Pazartesi, 23 Rebiu’l Evvel 1447 | 2025/09/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Batı, Siyasi Boşluğu Doldurmak İçin Hilafet Talep Eden Bangladeşlilere Yönelik Sert Yaklaşımını Yeniden Ortaya Çıkarıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Batı, Siyasi Boşluğu Doldurmak İçin Hilafet Talep Eden Bangladeşlilere Yönelik Sert Yaklaşımını Yeniden Ortaya Çıkarıyor!

Haber:

Bangladeş tiranının devrilmesinden sonra oluşan siyasi boşluğun gölgesinde bir kasabadaki dinci aşırılık yanlıları, genç kadınların artık futbol oynayamayacağını ilan ettiler ve bir diğer kasabada da, kamusal alanda saçını örtmediği için bir kadını taciz eden bir adamı serbest bırakması için polisi zorladılar ve ardından onun etrafını gül çelenkleriyle sardılar.Bunu daha cesur çağrılar takip etti.Başkent Dakka'da düzenlenen bir yürüyüşteki protestocular, hükümetin İslam'a hakaret edenlere idam cezası vermemesi halinde infazları kendi elleriyle gerçekleştirecekleri uyarısında bulundular.Günler sonra, yasaklı bir grup İslami Hilafet talebiyle kitlesel bir yürüyüş düzenledi.Bangladeş demokrasisini yeniden inşa etmeye ve 175 milyonluk nüfusu için yeni bir gelecek çizmeye çalışırken, ülkenin laik cephesinin altında uzun süredir gizlenen İslamcı aşırılık dalgası su yüzüne çıkıyor. (Ajanslar).

Yorum:

Sömürgeci kafir Batı, gerçekleri tahrif ederek, İslami hükümlere yönelik uzun süredir devam eden özlemlere sözde aşırıcılığın büyümesi olarak karşılık vermiştir.Zira Batı, laikliğin ve yozlaşmış demokratik sistemin çökmesinden korktuğu için siyasi İslam'ı bastırmak amacıyla sert bir yaklaşım çağrısında bulunmaktadır.Ayrıca Batı, İslam'ın kadınların futbol oynamasını ve kamusal alanlarda saçlarını açmasını haram kılan hükümlerini kadınlara baskı olarak nitelendirirken, laik rejimin gölgesinde artan kadın tecavüz vakaları konusunda sessiz kalmaktadır! Çünkü laik kapitalizm kadınları “özgürlük” ya da “benim bedenim benim seçimim” adına zina yapan cinsel bir meta olarak tasvir ederken, İslam ise kadını korunması gereken bir namus ve onurun sembolü olarak görmektedir.Başkent Dakka'daki prestijli okullarda okuyan kızlar tecavüzcülerin cezalandırılması için şeriat istediklerinde, Batı onları köktendinci olarak yaftalamış, baskıcı Başbakan Şeyha Hasina'nın devrilmesine yardımcı olan kız öğrenciler için ise timsah gözyaşları dökmüştür.Batı'nın ifade özgürlüğü veya çoğulculuk konusundaki ikiyüzlülüğü artık Müslümanlar için bir sır değildir; çünkü İslam dışındaki tüm siyasi şekillere izin veriyor ama nüfusunun çoğunluğu (yaklaşık yüzde doksanı) Müslüman olan Bangladeş'te ise İslami Hilafet sistemi için gösteri yapmak ise bir suçtur! Dolayısıyla onlar, sevgili Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ve İslam'a saldırmak için özgürce dolaşıyorlar ama İslam'a hakaret edenlere idam cezası verilmesini istemek aşırılık olarak görülüyor!Laik anayasada “laiklik” kelimesindeki ufak bir değişiklikten bile endişe duyuyorlar ama insanların “İslami bir anayasa” talep etmelerine bile tahammül edemiyorlar.Dolayısıyla, Batı'nın sahte laiklik akidesinin peşinden gittiği ve ikiyüzlü bir şekilde bunu Müslümanlara dayattığı açıktır. Ayrıca onlar, Bangladeş halkı akidelerini reddettiğinde ve İslam'ı talep ettiğinde de endişeleniyorlar.Şaşırtıcı olan ise, İslam'ı ve ülkenin Müslüman halkını terk eden laik Müslüman yöneticilerin Batı'ya olan sadakatidir.Ayrıca onlar, "aşırıcılıkla" mücadele adına Müslümanların İslami özlemleriyle savaşma kararlılıklarını da ortaya koymaktadırlar. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: قُلْ يَا أَيُّهَا الْكافِرُونَ * لَا أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam.” [Kafirun 1-2]

Bangladeş halkının, kafir Batı'nın öfkesine neden olsa bile, Hilafet için çalışma konusunda doğru yolda olduğu açıktır.Zira Müslümanların gerçek koruyucusu sadece Hilafettir.Aslında İslam ümmeti, 3 Mart 1924'ten bu yana siyasi bir boşluk içinde yaşamaktadır ve bu boşluğu doldurmak için çaba göstermesi gerekmektedir.إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًاŞüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” [Talak 3]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ebu Bekir Bengali - Bangladeş

Devamını oku...

Gazze Ölüyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Gazze Ölüyor!

Haber:

Gazze'de her gün en az 100 çocuk öldürülüyor ya da yaralanıyor. (Kuveyt, Al Qabas gazetesi)

Yorum:

Gazze ölüyor ve Müslüman orduları kışlalarında konuşlanarak, Allahu Teala’nın şu emrine icabet edip Filistin'i gaspçı Yahudilerden kurtarmak ve Gazze'ye destek olmak için harekete geçmiyorlar: وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.” [Bakara 191]Bu ordular bizimle birlikte mi yaşıyor; bizim hissettiklerimizi hissediyor ve bizim düşündüğümüzü düşünüyorlar mı?! Ne oldu size ey ordular?!Dünya zihinlerinizi ve kalplerinizi ele mi geçirdi ki Gazze ve tüm Filistin topraklarındaki ölüm, yıkım ve açlık sahneleri sizi gaspçı kafirlere karşı cihat etmek için harekete geçirmiyor?! Yöneticilerin vicdanlarınızı satın aldığı maaşlar size, Allah'tan, Rasulü'nden ve O'nun yolunda cihattan daha mı sevimlidir?!

Ey Müslüman ülkelerdeki ordular, özellikle de Filistin’in çevresindeki ordular!

Özür beyan edenlerin hâlâ bir bahanesi kaldı mı? Bahane uyduranların hâlâ uyduracak bir bahanesi kaldı mı? Yahudilerin saldırganlığını ve katliamlarını gördüğünüz, işittiğiniz hâlde saldırganlıklarını püskürtmek ve varlıklarını ortadan kaldırmak üzere Ribât topraklarına, mübarek Toprak Filistin’e yönelmek yerine nasıl olur da hareketsiz bir şekilde yerinizde durabiliyorsunuz? Kudret ve izzet sahibi Allah’ın şu sözlerini okuduğunuz halde nasıl olur da yerinizde hareketsiz kalmayı kabul edebiliyorsunuz?يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ * إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَااباً أَلِيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئاً وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌEy iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 38-39]

Sömürgeci kâfirlerin adımlarını birebir takip eden, Allah ve Rasûlüne itaati arkalarına atan yöneticilere itaati etmeyi mazeret olarak mı öne sürüyorsunuz? Onlar, Yahudilere karşı savaşmak istemiyor! Tarafsızmış gibi görünseler de aslında Yahudilere daha yakındırlar. Bu yöneticiler, Yahudiler Filistin’de katliam yaparken onların arkalarını kolluyorlar! Onlara itaat ederek ne bu dünyadaki rezillikten kurtulabilirsiniz ne de ahiretteki azaptan! Son pişmanlığınız hiçbir işe yaramayacak!إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْأَسْبَابُ * وَقَالَ الَّذِينَ اتَّببَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِİşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar: “Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak” derler. Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” [Bakara 166-167] Allah’a isyan konusunda yöneticilere itaat etmek büyük bir suçtur.يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا * وَقَالُوا رَبَّنَاا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءَنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا * رَبَّنَا آتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْناً كَبِيراًYüzleri ateşe çevrildiği gün, “Keşke Allah’a itaat etseydik, resulü dinleseydik” diyecekler. Ve ekleyecekler: “Rabbimiz! Biz efendilerimizi ve büyüklerimizi dinledik, onlar da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları ağır bir şekilde lânetle!” [Ahzab 66-68]

Ey ordular… İçinizde, orduya liderlik edip kudret ve izzet sahibi Allah’ın vaadini yerine getirmek üzere bize yardım edecek hiç mi aklı başında bir adam yok? وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] İçinizde, orduya liderlik edip içinde yaşadığımız bu ceberut saltanattan sonra Hilafeti kurmak ve böylece Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmek üzere bize yardım edecek hiç mi aklı başında bir adam yok?ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ“Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra da sustu”

İçinizde, orduya liderlik edip, Ruveybida yöneticilerin Yahudilere karşı savaş açılmaması için koydukları barikatları yıkacak, sonra da ‘es-Sâdiku’l-Masdûk’un (doğru ve doğrulanan) haber verdiği müjdeyi gerçekleştirmek üzere İslam ordularını harekete geçirecek hiç mi aklı başında bir adam yok? Buhari Sahih’inde şöyle rivayet etmiştir: تُقَاتِلُكُمُ الْيَهُودُ فَتُسَلَّطُونَ عَلَيْهِمْYahudiler sizinle savaşacaktır! Fakat neticede siz onlara musallat kılınacaksınız!” Müslim de Sahih’inde şöyle rivayet etmiştir: لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْYahudilerle savaşacaksınız ve onları alabildiğine öldüreceksiniz.” Ancak bu şekilde Yahudi varlığını Mübarek Topraktan söküp atarsanız. Sonra da Mübarek Toprak, tıpkı Ömer’in fethettiği, Selahaddin Eyyubi’nin kurtardığı ve Sultan Abdülhamid’in koruduğu gibi yeniden İslam yurduna dönüşecektir. وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُO gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]”

Konuşma Hizb ut-Tahrir'in şu son neşriyatından nakledilmiştir:Ey Ordular! “Size ne oldu ki “Allah yolunda savaşa çıkın” denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz.” [Tevbe 38]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulaziz Munîs

Devamını oku...

Ey Müslümanlar! Yahudi Varlığı Ülkenizde Pervasızca Terör Estirirken, Sizler Elinizi Kolunuzu Bağlamış Oturuyorsunuz!

Yahudi varlığının ateşkesi bozup Gazze’ye yönelik saldırılarına yeniden başlamasından bu yana her gün televizyonlarda onlarca şehit, yüzlerce yaralı, yıkım, zorunlu göç ve işgal haberleri duyuyoruz. Ne Ramazan Bayramının kutsallığı ne de Ramazan ayının hürmeti, onu suç işlemekten alıkoyabilmiştir.

Dün Yahudi varlığı güçlerinin Dera bölgesine düzenlediği hava saldırılarında çok sayıda insan şehit oldu, yaralananlar var. Hama askeri havaalanını ve Şam’daki Bilimsel Araştırma Merkezi’ni de bombaladı. Suriye’deki yeni yönetim, Yahudilerin Suriye topraklarına, tesislerine ve askeri üslerine düzenledikleri bu saldırılara tıpkı önceki saldırılarda daha önce olduğu gibi bu defa da sessiz kaldı.

Geçtiğimiz ay, Lübnan’ın güneyine topçu ateşi ve hava saldırıları düzenleyerek can kayıplarına ve yıkıma yol açtı. Geçen yıl Temmuz 2024’te de Yemen’deki hedeflere hava saldırıları düzenledi.

Yahudi varlığının Filistin’deki suçlarına gelince, söylenecek çok şey var, kelimeler kifayetsiz kalır. Neredeyse her gün, Yahudi askerleri ve çapulcu yerleşimcileri şehirlere, köylere ve mülteci kamplarına baskınlar düzenleyip diledikleri gibi katliamlar işlemekte, yakıp yıkmakta ve esir almaktadırlar.

Tüm bu yaşananlar ve daha fazlası, Amerika’nın askeri, siyasi ve mali desteğiyle ve yöneticilerinizin ihmalkârlığı ve hatta işbirliğiyle sizin topraklarınızda gerçekleşmektedir. Peki bu durum karşısında siz ne yapıyorsunuz ey Müslümanlar? Hâlâ anlamadınız mı yöneticilerinizin size nasıl ihanet ettiklerini? Kâfirlerle nasıl kol kola girdiklerini? Bu çektiğiniz çilelerin kaynağını hâlâ anlayamadınız mı? Şu kapkaranlık tünelin sonundaki ışığı göremiyor musunuz?

Bilmeyenler bilsin ki, çektiğiniz bu büyük sıkıntıların sebebi, İslami yönetimin, İslam Devletinin, yani Nübüvvet metodu üzere Hilafetin yokluğudur. Hilafet birliğinizin kalesi, düşmanlarınızın korkulu rüyasıdır. Hilafet olsaydı, kimse size kötü gözle bakmaya cesaret edemezdi, size saldırmayı aklından bile geçiremezdi. İslami yönetim ortadan kalkınca, çıkarlarınızı gözetmeyen, sizi düşmanlarınızdan korumaktan ziyade koltuklarına sımsıkı yapışan ve kâfir efendilerine hizmet eden, alçak ve ajan Ruveybida yöneticiler başınıza musallat oldular. Bu işbirlikçi yöneticilerden kurtuluşun tek yolu, Nübüvvet metodu üzere Hilafet’i kurmaktır! Hilafet sizi İslam’a göre yönetecek, sizi korumak ve topraklarınızı kurtarmak için ordularınızı birleştirecek, İslam’ı hidayet ve nur Risâlet’i olarak tüm insanlığa taşıyacaktır.

Ey Müslümanlar! Şüphe yok ki sizler bunu başaracak güce sahipsiniz. Sayınız çok, silahınız bol, toprağınız geniş, ordularınız hazır! İşte bu projenin bayraktarlığını yapan Hizb-ut Tahrir aranızda! Her gün, gece gündüz sizleri kendisine yardım etmeye, omuz omuza Nübüvvet metodu üzere Hilafet Devletini kurmaya, Ruveybida yöneticilerden kurtulmaya, ülkenizi saldırılardan korumaya, itibarınızı, onurunuzu ve saygınlığınızı yeniden kazanmaya davet etmektedir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ“Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.” [Muhammed 7]

Devamını oku...

Şer’i Bakış Açısı ve Siyasi Komplo

Sömürgeci kâfirler ve onların yerli işbirlikçileri olan Ruveybida yöneticiler, Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından ümmetin kalbinde yeniden kıvılcım bulan birlik ruhunu gördüklerinde dehşete düştüler. Zira bir asırdan fazla süredir İslam ümmeti arasına nifak tohumları ekmek ve onları parçalamak için canla başla çalışmışlar, siyasi olarak büyük ölçüde başarılı da olmuşlar ve ümmetin topraklarını elli küsur parçaya bölmüşlerdi. Ancak tüm çabalarına rağmen, Müslümanların kalplerini ve duygularını birbirinden ayırmayı başaramadılar. Milliyetçilik, vatanseverlik, bölgecilik ve diğer aşağılık duyguları körükleyerek ülkeler arasında fitne çıkarmaya, hatta kardeşi kardeşe kırdırmaya çalıştılar. Fakat bütün bu şeytani çabalar başarısızlıkla sonuçlandı. Zira Müslümanlar, Müslüman kardeşleriyle yekvücut oldular, acılarını paylaştılar. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu kutlu sözü adeta onlarda vücut buldu:

تَرَىالْمُؤْمِنِينَفِيتَرَاحُمِهِمْوَتَوَادِّهِمْوَتَعَاطُفِهِمْكَمَثَلِالْجَسَدِ،إِذَااشْتَكَىعُضْوتَدَاعَىلَهُسَائِرُجَسَدِهِبِالسَّهَرِوَالْحُمَّى“Birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamette ve birbirlerine atıfet göstermekte müminlerin misali, bir beden misalidir ki, ondan bir uzuv hastalandığında, bedenin sair azasını da uykusuzluk ve ateş sarar.” [Buhari]

İşte bu ümmet tablosu karşısında, sömürgeci kâfir, Müslümanların kukla yöneticileri ve saray alimleri, İslam akidesinin tezahürü olan ve ümmeti kardeş haline getiren, tüm sinsi ve karmaşık entrikalarına rağmen etkileyemedikleri bu asil duygularla nasıl baş edeceklerini kara kara düşünmeye başladılar. Bu nedenle, son dönemde İslam’ın üçüncü temel rüknü olan oruç ibadeti üzerinden Müslümanları bölmeye çalıştılar. Trump ve yandaşlarının isteklerine uygun, şer’i ilmin kesin hükümlerine aykırı fetvalar çıkarttırdılar. Sarayların beslediği din adamlarını bu ihanete alet ettiler! İşbirlikçi yönetimlerin besleme din adamları, Müslümanların Ramazan Bayramı gününü Sykes-Picot anlaşmasının yapay sınırlarına göre belirleyen fetvalar yayınladılar. Ayın doğuş yerlerinin farklılığına itibar edilmeyip bütün Müslümanların aynı zamanda oruç tutmaları gerektiğini belirten “tek hilal ve birlik esasına dayalı” şeri görüşü tamamen göz ardı ettiler!

Bu ihtilafın şer’i değil siyasi, hatta İslam’ı ve ümmetin vahdetini hedef alan bir tuzak olduğunun en açık delili, söz konusu rejimlerin kesinlikle İslam’la hükmetmemeleri, bilakis İslam’a ve İslam’ın gerek muamelât gerekse ibadet alanında uygulanmasına çağrı yapan herkese savaş ilan etmeleridir. Örneğin, o rejimler insanları İslam’ın ekonomik prensiplerine göre değil, kapitalist ekonomik modele göre yönetiyorlar ve bu modeli halka zorla uyguluyorlar. İbadetler konusunda da bu rejimler, ne namazı ne de orucu Müslümanlara farz kılarlar, ne de terk edenlere şer’î cezayı uygularlar. Zenginlerden zekât alıp fakirlere vermezler. İslam’ın diğer hükümlerinde de durum aynıdır. Bu hükümleri ne uygularlar ne de halkı bu hükümlere bağlı kalmaya zorlarlar.

Fakat iş Müslümanları parçalamaya gelince, hemen saray alimlerini devreye sokarak kendi çıkarlarına uygun fetvalar çıkarttırırlar! Tabii ki saray alimleri de her zaman sultanı memnun edecek fetvalar vermeye amadedirler. Ama ümmet, onlara ya da ümmeti birleştirici fetvalarına ya da Mübarek Toprak Filistin başta olmak üzere mazlumlar yardım çağrısına ihtiyaç duyduğunda hemen cüppelerini giyip köşelerine çekilirler. Bu yüzden, onlara karşı uyanık olmalı, ihtiyatla yaklaşmalı ve asla dinimizi onlardan almamalıyız!

Rejimlerin İslam’ın şiarlarına karşı kurdukları komplolar artık apaçık ortada. Bu şiarlar, ümmeti bölme planlarıyla çatıştığı zaman bu komploları daha net bir şekilde görmek mümkün. Bu durum, bu yıl bazı Arap ülkelerinde daha belirgin bir şekilde görüldü. Müslümanlara bayram gününde oruç tutturdular oysa bayram günü oruç tutulması haramdır. Üstelik bu, geçmiş yıllarda fetva veren kendi âlimlerinin görüşlerine de aykırıdır. Örneğin Suriye, Ürdün ve Mısır’daki resmî fıkıh konseyleri, daha önce “hilalin doğuşunda görüş birliği (ittihadü’l-metali)” esasına göre karar vermişlerdir. Yine aynı şekilde, bayramların belirlenmesinde astronomik hesaplamaların kayda değer alınıp alınmayacağı konusunun tartışıldığı birçok sempozyum ve konferansta da hilalin birliği esası benimsenmiştir. Örneğin bunlardan bazıları şunlardır: Ezher Şerif’e bağlı İslami Araştırmalar Akademisi (Mısır), 1966, Ünlü İstanbul Konferansı, 1978, İstanbul Hilal Konferansı, 2016, Kuveyt Konferansı, 1973, Avrupa Fetva ve Araştırma Meclisi, 2009, Dünya İslam Birliği (Râbıta el-Âlem el-İslâmî) Konferansı, 2012.

Bu komplo, Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Malezya gibi Asya ülkelerindeki işbirlikçi rejimlerin muhalefetinde daha net bir şekilde görülmektedir. Bu ülkeler, neredeyse her yıl diğer İslam ülkeleriyle- özellikle Arap ülkeleriyle- orucun başlangıcı ve Ramazan Bayramı gününün belirlenmesinde farlılık göstermekte, hatta sıklıkla Kurban Bayramı günlerinin tespitinde bile anlaşmazlığa düşmektedirler. Bu durum, İngiliz sömürgeciliğinin onlara yüklediği görevi ve bu topraklardaki sorumluluklarını hakkıyla yerine getirdiklerini teyit eder. Zira o rejimler, ümmeti parçalamak ve Müslümanlara her fırsatta birlik olmadıkları izlenimini vermek için yoğun çaba sarf etmektedirler. Oysa Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ“Şüphesiz bu, tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin.” [Enbiya 92]

Bu Ramazan her şeyi gözler önüne serdi! Yahudi varlığı Gazze’yi kana bularken, ne saray alimleri, ne işbirlikçi yöneticiler, ne de orduları tek kelam etmediler! Müslüman ordular için Filistin’deki halklarına yardım çağrısında bulunmadılar. Ama iş Müslümanları bayramda bölmeye gelince hepsi birden ayağa kalktı! İşte bu manzara, bu rejimlerin devrilmesinin ve saray alimlerinin reddedilmesinin artık farz olduğunu doğruluyor! Bu komplo, bu kimselerin, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde de buyurulduğu üzere İslam’ın halkalarını tek tek kopardıklarını ve koparmaya da devam ettiklerini kanıtlıyor:

لَيُنْقَضَنَّ عُرَى الْإِسْلَامِ عُرْوَةً عُرْوَةً، فَكُلَّمَا انْتَقَضَتْ عُرْوَةٌ تَشَبَّثَ النَّاسُ بِالَّتِي تَلِيهَا، وَأَوَّلُهُنَّ نَقْضاً الْحُكْمُ، وَآخِرُهُنَّ الصَّلَاةُ“İslam halka halka kopacaktır. Bir halka koptu mu insanlar öbürüne sarılacaklar. İlk kopacak olan yönetimle ilgili olandır. Son kopacak olan da namazdır.” [Ahmed]

Bu nedenle, İslam ümmeti hastalığın temelinin ve başına gelen musibetlerin asıl kaynağının bu rejimler ve onların arkasındaki sömürgeci kâfir güçler olduğunu kesin olarak bilmelidir. Öyleyse dinine düşkün herkesin, bu rejimleri devirmek ve onların enkazı üzerine Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet’i kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışması gerekir.

Devamını oku...

Yahudi Ordusu, Bombalıyor, Yerle Bir Ediyor, Toprakları İstila Edip İç Bölgelere Kadar İlerliyor Ne Hesap Soran Var Ne de Denetleyen!

Yahudi varlığı ordusu sözcüsü Avichay Adraee, işgal güçlerinin Perşembe şafağında Suriye’nin güneyindeki Tasil bölgesinde geniş çaplı bir askeri operasyon gerçekleştirdiğini duyurdu. Operasyonda silahlara el konulduğunu ve ‘terörist altyapı’ olarak nitelendirdiği hedeflerin imha edildiğini belirtti. Bu yeni askeri gerginlik, Suriye sahasında tehlikeli bir dönüşümün habercisidir. Yahudi varlığı ordusu sözcüsü Avichay Adraee, yaptığı resmî açıklamada, “474. Golan Tugayı’na bağlı güçlerin gece boyunca Suriye’nin güneyindeki Tasil bölgesinde operasyon gerçekleştirdiğini, operasyon kapsamında bazı askerî mühimmatlara el konulduğunu, terör örgütlerine ait altyapıların imha edildiğini bildirdi. Operasyon esnasında silahlı grupların Yahudi askerlere ateş açtığını belirten Adraee, ‘Kara birlikleri ve hava desteğiyle yapılan saldırılarda çok sayıda silahlı unsurun etkisiz hale getirildiğini’ kaydetti.

Cani Beşşar Esed’in ülkeden ayrılmasından bu yana Yahudi varlığı sistematik olarak izleme-bombardıman stratejisi uygulamaktadır. Savaş uçakları keşif yapmakta, ardından hedefleri imha etmektedir. Hava unsurlarıyla yapılan bu hedef odaklı operasyonların temel amacı, Suriye ordusunun kalan operasyonel kabiliyetini tümüyle ortadan kaldırmaktır. Yahudi varlığı bugüne kadar yaptığı hiçbir saldırıya karşılık almadığı için, operasyonel hareket serbestisine sahip, ülkenin dört bir yanında rahatça dolaşmakta, uçakları gökyüzünde serbestçe uçmakta ve sorgusuz sualsiz istediği yeri bombalamaktadır. Yakın gelecekte karşılaşabileceği olası bir tehlikenin önünü almak için tüm imkanlarını seferber etmektedir. Bir de Haşim Gazze’de yitirdiği prestiji ve kaybettiği itibarını geri kazanmanın derdinde; Kaybettiği ve bir daha asla elde edemeyeceği itibar ve prestijini geri kazanmak için katliam ve suçlarıyla her yanı kasıp kavurmaktadır.

Ey Şam halkı! Biliniz ki Yahudilerle olan savaşımız ezeli bir savaştır. Onlarla siyasi yollarla müzakere etmeye çalışmak boş bir hayaldir. Zira geçmişte Allah’ın peygamberlerini bile çaresiz bırakmışlar, Allah’ın haklarını çiğnemişler, verdikleri sözlere ve ahitlere ihanet etmişlerdir. Dolayısıyla, onlarla etkileşimimizde ve eylemlerine karşı tavrımızda bu temel prensibi esas almalıyız.

Ey Şam halkı ve özellikle Dera halkı! Geçmiş yıllarda, suçlu Beşşar rejimi başta olmak üzere düşmanlarınızla nasıl başa çıkabileceğinizi defalarca ispat ettiniz. Kararlılık gösterdiğinizde hedeflerinize ulaşabileceğinizi kanıtladınız. Bunun sırrı, Yüce Rabbinize olan sarsılmaz tevekkülünüzdü. Şimdi de Yahudilerle savaşınızda yine Allah’a tevekkül edin. Allah’a yemin olsun ki onlar, Allah’ın yarattığı en korkak varlıklardır ve hayata en düşkün insanlardır. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

لَايُقَاتِلُونَكُمْجَمِيعًاإِلَّافِيقُرًىمُّحَصَّنَةٍأَوْمِنوَرَاءجُدُرٍبَأْسُهُمْبَيْنَهُمْشَدِيدٌتَحْسَبُهُمْجَمِيعاًوَقُلُوبُهُمْشَتَّىذَلِكَبِأَنَّهُمْقَوْمٌلَّايَعْقِلُونَ“Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” [Haşr 14]

Ey Şam halkı ve özellikle Havran sakinleri! Yahudiler iftiracı bir millettir, ne kınama mesajları ne protestolar ne de yalvarıp yakarmalar onlarda işe yarar. Uluslararası toplum, bu varlığın katliamlarına ortaktır. Bu nedenle kaçınılmaz yüzleşme ve silahlı gücünden başka hiçbir şey Yahudilere fayda etmez.

Ey Şam halkı! Allah’a yemin ederim ki sizler güç sahibisiniz, karşılaşma, yüzleşme ve şehadet ehlisiniz. Dik duruşun timsallerisiniz. Bu nedenle Yahudiler sadece ve sadece mızrak ve silahın dilinden anlarlar. O halde Şam toprakları, geçmişte Şam halkını aşağılamak isteyen birçok kimseye mezar olduğu gibi, kafirlerin çocuklarına da mezar olmalı.

Bariz bir şekilde teknolojik ve lojistik üstünlüklerinin olduğu doğru. Ancak bizi onlardan üstün kılan şey, bizi daima fedakârlığa ve çabaya sevk eden inancımızdır. Bizi fedakarlığa iten ideolojik motivasyonumuzdur. Dün Nawa çevresinde ve daha önce Ayn Zikr’de yaşananlar, onlarla nasıl yüzleşileceğini çok net bir şekilde ortaya koydu. Bu ülke bizim ülkemiz, bu topraklar da bizim topraklarımız, kuluçkası da bizim kuluçkamızdır. Gelin bunu en iyi şekilde değerlendirip bu kafirlerin çocuklarına gücümüzün acısını tattıralım.

Ey Şam halkı! Cezalandırılmayacağından emin olan kişi edepsizleşir, Yahudiler de cezalandırılmayacaklarından emin oldukları için edepsizleştiler. Eğer saldırılarına ilk andan itibaren sert bir şekilde karşılık görmüş olsalardı, bugünkü bu küstahlık ve zorbalıklarına ulaşamazlardı. Ancak hala geç kalmış sayılmayız! Onlara yaklaşımımız değişmeli ve bunu bariz bir şekilde fark etmeliler. İyi bilin ki savaş yakındır, çok yakındır! O halde savaşa en iyi şekilde hazırlanalım, en üst düzeyde donanalım ve onlara diz çöktürecek, köklerini kazıyacak, gücümüzü tattıracak bir karşılık verelim! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

قَاتِلُوهُمْيُعَذِّبْهُمُاللهُبِأَيْدِيكُمْوَيُخْزِهِمْوَيَنصُرْكُمْعَلَيْهِمْوَيَشْفِصُدُورَقَوْمٍمُّؤْمِنِينَ  “Onlarla savaşın ki Allah sizin elleriniz ile onları cezalandırsın, rezil rüsva etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Müminlerin kalplerine şifa versin.”

Devamını oku...

Batı Medeniyetinin Sahteliği... (Ona Güzel Diyerek Kandırdılar)

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Batı Medeniyetinin Sahteliği... (Ona Güzel Diyerek Kandırdılar)

Batı medeniyeti, merhamet nedir bilmeyen ve herhangi asil bir ahlaka sahip olmayan vahşi bir medeniyet olduğunu kanıtlamıştır; zira o, her türlü erdemden yoksun olan ve kan, cinayet ve yıkımla beslenen bir makinedir. Zayıfların ve felakete uğramışların inilti sesinden keyif alır. Bugün gördüklerimiz ve duyduklarımız, insanlığın bildiği tüm tasavvurların ötesine geçmiştir; bu yüzden özellikle İslami ülkelerimizdeki masum insanlara karşı işlenen suçlar, ötekinin dışlanması üzerine inşa edilmiş olan bu medeniyetin alnındaki utanç verici bir lekedir.

Maalesef bugün Batı düşüncesine meftun olmuş ve onun çirkin yüzünü güzelleştirmeye çalışanlardan işittiğimiz şeyler, üzüntü vericidir. Zira onlar, gençleri, Batı medeniyetinin takip edilmesi gereken bir model olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden İslam'a mensup olan bazı kişilerin söylediği sözlere atıfta bulunuyorlar; tıpkı Muhammed Abduh'un şu sözü gibi: “Batı'da, İslam'ı gördüm ama Müslümanları görmedim.” Oysa bunlar, sahte bir medeniyete erdem havası kazandırmak için söylenmiş sözlerdir!

Nitekim onlar, Batı medeniyetinin cazibesine kandılar ve teknolojik ve kentsel ilerleme onların gözlerini kamaştırdı; dolayısıyla yağmaladıkları ülkemizin zenginlikleri ve enerjimizi tüketmek için bizden çalınan güç kaynaklarımız olmasaydı, bu ilerlemenin mümkün olamayacağını unuttular.

Ey Batı medeniyetine meftun olanlar, Batı'daki sanayi devrimi, Batı dört kıtayı işgal ederek halklarını yok edip onları köleleştirdiğinde gerçekleşmiştir. İşte bu Afrika tanıktır; zira doğal kaynaklar açısından en zengin kıtalardan biri olmasına rağmen hala onların zulüm ve baskıları altında acı çeken ve kaynakları yağmalanan en geri kalmış kıtalardan biridir.

İslam Devleti'nin yıkılmasından bu yana Batı, zenginliklerimizi yağmalamaya ve bizim trajedilerimiz üzerinde yaşamaya devam etmektedir. Batılı insanın refahı, bizi isimlendirdikleri gibi üçüncü dünya ülkelerindeki ezilen insanın sefaleti sebebiyledir. Eğer onlardan birini lüks bir arabanın keyfini çıkarırken görürseniz bilin ki o aracın yakıtı, Batı'nın bizim servetimize bekçilik yapmak için atadığı muhafızların kisvesi altında Müslüman ülkelerden çalınmıştır.

Muhammed Abduh ve onun gibiler nasıl bir İslam görmüşler acaba?! Peki tüm değerlerin çöküşünü, çürümüşlüğünü ve çıplaklığını görmediniz mi? Batı medeniyetinin, Allah’ın şerefli kıldığı kadınlara nasıl davrandığını görmediniz mi? Zira kadını, ucuz bir meta ve tüm erkekler için bir kadın haline getirdiler. Oysa İslam, kadını hayatının her aşamasında korumuştur; zira İslam'da kadın, evinde prenses olan bir eş, uğrunda en değerli ve kıymetli şeylerin feda edileceği bir kız kardeş, rızasını ve cennetin kokusunu talep etmek için ayaklarının altı öpülen bir annedir.

İddia ettiğiniz gibi Batı'daki nasıl bir İslam Allah aşkına?! Sizler, orada meydana gelen şiddet, tecavüz ve parçalanma suçlarını görmezden geliyorsunuz ki bu, gerçeği arayan herkes için bir sır değildir.

Nitekim bu çığırtkanlar, İslam'ı ve ahlakını gençlerin nefislerinden silmeye çalışıyorlar ve kimliğini kaybetsin ve Batı'nın bir kopyası haline gelsin diye değerlerden yoksun bir nesil istiyorlar.

Toplumu Batılılaştırmaya ve kimliğini yok etmeye çalışırlarken Liberallerin ve laiklerin şu sözleri tekrarlanıyor: “Batı'da İslam'ı gördüm...” Batı'yı saran ahlaki çöküşü ve medeniyet krizlerini görmezden gelirlerken maddi ilerlemeyi öne çıkarıyorlar.

Rıza gözü, ayıplara karşı kördür. Kem göz ise kusurları araştırır.

Onlarca yıldır İslam ile yönetilmedikleri halde toplumlarımızı geri kalmışlıkla suçluyorlar. Nasıl olur da geri kalmışlıktan İslam'ı sorumlu tutabilirler?! Aksine geri kalmışlık, bizzat Batı demokrasilerinin yönetimi altında gerçekleşiyor!

Dolayısıyla bunlar, bir Müslümanı dininden, hadaratından ve tarihinden koparmak ve onun yenilip kolayca köleleşmesi için güveni sarsmayı ve kimlikten koparmayı hedefleyen batıl çağrılardır.

Onurlu ve özgür bir hayata geri dönüşün yolu, celil sahabe Ribi bin Amir Radıyallahu Anh gibi azametli ve Rablerine güvenen adalara muhtaçtır;zira o gün Ribi bin Amir atının üzerinde olduğu halde Rüstem'in çadırına girdi, mızrağını onun şatafatlı halısına sapladı ve şu ölümsüz sözlerini söyledi: “Allah bize, insanları kula ibadet etmekten kulların Rabbine ibadet etmeye, dünyanın sıkıntısından dünya ve ahiretin genişliğine ulaştıralım diye bir Peygamber gönderdi.”Bu sözler Rüstem'in tahtını sarsmıştı; çünkü bunlar, saf Muhammedi akideye iman eden bir kalpten çıkmıştı.

Bugün bizim, oradan buradan açılan tüm şüpheli pencereleri kapatmamız, dikkatimizi kendi gerçekliğimize çevirmemiz, güçlü noktalarımızı pekiştirmemiz, zayıf yönlerimizi tedavi etmemiz, umut aşılamamız ve Rabbine güvenen, konumunun bilincinde olan ve İslam ümmetinin insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olduğunu idrak eden Müslüman bir nesil ortaya çıkarmamız için evlatlarımızın nefislerine güven aşılamamız gerekmektedir.

İnsanlık biz geri çekildiğimizde kaybetmiştir; artık onu güvenli limanlara geri döndürmemizin zamanı gelmiştir. Zira yenilmiş nefisler, bir onur elde edemez ve bir medeniyet inşa edemez. Her bir mümin bilsin ki, Allah kulları arasından, bu vakıayı değiştirmek için çalışan ve liderlik şerefini hak eden birini hazırlamaktadır; işte halkına asla yalan söylemeyen lider bugün sizleri, çalışmaya ve bu dine yardım ederek şerefe nail olmaya davet etmektedir. Allah'tan, bu büyük hedef için ayağa kalkıp çalışanlara muvaffakiyet ihsan etmesini ve onların çıkış yolunu çabuklaştırmasını niyaz ediyoruz. Bu ise aziz olan Allah’a hiç de zor değildir...

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Metotsuz Bir Fikir: Şeyh Hibetullah Ahundzade'nin Konuşmasındaki Siyasi Vizyon Eksikliği ve İşlerin Gözetilmesi Konusundaki İhmalkarlığı

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Metotsuz Bir Fikir: Şeyh Hibetullah Ahundzade'nin Konuşmasındaki Siyasi Vizyon Eksikliği ve İşlerin Gözetilmesi Konusundaki İhmalkarlığı

Haber:

Ramazan Bayramı'nın ilk günü Taliban hükümetinin lideri Şeyh Hibetullah Ahundzade, yoksulluğa karşı sabır çağrısında bulunduğu, bölünme tehlikesine karşı uyardığı ve İslam şeriatına tam bağlılığı ve şerî olmayan her türlü yasanın reddilmesini vurguladığı bir konuşma yaptı.

Yorum:

Konuşmasının başında yoksulluğu ilahi imtihanın bir parçası olarak değerlendiren Şeyh Hibetullah insanlara, yoksulluklarından dolayı sızlanmamalarını ve Allah Subhanehu ve Teala'nın kazasına razı olmalarını nasihat etti.Bu argüman bireysel bir bakış açısıyla kabul edilebilir ve anlaşılabilir ancak bir yöneticiden sadır oladuğunda üzerinde durup düşünmeyi gerektirmektedir;çünkü İslam şeriatında yöneticinin sorumluluklarından biri de, ister bireysel ister cemaat düzeyinde olsun, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamaktır.Eğer yönetici yiyecek, giyecek ve barınma gibi bu ihtiyaçları karşılamaktan aciz kalıyor veya engelliyorsa, insanların onu muhasebe etmesi hakkı, dahası onların vaciplerinden biridir ve muhasebe, Allah'ın kazasına karşı cüretkar olmak değil, aksine şerî bir bilince ve fikri bir olgunluğu dair bir delil sayılır.

Öte yandan yöneticinin sorumluluğu insanlara hizmet etme niyetleriyle sınırlı olmayıp, aksine göstermiş olduğu çabalarının niteliğini ve onun şerî temelini de içermektedir.Dolayısıyla Müslüman bir yönetici, toplumun sorunlarını meşru yollarla çözmekle yükümlüdür.Bu yüzden eğer faizli bankalarla muamelede bulunmak, haksız vergiler koymak ya da ülkenin düşmanlarından gelen mali yardıma bağımlı olmak gibi zahiri olarak faydalı görünen ancak şeriatın kapsamı dışında kalan eylemlerde bulunursa,o zaman bu ameller meşru olmaz ve şerî sorumluluğu tamamen ona yüklenir.

Konuşmasının başka bir yerinde Şeyh Hibetullah, İslam ümmetinin maruz kaldığı zulmün nedenlerinden biri olarak da ümmet saflarındaki bölünme meselesine işaret etmiştir.Bu yüzden vahdet yönünde çalışma ve ihtilafları kaldırıp atma çağrısında bulunmuştur. Bu çağrının ise iki boyutu vardır:

Birincisi: Özellikle Batı'nın hareketi, sert ve ılımlı gibi iki kanada bölme çabalarının ışığında Taliban Hareketi'nin kendi içindeki bölünmelerden duyduğu endişeyi yansıtmaktadır.Dolayısıyla Batılıların gözünde Şeyh Hibetullah, şeriatın katı bir yorumuna sarılan sert kanadın bir temsilcisi olarak görülmektedir.

İkinci boyuta gelince; Filistin meselesine dikkat çekmesidir; zira Müslümanlar arasındaki bölünmüşlüğü, Filistinlilerin devam eden acılarının bir nedeni olarak saymıştır.Ancak İslam, ümmetin vahdetini gerçekleştirmek için açık hükümler, metot ve siyasi bir sistem sunduğu halde o, vahdeti gerçekleştirmek için herhangi şerî bir plan veya mekanizma sunmamış ve  ahlaki vaaz ve öğütlerle yetinmiştir.Zira vahdet/birlik sadece nasihatlerle değil, aksine İslami sistemi kurarak ve şeri metoda geri dönerek sağlanır ki bu, güç ve kuvvet ehlinin omuzlarına düşen bir sorumluluktur ve sorumluluk da Müslümanların saflarını birleştirecek Hilafetin kurulması yoluyla yerine getirilebilir.

Konuşmasının bir başka bölümünde ise şeriat konusundaki sabit duruşunu tekrarlayarak şerî olmayan hiçbir yasayı kabul etmeyeceğini ve kendisinden bunun aksinin talep edilmesi halinde istifa edeceğini vurgulamıştır.Bu söz onun kişisel dindarlığını yansıtmak olup ancak yönetim makamı için yeterli değildir.Zira bir yöneticinin kendisini haramdan soyutlaması yeterli değildir, aksine ona karşı koyması ve onun toplumda vuku bulmasını engellemesi gerekir.Şerî olmayan bir talep karşısında, buna karşı durmak yerine bir kenara çekilmesi, siyasi vizyon ve ideolojik düşüncedeki zayıflığı göstermektedir.

Şeyh Hibetullah'ın sözleri, siyasi bir lider gibi olmaktan ziyade bir vaiz gibi davrandığını göstermektedir.Dolayısıyla onun din tasavvuru, ağırlıklı olarak bireyselci olup cemaatin yükümlülüklerini kişisel satandartlara yüklemektir.Bu yüzden bu yaklaşım, toplumu içinde bulunduğu krizlerden kurtaracak bir güce sahip değildir.Zira ekonomik krizler vaazla çözülmez ve vahdet de vaazla gerçekleşmez.Bu nedenle İslam ümmetinin, İslami bir fikir ve metoda sahip olan ve İslam'ı pratik olarak uygulamaya hazır ideolojik liderlere ihtiyacı vardır.Çünkü ancak böyle bir yönetimin altında ümmet yoksulluktan, bölünmeden ve sapmadan kurtulabilir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yusuf Arslan - Afganistan

Devamını oku...

Netanyahu'nun Macaristan Ziyareti Batı'nın Açık Bir Şekilde Küstahlığını Ortaya Koyuyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Netanyahu'nun Macaristan Ziyareti Batı'nın Açık Bir Şekilde Küstahlığını Ortaya Koyuyor!

Haber:

Macaristan 3 Nisan'da, savaş suçlusu Netanyahu'yu o günkü ziyareti sırasında tutuklama yükümlülüğünden kaçınmak amacıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) üyeliğini askıya aldığını açıkladı.Nitekim daha önce yaptığı bir açıklamada da Orban, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkında tutuklama emri çıkarma kararını “açık bir şekilde küstahlık” ve alaycı olarak nitelendirmiş ve kararın “Macaristan'da hiçbir etkisi olmayacağını” vurgulamıştı.

Yorum:

Macaristan nasıl olur da 3 Nisan 2025 tarihinde Gazze'de savaş suçlusu Netanyahu'yu gururla ağırlayıp üyeleri hüküm giymiş kasabı tutuklamakla yükümlü kılan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden çekildiğini açıklayabilir?

Bunun akabinde UCM’nin otoritesini hiçbir zaman tanımamış olan Amerika'ya yönelik ziyareti gerçekleşmiştir.Ancak bu demokrasiler, Yahudi varlığının halkımıza karşı işlediği günlük kanlı vahşetlerin çok az bir kısmını bile işlememiş olmasına rağmen, Putin'i Ukrayna'yı işgal ettiği için savaş suçlusu olmakla suçlamak için aynı mahkemeyi kullanmakta gecikmediler.

Bu mümkündür; çünkü Batı kültürü sabit değerlere dayanmaz; zira bugün ilkeler ve ahlak açısından iddia ettiği şey yarın silinebilir, çünkü Batı, hakikati, zamana ve mekana göre değişen göreceli bir şey olarak görmektedir.Çünkü onlar, ellerini Gazze'deki binlerce çocuğun kanıyla yıkıyorlar ve inanmadıkları insanlıklarını, Yahudi varlığının infaz ettiği kurtarma görevlilerinin yanı sıra dün Gazze'deki ölüm tarlalarından çıkarılan hurdaya dönmüş ambulansları gömdüğü kuma gömüyorlar.

ABD Başkanı Trump ya da Macaristan Başbakanı Orban'ın istisna olduğunu zannetmeyin; zira yasama organları da onların kararını desteklemekte olup sadece bu ikisi de değildir; aksine İtalya ve Fransa da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararının meşruiyetine şüpheyle bakmakta ve Almanya da savaş suçlusu Netanyahu'yu ağırlamanın yollarını aramaktadır.

Tüm bunlara rağmen Batılı ülkeler, bizler bir gün şurada ya da burada kukla bir yöneticinin bize dayattığı maddi kısıtlamaları kırmayı başarsak bile bizi kültürel ve fikri olarak çökertmeye çalışmak için temsilcilerini, Batı'nın sallantıdaki değerlerini bize nasıl uygulayacaklarını dikte etmek için bizim tabi olan yöneticilerimize göndermekte hiç tereddüt etmeyeceklerdir; böylece yeni yönetici de aynı koltukta oturacak, gözleri kapalı olacak ve bizi daha önce bağlı olduğumuz aynı zincirlere geri döndürecektir.

Bizler, tüm zaman ve mekân için geçerli olan sabit ve asil değerleri taşıyan İslam gibi yüce bir kültüre iman ettiğimiz halde bölünmüş, köleleştirilmiş, yoksul ve yeryüzündeki diğer halklardan daha fazla aşağılanmış bir şekilde kalmayı daha ne zamana kadar kabul edeceğiz?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdullah Rubin

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER