Cumartesi, 22 Safer 1447 | 2025/08/16
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Nahda Barajı: Mısır ve Halkının İradesini Kırmak ve Bağımlılıktan Kurtulmasını Engellemek İçin Sahneye Sürülen Yeni Bir Amerikan Silahıdır

Etiyopya’nın 2011’de Mavi Nil üzerinde Nahda Barajı’nı inşa edeceğini duyurmasından bu yana, büyük bir siyasi ve stratejik suçun perdeleri bir bir aralanıyor. Basiretle bakan biri bu barajın, sadece bir su tesisi veya kalkınma projesi olmadığını, aksine Amerika’nın bölgeye ve ümmetin kalbi olan Mısır’a hükmetmek için kullandığı yeni bir sömürge silahı olduğunu görür. Amaç, Mısır’ı ekonomik, siyasi ve su baskısıyla yıldırıp başını kaldıramaz hale getirmektir. Kısacası, Nahda Barajı yeni bir tür dolaylı savaş taktiğidir.

Etiyopya yönetiminin dilinden düşürmediği o süslü “kalkınma hakkı” söylemine rağmen Nahda Barajı, asla Etiyopya’nın özgür iradesinin bir ürünü olmamıştır. Aksine Nahda Barajı, kökleri geçen yüzyılın ellili yıllarına dayanan, dikkatle planlanmış Amerikan projelerinin bir ürünüdür. O yıllarda, ABD Islah Bürosu’nun (U.S. Bureau of Reclamation) denetiminde, Amerikan şirketi Brown & Root, Mavi Nil üzerine barajlar inşa etme konusunda kapsamlı etütler gerçekleştirmiştir. O dönemden beri barajın mevcut konumu, ABD’nin Mısır ve Sudan üzerinde su kaynakları yoluyla hakimiyet kurmasını imkân veren en önde gelen projelerden biri olduğu belirlenmiştir.

Dolayısıyla bu baraj, Amerika’nın bölgeye yönelik vizyonunun bir ürünüdür; Afrika’da ve özellikle de Doğu Afrika’da bağımlılık haritasını yeniden çizmek için kullandığı araçlardan sadece bir parçasıdır. Amerika, dün nasıl Körfez’in zenginlik kaynaklarına işbirlikçi yöneticiler eliyle çöktüyse, bugün de Addis Ababa’daki nüfuzunu kullanarak Nil’in kaynaklarına çökmeyi amaçlamaktadır.

Zira Etiyopya, Amerika’nın bölgesel çıkarlarına göre yönlendirdiği ve mesajlarının zamanlamasını belirlediği bir maşadan başka bir şey değildir. Aynı kontrol mekanizması, muhalefet yapıyormuş gibi görünen ama hiçbir kritik adımı atmaya cesaret edemeyen Mısır yönetimi için de geçerlidir.

Nahda Barajı, Amerika’nın Mısır halkını açlık ve baskıya mahkûm etme politikasından ayrı düşünülemez. Su, hayatın kaynağıdır. Ve bu hayat kaynağının önemli bir bölümüne bu barajla el konulması, Amerika’ya, Mısır halkına karşı “susuzluk sopasını” sallama ve onların siyasi iradesini esir alma gücü vermektedir.

Amerika bu barajı sadece parayla değil siyasi ve diplomatik olarak da sonuna kadar himaye edip desteklemiştir. Uluslararası mahfillerde Etiyopya’ya kalkan olmuş, ona baskı yapılmasını veya bağlayıcı bir anlaşma imzalamaya zorlanmasını engellemiştir. Şimdi ise barajın tamamlanmasını resmî olarak onaylamakta ve başta Mısır ve Sudan olmak üzere bölge halkları üzerine uygulayacağı baskı politikasında Nahda Barajını istismar etmeye hazırlanmaktadır.

Güya egemenlik iddiasında bulunan Mısır rejimi, barajın inşasına başladığı günden bu yana sadece Amerika’nın müsaade ettiği çerçevede hareket etmiştir. Mısır rejimi, ne Etiyopya’nın 2011’de projeyi ilk ilan ettiği zaman, ne barajın ilk dolum aşamasında, ne de dördüncü dolumun ardından dahi herhangi bir somut adım atmamıştır. Etiyopya’nın barajın dolumunun tamamlandığını ilan etmesinin ardından bile Mısır rejimi sadece ‘çekince’ ve ‘biçimsel ret’ açıklamaları yayımlamıştır, somut bir tedbir almamıştır, aksine, milyonların hayatının tehdit altında olduğu bir zamanda bile Washington ve Tel Aviv ile güvenlik ve istihbarat işbirliğini sürdürmüştür.

Niçin? Çünkü bu rejim gerçek bir yönetici değil, efendisi Amerika’nın atadığı bir memurdur; Kendisi için belirlenmiş politikaları tatbik etmekte ve ülkenin maruz kaldığı tehditlerin büyüklüğü ne olursa olsun, kendisine müsaade edilen sınırların dışına çıkamamaktadır.

İşte bugün İslam beldelerindeki bütün rejimlerin durumu budur: Onlar, kendi kararını alamayan, yalnızca Batı’nın ajandaları ve sömürgeci efendilerinin rızası doğrultusunda hareket eden, işbirlikçi ve piyon rejimlerdir!

Nil Nehri, sömürge döneminden sonra kurulan Mısır, Etiyopya ve Sudan gibi ulus-devletlerin özel mülki olmayıp şeri hükümlere tabi kamu mülkiyetinden sayılmaktadır. Dolayısıyla herhangi bir varlığın, Müslümanlara yeni bir fiili durum dayatmak amacıyla sularına el koyması veya onunla oynaması kesin surette yasaklanmıştır.

Hal böyleyken, Mısır’ın Nil suyuna erişiminin engellenmesini veya Etiyopya’nın—gerçekte ABD’nin—kontrolündeki bir barajın gerisinde suyun depolanmasını nasıl tahayyül edebiliriz? Dahası, askeri bir işgalden farksız olan bu saldırganlık karşısında Müslümanların sessiz kalmasını nasıl izah edebiliriz?

Mademki halkın işlerini gözetmek devletin sorumluluğundandır, o halde bu saldırganlığı önlemek de onun görevidir. Bu vazife, Güvenlik Konseyi’ne şikâyette bulunmakla veya kınama bildirileri yayınlamakla yerine getirilemez. Aksine bu görev, ancak ve ancak önce siyasi iradeyi esaretten kurtarıp, sonra da bu zorbalara haddini bildirerek ve gasp edilen hakları geri almak için gerekirse demir yumruğu masaya vurarak yerine getirilebilir! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ“Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın.” [Bakara 194]

Şüphesiz Nahda Barajı meselesi, tıpkı ümmetin diğer bütün meseleleri ve krizleri gibi, sorunun sadece barajın kendisinde ya da Etiyopya’da olmadığını ispatlamaktadır. Asıl sorun; İslam Devleti’nin yokluğudur. İslam Devleti, insanların işlerini gözetecek, onlara yönelik saldırganlığı önleyecek ve onların su, gıda ve siyasi güvenliğini koruyacaktır.

Bu nedenle, İslâm ümmetinin şer’î ve siyasî vazifesi, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilâfet’i kurmak için ciddi bir şekilde çalışmaktır; Hilafet, aralarındaki sınırları kaldıracak, onları tek bir varlıkta birleştirecek ve Nil’i tüm tebaasının korunmuş kamu malı haline getirecektir.

Ey Kinane ordusunun samimi subayları! Ey Mısır’ın hayırlı evlatları! Ey göğüslerinde hâlâ imanın sıcaklığını ve İslam’ın izzetini taşıyanlar! Ey Mısır’ı ve halkını korumaya, zalimlerin kırbacı değil İslam’ın kılıcı olmaya yemin edenler!

Artık doğruları söylemenin zamanı gelmedi mi? Sizin de tıpkı Ömer, Halid ve Selahaddin gibi onurlu bir duruş sergilemenizin zamanı gelmedi mi? Bizi düşmanın insafına terk eden ve Nil’in hayat veren suyunu, bağımlılık pazarında bir hiç uğruna satan bu hain zümreyi defetmenin zamanı gelmedi mi? Bilin ki, Nil’in yukarısına inşa edilen bu baraj, sıradan bir baraj değildir! Aksine o, halkınızı can evinden vurmak için doğru anı kollayan, zehirli bir Amerikan hançeridir!

Tarihin kayıt tuttuğu ve bugünün unutulmaz bir fırsat sunduğu bilinmelidir. Önünüzde iki seçenek bulunmaktadır: Ya Allah’ın, zafer ve hakimiyet nasip edeceği kimselerden olup, İslam’ın yönetimini ve devletini kurmak ve ABD’nin Mısır ve halkı üzerindeki nüfuzunu ortadan kaldırmak ya da sessiz ve itaatkâr kalıp, bu sessizliğin ve vurdumduymazlığın günahının din gününe kadar aleyhinize yazılmasına razı olmaktır!

Hadi tıpkı Medine’deki Ensar gibi siz de bu dinin yardımcıları olun! İslam’ın bayrağını dalgalandırın, bu işbirlikçi rejimi devirdiğinizi ilan edin, ümmeti sömürgeci hegemonyadan kurtarmak ve Raşidi Hilafeti kurmak için Mısır’ı harekete geçme noktası yapın! Hilafet Nil’in suyunu da, Müslümanların kanını ve onurunu da koruyacaktır.

İşte bu an, sizin anınızdır! O halde sadıklara yaraşır bir şekilde Allah için kıyama kalkın! Unutmayın, zafer sizi beklemektedir. Ve şüphesiz ki Allah, iyi amelde bulunanların ecrini asla zayi etmez.

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Devamını oku...

Dehşetengiz “Dokuz Uzun” Adlı Suç Örgütünün Saldırılarına Ancak Hilafet Devleti’nde Şer’i Hadlerin Uygulanması Son Verecektir

Kush News muhabiri Habibe el-Amin, Port Sudan’ın Transit semtinde bir canlı yayın dönüşünde ve beraberindeki meslektaşlarıyla birlikte, ‘Dokuz Uzun’ adlı suç örgütü üyelerince vahşice saldırıya uğradı. Bu olay; Omderman, Hartum ve şimdilerde idari başkent olan Port Sudan gibi sözümona güvenli şehirlerin tam kalbinde işlenen sayısız yağma, talan ve katliam hadisesinden sadece biridir. Söz konusu şehirler, hükümetin ve ilgili güvenlik birimlerinin kontrolü altındadır.

Suçlular öylesine arsızlaştı ki, hükümetten gelecek hiçbir yaptırımın onları durduramayacağına inanıyorlar! Kaldı ki uygulanan cezalar ne suçun büyüklüğüne ne de masum kurbanların acısına denk bile değil.

Suçun yayılmasını ancak İslami cezaların uygulanmasının önleyebileceği tartışmasız bir gerçektir. Nitekim fıkıh kaidesi şöyledir: Hadler, önleyici ve caydırıcıdır. Önleyicidir, günah işlenmesine mâni olur ve caydırıcıdır, üzerine had uygulanan kimse için ahiret azabına kefaret olur.

Abdullah ibn Ömer’den rivayet edildiğine göre,

قطعَ النَّبيُّ ﷺ في مِجَنٍّ قيمتُهُ ثلاثةُ دراهمَ“Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem üç dirhem değerindeki bir kalkanı çalan bir hırsızın elini kesti” (İbn Mace, Buhari, Müslim) Başka bir rivayette ise

أنَّ النبيَّ ﷺ قطعَ يدَ رجلٍ سرقَ تُرساً من صُفَّةِ النساءِ ثمنُهُ ثلاثةُ دراهمَ“Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem; kadınlar sofrasından fiyatı üç dirhem gümüş olan bir kalkan çalan adamın elini kesti.” [Ebu Davud, Nesai]

Huzurlu ve güvenli bir hayat süren halkı terörize eden, silahla adam öldüren, zorla mal gasp eden, yağmacılık ve soygunculuk peşinde koşanlara gelince; Kur’an-ı Kerim, bozguncu ‘dokuzlu çetenin’ durumunda olduğu gibi, bu tür kimseleri bu çirkin fiillerden men etmek ve caydırmak için ayetler indirmiştir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

إِنَّمَا جَزَاءُ الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَاداً أَنْ يُقَتَّلُوا أَوْ يُصَلَّبُوا أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُمْ مِنْ خِلافٍ أَوْ يُنفَوْا مِنَ الأَرْضِ ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنيَا وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ“Allah’a ve Rasûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” [Maide 33] Eğer hükümet, Allah’ın hadlerinden tek bir tanesini bile uygulamış olsaydı, bütün suçlular anında yola gelirdi. Ama belli ki hükümet böylesi bir şerefe bile layık değildir. Dolayısıyla kısır döngü etrafında dönüp duruyorlar. İçişleri bakanı atayarak, şehir merkezine polis gücü konuşlandırarak ya da önleyici kampanyalar düzenleyerek fark yaratabileceklerini sanıyorlar. Ne var ki, mevcut durumun giderek daha da kötüleştiğini görüyoruz.

Şeri hükümler, ancak ve ancak Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti çatısı altında uygulanabilir. Çünkü suçluları gerçekten engelleyip caydırabilecek yegâne güç Hilafettir. Demokratik sistemler ise; suçlular yetiştirir, hatta suç üretir ve zayıf cezaları nedeniyle fesadı besler. Zira bu sistemlerin mensupları, Yaratıcılarından daha merhametli olduklarını sanırlar, oysa küfürden öte günah yoktur.

Ülkemizdeki güç ve kuvvet ehli, Rahman’ın çağrısına kulak verip, Raşidi Halifeye biat etmek için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermeyecekler mi? Halife, adaleti sağlayacak, güvenliği tesis edecek, suçluların önce büyüklerini, sonra küçüklerini korkutup sindirecektir. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

وَإِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ “İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Başkent Dakka’nın Midford Bölgesinde Gerçekleşen Sohag Cinayeti, Tanrıtanımaz, İrrasyonel Seküler Siyasetin Kaçınılmaz Sonucudur

Eski Dakka’nın Mitford semtinde, ülkenin en büyük laik siyasi partisi BNP güdümündeki Jubo Dal’ın yerel elebaşları, haraç vermeyi reddettiği için Sohag (39) adlı hurdacıyı defalarca bıçakladıktan sonra başını dev bir taşla ezerek canice katlettiler. Görgü tanıkları, suçluların sadece öldürmekle kalmayıp, Sohag’ın öldüğü kesinleştikten sonra bile cansız bedeni üzerindeki barbarlığa devam ettiklerini belirttiler. Kana bulanmış cansız bedeni yolun ortasında öylece kalakaldı, cellatları ise cesedin başında delicesine zafer çığlıkları atıyorlardı. Bir değil, onlarca cellat, ölünün burnuna, ağzına, göğsüne öfkeyle vurmaya devam etti.

Bu tip cinayetler ve cinnet halleri, on yıllardır laik siyasetin koruması altında artık vaka-i adiyeden sayılmaktadır. Sohag’ın hunharca öldürülmesi, halkı seküler siyasete karşı acilen ayaklandıracak yeni bir ibret vesikası olacaktır! Laik siyasetin sancaktarı Awami League, devrik Hasina’nın on beş senelik saltanatı boyunca, Biswajit ve Abrar Fahad’ın canice infaz edilmesi de dahil olmak üzere sayısız cinnet vakasına imza atmıştır.

Halihazırda BNP, Hasina’nın izinden gittiğine dair yeterince örnek sergilemiştir. Zira, Batı icadı olan bu seküler siyasetin ana yaşam damarlarını para, kaba kuvvet ve güç oluşturmaktadır. Bu nedenle güce tapan, akılsız ve yozlaşmış figürler de bu siyasetin etrafında toplanmaktadır. Laik siyaset, özünde bir menfaat düzenidir. Bu siyasette Allah korkusuna, ahiret hesabına ve Allah’ın rızasını kazanmaya asla yer yoktur. İşte bu yüzden, on yıllardır tepedekilerin suretleri değişse de halkın makus talihi bir türlü değişmemiştir.

Bu ülkenin laiklik havarileri, yani “Jön Türkler”, BNP’ye “neo-faşist” yaftasını yapıştırarak laik siyasetin kirli suratını maskelemeye ve bu kargaşadan siyasi rant devşirmeye çalışmaktadır. Fakat asıl sorulması gereken şudur: Seküler BNP’nin, seküler Awami League’den ne farkı olacaktır? Ve onların seküler partisinin (diğerlerinden) farkı ne olacaktır?

Bu esnada halk, (BNP’nin) faaliyetlerinde Awami-BNP’nin geleneksel siyasetinden farklı bir şeye tanık olmamıştır. Tanınmış bir gazeteci, bu canice işlenen cinayete “BNP’nin iç hesaplaşması” yaftasını vurarak ve hadiseyi halkın davası değil de partinin bir sorunuymuş gibi göstererek halkın infialini perdelemeye çalışmıştır. Nitekim BNP de olayı “münferit bir vaka” diyerek geçiştirmeye kalkmıştır. Oysa son bir yıl içinde yüzlerce BNP lideri ve aktivisti iktidar kavgalarında hayatını kaybetmiştir.

Liderleri ve mensupları arasında birlik oluşturamayan bir siyaset, halkı nasıl birleştirebilir? İyi karakterli bir liderlik yerine yozlaşmış liderler üreten bir siyaset, halka nasıl sahip çıkabilir? Böylelikle, seküler siyasetçiler ve aydınlar, kendi siyasi felsefeleri olan sekülerizmin iflasını örtbas etmeye çalışmaktadırlar.

Halk, nice canlar pahasına zalim Hasina’yı tarihe gömmüştür; Yeni Bangladeş’te İslami esaslara dayalı, ümmetin menfaatini koruyan ve ülkenin bağımsızlığını gözeten bir siyasi düzen talep eden halka rağmen, Batı uşakları aynı yozlaşmış laik düzeni ‘reform’ maskesi altında yeniden dayatmanın çabası içerisindedir! Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ قَالُوا إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ“Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler.” [Bakara 11] İslam’da siyaset, Arapça kökenli “siyaset” terimiyle ifade edilen mukaddes bir vazife, bir ibadettir. Bu sorumluluğun temel işlevi, İslami anayasanın hayata geçirilmesi, adaletin sağlanması ve Müslüman ümmetin yabancı güçlerin askeri, ekonomik ve kültürel egemenliğinden korunması suretiyle toplumun refahını temin etmektir. Ve hepsinden önemlisi, İslam’ın cihanşümul hakikatlerini tüm cihana yaymaktır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمْ الْأَنْبِيَاءُ، كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ، وَإِنَّهُ لَا نَبِيَّ بَعْدِي، وَسَيَكُونُ خُلَفَاءُ فَيَكْثُرُونَ“İsrail oğullarını Nebiler yönetiyordu. Bir Nebi öldüğünde onu bir başka Nebi takip ederdi. Benden sonra Nebi yoktur. Fakat benden sonra birçok Halifeler gelecektir.” [Buhari ve Müslim]

Batılı kâfir sömürgeciler tarafından dayatılan seküler siyaset, İslam ümmeti için tam bir felakettir. Bu düzende bir yanda Sohag gibi nice din kardeşimizin hunharca katledilişine şahit olurken, diğer yanda ise durmaksızın Allah’ın gazabını üzerimize çekiyoruz. Bu nedenle halk, Hilafet’i kurma siyasi çalışmasında, samimi bir parti olan Hizb-ut Tahrir ile birleşmelidir. Sadece İslami siyaset Müslümanları şiddet, çatışma ve haraç-çıkar siyasetinden kurtarıp halkı birleştirebilir.

Devamını oku...

Azerbaycan Ziyareti, Ne Yazık ki Yahudi Varlığıyla Normalleşme Yolunda Atılmış Bir Adımdır! Bu Adım, Ümmet-i Muhammed’in Bağrına Saplanan Zehirli Bir Hançerdir!

Fransa Basın Ajansı’nın (AFP) aktardığına göre, Şam’da görevli diplomatik bir kaynak cumartesi günü yaptığı açıklamada, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş Şara’nın Azerbaycan ziyareti kapsamında Bakü’de Suriyeli bir yetkili ile “İsrailli” bir yetkili arasında doğrudan görüşme gerçekleşeceğini bildirdi.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan ancak isminin açıklanmasını istemeyen kaynak, ‘Eş Şarâ’nın Bakü’ye yapacağı ziyaret marjında Suriyeli bir yetkili ile “İsrailli” bir yetkili arasında bir görüşme gerçekleşeceğini, ancak eş Şarâ’nın bu görüşmede yer almayacağını vurguladı.

Kaynak, görüşmelerde, 7 aydan fazla bir süre önce Beşşar Esed rejiminin yıkılmasının ardından Suriye’nin güneyindeki bazı noktalara sızan Yahudi varlığının “Suriye’deki yeni askeri varlığı” konusunun ele alınacağını ifade etti.

Şam yönetimi doğrudan görüşmeler yapılacağını resmi olarak teyit etmese de, Suriyeli yetkililer Aralık ayında iktidara geldiklerinden bu yana Yahudi varlığı ile dolaylı müzakereler yürütüldüğünü kabul etti. Bu temasların gerekçesi ise Yahudi varlığının son aylardaki yüzlerce hava saldırısıyla tırmandırdığı gerilimi düşürme çabası olarak açıklandı.

Suriye’deki geçiş dönemi yönetimi ile Yahudi varlığı arasında normalleşme seçeneğini hayata geçirmeye yönelik adımlar atıldığına dair artan çok sayıda gösterge bulunuyor. Bu ziyaretlerin arkasındaki örtülü ajandalar, tek bir merkezî hedefte kesişiyor: işgalci Yahudi varlığını bir devlet olarak meşrulaştırmak ve Allah’ın zorba Beşşar rejiminin devrilmesiyle onurlandırdığı Şam halkının zaferini dört gözle bekleyen Mübarek Toprak, özellikle de Gazze halkının yüreğine ağır bir darbe indirmek! Tüm bunlara ek olarak, bir zamanlar devrime ve onun sloganlarına büyük bir saygıyla bakan ümmetin geri kalan iradesinin de boyunduruk altına alınması söz konusudur. Bugün ümmet, olan bitenlerin, kendi beklentilerinden, devrimin sloganlarından ve temel prensiplerinden fersah fersah uzak olduğuna inanıyor.

Yahudi varlığı ile normalleşme, ümmetin iradesini kırmak ve ona ölümcül bir hançer saplamak demektir.

Artık basiret ve feraset sahibi herkes için, normalleşme olgusunun “siyasi bir gereklilik” ya da “taktiksel bir manevra” olmadığı malumdur. Tam tersine normalleşme, ardı arkası kesilmeyen bir çöküş ve düşüş, eşi benzeri görülmemiş bir hezimettir; dünyada zillet, ahirette ise tam bir hüsrandır. Her şeyden önce Allah’a, Rasûlü’ne, şehitlerin kanına ve sadıkların fedakârlıklarına bir ihanettir! Ümmetin değişmez sabitelerine karşı bir darbedir! Ümmeti “Abrahim Anlaşmaları” zilletiyle uyumlu hale getirip uysallaştırma ve Yahudilerle olan mücadeleyi bir varoluş savaşından basit bir sınır kavgasına indirgeme gayretidir!

Bu kaygan zemine ve dipsiz uçuruma doğru yürüyenler, insan ve taş demeden her şeyi yakıp yıkan katliam ve suç makinesine karşı direniş sergilediğimiz devrim yılları sırasında Yahudi varlığının, özellikle eski rejimin yandaşlarının Yahudilerle olan ilişkilerinin ortaya çıkmasından sonra eski rejime güvenlik ve istihbarat desteği sağlayarak kritik bir rol oynadığını unutmamalıdırlar.

Bütün bunlara yanıtımız uzlaşmak ve normalleşmek mi olacak yoksa hemen Rabb’imizin emrine uyup Gazze’deki kardeşlerimizin yardımına koşmak mı olacak?

Bizler, yaşanmakta olan bu tehlikeli gidişata karşı uyarıyor ve şehitler, esirler, sürgünler vererek kahramanlık, sabır ve fedakârlık destanları yazan Şam devriminin onurlu halkını, devrik suç rejiminin onlarca yıldır ilan etmeye dahi cesaret edemediği normalleşme bataklığına sürüklenmeleri karşısında sessiz kalmamaya davet ediyoruz!

Normalleşme, bir ihanettir! Tehlikeli bir tuzaktır! Ve bu yola girenin de, propagandasını yapanın da, karşısında susanın da alnına sürülmüş bir utanç lekesidir! İşte bu yüzden, bugün hem Suriye devrimini gerçekleştirenlerin hem de bütün ümmetin, artık sesini yükseltmesinin zamanı gelmiştir. Topraklarımızın bir bölümünü gasp eden ve halkımızı öldürenlerle nasıl bir ilişki kurmamız gerektiğini bize öğreten dinimizin temel ilkelerine sımsıkı sarıldıklarını ilan etmelidirler. Herkes sesini yükseltmeli, tasfiye ile normalleşme projelerine tüm kararlılık ve güçleriyle karşı çıkmalıdır. Zira bu büyük tehlike karşısında susmak, büyük bir cürümdür!

Biz, Allah’ın izniyle Yahudi varlığının sonunun yakın olduğuna inanıyoruz. Bu son, ancak samimi ve Rabbani bir liderin ve Allah rızasını kazanmayı ve O’nun hükmünü yeryüzünde ikame etmeyi amaçlayan sadık askerlerin eliyle vuku bulacaktır. Ve bu, yalnızca İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin sancağı altında gerçekleşecektir! Allah’ın emri tecelli edene kadar bilin ki hayat bir duruş savaşıdır. Bugün normalleşmenin karşısında durmayanları, tarih, asla silinmeyecek bir utançla (veya ihanetle) yargılayacaktır.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER