Perşembe, 27 Safer 1447 | 2025/08/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Mısır Rejiminin Gazze İhaneti: Bir Kelimeyle Bile Olsa Yardımı Engellemekten Çıkıp Kuşatmaya Ortak Olmaya Kadar Uzandı!

Her seferinde aynı ihanet! Kuşatma altındaki Gazze halkının maruz kaldığı her yeni felaket, başta Mısır olmak üzere Arap rejimlerinin sadece yardım etme görevinden kaçınmakla kalmadığını, aksine komplo ve ihanet içerisinde yer aldığını, hatta sınır kapılarını koruyarak ve ezilen Müslümanlara yönelik halktan gelen yardım girişimlerini engelleyerek, kuşatmaya fiilen katıldıklarını kanıtlamaktadır. Mısır rejimi, 11 Haziran 2025’te 12 Faslı aktivisti sınır dışı etti. Bu aktivistler, yasal olarak Kahire’ye gelmişlerdi. Amaçları, ‘Gazze’ye Küresel Yürüyüş’ adlı sembolik bir etkinliğe katılmaktı. Bu yürüyüş, Gazze’deki kuşatma, açlık ve ölümlere dikkat çekmek için düzenleniyordu. Gazze’nin dünyaya açılan tek kapısı olarak kabul edilen Mısır, bu aktivistleri desteklemek ve yaşanan zulme tanıklık etmeleri için Refah’a giden yolu açmak yerine aşağılayıcı bir güvenlik prosedürü uygulama yoluna gitmiş ve aktivistleri derhal sınır dışı etmeyi tercih etmiştir.

Oysa bu aktivistler ne bir silah taşıyorlar ne de şiddet ve sabotaj çağrısı yapıyorlardı. Aksine ‘gece gündüz katledilen bir Müslüman halkla sembolik bir dayanışma gösterme umuduyla Mısır’a gelmişlerdi. Buna rağmen, havalimanında alıkonulup aşağılayıcı sorgulamalara maruz kalmışlar ve sanki Gazze ile dayanışma içinde olmak, Mısır rejiminin kitabında en büyük suçmuş gibi aktivistler ya gözaltı ya da sınır dışı edilme seçenekleriyle karşı karşıya kalmışlardır!

Bu olayın rastlantısal olması veya Mısır Dışişleri Bakanlığı’nın iddia ettiği gibi sadece sınır kontrollerine dayandırılması makul ve kabul edilebilir değildir. Bilindiği üzere, Refah Sınır Kapısı tamamen Mısır’ın denetimi altındadır ve ne zaman açılacağına ya da kapatılacağına Mısır yönetimi tek başına karar vermektedir. Dahası, kimin geçmesine izin verileceği ya da engelleneceği de yine Mısır rejiminin inisiyatifindedir. Ancak bu sınır kapısı üzerindeki yetki, hiçbir zaman Gazze halkına yardım için kullanılmamıştır. Aksine, sözde “egemenlik” adına bir baskı ve kuşatma aracına dönüştürülmüş ve nihayetinde Yahudi varlığının güvenliğine hizmet eden bir enstrümana çevrilmiştir. Yardım geçişini engelleyen, sembolik konvoyları durduran, dayanışma eylemlerini bastıran ve halkın tepkisini güvenlik riski olarak tanımlayan bir yönetim, ne bilgisizlikle ne de çaresizlikle açıklanabilir. Bu tutum, düpedüz suça ortak olmaktır.

Gazze’de ya da başka bölgelerde Müslümanlar katliam, kuşatma, açlık ve yıkıma maruz kalırken, ümmetin özellikle de yardım etmeye gücü yetenlerin onların yardımına koşmaması caiz değildir. Ordusu, kurumları ve sahip olduğu imkanlarla Mısır rejimi, yardım etme gücüne sahip olanların en başında gelmektedir. Bu nedenle, sessiz kalması kabul edilemez ve üzerine düşen bu görevi terk etmesi günahtır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ“Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72] Sadece bir yardım çağrısı bile yardımı farz kılar. Oysa Gazze halkı defalarca yardım çağrısında bulunmuştur. İslam dünyası her yerde onlara destek vermeye hazır olduğunu göstermiştir. Peki ya Mısır rejimi ne yaptı? Onlara yardım etmek şöyle dursun, onları teselli etmek isteyenlere bile izin vermemiştir. Daha da şaşırtıcı olan şu ki rejim sadece geri durmakla yetinmeyip, artık kendi otoritesine hiçbir tehdit oluşturmayan girişimleri bile engelleyen bir konuma evrilmiştir. Gazze’ye destek vermek rejim için adeta bir “güvenlik sorunu”na dönüşmüş durumda. Bu tutum, rejimin ümmetin düşmanıyla saf tuttuğunu ve Filistin davasını sadece susturulması gereken bir yük olarak değerlendirdiğini gösteriyor.

Mısır ordusunun ve siyasi-askerî karar yetkisine sahip rejimin görevi; yardım konvoylarını engellemek veya sınır kapılarını kapatmak değil, aksine sınırı zorla açmak, Gazze’ye yönelik ablukayı kırmak, Yahudilerin kalesini yerle bir etmek ve tüm Filistin’i özgürleştirmektir. Refah Sınır Kapısı’nda durup, Amerika’dan ya da Tel Aviv’den izin beklemek değil. Filistin toprakları, gasp edilmiş bir İslam topraklarıdır. Bu toprakların kurtarılması her Müslümanın, en başta da orduların boynunun borcudur. Bu, zaman aşımıyla veya uluslararası anlaşmalarla ya da haince antlaşmalarla farziyeti düşmeyen kat’i şer’i bir yükümlülüktür. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

فُكُّوا الْعَانِيَ  “Esir düşeni esaretten kurtarın.” Binlerce Müslüman, Yahudi zindanlarında esir... Ordular nerede? Hadi onları geçtik, Gazze’deki abluka altında inleyen milyonlarca insan ne olacak? Onların kurtuluşu için kim harekete geçecek? Bugün sınırlar, “egemenlik” gerekçesiyle kapatılan devasa bir hapishaneye dönüşmüş durumda. Egemenlik, eğer Müslümanların kardeşlerine yardımını engelliyorsa, bu anlayış İslam’ın ruhuyla bağdaşmaz.

Aktivistlerin gerçekleştirdiği eylem, sembolik olsa da ve Gazze halkının acılarını doğrudan dindirmese de davasına sahip çıkan ve sorumluluğunu unutmayan bir ümmetin gelişmiş bilincinin bir göstergesidir. Ancak asıl sorun halklar değil, Yahudi varlığını koruyan, onunla açık ya da gizli şekilde normalleşme ilişkileri kuran ve ümmete dininde, inancında ve duruşunda düşmanlık eden rejimlerdir. Mısır rejimi bugün tarafsız değil. Tam tersine, Gazze’yi boğan kuşatmanın bizzat bir parçasıdır! Hatta kuşatmadaki rolüyle işlediği cürüm, çoğu zaman Yahudilerin canavarlığını bile geride bırakmaktadır. Çünkü bir damla rahmetin, bir nefeslik umudun bile Gazze’ye ulaşmasına engel olmaktadır! Copları indiriyor aktivistlere, kovalıyor kalem erbabını, sürgün ediyor vicdan sahiplerini, boğuyor çığlıkları. Zira her özgür nefesin, onun kukla ve zelil saltanatının sonu demek olduğunu çok iyi biliyor!

Sykes-Picot’dan sonra rejimlerin kökleştirdiği en büyük belalardan biriydi bu ‘bölgesel egemenlik’ yalanı! Ki Faslı mümin Mısır’da garip, Mısırlı mümin Şam’da yad, Ürdünlü mümin ise Filistin’de davetsiz misafir oluverdi bir anda! Bu durum İslam’ın temel prensiplerine aykırıdır. Zira İslam, ümmeti tek bir bütün olarak kabul eder; sınırları, pasaportları ve vize uygulamalarını tanımaz. Bir Faslı Müslümanın Filistin’e gidebilmesi için gerçekten vizeye mi ihtiyacı var? Üstelik dayanışma niyetiyle geldiği için sorgulanması mı gerekiyor? Yoksa bu rejimlerin anlayışında, destek vermek suç, ihanet ve acziyet ise bir erdem mi sayılıyor?

Kahire Havalimanı’nda yaşananlar basit bir olay değil, iktidardaki rejimin mustarip olduğu amansız bir hastalığın belirtisidir! Bu, ümmete ve inancına ihanet etmek, Filistin davasını tasfiye etmek için Amerikan-Siyonist projesine angaje olmak hastalığıdır! Bu rejimin durumu yama yapmakla ya da yalvarıp yakarmakla düzelmez! Onu düzeltecek tek bir yol vardır: Kökünden söküp atmak! Ve yerine, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet’i kurmaktır! Hilafet, orduları Aksa’yı özgürleştirmek için sefere çıkaracak ve İslam’ın şanlı sancağını yeniden dalgalandıracaktır. Ümmetin, özellikle de gençlerin Filistin’e ulaşmanın yolunun rejimlere yalvarmaktan ya da sembolik konvoylar düzenlemekten geçmediğini bilmesi gerekir. Bilakis, Filistin’e ulaşmanın yolu, Müslüman beldelerinde, zafer veya şehadetten başkasını tanımayan İslam Devletini kurmak gibi köklü bir değişimden geçer.

Ey Kinane askerleri! Filistin’in kurtarılması sizin boynunuzun borcudur. İmandan sonra bu görevden daha önemli bir sorumluluk yoktur. Kafirlerin askeri varlığını Müslüman topraklarından çıkarmak öncelikle sizin üzerinize farzdır. İslam topraklarına saldırı olduğunda veya düşmanın Müslüman beldelerini işgal hazırlığı yaptığı bilindiğinde, düşmanı defetmek için cihat farz olur. Eğer düşman orayı ele geçirirse, cihat farzı o beldeden onlara bitişik olanlara intikal eder. Eğer onlar da güç yetiremezse, onlara bitişik olanlara intikal eder ve böylece farz bütün Müslümanları kapsayana kadar devam eder. Düşman belli bir toprağı ele geçirdiğinde, cihat, işgal altındaki o toprak halkı için nafile olur, çünkü esir hükmündedirler, ancak işgal altındaki o ülkeye komşu diğer ülkelerdeki güçlü Müslümanlara farz olmaya devam eder. Mevcut yöneticiler, işgal altındaki toprakları kurtarmak için cihadı engellediklerine göre ve vacibin kendisiyle tamamlandığı şey vacip olduğuna göre, öyleyse cihat etmek, İslam topraklarını ve İslam’ın kutsal mekanlarını kurtarmak için bu yöneticilerin ortadan kaldırılması farzdır. Bundan önce farzların tacı olan, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletinde İslam’a göre yönetmek farzdır.

Ey Kinane askerleri! Sizler, her zaman ümmetin kalkanı ve elindeki silahı oldunuz. Hadi hürriyetinizi geri alın, ümmetinizin yanına geçin! Sizi tutsak eden liderlerin zincirlerini kırın, rütbelerini, maaşlarını, makamlarını elinizin tersiyle itin. Sizi genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennete götürecek olan kimsenin elini tutun. Zira cennet, sizin için daha faydalı ve Allah katında daha kalıcıdır. Gelin, onlarla birlikte ümmetinizin derdiyle dertlenin ve İslam’ın ve İslam devleti Raşidi Hilafet’in gölgesinde, ümmetin kaybettiği otoritesini geri alın.

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Sıçanları Aslan Kesildiler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudi Varlığının Sıçanları Aslan Kesildiler!

Haber:

İran ve Yahudi varlığı arasındaki askeri tırmanış. (15 Haziran 2025)

Yorum:

İran ile Yahudi varlığı arasında alevlenen olaylarda Amerika, Fransa, Almanya ve İngiltere, Yahudi varlığına askeri destek vereceklerini açıkladılar ve bilgiler, Amerika'nın İran'ın balistik füzelerini önlemek için füze savunma sistemlerini devreye soktuğunu belirtiyor; bu, Yahudi varlığının sömürgeci Batılı güçlerin ek bir uzantısı olması bakımından mantıklıdır; zira sömürgeci Batılı güçler, bu varlığı kurulduğu günden bugüne kadar gözetim, koruma ve varoluş nedenleriyle kuşatmıştır.

Öte yandan bölgedeki bazı ülkelerden eleştiri, kınama ve destek açıklamaları gelmektedir.

Bu açıklamalardan biri, Suudi Arabistan'ın İran'a yönelik saldırıyı kınadığı ve İran'ı kardeş ülke olarak nitelendirdiği açıklamasıdır.

Pakistan Savunma Bakanı Khawaja Muhammad Asef, dikkat çekici bir tutum sergiledi ve şöyle dedi: “Pakistan, kararlı bir şekilde İran'ın yanında durmaktadır; zira İran, komşu bir ülke değil, aksine Pakistan ile derin bağları olan kardeş bir ülkedir ve biz, elimizden gelen tüm gücümüzle İran'a desteğimizi sürdüreceğiz.”

Şayet bu tutumları ciddiye alırsak, bölge ülkeleri komşuları ve kardeşleri İran'ın yanında durmak için çeşitli eylemlerde bulunabilirler.

Örneğin Krallık, İran'a yerel pazar ihtiyaçlarını karşılamak ve askeri faaliyetleri desteklemek için gerekli yakıtı tedarik edebilir.Bazıları da, İran'ın petrolü ve kendi kendine yeterliliği olan bir ülke olduğunu ve bu tür bir eylemin, onurlu bir savaşa girmeye yönelik sembolik bir girişim olduğunu söyledi.

Örneğin Türkiye, İran'a Bayraktar insansız hava araçlarını ücretsiz temin edebilir.

Aynı şekilde depoları silahla dolu olan Pakistan, düşman uçaklarına karşı savunmasını güçlendirmek için İran'a gerekli füze sistemlerini sağlayabilir.

Kınama kartlarına ek olarak zengin ülkeler, İran'a milyarlarca nakit para sağlayabilir.

Zaten bu, “kardeşlere” karşı bir görev değil midir?

Eğer bölge ülkeleri bu ve benzeri, eylemleri gerçekleştirir ve bunu da herkese açıkça ilan ederse, bunun manevi etkisinin dünyayı sarsacağını iddia ediyorum.

Ümmetin muazzam potansiyeli vardır ve ülkeleri birbirinden ayrılmış olsa bile yapabilecekleri çok şey vardır.

Bir de sizler, bu imkânların tamamının veya bir kısmının tek bir devletin altında toplandığını hayal edin ki bu; Amerika'dan değil Allah'tan korkan, Allah'ın şeriatına bağlı kalan ve tağuti uluslararası kanunu reddeden bir devlettir, ümmete ve onun davalarına sadık olan bir devlettir ve Aleyhissalatu ve's Selam'ın şu kavlini doğrulayan bir devlettir:إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ İmam bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.

Akidesi, petrolü, gazı, servetleri, nükleer silahları ve yüz milyonlarca insanı olan bir devlettir...Peki Yahudi varlığının sıçanları, böyle bir devlet karşısında ne kadar dayanabilecek ki?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Usame Es-Suveynî

Devamını oku...

Amerikalılarla Örtünen Çıplak Kalır O Halde Öğüt Alacak Kimse Yok Mu?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Amerikalılarla Örtünen Çıplak Kalır O Halde Öğüt Alacak Kimse Yok Mu?

Haber:

ABC kanalı kaynaklara dayanarak, ABD'nin Yahudi varlığına, İran'ı vurmak için çok hassas istihbarat bilgileri ve veriler sağladığını bildirdi.

Kanal, "ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Cuma günü, ABD'nin İsrail'in İran topraklarına yönelik saldırılarına katılmadığını vurguladığını, ayrıca Washington'un İsrail tarafından, meşru müdafaa için gerekli olduğunu söylediği saldırılar hakkında bilgilendirildiğini belirttiğini” açıkladı. (RT Arabic, 13/06/2025)

Yorum:

Birincisi: ABD, sadece kendi çıkarlarını düşünen kapitalist bir ülkedir;örneğin Fransa, İngiltere'den bağımsızlığını kazanma çabasında Amerika'ya birçok pozisyon sundu; Fransa'nın bu tutumu, Amerikalılara olan sevgisinden değil, aksine Fransa ile İngiltere arasındaki uluslararası çatışmanın bir sonucuydu. Ancak Amerikalılar, Fransa'nın desteğine nankörlük ve ihanetle karşılık verdiler; zira Başkan Andrew Jackson, Fransa'nın kendisine olan gecikmiş ticari borçlarının bir kısmını ödememesi halinde ona savaş ilan etmekle tehdit etti. Fransızlar bunu, Amerikan devrimine verdikleri güzel desteklerine karşı büyük bir nankörlük olarak değerlendirdiler. Daha sonra ünlü Fransız siyasetçi Alphonse de Lamartine bu tutumu şöyle nitelendirdi: “Amerika'nın ülkemize karşı bu kadar duyarsız olmasına her zaman şaşırmışımdır!”

Amerika, 1973 yılında Vietnam'daki savaşı sona erdirmek için Paris Anlaşması'nı imzaladı ve Washington, güçlerini çatışmadan çekme kararı aldı ve bu da Güney Vietnam ordusunu çıkmaza soktu; çünkü onun kuvvetleri, kuzeydeki düşmanlarına karşı direnmesine izin vermedi.

Aynı şeyi Afganistan'daki ajanı ve onunla birlikte olanlara da yaptı; zira karanlık bir gecede çekip gitti, onlara hiçbir şey söylemedi, dahası onları bir meçhule terk etti.

İkincisi: Trump'ın iktidara gelmesinden bu yana, seçim programında “Önce Amerika” sloganını ilan etti; bu da bir tanıma, strateji ve fiili uygulama anlamına gelmektedir;bu ise Ukrayna'nın Rusya ile olan savaşında ortaya çıkmıştır; zira Ukrayna'dan Amerika'nın harcadığı parayı geri ödemesini talep etti. Bununla da kalmayıp, Ukrayna'ya şantajda bulunarak sahip olduğu nadir elementlerin yarısını da talep etti... ABD'nin müttefiklerine yönelik ihaneti sabit bir gerçek olup bunu, en yakın müttefikleri bile itiraf etmiştir.

Avustralyalı stratejik çalışmalar profesörü Hugh White, ülkesini Çin'in Asya'daki nüfuzuna karşı bir savunma stratejisi hazırlama ve bu stratejinin hiçbir şekilde ABD'ye güvenmeyi içermemesi çağrısında bulundu; çünkü artık Amerikan desteği, en yakın dostlar için bile garanti değildir.

Üçüncüsü: İran, ABD'ye büyük tutumlar sunmuştur; zira ABD, İran'ı, Irak'a karşı savaşında Körfez ülkelerini korkutmak için kuduz bir köpek gibi kullandığı gibi daha sonra da Afganistan ve Irak savaşlarında kendi çıkarları için kullanmıştır; hatta bazı İranlı liderler bile bunu itiraf etmiştir; “Zira 2004 yılının 13 Ocak tarihinde, Birleşik Arap Emirlikleri Stratejik Çalışmalar ve Araştırma Merkezi tarafından her yıl düzenlenen ”Körfez ve Geleceğin Zorlukları" konferansının kapanışında,İran'ın o dönemki Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Abtahî, ülkesinin Afganistan ve Irak'a karşı savaşlarında Amerikalılara çok yardım ettiğini ve -şayet İran'ın işbirliği olmasaydı- Kabil ve Bağdat'ın bu kadar kolay düşmeyeceğini belirtmişti. Sonra Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi BaşkanıRafsancani, aynı bağlamda aynı ifadeyi tekrarlayarak, "Şayet İran olmasaydı, Kâbil ve Bağdat düşmezdi" demişti.

Hayır, bilakis Baker-Hamilton raporuna göre Irak'ı Suriye ve İran'a bağlamıştır.

Ayrıca Şam ve Lübnan'daki devrimleri bastırmak için de İran'ı kullanmıştır ki onun Şam'daki kirli rolü ve orada işlediği katliamlar malumdur; zira İran, Lübnan'daki partisini ve aynı şekilde bazı Irak ve Afgan milislerini kullanmış ve Lübnan'daki partisini ve kollarını, Yahudi varlığının saldırılarının altında bıraktığı gibi onları bir meçhule terk etmiştir; Gazze'yi Yahudilerin yürüttüğü soykırım savaşında terk etmiştir; ta ki sıra kendisine gelinceye kadar; zira Trump İran’dan,Amerikan şirketlerinin çıkarlarını güvence altına alacak ve nükleer silaha erişimini engelleyecek yeni bir anlaşma imzalamasını talep etmiştir. Ancak İran ağırdan almış ve ABD'ye yaptığı hizmetlerin, kendisine saldırmak için yanıp tutuşan ve rejimini ve programlarını ortadan kaldırmayı kafaya takmış olan Yahudi varlığının elinin serbest kalmasına karşı kendisini koruyacağını sanmıştı. Dolayısıyla İran’ın tek yaptığı şey Amerikanlara sığınmak oldu ancak ABD, İran'ı vurması için Yahudi varlığına yeşil ışık yaktı, dahası Amerika kendi adına havuç ve sopa politikası altında tehdidini yerine getirmesi için Yahudi varlığına bilgi, teçhizat ve silah tedarik etti.Nitekim Trump, Cuma sabahının erken saatlerinde şöyle yazmıştır: “Zaten büyük ölüm ve yıkım yaşandı ama bu katliamı sona erdirmek için hala zaman var, çünkü planlanan sonraki saldırılar daha da acımasız olacak.” Ve şöyle ekledi: “İran, geriye hiçbir şey kalmadan önce bir anlaşma yapmalı…İran'a anlaşma yapması için birbiri ardına şans verdim.” (Sky News Arabic).

İşte bu Amerika Birleşik Devletleri, kötülüğün merkezi olan, halkları öldüren ve servetlerini yağmalayan bir devlettir;bu yüzden her kim ona hizmet ve yardım ederse, rolü bittiğinde ya öldürülüp bir çukura atılacak ya da bedeninin üzerinden tırmanmak için sırtından hançerlenecektir; o halde öğüt alacak kimse yok mu? Hala geride ona karşı bir güven ve güvenlik kaldı mı? Eğer Amerika müttefiklerine bile sırtını dönüp onları en zayıf anlarında terk ederek arkadan hançerleyebiliyorsa, o halde kendi yörüngesinde dönenlere veya kendisinin ajanı olanlara karşı tutumu nasıl olacak acaba?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hasan Hamdan

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 17/06/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 17/06/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Sayın Mahmut Kar gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

- "İsrail"in Demir Kubbesi Rejimlerdir
- İran-İsrail Savaşı

21 Zilhicce 1446 - 17 Haziran 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

Devamını oku...

Yahudi Varlığı, Osmanlı Hilafetinin Güzelliğini İnkar Edip Karşı Çıkıyor Ve Hilafetin Geri Dönüşünden Korkuyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudi Varlığı, Osmanlı Hilafetinin Güzelliğini İnkar Edip Karşı Çıkıyor Ve Hilafetin Geri Dönüşünden Korkuyor!

Haber:

Rusya Today kanalında 12 Haziran 2025 Perşembe günü şu haber geçti: “İsrail” Başbakanı Binyamin Netanyahu, Arjantin Cumhurbaşkanı Javier Milei'yi Knesset'te kabul ettiği sırada, Osmanlı İmparatorluğu'nun geri dönmeyeceğini söyledi.

Yorum:

Netanyahu'nun Osmanlı Hilafeti hakkındaki konuşması, Arjantin cumhurbaşkanının uluslararası platformlarda Yahudi varlığına verdiği destekten ve 19. yüzyılda, İspanya Kralı Ferdinand ve eşi Kraliçe İsabella'nın Yahudileri İspanya'dan sürme kararnamesini çıkardıklarında Osmanlı Hilafet Devleti'nin Yahudileri barındırıp kabul eden ve koruyan rolünü unutarak, inkar ve nankörlük ederek Osmanlı Devleti'nden kaçan Yahudiler için Arjantin'in ekonomik bir sığınak olarak tarihi bir rol oynamasından övgüyle bahsetmesi bağlamında gelmiştir!!

1492 yılında Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet, sürgün edilen Yahudileri Osmanlı topraklarına taşınmaya davet etmiş, bu da büyük bir göç dalgasına yol açmış ve özellikle 15. yüzyılın sonlarından itibaren İstanbul'daki Yahudi nüfusunda bir artış olmuştu; zira Yahudilerden birçoğu, İspanya, Portekiz ve diğer Avrupa ülkelerinden gelerek Hıristiyanların zulmünden kaçıp hoşgörülü Osmanlı sultanlarının hükümranlığına sığınmak için bir yer arıyorlardı.

Granada'nın düşüşünden sonra, Endülüs'teki son Müslüman kaleleri, Kemal Reis'in komutası altındaki Osmanlı donanması tarafından kurtarılmış ve binlerce Müslüman ve Yahudi, Osmanlı Devleti'ndeki özel yerlere nakledilmişti. Bakın işte Osmanlı Hilafeti Yahudilere güzellik ve iyilikte bulunurken, Dönme Yahudiler ve Siyonist hareket buna, Osmanlı Hilafetine komplo kurarak, onu devirerek ve İsra ve Mirac topraklarını gasp ederek karşılık vermişlerdir.

Osmanlı Devleti, Sultan Abdülhamid döneminde Siyonist hareketin Filistin'de Yahudiler için bir vatan kurma projesine ve emellerine karşı kararlı bir tavır sergilemiş ve Halife İkinci Abdülhamid, Theodor Herzl'e şöyle cevap vermişti: Doktor Herzl’e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben Filistin topraklarından bir karış dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil, İslam ümmetinin mülküdür. Halkım bu topraklar için savaşmış ve orayı kanları ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de Hilafet Devleti parçalanırsa işte o zaman (Yahudiler), Filistin’i para ödemeden alabilirler… Ancak biz hayatta kaldığımız sürece bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade etmeyiz. Yahudiler ve Haçlı Batı, Hilafeti yıkmak ve mübarek topraklarda kendi meşum varlıklarını kurmak için komplo kurdular, ancak bu varlık, Allah'ın izniyle çok yakında, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin geri dönüşüyle ortadan kalkacaktır.

Yahudi siyasetçilerin ve yöneticilerin, siyasi durumun İslam ümmetinin lehine değişeceği, Hilafetin kurulmasıyla İslam ümmetinin yeniden otoritesini elde edeceği, Sykes-Picot devletçiklerinin yıkılacağı ve bunun sonucunda da Yahudi varlığının ortadan kalkacağı konusunda güçlü bir his ve endişe içinde oldukları bilinmektedir. Bakın işte Hizb-ut Tahrir, İslam ve dünya sahnesinde gecesini gündüzüne katarak çalışmakta, ümmetin içindeki seçkinleri, orduları ve tüm Müslümanları, Hilafet nizamının tatbik ve uygulama sahasına geçirilmesi için teşvik etmektedir; nitekim sizler, krizlerin ve sorunların şiddetlenmesi ve Batı'nın tamamının Yahudi varlığını destekleyerek Gazze'yi ve tüm İslam ülkelerini yok etmeye yönelik şiddetli saldırısıyla birlikte Müslümanların Hilafet projesine olan büyük ve muazzam tepkisini görüyorsunuz...

Bu nedenle Netanyahu, Hilafetin kurulmasından korktuğu için onu sık sık anmaya devam etmekte, bu da onun mutant varlığının ortadan kalkacağı anlamına gelmektedir; zira 21/4/2025 tarihinde Binyamin Netanyahu şöyle demişti: Akdeniz kıyılarında, bir halifeliğin kurulmasına asla izin vermeyeceğiz ve bunu şu anda uyguluyoruz. Ne burada ne Lübnan’da halifeliğin varlığını kabul etmeyeceğiz ve İsrail'in bekasını güvence altına almak için çalışıyoruz. 23/4/2025 tarihinde de şöyle demişti: Tutukluları geri almakta kararlıyız ve ne kuzeyde, ne güneyde, ne de başka bir yerde İslami halifeliğin kurulmasına izin vermeyeceğiz.. Eğer aşırılık yanlıları bize karşı galip gelirse, onların bir sonraki hedefi Batı dünyası olacaktır.

Bizler, Netanyahu'ya ve Yahudi varlığını kuran ve ona bekasının sebeplerini temin eden Haçlı Batı'ya diyoruz ki: Burunlarınız yere sürtülse de Hilafet kurulacaktır; zira o, Allah Subhanehu'nun vaadi:فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ لِيَسُٓؤُ۫ا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يرًاArtık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid'e (Süleyman Mâbedi'ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).” [İsra 7] Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahih hadisinde geçen müjdesidir: لا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يُقَاتِلَ الْمُسْلِمُونَ الْيَهُودَ، فَيَقْتُلُهُمُ الْمُسْلِمُونَ حَتَّى يَخْتَبِئَ الْيَهُودِيُّ مِنْ وَرَاءِ الْحَجَرِ وَالشَّجَرِ، فَيَقُولُ الْحَجَرُ أَوِ الشَّجَرُ: يَا مُسْلِمُ يَا عَبْدَ اللَّهِ هَذَا يَهُودِيٌّ خَلْفِي فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُMüslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu savaşta Müslümanlar Yahudileri öldürürler. Hatta bir Yahudi taşın, ağacın arkasına gizlenir. Bunun üzerine o taş, o ağaç, ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! İşte arkamda bir Yahudi. Gel, onu öldür, der.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hüseyin (Ebu Muhammed Fatih) - Sudan

Devamını oku...

İslam Ümmetinin Maruz Kaldığı Zillet ve Aşağılanmaya Karşı Olumsuz Tavrının Sebebi!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam Ümmetinin Maruz Kaldığı Zillet ve Aşağılanmaya Karşı Olumsuz Tavrının Sebebi!

Günümüzdeki zorba yönetimler zamanında, halkını katleden domuzların kardeşlerinin ayaklarıyla kirletilen Kudüs'ten başlayarak, sömürgeci kâfirin önünde secde ederek onun hoşnutluğunu arayan alçakların bayağılığı ve rezilliğine kadar Müslümanların üzerindeki felaketler ve belalar çoğalmıştır; zira bu alçaklardan biri Müslümanların paralarından milyarlarcasını sömürgeci kafire veriyor, diğeri onu onurlandırmak için camiyi kapatıyor ve bir üçüncüsü de onun heykelini dikiyor; yani hepsi kendi yöntemiyle efendisine ibadet ediyor ve bu hoşnutluk için de Müslümanları kurban veriyorlar; ama bu zillet ve aşağılanma karşısında hiçbir fiili hareket ve öfkelenme olmuyor. Bu ise nefsimizdeki İslami şahsiyetin zayıflığından, saf İslami zihniyetin ve hassas İslami nefsiyetin yokluğundan kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle Müslümanlar olarak bizler, Aleyhissalatu ve's Selam'ın sahabelerinde oluşturduğu bir şahsiyet olan İslami şahsiyetimizi nasıl güçlendirebileceğimizi araştırmak zorundayız; işte bu şahsiyet Bilal'i kızgın güneşin altında ve çöl kumlarının üzerinde “Ehad Ehad” haykırışlarını tekrarlamaya sevk etmiş ve Yasir ailesine de, Kureyş kâfirlerinin zulmü karşısındaki kararlıkları ve haktan sapmadıklarından dolayı اصْبِرُوا آلَ يَاسِرٍ، مَوْعِدُكُمُ الْجَنَّةُ“Sabredin ey Yasir ailesi! Zira sizin varacağınız yer cennettir” şeklindeki Rabbani vaat bahşedilmiştir…

Doğru tanıma göre şahsiyet, eşyayı akletmede cereyan eden keyfiyet ve uzvi ihtiyaçları ve içgüdüleri doyurmada cereyan eden keyfiyettir. Yani şahsiyet, zihniyet ve nefsiyetten oluşmaktadır. İslam zihniyetini güçlendirmek için dinde fakih olmak gerekir ki bu da, fıkıh kitaplarını okumak, Kuran'ı tedebbür etmek, sünnet bilgilerini artırmak ve ilim meclislerine katılmak yoluyla olur. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ يُرِدِ اللهُ بِهِ خَيْراً يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِAllah kimin için hayır dilerse onu dinde fakih (anlayış sahibi) kılar.” Her bir Müslümanın görevlerinden biri de bu İslami zihniyeti güçlendirmeye çalışmasıdır; çünkü bu hayatta ona (İslami zihniyete) göre hareket edecek ve kararlarını da ona göre verecektir.

Şimdi ikinci kısma gelelim ki o da nefsiyettir; o, Allah ile olan bağın güçlenmesiyle güçlenir. Allah ile olan bağı güçlendirmek ise, ibadetleri yerine getirirken Allah'ın vaat ettiği şeyleri hatırlamak ve Kur'an-ı Kerim'i sık sık okuyup tefekkür ederek ve namaz ve oruç gibi nafile ibadetleri yerine getirerek Subhanehu'ya yakınlaşmak yoluyla olur. Nitekim kutsi bir hadiste Allahu Teala şöyle buyurmuştur: مَنْ عَادَى لِي وَلِيّاً فَقَدْ بَارَزَنِي بِالْحَرْبِ، وَمَا تَقَرَّبَ إِلَيَّ عَبْدِي بِمِثْلِ أَدَاءِ مَا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ، وَلَا يَزَالُ عَبْدِي يَتَقَرَّبُ إِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ، فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذِي يَسْمَعُ بِهِ، وَبَصَرَهُ الَّذِي يُبْصِرُ بِهِ، وَيَدَهُ الَّتِي يَبْطِشُ بِهَا، وَرِجْلَهُ الَّتِي يَمْشِي بِهَا، وَلَئِنْ سَأَلَنِي لَأُعْطِيَنَّهُ، وَلَئِنْ دَعَانِي لَأُجِيبَنَّهُ، وَلَئِنِ اسْتَعَاذَ بِي لَأُعِيذَنَّهُ، وَمَا تَرَدَّدْتُ فِي شَيْءٍ أَنَا فَاعِلُهُ تَرَدُّدِي فِي قَبْضِ نَفْسِ عَبْدِي الْمُؤْمِنِ، يَكْرَهُ الْمَوْتَ وَأَكْرَهُ مَسَاءَتَهُ، وَلَا بُدَّ لَهُ مِنْهُHer kim beni dost edinen (beni tanıyan ve ihlas ile bana ibadet eden) bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona savaş ilan ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum. Diliyle de her ne isterse muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sığındırır, korurum. Ben yapmak istediğim hiçbir şey hakkında, Müminin ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi tereddüt etmedim. Kulum ölümden hoşlanmıyor, ben de kuluma acı verecek şeyi sevmiyorum ama ölümden kaçış yok.

Nefsiyet, Allah'ın sevdiği amelleri yapmakla, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in siretini ve sahabe-i kiramın hayatını okumakla güçlenir; zira onlar (Ensar), ihtiyaç içinde olsalar bile nasıl da onları (Muhacir) kendilerine tercih ettiler, Rahman'a kavuşma arzusuyla nasıl da cihada koştular, dünyaya meyletmeyip inzivaya da çekilmediler; böylece onlar Allah'ın övgüsüne ve günahlarının bağışlanmasına mazhar oldular ve bazıları da cennetle müjdelendiler.

İnsanda İslami şahsiyet oluşur, günahlardan nefret eder ve ibadetleri de severse, işte bu Allah'ın kulunu kabul ettiğinin alametlerindendir. Günah işlemekten zevk almakta dalaletin alametlerindendir; böylece o günahın içinde boğulur ve günahını artırır. Bu nefsiyeti güçlendiren bir Müslüman, ne kadar işkence veya ayartmalarla karşılaşırsa karşılaşsın, görüşünde ısrarcı ve kararında sabit olur. Yusuf Aleyhisselam'da bizim için bir ibret vardır; zira o, zina yapmaktansa hapse girmeyi seçti, uzun bir zaman geçmesine rağmen belalara sabretti ve Rabbinin kendisini asla yüzüstü bırakmayacağından da emindi; bunun karşılığında Allah ödül olarak Yusuf'a ailesini geri verdi ve onu Mısır'ın azizi yaptı.

Güçlü bir nefsiyete sahip olan kişi, bu dünyada Allah'tan başka hiç kimseden korkmaz; çünkü o, Allah'ın kendisi için yazdığının dışında hiç kimsenin kendisine fayda veya zarar veremeyeceğine, ömrünü kısaltamayacağına veya rızkını azaltamayacağına inanır. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: وَاعْلَمْ أَنَّ الْأُمَّةَ لَوْ اجْتَمَعَتْ عَلَى أَنْ يَنْفَعُوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَنْفَعُوكَ إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللهُ لَكَ، وَلَوْ اجْتَمَعُوا عَلَى أَنْ يَضُرُّوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَضُرُّوكَ إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللهُ عَلَيْكَŞunu bilmiş ol ki tüm insanlar sana bir konuda fayda vermek için bir araya gelseler ancak Allah’ın yazdığı kadarıyla sana faydalı olabilirler. Eğer tüm insanlar sana zarar vermek konusunda birleşip bir araya gelseler ancak Allah’ın sana yazdığı kadarıyla zarar verebilirler.

Eğer bir Müslüman, bu İslami şahsiyete sahip olursa, yüce şeyler üzerinde sebat eder, dahası yücelerin yücesine yükselir. Bu durumda, ahirette onun için yaptığı çabalardan dolayı ödüllendirilir; zira o, cihatta kahraman iken aynı zamanda mihrabın dostudur; Onun özelliklerinin en üstünü, onu yoktan yaratan yaratıcısı Allah’ın kulu olmasıdır. Eğer bu şahsiyetler ümmet içinde bulunursa, uzun zamandır ümmetin belini kemiren kâfirlerin ellerini keser, her bir yönden çıkarak aşağılık ajanları kökünden söküp atar ve Allah'ın kendisinden razı olduğu emri yerine getirir; dikkat edin o, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Hilafeti kurmaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hatice Salih

Devamını oku...

Bugün, Her Zamankinden Daha Fazla Bilinçli Olmaya İhtiyaç Vardır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Bugün, Her Zamankinden Daha Fazla Bilinçli Olmaya İhtiyaç Vardır!

Haber:

Yemen ve diğer Müslüman ülkelerdeki sosyal medya kullanıcıları, İran'ın 13 Haziran 2025 Cuma akşamı Yahudi varlığına yönelik saldırı haberini sevinçle karşıladılar.

Yorum:

Bizim kalplerimizi en çok sevindiren şey, Müslümanların ezeli düşmanı olan Yahudi varlığının cezalandırıldığını görmektir ve Müslümanlar, sürekli olarak Gazze'deki kardeşlerimize yönelik vahşi saldırıların başlamasından bu yana, bu mazlumlara yardım edecek ve onlara karşı işlenen soykırıma karşı kararlı bir duruş sergileyecek bir devletin kurulmasını beklemektedir; ancak Müslümanların başındaki yöneticilerin ihaneti ve ajanlığı, nefislerde daha büyük ve daha şiddetli bir şok yaratmıştır. Sanki Allahu Teala bu olayları, bu yöneticileri ifşa etmek ve İslam'ı ve Müslümanları desteklemek için en iyi ve tek çözümü araştırsınlar diye Müslümanların duygularını ve zihinlerini harekete geçirmek için hazırlamıştır.

İran ile Yahudi varlığı arasındaki çatışma, İslam ile küfür arasındaki bir çatışma değil, aksine nüfuz ve çıkarlar çatışmasıdır;zira Yahudi varlığı İran'ı, Müslüman ülkeler üzerindeki nüfuz ve kontrol konusunda, hatta Müslümanları öldürmede kendisine bir rakip olarak görüyor ve her ikisi de efendileri Amerika'nın çizdiği sınırları aşmıyor.Dolayısıyla burada ümmet duygularla yetinmemeli, aksine düşmanlarını tanımalı, yaşadığı tüm entrikaları ve komploları öğrenmeli, sömürgecinin zihinlerimize aşıladığı sahte bilinci koparıp atmalı ve cehaletten kurtulmalıdır; bu da ancak gerçekliği doğru bir şekilde anlayacak ve bu anlayışı İslam'ın mefhumlarıyla ilişkilendirecek doğru bir bilinçle olabilir.

Allah Subhanehu ve Teala, sebepleri hazırlamaktadır; belki de bu sancı, ümmetin gafletinden uyanması ve tek ölçünün Allah'ın şeriatını uygulamak olduğunu öğrenmesi içindir. Zira Allah'ın indirdikleriyle ile hükmetmeyenler, nasıl İslam'a ve Müslümanlara yardım edebilirler ki?!Herkes şunu idrak etsin ki gerçek sevinç, İslam'ı uygulayacak, ümmeti birleştirecek ve Yahudi varlığını kökünden söküp atmak için orduları harekete geçirerek Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin kurulmasıyla olacaktır; işte bu devletin projesini taşıyan ve anayasasını Kuran ve sünnetten alan tek parti, Hizb-ut Tahrir'dir;o halde Allah Subhanehu ve Teala'nın emrine icabet eden ve O'nun yardımına kesin olarak inanan muhlislerle birlikte olun.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal-24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sadık Es-Sarari - Yemen

Devamını oku...

Kazakistan, Orta Asya'da Peçeyle Savaşanların Kafilesine Katılmak İstiyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kazakistan, Orta Asya'da Peçeyle Savaşanların Kafilesine Katılmak İstiyor!

Haber:

Kazakistan Parlamentosu'nun Senato Meclisi, suç önleme yasasında değişiklikler önerdi. Yeni değişikliklere göre, kamusal alanlarda burka, peçe ve yüzü tamamen kapatan giysilerin giyilmesi yasaklanacak. Bu ise Kazakistan haber ajansı "Tengrinews" tarafından aktarıldı.

Önerilen değişiklikler, peçe giyilmesinin sadece tıbbi gereklilikler, sivil savunma, yasal gereklilikler, ağır hava koşulları veya spor ve kültürel etkinlikler sırasında izin verileceğini öngörüyor.

Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, bu yılın Mart ayında düzenlenen ulusal konferansta, yüzü kapatan siyah giysiler yerine ulusal giysilerin teşvik edilmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Yorum:

Bilindiği üzere Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan ve Kırgızistan'da da peçe bahanesiyle İslam karşıtı yasalar benimsenmiştir.Özellikle Özbekistan ve Tacikistan'da sık sık baskınlar düzenleniyor ve polis memurları, sokaklarda yürüyen peçeli Müslüman kadınları ve sakallı erkekleri “dini aşırılık” suçlamasıyla polis merkezlerine götürüyorlar.Kırgızistan'da kolluk kuvvetleri geçen ay güney bölgesinde peçeye karşı bir dizi baskı kampanyaları düzenledi. Şimdi de Kazakistan peçeyle savaşanların kafilesine katılmak üzeredir.

Elbette Orta Asya'daki otoritelerin İslam'a karşı mücadelesi yakın zamanda başlamamıştır; muhtemelen muhaliflerini ortadan kaldırıp diktatörlük rejimleri kurduktan sonra başlamıştır.Örneğin Özbekistan'ın ölen tiran diktatörü Kerimov, 16 Şubat 1999'da Taşkent'te düzenlenen bombalı saldırının ardından İslam ve Müslümanlara karşı geniş çaplı bir mücadele başlatmıştı.

Ayrıca Tacikistan'ın tiranı İmamali Rahman, terör ve aşırılıkla mücadele bahanesiyle çocuklara İslami isimlerin verilmesini yasakladı. Yine Tacikistan rejimi on binlerce erkeğin sakalını kesti ve binlerce kadının başörtüsünü zorla çıkardı.

Türkmenistan'da polis, dindar olarak gördüğü kişilerin evlerini aramakta ve Kuran-ı Kerim hariç tüm dini yayınlara el koymaktadır.Türkmenistan'ın da İslam ve Müslümanlara karşı savaşta Özbekistan ve Tacikistan'dan geri kalır yanı yoktur.Zira 50 yaşın altındaki Müslüman erkeklerin sakallarının zorla kesilmesi, votka içmeye zorlanmaları, bu tür taleplere itiraz eden Müslümanların ağır şekilde dövülmesi ve herhangi bir yargılama veya soruşturma olmaksızın 7-8 yıl hapis cezasına çarptırılmaları artık sıradan bir olay haline gelmiştir!Ayrıca sivil ve askeri personellerin namaz gibi ibadetleri yapması da yasaklanmış olup buna uymayanlar derhal işten atılmakta ve çeşitli maddi ve fiziksel baskılara maruz kalmaktadırlar.

Kırgızistan Bakanlar Kurulu geçen yıl, İslam'ı ve Müslümanları kısıtlamayı hedefleyen dini konularda bir yasa kabul etmişti. Bu yasa uyarınca Müslüman kız kardeşlerimizin peçe takması yasaklanmış ve gözaltı merkezlerinde davet taşıyan Müslüman kardeşlerimize karşı savaş şiddetlenmiş ve elektrik şoku ve şiddetli dayak gibi yasadışı uygulamalar sıradan hale gelmiştir.Bu şekilde rejim, toplumda kök salmış İslami çevreyi kontrol altına almaya çalışmaktadır.

Kazakistan'da ise, okullardaki kız öğrencilerin başörtüsü takması yasaklandıktan sonra İslami değerlere karşı savaş şiddetlenmiştir.

Aslında peçe ve sakalın yasaklanması, bu diktatör rejimlerin bağlı olduğu demokratik değerlerle çelişmektedir. Daha dakik bir ifadeyle demokrasideki inanç özgürlüğü ve bireysel özgürlük, kişinin herhangi bir dini yaşama ve herhangi bir ayrıcalığı kullanma hakkını garanti altına almaktadır.Bu değerler, laik devletin anayasal hukukudur.Ancak demokrasi merkezi olan Batı, artık fiilen bu fikrinden vazgeçmeye başlamıştır.Başka bir deyişle Batı için bu özgürlükler, sadece İslam ve Müslümanlar dışındakilere uygulanmaktadır.Örneğin şeytana tapanlar veya diğer ahlaksız davranışlar için dini özgürlüğe izin verilmektedir.Ayrıca gayrimüslimlerin istedikleri kıyafetleri giymelerine ve hatta çıplak olarak sokağa çıkmalarına izin verilmektedir.Ancak İslami değerler söz konusu olduğunda, meseleye farklı bir şekilde bakılmaktadır.Bu durum, 2004 yılında Fransa'daki okullara başörtüsü yasağı getirilmesi, Müslüman kadınların kamu kurumlarındaki işlerden kovulması ve 2010 yılında kamusal alanlarda peçe yasağı getirilmesiyle açıkça ortaya çıkmıştır!

Bu da demokratik sistem ile otokratik sistemin aynı madalyonun iki yüzü gibi olduğu, yani her ikisinin de kendi iradesini halkın iradesinin üstünde tuttuğu anlamına gelmektedir!Özellikle Doğu Türkistan, Afganistan, Suriye ve son olarak Gazze'de yaşanan olaylar, özgürlük, kadın ve çocuk hakları sloganlarının patlayan bombalarla toprağa gömüldüğünü ortaya koymuştur.

Aslında Müslüman kadınlar, ikiyüzlü demokrasinin izin verdiği için ya da bireysel özgürlükleri nedeniyle peçe takmıyorlar, aksine bunu, şerî bir hüküm ve İslami bir değer olduğu için takıyorlar. Ayrıca Müslümanlar, kâfirlerin veya onların ajanlarının yasaklaması nedeniyle sakallarını tıraş etmiyorlar, bilakis Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetinden dolayı sakallarını bırakıyorlar; çünkü Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'de her Müslüman için hayatın her alanında güzel bir örneklik vardır. Bu yüzden Orta Asya'daki diktatör rejimlerin İslam'a karşı yürüttüğü savaşa karşı direnmeliyiz; çünkü bugün başörtüsünü ve sakal bırakmayı yasaklayan bir hükümet, doğal olarak yarın da namazımızı, orucumuzu ve dualarımızı da yasaklayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mümtaz Maveraünnehrî

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER