Pazartesi, 23 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Mübarek İydü’l Fıtr Tebriki

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, tüm İslam ümmetinin Ramazan Bayramı’nı en içten duygularla kutluyoruz. Yüce Allah’tan, oruçlarımızı, namazlarımızı ve Salih amellerimizi kabul buyurmasını niyaz ediyoruz. Bir dahaki bayrama ümmetin birlik ve bütünlük içinde Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet gölgesinde Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Ukab sancağı altında kavuşmasını temenni ediyoruz.

Bayram sevinç demektir, ama sevincimiz eksik. Çünkü Sudan hâlâ bu uğursuz savaşın pençesinde. İnsanlarımız ya komşu küçük devletlerde istenmeyen mülteciler konumunda, ya da kendi ülkelerinde yerinden yurdundan olmuş durumda.

Hartum’daki savaş sona ermiş olsa da, Sudan’ın diğer şehirleri hâlâ alev alev yanıyor. Oradaki insanlar, korkunun, açlığın ve neyle karşılaşacaklarını bilememenin kıskacında bir hayat yaşıyor. Nasıl bayram sevincimiz tam olsun ki? Gazze’deki kardeşlerimiz, Yahudi savaş uçaklarının taşı, toprağı, çocukları, kadınları ve ihtiyarları paramparça ettiği korkunç bir felaketin içinde yaşıyorlar. Müslüman ülkelerin zararlı yöneticileri ise onları terk etmiş durumda. Ordularını harekete geçirip onlara yardıma koşacaklarına, şehitler ve yaralılar sayısı arttıkça sadece kınama ve açıklamalarla yetiniyorlar. İçlerinden en aklı başında olanları ise, kamuoyuna kınama mesajları yayınlayıp perde arkasında ihanet ediyorlar! Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar! Şarktan garba kadar tüm İslam ümmeti, Gazze’deki kardeşlerini yardımsız bıraktı! Bedeninin bir parçası kan revan içinde kıvranırken, gereken desteği vermekten aciz kaldı. Rabbimiz, Gazze’deki mazlum kardeşlerimize karşı bu duyarsızlığımızın mutlaka hesabını soracaktır!

Ey İslam ümmeti! İnsanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet olduğunu unutma! Zalim, korkak liderlere dur de, Filistin’i ve işgal altındaki tüm İslam topraklarını özgürleştirmek için çalış. Unutma ki bu kurtuluş, ancak İslam’ın otoritesi olan Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet ile mümkündür. Bu zillet ve perişanlıktan kurtuluşumuzun yegâne yolu Hilafettir! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ“Eğer siz Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” [Muhammed 7]

Rabbimize daha da yaklaşacağınız nice bayramlar diliyoruz. Bayramınız mübarek olsun.

Devamını oku...

Gazze Halkına Yardım Etmek, Bazı Müslümanlara Değil, Tüm Müslümanlara Farzdır!

Afganistan Arapça TV, 24 Mart 2025’te dikkat çeken bir açıklamaya yer verdi. Mevlevi Abdülhak Hamad tarafından okunan ve ‘Arap Yöneticilere Afganistan’dan Mesaj’ başlığını taşıyan metinde, Arap dünyasının Gazze’de yaşananlara karşı duyarsızlığı ve Yahudi varlığı ile aynı safta yer almaları sert bir dille eleştirildi Abdülhak Hamad, şu çağrıda bulundu: “Ey Arap yöneticiler! Başkalarının dünyası için kendi dininizi sattınız!

Hem Allah hem de düşmanınızı dost edindiniz, çocuk katilleri ve toprak gaspçılarıyla barış serabının peşine düştünüz. Kendiniz hakkında Allah’tan korkun! Ümmetiniz ve dininiz hakkında Allah’tan korkun. Akıl ve izan sahibiyseniz, hakka geri dönün. Hakkın cephesine katılın. Bilmiyor musunuz ki Allah düşmanına verdiğiniz her kuruş, Gazze’ye yağan bombaların yakıtı oluyor!

Petrolünüzün artık Siyonist tankların damarlarında dolaşan kana dönüştüğünü görmüyor musunuz? Ey Arap yöneticiler! İki milyar Müslüman sizin suskunluğunuza öfkeli. Bu sessizlik karşısında yükselen öfke, belki de Allah’ın size olan gazabının yeryüzündeki yankısıdır Allah korusun! Ümmetin önderleri olmanız gerekirdi, ama sizin döneminizde ümmet eşi görülmemiş bir zillete duçar oldu! Gazze’nin kadın ve çocukları sizin için Siyonistlerden daha mı tehlikeli ki, düşmanınızı mazlum kardeşlerinize tercih ediyorsunuz?! Gazze kan revan içinde, sizse kapıları kapatıp yiğitlerin yardıma koşmasını engelliyorsunuz! Bu zorbalığın durdurulmasına gücünüz yetmiyorsa bari sınırları açın da özgür ruhlar vazifelerini yerine getirsin! Gazze’nin kadınlarının, çocuklarının feryadını duymuyor musunuz? Allah’ın Gazze’de olup biten her şeyi işittiğine ve kaydettiğine, kıyamet günü hepsinden hesap soracağına inanmıyor musunuz? Öyleyse ne diye gaflet uykusundan uyanıp kardeşlerinizin yardımına koşmuyorsunuz? Bu caninin her geçen gün vahşetini artırdığını, kuduz bir köpek gibi her yerde havlayarak sizin liderliğinize meydan okuduğunu görmüyor musunuz? Ey ümmetin liderleri, daha neyi bekliyorsunuz?!”

Bu mesaja yanıt olarak diyoruz ki: Ey kardeşimiz Abdülhak! Bu yöneticilerin, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sahih hadiste haber verdiği “ruveybidalar” olduklarını her Müslümanın bildiği gibi sen de çok iyi biliyorsun.

سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتُ؛ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ، وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الْأَمِينُ، وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ» قِيلَ: وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ؟ قَالَ: «الرَّجُلُ التَّافِهُ فِي أَمْرِ الْعَامَّ “İnsanlar üzerine öyle hayırsız yıllar gelir ki o zamanda yalancı doğrulanır, doğru yalanlanır, haine güvenilir, emin kimseye güvenilmez! O zamanda Ruveybida konuşur’ buyurdu. Ruveybida nedir? Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, “Sefih kimse genelin işi hakkında konuşur” buyurdu.” [İbn Mace] Bu yöneticiler küfürle hükmediyorlar, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık besliyorlar. Onlar Batı’nın ajanlarıdır ve tek görevleri İslam’a zarar vermek, Müslümanları ezmek, sömürgeci kâfir ve Yahudi varlığının çıkarlarına hizmet etmektir Dolayısıyla bu hainlerden medet ummak boşunadır. Ancak bu çağrı, onları devirmek için ümmete onları ifşa etmek ve Rabbimize bir mazeret sunmak içinse, o zaman anlamlı ve hikmetli olur. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَإِذَ قَالَتْ أُمَّةٌ مِّنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْماً اللهُ مُهْلِكُهُمْ أَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَاباً شَدِيداً قَالُواْ مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ “İçlerinden bir topluluk, “Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla cezalandıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz sanki!” deyince onlar, “Rabbiniz katında bir mazeretimiz olsun diye; bir de sakınıp çekinirler ümidiyle” şeklinde cevap verdiler.” [Araf 164]

Mübarek Toprak Filistin haraci arazidir, tüm İslam ümmetinin ortak malıdır. Bu topraklar sadece Filistinlilere değil, tüm Müslümanlara aittir. Öyleyse nasıl olur da bu kutsal sorumluluk, korkak, ihanet içindeki işbirlikçi yöneticilere terk edilebilir? Filistin, Arabıyla Acemiyle yakınıyla uzağıyla tartışmasız tüm İslam ümmetinin meselesidir. Nasıl ki Haremeyn (Mekke ve Medine) Suud hanedanının tapulu malı değil de tüm ümmetin ortak değeriyse; Mescid-i Aksâ da kimsenin mülkü ya da vesayeti altında değildir. O, dünyadaki her Müslümanın ortak sorumluluğudur.

Ey Abdülhak kardeşim! Gazze halkına gönderdiğin mesajında şöyle dedin: “Bilin ki yalnız değilsiniz. Afganistan’daki kardeşleriniz tek yürek olarak sizlerle beraberdir. Sizi unutmadık, dualarımızdan hiç eksik etmedik. Attığınız her adımda, geçtiğiniz her vadide, sığındığınız her siperde biz de kalplerimiz, ruhlarımız ve dillerimizle sizinle birlikteydik. Bahanelerle kapana kısıldık ve sınırlarla kısıtlandık, ama dualarımız gecenin karanlığında saplanan oklar gibi oldu” Peki kardeşlerinin acısını paylaşman ve onlar için dua etmen, Yahudilerin bombalarına maruz kalan o insanlara gerçek bir yardım sağlar mı? Enkaz altında can verenler için duyduğun acı ve döktüğün gözyaşlarının ne faydası var ki? Yahudi katliamlarını protesto için Batı sokaklarını dolduran, üzüntülerini dile getirip kınayan milyonlardan ne farkın kaldı senin? Gazze’deki kardeşlerimizin yardımına koşmak gibi bir konuda sadece dua etmek, Allah’a güvenmek değil, sorumluluktan kaçmaktır! Unutmayın ki Allah zaferin sebeplerine sarılmayı farz kılmıştır. Nitekim Şa’bî şöyle demiştir: “Duana biraz da katran ekle!”

Ey Abdülhak kardeşim! ‘Bizi mazeretler hapsetti, sınırlar zincire vurdu’ sözüne gelince, acaba bu mazeretin, ‘Kardeşlerinize yardım etmekten geri durmayın’ diyen Âlemlerin Rabbi katında makbul olacak mı? Hele ki Allah, o mazlum kardeşlerimiz hakkında şöyle buyurmuşken:

وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ“Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72] Gerçekten sınırların sizi durdurduğunu mu düşünüyorsunuz? O zaman geçmişte, onlarca yıl boyunca Afgan cihadına katılan Müslümanları o sınırlar nasıl durduramadı? Sovyet’e, Amerika’ya karşı savaşan onca mücahit o zaman nasıl geçti o sınırları? Peki, sizinle birlikte cihat eden Arap mücahitleri unuttunuz mu? İçlerinde nice Filistinli vardı! Sizinle birlikte düşmanınıza karşı cihat edip Allah’ın size zafer nasip etmesine vesile oldular. Bu sınırlar, cihat niyeti halis olan o mücahitleri size gelmek için durduramamıştır. Aynı durum sizin için de geçerli! Eğer Gazze’deki kardeşlerinize yardım niyetiniz sahihse, Afganistan’dan yola çıkmanıza hiçbir sınır engel olamaz. Allah’tan korkun! Kardeşlerinize karşı samimi olun. Daha önce sizin yardımınıza koşan bu kardeşlerinizin bugün de siz yardımına koşun.

Son olarak ey Abdülhak kardeşim! Bu mesajı Arap yöneticilere değil de Afganistan’daki Taliban mücahitlerine yöneltseydin daha yerinde olurdu. Çünkü o Arap yöneticileri, artık ümmetin değil de ümmet ve Gazze halkının düşmanları saf tutan ruveybidalardır!

Afganistan’daki mücahitler, Allah’ın yardımıyla iktidara gelip devlet gücüne kavuştuktan sonra, Mübarek Toprak Filistin’deki ezilen kardeşlerine yardım etmeye çok daha layıktırlar ve en güçlü adaylardır. Allah katında hiçbir mazeretleri olamaz. Dünyayı ahirete tercih eden Arap yöneticilerin bahanelerini öne sürmeleri kesinlikle kabul edilemez. Taliban’daki kardeşlerinizi Filistin’e savaşçılar ve birlikler göndermeye çağırın. Onlara silah verin, asker gönderin, destek olun! Sakın es Sisi, Abdullah ya da diğer işbirlikçi Ruveybidaların iznini beklemeyin. Bilakis, adil hüküm sahibi Allah’ın sizinle birlikte olduğunu hatırlayarak bu sınırları aşın ve geçin!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ * إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً أَلِيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئاً وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 38-39]

Devamını oku...

İstanbul Belediye Başkanı'nın Tutuklanması ve Bunun Yerel ve Uluslararası Çatışmayla Bağlantısı

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

İstanbul Belediye Başkanı'nın Tutuklanması ve Bunun Yerel ve Uluslararası Çatışmayla Bağlantısı

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

Türk polisi, 19/3/2025 günü, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun evine, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık, suç örgütü yöneticiliği ve terör örgütüyle iş birliği yapma suçlamasıyla baskın düzenledi.İstanbul Üniversitesi, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylık şartı olarak kabul edilen üniversite diplomasını iptal etti. Geniş kapsamlı bir soruşturma parçası kapsamında yapılan baskınlarda aralarında siyasetçilerin, gazetecilerin ve iş adamlarının da bulunduğu yaklaşık 100 şüpheli gözaltına alındı.

Bu, İmamoğlu’nun 2028 yılında Türkiye’de gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını duyurmadan günler önce gerçekleşti. Nitekim İmamoğlu, geçen yıl ikinci kez yapılan yerel seçimlerde rakibi Erdoğan'ın partisi Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) adayına karşı büyük farkla galip gelmişti. Hatta onun (Ekrem İmamoğlu) yükselişi, aynı Erdoğan'ın iki kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndan Başbakanlığa, ardından da devlet başkanlığına yükselişi gibi görülüyor.

İmamoğlu'nun mensup olduğu Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ise göz altıların darbe düzeyine yükseldiğini ve hükümetin tutuklamaları muhalefeti sindirmek için kullandığını ifade etti. Nitekim onun binlerce destekçisi bu baskınlardan dolayı gösteri düzenlediler.

Bütün bunların İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olmasını engellemek için düzenlendiği ve onun yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde güçlü bir aday olarak görüldüğü ortaya çıkıyor. Zira Erdoğan, üçüncü kez aday olabilmek için yasal bir yol bulmaya çalışıyor ancak anayasa buna izin vermiyor. Bu artık Erdoğan için somut bir hedef haline gelmiştir. Zira bazı destekçileri de onu teşvik ediyor; tıpkı Baş Hukuk Danışmanı Mehmet Uçum'un 28/11/2024'te, Erdoğan‘ın, TBMM'de alınacak kararla istisnai bir tedbir olarak 7/5/2028'de cumhurbaşkanlığına aday olabileceğini belirtmesi gibi. İkinci kez seçildikten sonra bunun onun için son seçim olduğunu belirttiği de bilinmelidir. Çünkü onların kanunları beşeri ve tağuti kanunlar olup onların arzularına göre değiştirilip dönüştürülmektedir.

Para biriminin sürekli değer kaybetmesi, fiyatların hızla yükselmesi ve enflasyonun yükselmesi gibi laik kapitalist sisteme dayalı başarısız ekonomi politikaları nedeniyle Erdoğan ve partisinin Türkiye'deki popülaritesi düşmüştür.Merkez bankasındaki faiz oranını %50'ye ulaşana kadar yükseltti, ardından bankalar insanlara bundan daha yüksek oranda kredi verdi ve böylece ülkenin Müslüman halkını büyük günahlara boğdu. Bir buçuk yıl boyunca Gazze halkının katledilmesini seyrederek onları hayal kırıklığına uğrattı, Filistin davasını benimsiyor ve halkını destekliyormuş gibi göründü ancak bütün bunları aldatıcı tatlı sözlerle yaptı.Gerçekte ise Yahudi varlığıyla ilişkilerini pekiştirmiş, ilişkilerini kesmemiş, onunla ticaret yapmaya devam etmiş ve böylece Filistin halkına karşı Yahudi varlığına yardım etmiştir.

Erdoğan, bazı içi boş kınamalar dışında Yahudi varlığına zarar vermesine izin vermeyen Amerika'nın yörüngesinde hareket etmekte olup iktidarda kalmasına destek olması için Libya, Suriye ve Azerbaycan'da olduğu gibi Amerika’nın bölgedeki politikasını uyguluyor. Nitekim Amerika'nın, 30/9/2024'te açıklanan 525,8 milyar Dolar olan asıl dış borcun, bu yılın ilk ayında açıklandığı gibi 175,6 milyar Dolara ulaşarak sürekli artan ve bir yıl içinde ödemekten aciz kalan acil dış borçlarını alacaklı ülkelerin kendisinden talep etmesine izin vermesi halinde, onun (Erdoğan) düşürülmesinin çok kolay olduğunu belirtmekte fayda vardır. Bu yüzden popülaritesi azalmış ve partisi 31/3/2024 yerel seçimlerini, özellikle de “Seçimi kazanan ülke iktidarını da kazanır” dediği İstanbul gibi büyük şehirlerde kaybetmiştir.

Destekçilerinin onun zilletine ve ihanetine yönelik düşük gerekçeler ve büyük günahların mubah kılınmasına ve küfür anayasa ve kanunlarının uygulanmasına izin veren alim kılıklı adamların uydurma fetvaları, Erdoğan’ın iktidarda kalmaya devam etmesine yardımcı olmuştur. Bazıları hâlâ 23 yıllık iktidarına rağmen Erdoğan'ın İslam'ı tedricen uyguladığını söyleyerek saf insanları aldatmaya ve onları yanlış yönlendirmeye çalışıyor; oysa Erdoğan, laiklik ve demokrasi gibi sapkın fikirleri pekiştiriyor ve hem içeride hem dışarıda bunların propagandasını yapıyor.

Ekrem İmamoğlu, tıpkı Erdoğan'ın yaptığı gibi dini istismar etmeye başladı; zira hem kendi tabanını hem de din düşmanlığıyla bilinen partisi Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) tabanını genişletti; çünkü Cumhuriyet Halk Partisi, Hilafet ve şeriatı yıkan, bütün haramları mubah kılan, din ve din ehli ile savaşan Mustafa Kemal‘in partisidir. Ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi bir İngiliz partisidir; zira Mustafa Kemal, ülke cumhurbaşkanlığına ulaşmak için kendisini destekleyen İngiltere'ye bağlı kalmıştır; nitekim İngiltere onu bir kahraman yapmış ve bütün bu suçları ve haramları işlemesine imkan sağlamıştır; işte bu nedenle bu parti İngiltere'ye sadık kalmaya devam etmektedir. Bu yüzden sahte kahramanlık ve sembolik galibiyetle kendisini büyük biri ve halkına istediğini yapma hakkına sahip olduğunu düşünüyor, bütün İslam beldelerinde olduğu gibi dine ve onun uygulanmasına bağlı olan halkının taleplerine aykırı olsa bile istediği anayasayı yapıyor, kendisini halkını kurtaran biri olarak görüyor, bir yerlerde saklanarak insanların fedakarlıklarını unutuyor ve kendisine yardım eden ve sahte kahramanlar pazarlayan dış güçlerle bağlantısını sürdürüyor.

Dolayısıyla görünen o ki bu olayın, Batılı Amerika ile özellikle İngiltere olmak üzere Avrupa arasındaki çatışmayla bağlantısı vardır; zira Avrupa medyası, Erdoğan karşıtı ve İmamoğlu'nu destekleyen bir tutum sergilemiştir. Nitekim bu uluslararası çatışma kendini, mevki ve kişisel çıkar peşinde soluyan bu sömürgeci tarafların partilerinin tabiileri ile liderleri arasındaki yerel bir çatışma şeklinde göstermektedir.Türkiye, ABD'nin ülkedeki büyük askeri varlığının yanı sıra ABD liderliğindeki NATO'nun da üyesidir ve ittifakın içinde çatışma halindeki İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri de yer almaktadır. Nitekim İngiltere'nin Mustafa Kemal'in desteklediği Sadabad Paktı gibi ittifakları çökmüş ve onun yerine Türkiye'nin de üye olduğu Bağdat Paktı kurulmuş, daha sonra bu pakt dağılmış ve yerine merkezi Ankara'da olan CENTO Paktı kurulmuş ancak daha sonra bu da dağılmıştır.Bunun nedeni Amerika'nın, İngiltere'nin Türkiye ve başka yerlerdeki nüfuzunu baltalamak ve onun yerine geçerek kendi nüfuzunu yoğunlaştırmak için İngiltere'ye yönelik başlattığı saldırılardır. Ancak Amerika, İngiltere'nin hem Halk Partisi hem de diğer küçük partiler yoluyla hâlâ önemli bir nüfuza sahip olmasından dolayı onun Türkiye üzerindeki nüfuzundan endişe ediyor. Zira önümüzdeki seçimlerde yerel seçimlerde olduğu gibi Erdoğan ve partisine karşı bir ittifak kurabilir ve özellikle Kürt partileri olmak üzere çeşitli güçleri yanına çekebilir.

İşte bu nedenle Erdoğan ve müttefiki MHP lideri Devlet Bahçeli, Öcalan'ı hapisten çıkarmak ve onun da İngiliz ajanlarının kontrolündeki ve 1999 yılında tutuklanmasına kadar kurucusu olduğu ve liderliğini yaptığı parti olan Kürdistan İşçi Partisi'ni (PKK) dağıtmasını talep etmesi için inisiyatif aldılar. Dolayısıyla Öcalan da partisinin silah bırakmasını ve Türkiye'deki siyasi sürece katılmasını talep etti. Erdoğan da bu şekilde kendi popülaritesini artırmak istemektedir.

Türkiye'deki ve diğer yerlerdeki Müslümanlar, sömürgeciliğin fikirlerini kaldırıp atarak onun sistemlerini ve ajanlarını devirmedikçe, anayasalarını ve yasalarını terk etmedikçe, sömürgecilikle bağlarını koparmadıkça, Allah'ın sağlam ipine sarılıp tağutları inkar ederek ve Allah'a inanarak kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulpa sımsıkı sarılmadıkça ve partilerini ve devletlerini bu temel üzerine kurmadıkça sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtulamayacaklardır.

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 540. Sayı - 26/03/2025

Devamını oku...

Kırgızistan, Meydanlarda Ramazan Bayramı Namazı Kılınmasını Yasaklama Kararı Aldı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Kırgızistan, Meydanlarda Ramazan Bayramı Namazı Kılınmasını Yasaklama Kararı Aldı!

Haber:

Kırgızistan Müslüman Dini İdaresi Ramazan Bayramı programını açıkladı ve bayram namazının 30 Mart'ta camilerde kılınacağını teyit etti.Ayrıca Kırgızistan Müftüsü de Ramazan Bayramı'nın 30 Mart Pazar günü gerçekleşeceğini söyleyerek Ramazan Bayramı tarihini belirledi.

Müftü daha önce de Ramazan ya da Ramazan Bayramı'nın başlangıcına ilişkin yaptığı açıklamalarda bir gün içinde değişiklik olabileceğini resmen ifade etmişti ancak bu kez bunu bile yapmadı.

Yorum:

Aslında Ramazan ayının başlangıcını ve bayram gününü önceden belirlemek İslam şeriatına aykırıdır.Ramazan orucu ve bayram sadece hilalin görülmesiyle vacip olur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَمَن شَهِدَ مِنكُمُ ٱلشَّهۡرَ فَلۡيَصُمۡهُÖyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.” [Bakara 185] Yine Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:إِذَا رَأَيْتُمُ الْهِلَالَ فَصُومُوا، وَإِذَا رَأَيْتُمُوهُ فَأَفْطِرُوا، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَأَكْمِلُوا الْعِدَّةَ ثَلَاثِينَ Orucu hilâli gördüğünüzde tutun ve hilâli gördüğünüz zaman iftar (bayram) edin. Şayet hava kapalı olursa sayıyı otuza tamamlayın.

Kur'an ve Sünnet, hilalin görülmesi halinde orucu farz kılmıştır ve şayet hava bulutlu olup hilal görünmüyorsa, Şeriat oruca başlanmamasını emretmiştir.Bu nedenle bir Müslüman oruca başlarken veya iftar ederken sadece hilalin görülmesine göre amel etmesi gerekir ve burada astronomik hesaplamalar dikkate alınmaz;çünkü şeriat, oruca veya iftara (bayrama) başlarken hilalin görülmesini şart koşmuştur.Ayrıca Allah'ın fazlı sayesinde astronomik hesaplamaların hilalin görülmesiyle örtüşmediği durumlar da olmuştur.Örneğin astronomik hesaplamalara göre filan gün hilalin görüleceğinin söylendiği ancak hilalin görülmediği durumlar olmuştur.Bu nedenle Müslümanların bu konuda şeriata uymaları ve hilalin görülmesiyle oruç tutmaları ve iftar (bayram) etmeleri gerekir. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَا تَصُومُوا حَتَّى تَرَوُا الْهِلَالَ، وَلَا تُفْطِرُوا حَتَّى تَرَوْهُ، فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَاقْدُرُوا لَهُHilali görmedikçe oruca başlamayın ve hilali görmeden de iftar (bayram) etmeyin. Eğer size hava kapalı olursa o zaman takdir edin (ayı otuza tamamlayın).” [Buhari rivayet etti.]

Ancak eğer hilalin görülmesi sabit değilse veya hava bulutluysa ve bir Müslümandan da hilalin görüldüğüne dair sahih bir haber gelmişse Müslümanların ona uyması vacip olur. Tıpkı şu hadiste geçtiği gibi; zira Ebu Umeyr bin Enes bin Malik şöyle demiştir: Ensar'dan amcalarım bana, Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından şöyle dediklerini rivayet ettiler:غُمَّ عَلَيْنَا هِلَالُ شَوَّالٍ فَأَصْبَحْنَا صِيَامًا فَجَاءَ رَكْبٌ مِنْ آخِرِ النَّهَارِ، فَشَهِدُوا عِنْدَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُمْ رَأَوُا الهِلَالَ بِالأَمْسِ، فَأَمَرَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ يُفْطِرُوا مِنْ يَوْمِهِمْ، وَأَنْ يَخْرُجُوا لِعِيدِهِمْ مِنَ الغَدِDediler ki: Şevval hilalini (hava koşulları nedeni ile) göremedik. Böylelikle sabaha oruçlu olarak başladık. Günün sonunda bir kafile geldi. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yanında dün hilali gördüklerine dair şahitlik ettiler. Bunun üzerine Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara oruçlarını bozmalarını, daha sonra da ertesi gün bayramları için çıkmalarını emretti.” [Ahmed rivayet etti.]

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında Müslümanlar, -farklı bölgelerde olmalarına rağmen- aynı günde oruç tutup aynı günde iftar (bayram) ediyorlardı. Develerin ve atların en iyi iletişim araçları olduğu bir çağda durum böyleyse, günümüzün gelişmiş iletişim çağı hakkında ne söyleyebiliriz ki? Zira günümüz internet çağında, örneğin Amerika'daki bir kişi Endonezya'daki bir kişiyle saniyeler içinde herhangi bir engel veya zorluk olmadan iletişim kurabilmektedir. Bu nedenle Müslümanlar -dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar- aynı gün oruç tutup aynı gün iftar (bayram) etmelidirler. Zira bu uygulama, İslam şeriatının gerekliliklerinden biri olmasının yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar arasında birliğe yol açacak ve Müslümanlar arasında karşılıklı sempati ve kardeşlik duygularını güçlendirecektir.

Kırgız yetkililerin meydanlarda bayram namazı kılınmasını yasaklaması, Müslümanların ibadet etmesini engellemenin ve onları kontrol etmenin bir yoludur;çünkü son yıllarda Kırgızistan'da bayram namazlarına katılan Müslümanların sayısı toplam nüfusa oranla önemli ölçüde artmıştır.Bu yüzden sadece başkentte namaza giden yüz binlerce Müslümanın varlığı bile Kırgız rejimi içindeki İslam karşıtı yetkililerin öfkelenmesine neden olmaktadır.Ayrıca yılda iki kez kılınan bayram namazları İslami uyanışın boyutuna dair bir gösterge haline gelmiştir.Şüphesiz bu gösterge, Kırgız rejimini olduğu kadar onun sömürgeci efendilerini ve onların elindeki bir piyon haline gelen uluslararası örgütleri de endişelendirmektedir; bu nedenle bu örgütler, İslam'ın toplumda yayılmasını önlemek için Kırgızistan'a milyonlarca Dolar yardımda bulunmaktadırlar.

Sonuç olarak ihtiyatlı olmak, farz olanı terk etmek anlamına gelmez.Özellikle on binlerce insan eğlence etkinliklerinde ve küfür ve şirk festivallerinde engelsiz bir şekilde toplanırken, meydanlarda namaz kılınmasını engellemek ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.Bayram namazlarının merkezi meydanlar yerine camilerde kılınması güvenlik sorununu çözmeyecektir.Bu da güvenliğin, İslam'ın yayılmasını engellemek için bir bahane olduğunu göstermektedir.Dolayısıyla hükümet yetkilileri sorumluluklarını yerine getirmede başarısız olmaktalar ve bayram namazlarının kılınmasına kısıtlamalar getirerek günah işlemektedirler.Bu nedenle bizim, hükümet yetkililerinden görevlerini yerine getirmelerini talep etmemiz ve İslami değerleri ve hükümleri çiğnemelerine izin vermememiz gerekmektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Harun Abdulhak

Devamını oku...

Müslüman Göçmenlerin Batı'daki Etkisi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Müslüman Göçmenlerin Batı'daki Etkisi!

Haber:

Birçok ticari şirket, Alman pazarlarında Ramazan ve Bayram ürünleri sunmakta ve Müslümanların bayramını kutlamaktadır.

Yorum:

Son dönemde Batı ülkelerine göç eden Müslümanların sayısındaki artışla birlikte Avrupa pazarları, süsleme, yiyecek, giyecek ve dekoratif malzemeler şeklinde özellikle Ramazan sunumlarındaki artışa tanık olmaktadır; hatta bir Alman işletmesi özel bayram tatlıları hazırlamış ve bunları Müslümanların bayramını Arapça “Eid Mubarak” (Bayramınız Mübarek Olsun) sözleriyle kutlayan sesli bir reklamla birlikte satışa sunmuştur. Bu olgu daha önce Alman pazarlarında belirgin bir şekilde mevcut değilken ancak daha önce Faslı göçmenlerin yoğun olduğu Fransa ve Belçika'da veya İslam beldelerinde çok sayıda sömürgesi bulunan İngiltere'de mevcuttur.

Almanya'da yabancıların ya da göçmen kökenlilerin sayısı yaklaşık 25 milyona ulaşmış olup, bu sayı nüfusun yaklaşık %20'sini oluştururken özellikle Müslüman göçmenlerin beş milyondan fazlasını Türkler oluşturmakta ve bunu ise son on yıldaki devrim sırasında başta Suriyeliler olmak üzere Araplar izlemektedir. Müslümanların bu oranı nüfusun yaklaşık %6'sını oluşturmakta olup belki de son zamanlarda Suriyeli topluluğun etkisi daha çok gözlemlenmektedir; zira 1960'lardan bu yana Türk toplumunun etkisi bazı dükkanlar ve dinlerini korumak için gelen yaşlı insanların gittiği birkaç dağınık cami ile sınırlıydı ancak bu oran 11 Eylül 2001 olaylarından ve ardından İslam beldelerine karşı Haçlı işgalinden bu yana Müslümanlara yönelik askeri ve medya düşmanlığının hızının artmasıyla önemli ölçüde artmıştır; nitekim Müslümanlar arasındaki tepki ise camiye giden gençlerin sayısındaki artışta, Kur'an'a ve insanları İslam'a davet etmeye olan ilgilerinde ve aynı şekilde hükümetler tarafından siyasallaştırılamayan ve sansüre tabi tutulmayan iletişim araçlarının ve bilgi kaynaklarının yaygınlaşmasının bir sonucu olarak birçok yabancı ülke halkının İslam'a girmesinde gözlemlenmektedir. Bu da ülkeleri, davet faaliyetlerine karşı sıkı tedbirler almaya, İslami partileri ve kültürel dernekleri yasaklamaya, faaliyetleri cami ziyaretleriyle sınırlandırmaya ve bireysel ibadet dışında herhangi bir fikri faaliyeti engellemeye sevk etmiştir.

Suriye halkının devriminin ve onların milyonlarcasının cani kasap Beşar Esad rejimi tarafından uygulanan soykırım savaşının dehşetinden kaçmak için Avrupa'ya göç etmesinin, Batı toplumunda doğu etkisinin artmasında çok büyük bir etkisi olmuştur; ayrıca çoğu fabrika işçisi olan ve Almancaya çok az ilgi duyan Türk toplumunun aksine Suriyeli toplumun işçilikten ziyade ticaret, serbest işler ve üretim piyasasına ve aynı şekilde Almancaya da ilgi duyduğunu, bu yüzden de sosyal ve ekonomik karışımın çok daha büyük etkisi olduğunu görmekteyiz. Giyim, dekorasyon ve yemek kültür ve sanatıyla doğulu ticari pazarın aktif olması, ticari kuruluşları, özellikle Ramazan ve Ramazan Bayramı gibi dini günlerle ilgili doğulu ürünlere yönelik artan talebe ayak uydurmaya teşvik etmektedir.

Bu toplumsal ve ekonomik gelişmelere yönelik siyasi yanıt, göç politikasına karşı çıkan ve kışkırtma yoluyla toplumdaki İslami etkiyi durdurmak isteyen Almanya İçin Alternatif (AfD) gibi aşırı sağ partilere verilen desteğin artması, göçün durdurulması, suç işlemekle ve topluma düşmanlık yapmakla suçladıkları Afganlar, Faslılar ve Suriyeliler de dahil olmak üzere istenmeyen yabancıların sınır dışı edilmesi ve bireysel (kilise) dindarlığın tezahürlerinin kalmasıyla birlikte kimliklerini değiştirerek, akidelerini silerek ve dinlerini çarpıtarak entegre olmaları için siyasi baskılar uygulamak şeklinde gözlemlenmektedir. Bu siyasi yaklaşım, aşırılık yanlısı partilerin destekçilerini kontrol altına almanın bir üslubu olarak “ılımlı” partiler tarafından da takip edilmiştir.

Belki de İslami yapıya sahip mallara veya İslami münasebetlere yönelik teşvik, bu ideolojinin İslam kültürünün toplum üzerindeki etkisini önleme veya en aza indirme konusundaki başarısızlığının bir kanıtıdır. Belki de bu, insanlık için daha iyi ve daha yüksek bir kültür taşıdığına dair atıp tutarak kendilerini, inançlarını ve yaşam biçimlerini reddeden bir toplumda, göçmenlerin farklı kimliklerini ve beraberlerinde taşıdıkları inançlarını koruma ve yaralarıyla birlikte hükümlerini uygulamaya çalışma çabalarının başarısının bir göstergesi olabilir. Bu şekilde onlar, kendi ideolojileriyle çelişmekteler ve özgürlükler, demokrasi, din özgürlüğünün güvence altına alınması, ırkçılık ve etnik ayrımcılıkla mücadele gibi siyasi varlıklarını üzerine inşa ettikleri değerlere karşı çıkmaktadırlar.

Şayet bugün Batı ülkelerinde demokrasi altında olanlarla dün İslami Hilafet Devleti yönetimi sırasında Müslüman ülkelerde olanların arasını karşılaştırmak isteseydik, büyük bir fark ve büyük bir uçurum olduğunu görürdük; bilakis bu ikisinin arasını karşılaştırmanın bir yolu yoktur fakat bunun tersini tarif etmek için şunu söylüyoruz; şeriatın tebaa arasındaki ilişkilerde bağlı olduğu asıl, tabiiyet olup başka bir şey değildir. Dolayısıyla İslami tabiiyeti taşıyan tüm gayrimüslimler, Müslümanların sahip olduğu aynı haklara sahip olup devlet, hak ve görevler açısından tabiiyet taşıyanlar arasında herhangi bir ayrım yapmamakta, onları korumakta ve herkes, Rabbani şeriata bağlayan kamu haklarına halel getirmeksizin dinlerini ve geleneklerini uygulamaktadırlar. Allahu Teala bunu şu kavlinde teyit etmektedir: إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌMuhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13] Yine bu konuda Allah’ın Rasulü Aleyhissalatu ve’s Selam şöyle buyurmuştur: مَنْ آذَى ذِمِّيّاً فَقَدْ آذَانِي "Kim bir zimmeye eziyet ederse bana eziyet etmiş olur."

Bu, Batı'nın tüm medya, askeri ve idari araçlarıyla yok edip çarpıtmaya çalıştığı, ancak her seferinde başarısız olup başarısızlığını artırdığı ve bu dinin her turda yüceden yüceye yükseldiği bir hakikattir. Bunu da Allahu Teala’nın şu kavli doğrulamaktadır: يُرِيدُونَ أَن يُطْفِئُوا نُورَ اللهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللهُ إِلَّا أَن يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَAllah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.” [Tevbe 32]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Yusuf Seleme

Devamını oku...

Trump Suriye’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Emanet Etti!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Trump Suriye’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Emanet Etti!

Haber:

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasında 16 Mart 2025 tarihinde bir telefon görüşmesi gerçekleştirildi. Yapılan görüşmede Trump’ın Erdoğan’a “Suriye size emanet Sayın Başkan! Bölgede, özellikle Suriye'de Türkiye'ye güveniyoruz. Suriye, Türkiye'ye emanet. Size emanet. Yakında göreve başlayacak olan Büyükelçimiz Tom Barrack emrinizdedir sayın Başkan. Doğrudan kendisiyle bağlantı kurabilirsiniz. Başka aracıya gerek yok." dediği ifade edildi.

Yorum:

Bu ifadeler Türkiye’de iktidar çevreleri tarafından bir övgü olarak kabul edildi. Gerçekte ise bu bir övgü değil, Suriye’de son dönemde yaşanan gelişmelerin arka planının özeti ve Türkiye'nin Suriye'de Amerika ile birlikte hareket ettiğinin itirafıdır.

Esad rejiminin Türkiye destekli muhalif güçler tarafından herhangi bir mukavemetle karşılaşmadan devrilmesi sonucunda Suriye’de oluşturulan yeni yönetimin eylem ve açıklamaları incelendiğinde bir batılılaşma projesi olarak laik bir ulus devletin hayata geçirilmeye çalışıldığı ve devrimin İslami karakterinin yok edilmeye çalışıldığı apaçık şekilde görülecektir.

Suriye’nin kuzey doğusundaki Suriye Demokratik Güçleri adıyla bilinen YPG/PYD Kürt yapılanması ile Suriye’nin yeni yönetimi arasında Amerika arabuluculuğunda gerçekleşen anlaşma ile Suriye geçici yeni anayasası, Suriye yönetimi üzerindeki Türkiye ve Amerika etkisinin belirgin göstergelerindendir.

Ayrıca Esad rejiminin devrilmesinden sonra gasıp Yahudi varlığı tarafından Suriye’deki askeri ve stratejik tesislerin bombalanması sonucunda Suriye’nin devlet olma dinamikleri önemli ölçüde zarar görmüştür.

Halen devam eden bu saldırılar ile Yahudi varlığının Golan Tepeleri çevresindeki işgali genişletmesine karşın Türkiye ve Suriye yeni yönetiminin bu saldırıları ve işgali önlemeye yönelik somut bir adım atmaması da Amerika’nın Orta Doğu siyasetinin en önemli konusu olan Yahudi varlığının güvenliğinin sağlanması konusunda Türkiye ve Suriye yönetimin Amerika’nın plan ve çıkarları gereğince hareket ettiklerini göstermektedir.

Ne Türkiye ne de Suriye’nin yeni yönetiminden kimsenin Trump Suriye’nin sahibi mi ki Suriye’yi Türkiye’ye emanet ediyor, Trump kim oluyor dediğini duymadık.

Gören gözler ve işiten kulaklar için Trump’ın ifadeleri, Türkiye ve Suriye’nin yeni yöneticilerine yönelik büyük bir aşağılama ve utanç yüklü gerçeğin ta kendisidir.

Körler ve sağırlar için geriye kalan ise Amerika’nın çıkarları adına sadece kendilerini ve halklarını aldatmak için bahaneler üretmeye çalışmak olacaktır.

Bu yönetimlerin Müslümanların önemli işlerini Müslümanların ve İslam’ın düşmanlarına teslim etmeleri, izzet ve şerefi sömürgeci kafirlerin yanında aramaları ise siyasi intihar ve siyasi iflastan başka bir şey değildir.

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا

“Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” (Nisa 139)

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Remzi Özer / Türkiye

Devamını oku...

Yemen’i On Yıldır Bombalayan Suudi-Amerikan İttifakı, Acaba Husileri San’a’da İktidara Getirip İngiliz Nüfuzunu Kırabildi mi?

  Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mehdi el-Meşat, 26 Mart 2025 Çarşamba gecesi, “Arap Koalisyonu”nun Yemen’e başlattığı savaşın 10. yıldönümünde bir konuşma yaptı. Konuşmasında, bu koalisyonun yönünü kuzeydeki Siyonist işgale çevirmesi gerekirken, güneye — Yemen’e — saldırmayı tercih ettiğini, Yahudi varlığının da Müslümanların yöneticilerinin himayesinde sırtını sağlama alıp Gazze’de halkımıza karşı suç işlemeye devam ettiğini vurguladı.

Yemen’e yönelik ‘Koalisyon’ savaşının en tuhaf yanı, San’a’daki İngiliz işbirlikçisi yönetimi desteklediklerini açıklayıp 21 Eylül 2014’te San’a’ya giren Husileri devirmeye çalışmalarıdır! BM Yemen’i 7. Madde’ye soktuktan sonra, bu bahaneyle özel elçisi Cemal Ben Ömer’i gönderip ülkenin işlerine burnunu sokma imkânı buldu!

Bu harbin gizli hakiki maksadı, Husilerin saltanatını tahkim etmek ve dünkü hasımları olan Yemen ordusu ile Cumhuriyet Muhafızları’nın üzerine ateş yağdırmaktır. Bu senaryo, Yemen ordusunun yeniden şekillendirilmesi planıyla birebir örtüşüyor. Dün birbirlerine karşı savaşanlar, bugün Yüksek Siyasi Konsey’de ortak koltuk paylaşıyorlar.

Koalisyonun komuta merkezinde yer alan ve bugün Amerikan yönlendirmesine açıkça tabi olan Suudi Arabistan, Husilerin San’a’daki iktidarını sağlamlaştırdı. Savaşın sona erdirilmesi bir yana, 26 Mart 2015 anmalarının sembolik hale getirilmesini, kutlamaların iptal edilip sadece Mehdi el-Meşat’ın konuşmasıyla yetinilmesini de temin etti. BM Elçisi Grundberg’in barış görüşmelerinin son rötuşlarını müzakere ettiği bir dönemde el-Meşat, yaptığı konuşmada doğrudan barış sürecine seslenerek, “Barışa giden yol, yalnızca yapılan anlaşmaların uygulanmasıyla değil; saldırıların durdurulması, kuşatmanın kaldırılması, tüm yabancı askerlerin çekilmesi ve savaşın bıraktığı yaraların — esirler, tazminatlar ve yeniden imar — giderilmesiyle mümkündür” dedi. İngiltere’nin güdümündeki eski rejim dağıtıldı, lider kadrosu darmadağın edildi ve kontrol bölgeleri kaosa sürüklendi. Ne karar alabilir durumdalar, ne de istikrar sağlayabiliyorlar.

Yemen’e karşı yürütülen “Koalisyon” savaşı, aslında İngiltere ile Amerika arasında Yemen üzerindeki nüfuz mücadelesinin bir parçasıdır. Bir yanda Yemen’e siyasi olarak hâkim olan İngiltere, diğer yanda onun yerini almak isteyen Amerika...Bu hesaplaşmanın ortasında Yemen’in birliği paramparça edilmekte; kıyılar, adalar işgal edilmekte ve topraklar parça parça komşu ülkelere yedirilmektedir.

Uluslararası güçler ve bölgesel-yerel işbirlikçileri, on yıllık savaş boyunca iman ve hikmet sahibi Yemen halkının çektiği acılara kayıtsız kaldılar. Askerî ve sivil, kadın erkek, çocuk yaşlı demeden yüz binlerce kişi öldürüldü ya da yaralandı. Evlerinden edilenler, yurdundan koparılanlar oldu. Nice aile yuvasız kaldı. Tüm bunlar, Hizb-ut Tahrir’in 2008’den beri yaptığı uyarılara kulak asılmamasının bedelidir.

Bu harbin mağlubu Yemen halkıdır. İşbirlikçi yöneticileri, Suud ve Nahyan hanedanları ile İran yönetimi, onları yakıp yok eden bir ateşin içine atmışlardır. Savaşın alevi, Yemen’in her köşesine ulaştı — her eve girdi! Güney, doğu ve batı bölgelerinde insanlar ezilirken, kuzey ve merkezdeki bölgelerde ise baskı altındalar ve resmen kavruluyorlar. Bu işbirlikçi yöneticilerin olduğu bir dünyada kurtuluş yok!

Ey iman ve hikmet halkı! Artık başkalarının oyunlarında birer piyon olmayın, onların aralarında savrulup gitmeyin! Üzerinizdeki bu egemenliği kırın. Onların baskısından, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet Devletini kurmak için halkına asla yalan söylemeyen öncü Hizb-ut Tahrir ile çalışarak kurtulun. Sizi yorgunluk, zulüm ve sefaletle baş başa bırakan o hükümranlıklar yerine, Rabbinizin hükmüne kulak verin. Zira Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ“Şüphesiz ki, Rasûllerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [Mümin 51] Rasûlullah SallAllahu Aleyhi Sellem de şöyle buyurdu:

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ “Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.”

Devamını oku...

Ey Ezher Şeyhi! Bu Katliamlar Durduk Yere Olmadı! Müslümanların Yöneticilerinin, Ordularının ve Alimlerinin Vurdumduymazlığının Doğal Sonucudur!

Ezher Şeyhi’nin işgalcinin Gazze’deki katliamlarını ‘korkunç bir nefret’ ve ‘tam bir insanlık ve merhamet yoksunu’ diye tanımlaması, ümmetin yıllardır iliklerine kadar hissettiği acı gerçeği tekrardan başka bir şey değildir. Ama asıl sorulması gereken soru şu: Eğer rejimler bu kadar pasif, ordular bu kadar sessiz, yöneticiler de bu kadar işbirlikçi olmasaydı, bu katliamlar yaşanır mıydı?

Bugün Yahudi varlığının döktüğü kanlar tarihinde bir sapma değil, esasıdır. Bu kan üzerine kurulu varlık, İngilizlerin onu İslam coğrafyasının bağrına diktiği ilk günden beri katliamları mayasında taşımaktadır. Gazze’de yaşananlar, Deir Yasin’in kanlı günlerinden Kafr Kasım katliamına, Sabra-Şatilla’nın karanlığından Cenin’in acısına kadar uzanan ve bugün Gazze’de soykırımla taçlanan bir zulüm zincirinin son halkasıdır.

El Ezher Şeyhinin sözleri, orduların kılıç kuşanması ve bu varlığın kökünün kurutulması için topyekûn seferberlik çağrısı olan yegâne hakiki çözümün kıyısından bile geçmiyor.

El Ezher, kuruluşundan bu yana işgalcilere ve istilacılara karşı cihadın bir öncüsü ve ışığı olmuştur. Âlimleri, zulme ve sömürgeciliğe karşı ayaklanmalara öncülük etmişlerdir. Peki, bugün El Ezher Şeyhi’ni Filistin’in kurtuluşu için seferberlik ilan etmekten alıkoyan nedir?

Neden El Ezher Şeyhi açık ve net bir şekilde, cihadın ümmete farz-ı ayn olduğunu ve Filistin’in özgürlüğüne giden tek yol olduğunu haykırmıyor?

Neden Mısır’ın askerlerini, kendilerini bu şeri görevlerinden alıkoyan satılmış yöneticilere karşı kıyama teşvik etmiyor?

Neden Mısır rejiminin Gazze’ye uygulanan boğucu ablukaya katılımını ve Yahudi varlığının sınırlarını korumak için onunla yaptığı güvenlik iş birliğini açıkça kınamıyor?

Neden ümmeti, Yahudi varlığının ilk savunma hattını oluşturan bu işbirlikçi rejimlere karşı isyana çağırmıyor?

Bırakın koca bir ülkeyi neden tek bir kadının feryadı için bile ordular yürüten o izzetli İslam Devleti’nin yeniden inşasını talep etmiyor?

El Ezher’in bu gerçekler karşısındaki sessizliği ve suskunluğu, onu çözümün değil sorunun bir parçası haline getiriyor.

Ey El Ezher Şeyhi! Lafazanlığa değil, kılıçların şakırtısına ve cihat ilan edilmesine muhtacız. Eğer duruşunda samimiysen, çık ümmeti cihada çağır, Filistin’in kurtuluşu için seferber olmaya çağır. Hakkı açıkça söyle, hain yöneticilere karşı ümmetin sesi ol! Allah’la yaptığınız ahde sadık kalın, Allah ile yaptıkları anlaşmayı bozan Yahudi hahamları gibi olmayın!

وَإِذْأَخَذَاللهُمِيثَاقَالَّذِينَأُوتُواالْكِتَابَلَتُبَيِّنُنَّهُلِلنَّاسِوَلَاتَكْتُمُونَهُفَنَبَذُوهُوَرَاءَظُهُورِهِمْوَاشْتَرَوْابِهِثَمَناًقَلِيلاًفَبِئْسَمَايَشْتَرُونَ“Allah, kendilerine kitap verilenlerden, «Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz» diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” [Ali İmran 187] Yok eğer diplomatik laflarla yetineceksen, bilesin ki ümmet kimseyi beklemeyecek! Bütün ihanetlere rağmen kıyama kalkacak ve isteseniz de istemeseniz de Allah’ın inayetiyle muzaffer olacaktır.

Ey ümmetin orduları! Artık yeter bu suskunluk! Yeter bu bekleyiş! Yeter bu bir avuç hain yöneticinin dinlerini ve dünyalarını satmalarına boyun eğiş Ümmet sizden tarihin akışını değiştirecek bir duruş bekliyor. Ya bu ağır emanetin hakkını verirsiniz, ya da dökülen her kan damlasından -engelleyebilecekken seyrettiğiniz için- mahşer günü hesaba çekilirsiniz!

Ey Kinane askerleri! İşbirlikçi yöneticilerin zincirlerine esir olmayın! Silah sizde, denklemi değiştirebilecek güç sizde! Yahudi varlığını yok edebilecek gerçek güç sizsiniz. Ne fetvalar, ne siyasetçilerin konuşmaları bu güce sahip. İslam’a siz sahip çıkmazsanız, kim sahip çıkacak? Onu siz savunmazsanız, kim savunacak? Öyle bir ilahi gazaba gelin ki, Mübarek Toprağı kurtarma vazifenize mâni olan hain rejimi yerle bir etsin. Sizi bu kutlu göreve sevk eden İslam devletini- Allah için- ikame edin ey Nil’in yiğitleri ve sadık evlatları! Umulur ki Allah Hilafeti size nasip eder de ellerinizle hayır kapılarını açar. Dünyada izzet, ahirette şeref getiren Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet sizin ellerinizle kurulur.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ “Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.” [Muhammed 7]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER