Cuma, 20 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/12
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Fransa'yı Sarsan ve “Hak ve Özgürlükler” Ülkesini İfşa Eden İğrenç Bir Suç!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Fransa'yı Sarsan ve “Hak ve Özgürlükler” Ülkesini İfşa Eden İğrenç Bir Suç!

Haber:

Cuma sabahı Ebu Bekir isimli Malili bir Müslüman, Fransa'nın güneydoğusundaki Le Gare bölgesinde bulunan La Grand-Combe belediyesindeki caminin içinde İslam karşıtı bir Fransız tarafından yaklaşık 50 kez bıçaklanarak öldürüldü!Maktul, kendisini cezbetmek için İslam'a girmek istediğini iddia eden katile nasıl namaz kılınacağını öğretirken secde halindeyken bıçaklandı!Şüpheli adamın Pazartesi günü İtalya'da bir polis karakoluna teslim olduğu açıklandı.

Yorum:

Bu menfur suçun ardından Fransa'daki Müslümanlar, sinagog önünde araçların yakılması olayında olduğu gibi Fransız makamlarının hızlı bir şekilde harekete geçtiğini ve güvenlik alarmı verdiğini görmedikleri gibi, o dönemde benzer suçların işlenmesinden korktuklarında yaptıkları gibi bu suça da aynı sıcaklıkla yaklaşmadılar ve ibadethanelerin güvenliğini güçlendirmediler, bilakis açıklamalar her zamanki gibi çekingen bir şekilde ve suçluyu terörist olarak etiketlemeden geldi!

Cumartesi günü, yani suçun işlenmesinden bir gün sonra Başbakan François Bayrou “İslam karşıtı rezaleti” kınadı ve “kurbanın ailesinin ve bu olayla sarsılan inançlı insanların yanındayız” eklemesinde bulunarak katilin yakalanıp cezalandırılması için devletin tüm imkanlarını seferber ettiğini açıkladı.Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da X platformu üzerinden attığı bir tweetle suçu kınayarak şöyle dedi: “Fransa'da ırkçılık ve dine dayalı nefret olamaz, ibadet özgürlüğü garanti altındadır ve dokunulmazdır.”Mağdurun ailesi ve Müslüman halkla dayanışma içinde olduğunu da ifade etti!

Fransız Le Figaro gazetesine göre, İçişleri Bakanı Bruno Retailleau iki gün sonra, yani Pazar günü suçun işlendiği Güney Fransa'daki Le Gare bölgesine gitti.

Fransız devletinin son yıllarda artan ırkçı ve İslamofobik suçlara paralel olarak Müslümanlara karşı işlenen suçlara yaklaşımı, Müslümanlar söz konusu olduğunda büyük bir kayıtsızlık ve çifte standart içinde olduğunu, bilakis İslam'a karşı nefret ve savaş atmosferini kışkırtmada suç ortaklığını yansıtmaktadır.

Eğer bir Müslüman kiliseye sızıp rahiplerden birini öldürseydi, kıyameti koparırlar, bu suçu derhal terörizm olarak damgalarlar, tüm güvenlik birimlerini harekete geçirirler ve bunu, Müslümanlara yönelik daha fazla kısıtlama için bir bahane olarak kullanırlardı; mesele bir Yahudi öldürüldüğünde de aynı şekilde olurdu; ama mesele Müslümanlarla ilgili olduğunda, tabii ki prosedürler çok daha hafif olacaktır!

Fransa'nın yöneticileri İslam'a olan düşmanlıklarını kanıtladılar ve kanıtlamaya devam ediyorlar; zira yıllardır peçe ve başörtüsü ile mücadele ediyorlar, camileri kapatıyorlar ve Müslümanları toplumlarına asimile etmek ve dinlerinden ve değerlerinden ayrılmalarını sağlamak için önlem üstüne önlem alıyorlar;dolayısıyla çıkaracakları her kanun ve tedbir doğal olarak Müslümanlara karşı ırkçılık ve nefret ateşini körükleyecektir. Dolayısıyla da bundan sonra kindarların ve ırkçıların işi biraz daha ileri taşımaları şaşırtıcı değildir.

Dahası Fransa'da işlenen ırkçı suçların birçoğu, akli dengelerinin yerinde olmadığı iddiasıyla akıl hastanelerine yatırılmıştır! Peki bu ceza diğerlerini, yapmak istedikleri şeyden caydıracak mı?!Dolayısıyla Ebu Bekir'in katilini soruşturduktan sonra, akli dengesizlik iddiasıyla hastaneye kaldırılması da şaşırtıcı olmayacaktır!

Allah'tan kardeşimize merhamet etmesini, ailesinin kalplerini birleştirmesini, onlara sabrı cemil ve teselli vermesini dilediğimiz gibi Allahu Teala'dan, mümin hakkında bir ahit ve anlaşma gözetmeyen ülkelerin gölgesinde yaşamak zorunda kalan tüm Müslümanları korumasını diliyoruz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Minnetullah Tahir – Tunus

Devamını oku...

Batı, Kapitalizmden Kurtuluş Yolu Arayan Sağ ve Sol Partiler Arasında Bölünmüştür!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Batı, Kapitalizmden Kurtuluş Yolu Arayan Sağ ve Sol Partiler Arasında Bölünmüştür!

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump, 25 Nisan Cuma günü yaptığı açıklamada, "Ukrayna'da bir barış anlaşmasına varmak için son bir tarih olmadığını, ancak bunu mümkün olan en kısa sürede tamamlamak istediğini" söyledi. (Ajanslar)

Yorum:

Ocak 2025'in sonlarından bu yana tüm dünya, sağcı popülist sloganlarla iktidara gelen yeni seçilmiş ABD başkanının, seçim vaatlerini hayata geçirme çabalarını izliyor.

Ukrayna'daki savaşın yanı sıra diğer ülkelerle giriştiği gümrük tarifeleri savaşları konusundaki eylemleri, medyada büyük bir yankı uyandırdı.

Seçim vaadi olan Ukrayna'daki savaşı “24 saat içinde” sona erdirme sözü giderek “birkaç ay içinde”, sonra “Paskalya'dan önce”, sonra “iktidarının ilk 100 gününden önceye” dönüştü ve bugün de Ukrayna'da bir barış anlaşması için “son tarih olmadığını” ilan ediyor!

Trump'ın yeni açıklamasının, Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun daha önce yaptığı, kayda değer bir ilerleme sağlanmaması halinde ABD'nin barış çabalarını "birkaç gün içinde" durduracağı uyarısında bulunduğu açıklamalarıyla çeliştiğine dikkat çekmekte fayda vardır. Trump'ın 28 Şubat 2025'te Oval Ofis'te, ekibinin beceriksiz ve diplomatik olmayan davranışlarının Ukrayna Devlet Başkanı Volodomir Zelenski ile anlaşmazlığa yol açmasıyla kamuoyu önünde yaşadığı aşağılanmaya da dikkat çekmek gerekir.

Trump'ın göreve geldikten sonra başlattığı gümrük tarifeleri savaşlarından bahsedecek olursak, aynı şekilde onlar da çelişkilerle doludur.

Gelin Çin ile yaşanan gümrük tarifeleri savaşının ayrıntılarını hatırlayalım.1 Şubat 2025 tarihinde Trump yönetimi tüm Çin mallarına %10 gümrük vergisi getirmiş,Çin ise buna %10 ile %15 arasında değişen oranlarda gümrük vergileriyle karşılık vermiştir. 2 Nisan 2025'te, sözde “Kurtuluş Gününde” Trump, tüm ülkelerden yapılan ithalata %10 oranında genel gümrük vergisi uygulanacağını açıkladı.Buna ek olarak, Çin ve diğer ülkelerden gelen mallara uygulanan %54'e varan karşılıklı gümrük vergileri getirilmiş ve 9 Nisan'da yürürlüğe girmiştir.9 Nisan 2025 tarihinde ABD, Çin mallarına yönelik gümrük vergilerini %145'e yükseltmiş, Çin ise ABD ithalatına %84 oranında gümrük vergisi uygulayarak yanıt vermiş ve 12 Nisan'dan itibaren bu oranı %125'e çıkarmıştır.

Uzmanlar, ABD'nin Çin mallarına ve nadir metallere olan bağımlılığı, ticaret savaşında müttefiklerinden gelen desteğin azlığı ve Trump yönetimine kıyasla Çin liderliği üzerindeki iç siyasi baskının azalması nedeniyle Çin'in bu çatışmada daha iyi bir konumda olduğunu belirtiyor.

Bu etki uzun sürmedi: Zira Trump yönetimi, Amerikan teknoloji şirketlerinin baskılarının ortasında, 2025 Nisan'ının ikinci yarısından itibaren gümrük vergilerini hafifletmeyi düşünmeye başladı.22-24 Nisan 2025 tarihleri ​​arasında akıllı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar, tabletler ve ağ ekipmanları da dahil olmak üzere tüketici elektroniği ürünlerinin geçici olarak artan gümrük vergilerine tabi mallar listesinden çıkarılacağı duyuruldu. Nitekim bu mallar daha önce uygulanan düşük tarifelerini korudular veya %54-145 aralığındaki oranlar yerine % 5-10 aralığına düşürüldüler.

Yukarıda geçenlerin ışığında Trump, giderek daha fazla Çin dükkanındaki bir boğaya benzetiliyor; zira her eylemi, içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştiriyor. Her ne kadar kendisinin ve ekibinin hem ülke içinde hem de uluslararası alanda yerleşik ABD politikasını reforme etmek için bir tür planı olsa da, bu plan oldukça ilkel ve ayrıntılardan yoksun görünüyor.

Burada şunu belirtmek isterim ki, bugün Amerika'da yaşananlar, sağ ve sol siyasi güçlerin arasındaki çatışmaların tezahürlerinden biridir. Nitekim Avrupa’nın siyasi hayatı da on yılı aşkın bir süredir benzer bir çatışmaya tanıklık etmektedir. Trump'ın Amerika'da ikinci kez iktidara gelmesi, Amerikan siyasetindeki bu çatışmayı açıkça ortaya koymaktadır.

Şüphesiz Avrupa ve Amerika'da sol siyasi güçlerin iktidara gelmesi, toplumlar açısından varoluşsal bir tehdit oluşturmaktadır.Her türlü özgürlüğün artması toplumları öylesine yozlaştırdı ki, diğer pek çok sorunun yanı sıra, ucuz işgücü olarak sömürgeleştirdikleri ülkelerden daha fazla göçmen kabul etmek zorunda kalmalarına yol açan demografik bir sorunla karşı karşıya kaldılar.

Bu durum, kurtuluş ve bu soruna çözüm arayışında olan sıradan Batılının da gözünden kaçmıyor; zira sağcı popülist vizyonlar ve sloganlardan başka bir şey göremiyor.

Milliyetçi ve popülist partilerin yükselişi, ideolojik bir kriz yaşayan ülkelerde doğal ve kaçınılmaz bir durumdur.Sağa gelince; tutarlı bir eylem planı yoktur; çünkü gündemini uygulamak belirli Batı ülkelerindeki kamu ve hükümet kurumlarında ciddi değişimler gerektirmektedir.Sağcı bir siyasetçinin bunu yapacak ne gücü ne de zamanı vardır. Sağın başarısızlığını tanımlayan temel kusuru, Batı ülkelerinin mevcut gerilemesinin temel nedeni olan kapitalizm ve demokrasinin yeni bir versiyonu çerçevesinde çözüm arayışıdır.Bu ise Allahu Teala'nın Bakara suresinde zikrettiği hususa benzemektedir: يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا أَضَاء لَهُم مَّشَوْاْ فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواْ وَلَوْ شَاء اللهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ الله عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ(O esnada) şimşek sanki gözlerini çıkaracakmış gibi çakar, onlar için etrafı aydınlatınca orada birazcık yürürler, karanlık üzerlerine çökünce de oldukları yerde kalırlar. Allah dileseydi elbette onların kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.” [Bakara 20] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Radyosu İçin Yazdı
Fazıl Hamzaev - Ukrayna

Devamını oku...

Kapitalizm Ticaret Savaşıyla Kendi Kendini Yiyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Kapitalizm Ticaret Savaşıyla Kendi Kendini Yiyor!

Küreselleşme, hükümetlerin uluslararası ticaretin faydalarını vurgulamaya başladığı 1970'lere kadar tam olarak uygulanmamış, esas olarak teknoloji ve iletişimdeki birbirini izleyen gelişmelerden yararlanmış ve böylece hükümetler ekonomilerini, merkezi olarak planlanmış bir ekonomiden piyasa ekonomisine kaydırmışlardır; zira şirket içi reformlar, şirketlerin daha hızlı adapte olmalarını ve büyük teknolojik gelişmelerin yarattığı fırsatlardan yararlanmalarını sağlamıştır. Küreselleşmenin benimsenmesinin ardından, üretim sürecini fırsatlardan yararlanacak şekilde organize etmek için çok uluslu şirketler ortaya çıkmış, bu da işgücü ve sermayenin, daha düşük işçilik maliyetlerine sahip olan bölgelere giderek daha fazla göç etmesine yol açmıştır.

Yeni dünya düzeninin lokomotifi olan küreselleşme, yabancı yatırımlar ve ticaret engellerinin azaltılması yoluyla gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin gelişmekte olan ülkelerle entegrasyonu sayesinde yüksek oranlarda yükselmiş ve büyümüştür; bu ise, 1947 yılında imzalanan ve daha sonra Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) altında gelişen Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) kapsamında ortaya çıkmış ve böylece gümrük engelleri azaltılmış ve yerel olarak üretilen mallar için devlet sübvansiyonları sınırlandırılmıştır.

Uluslararası finans kuruluşları ve uluslararası ticaret anlaşmalarının şemsiyesi altında bol ucuz işgücü arayışındaki ulusötesi sermayenin arzusu, küresel pazara entegre olmaları ve gümrük tarifelerini düşürmeleri için yoksul ülkelere baskı yapmış ve onları özelleştirmeye kapı açmaya, yani sermayenin devlete ait şirketleri, özellikle de stratejik olanları satın almasına izin vermeye zorlamıştır.

Böylece engellerin ve bariyerlerin ortadan kalktığı ve çok uluslu şirketlerin çalışmalarının ve küresel üretim ve finansman ağlarının genişlediği küresel pazar ortaya çıkmıştır; zira IMF ekonomik küreselleşmeyi, uluslararası sermayenin ve teknolojinin dünya çapında hızla yayılmasının yanı sıra sınırlar ötesi mal ve hizmet işlemlerinin hacminin ve çeşitliliğinin artması gereken dünyadaki tüm ülkeler için büyüyen ekonomik iş birliği olarak görmüştür.

Bu küreselleşmenin en büyük destekçileri Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından temsil edilen uluslararası araçlardır; nitekim bu uluslararası araçlar, yoksul ülkeler pahasına paranın ve herhangi bir kapitalist grubun tahakkümünün bekası için çalışmış ve bu ülkelere felaketler ve krizler getirmiştir ki 1997'de Güney Asya'da (Asya Kaplanları) yaşanan mali kriz bunun en büyük tanığıdır.

Küreselleşme fikrinin tehlikesi, genel olarak doğunun tarihi ve medeniyetine karşı Batılı zihniyetten doğan bir fikir olan Batı ve medeniyetine odaklanması ve küreselleşme mefhumunun, ne olursa olsun diğer kültürleri yok eden Batılı yaklaşımında ısrar etmesidir; bu nedenle doğu bölgelerinden, Çin'in, Amerika ve Batı ile doğrudan bir çatışmaya girmeden uluslararası sistemin ekonomik yapısını değiştirme girişiminin belirtilerini gösteren bir tepki ortaya çıkmıştır.

Örneğin bunlardan bazılarını zikredelim:

● Çin'in bazı ticari işlemlerde Dolar yerine Yuanı benimsemesi; zira Yuanı, küresel para sepetinde bir rezerv para birimi haline getirmeye çalışıyor.

● Amerika (Yeni Delhi, Fucayra, Hayfa ve Avrupa) üzerinden çok daha kısa bir rota bulmaya çalışırken, kara ve deniz rotası olan Kuşak ve Yol projesi.

● Rekabetçi ve Batılı Amerika Birleşik Devletleri'nden bağımsız küresel bir internet ağının kurulması.

● Çin'in, Şanghay İşbirliği Örgütü ile iş birliği yaparak NATO'nun küresel genişlemesini sınırlayan, hatta onun önünde durma aşamasına gelebilecek bağımsız bir askeri ittifak oluşturma çabası.

Bugün devam etmekte olan ticaret savaşı sadece finansal bir anlaşmazlık değil, küresel ticaret piyasaları üzerinde kontrol ve ekonomik gücün yeniden dağılımı için bir çatışmadır; bu ise ticaretin küreselleşmesini, gelecekte etkilenen ülkelerin yakınlaşmasına yol açabilecek ve Avrupa pazarı, gelişmekte olan Asya pazarları ve diğerleri gibi alternatifler yaratabilecek şekilde etkileyecektir; bu da küreselleşmenin prensipte devam edeceği, ancak açık küresel ilişkiye dayalı önceki modelden farklı yeni şirketler ve çerçeveler kapsamında devam edeceği anlamına gelmektedir.

Ticaret savaşı, iki ya da daha fazla ülkenin, kendi yerel sanayilerini korumak ya da bazı siyasi ve ekonomik hedefleri gerçekleştirmek için diğer tarafa baskı yapmak amacıyla ithalatlarına kota ve diğer kısıtlamalar gibi gümrük tarifeleri ve gümrük dışı önlemler uygulamak suretiyle aralarında çıkan ekonomik anlaşmazlık olarak tanımlanmaktadır; bu durumda, kaybeden tarafı belirlemek zordur ve iki tarafın kazananı yoktur; çünkü her iki taraf da ithalat fiyatlarını yükseltmeye zorlamaktadır; bu da uluslararası ticarette gerilemeye ve finansal piyasalarda ve küresel büyümede aksamalara yol açmaktadır.

Bugün, ABD'nin ilk etapta Çin'e karşı bir ticaret savaşı ilan ettiğini görüyoruz, ancak dünyanın tüm ülkeleri bu savaştan emin değildir; zira Reuters'in bildirdiğine göre ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin ile ticaret savaşını tırmandırmasıyla petrol fiyatları düştü; bu da Brent ham petrol vadeli işlemlerinin %6 oranında 39 sent düşmesine yol açarak standart gösterge ham petrol kontratlarının %4 oranında bir düşüşle işlem görmesine neden oldu.

Trump, Çin'e uyguladığı gümrük tarifesini, önceki tarife yerine derhal %125'e çıkardı ve Çin de ABD'den ithal edilen ürünlere %125 ek gümrük vergisi uygulayacağını açıklayarak karşılık verdi ve Bip Jun Rong şöyle dedi: “IG çevrimiçi ticaret platformundaki piyasalar stratejisinin, petrol fiyatlarının son gümrük vergisi duraklamasının ardından geniş çaplı bir düşüş trendine devam ettiğini görebiliriz.” Çin'in bu tırmanışına, üretimi üzerinde sıkı bir kontrolün olduğu rafine edilmiş nadir madenlerin küresel ihracatı üzerinde genel kontrollerin uygulanması eşlik etmiştir.

Reuters, yazar Per Til Bayar'ın köşesinde, "Pekin’in, Trump'a Çin'in sonuna kadar savaşacağına dair söz verdiğini", aslında Çin-Amerikan gerginliğinin şimdi başladığını; çünkü Trump da selefleri ve halefleri gibi Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in imparatorluğunu dünyanın lider gücü haline getirme fırsatını engelleyemeyeceğini ifade ettiğini bildirdi.

Trump'ın bugün yaptığı, Çin'e boyun eğdirmek için bir ticaret savaşı olmasına rağmen, kendi dostlarını bir araya getiremediği gibi, aksine onları mağdur da etti; çünkü o, Amerikan pazarını tek taraflı kapatarak, Avrupa pazarını Çin ithalatına açıyor. Çin'deki üretim fazlasının oluşturduğu tehdidin, ABD gümrük tarifelerinin oluşturduğu tehditten daha ciddi olduğu, yani Amerika'ya ihraç edilmeyen ürünlerin alternatif pazarlar aradığı ve bu alternatifler arasında Avrupa pazarları da yer aldığı bilinmektedir. Bu da Avrupa'nın, küresel piyasaları çok düşük fiyatlarla dolduracak olan Çin mallarını alma döneminde olduğu anlamına gelmektedir; burada Çin mallarının girdiği herhangi bir bölgenin yerel ürünü için yıkıcı olan bir rekabet olacaktır; çünkü Çin, tüm dünyanın ihtiyaçlarını aşan bir fazlalık üretiyor.

Buradan, bu ticaret savaşının bedelini ödeyecek olanların sadece Amerika ya da Çin değil, bilakis Çin ürünleri için alternatif bir pazara dönüşmeleri halinde Avrupa ve dünyanın geri kalanın olacağı çıkarımında bulunabiliriz; böylece Çin ürünü, düşük fiyatlarına ayak uyduramadıklarından dolayı ithalatçı ülkelerdeki yerel endüstriler için ciddi bir tehdit haline gelecektir.

Öte yandan ABD ile İran arasında bir savaş patlak verdiğinde bu, sadece her iki tarafı da etkilemekle kalmayacak, bilakis enerji ticaretinde ve küresel tedarik zincirlerinde geniş çaplı huzursuzluklar yaşanacaktır; zira Hürmüz Boğazı ve Babülmendep Boğazı gibi hayati öneme sahip geçişler kapatılacak, bu da petrol fiyatlarında keskin bir yükselişe yol açacak ve nakliye maliyetlerini arttıracak, bu ise hem Çin'e hem de Avrupa'ya olumsuz yansıyacaktır; çünkü Çin en büyük petrol ve emtia (hammadde) ithalatçılarından biridir ve mallarının bu deniz boğazlarından akışına büyük ölçüde güvenmektedir; bu da tedarik zincirlerini aksatacak ve ticaret savaşıyla birlikte sanayi ve ticaret sektörlerini olumsuz etkileyecektir.

Avrupa’ya gelince; yakınlığına rağmen, öncelikle tedarik zincirleri, yüksek maliyetlerin yanı sıra artan talep ve düşük arzdan kaynaklanan petrol ve gaz fiyatlarındaki artıştan da etkilenecektir.

Tüm bu önlemler, dünyayı gölgeleyecek olan durgun enflasyona (stagflasyona) doğru gidişi hızlandıracak ve gerçekleşmesi halinde uluslararası durumu değiştirecek küresel bir mali çöküşe doğru daha hızlı bir yola sürüklenecektir. Böylece ülkeler, Amerika'nın dünya üzerindeki ekonomik pençesinden kurtulacak ve tek kutuplu bir dönem yerine çok kutuplu bir sürece gireceğiz; bu durum, Amerika'nın kontrolü kaybetmesine ve dünya üzerinde hegemonik bir devlet olmak yerine büyük bir devlete doğru yönelmesine neden olacaktır; nitekim bugün, ayıpları apaçık ortaya çıkmış ve güvenilirliklerinden geriye hiçbir şey kalmamış olan uluslararası araçlarının düşüşüne tanık oluyoruz.

Amerika'nın hegemonyasının çok yakında gerileyeceği gibi dünyaya liderlik etmeye devam etme kabiliyetinin de gerileyeceğine dair bazı belirtiler vardır ki bunlardan bazıları şunlardır:

Özellikle küresel ekonomik krizin patlak vermesinden bu yana ABD'nin liderliğine ve aynı zamanda tüm küresel siyasi dosyaları bencilce yönetmesine yönelik küresel güven kaybı.

Amerika'nın hegemonik durumunu pekiştirmek amacıyla dünya çapında çok sayıda savaş ve çatışmalara dahil olması, ABD'nin kararlarını reddedecek aşırı sağın ortaya çıkmasına yol açacaktır.

Trump'ın iktidara gelmesiyle birlikte mevcut siyasal sistemin bozulması nedeniyle Amerika'nın acısını çektiği iç sorunlar.

Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında giderek keskinleşen partizan bölünme ve bunların birbirlerini bitirmek için ticari baskı gücüne güvenmeleri.

Çin'in ekonomik yükselişi, yakın gelecekte ABD ekonomisi üzerinde baskı unsuru olacaktır.

Amerikan toplumunun dokusundaki ırksal ve toplumsal gerginliklerin, artan yaşam maliyeti, artan öğrenci ve kamu borcu gibi ekonomik sorunların büyümesiyle birlikte ortaya çıkması.

Ülkelerin ABD dolarına olan güveninin azalması, Dolar dışı para birimleriyle ticaret yapmaya başlanması halinde Amerika'nın ekonomik nüfuzuna olumsuz yansıması.

Küresel söylemde, Amerika'yı kabullenme ya da tek taraflı kutupluluk yerine çok kutupluluğa ve uluslararası adalete doğru yönelme çağrısında bulunan seslerin varlığı.

Bütün bunlar, ideoloji olarak Amerikan hegemonyasını yıkacak, yani artık dünyanın lider ülkesi olarak kabul edilmeyecektir.

Bugün dünyada yaşanan bu değişim, halkların kapitalist hegemonyaya uzun bir süre boyun eğmesinin ve ideoloji bakımından nefreti körükleyen ve insanlığa sefaleti miras bırakan kapitalizmin pisliğinin doğal bir sonucudur.

Bugün dünyanın tanık olduğu bu büyük değişimlerle birlikte, bu dünyanın akil insanlarının Amerikan hegemonyasından kurtulmak ve dünyaya liderlik edebilecek bir alternatif aramak için harekete geçmeleri önemlidir; kulları kula ibadet etmekten kulların Rabbine ibadet etmeye, dinlerin ve kapitalizmin zulmünden İslam'ın adaletine ve nuruna taşıyan Rabbani bir ideoloji olan İslam'dan başka kapitalizmin yerini alabilecek hiçbir ideoloji yoktur.

Ey İslam ehli: İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanların tamamı, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesini gerçekleştirmek ve artık zamanı gelmiş olan ve Allah'ın izniyle şafağı yaklaşan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için gece gündüz çalışırken sizlerin desteğini beklemektedirler. O halde Hilafet için çalışanlara yardım edin ve din ehlini desteklemek için gücü olan herkesi harekete geçirin ki Hilafeti ilk siretine geri döndürelim ve dünyaya dayatılan sıkıntılı hayattan kurtulmak ve Yüce Rabbimiz Subhanehu'yı razı etmek için çaba gösterelim.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى * قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَى وَقَدْ كُنتُ بَصِيراًVe kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim dar bir hayat vardır ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben, hakikaten görür idim der.” [Taha 124-125]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Nebil Abdulkerim

Devamını oku...

Küfür Tek Millettir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Küfür Tek Millettir!

Haber:

İngiliz Prensi Harry ve eşi Meghan geçtiğimiz günlerde "Archwell" Vakfı'nın, Amerika-Wisconsin eyaletine bağlı Milwaukee kentindeki "Müslüman Kadınlar İttifakı" lehine taahhüt ettiği mali desteği, derneğin Filistin'deki Yahudi politikalarına karşı çıkan başkanının şöyle dile getirdiği görüşleri nedeniyle geri çekmiştir: “Bizler çeşitliliği kutluyoruz, ancak nefret söylemine müsamaha gösteremeyiz.” Böylece derneğin başkanı tarafından yazılan ve kendi kalplerine göre derneğin dayandığı değerlerle çelişen makalelere atıfta bulunmuşlardır;zira orada, Yahudi varlığının politikasını eleştirmiş, işgali açık bir zulüm olarak nitelendirmiş ve Filistin'in nehirden denize kadar özgürleştirilmesini talep etmiştir.

Yorum:

İngiltere, her münasebette ve her durumda, fesadın ve mübarek Filistin topraklarını Yahudilere teslim etme komplosunun kaynağı olduğunu, Yahudileri destekleme politikasını sürdürdüğünü, tüm küfrün birbirlerini destekleyen tek bir millet olduğunu, İslam ve Müslümanlar hakkında bir ahit ve anlaşma gözetmediklerini, yardım ve imdat için olduğunu iddia ettikleri insani yardım dernekleri veya kuruluşlar şeklindeki hayırsever çalışmalarının, Müslümanlar için bir hayır olmayan kısa veya uzun vadeli hedefler için bir kılıftan başka bir şey olmadığını kanıtlamaktadır.

Bakın işte Kraliyet ailesine isyan eden, yasalarını reddeden ve bunu kendi seçme ve fikrini ifade etme hakkının meşru bir savunması olarak gören Prens Harry,bu iddiaları arkasına atmış ve derneğin başkanının kişisel görüşüne yanıt olarak finansmanı geri çekmiştir.

İslam beldeleri de dahil olmak üzere, dünyadaki cahil ve aptal insanların avurtlarını şişirerek dile getirdikleri ve inandıkları demokrasi, ifade ve fikir özgürlüğü hani nerede?! Sırf bu derneğin başkanının kişisel kanaatlerini reddetmek için bir hayır derneğini desteğini çekmenin neresinde insanlık var?!

Bu derneğin başkanı ve makalelerin yazarı Canan Necib, Gazze Şeridi'ne yönelik Yahudi soykırım savaşını destekleyen Siyonist grupları, savaşı kışkırtmakla ve Prens Harry ile eşinin İslami hayır kuruluşuna destek sağlayan "Archewell" Vakfı'ndan fon çekilmesiyle suçlamıştır. Nitekim kardeşi de, gamalı haç ve Davut Yıldızı'nın anti-semitik olduğu düşünülen bir ifadeyle bir araya getirildiği bir duvar resmi çizmişti ve bu da Yahudi toplum liderlerinin öfkelenmesine yol açmıştı.

Nitekim Canan Necib, El Cezire Mubaşir'e verdiği röportajda, "Milwaukee Journal Sentinel'de" Gazze Şeridi'ndeki Yahudi savaşını kınayan bir makale yazdıktan sonra derneğinin fonunun geri çekildiği haberini nasıl aldığının ayrıntılarını ortaya çıkardı. Yaşananların, Gazze'de yaşananlara ilişkin anlatıyı zorbalıkla sindirme ve kontrol etme girişimi olmasının yanı sıra insanların hikayenin Filistin tarafını anlamasını engellemeye yönelik olduğu eklemesinde bulunmuştur. Bunun ifade özgürlüğü olduğunu, yazdığı her kelimenin arkasında durduğunu ve yazdıklarından dolayı da özür dilemeyeceğini vurguladı.Fon kesintisi haberinin ardından derneğinin, "Archwheel'in" bir yıllık fonunu aşan sayıda bağış aldığını açıklayarak, bağışların ABD'nin her yerinden ve yurtdışından geldiğine dikkat çekti.

Bu, Batı'nın İslam'a ve Müslümanlara karşı düşmanlığının buzdağının görünen kısmı olup demokrasinin kusurlarına ve kapitalist ideolojinin, çıkar, menfaat ve insanlıkla hiçbir ilgisi olmayan zalim ve haddi aşan olsa bile güçlünün desteklenmesine dayalı mefhumlarına dair bir örnektir. Tıpkı Rabu’l İzzet’in şöyle buyurduğu gibi: وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [Bakara 120]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Gazze Hakkında Cihat Fetvası: Müslüman Alimler Konuşuyor, Rejimler Bocalıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze Hakkında Cihat Fetvası: Müslüman Alimler Konuşuyor, Rejimler Bocalıyor!

Haber:

Mart 2025'te Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği, Müslümanların Gazze'yi kurtarmak için cihat etmelerini zorunlu kılan resmi bir fetva yayınladı.Fetva, bireyleri ve devletleri Filistinlilere askeri, mali ve siyasi destek sağlamaya çağırmakta ve İslam beldelerini, gaspçı Yahudi varlığıyla bağlarını kesmeye ve Ekim 2023'ten bu yana Gazze'de devam eden ve büyük can kaybı, kuşatma ve temel altyapının tahrip edilmesiyle sonuçlanan soykırıma karşı kararlı önlemler almaya teşvik etmektedir.Fetvanın kararlı duruşuna rağmen, Malezya da dahil olmak üzere rejimlerin tepkisi, büyük ölçüde temkinli, kınamalar ve insani yardımlarla sınırlı olmuştur; kısacası ılımlı olmuştur.

Yorum:

Fetva, İslami hükümlerin kesin bir şekilde teyit edilmesini yansıtmakta ve cihadın bir aşırılık değil, aksine mazlum Müslümanları savunmanın farz olduğunu vurgulamaktadır.Ayrıca özellikle sakinleri kendilerini savunamayacak durumdayken Gazze'yi korumanın, İslam'dan kaynaklanan köklü dini bir farz olduğunu vurgulamaktadır.Ancak Müslüman ülkelerdeki mevcut rejimlerden gelen ılımlı tepki derin bir üzüntü kaynağı olmuştur.Zira fetvaya rağmen, İslam beldelerinin liderleri, diplomatik açıklamaların ötesinde herhangi bir adım atmaktan büyük ölçüde kaçınmışlardır.Örneğin Malezya da Filistin'e verdiği geleneksel desteğe rağmen, fetvada geçen katı tedbirleri almaksızın kendisini yardımlar ve destekle sınırlamıştır.Görünen o ki jeopolitik sonuçlardan duyulan korku ve dahili ihtiyat, dini vacibin önüne geçmek olup Müslüman liderlerin çoğuna isabet eden siyasi felci ortaya çıkarmaktadır.

Buna karşılık Müslüman ülkedeki sivil kurumlar, sivil toplum örgütleri ve bağımsız akademisyenler, fetvanın ruhunu benimsemişlerdir. Zira Malezya'dan İslam beldelerine kadar Gazze'ye yönelik halk desteği güçlü ve sarsılmaz bir şekilde devam etmiş ve siyasi eylem, boykot ve daha fazla dayanışma çağrıları fetvanın kitleler arasında yarattığı derin yankıyı yansıtmıştır.

Fetvanın kendisi, açıkça Hilafetin kurulması çağrısında bulunmasa da, İslam beldelerindeki mevcut bölünmenin temel zayıflığını ortaya koymaktadır.Daha önce Hilafetin sağladığı birleştirici liderlik olmaksızın, ümmetin kitlesel iradesi parçalanmış ve etkisiz kalmıştır. Fetva dolaylı olarak, mazlumları savunmak için ümmetin gücünü harekete geçirebilecek siyasi bir yapıya duyulan acil ihtiyaca işaret etmektedir.Fetva özünde Gazze için bir eylem çağrısından bulunmaktan daha fazlasıdır; zira ümmetin bölünmüşlüğünü ve cesur ve birleştirici bir liderliğe duyulan acil ihtiyacı yansıtan bir aynadır.Sistemler bocalarken, ümmetin kalbi canlı olarak kalmaya devam etmekte ve adalete, dayanışmaya ve şerî görevlerini yerine getirebilecek liderliğe özlem duymaktadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Muhammed-Malezya

Devamını oku...

Savaşa Gitmezsen Bu, Savaşın Sana Geleceği Anlamına Gelmektedir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Savaşa Gitmezsen Bu, Savaşın Sana Geleceği Anlamına Gelmektedir!

Haber:

Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkiler, tartışmalı Himalaya dağlarındaki Cammu ve Keşmir'de meydana gelen ve yirmiden fazla turistin ölümüne yol açan ölümcül saldırının ardından kötüleşti. (CNN)

Yorum:

Saldırıda 26 turist hayatını kaybetmiş ve Hindistan derhal Pakistan'ı bölgedeki terörist grupları desteklemekle suçlamıştır. Ayrıca Hindistan, ana sınır kapısının kapatıldığını, İndus Su Anlaşmasının askıya alındığını ve diplomatların sınır dışı edildiğini duyurmuştur. Buna karşılık Pakistan, Hintlilere yönelik tüm vizeleri askıya almış, bazı diplomatlarının sınır dışı edilmesini emretmiş ve hava sahasını Hint uçuşlarına kapatmıştır. Tüm bu önlemler, insanların nefislerinde savaş korkusu ve güvenlik tehdidi aşılamaya yönelik bir girişimdir.

Geçtiğimiz 18 ay boyunca dünya Filistin'de çok sayıda katliam operasyonlarına tanık olmuş ve uluslararası kuruluşların sessizliği, insanların bu kuruluşların güvenilirliği konusunda düşünmelerine yol açmıştır. Tüm bu çatışmalar, gelecek yıllara yönelik yanlış kararlarını korumaya hırs gösteren bu kuruluşların yapımcılarından kaynaklanmaktadır. Keşmir, Hint alt kıtasının ayrılmasından bu yana iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine yol açan bir konu olmuştur. İki ülke, her biri üzerinde tam egemenlik talep ettikleri ancak sadece kısmen kontrol ettikleri, çoğunluğu Müslüman olan bu bölge için iki kez savaşa girmiştir. Soru şudur; her iki ülke de 75 yıldır kötü yönetim ve kaynakların adaletsiz dağılımına ilişkin bir geçmişe sahipken, neden başka bir sorumluluk için kavga ediyorlar ki? Cevap, su ve kaynaklardır. Bu kez savaş patlak verirse bu, su ya da toprak için değil, Keşmir'den Gazze'nin nihai olarak ele geçirilmesine kadar İslam ümmetinin güvenliği için olacaktır. Aslında Hindistan'ın Pakistan'ı tehdit etme cüreti, Pakistan ordusunun Yahudiler tarafından işlenen vahşete karşı sessiz tepki vermesinden kaynaklanıyor. 2023 Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi raporuna göre, dünyadaki tüm yoksulların üçte birinden fazlası, yani yaklaşık 389 milyon kişi Güney Asya'da yaşıyor. Hindistan, aşırı yoksulluktaki artışın yaklaşık %70'ini oluşturarak bu sayıya önemli ölçüde katkıda bulunurken, Pakistan'daki yoksulluk 2024 yılında yüzde yedi puan artarak ortalama %25,3'e ulaşmıştır.

İslami yönetim sırasında Hint alt kıtası dünya ekonomisinin %23'ünü oluştururken, Aurangzeb Alamgir döneminde bu rakam %27'ye yükselmişti. Tüm sakinlere, dinleri, ırkları veya kökenleri ne olursa olsun, İslam şeriatının hükümlerine göre özen ve adaletle muamele edilmiştir. Bu yüzden İngilizler, dine dayalı nefreti oluşturmak için ciddi ve kötü niyetli bir şekilde çalışmak zorunda kalmıştır. 1857 Savaşı Hindu-Müslüman birliğinin en bariz bir örneğidir; zira her ikisi de İngiliz yönetimine karşı ortak bir kurtuluş savaşı vermiştir. Sömürge dönemindeki toprak ve kaynakları paylaşmaya dayalı vahşi oyun, zamanla daha da vahşileşmiştir. Keşmir üzerindeki çatışma artık halkın refahıyla ilgili değil, bilakis ilk kez 1850'lerde İngilizlerin kapsamlı kanal sistemleri kurmasıyla sömürülen kaynakları kontrol etmek için bir çatışmadır. İngilizler, alt kıtayı sömürgeleştirirken barajlar inşa ederek ve doğal akışlarını değiştirerek bölgenin nehirlerini yeniden şekillendirdiler. Hindistan'ın 1947'deki bağımsızlığından sonra bile, birbirini izleyen hükümetler bu sömürgeci politikaları sürdürerek barajlar ve kanallar ağını genişletmiş ve bu da sonunda dünyanın beşinci büyük deltası olan İndus Deltası'nın bozulmasına yol açmıştır.

ABD'nin bölgedeki stratejisi, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları Hindistan lehine çözmeyi ve Pakistan'ın rolünü etkin bir şekilde zayıflatmayı hedeflemektedir. Bu yaklaşım, Hindistan'ı, Çin'i dengeleyen ve Pakistan'da olası bir Hilafetin canlanmasını önleyen egemen bölgesel bir güç olarak yükseltmeyi amaçlamaktadır. Amerika ve müttefikleri, İslam ümmetinin saflarının birleşmesini zorlaştıracak stratejik bir durum yaratmak için sürekli çalışmaktadır. Bunu ise İslam'ın hükmüne aykırı olan planlarından emin oldukları için yapıyorlar. O halde İslam ülkelerindeki yetkililer, Allah Azze ve Celle'nin planı konusunda neden tereddüt ediyorlar?وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Müslüman ordusunun sorumluluğu, Allah'ın ordusu olarak gücünü pekiştirmek ve Allah'ın hükmünü yeniden tesis etmektir; zira kaynakların adil bir şekilde dağıtılmasını sağlayacak ve dünyaya, dünyayı susuz bırakanın su eksikliği değil, iktidardakilerin açgözlülüğü olduğunu gösterecek olan sadece Raşidi Hilafettir. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ثَلاَثٌ لاَ يُمْنَعْنَ الْمَاءُ وَالْكَلأُ وَالنَّارُ Üç şey men edilmez; su, ateş ve mera.

Keşmir halkı da tıpkı Filistin halkı gibi çok uzun süredir zulme maruz kalmaktadır. Dünya yeni türden vahşetlere tanık olmaktadır; zira modern gelişmeler, silahsız insanlar ile müttefikler tarafından sağlanan ve İslam beldelerindeki mevcut rejimler tarafından sessizce onaylanan en son ekipmanlarla donatılmış şeytanın ordusu arasındaki savaşların dehşetini tüm insanların görmesini ve duymasını sağlamıştır. Artık Pakistan ordusunun Hindistan'a gereken cevabı vermesinin ve ardından da Gazze'ye doğru hareket etmesinin zamanı gelmiştir. O halde daha ne bekliyorsunuz? Haydi Hilafeti kurun. Sizler savaştan kaçıyorsunuz ama şimdi savaş kapınızı çalıyor; bu yüzden sakın sırtınızı dönmeyin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ahlak Cihan

Devamını oku...

Allah’ın Lütfu ve Kudretiyle Nübüvvet Metodu Üzere Hilafet Mutlaka Kurulacaktır Zira Hilafet, Netanyahu ve Münafıklar Hoşlanmasa da Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın Vaadi, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Müjdesidir

  • Kategori Filistin
  •   |  

Allah düşmanı Netanyahu, yürüttüğü savaşın Gazze’den, Mısır ve Ürdün’den hatta Akdeniz kıyılarından çok daha öteye uzandığını, kuzeyde Türkiye’ye, batıda Fas’a kadar ulaşıp tüm İslam ülkelerinin kalbini kadar sızdığını açıkça itiraf etmektedir. Netanyahu, 21 Nisan 2025 Pazartesi günü yaptığı açıklamada, “Birkaç kilometre ötemizde Akdeniz kıyılarında bir halifelik kurulmasına izin vermeyeceğiz.” dedi.

Netanyahu, cihat, dini kardeşliği, sınırların açılması ve tahtların alaşağı edilmesi gibi çağrılarda bulunan İslam ümmetinin, yöneticilerin tahtlarını uçurumun kenarına sürüklediğini, orduların da onları dipsiz bir kuyuya atmasına ramak kaldığını gayet iyi biliyor. Ardından kurulacak Hilafet, İsrailoğulları’nın inşa ettiği her şeyi yerle bir edecek, Batı ve uşaklarını Müslüman ülkelerinden söküp atacak hatta peşlerine düşecektir. Arkalarına bakmadan kaçacaklar, kaçarken bile onları Allah’tan koruyacak kimse bulamayacaklardır. İşte Netanyahu’yu ve onun gibilerini esir alan bu korku, onu “Akdeniz kıyılarında herhangi bir halifeliğin kurulmasına asla izin vermeyeceğiz” demeye sevk etmiştir.

Netanyahu ve Yahudilerin, savunmasız çocukları katlederken, Gazze halkının üzerine bomba yağdırırken, onları topyekûn açlığa mahkûm ederken duydukları gurur ve kibir, psikolojik olarak patolojik bir üstünlük duygusunun bir tezahürüdür. Kendilerini Ad kavmi gibi dev biri sanıyorlar, oysa zerre parçacıklarından bile daha küçüktürler, Hilafet’in kurulmasını engelleyemeyecek kadar zayıf ve önemsizdirler. Ümmet, 7 Ekim 2023 tarihinde onların ne kadar büyük olduklarına yakinen tanık oldu. Zaten Allah da önceden onlar hakkında bizi haberdar etmişti.

وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ“Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.” [Ali İmran 111]

Batı ve yönetici dostları, Gazze’de işledikleri katliam ve uyguladıkları ablukayla, halklara yaptıkları zulümlerle, cihat ve sınırların açılması çağrısı yapanları kovuşturmakla, yöneticilerin destek ve sadakat ilanlarıyla, “Önce Ürdün”, “Önce Mısır” gibi çirkin sloganlarla, yaydıkları korku ve karamsarlıkla ümmeti dinini hâkim kılma projesinden alıkoyabileceklerini sandılar. Oysa bu yaptıklarıyla uyuyan devi uyandırdıklarını, İslam ümmetinde cihat ruhunu ve tek ümmet bilincini canlandırdıklarını, ümmeti adeta Hilafete doğru ittiklerini bilmiyorlar.

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ أَكَابِرَ مُجْرِمِيهَا لِيَمْكُرُوا فِيهَا وَمَا يَمْكُرُونَ إِلَّا بِأَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ“İşte böyle; her kentin günahkârlarını oranın büyükleri haline getiririz ki tuzaklar kursunlar. Aslında tuzakları kendilerine kurarlar ama farkında olmazlar.” [Enam 123]

Ey Müslüman ülkelerinin subayları ve genelkurmay başkanları! Aranızda, Netanyahu’ya haddini bildirecek ve ona “İstesen de istemesen de Hilafet kurulacak! Hilafet kurulacak ve Mescid-i Aksa’yı Yahudilerin pisliğinden temizleyeceğiz!” diyecek bir kimse yok mu?! İçinizde Allah ve Rasûlü’ne yardım etmek için Allah ve Rasûlü aşkıyla yanıp tutuşan bir kimse yok mu?!

Ey Müslümanlar! İslam ümmeti şüphesiz ki tek bir ümmettir. Allah’ın izniyle Nübüvvet metodu üzere bir Raşidi Hilafet bu ümmeti yeniden bir araya getirecektir. Allah da bu ümmetin suçlularına ve kafirlerine korktukları şeyi mutlaka gösterecektir. Ümmet, kendisinde ufacık bir korku hissetse de bugün Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadine hiç olmadığı kadar daha yakındır. Hiçbir küresel güç, Hilafetin doğuşunu durduramayacak, karşısında direnemeyecek, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadi ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan Hilafetin kurulmasına engel olamayacaktır.

فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ إِلَّا مِثْلَ أَيَّامِ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْ قُلْ فَانْتَظِرُوا إِنِّي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرِينَ * ثُمَّ نُنَجِّي رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ حَقّاً عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِنِينَ“Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş toplumların (acıklı) günlerinin benzerlerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: Haydi bekleyin! Şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim. Biz, sonra peygamberlerimizi ve aynı şekilde iman edenleri kurtarırız. İnananları üzerimize bir borç olarak kurtaracağız.” [Yunus 102-103]

Devamını oku...

Hilafet, Yahudiler, Müttefikleri ve İşbirlikçileri Hoşlanmasa da Akdeniz Kıyılarında ve İslam Dünyasının Kalbi Şam’da Mutlaka Kurulacaktır

  • Kategori Lübnan
  •   |  

21 Nisan 2025 Pazartesi günü çeşitli basın organlarına göre, ‘İsrail’in Yafa kentinde bir anma töreninde konuşan mücrim Yahudi varlığı başbakanı Binyamin Netanyahu, “Birkaç kilometre ötemizde Akdeniz kıyılarında bir halifelik kurulmasına izin vermeyeceğiz. Yemen’le sınırlı kalmayacağız, Lübnan ve diğer cepheler de nasibini alacak. Ortadoğu’nun çehresini değiştireceğimizi defalarca tekrarladım ve şu anda da bunu yapıyoruz. Gazze, Lübnan ve Suriye’de İran eksenine büyük darbe vurduk. Düşmanımızı iyi tanıyoruz. Ne burada ne de Lübnan’da bir hilafet devletinin kurulmasını asla kabul etmeyeceğiz. İsrail’in bekasını garanti altına almak için elimizden geleni yapacağız.” dedi.

Kâfir Yahudi ve Hristiyanların yüz yılı aşkın bir süredir özellikle de Hilafet Devletinin yıkılışından beri yaptıkları bu tür açıklamalar aslında yeni bir şey değil. Endonezya’dan Fas’a uzanan bir İslam Hilafetinin yeniden doğuşundan duydukları korkuyu ifade etmektedir... Ancak böyle bir açıklamanın, ümmetin, o aklı kıt suçlunun “Akdeniz kıyıları” diye ifade ettiği Şam toprakları başta olmak üzere Müslüman ülkelerde zorlu bir doğum sancısı çektiği bir zamanda gelmesi, Yahudilerin ve arkasındakilerin bu çatışmanın hakikatini ve doğum sancısının mahiyetini kavradıklarının apaçık bir göstergesidir; Allah’ın izniyle beklenen bu doğum sancısı, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetin geçireceği siyasi evreleri tasvir ederken müjdelediği ve sonunun misk kokusuyla tamamlanacağını haber verdiği Nübüvvet metodu üzere ikinci Hilafetten başkası değildir. Nitekim Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ نُبُوَّةٍ، ثُمَّ سَكَتَ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra sustu.” Şu hâlde, içinde yaşadığımız ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in aynı hadiste “ceberut saltanat” olarak tanımladığı bu yönetimden sonra alimlerin ittifakıyla gelecek olan tek şey Hilafettir...

İnsanlar, Netanyahu’nun bu sözleri güç ve zafer edasıyla söylediği izlenimine kapılabilir. Ancak işin aslını bilen biri, onun bu sözlerinin kalbinin derinlerinde hissettiği ve kalbini çepeçevre saran Hilafet paranoyasından ve korkusundan kaynaklandığını açıkça görür. Netanyahu, Yaradan’ından başka kimseye boyun eğen İslam ümmetine yönelik tehditler savurduğu bu açıklamasıyla aslında Batılı güçlere ‘Bölgede yeniden bir Hilafet devletinin kurulmasını engelleme misyonunu sizin adınıza ben yürütüyorum’ mesajı vermektedir. Zafer ve güç edasında bulunsa da İslam ümmetinin onun önünde asla boyun eğmeyeceğinin ve İslam ümmetini asla yenemeyeceğinin farkındadır. Bu ümmetin öncüsü ve başı, Şam, Kudüs, çevresi ve Gazze halkıdır, sonu ise en ücra köşede yaşayan Müslümanlardır... Eğer tek başına Gazze bile bu ucube varlığı ve arkasındaki tüm kafir ve işbirlikçi devletleri âciz bırakabiliyorsa, bayrağı taşımak, onların yüzlerini kara çıkarmak ve Allah’ın vaat ettiği zaferi gerçekleştirmek için yanıp tutuşan koskoca bir ümmetin neler yapabileceğini düşünebiliyor musunuz?

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً “İki vaatten ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.” [İsra 7] Onun “Birkaç kilometre ötemizde Akdeniz kıyılarında bir halifelik kurulmasına izin vermeyeceğiz” açıklaması, aslında coğrafi sınırlarla çerçevelenemeyecek bir ümmet projesini anlamadığını gösteriyor. Zira Hilafet, yalnızca bölge halklarının değil, tüm İslam ümmetinin ortak talebidir! Tek bir Müslüman ülkesinde İslami Hilafet taraftarlarının iktidara gelmesi, bu fikrin tüm İslam coğrafyasında hızla yayılması için yeterli bir kıvılcım olacaktır. Bu pislik herif, bu denli bir korku ve paranoya içinde yaşıyorsa, nasıl olur da başkalarını korkutabiliyor ve tehdit edebiliyor?!

Ey Müslümanlar! Akdeniz’in serin rüzgârlarını taşıyan Lübnan kıyılarından size sesleniyoruz:

Şüphesiz ümmet, dört gözle kalpleri imanla, kolları güçle yoğrulmuş temiz kimselerden, Allah’ın dinine yardım etmelerini, bu yöneticileri tahtlarından indirmelerini ve yeryüzünde Allah’ın yönetimini kurmalarını beklemektedir... Eğer bu yöneticilerde, ümmetlerine karşı zerre kadar bir düşkünlük, kendilerini ve ailelerini yaklaşan halk fırtınasından koruma arzusu olsaydı, hiç durmaz mazlumların safında yerlerini alırlardı. Ama gel gör ki aralarında aklı başında bir tane adam bile yok!

Ey Mısır’ın imanlı yiğitleri! Ey yeryüzünün en hayırlı ordusu! Ey Ürdün’ün kahraman yiğitleri! Ey Yahudilere gücün acısını tattıran Kerame’nin aslanları! Ey Fatih Sultan Mehmet ve Sultan Abdülhamid Türkiye’sinin askerleri! Ey daha düne kadar gür bir seda ile “Her şey Allah için, her şey Allah için!” diye haykıran Şam’ın yiğit mücahitleri!

İşte bakın, düşmanınız, Allah Azze ve Celle’nin asla yalan olmayan vaadinden ve Peygamberiniz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan hilafetten gerçekten korktuğunu açıkça ifade ediyor! O halde mümin kulları müjdele...! Ey yürekleri temiz, niyetleri halis subaylar ve askerler! Üzerinize düşeni yapın, Allah’ın yardımcıları olun ve Hilafeti kurmak için çalışanlara katılın...! Düşmanınız, sizin en iyi, kendisinin ise en güçsüz durumda olduğunun farkındadır. Peki ya siz, bunun bilincinde misiniz? Özellikle Mısır ve Ürdün’de olmak üzere düşman size hamlesini yapmadan önce siz ona hamlenizi yapın. Dininizi ve ümmetinizi savunmak için hemen harekete geçin! Allah’ın izniyle buna muktedirsiniz. Hadi Allah’ın sevdiği ve hoşuna gittiği amelleri yapın...! Şüphesiz ümmet, yürek çırpıntısıyla büyük bir anı gözlemektedir. Allah’ın hükmünü tesis etmek için çalışanlar da tıpkı Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in içeride İslam Devletini kurmak, dışarıya ise İslam’ı davet ve cihat yoluyla yaymak için harekete geçtiği gibi İslam Devletinden sonra harekete geçmek üzere hazır ve nazır beklemektedirler... İşte bu, işleri düzeltecek olan, Müslümanların da dünyadaki tüm gayrimüslimlerin de durumlarını ıslah edecek olan dosdoğru yoldur... İşte böylece, doğru yola iletmek yalnızca Allah’a mahsustur. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de Salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER