Pazartesi, 20 Zilhicce 1446 | 2025/06/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Tunus: Kurtuluş Yürüyüşü; “Gazze Açlıktan Ölüyor, Fasık Yöneticiler Onu Kuşatıyor ve Ümmetin Servetini Çarçur Ediyor!”

  • Kategori Tunus
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti: Kurtuluş Yürüyüşü;

“Gazze Açlıktan Ölüyor, Fasık Yöneticiler Onu Kuşatıyor ve Ümmetin Servetini Çarçur Ediyor!”

30 Mayıs 2025 tarihinde, Cuma namazının ardından, Tunus'un başkenti Tunus'ta, El-Fetih Camii'nden hareketle, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti yürüyüş düzenledi. “Gazze Açlıktan Ölüyor, Fasık Yöneticiler Onu Kuşatıyor ve Ümmetin Servetini Çarçur Ediyor!” başlığı altında Filistin halkına ve esir El-Aksa'ya destek için düzenlenen yürüyüşe her zamanki gibi Tunus halkından büyük bir kalabalık katıldı ve tekbir ve tezahüratlarla başkentin ana caddelerinden Devrim Caddesi'ne doğru ilerledi. Yürüyüşte, ana pankartta yürüyüşün başlığı yazarken, diğer pankartlarda “Amerika'nın Siyonist varlığa desteği 22 milyar dolar ve 90.000 ton askeri teçhizat” yazıyordu.

Yürüyüş, belediye tiyatrosu önünde sona erdi ve katılımcılar, sadık komutan ve askerleri Gazze'deki mazlum kardeşlerine yardım etmeye çağıran sloganlar attılar. Ardından Necmeddin Şuaybin bir konuşma yaptı ve tarih boyunca ümmetin kutsallarını, dinini, namusunu ve topraklarını savunmak için mücadele eden adamların tutumlarını hatırlattı. Selahaddin Eyyubi, Halid bin Velid, Ömer bin Hattab ve İslam milletinin yaşadığı sıkıntılı ve zorlu dönemlerde halkın genelini anlattı. Ayrıca Müslüman ordularındaki sadık komutan ve askerlere, kardeşlerini desteklemekteki ihmalkarlıklarının sorumluluğunu yükledi ve bu utanç verici tutumlarını sürdürürlerse Allah'ın kendilerini bekleyen cezası ve bunun karşılığında yasal görevlerini yerine getirirlerse kendilerini bekleyen büyük mükafat hakkında konuştu. Bunun için de; başımızdaki zararlı yöneticileri devirmeleri, İslam'ın hükümranlığını tesis etmeleri, ardından Filistin'de cihat ilan ederek Allah'ın vaadini ve Peygamber Efendimiz'in müjdesini gerçekleştirmeleri çağrısında bulundu.

Bu yürüyüş, Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayetinin Gazze'deki kardeşlerimize karşı yürütülen soykırım savaşına karşı düzenlediği onlarca yürüyüşten biridir. Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti, Filistin'deki halkıyla olan antlaşmasına sadık olduğunu ve İslam'ın yönetim nizamı Raşidi Hilâfeti kurma çağrısını sürdürdüğünü ve Allah'ın vaadini ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in vaadini muhakkak yerine getireceğini müjdelemek içindir.

Hizb-ut Tahrir Tunus Vilayeti Merkezi Medya Ofisi Delegesi

Cuma, 03 Zilhicce 1446 H. 30 Mayıs 2025 M.

#طوفان_الأقصى

#الجيوش_إلى_الأقصى

#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

İlgili Linkler:

Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Resmi Websitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Resmi Sitesi
Hizb-ut Tahrir / Tunus Vilayeti Tahrir Dergisi Facebook Sayfası

Devamını oku...

Danimarka: Kopenhag'da Haşim Gazze'yi Destekleme Standı!

  • Kategori Danimarka
  •   |  

 Hizb-ut Tahrir / Danimarka:
Kopenhag'da Haşim Gazze'yi Destekleme Standı!

Bu suç örgütünün kuşatma altındaki Gazze Şeridi'nde savunmasız Müslümanlara karşı 19 aydan fazla süredir devam eden acımasız katliamları (soykırım) sonucunda, şu ana kadar 185.000'den fazla Müslüman erkek ve kadın şehit oldu veya yaralandı. Hizb ut Tahrir / Danimarka, özelde Gazze halkını ve genel olarak nehirden denize kadar işgal altındaki Mübarek Toprakları (Filistin) desteklemek için başkent Kopenhag'da bir stand düzenledi. Burada Üstad Munzir Abdullah, “Bu Terk Ediş Hakkında Hesaba Çekileceksiniz!” başlıklı bir konuşma yaptı.

23 Zilkâde 1446, 21 Mayıs 2025

danimarka

#طوفان_الأقصى

#الجيوش_إلى_الأقصى

#ArmiesToAqsa

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

Aqsa_calls_armies#

#AqsaCallsArmies

danimarka

İlgili Bağlantılar:

Hizb-ut Tahrir / Danimarka Resmi Websitesi

Hizb-ut Tahrir / Danimarka Facebook Sayfası

Devamını oku...

Yeni Yerleşim Yerleri, Yahudi Varlığının Yürüttüğü Başka Bir Savaştır, İlhak ve Tehcirin Önünü Açan Bir Savaştır

Yahudi varlığının Savaş Bakanı Yisrael Katz ve aşırı sağcı Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in ortak açıklamasına göre, işgalci rejim 22 yeni yerleşim birimi kuracak. Bu yerleşimler Batı Şeria’nın iç kısımlarında, daha önce geri çekildikleri bölgelerde ve Ürdün sınırına yakın alanlarda inşa edilecek. Bu karar, güvenlik kabinesinin aldığı son kararla birlikte, Oslo Anlaşmalarından bu yana 30 yıla aşkın süredir yapılan en büyük yerleşim genişlemesi olarak görülüyor. Smotrich yeni yerleşimleri savunarak, ‘Bir sonraki adım egemenlik. Biz yabancı topraklar almadık, atalarımızın mirasını geri aldık’ ifadelerini kullandı. Katz cuma günü yaptığı açıklamada, işgal altındaki topraklarda 22 yeni yerleşim birimi kurulacağını duyurduktan hemen sonra “Bu, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve onun dostlarına net bir mesajdır. Onlar kâğıt üzerinde Filistin devletini tanıyabilirler, ama biz burada sahada Yahudi-İsrail devletini inşa ediyoruz.” ifadelerini kullandı.

Ürdün Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanlığı Sözcüsü Büyükelçi Dr. Süfyan el-Kudat, bu kararı şiddetle kınadı. Kararın, özellikle Yahudi varlığının 1967’den bu yana işgal altındaki Filistin topraklarının demografik yapısını ve statüsünü değiştirmeye yönelik tüm uygulamalarını kınayan BM Güvenlik Konseyi’nin 2334 sayılı kararına aykırı olduğunu vurguladı. Bu eylemler, uluslararası hukuka göre yasa dışı kabul ediliyor. Filistin Yönetimi, Batı Şeria’daki yerleşim yeri genişlemesini kınayarak, bunun sonuçları hakkında uyardı ve Yahudi varlığını bölgeyi şiddet sarmalına sürüklemekle suçladı. Aynı şekilde Mısır ve İngiltere de yeni yerleşim yeri inşa kararını kınayan ülkeler arasında yer aldı.

Ürdün Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Eymen es-Safedi, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas ile yaptığı telefon görüşmesinde, Yahudi varlığının yasadışı uygulamalarının Batı Şeria’yı patlama noktasına sürüklediği ve iki devletli çözüm ihtimalini tamamen yok ettiği uyarısında bulundu. Es Safedi, bu çözümün adil ve kapsayıcı barış için tek yol olduğunu vurguladı. Ayrıca, Yahudi varlığının Gazze’ye yönelik barbarca saldırılarının ve kasıtlı aç bırakma politikasının tüm sınırları aştığını belirtti.

Tüm bu işgal adımları, Yahudi liderlerinin küstah sözleri ve Arap rejimlerinin sessizliği karşısında, aşağıdaki noktaları kamuoyu ile paylaşıyoruz:

- Artık herkesin rahatça görebileceği gibi, Yahudi varlığı ve liderlerinin niyetleri gayet açık: Batı Şeria topraklarını genişletip ilhak ederek, “Yahuda ve Samiriye” adını verdikleri yerde bir Yahudi devleti kurmak.

- Yahudiler, iki devletli bir çözüm arayışında olmadıklarını defalarca dile getirdiler ve zaten pratikte bu mutant devletçiği kurmaya uygun tek bir alan bile bırakmadılar. Kaldı ki bu devletçik, uluslararası sistemin Arap yöneticilerle birlikte oynadığı siyasi bir oyun ve hileden ibarettir.

- İki devletli çözüm, Arap rejimleri ve Filistin Yönetimi için, Yahudi varlığı ile normalleşmeyi ve onu güçlendirmeyi, kendi yöneticilerinin iktidarda kalmasını hedefleyen hain bir oyalama taktiğidir. İki devletli çözüm, aslında kağıt üzerinde kalan, sahada hiçbir gerçekliği olmayan bir varlıktır.

- Yerleşim yerlerinin bu denli büyük ölçekte genişletilmesi, yalnızca sözde iki devletli çözümü ortadan kaldırmakla kalmıyor; aynı zamanda ilhak ve tehciri hedefleyen uzun vadeli bir planın da parçasıdır. Bu plan, iki yılı aşkın süredir Batı Şeria’da Yahudi varlığının yıkım ve şiddet makinesi tarafından sistematik olarak uygulanmaktadır.

- Yahudi varlığının pervasızlığının ve küstahlığının arkasında Amerika vardır. Onu ayakta tutan, güçlendiren ve saldırganlığına zemin hazırlayan da odur. Tıpkı Trump’ın son ziyaretinde görüldüğü gibi, İslam ülkelerindeki mevcut yönetimlerin teslimiyet ve köleliklerinin sebebi de yine Amerika’dır.

- Ürdün yönetiminin uzun yıllardır Yahudi varlığının Mescid-i Aksa ihlallerini, Batı Şeria’ya saldırılarını ve yerleşim yeri inşaatlarını kınaması, uluslararası sisteme şikayetlerde bulunması ve dışişleri bakanının bile “çoktan öldüğünü” söylediği uluslararası hukuku işletmeye çalışması; aslında rejimin Yahudi varlığıyla ortak hareket ettiğini, beceriksizliğini ve kendi bekasının devam uğruna Ürdün ve halkının çıkarlarını baltaladığını bir kez daha gözler önüne seriyor.

- İşgalci Yahudi varlığının tehditleri ve tehlikeli tutumları karşısında ciddi ve samimi bir duruş sergilemek, yönetimin egemenliğine yakışır, cesur adımlar atmasını ve Allah’ın emirlerine uyarak Yahudi varlığıyla tüm ilişkilerinin kesilmesini ve bu rejimin bize karşı kullandığı dille -düşmanlık ve savaş haliyle- karşılık verilmesini, onun pervasızlığını duymazlıktan gelen, vahşetine kör ve sağır kalan uluslararası sistemin aşağılık bir şekilde çağrılar yapmak yerine kararlı ve bağımsız adımlar atılmasını gerektirir.

- Amerika, Batı ve Yahudi varlığı yenilemez ve alt edilemez bir kader değildir. İşgal ettikleri Müslüman topraklarından nasıl bozguna uğrayıp arkalarına bile bakmadan kaçtıklarını gördük. Yahudi varlığı, mevcut rejimlerin işbirliğine rağmen, İslam ümmetinin Allah’ın yardımı ve desteğiyle İslam devletini kurduğunda, kendisinin temellerini sarsacağını, kökünü kurutacağını ve ilelebet ortadan kaldıracağını çok iyi biliyor.

Ey Müslümanlar! Düşmanlarınız olan Yahudi varlığı, ABD ve Batılı güçlerin sömürgeci projeleriyle saldırganlıklarına ve entrikalarına devam etmeleri, topraklarınızın işgalini pekiştirmeleri, kaynaklarınızı yağmalamaları, Gazze ve Batı Şeria başta olmak üzere halkınızı katletmeleri ve yerinden etmeleri, ayrıca Yahudi rejiminin tüm Filistin üzerinde kontrol kurma arzusu, Hilafet devletinin kuruluşunun gecikmesi durumunda bedelin daha da ağırlaşacağını göstermektedir. Hilafet, sizi birleştirecek ve Filistin’i özgürleştirmek ve ülkenizi sömürgeci kafir Batı’nın emellerinden korumak için ordularınızı seferber edecektir.

وَلَيَنْصُرَنَّ اللهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ * الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ“Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir.” [Hac 40-41]

Devamını oku...

Başbakan Atanması, Laikliğin Uygulanması ve Sömürgeci Kafirlerin Kertenkele Deliğine Girilmesi Demektir

Geçtiğimiz Cumartesi, 31 Mayıs 2025’te (Hicri 4 Zilhicce 1446), Dr. Kâmil İdris, Geçici Egemenlik Konseyi Başkanı Orgeneral El Burhan’ın huzurunda yemin ederek görevine başladı. Bu atama, şubat ayında revize edilen anayasal belgeye dayanıyor ve başbakana geniş yetkiler veriliyor. Dr. İdris’in kabine listesini önümüzdeki günlerde açıklaması bekleniyor.

Bu olay karşısında Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, aşağıdaki gerçekleri açıklıyoruz:

Birincisi: Kâmil İdris, Sudan’ın ilk başbakanı değil, eğer işler böyle devam ederse sonuncusu da olmayacak. Sudan halkı İslam’a dönüp hayat sistemini ondan almadığı sürece, bu tür değişimler yalnızca isim değişikliğinden ibaret kalacaktır.

İkincisi: Sudan’ın derdi baştakiler değildir, hastalık dini hayattan, dolayısıyla da siyasetten ayıran bu kokuşmuş sistemdedir! Oysaki biz Müslümanız ve bizim yönetim biçimimiz şeriatla belirlenmiştir: Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafettir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمْ الْأَنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لَا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ». قَالُوا: فَمَا تَأْمُرُنَا؟ قَالَ: «فُوا بِبَيْعَةِ الْأَوَّلِ فَالْأَوَّلِ وَأَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ“İsrail oğullarını Nebiler yönetiyordu. Bir Nebi öldüğünde onu bir başka Nebi takip ederdi. Benden sonra Nebi yoktur. Fakat benden sonra birçok Halifeler gelecektir.” Onlar, “Bize ne emredersin?” Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, İlk biate ilkine vefa gösteriniz. Onlara haklarını veriniz. Çünkü Allah, onları güttüklerinden hesaba çekecektir.”

Bu sistem, yüce İslam akidesi üzerine kuruludur. Anayasası, Allah’ın Kitabı ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti’nden istinbat edilmiştir.

Üçüncüsü: İslam’ın yönetim sisteminde ne egemenlik konseyi ne de bakanlar kurulu vardır. Bunların hepsi Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen sistemlerin kurumlarıdır. Devlet başkanı ise Allah’ın Kitabı ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti üzere biat edilen bir halifedir. Kendisine itaat farzdır. Halife sadece şer’i hükümleri uygular, asla yasa koyucu değildir.

Dördüncüsü: İslâm devletinin kurumları, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından belirlenmiştir. Ondan sonra gelen Raşidi Halifeler ve sonraki Müslüman yöneticiler de bu kurumlar üzerine hareket etmişlerdir.

İslam’daki yönetim ve idare yapıları, şer’i delillere dayanır ve Hilafet Anayasası’nın 23. maddesinde şu şekilde formüle edilmiştir: “Devlet şu on üç cihaz üzerine kuruludur: 1. Halife 2. Muavinler [Tefvîz Vezirleri] 3. Tenfîz Vezirleri 4. Valiler 5. Cihat Emiri 6. İç Güvenlik 7. Hariciye [Dışişleri] 8. Sanayi 9. Kadâ/Yargı 10. İnsanların Maslahatları 11. Beyt-ul Mâl [Hazine] 12. Medya 13. Ümmet Meclisi [Şurâ ve Muhasebe].”

Sonuç olarak Sudan halkına diyoruz ki, Kâfir sömürgecilerin izinden gittiğiniz ve Sevgili Peygamberimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yolunu bıraktığınız sürece, yönetimde Kâmil İdris olsa da olmasa da haliniz asla düzelmeyecektir. Dünyanızın düzelmesi, ancak Rabbinizin rızasını kazanmakla, O’nun şeriatını uygulamakla ve O’nun sizin için seçtiği yönetim sistemlerini Nübüvvet metodu Raşidi Hilafet altında uygulamakla mümkündür.

Öyleyse haydi Hizb-ut Tahrir ile çalışın! Hizb Kur’an-ı Kerim, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünneti ve bu ikisinin işaret ettiği delillere dayanarak doğru bir içtihatla 191 maddelik bir anayasa taslağı hazırlamıştır. Gelin, bu anayasa taslağını hayata geçirmek için birlikte çalışalım.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Sudan’ın ve Darfur’un Yetim Kadınlarına Kim El Uzatacak?

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), Sudan’ın Darfur bölgesindeki kadınlar ve kız çocuklarının sürekli olarak cinsel şiddet tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bildirdi. Ancak bu zulmün gerçek boyutlarını tespit etmek bile imkânsız, çünkü sağlık hizmetleri yok denecek kadar az ve mağdurlar yaşadıklarını anlatamıyor. Ancak Darfur’da ve Çad sınırındaki Sınır Tanımayan Doktorlar ekipleriyle görüşen tüm mağdurlar, vahşi nitelikte cinsel saldırılar ve tecavüz vakalarını içeren tüyler ürpertici tanıklıklarda bulundular. Erkekler ve erkek çocuklar da tehlikede olsa da, yaşanan acıların büyüklüğü kelimelerle anlatılamaz.

Nisan 2023’te Sudan ordusu ile paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri arasında başlayan çatışmalar, on binlerce insanın hayatını kaybetmesine, 13 milyon kişinin evinden olmasına yol açmış ve ülkenin zaten zayıf olan altyapısını tamamen çökertmiştir. Hızlı Destek Kuvvetleri, savaşın başlangıcından bu yana ülke genelinde sistematik cinsel şiddet uygulamakla suçlanıyor. Cinsel şiddet Darfur’da o kadar yaygın ve korkunç boyutlara ulaşmıştır ki, birçok insan bunu kaçınılmaz bir kader olarak görmeye başlamıştır. Kız çocukları ve kadınlar hiçbir yerde kendilerini güvende hissetmiyorlar. Evlerinde, şiddetten kaçarken, yiyecek tedarik ederken, odun toplarken ve tarlalarda çalışırken saldırılara maruz kalıyorlar.

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), Ocak 2024 ile Mart 2025 arasında Güney Darfur’da 659 şiddet mağdurunu tedavi ettiklerini ve bunların %94’ünün kadın ve kız çocuğu olduğunu bildirdi. Bu vahşetin kurbanlarının yarısından fazlası silahlı çetelerin saldırısına maruz kalmıştır! Daha da dehşet verici olan, mağdurların üçte birinin çocuk olması ve bazılarının henüz 5 yaşını bile doldurmamış olmasıdır!

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) acil durum tıbbi direktörünün ifadelerine göre, Sudan’daki insani ve sağlık hizmetlerinin genelinde olduğu gibi, cinsel şiddet mağdurlarına yönelik psikososyal destek ve koruma hizmetlerini de kapsayan tıbbi bakımda önemli bir yetersizlik söz konusudur. Cinsel şiddet mağdurlarının saldırı sonrasında gerekli hizmetleri alması oldukça önemli. Çünkü cinsel şiddet, tıbbi bir acil durumdur ve hem hemen ortaya çıkan hem de uzun vadeli bedensel ve ruhsal sonuçları yaşamı riske atabilir. Ancak, hizmetlerin yetersizliği ve bunlara ulaşmadaki zorluklar nedeniyle, şiddet mağdurları sağlık hizmeti almakta ve korunma elde etmekte büyük güçlük çekiyorlar. Ayrıca, utanç, damgalanma veya intikam korkusu yüzünden yaşadıkları saldırıyı anlatmaktan çekindikleri de bilinen bir gerçek.

Sınır Tanımayan Doktorlar’ın (MSF) mağdurlara destek verdiği diğer yerlerde de durum farklı değil. Örneğin, şu an 800 binden fazla Sudanlı mülteciyi ağırlayan Çad’ın doğusunda da benzer sorunlar yaşanıyor. Adré’de, MSF Ocak 2025’ten bu yana 44 şiddet mağduruna yardım etti ve bu kişilerin neredeyse yarısı çocuktur. Ouara Bölgesi’nde 94 mağdur tedavi edildi ve bu kişilerin 81’i 18 yaşından küçüktü. Doğu Çad ve Sudan’ın Darfur bölgesinden hem mağdurların hem de sağlık personelinin tanıklıkları, bu tabloyu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Ey subaylar ve askerler! Kadınların ve çocukların ağır bedeller ödediği bu nefret dolu çatışmayı neden sürdürüyorsunuz? Bu çatışma, Sudan’a egemen olmak, kaynaklarını ve halkının geleceğini ele geçirmek isteyen Amerika ve Avrupa’nın çıkarlarına hizmet etmekten başka bir şey değildir. Sudan’ı bölüp parçalasanız da, bu topraklar size ait olmayacaktır! Yanlışlarınızdan ve sapkınlıklarınızdan vazgeçin ki, belki Allah size merhamet eder.

Ey Sudan halkı! Yaşadığınız bu kanlı çatışma başladığından beri çektiğiniz acılar ve içine girdiğiniz şiddet tüneli, göç ve ekonomik-sosyal çöküşün o korkunç sonuçlarından sadece bir damladır.

Ülkenizde gözü olan sömürgeciliğin körüklediği bu çatışmayı neden durdurmuyorsunuz? Neden bu çatışmayı durdurmak, entrikacılardan kurtulmak ve onların köklerini kurutmak ve batıldan korkmayan, ona ödün vermeyen, makam veya iktidar hırsı taşımayan, yalnızca Allah’ın şeriatını ve metodunu uygulamayı arzulayan cesur bir Müslüman yönetici var etmek için çalışmıyorsunuz? İnsanları ve ümmeti birleştirecek olan yegâne şey budur.

وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ“Şüphesiz bu, tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin.” [Enbiya 92]

İşte bu da ancak, Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet’i kurmak için yapılacak ciddi çalışmalarla mümkün olacaktır. Hilafet, tüm yanlışları düzeltecek, hakları gerçek sahiplerine, ülkenin zenginliklerini de halkına geri verecek; böylece Sudan, Müslümanların yeniden gıda ambarı ve güçlü İslam Devleti’nin yıkılmaz bir kalesi haline gelecektir.

Devamını oku...

Arap-İslam Bakanlar Komitesi Bir Yanda, Ümmet ve Dertleri ise Bambaşka Bir Yandadır!

Edinilen bilgilere göre, Arap-İslam Bakanlar Komitesi Ramallah’ı ziyaret etmeye hazırlanıyor. Bu ziyaret, önümüzdeki 17-20 Haziran tarihlerinde New York’ta, Fransa ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde yapılması planlanan “İki Devletli Çözüm” konferansının hazırlıklarının bir parçası olarak görülüyor. Bakanlar Komitesi heyetine Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan’ın başkanlık edeceği, ayrıca Ürdün, Mısır, Katar, Bahreyn ve Umman dışişleri bakanlarının da heyette yer alacağı belirtiliyor.

Gözü ve basireti olan herkes artık Müslümanların yöneticilerinin Allah’tan, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den ve kendi halklarından utanmadıklarını anlamıştır. Yahudi varlığı Gazze’de ardı ardına katliamlar yaparken, Batı Şeria’da şehir ve köylere girip halkını açıkça aşağılarken; Müslümanların bu Ruveybida yöneticileri tek bir kurşun bile sıkmak bir yana gaspçı Yahudilerin koruması altında dışişleri bakanlarını Ramallah’a gönderip, “1967 sınırları içinde ve başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletinin uluslararası tanınmasını sağlamak için ortak Arap eylemi mekanizmalarını” görüşmekle meşgul olmaktadırlar.

İslam ümmetinin artık şunu anlamasının zamanı gelmiştir. Bizim asıl felaketimiz, metamorfoz Yahudi varlığı ya da onu hayatta tutan, ölüm ve yıkım araçlarıyla besleyen kafir sömürgeci devletler değildir. Aksine bizim asıl felaketimiz ve belamız, kendilerine saldıranı durdurmayan, yağmacının elini geri çevirmeyen, aksine düşmanlarıyla iş birliği yapan, ümmetin saldırganlığı püskürtme görevini yapmasına engel olan, suçlu Yahudi varlığına koruma ve suçlarına kılıf sağlayan, onunla barış ve normalleşme anlaşmaları imzalayıp hatta ona yaşam kaynakları ve Gazze, Batı Şeria gibi yerlerde ümmetin çocuklarını öldüreceği askeri ekipman sağlayan Ruveybida yöneticilerimizdir.

Ucube Yahudi varlığının saldırıları Filistin’i aşıp Lübnan, Suriye, İran ve Yemen’e uzanmıştır. Askeri gücü Müslüman topraklarında serbestçe dolaşmakta, ancak yöneticilerden hiçbiri buna karşı çıkmamakta, bırakın engellemeyi en ufak bir itiraz bile yükseltilmemektedir. Bütün bunlara rağmen, işgalci Yahudilerin koruması ve himayesi altında Ramallah’a heyetler göndererek onlarla barış görüşmeleri yapmaya çalıştıklarını görüyoruz!

Artık yeter! Bardak taşmış, bıçak kemiğe dayanmıştır! Ey Müslümanlar, yöneticilerinizin gerçekte kim olduğunu idrak etmenizin, onları çekirdek gibi bir kenara atmanızın, ayakkabı gibi çıkarmanızın, ülkelerinizdeki durumu düzeltmenizin ve liderliğinizi, sizi yeniden yükselişe taşımak için gayret gösteren Hizb-ut Tahrir gibi bilinçli ve samimi evlatlarınıza teslim etmenizin zamanı gelmiştir! Hizb, sizi kalkındırmak için çalışmakta, ülkelerinizi tek bir çatı ve tek bir ordu altında birleştirmeyi hedeflemekte ve yalnızca Yahudi saldırılarını durdurmak için değil, onları tamamen Mübarek Topraktan temizlemek ve onları tarihe gömmek için mücadele etmektedir.

Devamını oku...

Görünüşte Kalkınma Olarak Sunulan, Fakat Özünde Hayasızlığı ve Ahlaki Çürümeyi Yaymayı Amaçlayan Yıkıcı Faaliyetler

Lübnan Parlamentosu üyesi Nejat Saliba, Trablus’taki eğitim kurumlarında aile farkındalığını yaymak amacıyla Amerikan Üniversitesi’yle iş birliği girişiminde bulunduklarını belirtti; ancak bu girişimin toplumda hâkim olan cinsiyetçi ve ayrımcı zihniyetle karşı karşıya kaldığını ifade etti.

Nejat Saliba’nın bu açıklamalarıyla eş zamanlı olarak, Amerikan Üniversitesi’yle ilişkili bir sivil toplum kuruluşunda çalışan iki kadın, “Kadınlara Yönelik Entegre Cinsel Sağlık Programı” çatısı altında, Beyrut Amerikan Üniversitesi Hastanesi’ne bağlı olarak Trablus şehrindeki bir kız lisesine ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaret, Lübnan Eğitim Bakanlığı’nın bilgisi ve koordinasyonuyla gerçekleşti. Daha sonra bu iki kişinin, bariz ve skandal bir şekilde ahlaksızlığı teşvik ettikleri ve kız öğrencilere uygunsuz konular anlatıp müstehcen görseller gösterdikleri iddia edildi. Bu rezalet üzerine okul idaresine giden veliler, okul yönetiminin ‘Onlar buraya Milli Eğitim ve Yükseköğretim Bakanlığı’nın talimatıyla geldiler’ savunmasıyla karşılaştılar!

Sanki yolsuzluğun, ahlaksızlığın, sefaletin ve işsizliğin pençesinde kıvranan Lübnan halkının çektiği siyasi, ekonomik ve sosyal çileler ve krizler yetmiyormuş gibi bir de farkındalık yaratmak ve eğitim vermek adına çağdaşlık ve açık fikirlilik örtüsü altında gencecik beyinleri sızıyorlar! Ne tür bir farkındalıktan söz ediyorlar? Uygulamaya çalıştıkları eğitim modeli nedir? Hedefledikleri açılım tam olarak neyi ifade ediyor?

Gözümüzün nuru evlatlarımızın eğitim gördüğü okullarda, toplumumuzun temeli olan aile kurumunu ve onun kutsal direklerini hedef alarak sinsice yayılan bu anormal düşünceler ve bu anormal zihniyetteki kişilerin kız çocuklarımıza yaklaşıp onlara pusu kurmalarına, zihinlerini bulandıracak bu denli tehlikeli ve pespaye konuları işlemelerine izin verilmesi, hepimiz için büyük bir yıkım ve felaketin habercisidir. Toplumlarımızdaki aile yapısı, kendilerini siyasetçi, lider ve entelektüel olarak tanımlayan, ancak elebaşı suçlular olarak da nitelendirilen bir zümrenin yürüttüğü acımasız bir hücumla karşı karşıyadır. Bu güruh, peşi sıra yürüttükleri şeytani programlarla doğrudan doğruya İslam’ı, onun mensuplarını ve ondan fışkıran iffet, temizlik, şeref gibi ne varsa hepsini hedef almaktadır. Yegâne amaçları ise oğullarımızı ve kızlarımızı rezalete ve ahlaksızlığa boğmaktır! Bu programların kültür, uygarlık ve medeniyet maskesi altında doğrudan BM denen örgüte bağlı olduğu artık herkesin malumu!

Okullar, artık bu karanlık örgütlerin Müslüman aileye laiklik, yozlaşma ve sapkınlığı sokmak için en çok kullandığı araç haline gelmiştir! Üstelik bunu da yeteneği destekleme ve geliştirme, üreme ve cinsel sağlık gibi cafcaflı sloganlarla, kız çocuklarının tüm uluslararası anlaşma ve konferanslardaki haklarını güvence altına alma gibi çeşitli ve temelsiz gerekçelerle yapıyorlar. İslamî değerlerle çelişen bu yozlaştırıcı eylemler, farklı isimler altında organize edilmektedir. Dışarıdan bakıldığında gelişim gibi görünse de, aslında yozlaşmayı, kadın-erkek karışıklığını, pervasızlığı ve cinsiyetler arası engellerin kaldırılmasını hedeflemektedir!

Bilindiği üzere eğitim, ümmetin bugününe ve geleceğine en çok etki eden sektörlerin başında gelmektedir. Peki devlet, bu kritik sektörün neresinde yer alıyor?! Uluslararası kuruluşların yozlaştırıcı programlarının esiri olmaya daha ne kadar devam edecek? Ve iddia edildiği gibi, ilgili bakanlıkların bilgisi ve onayı olmadan bu iğrenç durumlar neden yaşanıyor? Bakanlar, bu şüpheli derneklerin düzenledikleri program ve atölye çalışmalarından her zaman sıyrılmayı başarıyorlar. Ama bu şüpheli derneklerin ülkede rahat rahat dolaştığını, üstelik eğitim ve farkındalık yalanıyla önlerine kilitli kapıların bile ardına kadar açıldığını görüyoruz! Üstelik bu skandal ilk değil! Benzer faaliyetlerin daha önce de çeşitli bölgelerde, özellikle kuzey Lübnan’daki okullarda yürütüldüğü biliniyor. Oxfam’ın “toplumsal cinsiyet” kavramını topluma yerleştirmeyi amaçlayan projesinin yetkilileri, projenin temel hedef bölgeleri arasında özellikle Trablus’un yer aldığını belirtmişlerdir.

Bu alçak saldırıda olup bitenlerin tümü, Allah’ın yarattığı fıtrata ihanettir! Değerlerimizi, namusumuzu, iffetimizi yerle bir etmek istiyorlar! Bu nedenle tüm bu fesat odaklarını teşhir etmeli, kirli planlarını deşifre etmeli ve yöntemlerini net bir şekilde gözler önüne sermeliyiz! Zira artık perdeyi yırtıp açıktan saldırıyorlar! Dinimize, izzetimize, kırmızı çizgilerimize meydan okuyorlar! Allah’a hamd olsun ki bu ülkede hâlâ dinine bağlı, şeriatın hükümlerine sahip çıkan, güzel ahlakı korumaya çalışan bilinçli ve sadık insanlar var!
Onlar her tehlikeyi sezen, her kötülüğü fark eden uyanık birer nöbettir!

Konuya duyarlı herkesi, bu kötü niyetli faaliyetleri daha başlangıç aşamasında engellemeye çağırıyor, bu tuzakları ve bu derneklerin kurnazlıklarını fark eden samimi ve bilinçli insanların da öğrencileri ve ailelerini dinleri konusunda bilinçlendirme çalışmalarını da destekliyoruz. Bu mesele, yetenekler, burslar ve suni haklar sorunundan çok daha büyüktür. Bu, Müslüman aileyi İslam’dan vazgeçirmek için Batı’nın ve onun uluslararası örgütlerden, kurumlardan ve paralı işbirlikçi yöneticilerden oluşan takipçilerinin yürüttüğü amansız bir savaştır.

Lübnan’da ve tüm Müslüman ülkelerde bu laikçi dalgayla ancak tek bir devlet kurularak mücadele edilebilir. Tek bir yönetici yönetimindeki bu devlet, İslam ümmetini birleştirecek, yasalar ve kurumlarda Allah’ın şeriatını ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetini uygulayacaktır. Ancak bu şekilde Müslüman ailenin eğitici ve ahlaki işlevi gerçek anlamda korunabilir.

Bu devlet, Allah’ın izniyle yakında kurulacak olan, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir. Her Müslüman, sorumluluğunu yerine getirmeli ve İslam’ın yüklediği emanete sahip çıkmalıdır.

كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“Hepiniz çobansınız ve her biriniz kendi güttüklerinden sorumludur.” Dinimizi yok etmeyi amaçlayan bu programlara karşı tüm erkek ve kadınların karşı çıkması gerekir. Herkes, dini umursamayan ve halkın namusunu korumayan Ruveybida yöneticilere karşı durmaya çağırıyoruz. Zira onlar bizzat fitnenin ve tehlikenin ta kendisidirler! Aksi hâlde, Allah’ın azabından kurtulamayız! Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَا مِنْ قَوْمٍ يُعْمَلُ فِيهِمْ بِالْمَعَاصِي ثُمَّ يَقْدِرُونَ عَلَى أَنْ يُغَيِّرُوا ثُمَّ لَا يُغَيِّرُوا إِلَّا يُوشِكُ أَنْ يَعُمَّهُمْ اللَّهُ مِنْهُ بِعِقَابٍ“Bir toplulukta bir takım günahlar işlenir, işlemeyenler o günahları işleyenlerden daha güçlü ve daha çok oldukları halde engel olmazlarsa, mutlaka Allah hepsine birden ceza verir.” [Ebu Davud]

Devamını oku...

Uluslararası Hukuk Dedikleri, Tam Bir Orman Kanunudur; Böyle Bir Sisteme Başvurulması Kesinlikle Caiz Değildir!

Uluslararası Kızılhaç Komitesi (UKK) Yemen Misyonu İnsani İşler Koordinatörü Daniel Cavoli’nin himayesinde, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (UKK), 20-21 Mayıs 2025 Salı ve çarşamba günleri Sana’da, Enformasyon Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği içinde Dışişleri Bakanlığı’nda medya ve basın kuruluşları personeline yönelik bir eğitim kursu düzenledi. Eğitimde uluslararası hukukun esasları ve amaçları ile uluslararası insancıl hukuk terimleri üzerinde duruldu. Özellikle insan haklarının korunması, onurlu bir yaşam sağlanması, şiddetin engellenmesi, kırılgan grupların ihtiyaçlarının karşılanması ve sivillerin çatışmalardan korunması, aşırı zarar ile gereksiz acı verilmesinin yasaklanması gibi konular ele alındı.

Uluslararası hukuk konulu eğitim kursuyla ilgili dikkat çeken husus, Enformasyon Bakan Yardımcısı Dr. Ömer el-Buheyti’nin katılımı olmuştur. El-Buheyti, uluslararası hukukun ilkelerinin Yemen’deki medya camiasında daha etkin biçimde yaygınlaştırılması gerektiğini belirtti. Medyanın, uluslararası insancıl hukuk kurallarının kamuoyuna anlatılmasında oynadığı role dikkat çeken el-Buheyti, Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin bu alandaki çabalarını takdir etti. Ayrıca, bu tür bilinçlendirme faaliyetlerinin artması gerektiğini vurgulayarak, özellikle gazetecilere yönelik eğitimlerin daha sık düzenlenmesi çağrısında bulundu. Eğitim etkinliğinde dikkat çeken diğer isimler arasında, Yemen Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Enstitüsü Dekanı Büyükelçi Dr. Ahmed el-İmad, Yemen Misyonu Hukuk Danışmanı Muhammed en-Nuzeyli ve Dışişleri Bakanlığı Resmi Sözcüsü Büyükelçi Vahid eş-Şami de yer aldı. Bu isimler, sempozyumdaki konuşmalarında uluslararası hukukun tanımını, kurallarını ve kavramlarını ele aldılar, bilinçlendirme ve bu kavramları yerleştirme üzerine açıklamalarda bulundular. Tüm bunların, kendilerine Ensarullah diyenlerin yönetimindeki Sana’da, “İman ve Hikmet yurdu” Yemen’de gerçekleşmesi ise bir hayli manidardır! Madem öyle, ne diye bu devrim tantanası? Sözümona değişim ve imar palavraları ne olacak? Ya o yalan dolan, içi kof sloganlara ne demeli?!

Uluslararası hukuk denen yapı baştan sona, 1648’deki Batılı ittifaktan, 1919’daki sömürgeci paylaşım düzenine, 1945’teki küresel hegemonyaya kadar her aşamasında İslam ve Müslüman düşmanlığı temeli üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla, bu hukukun ortaya koyduğu fikirlerin tamamının Müslüman topraklarda tatbik edilmesi, yaygınlaştırılması veya bunlara çağrı yapılması kesinlikle caiz değildir. Çünkü bu düşünceler, hem İslam’ın temel inanç esaslarıyla (akide) hem de İslam akidesinden türeyen, insanın hayattaki sorunlarına getirdiği tüm çözümlerle taban tabana zıttır. Sahi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, şu pek matah uluslararası hukukun gölgesi altında yaşanmadı mı?!

Peki ya Yemen’in Müslüman çocukları arasında 11 yıldır süregelen bu savaş; sözüm ona BM’nin 7. Maddesi himayesinde, dünya barışını koruma kisvesi altında yürütülmedi mi? Ve Gazze’deki soykırım da yaklaşık iki yıldır yine bu uluslararası hukukun himayesinde gerçekleşmiyor mu?

İslam’a göre devletler arasındaki ilişkiler, uluslararası hukuk temelinde değil, dünyanın Dâru’s-Silm ve Dâru’l-Harb şeklinde ikiye ayrılması prensibine göre düzenlenir. Ve devletlerarası muameleler/ilişkiler eşitlik ve karşılıklı denklik esasına göre olur. Bu temelde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde görüldüğü üzere; kararları veto etme hakkına sahip daimî üyeler ile bu haktan mahrum daimî olmayan üyeler şeklinde iki ayrı zümrenin varlığına yer yoktur!

Hiç şüphesiz Hizb-ut Tahrir; Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nde, gerek dış politikada ve devletlerarası ilişkilerde, gerekse yönetim, iktisat ve içtimai nizamı gibi hayat işlerini tanzim edecek berrak ve yüzde yüz şer’î bir vizyona ve yol haritasına sahiptir. Kâfirlere yardakçılık yapmak, onların peşinden gitmek ve onlardan destek almak ise siyasi bir intihardır, apaçık bir işbirlikçiliktir, İslam’a ve Müslümanlara ihanettir.

Biz, Hizb-ut Tahrir olarak, suçlu işbirlikçileri deşifre etmeye, ümmetin evlatları arasında farkındalığı yaymaya, kâfir Batı ve uşaklarına meydan okumaya, onunla mücadele etmeye ve ümmeti de Raşidi Hilâfet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatma nihai hedefine doğru yönlendirmeye devam edeceğiz.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ“Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER