Siyasi Bakışlar - Erdoğan: İlk Dört Maddede Sorun Yok
- Kategori Seçkiler
- |
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Sudan’da yaklaşık 60.000 kolera vakasının kaydedildiğini ve bu salgının 1.640’tan fazla ölüme yol açtığını açıkladı. Örgüt, ülkedeki sağlık sisteminin çökmesinin ciddi sonuçlar doğurabileceği konusunda uyardı. Dünya Sağlık Örgütü’nün bu açıklaması, koleranın özellikle Hartum eyaletinde büyük bir hızla yayıldığı bir döneme denk gelmektedir. Ülkedeki vakaların %90’ından fazlası özellikle Kerrî, Umdurman ve Umbedde bölgelerinde kaydedilmiştir. Sudan Sağlık Bakanlığı, 27 Mayıs 2025 Salı günü yaptığı açıklamada yalnızca bir hafta içinde 2.729 vaka ve 172 ölüm kaydedildiğini duyurdu. Sudan Sağlık Bakanı Dr. Heysem Muhammed İbrahim, Hartum’daki kolera yayılımının çevresel koşulların bozulması ve içme suyu kaynaklarındaki sorunlardan kaynaklandığını söyledi. Basına yansıyan haberlere göre, yeni Başbakan Kâmil İdris’in, ülkedeki kolera ile mücadele çabalarına destek sağlamak amacıyla Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus ile görüştüğü bildirildi.
Sudan’ın sağlıkta yaşadığı bu çöküş, mevcut rejimin apaçık bir beceriksizliğidir! Kolera salgınını umursamazlıkla geçiştirenler, şimdi DSÖ’nün kapısını çalıyor. Oysa bu destek geldiğinde, ölümler çoktan katlanmış olacaktır! Salgınla mücadeleden sorumlu Sağlık Bakanı’nın ise nedenleri açıklamak dışında somut adımlar atmadığı görülüyor. Çözüm konusunda beklenen düzeyde bir müdahale ortaya koymuş değildir. Bakan işini ciddiye almış olsaydı, bu kriz çoktan çözülmüş olurdu!
Bu yöneticiler halkın derdiyle dertlenmiyor! Hastamız, açımız, ölümüz umurlarında değil! Hükümet, insanların sağlığına sorumluluk duygusuyla yaklaşmış olsaydı, kolera salgını önlenebilir, hatta hiç yaşanmayabilirdi. Zira temiz içme suyu sağlamak, ardından hastaları izole edip tedavi etmek zor bir iş değildir. Bu tedbirlerin maliyeti çok yüksek olmadığı gibi, tedavi için gerekli olan intravenöz sıvılar da sağlanması en basit tıbbi malzemelerdendir. Ancak devlet temel rehidrasyon solüsyonlarını dahi tedarik edememiş, arz yetersizliği ve fiyat spekülasyonları nedeniyle bu hayati ürünlere erişim sosyoekonomik olarak neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
Bu yozlaşmış beşerî rejimler, insanlara liderlik etmeye layık değildir! Sudan’daki Müslümanlar, sağlıklarını, güvenliklerini ve huzurlarını koruyacak bir yönetim kurmak için harekete geçmelidir. Bunlar ise sadece ve sadece yöneticinin halkın ihtiyaçlarını gözetmesini farz kılan İslam sistemi altında gerçekleşebilir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
فَالْإِمَامُ الَّذِي عَلَى النَّاسِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur”
مَنْ أَصْبَحَ مِنْكُمْ آمِناً فِي سِرْبِهِ ، مُعَافًى فِي جَسَدِهِ ، عِنْدَهُ قُوتُ يَوْمِهِ ، فَكَأَنَّمَا حِيزَتْ لَهُ الدُّنْيَا“Sizlerden her kim vücutça sağlıklı, nefsinden, malından korkusuz ve huzurlu, günlük yiyeceği de yanında olarak sabahlarsa, sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi olur.”
Gelin ey Sudan halkı, ey Müslümanlar! Gelin, hep birlikte halkın derdiyle dertlenen Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’ni kuralım!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]
Uzun açlık gecelerinden sonra... Karnına taş bağlayan çocukların çığlıklarından sonra... Açlığın kemikleri oyup, etleri erittiği o karanlık günlerden sonra... Gazze’de canlı iskeletler sıradan manzaralar haline geldikten sonra...Her baba, evladının açlık feryadını dindirecek bir lokma bulmak için sokaklarda çaresizce dolaştıktan sonra... Ve Trump’ın, lütfedercesine ve aşağılayarak Gazze halkına biraz yiyecek ‘atacağını’ açıklamasından sonra... Gazze’yi doyurma projesinin ardındaki sır perdesi kalktı. Gazze’ye “yardım” projesi, aslında Amerika’nın Irak ve Afganistan’da suç işlemiş bazı unsurlarıyla bağlantılı, kötü şöhretli güvenlik şirketlerinin bir “yatırımına” dönüşmüştü!
Söz konusu Amerikan şirketi, bir eliyle yemek dağıtırken diğer eliyle tüfek doğrultuyor. Onurlu Gazze halkını aşağılamak için insanları güvenlik taramasından geçiriyor. Yahudilerin izin verdiği kişiler dışında kimseye yemek verilmiyor. Üstelik daha yardım kolisini almadan önce üzerlerine bomba yağdırılıyor, kimisi öldürülüyor. Bu yardım süreci, insanlık onuruna aykırı görüntülere sahne oluyor. İnsanlar saatlerce upuzun kuyruklarda bekletiliyor, ama aslında bu bir gıda kuyruğu değil—sinsi bir tehcirin sessiz hazırlığı. Trump hâlâ Gazze’yi ele geçirme ve halkını tehcir etme hayalleri kuruyor. Aynı şekilde, işgalci rejimin başındaki cani de tehciri savunmayı sürdürürken, soykırım ve katliamlar da tüm şiddetiyle devam ediyor.
İşin en acı tarafı da, Gazze halkı aslında yardıma muhtaç değil; çünkü binlerce yardım tırı Refah Sınır Kapısı’nda yığılmış durumda. Eğer Mısır rejimi bir anlık onur gösterip sınır kapılarını açsa ve konvoyları korusa, Gazze’deki açlık bir günde değil, bir saatte son bulurdu! Ama o ne yaptı? Gıda girişine izin vermek yerine, sınır kapısının Yahudi varlığı tarafından işgal edilmesine göz yumdu. Gazze halkının nefesini bile kontrol etmesine izin verdi. Ve artık her nefes Gazze’de, Mısır’ın rızasıyla, işbirliğiyle işgalcinin iznine tabi.
Gazze halkının açlık çekmesi akılla izah edilemez. Ümmet, kardeşlerine kısmen yarım elini uzatsa, Gazze’de ne aç kedi kalır ne de kuş!
Gazze halkının, Trump’ın minnet ve katliam dolu eline bakacak kadar aç bırakılması çok garip! Oysa İslam ümmeti içinde öyle kimseler vardır ki, isteseler Yahudi varlığını birkaç saat içinde haritadan silebilirler.
Nasıl olur da aç Gazze halkı, Amerikan ve Yahudi (Siyonist) canilerinin insafına terk edilebiliyor? Oysa onlar, bırakın çoğunluğu, tek bir kişinin bile aç kalmasına dininin ve evlatlarının merhametinin caiz görmediği bir ümmetin parçasıdırlar. İki milyon insan nasıl aç kalabiliyor? Dahası, nasıl olur da bu iki milyon Müslüman açlıktan kıvranırken, işbirlikçi hain yöneticiler Müslümanların parasıyla iki milyon Amerikalıya iş imkânı sağlayabiliyorlar?
Yöneticilerin ihaneti olmasaydı, ümmet de onların bu suçlarına sessiz kalmasaydı, Yahudiler ve Amerikalılar Gazze halkının üzerine ölüm ve açlık yağdıramazlardı. Zira ne ümmetten ne de ordularından, bu mücrimleri ürkütecek, saldırganların kolunu kanadını kıracak bir tavır görememişlerdir!
Amerikalıların ve Yahudilerin, Gazze’nin masum çocuklarının ağzındaki lokmayı dahi kontrol etmelerine imkân verenler, Gazze’yi bizzat Yahudilerden daha şiddetli bir kuşatma altına alan ve düşmana ölüm vesileleri sunarak yardakçılıktan apaçık hasımlığa terfi eden bu yöneticiler değil midir?
Gazze halkının aç kalması, İslam ümmeti için bir utançtır; ancak bundan daha büyük bir utanç ise, Trump’ın onlara bir elinde lütufkâr bir edayla, diğerinde ise ölüm ve sürgün tehdidiyle yardım sunmasıdır.
Bu öyle bir utançtır ki, onu ancak ümmetin şahlandığı, ordularını sevk ettiği, önce kendi idarecilerini alaşağı edip yüzünü Kudüs’e döndüğü doğru bir duruş paklayabilir. O zaman ümmet, dökülen her damla kanın hesabını soracak, Mübarek Toprağın her taşını ve köşesini bu habis varlığın pisliğinden arındıracak ve onu, kötü huylu bir uru söküp atar gibi kökünden söküp atacaktır! İşte ancak o zaman ümmet, bu utancı silmiş olacaktır. Aksi takdirde her açlık çığlığı, her dayanılmaz susuzluk, her mide yanması, Allah huzurunda bu ümmete karşı şahitlik edecektir.
Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلَنَبْلُوَنَّكُم بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.” [Bakara 155]
Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın kazasına rıza göstermekle birlikte Kâmil Muhammed Hayr’ın vefat ettiğini duyurur.
Merhum, Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet’i kurmak ve İslami hayatı yeniden başlatmak için daveti yüklenmiş, yakalandığı hastalığa rağmen davasını yüklenmekten bir an bile olsun geri durmamış, sabırla ve ecrini yalnızca Allah’tan bekleyerek daveti yüklenmeye devam etmiştir. Nihayet merhum, kader-i İlahi’ye boyun eğerek, 29 Zilkade 1446 / 27 Mayıs 2025 Salı sabahı Sudan’ın Hartum şehrindeki Kalakla mahallesinde Hakk’a yürümüştür. Merhum, dava arkadaşlarımızdan olan Adil Muhammed Hayr’ın öz kardeşidir.
Onu engin rahmetiyle kuşatmasını, onu geniş cennetinde peygamberler, Sıddıklar, şehitler ve Salihler ile birlikte eylemesini yüce Allah’tan niyaz ederiz. Onlar ne güzel dostturlar!
Başta kardeşleri ve tüm ailesi olmak üzere dava taşıyıcısı bütün kardeşlerimize en kalbi duygularla taziyelerimizi iletiyoruz.
Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Ey Kâmil! Aramızdan ayrılışından dolayı üzgünüz. Ancak biz, sadece ve sadece Rabbimizin razı olacağı bir söz söyleriz.
إِنَّا للهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 156]
25 Mayıs 2025 tarihinde Kahire’de, ‘Mısır-Amerika Birleşik Devletleri Politika Liderleri Forumu’ adıyla bir etkinlik düzenlendi. Foruma, Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli, ABD Büyükelçisi Herro Mustafa Garg, 60’tan fazla Amerikan şirketinin temsilcileri ile Mısır’ın egemen ve ekonomik alanlarındaki bakanları katıldı. Forum, Mısır ile Amerika arasındaki iş birliğini güçlendirmek için stratejik bir fırsat olarak lanse edildi. Bu imajı güçlendirmek için de bol bol Amerikan özel sektörüne ve Mısır’ı ‘kalkındırmada’ oynayacağı role methiyeler dizildi. Yabancı yatırımcılara sayısız vaatte bulunulup her türlü kolaylığın sağlanacağı söylendi.
Fakat parlak sloganların tozuyla örtülemeyecek kadar aşikâr bir hakikat vardır: Bu forum, iki eşit güç arasında bir işbirliği değildir! Tam aksine, Mısır’ın siyasi ve ekonomik olarak ne kadar aşağılayıcı bir bağımlılık içinde olduğunun bir göstergesidir. Bu bağımlılık, ülkeyi başta Amerika olmak üzere sömürgeci güçlere rehin bırakmakta, ümmetin zenginliklerinin sömürülmesine, egemen kararlarının engellenmesine ve gerçek anlamda kalkınma potansiyelinin yok edilmesine neden olmaktadır. Amerika’yı Mısır’ın ekonomik ortağı olarak lanse etmek, gerçeklerin çarpıtılması ve siyasi bilincin tahrif edilmesidir. Çünkü Amerika, İslam ümmetinin hiçbir zaman dostu olmamıştır! Bilakis o, fitne ateşini yakıp savaşlar çıkaran, zalim yönetimlere kol kanat geren, zenginlikleri talan eden ve bölgedeki tüm ülkeleri kendisine siyasi ve ekonomik olarak köle yapan sömürgeci engerek yılanının ta kendisidir!
Yahudi varlığını silah ve parayla koruyup destekleyen de Camp David Anlaşması’nı dayatan da, Yahudi varlığının üstünlüğünü garanti altına almak ve başta Mısır’daki olmak üzere tüm kukla rejimleri yerlerinde tutmak için bölgesel güvenlik düzenlemelerini denetleyen de yine Amerika’dır. Bütün bunlardan sonra bu devletin sadece stratejik bir ekonomik ortak olarak sunulması akıl karı mıdır?! Amerika’ya ‘ortak’ gözüyle bakan, ya siyasetin hakikatinden bihaber bir cahildir, ya iradesi tutsak ve şahsiyetsiz kiralık bir uşaktır, ya da onun nüfuz araçlarından biri olarak planlarını uygulayan bir haindir.
Bu forum, salt ekonomik bir buluşma olmanın ötesinde, ABD’nin Mısır’ın ekonomik politikalarına doğrudan müdahalesini meşrulaştırmak için kurulmuş siyasi bir platformdan başka bir şey değildir. Yatırım ortamını iyileştirme ve özel sektörü destekleme adı altında, Mısır ekonomisinin anahtarları ulus-ötesi Amerikan şirketlerine muazzam imtiyazlarla peşkeş çekilmiştir. Bu devasa kapitülasyonlardan bazıları şunlar:
Amerikan arabaları için yerli standart şartının iptal edilmesi.
Amerikan süt ürünleri için Helal belgesi zorunluluğunun kaldırılması.
Yabancı sermayeye ‘Altın Lisans’ın jet hızıyla verilmesi.
Ülkenin son koruma kalkanlarını da yok eden gümrük anlaşmalarına imza atılması.
Tüm bu adımlar ‘yatırım çekme’ bahanesiyle atılıyor. Fakat gerçekte olan şey şudur: Mısır pazarının Amerikan ithalatına açılması, yerli sanayinin yok edilmesi ve Mısır ekonomisi tamamen Amerikan kapitalizmine bağımlı hale getirilmesi. Hal böyleyken, emperyalizmin birer aracı olduğu bilinen Amerikan şirketlerinin Mısır’ı ‘kurtaracağına’ inanmak akıl karı mıdır? Bu, akılla alay etmek; şer’i ve siyasi gerçekleri çarpıtmaktır. Mısırlı bakanların Amerikan şirketlerine kolaylık sağlamak, şartları hafifletmek ve önlerini açmak için adeta birbirleriyle yarıştıklarını görmek gerçekten üzücüdür. Sanki bu şirketlerin ticari temsilcileri gibi davranmaktadırlar. Daha da vahimi, Başbakan Medbuli’nin, devletin ekonomiden elini çekeceğini ve meydanı özel sektöre bırakacağını söylemesidir. Gerçekte bu, ülkenin can damarlarının yabancı vesayetine peşkeş çekilmesinin üstünü örtmek için uydurulmuş koca bir yalandır.
Enerjiden altyapıya, ulaşımdan telekomünikasyona, sanayiden eğitime kadar ülkenin stratejik damarları, yabancı şirketlerin, özellikle de Amerikalıların oturduğu sofraya özelleştirme adı altında birer birer servis edilmektedir. İşte bu, çağdaş ekonomik sömürgeciliğin paradigmatik bir örneğidir: Tek bir askere ihtiyaç duymadan, bir ülkenin üretiminin ve hizmetlerinin can damarlarını ele geçirmek! Ve işin en acı tarafı da, rejimin bu büyük peşkeşi ‘yapısal reform’ yalanıyla pazarlamasıdır. Ama hakikatte bu, sömürgeciyi halkın boğazına, ekmeğine ve geleceğine musallat etmekten başka bir şey değildir!
Rejimin Amerika ile ekonomik ilişkileri derinleştirerek ülke kaynaklarını onların tasarrufuna sunması, İslam’ın hem genel prensiplerine hem de detaylı hükümlerine aykırı olup açık bir haramdır. Zira Müslümanların topraklarını işgal eden, gaspçı Siyonist yapıyı destekleyen ve İslam’a düşmanlık besleyen Amerika gibi harbî kâfirlere yakınlaşmak dinen caiz değildir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.” [Maide 51] Amerika, bu düşman güruhunun lideridir, İslam ve Müslümanların en azılı düşmanıdır. Aynı şekilde, sömürgeci kâfirlerin Müslümanların beldeleri üzerinde herhangi bir otoriteye (sulta) sahip olması caiz değildir ve onları ekonomik, siyasi veya askeri olarak yetkin kılacak her türlü eylem de apaçık haramdır. Ümmetin servetini satıp yabancı şirketlere ekonominin can damarlarını teslim etmek, apaçık emanete ihanettir! Halkın malına el koymaktır! Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktır!
Krizlerin çözümü ve sorunların ilacı, Amerika’ya daha fazla kuyruk olmakta ya da düşmanla işbirliği yapmakta değildir! Gerçek çözüm, siyasi ve ekonomik irademizi Batı’nın vesayetinden kurtarmak ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletini kurmaktır! Hilafet, şeriatın egemenliğini yeniden sağlayacak, sömürgeci devletlerle ilişkileri kesecek ve İslam’ın hükümleri doğrultusunda sanayi, tarım ve ticarete dayalı güçlü bir İslami ekonomi inşa edecektir. Hilafet Devleti, sömürgeci şirketlerin ülkeye girişini engelleyecek yegâne yapıdır. Hilafet, kamu mülkiyeti olması hasebiyle ümmetin servetlerini asıl sahiplerine geri verecek; onlardan halkın ve tebaasının faydalanmasını sağlayacaktır. Altın ve gümüşe dayalı hakiki para sistemini geri getirecek, böylece enflasyon belasını kökünden kazıyacak, halkın emeğini ve birikimlerini güvence altına alacaktır! Faizi yasaklayacak, bu zillet dolu bağımlılığa bir son verecek ve yabancıların nüfuz sahibi olduğu tüm o kirli ipleri koparacaktır.
Mısır-Amerika Ekonomik Forumu, bir başarı değil, tam anlamıyla siyasi bir skandaldır! Mısır rejiminin ne kadar çırılçıplak hale geldiğini ve Amerika’ya nasıl kölece bağlandığını gözler önüne sermektedir. Bu ‘stratejik ortaklık’ palavraları, sömürgecilere kulluğumuzu gizlemeye ve acı bağımlılığı örtmeye yarayan yaldızlı bir yalandır!
Sonuç olarak, Müslümanların bu yolu reddetmesi ve asıl kurtuluşun Amerika’ya bel bağlamakla değil, İslam’a geri dönmekle mümkün olacağını anlaması gerekir. Çözüm, siyaset ve ekonominin İslami kurallara göre yönetildiği, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletini kurmaktır. Çünkü ancak böyle bir devlet, ümmeti hak ettiği yere taşıyabilir, sömürgecileri ülkeden çıkarabilir ve gerçek adaleti sağlayabilir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]