Perşembe, 27 Safer 1447 | 2025/08/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yahudiler ve İran Arasındaki Savaşın Dumanı, Amerika'nın Amacını Mı Gizliyor?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yahudiler ve İran Arasındaki Savaşın Dumanı, Amerika'nın Amacını Mı Gizliyor?

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump, pazar günü yaptığı açıklamada, Yahudi varlığı ile İran arasında yakında barışın sağlanacağını söyledi.Sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptığı bir paylaşımda, İran ve Yahudi varlığının bir anlaşmaya varmaları gerektiğini ve Hindistan ile Pakistan’ın bir anlaşmaya vardığı gibi, onların da bir anlaşmaya varacaklarını belirtti. Ve şöyle ekledi: "Ayrıca ilk dönemimde Sırbistan ve Kosova onlarca yıldır olduğu gibi sıcak ve ağır bir şekilde devam ediyordu ve bu uzun süreli çatışma savaşa dönüşmeye hazırdı. Bunu durdurdum (Biden bazı çok aptalca kararlarla uzun vadeli beklentilere zarar verdi, ancak bunu yine düzelteceğim)." Ve şöyle devam etti: “Aynı şekilde, yakında Yahudi varlığı ve İran arasında da barış olacak. Şu anda birçok görüşme ve toplantı gerçekleşiyor.”

Yorum:

Yahudi varlığı ile İran arasındaki savaş, büyük sömürgeci projelere, özellikle de sömürgeci Amerika’nın projelerine hizmet eden işlevsel savaşlardan biri mi acaba?!

Bugün Yahudi varlığı ile İran arasındaki mevcut savaş, sömürgeci rejimlerin hain politikalarını harekete geçirmek ve meşrulaştırmak ve sömürgeciliğin çıkarlarına hizmet etmek için yürüttükleri savaşlara mı benziyor?Yoksa savaşın dumanı, siyasetin koridorlarında ümmete karşı örülen komploları ve onun davalarına yönelik ihanetleri mi gizliyor?

Zira sömürgeci rejimlerin varlıkla olan savaşları, ihanetleri harekete geçirip meşrulaştırma, sömürgecinin projelerini uygulama, onun çıkarlarını gerçekleştirme ve bir üs mesabesinde olan varlığını pekiştirip güçlendirme planlarına hizmet etmek için yapılan savaşlardır.

Örneğin Abdunnâsır'ın Yahudi varlığına karşı savaşları, Eisenhower'ın projesine hizmet etmek içindi ve bu projenin hedefi, sömürgeci İngiliz ve Fransızların bıraktığı sömürge boşluğunu Amerika'nın doldurması ve Amerika'nın varlığı bir üs olarak benimsemesidir.

Bu proje şunları içermektedir:

ABD başkanına, yeni sömürgeci Amerika'nın çıkarlarını güvence altına almak ve Orta Doğu bölgesinin güvenliğini koruma gerekçesi altında varlığı bir üs olarak korumak için gerekli gördüğü durumlarda askeri güç kullanma yetkisinin verilmesi.

Aynı şekilde askeri ve ekonomik yardım programlarını benimsemek yoluyla bölge ülkelerinin siyasi kararlarını kontrol edip denetim altına almak için ABD hükümetine yetkinin verilmesi.

Ayrıca Sedat'ın savaşı, Mısır'ı askeri denklemden çıkarmak ve bölgedeki en büyük ordunun gasıp varlıkla karşı karşıya gelmekten uzaklaştırmak amacıyla Camp David müzakerelerinin ihanetini harekete geçirmek için olan bir savaştı;dolayısıyla geçen yüzyılın yetmişli yıllarının başlarındaki Sedat'ın savaşı, gaspçı varlıkla normalleşme politikasını harekete geçirmek, diğer sömürgeci rejimlere normalleşme kapısını açmak ve Filistin meselesini tasfiye etmek amacıyla Madrid Konferansı için bir giriş olması için yapılan bir savaştı.

Bugün Trump yönetimi ve Yahudi varlığının görevlerine ilişkin geniş bakış açısıyla, varlığı sadece İslam beldesinin kalbinde stratejik ve jeostratejik bir üs ve Siyonist Haçlının İslam ve Müslümanlara karşı yürüttüğü haçlı seferinin temel dayanağı olarak görmüyor, bilakis aynı zamanda Çin'e karşı gelecekteki görevleri için bir üs olarak da görüyor; zira Çin'e karşı stratejik soğuk savaşında onu kullanmak ve onu, varlıktaki Hayfa limanı üzerinden Hindistan ile Avrupa'yı birbirine bağlayan yeni Amerikan İpek Yolu'nun dayanak noktası haline getirmeye çalışıyor; zira Amerika'nın yeni hat projesinin amacı, Çin'in Bir Kuşak Bir Yol projesini devre dışı bırakıp felce uğratmak ya da ekonomik olarak zayıflatmaktır. Dolayısıyla bu proje, Amerika'nın Çin'e karşı yürüttüğü ticaret savaşının bir parçasıdır ve Yahudi varlığı, Amerikan projesinin stratejik bir ayağı olarak görülmektedir.Nitekim Yahudi varlığının Başbakanı Binyamin Netanyahu, “İsrail'in bu ekonomik koridorda önemli bir kavşak noktası haline geldiğini İsrail devletinin vatandaşlarına duyurmaktan mutluluk duyuyorum” şeklinde bir açıklama yapmıştır.

Bu durum, Amerika'nın bu varlığı bölgesel çevresine ve genel olarak Orta Doğu bölgesine tamamen entegre etmesini, hatta bunun Asya ülkeleri ve Çin Okyanusu'na kadar ulaşmasını gerektiriyor ki bu da normalleşme sürecinin yoğunlaştırılmasını gerektirmektedir.

Bu durum Trump yönetimini, varlıkla olan normalleşme çemberini İslam'ın en batı ucundaki Fas rejimini de kapsayacak şekilde genişletmek için İbrahim Anlaşmalarını ilan etmesine sevk etmiştir; nitekim bugün, Suud rejiminin varlıkla olan normalleşme sürecine yaklaştığına dair söylentiler dolaşıyor; sonra Şam yönetimi bir telaş içinde olup Trump ve yönetiminin talimatıyla gaspçı varlıkla ilişkilerini normalleştirme niyeti hakkında art arda açıklamalar yapıyor.

Amerika, Aksa Tufanı operasyonunun ve bunun üssü mesabesinde olan varlığını stratejik olarak sarstığı gibi İslam ümmetine ve Çin'e karşı stratejik yapısını da sarsmasının ardından, bugün ümmet içindeki her türlü özgürlük ve devrimci ruhu öldürmeye çalışmaktadır; nitekim bunu, Haçlı-Siyonistlerin Gazze'de katledilenlere karşı uyguladıkları vahşeti ve barbarlığı açıklamaktadır.Ayrıca “direniş” ekseninin görevini sona erdirmek, normalleşme ekseninin tek eksen olarak kalmasını sağlamak ve direniş eksenine bağlı devletçikler de dahil tüm sömürgeci rejimlerin silahlı kollarını ortadan kaldırdıktan sonra onları normalleşmeye zorlamak yoluyla kendisini Çin ile olan soğuk savaşına odaklamaya çalışıyor.

Sanki bugünkü varlık ile İran arasındaki savaş, sömürge rejimlerin varlıkla olan anlaşmalarla sona erecek olan savaşlarından biriymiş gibi görünüyor; bu da onun gasp edilmiş Filistin topraklarında bir devlet olarak tanınması anlamına gelmektedir ki bunu da sömürgeciye, onun projeleri ve çıkarlarına hizmet eden normalleşme müzakereleri ve anlaşmaları izleyecektir.

Hatta askeri sisteminin Amerikan ajanı olduğu bilinen Pakistan Savunma Bakanı'nın açıklamaları, çemberin, gasıp varlıkla normalleşmeyle sonlanacak, sonra Çin'in kapısına bakan İran ve Pakistan'ı da kapsayacak şekilde genişleyecek müzakereler ve anlaşmalar gibi ihanet yönünde hareket ettiğini gösteriyor; bu da Amerika'nın Çin'e karşı soğuk savaşına hizmet edecek, Çin ile olan ticaret savaşındaki dayanağını güçlendirecek ve Yahudi varlığı da Amerika'nın yeni yol projesinin bir dayanağı olacaktır.

Bizler, sömürgeci rejimlerin savaşlarının, sömürgecinin projelerine ve çıkarlarına hizmet etmek için sömürgecinin mutfaklarında pişirildiğini biliyoruz. Gerçekten de dikenin dalından üzüm hasat edilmezmiş!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Konvoyun İç Çekişleri ve Mahkumların İnlemeleri Arasında Karanlık Köşelerdeki Kurtuluş Çığlıkları Ne Zaman Duyulacak?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Konvoyun İç Çekişleri ve Mahkumların İnlemeleri Arasında

Karanlık Köşelerdeki Kurtuluş Çığlıkları Ne Zaman Duyulacak?!

Haber:

Arap dünyasının ilk ciddi girişimi olan Direniş Konvoyu, Filistin halkına destek olmak, halkın maruz kaldığı ablukayı kırmak ve onların açlıklarını sona erdirmek amacıyla Gazze Şeridi'ne doğru devam etmekte olup konvoyda binden fazla katılımcı bulunuyor. (El Cezire)

Yorum:

Bünyesinde kıskançlık duyan nefisleri taşıyan ve azgın işgalcinin ateşi ile yanmakta olan Gazze'ye doğru ilerleyen bu konvoy, -üzerinde zillet ve aşağılanma tozu olsa da- ümmetin, iman korunun hala evlatlarının kalplerinde yandığının adil bir şahididir.Ancak Yahudilerin güvenliği ve korunması için yardım kamyonlarının bile girişini engelleyen bu ajan rejimler, bu konvoyun girişine kesinlikle izin vermeyeceklerdir ki bunun en büyük kanıtı, sınırda bekletilen yardımların son kullanma tarihlerinin geçip bozulmuş olmasıdır;bu da geçen asrın 60'lı yıllarında Şeyh Takiyyuddîn Nebhani'nin söylediği şu sözü doğrulamaktadır: “Yahudi varlığı, insan yapımı rejimlerin gölgesidir, o rejimleri kaldırdığın an gölge de gider.” 

Binaenaleyh Gazze ve tüm Filistin, bu mücrimleri kökünden yok edecek büyük bir ordu konvoyuna ihtiyaç duymaktadır; böylece bu Allah Subhanehu ve Teala'nın onların üzerinde gönderdiği bir felaket olacak, mümin topluluğun kalpleri ferahlayacak, yetimlerin, çaresizlerin ve yoksulların intikamı alınacaktır; böyle bir orduyu ancak, Allah'ın kullarına değil de sadece Allah'a kul olan, O'nun şeriatını tatbik eden, Müslümanları kurtarmak için seferber olan ve böylece onları sömürgecilerin tuzaklarından kurtaran bir devlet ve lider harekete geçirecektir.O halde bu azim farzı yerine getirme konusunda çok ciddi olalım; zira Filistin'i ve tüm dünyayı kafir şeytanların dostlarının zulmünden kurtarmanın yolu budur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Hatice Salih

Devamını oku...

El-Duhaynat Çarşısı Gibi Çarşıların Yıkılması, Halkın Geçim Kaynaklarına Savaş Açmaktır, Bu Durum İslam Devleti Hilafetin Yokluğunun Acı Bir Meyvesidir

12 Haziran Perşembe sabahı, Cebel Evliya’daki yerel yetkililer, silahlı askerler eşliğinde buldozerlerle halkın ekmek teknesi olan El Duhaynat Çarşısı’nı yerle bir ettiler. Esnafın tezgâhları paramparça edildi. Can havliyle üç beş parça malını kurtarıp kaçmaya çalışan garibanların bile peşine düşüldü, onlara bile aman verilmedi!

Yıktıkları El Duhaynat Çarşısı, aslında bölgenin en eski çarşılarından biriydi. Savaş yüzünden Hartum’daki diğer tüm pazarlar kapandığında, bu pazar daha da büyümüş, halk için adeta bir sığınak, bir nefes alma yeri olmuştu. Genelde günlük gıdasını, sebzesini, yiyeceğini temin etmeye çalışan masum siviller bu pazardan alışveriş yapmaktaydı. Bu pazar, çalıntı mal satışının yapılmadığı ender pazarlardan biridir. Bu nedenle zamanla büyümüş, arz fazlası sayesinde fiyatlar düşmüş ve gıda maddeleri halkın ulaşabileceği seviyelere inmiştir. Hatta bu lanetli savaşın işleri felç ettiği ve istihdamı durma noktasına getirdiği bir dönemde bile pazar bölge halkı için önemli iş imkânı yaratmıştır. Pazardaki yıkım sonucunda, arzın ortadan kalkmasıyla birlikte fiyatlar fahiş bir şekilde yükselmiştir.

Yerel yönetim ve güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddet, sertlik ve vahşet, bölge halkı tarafından tepkiyle karşılandı. Halkın büyük bir kısmı bu olayı hayretler içinde karşıladı ve doğal olarak şu soruları sordu: “Daha ne zamana dek sürecek bu zorba devlet anlayışı? Hani nerede hükümetin halkını koruyup kollamak olan asli görevi? Neden hala vergi peşinde koşan ve halkına düşman olan bir devlet mantığıyla hareket ediyor? Peki sormak lazım: Hızlı Destek Güçleri’nin militanları halkın namusuna leke sürüp, mallarını talan ederken bu kahraman (!) kuvvetler neredeydi acaba? Söyleyin: bu güçler, halkı korumak için mi varlar, yoksa onlara zulmetmek, onları aşağılamak ve onları ezmek için mi varlar?! Hadi diyelim ki pazar gerçekten de yolu daraltıyordu. Çözüm bu kadar basitken, o vahşete ne gerek vardı? Pazar pekâlâ yeniden düzenlenebilir ya da bölgede zaten var olan onca geniş alandan birine taşınabilirdi. Ama belli ki amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmekti.

Yüce Allah, alışverişi helâl kılmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

وَأَحَلَّ اللهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا“Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır” [Bakara 275] Ne var ki, bugün pazarlarımızda tam tersi yaşanıyor: Allah’ın haram kıldığı faiz helal sayılıyor; Allah’ın helal kıldığı ticaret ise, Allah katında hiçbir geçerliliği olmayan uydurma kanunlar ve sudan bahanelerle haram kılınıyor, engelleniyor! Oysaki çalışmak, eli ermeyen her müminin ailesinin nafakasını temin etmesi farz değil midir? Abdullah bin Amr’ın bildirdiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

كَفَى بِالْمَرْءِ إِثْمًا أَنْ يُضَيِّعَ مَنْ يَقُوتُ “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” Fiilen veya hükmen çalışamaz durumda olanların geçimi Beytülmal’a, yani devlete aittir. Peki, kendi halkının ekmeğiyle savaşan bir hükümet, çalışamayan vatandaşına nasıl bakacak, ona nasıl kol kanat gerecek?!

Dahası, ne ‘kolera salgını’ ne de ‘pazarı düzenleme’ gibi bir bahane, halkın pazar yerindeki malını mülkünü yok etmeyi meşru kılamaz! Bu dinen caiz değildir! Aksine, bir devletin varoluş sebebi, halkına yardım etmek, onlara kol kanat germek ve huzur ve güvenliği sağlamaktır. Halkının ekmeğiyle savaşmak, onların rızkını kesmek değil! Ayrıca, pazarda çalışan kimsenin, alışveriş, ticaret ve diğer mubah amellerde şeriatın kurallarına uyması farzdır. Bu doğrultuda; çalıntı veya haram mal ya da bozuk gıda satamaz, çevre ve halk sağlığına riayet eder, yolları kapatmaz, fahiş fiyat, hile, faiz gibi yasaklı işlemlerden kaçınır.

Bir hükümetin asıl görevi, varoluş sebebi, halkının refahını gözetmektir! Pazarları denetlemesinin amacı, insanları engellemek, onlara köstek olmak değil, tam aksine onların ticaretini, alışverişini, çalışmasını kolaylaştırmaktır! Çünkü Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

فَالْإِمَامُ الَّذِي عَلَى النَّاسِ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ “İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur” [Müttefikin aleyh]

Bugün pazarlarda yaşananlar, İslam devletinin yokluğunun bir sonucudur; İslam devleti, halkına bakan bir devlettir. Yöneticisi, halkın çobanıdır, onlardan sadece vergi toplayan biri değil. Bu yüzden, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin kurmak ve bir halifeye biat etmek için ciddi bir şekilde çalışmak gerekir. Halifenin dini ikame etmesi, bu acı gerçeğin değişmesini sağlayacaktır. İrbad b. Sariye’den rivayet edildiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِي فَسَيَرَى اخْتِلَافًا كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ، فَتَمَسَّكُوا بِهَا وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ“Çünkü durum şu ki sizden, benden sonra yaşayacak olan kimseler, yakında çok ihtilaf görecekler. Binaenaleyh benim sünnetime; doğru yolu bulan, hidayete erdirilmiş halifelerin sünnetine sarılın. Bunlara azı dişlerinizle (yapışır gibi sımsıkı) yapışın.”

Devamını oku...

Ürdün Rejimi, Yahudi Varlığına Yöneltilen Füze ve Dronları Engelleyerek Fiilen Bu Düşman Varlığın Savunmasını Üstlenmektedir

Yahudi varlığı, 13 Haziran 2025 Cuma günü şafak vaktinde, İran’a yönelik geniş çaplı bir saldırı başlattı. Amerika’nın desteği ve işbirliğiyle gerçekleştirildiği belirtilen saldırıda, İran’ın nükleer tesisleri ile balistik füze fabrikaları ve üst düzey askeri komutanların hedef alındığı; saldırı sonucunda can kayıplarının yaşandığı, askeri ve sivil altyapıda ağır hasar meydana geldiği bildirildi. İran, saldırıya “kesin ve yıkıcı” bir karşılık vereceğini duyurdu. Aynı gün içerisinde sabah ve akşam saatlerinde, Yahudi varlığındaki hedeflere yönelik çok sayıda füze ve drone saldırısı düzenlendi. Irak, Suriye ve Ürdün hava sahasını geçen bu füzelerden bazılarının, Yahudi varlığındaki bazı tesislere hasar verdiği, bir kısmının ise hedefe ulaşmadan önce veya sonra havada imha edildiği belirtildi.

Bu bağlamda, Ürdün Kralı, ülkesinin herhangi bir çatışmanın savaş alanına dönüşmeyeceğini ve güvenliğiyle istikrarının tehdit edilmesine izin verilmeyeceğini söyledi. Dışişleri Bakanı Ayman Safadi de Ürdün’ün egemenliğine yönelik herhangi bir ihlali kabul etmeyeceklerini belirtti. Ürdün Silahlı Kuvvetleri’nden üst düzey bir askerî kaynak ise, Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait uçakların ve hava savunma sistemlerinin cuma sabahı ülkenin hava sahasına giren İran kaynaklı ve Yahudi varlığına yönelen bir dizi füze ve SİHA’yı etkisiz hale getirdiğini duyurdu.

Bu son hamleleriyle rejim, aslında kuruluşundan beri sahip olduğu gerçek kimliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Onun tek siyasi ve askeri görevi, Yahudi varlığını varoluşsal tehditlerden korumak ve kollamaktır! Rejimin füze ve SİHA’ları engellemek için bozuk bir plak gibi tekrarladığı ‘güvenlik, istikrar ve halkın selameti’ masalları, artık Ürdün halkı nezdinde inandırıcılığını tamamen yitirmiştir! Ürdün yönetimi, artık ne Allah’tan, ne Rasûlü’nden, ne de Müslüman topluluklardan utanmadan, antlaşmalar, sözleşmeler, güvenlik ve askeri işbirliği yoluyla Yahudi varlığını savunmaya devam etmektedir. Gazze halkı soykırıma uğradığı, aç bırakıldığı ve sürgün edildiği sırada bile bu iş birlikleri durmamıştır. Ürdün silahlı kuvvetleri, Yahudi varlığına atılan füzeleri engellemek için tüm imkanlarını seferber ederken Gazze için kılını bile kıpırdatmamıştır. Allah Subhânehu ve Teâlâ bu tür yöneticileri şöyle uyarmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet etmez.” [Maide 51]

Ürdün rejimi istese de istemese de, Yahudiler ve varlıkları, Allah’ın, Peygamber’in ve Ürdün halkının bir numaralı düşmanıdır. İnsanların, Yahudi varlığına giden füzeleri görünce ne kadar çok sevindiklerini, Yahudi varlığına ulaşmadan önce füzeler düşünce de ne kadar çok üzüldüklerini görmek, her şeyi kanıtlıyor.

لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ“İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün.” [Maide 82]

Ürdün halkının açıkça düşman olarak gördüğü ABD, Yahudi varlığının bir numaralı silah ve mühimmat tedarikçisidir. Amerika, İslam ve Müslümanların ezeli düşmanıdır. Irak’ı, Afganistan’ı, Suriye’yi, Yemen’i ve Sudan’ı ya bizzat ya da maşaları aracılığıyla yerle bir etmiştir. O halde bu rejim artık aklını başına toplamalı ve Amerika’nın çıkarları peşinde körü körüne koşuşturmaktan ve Yahudilere kalkan olmaktan vazgeçmelidir! Çünkü bunların, kendi çıkarlarından başka ne bir dostları ne de bir yoldaşları vardır!

Ey Müslümanlar! ey Müslüman orduları! Artık Allah’a ve O’nun zafer vaadine icabet etme vakti gelmiştir! Artık ihanetlerinin kokusu dayanılmaz hale gelen bu yöneticileri terk etme vakti gelmiştir! Bu yüzden sizleri, İslami yönetime ve İslam Devletine çağırıyoruz! Hilafet, izzettir, onurdur, Yahudi varlığına karşı zaferdir, Amerika ve Avrupa’yı Müslüman ülkelerden kovmanın yoludur.

Ey güç ve kuvvet ehli! Madem Gazze’ye yardım etmeyerek Allah’ın emrine aykırı davrandınız, o halde nasıl olur da şimdi düşmana en ufak bir zarar bile vermesin diye füzeleri engelleyerek onu savunmaya razı olabiliyorsunuz? Bu nasıl bir zillettir?! Bu nasıl bir çelişkidir?! Hadi Filistin’e doğru yürüyün, Mescid-i Aksa ve Mübarek Toprak Filistin’i özgürleştirin.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْناً يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئاً وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaatte bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 55]

Devamını oku...

Milislerin ve Paralel Orduların Mantar Gibi Türemesine Ancak ve Ancak Nübüvvet Metodu Üzere Raşidi Hilafet Son Verebilir

Tamentai Konferansı’nda, Doğu Sudan Hareketleri Ortak Güçleri adlı yeni bir askerî koalisyonun kurulduğu duyuruldu. İttifakın, şu dört ana gruptan oluştuğu açıklandı: Muhammed Tahir liderliğindeki Birleşik Komuta Beca Kongresi güçleri, Komutan Emin Davud liderliğindeki Doğu Orta birlikleri, Halk Direnişi güçleri, Nazır Türk liderliğindeki seferberlik birlikleri. Bu duyuru, kanlı bir gerçeğin gölgesinde gerçekleşti. Devletin resmî silahlı kuvvetleri yanında bir de Hızlı Destek Kuvvetleri gibi bir paralel ordu olmasaydı böylesi kanlı bir savaş asla gerçekleşmeyecekti. Savaş, ülkeyi harap etti, altyapı çöktü, insanlar yerinden edildi, namuslar ayaklar altına alındı ve binlerce silahsız sivil acımasızca katledildi. Tüm bu yaşananlara ve hâlâ yaşanmakta olanlara rağmen hükümet, yeni silahlı yapıların ortaya çıkmasına göz yummakta, hatta bazılarıyla iş birliği yapmaktadır. Bu da, her isteyenin rahatlıkla devlet ordusuna paralel bir milis ya da silahlı grup kurmasına zemin hazırlamaktadır. Ve işin en kahredici yanı ne, biliyor musunuz? Bu birbiriyle boğuşan orduların hepsi, ya kabilecilik ya da bölgecilik gibi kör ve basiretsiz davalar uğruna savaşmaktadır. Bu grupların varlığı, ülkeyi fiilen yıkıma sürüklemekte, gücünü ve itibarını yok etmekte ve ülkeyi bölünmeye hazırlamaktadır. Batılı güçler, daha önce Güney Sudan’ı ayırdığı gibi, şimdi de Darfur’un ayrılması için yoğun çaba sart etmektedir.

Doğu Sudan’da bölgesel bir ‘ortak güç’ten dem vurmak, o bölgeyi kelimenin tam anlamıyla parçalama tezgâhına yatırmak demektir! Şer’î açıdan bakıldığında ise, bir devlette iki ordunun bulunması caiz değildir; kaldı ki bu orduların kabilecilik veya bölgesel ayrımcılık temeliyle kurulması dinen kesinlikle kabul edilemez. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:

وَمَنْ قَاتَلَ تَحْتَ رَايَةٍ عِمِّيَّةٍ، يَغْضَبُ لِعَصَبَةٍ، أَوْ يَدْعُو إِلَى عَصَبَةٍ، أَوْ يَنْصُرُ عَصَبَةً، فَقُتِلَ، فَقِتْلَةٌ جَاهِلِيَّةٌ“Kim körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gazaplanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım ederse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur.” Hizb-ut Tahrir, hazırladığı Hilafet Devleti Anayasa taslağında ordunun tek bir yapı olması gerektiğini belirtmiştir. Nitekim taslağın 66. maddesinde bu ilke şu şekilde ifade edilmektedir: “Bütün ordu, özel ordugahlara yerleştirilmiş tek bir ordu haline getirilir. Ancak bu ordugahlardan bazıları muhtelif vilâyetlere ve bazıları da stratejik mevkilere konuşlandırılmalıdır. Bazıları ise devamlı taşınabilir ve hareket edebilir ordugahlar haline getirilir ki bunlar vurucu kuvvetlerdir. Askerî ordugahlar birçok gruplar halinde düzenlenir. Bu grupların her birine ordu ismi verilir ve her birine ayrı ayrı numaralar verilir. Birinci ordu, üçüncü ordu gibi ya da âmilliklerden veya vilâyetlerden birinin adıyla adlandırılır.”

Biz, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak, silahlı hareketlerin ve etnik ya da bölgesel milislerin kurulmasının yalnızca Sudan’ı parçalamaya ve bölmeye çalışan sömürgeci kâfirin planlarına hizmet ettiğini vurguluyoruz. Sudan’ın aklı selim sahibi insanlarını, kâfir sömürgecilerin ve yerli işbirlikçilerinin planlarını bozmak için Hizb-ut Tahrir ile ciddi şekilde çalışmaya çağırıyoruz. Hizb-ut Tahrir, halkına yalan söylemeyen öncü bir harekettir ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak için çalışmaktadır. Hilafet, ülkenin birliğini sağlayacak, mevcut kaosu sona erdirecek ve Sudan’ın diğer İslam beldeleriyle birleşmesi için çalışacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Şam’da Düzenlenen ‘Toplumsal Barış’ Konferansı, Eski Rejimin Figürlerini Aklamanın, Zulmün ve Suçun Mimarlarıyla Normalleşmenin İlk Adımıdır

10 Haziran 2025’te Dışişleri Bakanlığı binasında komite üyesi Hasan Sufan yönetiminde gerçekleşen ‘Toplumsal Barış Komitesi’ basın toplantısı, Suriye kamuoyunda, özellikle de şehit aileleri, kayıp yakınları ve devrimcilerde büyük bir infiale neden oldu. Birçok kesim, yapılan açıklamaları mağdurları incitici açıklamalar olarak yorumladı. Açıklamalar, devrimcilerin fedakarlıklarını küçümseyen, şehitlerin kanını hiçe sayan, açık gerçekleri görmezden gelen, savaş suçlularını savunan ve eski rejimin figürleriyle ‘Toplumsal Barış’, ‘Vatan İnşası’ ve ‘Kan Dökülmesinin Önlenmesi’ sloganları altında normalleşme çabası olarak değerlendirildi. Kamuoyundaki infial, Sufan’ın konferansta yaptığı açıklamaların ardından yaşandı. Söz konusu açıklamalarda, Sufan, “Fadi Sakr” gibi eski rejimin bazı subaylarının hukuki süreçten muaf tutulmalarını ve kamuya açık yargılamalara tabi tutulmamalarını savundu. Daha da ileri giderek Sufan, bu kişilerden bazılarını ‘zafer ortağı’ olarak nitelendirerek, onların ‘Suriye’de kan dökülmesini engellediğini’ ve ‘kurtuluş operasyonları sırasında askeri komuta ile işbirliği yaptığını’ öne sürdü. Sufan ayrıca, bu isimleri eleştirenlerin, iddialarını destekleyecek ‘güvenilir kanıtlar’ sunmaları gerektiğini belirtti.

Sufan, serbest bırakılan subayların 2021’den bu yana aktif görevde olduklarını ve “eman talebi” olarak bilinen uygulama kapsamında, gönüllü olarak Irak sınırında teslim olduklarını ifade etti. Sufan, gözaltındaki bu kişilerin yasal soruşturmalardan geçtiğini ve haklarında herhangi bir savaş suçu işlediklerine dair kanıt bulunamadığını kaydetti. Bu kişilerin tutukluluklarının devam etmesinin ne ulusal çıkarlara hizmet ettiğini ne de yasal bir dayanağı olduğunu vurguladı. Bu açıklamaların ardından sosyal medya platformları ve çeşitli sayfalarda, başta Fadi Sakr ve Sukrat er-Ruhayya olmak üzere bazı serbest bırakılan kişilerin sivil halka karşı işledikleri cinayetler ve ağır ihlalleri belgeleyen görüntüler ve kanıtlar yayımlandı. Sufan, Fadi Sakr gibi isimlerin ülkenin içinden geçtiği krizlerin çözümünde, sorunların giderilmesinde ve karşılaşılan tehditlerle mücadelede etkin bir rol üstlendiklerini söyledi. Sufan ayrıca şu ifadeleri kullandı: “Şehit ailelerinin acısını ve öfkesini anlıyoruz ancak bu aşamada göreceli istikrarı sağlayacak kararlar almak zorundayız. Elleri Suriyelilerin kanına bulaşmamış kişiler serbest bırakılmadı. Yaşananlar “toplumsal barışın tesisine hizmet etmez. Geçiş dönemi adaleti, rejime hizmet etmiş herkesin yargılanması anlamına gelmez. Hesap vermesi gerekenler yalnızca ağır suçlar ve ihlaller işleyen üst düzey faillerdir. Bu süreçte aceleci davranmak veya tek taraflı hareket etmek, kaosa yol açar, devleti aciz gösterir ve dış müdahalelere zemin hazırlar. Ayrıca intikam ve öç alma duygusu, geçiş dönemi adaletini sağlayamaz. Tartışmalı kişiliklerin uzlaşma sürecine dahil edilmesi, ülkedeki yapısal krizlerin çözümüne yardımcı olur. Fadi Sakr’a eman verilmesi tamamen stratejik bir hamledir. Liderlik, çatışmaların alevlenmesini önlemek ve bölgedeki hassas toplumsal dengeleri korumak adına, durumu değerlendirip Sakr’ı tutuklamak yerine ona eman vermeyi tercih etti”

Toplumsal Barış Komitesi’nin düzenlediği basın toplantısı, mevcut yönetimin izlediği tehlikeli rotayı gözler önüne serdi. Yönetimin, gerek rejimin eli kanlı artıklarıyla kurduğu ilişkiler, gerek devrimin temel değerlerine sırt çevirmesi, gerekse adalet ve hesap sorma taleplerini kulak arkası etmesi, artık gizlenemez bir durumdur. Bu skandal durum, halk arasında büyük bir infiale yol açtı. Birçok kişi, ‘Hiç kimsenin, kurbanlar adına katilleri affetme veya cellatla kurbanı aynı kefeye koyma hakkı yoktur!’ diyerek isyan etti. Şehit ve kayıp yakınlarının duygularının göz ardı edilmesinin gerginliği artırabileceği uyarısında bulunuldu. Bu aileler için bu af, düpedüz bir ‘suç ortaklığıdır.

Yaptırımların kaldırılması meselesi, en başından beri Amerika ve Avrupa’nın mevcut yönetimin elini kolunu bağlamak ve Suriye’ye kendi ajandalarını dayatmak için kullandığı bir şantaj aracından başka bir şey değildir. ‘Terörle mücadele’ masalından başlayıp devletin laikleştirilmesi, ülkenin egemenliğinin hiçe sayılması, Batı’nın bir uydusu haline getirilmesi, eski rejimin kalıntılarının çeşitli gerekçeler ve zayıf bahanelerle yönetim ve devlet kurumlarına kademeli olarak entegre edilmesi, bizlerin dayattıkları her türlü karara boyun eğdirilmesi gibi her yolu denediler.

Katil Fadi Sakr gibi isimlerin pervasızca ve herkesin gözü önünde aklanıp paklanması, halkın sinir uçlarıyla oynamak demektir. Hele ki onun Şam valisinin yanında boy göstermesinin ne anlama geldiği ve bununla ne kadar aşağılayıcı bir mesaj verildiği apaçık ortadadır. Suçluları, hak ettikleri şekilde net ve hızlı bir kanunla yargılamak yerine, diyalog, milli birlik, toplumsal barış gibi kulağa hoş gelen ama aslında toplumu uyuşturan ve kuyusunu kazan zehirli formüllere sığınılıyor. Sanki 14 yıl boyunca yaşananlar, tarihin en şanlı devrimlerinden biri değil de sıradan bir iç savaşmış gibi bir algı yaratılıyor.

Bir zamanlar devrime karşı en ağır suçları işleyenler bugün baş köşelerde arzı edan ederken, bu dava uğruna yola çıkanlar, fikirlerinden ödün vermeyenler, devrimciler ve mücahitler yıllardır İdlib’in karanlık zindanlarında adaletsizce çürümeye terk edilmiş durumda. Üstelik, dün evlerini başlarına yıkan ama bugün ‘post değiştirerek’ yeni kimliklere bürünenler yüzünden, kamplardaki nice insanımız bugün hala yurduna dönecek maddi imkana bile sahip değildir.

Ve işin en acı tarafı da şu: Fadi Sakr gibi eski rejimin elebaşları, savaş baronları, büyük vurguncular, zorba kaçkının yalakası olan sanatçılar ve Şebbiha milisleri gibi katliam ve yıkım çağrıları yapmış ne kadar suçlu varsa, bugün sözde ‘barış’ havarilerinin başını çekiyorlar. Hepsine dokunulmazlık zırhı giydirilmiştir. Hepsi ‘toplumsal barış’ paravanı altında sorgusuz sualsiz hayatlarına devam ediyorlar. İşte tüm bu tablo, şehit ve kayıp ailelerinin yüreğindeki nefret ve öfkeyi bir yangın gibi körüklemektedir.

Yüce Allah, zulümden ve zalimlerin akıbetinden sakındırmıştır. Bu yüzden Şam devrimi, ancak devrimimizin temel ilkeleri hayata geçirildiğinde sona erecek ve düşen rejimin ardından büyüyen sorunlar ancak böyle çözülecektir. Rejimin yıkılışı adaletin, güvenliğin ve huzurun başlangıcı olmalıdır. Bu ise Batı’nın dayatmak istediği, dini hayattan, devletten ve toplumdan ayıran laik bir sistemle değil; inancımızın özünden doğan, halkın beklentilerini karşılayan ve devrimimizin hedeflerini gerçekleştiren bir sistemle mümkün olabilir. İslâm’ın hükümleri, şeriatı ve devleti, toplumun özlemini duyduğu adalet ve emniyetin kapısını açacaktır. Çalışanlar ancak böylesi bir iyilik için çalışsınlar.

Devamını oku...

Ey Müslümanlar! İnsanların Yaptıklarına Bakarak Kendi Yaptıklarınızı Hor Görmeyin! Çünkü Sizler İnsanlar Üzerine “Şahit” Olanlarsınız!

İtalya’dan Gazze’ye doğru yola çıkan Madleen gemisi ve gemide bulunan tanınmış gayrimüslim aktivistlerin eylemi medya ve sosyal medyada büyük yankı buluyor. Türkiye dahil, birçok ülke, Siyonist işgalci terör varlığının alıkoyduğu gemideki kendi vatandaşları için “konsüler destek” sağladığını söylüyor.

Daha önce de başka örneklerde çokça şahit olduğumuz üzere gayrimüslimlerin bu girişimleri medyada ve sosyal medyada övgü ile dolaşıyor. Basiretsiz bazı insanlar, hatta İslam düşmanı kesimler, bu eylemi milyonlarca Müslümanın mücadelesini küçük düşürmek, iman ve vicdanlarını yok saymak için kullanıyorlar! On yıllardır Filistin, Doğu Türkistan, Suriye, Mısır ve başka nice yerlerde yaşanan işgal ve zulümlere karşı Müslümanların verdiği tepkiyi, samimi eylemleri, ortaya konulan çabayı görmezden geliyorlar. Müminlerin duyarlılıklarını, Allah’ın rızasını gözeterek mallarından, hatta canlarından feda ederek verdikleri mücadeleleri küçümsüyorlar. Bu da yetmezmiş gibi Müslümanların girişimlerini kimi zaman suç ve cürüm olarak hatta İslam dışı olarak görüyorlar.

Ey Müminler! Madleen gemisi ve Refah Sınır Kapısına başlatılan “Küresel Gazze Yürüyüşü” gibi eylemler, yine ismi ile nam salmış gayrimüslim aktivist, politikacı ve devlet başkanının vicdanlarının sesiyle ortaya koydukları duyarlılığı ne hor görün ne de gözünüzde çok büyütün! Onların bu vicdani girişimleri de muhakkak Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın takdiriyle ortaya çıkmıştır.  Esasen bu, büyük ve köklü çözüme giden yolda Allah’ın yardımının yakın olduğunun işareti olmaktan başka bir şey değildir. Ancak onlar sadece vicdanlarının, kahramanlıklarının veya nefislerinin götürdüğü yere kadar devam edecekler.

Ey Müminler! Sizler Gazze’de, Filistin’de, Sudan’da, Doğu Türkistan’da ve hatta tüm dünyada yaptığınız her ameli, zulme karşı sarf ettiğiniz her kelamı, her boykotu, her yürüyüşü, her direnişi, her duayı Allah’a, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e, Kur’an’a olan imanınıza borçlusunuz. Şunu bilin ki imansız yapılan her iyilik Allah nazarında boş, dünyada ise neticesizdir.

Ey Müslümanlar! Sizler vicdanınızı rahatsız ettiği için değil, Allah ona zulüm dediği için zulme karşı tepki verirsiniz. İşte bu sizi insanlara şahit ve lider kılan özelliktir! Nitekim Gazze’deki zulmü dünyaya duyuran, insanların vicdanını harekete geçiren sizsiniz! İnsanların vicdanını harekete geçirdiniz ve yollara döküldüler şimdi onları küçük hedeflere değil büyük hedeflere yöneltme zamanı…  Eğer siz Gazze ve Filistin için doğru çözüm konusunda vicdan sahibi insanlara öncülük ederseniz bu yürüyüş nihayete ulaşır, eğer siz de küçük hedefler peşinde koşarsanız kurtuluş ve direniş mücadelenizi heder etmiş olursunuz.

Öyleyse asıl şimdi Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve Gazze’yi, Filistin’i, İslam âlemini ve tüm insanlığı gerçek, büyük ve kalıcı çözüme ulaştırmak için çalışın! Siyonist varlığın can damarını, Ümmetin kanını emerek güçlendiği köklerini söküp atmak için gerekli olan neşteri alın elinize. Siyonist’in köklerini besleyen hain, işbirlikçi yöneticileri söküp atın. O kökler kesildiği an Siyonist varlığı mübarek beldeden söküp atmak İslam’ın orduları için birkaç saatlik iştir. O söküldüğü an tüm dünyaya yayılmış olan dalları da kuruyacaktır. O zaman tüm yer küre, tüm insanlar, tüm canlılar, ağaçlar sular, hava ve taşlar bile hayata kavuşacaktır.

Haydin öyleyse gerçek vazifenizi yerine getirin! Allah’ın emri ve vaadi, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan İkinci Raşidi Hilafeti, Nübüvvet Metodu üzere, yeniden ikame etmek için çalışın. Ordulara gerekli nusreti (maddi gücü) vermeleri için ısrarla çağrıda bulunun! Haydin yeniden insanlık üzerine şahit ve lider, zirve Ümmet olmak için büyük işe koyulun. Bunu başarabilmeniz için Hizb-ut Tahrir size elini uzatıyor. Bütün planları, minhacı açıkça ortaya koydu ve sizinle birlikte zafere yürümek için size sesleniyor. Vesveselere değil Hakka kulak verin! Küçük işlere değil, büyük hedefe doğru koşun!

وأُخْرَىٰ تُحِبُّونَهَا ۖ نَصْرٌ مِّنَ ٱللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ ۗ وَبَشِّرِ ٱلْمُؤْمِنِينَ

“Seveceğiniz başka bir kazanç daha var: Allah’tan bir yardım ve yakın bir fetih. Müminleri müjdele!” [Saff 13]

Devamını oku...

Ürdün’deki NATO Ofisi, Ümmet Düşmanlarının Sömürgeci Çıkarlarına Hizmet Etmek İçin Ülkenin Teslimiyetinin ve İpoteğinin Bir Göstergesidir

Ürdün ve NATO, 12 Haziran 2025 Perşembe günü Brüksel’de, NATO’nun diplomatik irtibat ofisine Amman’ın ev sahipliği yapmasını öngören bir anlaşma imzaladı. Anlaşmaya Ürdün adına NATO Büyükelçisi Yusuf El-Bataine, NATO adına ise Güney Komşuluğu Özel Temsilcisi Javier Colomina imza attı. İmza töreninde konuşan Colomina, Ürdün ile olan ‘mükemmel ilişkilere’ övgüde bulundu. Colomina ayrıca, Ürdün’ün ofise ev sahipliği yapmasını, bölgedeki merkezi rolünü ve birçok alanda İttifak için ‘güvenilir bir ortak’ olmasını takdirle karşıladığını ifade etti.

4 Mayıs 2025’te Başbakan Cafer Hassan’ın başkanlığında yapılan bakanlar kurulu toplantısında alınan kararda, NATO ile yapılan anlaşmanın Ürdün’ün çıkarlarıyla örtüştüğü ve irtibat ofisinin açılmasının bu yöndeki stratejik eğilimle uyumlu olduğu ifade edildi. Bu adımın, Ürdün’ü uluslararası ve bölgesel kuruluşların merkezi hâline getirme yönündeki çabaların bir parçası olduğu belirtildi.

NATO, 2024 yılında Washington’da düzenlenen liderler zirvesinde, Ürdün’de bir irtibat ofisi açılmasına karar vermişti. Bu ofis, NATO’nun bölgedeki ilk irtibat ofisi olma özelliği taşıyor. Ürdün Dışişleri ve Yurtdışındaki Ürdünlüler Bakanlığı da o dönemde yaptığı bir açıklamada, ofis açma kararının ‘Ürdün ve NATO arasındaki derin stratejik ortaklıkta bir dönüm noktası’ olduğunu belirtmişti. Açıklamada ayrıca, bu kararın Ürdün’ün ‘terör ve şiddet yanlısı aşırıcılık gibi sınır aşan tehditlerle mücadeledeki’ başarılarına bir övgü niteliği taşıdığı ifade edilmişti.

Şüphesiz bu uluslararası askeri ittifak, Amerika ve Avrupa liderliğindeki Batı’nın sömürgeci hegemonyası, yayılmacılığı, hakimiyeti, yerel ve bölgesel savaşları tutuşturması üzerine kuruludur. Bu savaşlar, dünyayı sonu gelmeyen bir çatışma ve gerilim içine sokmuştur. NATO, II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa ülkelerini Sovyetler Birliği tehdidine karşı korumak amacıyla 1949 yılında 12 kurucu ülkenin Kuzey Atlantik Antlaşması’nı imzalamasıyla kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Varşova Paktı da tarih olunca NATO’nun da mantıken kendini lağvetmesi gerekirdi. Ancak Amerika, Avrupa Birliği başta olmak üzere Batı dünyası üzerindeki egemenliğini korumak ve NATO’yu dünyanın geri kalanına karşı bir sopa olarak kullanmak amacıyla ittifakın varlığını sürdürmesine özen göstermiştir. Amerika, NATO’nun varlığını sürdürebilmek için de türlü türlü bahaneler uydurdu. En başta da ‘Terörle mücadele’ yalanını ortaya attı ki, bunun asıl hedefinin İslam olduğu gün gibi ortadadır. Sonra da ‘ortaklık’, ‘ittifak’ gibi süslü isimler altında, Ortadoğu ve İstanbul’daki paktlarla, hatta Ürdün gibi ülkelerle tek tek özel anlaşmalar yaparak etki alanını genişletti. Bütün bu hamlelerin tek bir amacı vardır: Amerika’nın sömürgeci bir maşası haline gelen NATO’nun stratejik çıkarlarını güvence altına almak!

NATO’nun Amman’daki ofisinin rolüyle ilgili olarak, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, ‘Ürdün, NATO için uzun vadeli ve çok değerli bir ortaktır’ şeklinde bir açıklamada bulundu. Benzer şekilde, ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Sam Werberg de önceki NATO zirvesi sırasında Ürdün Haber Ajansı’na verdiği bir röportajda, ülkesinin ‘Ürdün Haşimi Krallığın bölgenin genel istikrarı açısından oynadığı hayati rolü takdir ettiğini’ belirtti. NATO ve Amerikalı yetkililerin bu açıklamaları, Ürdün rejiminin, kuruluşundan bu yana Batının sömürgeci çıkarlarını koruma gibi kendisine verilen fonksiyonel rolü mükemmel bir şekilde yerine getirdiğini göstermektedir. Bu çıkarların başında ise Yahudi varlığını güçlendirmek ve onun, Batılı güçler için stratejik bir ileri karakol olarak varlığını sürdürmesini sağlamak gelmektedir. Ayrıca rejimin bir diğer görevi de Batı’nın sömürgeci projelerini gerçekleştirmek ve ümmetin, Raşidi Hilafet devletini kurarak kalkınma projesini hayata geçirmesini engellemektir. Ürdün rejiminin Gazze’ye bu alçakça ihaneti, aslında onun o uşak ruhlu tabiiyetinin ve Batı’ya sunduğu hizmetlerin en açık, en bariz örneğinden başka bir şey değildir! İşte bu ihanetler uğrunadır ki, Ürdün’ün rolü şimdi daha da büyütülüyor; ülkenin kaynakları ve evlatları, yeni açılan NATO ofisi kanalıyla, sömürgeci kâfirin hizmetine sonuna kadar sunuluyor!

Ürdün yönetimi, yalnızca Amerika ile ortak savunma anlaşması yapmakla kalmayıp aynı zamanda ABD ve Avrupa ülkelerine askerî üsler de tahsis etti ve binlerce yabancı askerin ülke topraklarında konuşlanmasına izin verdi. Bunların tek amacı Yahudi varlığını ve Batı’nın sömürgeci çıkarlarını korumaktır. NATO ofisinin açılmasıyla istenen işbirliği de budur. Amaç, Ürdün’ün tüm askeri ve güvenlik imkanlarını NATO’nun hakimiyet ve hegemonya çıkarları için kullanmaktır. Böylece Amerika, rekabet ve hegemonya savaşlarına odaklanabilecek.

Ürdün rejimi, azgınlıkta sınır tanımıyor; memleketi ateş çemberine atıyor, servetini ve askerini düşmanlara siper ediyor, İslam’a ve erlerine kılıç sallıyor. Hakikati haykıranları zindanlara atıyor, işkencelerle susturuyor. Ümmetin bildiği o bir avuç döneği ise, bu ihanetlerini ballandıra ballandıra anlatmak için öne sürüyor! NATO’nun Müslüman ülkelerde açtığı ofisler, gerçekleştirdiği ortak güvenlik ve siber iş birlikleri ile yıllardır süren “Uyanık Aslan” gibi askerî tatbikatlar, kâfir ülkelerin bölgede hem tecrübe kazanmasına hem de Müslüman toplumlar üzerinde etkinlik kurmasına yol açıyor. Yapılan askerî ve güvenlik anlaşmaları, üs ve liman tahsisleriyle, İslam ülkelerinin egemenlikleri zayıflatılıyor. Oysa İslam’a göre bu kesinlikle caiz değildir. Zira bu kâfirlerin müminler üzerinde yol bulmasına olanak tanır. Bu ise İslam’a göre haramdır.

وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً“Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.” [Nisa 141]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER