşanan son askeri çatışmanın ardından, Kara Kuvvetleri Komutanı General Syed Asim Munir'i mareşal rütbesine terfi ettirme kararı aldı. (El Cezire)

Yorum:

Hindistan ve Pakistan arasında dört gün süren çatışmanın önemli sonuçlarından biri, -kasıtlı olmasa da- insanların onun satır aralarını okumaya yönelmesi oldu.Hakikat hakkında araştırma yapanlar yollarında bir netliğe kavuşurken, makam ve ödüller peşinde koşan fırsatçıların ve ikiyüzlülerin maskeleri de düşmüştür. Sorumluluklarının boyutunun farkında olan kişiler için bu çatışma, ilerlemek ve tarihlerinde Moğolların işlediği korkunçluktan daha az olmayan korkunç ihlallere maruz kalmaya devam eden Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetine destek olmak için açık bir fırsat oluşturmuştur. Nitekim bu çatışma, bir yandan Pakistan silahlı kuvvetlerinin gücünü ve heybetini gösterirken, diğer yandan yetkililerin bu gücü tam olarak kullanma konusundaki tereddütlerini ortaya koymuştur. Ayrıca insanlar, ödül ve terfi merdiveninde bir yükseliş olduğunu açıkça gözlemlemiştir; bunun en belirgin örneklerinden biri de General Asim Munir'in mareşal rütbesine terfi ettiğinin ilan edilmesi olmuştur. Mareşal rütbesi, en yüksek askeri bir rütbe olup olağanüstü hizmetlerde bulunmuş kişilere verilmekte ve genellikle sembolik bir nitelik taşımaktadır. Dolayısıyla bu rütbe, orduları komuta etmekle yetinmeyip ülkelerinin kaderini şekillendiren ve tarihsel gidişatını yönlendiren seçkin askeri liderlere verilmektedir.

Tarihteki savaşlar, ancak sona erdikten sonra isimlendirilmekte olup çoğu zaman coğrafi bölgelere, önemli olaylara veya hatta savaş sırasında kullanılan stratejilere atfedilmektedir.Modern kapitalist dünyada ise savaşlar, önceden planlanmış saha operasyonlarına dönüşmüştür; zira kararlar kapalı odalarda alınmakta ve sonuçları basit halkların üzerine uygulanmaktadır.Nitekim bunu, geçen yirmi beş ila otuz yıl içindeki uluslararası olaylarda açıkça gördük.Örneğin “terörle savaş” olarak adlandırılan şey, gerçekte Müslümanlara karşı ilan edilmiş savaştan başka bir şey değildir; sanki Müslümanlar terörün kaynağıymış, sanki onlar mantar gibi yayılıyorlarmış ve sanki zararlı otlar gibi yok edilmeleri gerekiyormuş gibi!Nitekim bu, 2001 yılında ABD Başkanı George Bush'un lisanı üzerinden resmen adlandırılan ve o zamanki Pakistan Genelkurmay Başkanı Pervez Müşerref tarafından doğrudan desteklenen ve etkileri hala günümüze kadar devam eden bir savaştır.

Hindistan'da Hindu turistler öldürüldüğünde, doğal tepki camilere ve dini okullara operasyonlar düzenlemek olmuştur. Eğer bu camiler ve okullar Hindistan topraklarında olsaydı, Pakistan'ın herhangi bir itirazı olmazdı; çünkü Hindistan'ın -Pakistan için olduğu gibi- kendi vatandaşları arasında terörist olarak gördüğü kişilerle muamele etme hakkı vardır. Özellikle Pakistan ordusu, Mart 2025'ten beri ülke içinde terörist olarak sınıflandırılan kişileri tasfiye etmek için aşırı güç kullanmaktadır.Ancak Hindistan, Pakistan sınırlarını aşınca, Pakistan da misliyle karşılık vermeye karar verdi ve operasyonuna da “Bunyan-ul Mersus” adını verdi.Bu isim, Saff Suresi'ndeki şu ayet-i kerimeden esinlenerek verilmiştir:إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفّاً كَأَنَّهُم بُنْيَانٌ مَّرْصُوصٌAllah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” [Saff 4]

İbn Abbas Radıyallahu Anh, Allahu Teala'nın, كَأَنَّهُم بُنْيَانٌ مَّرْصُوصٌKenetlenmiş bir yapı gibi” kavlini şöyle yorumlamıştır:“Onlar, parçaları birbirine sıkı sıkıya bağlı ve birbiriyle bağlantılı olduğu için hareket etmeyen sağlam bir yapı gibidirler.”

Aynı surede Allahu Teala şöyle buyurmaktadır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَEy iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” [Saff 2] Bu ayet-i kerime, söylediklerini eylemleriyle tasdik etmeyenlere yönelik bir azarlama ve kınama olarak gelmiş olup sözlerine aykırı davrananlara yönelik kesin bir cevap niteliğindedir.Katade ve Dahhak, bu ayetin, şöyle diyen bazı insanları azarlamak için indiğini söylemiştir: Hiçbir şey yapmadıkları halde onlar, öldürdüler, savaştılar, yaralandılar ve savaşta şöyle şöyle yaptılar!

Said bin Cübeyr, Allahu Teala'nın, إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفّاًAllah, kendi yolunda saf bağlayarak savaşanları sever” kavlinin tefsirinde şöyle demiştir:Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem savaşmak istediğinde, ashabını saflar halinde dizmeyi severdi ve bu sure müminlere bunu öğretmiştir. Aynı şekilde Allahu Teala’nın, كَأَنَّهُم بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌKenetlenmiş bir yapı gibi” kavli hakkında da şöyle demiştir: Yani: Savaşmak için saf tutarak parçaları birbirine sıkı sıkıya bağlamak ve birbiriyle bağlantılı olması demektir.

Sünnetten; Şeyhan Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği hadiste, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu geçmektedir: آيَةُ المُنَافِقِ ثَلاثٌ: إِذَا حَدَّث كَذَب، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ، وَإِذَا اؤْتُمِنَ خَانَMünafığın alametleri üçtür: Konuşursa yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, ona emanet verilirse (emanete) hainlik eder.

Ümmet, Pakistan ordusunun boynundaki bir emanettir;çünkü Allahu Teala, onların gücünü ve kudretini tüm dünyaya göstermiştir.Nitekim onlar, bu gücü haklı çıkarmak için Kuran-ı Kerim'den ayetlere dayandılar, çünkü onlar, Allah'ın yüce kitabında indirdiklerine karşı söyleyecek hiçbir şeyleri olmadığının farkındadırlar.Ancak bu ayetlerin kişisel çıkarları için istismar edilmesi, onların fiillerini ikiyüzlülük bataklığına sürüklemektedir; nitekim Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem münafığın alametlerini açıkça belirtmiştir. Dolayısıyla fiillerini Allah'ın kelamıyla süsleyen, sonra da özü ve davranışlarıyla ona aykırı davrananların durumu bir sır değildir.

Temel meseleler çözülmeden ve İslam uygulanmadan rütbe ve ödüller elde etmek, gerçek İslami standarttan kaynaklanmamaktadır. Oysa Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kararlarını mescidinin tozu üzerinde otururken alır, gazvelere liderlik eder, planlar hazırlayıp öğretir ve ashabının önünde savaşırdı; bu yüzden dünya, benzeri görülmemiş bir genişlemeye tanık olmuştur. Tüm bu zafer ve fetihler, Müslümanlara tam itaat şartıyla vaat edilmiş olup bunu da ancak adını ölümsüzleştirmek için değil, cennette ebedi makam için çalışan bir lider gerçekleştirebilir.Hilafetin kurulmasına yol açacak savaşa gelince; bu, ümmet tarafından sabırsızlıkla beklenen bir şey olup kitaplar ve tarih onu, büyüklüğüne yaraşır bir isimle ölümsüzleştirecek ve komutanının adı da asırlar boyu ümmetin nesillerinin gözünde ve kalbinde parlayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Küresel Güney ve Yeni Dünya Düzeni - Bir Umut Mu, Yoksa Bir Serap Mıdır?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Küresel Güney ve Yeni Dünya Düzeni - Bir Umut Mu, Yoksa Bir Serap Mıdır?

Haber:

Nisan 2025'te Brezilya'da düzenlenen BRICS Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda Malezya Dışişleri Bakanı Datuk Seri Muhammed Hasan, şu ifadelerin geçtiği açık bir mesajı verdi:Dünya artık küresel istikrarı sağlamak için tek bir egemen güce güvenemez. Asya, Afrika, Latin Amerika ve Okyanusya'daki gelişmekte olan ülkeleri içeren küresel güney ülkelerini, toplu olarak kalkınmaya ve yeni bir küresel sistemin oluşumuna liderlik etmeye teşvik etti.Onun açıklamaları, ABD liderliğindeki küresel yönetimin uzun süredir devam eden hegemonyasına ve gerileyen güvenilirliğine yönelik büyüyen hoşnutsuz seslerin yankısını yansıtıyor.

Yorum:

Küresel Güney’in yeni bir dünya düzene yönelik çağrısı, tek kutuplu düzenin başarısızlığına karşı gerçek bir hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır. On yıllar boyunca Amerika Birleşik Devletleri, uluslararası kurumları ve askeri gücünü, liberalizm, kapitalizm, laiklik ve stratejik çıkarları etrafında şekillenen bir dünya düzeni oluşturmak için kullandı. Ancak uzun süreli askeri müdahaleler, ekonomik eşitsizlik ve artan ulusal borçları, uluslararası sahadaki meşruiyetini ve konumunu zayıflatmıştır.

Amerikan liderliğindeki ahlaki ve yapısal çatlaklar, Irak, Afganistan ve diğer savaşlarda yaşanan insan kayıplarından, Filistin'de insan haklarının açıkça ihlal edilmesinin ortasında gasıp Yahudi varlığına yönelik sabit desteğine kadar artık açık bir hale gelmiştir.Bu faktörler, çok kutupluluğun olası bir gelecek çerçevesi olarak ortaya çıkmasıyla birlikte küresel liderliğin, alternatif modellere yönelik arayışını hızlandırmıştır.

Bununla birlikte Küresel Güney, bu yeni sistemin olası lokomotifi olarak sıkça anılmasına rağmen, ancak bunun gerçekleşmesini engelleyen büyük kısıtlamalar bulunmaktadır; zira bu blok, hâlâ aşağıdaki hususlardan yoksun farklı ülkelerden oluşan bir topluluktur:

• Ortak ideolojik bir temel.

• Koordineli siyasi veya askeri bir strateji

• Kolektif liderliğe yönelik kurumsal veya yönetimsel yapılar.

Ayrıca bu bloğun üyeleri, siyasi sistemleri, ekonomik çıkarları ve jeopolitik sıralamaları bakımından büyük farklılıklar göstermektedir; hatta onlardan çoğu, ticaret, güvenlik ve teknolojik altyapı alanlarında hala büyük ölçüde dış güçlere bağımlıdırlar. Dolayısıyla tutarlı küresel bir vizyon veya birleşik bir mesaj olmadan, Küresel Güney'in, yok olmaya başlayan tek kutuplu düzene ciddi bir alternatif sunması pek olası görünmüyor.

Buna karşılık İslam, küresel liderliğe yönelik kapsamlı ve köklü bir vizyon sunmaktadır. Zira Hilafetin gölgesinde Müslümanlar, kapsamlı bir hadarat modeli tesis etmişlerdir; böylece kıtalar adaletle yönetilmiş, ekonomik istikrar ve fikri bir kalkınma gerçekleşmiştir. Laikliğin aksine İslam'ın vizyonu küresel, Rabbani ve kapsamlı olup insan onuru ve gerçek adalet üzerine kuruludur.

İslam beldeleri bugün, devasa bir nüfus, muazzam doğal kaynaklar, stratejik coğrafi konum ve en önemlisi de birleştirici tevhid akidesi gibi liderlik için gerekli unsurlara sahiptir. Geriye kalan şey ise, bölünmenin üstesinden gelmek ve yeniden İslam şeriatına dayalı kolektif ve köklü bir yönetim tesis etmek için siyasi bir iradedir.

Amerikan hegemonyasının gerilemesi, nadir görülen jeopolitik bir açılıma işaret etmektedir. Ancak İslam ümmeti bu anı, ideolojik bir netlik ve hedef birliği şeklinde değerlendirmediği sürece, yeni bir dünya düzeni vizyonu bir serap olarak kalacaktır. Liderliğin dış odaklara dayandırılması imkansızıdır, bilakis onun geri alınması gerekir; zira İslam, sadece adil bir dünya düzenine liderlik etmeye muktedir olmakla kalmayıp, bilakis İslam bunun için takdir edilmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed - Malezya

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER