- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
El-Vai Dergisi
Recep Tayyip Erdoğan'ın İslam Dengesindeki Politikaları
(İkinci Bölüm)
Hamid Abdulaziz - Mısır
Siyasi vakıayı okumak, duygulardan soyutlanmış bir şekilde bilinçli bir okumayı gerektirdiği gibi onun hakkında karar verirken de sabit temellere dayanması gerekir. Diğer bir ifadeyle vakıayı olmasını istediğimiz gibi değil, olduğu gibi anlamamız gerektiği gibi onun hakkında karar verirken de İslam akidesine dayanmalı ve rüzgarlar ve dalgalar tarafından oynayıp duran tekneler gibi olmamalıdır. Ayrıca şahıslar ve fikirler hakkında karar verirken İslam akidesine dayalı sağlam bir temele dayanmalıdır. Aksi takdirde sevinirken ve mutlu olurken bilincimizi kaybederek olmayan bir şeye yönlendiriliriz ve meseleyi, içinde elim azabın olduğu bir rüzgar ve susayanın ıssız bir çöldeki serabı su zannetmesi gibi olduğu halde yağmurumuzun bir belirtisi olduğunu sanırız! Dolayısıyla ümmetin, özellikle ölçülerini ve hükümlerini kendisinden aldığı ve fikirlerini onun temeli üzerine benimsediği sürece asla dalalete düşmeyeceği bir nur ve hidayet olarak inen Rabbinin Kitabı elinde olduğu halde hiç kimsenin onu aldatmasına, enerjisini, gücünü, vaktini ve ümidini tüketen, sonra da ümitsizliğe iten bir duruma getirmesine izin vermemesi gerekir. Nitekim daha önce ümmet, yanlış duruşları ve müdahaleci konuşmalarından dolayı sürekli alkışlanan ve övülen yapay olarak üretilmiş sahte liderler etrafında toplandı. Hem de bu liderler, ümmetin birbiri ardına hezimete uğramalarını engelleyememelerine ve ona uzanan elleri geri çevirememelerine, dahası olmayan şeyleri aktarmalarına ve önemli ve hayati meseleleri ümmetin düşmanlarının lehine manipüle etmelerine rağmen. Dolayısıyla Mustafa Kemal, Cemal Abdünnâsır ve Yaser Arafat ile başlayan bu liderler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile son bulmayacaktır.
Türkiye, 1952 yılında, 04 Nisan 1949’da Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) katıldı ve bunu, savunma ve güvenlik alanındaki uzun vadeli garantilerinin yanı sıra “Batılı” kimliği güçlendiren bir ittifak olarak değerlendirdi. Ayrıca Türkiye, eski ve yeni tehditlerle mücadele etmek için Kasım 2002’de Prag’da düzenlenen NATO zirvesindeki eylemler yoluyla karar vericilere rehberlik eden yüksek merkezler inşa etmek için alınan kararlar çerçevesinde Haziran 2005'te Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’ni (TMMM) kurdu. Bu ise, Türkiye’nin yanı sıra yedi NATO üye ülkelerinden subayların çalıştığı, NATO üyesi ülkeler ile çeşitli forumlarda NATO ile ortaklık yapan ülkelerin memurlarına ve orta ve yüksek rütbeli subaylarına hizmet veren uluslararası askeri bir örgüttür. Ayrıca bu merkez, terörizmin mali kaynaklarını tüketmek, intihar bombacılarıyla mücadele, terörizm ve medya arasındaki ilişki ile terörizmin ideolojik temellerini incelemek gibi çeşitli konularda seminerler, sempozyumlar, çalıştaylar ve benzer etkinlikler düzenlediği gibi NATO karargahında yürütülen terörle mücadele çalışmalarına akademik katkı da sağlamaktadır…
19 Mart 2003’te Türk Parlamentosu, 322 kabul, 202 ret ve bir üyenin çekimser kaldığı oylamada Amerikan kuvvetlerinin Irak’ı işgal etmek için Türk üslerini kullanmasına izin verdi. Türkiye ayrıca Amerika’nın mücahitleri Guantanamo Körfezi’ne taşıması için Türkiye’nin güneyindeki İncirlik üssünü kullanmasına da izin verdi. Tabi ki üslerin tek amacı bu değildir. Zira yaralıları tedavi etmek için yiyecek, su, yakıt ve ilaç gibi Amerika’ya malzeme de sağlıyor. Yine Türkiye, Irak’ta konuşlanmış Amerikan kuvvetlerine yönelik lojistik desteğin çoğunluğu için bir üs olarak kullanıldığı gibi Amerikan kuvvetlerinin Türkiye üzerinden Irak’tan çekilmesine izin vermeyi de kabul etmiştir.
Türkiye, ABD'nin Afganistan'daki savaşta üslerini kullanmasına izin vermiştir. Zira Türkiye, 24 saatten daha kısa bir süre içinde, Amerikan kuvvetlerinin Ekim 2001’de Afganistan’da savaş başlatması için topraklarının ve hava sahasının kullanılmasını kolaylaştırmasının yanı sıra Türkiye, NATO’ya bağlı destek güçlerine (ISAF) yardım sağlamak için yaklaşık 1200 asker de göndermiştir. Ayrıca Kuzey Mali’ye yönelik uluslararası askeri müdahaleyi de desteklemiştir. Haçlı düşmanlarımızın katliam, istismar, toprak kaybı ve kutsalların çiğnenmesi gibi Müslümanlara karşı işlediği yıkım ve tahribat ile Türkiye’nin kendi güçleriyle katıldığı tüm bu cürümlerin boyutunu hayal edebiliyor musunuz?
Amerika ve Batılı ülkeler, İslam karşıtı bu ittifakın hedeflerini desteklemek için Türkiye’nin gücünü ve stratejik açıdan önemli bölgelerini kullanıyorlar. Ayrıca Amerikan uçakları, Türk topraklarındaki üslerden Müslüman çocuklara yönelik birçok baskın düzenliyor. Şayet Erdoğan ülkesi hakkında karar verme yetkisine sahip olsaydı, İslam ve Müslüman düşmanı olan ve Irak, Afganistan ve diğer İslam ülkelerinde büyük bir soğukkanlılık ve nefretle nice katliamlar işleyen bu ittifaktan hiç gecikmeden derhal geri çekilirdi.
Rusya ile İlişkiler:
Rus İmparatorluğu’nun genişlemesinin çoğu, Osmanlı Devleti pahasına 1783’te Kırım’ın ilhak edilmesiyle başlayıp Karadeniz, Balkanlar ve Kafkasya'dan kuzey kıyılarına kadar uzanmıştır. Ayrıca Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesinden elde ettiği kazanımlar, özellikle Kırım Savaşı (1854-1856) sırasında Avrupa’daki güç dengesini tersine çevirmiştir Buna ek olarak, Rusya’nın Türk Boğazlarını ele geçirme ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını tamamlama hırsı Birinci Dünya Savaşı’nın kıvılcımını ateşlemiştir.
II.Dünya Savaşı sırasındaki tarafsızlık ve Sovyetler Birliği’nin zaferleri, Rus İmparatorluğu’nun Türk Boğazını kontrol etme hırsını yeniden canlandırmıştır. Nitekim o sırada Joseph Stalin, boğaz üzerinde Sovyet-Türk ortak kontrolünün olmasını ve Türkiye’de askeri üslerin kurulmasını talep etmiştir.
Ankara, Stalin’in taleplerine direndi, bu da Stalin’i Türkiye’de komünist bir devrimin patlak vermesi için baskı yapmaya itti. Buna cevaben ABD Başkanı Harry Truman, Truman Doktrini maddelerine göre Ankara’ya yardımda bulundu. Böylece Türkiye NATO’ya katıldığı gibi Kemalist Türkiye komünizm karşıtı bir kale ve Batı ittifakının merkezi bir ayağı haline geldi. Fakat Sovyetler Birliği, Türkiye’yi zayıflatma çabalarından asla vazgeçmedi. Nitekim Bunu yapmak için kullandığı araçlar arasında 1980’lerde Ankara’ya karşı PKK isyanına destek vermek vardı.
Ankara ile Moskova arasında komşu ülkelerle ilgili çatışmalar devam etti. 1990’larda Türkiye, Batı’nın desteğiyle, Orta Asya’daki Türkçe konuşan İslam cumhuriyetlerinin hamisi olarak Rusya'nın yerini almak için tarihi ve kültürel bağlardan yararlanmaya çalıştı. Ayrıca Ankara ve Moskova, 1994 ateşkes anlaşmasından sonra duran Dağlık Karabağ bölgesi hakkında Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmada karşıt tarafları desteklediler.
İki ülke arasında Ocak 2002 tarihli anlaşmaya göre Rusya, Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) yönelik desteğini geri çekerken, Türkiye ise Türk halkı arasında gördükleri büyük sempatiye rağmen Çeçenistan ve kendi topraklarında faaliyet gösteren diğer Kuzey Kafkasya gruplarına karşı daha katı bir tutum benimsedi. Bu da Rusların, Çeçenistan üzerindeki kontrollerini sıkılaştırmalarına ve Rus nüfuzundan kurtulmak için Çeçen mücahitlerin hareketlerini ortadan kaldırmalarına olanak sağladı.
2008 itibariyle Rusya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı haline geldi. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin en önemli bileşeni enerji alanı olmuştur. Zira az miktarda hidrokarbona sahip olan Türkiye, 2009 yılında petrol ithalatının yüzde 40’tan fazlasını Rusya’dan ithal etmiştir. Ülkenin doğalgazının yaklaşık yüzde 57’sini hala Rusya temin ediyor. Ayrıca ekonomik bağlar, nükleer enerji, inşaat, turizm ve diğer sektörleri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Amerika, Obama’nın 29/09/2015 tarihinde Putin ile görüşmesinin ardından Rusya’ya doğrudan Suriye’ye müdahale etme talimatı vermesinin ardından, Erdoğan’a da Rus hava kuvvetlerinin Müslüman Suriye halkına yönelik baskınları sırasında gerçekleştireceği hava ihlalleri konusunda Putin ile bir anlaşmaya varması talimatını vermiştir. Zira Rus saldırısının başlayacağı hava üssü Türkiye’ye yakın bir yerdedir. Nitekim bir Rus generali, (Ruusya El-Yevm) televizyonuna, Rus uçaklarının sınırlı alan nedeniyle kalkış veya iniş sırasında Türk hava sahasına girmesinin kaçınılmaz olduğu şeklinde bir açıklamada bulunmuştur. Dolayısıyla Erdoğan’ın büyük bir şekilde ihanet ettiği ve masum Müslümanların kanlarının dökülmesine ortak olduğu böyle bir anlayışı açıkladı.
Bir Türk uçağının, 24/11/2015 tarihinde hava sahasına giren bir Rus uçağını düşürmesi iki taraf arasındaki ilişkileri kötüleştirdi. Putin bunu “sırtından bıçaklanmak” olarak değerlendirdi ama Erdoğan’ı kişisel olarak sorumlu tutmadı, Erdoğan da 27/06/2016 tarihinde Rusya’dan özür dileyene kadar meseleyi düzeltmeye çalıştı, ardından zirve sırasında zalim rejimin yanında yer alan Rus savaş uçaklarının birkaç gün içerisinde yüzlercesini öldürmesi amacıyla Müslüman Suriye halkına yönelik baskınlarını yoğunlaştırması için 09/08/2016 tarihinde St. Petersburg'da aralarında bir görüşme gerçekleşti. Nitekim hala rahat bir şekilde baskınlarına devam etmektedir. Dolayısıyla bu hususta, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeye başkanlık eden ve yardım edeceğine dair Suriye halkına yalan söyleyen Erdoğan’dan itirazsız bir şekilde onay alındı!
Erdoğanlı Türkiye’nin, politikasını Amerika ile yürüttüğü ve iktidarı boyunca söylediği hiçbir şeyde onun politikasından sapmadığı bilinmektedir. Zira tüm politikaları hala Amerika’nın çıkarlarına yöneliktir. Bu nedenle Amerika, Erdoğan’ı Suriye’de Amerika’ya hizmet veren Rusya ile uzlaşmaya ve bir hata olduğu herkes tarafından açıkça anlaşılan Rus uçağının düşürülmesi konusunu unutmaya sevk etmiştir. Dolayısıyla herkes, Amerika’nın Türkiye ve Ruslar aracılığıyla Suriye’deki durumu nasıl kontrol edebildiğine, alternatif olgunlaşmadan Beşşar Esad rejiminin devrilmesini nasıl engelleyebildiğine ve Avrupa’nın rolünün tamamını ya da tamamına yakınını nasıl ortadan kaldırabildiğine dikkat etmelidir.
01/03/2020 Pazar günü Türkiye, ağır kayıplara neden olan saldırılara bir tepki olarak Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib’de Suriye rejimine yönelik askeri bir operasyon başlatıldığını açıkladı. Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar, 27 Şubat’ta İdlib’de yaşanan hain saldırının ardından başlatılan harekâtın (Bahar Kalkanı) başarıyla devam ettiğini söyledi. Ankara’nın Beşşar Esed liderliğindeki Suriye rejimini destekleyen “Rusya ile çatışmaya girme niyeti ve arzusunda olmadığını da” sözlerine ekledi.
Erdoğan’ın ısrarla Soçi maddelerini uygulamak, uluslararası yolların açılması, bunun getirdiği sistematik yıkım ve yerinden edilmeler ve (Türkiye’nin resmi olarak tanımasıyla) yol kenarlarındaki tüm şehir ve köylerin Esed rejiminin eline gitmesi için çalıştığı gayet açıktır. Daha sonra Türk aldatma noktaları ortaya çıkıyor ve rolü sadece mücrim Esed’in cuntasına karşı yapılan her türlü samimi hareketi gözlemek için olduğu ortaya çıkan bu noktaların iyi olduğu düşünülüyor ve rejim de hiçbir çatışma ve düşmanlık olmaksızın ona kucak açıyor. Ardından ümmetin iradesini kırmak için çılgınca tekrarlanan bombalama ve yerinden edilme dalgaları geliyor, bu da Amerika’nın mühendisliğini yaptığı siyasi çözüme boyun eğdiriliyor, Erdoğan da hızlı bir şekilde tıkanıklığı gidermek için çalışıyor.
Bazen Türkiye ile Rusya, Türkiye’nin ihanetlerinin üzerini kapatmak için birbirlerine giriyorlar. Mesela Türkiye Rusya’ya öncesinde ve esnasında teslim edilenlerin meşrulaştırılması için Soçi sınırlarına dönmesi konusunda baskı yaptığını alenen açıkladı. Bazen atmosfer, ihaneti gizlemek için kaybolup giden komik farklı patlamalardan hali olmasa da Türkiye, hiç çekinmeden ve utanmadan Rusya’ya, öncesinde ve o esnada teslim edilenleri meşrulaştırması için Soçi sınırlarına geri dönmesi amacıyla baskı yaptığını açıkladığı sürece farklılık bazı rötuşlardan öteye geçmeyecektir. Bu arada, Türkiye ile Rusya arasında eşi görülmemiş düzeyde koordinasyonun ve ticari alışverişin olduğuna dair resmi açıklamalar da yapılmıştır. Sanki bir meta imişiz gibi! Ardından Türkiye’nin, rejimin düşen hisselerini kaldırmaktan ve insanları tekrar zehirli halatlarına asmaktan öteye geçmeyen bombalama oyunları geliyor. Şimdi sorulması gereken soru şu: “Garantörlerin garanti ettiği” daha önceki gerilimi azaltma bölgeleri nerede ve oranın halkına ne oldu?! Rejim buraları ele geçirip halkını da kuzeye sürgün etmedi mi?!
Rusya İslam’ın ve Müslümanların düşmanıdır. Çeçenistan ve Afganistan’da yaptığı katliamları şimdi de Suriye’de yapıyor. Zira kadın, yaşlı ve çocuk demeden füze ve silahlarıyla saldırdığı gibi Suriye genelinde Müslümanlara yönelik katliamları bugüne kadar devam ediyor. Allah Subhanehu ve Teala düşmanlara ve zalimlere güvenmememiz noktasında bizleri uyarıyor ve buna uymayanları ise ateşle tehdit ediyor. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ “Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz!” [Hûd-113]
Erdoğan nasıl bir İslam istiyor:
Erdoğan, 08/03/2018 tarihinde Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle düzenlenen törende yapmış olduğu konuşmada şöyle demiştir: “İslam 14 ve 15 asır önce çıkarılan hükümlere göre uygulanamaz, İslam’ın uygulanması yere, zamana ve koşullara göre değişir ve İslam'ın güzelliği de burada yatıyor.” Şayet Erdoğan’ın İslam’a bakışı buysa ve çağa uyması için modernleşmeye ihtiyacı varsa, ona meftun olanlar söylesinler bakalım İslam’ın uygulanmasına yönelik herhangi bir ilerleme kaydediyor mu acaba?! Peki Erdoğan bir gün nasıl bir Hilafet kurabilir?! O sadece İslam ile en ufak bir bağlantısı olmayan ve kafir kapitalist rejimlere dayalı olan seküler bir sistem kurabilir ancak?! Örnekler daha da çoğaltılabilir. İslami çoğunluğa sahip olan Türkiye halkı, Müslümanlar da dahil olmak üzere her biri kendi inançlarına ve hayat anlayışlarına göre hayatlarını sürdürüyorlar ancak dini devletten ayırma esasına göre. Dolayısıyla şayet bir Müslüman içki içse, zina etse veya hırsızlık yapsa ya da dinden dönse, onun üzerine ukubatlar ve şeri hadler uygulanmıyor… Hatta Türkiye’nin bazı turistik cazibe merkezlerinde seks turizmi olarak bilinen şeyin olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla o, bir yönetici olması hasebiyle şeri olarak bunu engellemesi gerektiğini görmüyor… Yönetim açısından olana gelince; Türkiye’de her şey Erdoğan iktidara gelmeden önceki haliyle gidiyor ve yönetim de “Atatürk’ün” yolu üzere seyrediyor. Ama aralarında sadece tek bir fark vardır. Zira “Atatürk”, dine, özellikle de İslam’a düşman olan bir Laikliği benimsiyordu. Bildiğimiz üzere o, Arapça ezanı yasaklamış, birçok camiyi kapatmış, başörtüsünü yasaklamış ve Kur’an’ı Türkçeye çevirttirmişti. Erdoğan ise dine düşman olmayan bir laikliği benimsiyor. Dolayısıyla halkın çoğunluğu Müslüman olduğu için bu dönüşüm Müslümanların nefislerinde iyi bir etki oluşturdu ve özellikle iktidar olduğu dönemde yaptıklarından dolayı Türkiye Müslümanları arasında geniş bir kabul gördü. Zira daha önceleri mahrum bırakıldıkları dini ibadetlerini yerine getirebildikleri gibi kendileri için kapalı olan çok sayıdaki camiler de açılmıştı. Aynı şekilde dünyadaki Müslümanlar arasında da kabul gördü, bu dönüşümü talep edilen şeri bir dönüşüm olarak görmeye ve istenilen şeri değişiklik için ona güvenmeye başladılar. Ona bağlılığı artıran şey ise seküler grubun tüm eylemlerine karşı tavrı, yaptığı her eylemden korktukları endişeleri ve “Atatürk’ün” mirasını ortadan kaldırmak için çalıştığını düşünmeleridir. Çünkü sıradan Müslümanların görüşleri sadece tepkilere dayanmaktadır. Bu yüzden ona daha çok bağlı kaldılar ve desteklediler. Bu ise seçimlerdeki başarısında, orduya karşı ona destek vermelerinde ve darbeye karşı onun yanında yer almalarında belirginleşmiştir.
Erdoğan'ın siyasi, askeri, medya ve entelektüel muhaliflerine karşı yürüttüğü çalışmalardan tutuklama, kovuşturma ve ihraçların boyutunu bilen kişiler, ülkedeki iktidarını ve yetkilerini pekiştirmek için gösterdiği muazzam çabayı hissedecektir. Buna son seçimler ve anayasa değişikliklerinden sonra kendisi için elde ettiği yetkiler de eklenirse, ülkede sahip olduğu gücün ve kuvvetin boyutunu da fark edecektir. Erdoğan’ın sahip olduğu bu güç ve yetkilerin karşısında İslam ve Müslümanlar için hayal kırıklığı sahnesi geliyor. Zira Türkiye’deki yönetim sistemi hala Laik olup dahası nizamı İslam davetçileriyle savaşıyor ve onları yıllarca hapse atıyor. İslamcılarla bağlantılı olduğu halde Erdoğan’ın İslam ile yönetmemesi nedeniyle Erdoğan’a aldanan ve aynı zamanda İslam’a sevgi besleyenlerle tartıştığınızda size şöyle diyeceklerdir: “Erdoğan bir kerede değişiklik yapamaz. Zira onun düşmanları çoktur.”
Burada şu önemli soru ortaya çıkıyor: Erdoğan on binlerce askeri ve siyasi muhalifine zulmedebiliyor, on binlerce kişiyi takip edebiliyor, ordudaki generalleri ve üst düzey komutanları devirmeyi başarabiliyor, hala muhaliflerinin tüm kalelerini eşi benzeri görülmemiş bir gaddarlıkla takip edebiliyor ve tüm bunları da kendisi ve partisi uğruna yapabiliyorsa, kendisi ve partisi için yaptıklarının bir kısmını aziz olan İslam hak etmiyor mu yani?! Kendisi ve itibarı için yapabildiği her şeyi yapıyor da insanların kendisini seçmesinin nedeni olan İslam için yapamıyor mu?!
Erdoğan’ın, İslam’ı uygulamak istemediği gibi bunun için de çalışmadığı gerçeğini görmek isteyenler için bu sorunun cevabının çok kolay olduğunda şüphe yoktur. Onun içinde gizlediği İslam, Müslümanları aldatmaktan ve kitlelerin sevdiği ve hoşlandığı İslam’ın livası ve gölgesi altında İslam ülkelerindeki sömürgecilerin komplolarını geçiştirmekten başka bir şey değildir. Bu söze karşı söyleyebileceğimiz tek şey şudur: تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ “Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık).” [Kaf-8]
Kaynak: H. Zilhicce 1442 – Eylül 2020 tarihinde yayınlanan El-Vai Dergisi’nin 408. sayısı.