Perşembe, 17 Zilkâde 1446 | 2025/05/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması- Ey Müslümanlar! Bu Tehlikeli Komployu Boşa Çıkarın! Amerika, Hain Pakistan Yöneticilerinin Muvafakatiyle Tarbla Üssünü İnşa Ettikten Sonra Şimdi de İslamabad'ın Göbeğinde Kendisine Ait Yeni Askeri Bir Üs İnşa Ediyor!

Geçenlerde medya organları, Amerika'nın İslamabad'daki Amerikan sefaretini genişletme gerekçesi altında kendisine ait askeri üstlere benzer bir kale inşa edeceği şeklinde bir haber geçti. Bu maksatla sefaret, binasının karşısında yüzölçümü 7,28 hektarı bulan bir arazi parçasını sadece 12 milyon dolar karşılığında satın aldı! Oysa Arazi Dairesi, sefaretin satın aldığı arazinin karşısındaki arazi parçasını buraya 153 adet yerleşim birimi inşa eden bir Türk emlak şirketine 72 milyon dolar karşılığında satmıştır! Yani Amerikan sefaretinin ödediği miktarın altı katıdır. Oysa bu arazinin yüzölçümü 2,43 hektar yani Amerikan sefaretinin satın aldığı arazi parçasının yüzölçümünün üçte birinden daha azdır! Sanki Amerikan sefaretinin satın aldığı arazi parçası, satılmamış da ona hibe edilmiştir!

Medya organlarının yayınladığı raporda önümüzdeki birkaç gün içerisinde Amerikan sefaretine 350'si deniz piyadesi olmak üzere bin memur alınacağı geçmiştir. Zaten şu an mevcut sefaret çalışanlarının sayısı 750'yi bulmaktadır ki bu, dünyada bir sefaretin barındırabileceği en büyük sayıdır. Oysa anlaşmalarda izin verilen sayı 350 çalışanı geçmemesidir. Pakistan'daki Amerikan Kuvvetleri Genel Başkanı, Pakistan'a yönelik Amerikan yardımlarının artmasını buna gerekçe göstererek bu ek sayıyı doğruladı!

Aslında dünyanın dört bir tarafındaki Amerikan sefaretlerinin birer casus merkezi, askeri ve istihbarati operasyonlarının idare odası gibi çalıştığını ve bu sefaretlerdeki diplomatların da resmi görevlerinin yanı sıra bu sefaretlerin bulunduğu ülkelerin iç işlerine karıştıklarını söylediğimizde gizli bir şeyi ifşa etmedik. Özellikle Pakistan yöneticileri, özetle Amerikalı efendilerine hizmet etmek olan önceki diktatörlerin misyonunu da sollayan bir misyonu yerine getirmekle atanmışlarken bu kötü haberlerin çıkması hiç de sürpriz değildir. Nitekim yöneticileri hırsızlardan ve haramilerden oluşan sözde demokrasi adında bir koalisyon hükümetinin oluşturulması planlarını son derece kolay ve basit bir şekilde uygulaması hususunda Amerika'ya destek verilmesinden öte bir şey değildir.

Bu üst, ya Pakistan içerisinde vahşi saldırılar düzenleyen insansız uçakların iniş yeri ya da sözde herhangi bir mazeret altında Pakistan halkına karşı askeri saldırıların açılmasının askeri bir üssü olacaktır.

Bu yöneticiler, hıyanette seleflerini de geçtiler. Zira bu yöneticilerin, Müslümanların en azılı düşmanına İslamabad'ın göbeğinde kendisine ait bir askeri üst inşa etmesine izin vermesi önceki hıyanetlerini aşmıştır. Bu demokrat yöneticiler, bu gidişatla demokrasinin Pakistan'ın sorunlarını çözemeyeceğini bilakis Pakistan'ın kronik hastalığının sebebinin bizzat demokrasi olduğunu ortaya koymuşlardır. Pakistan'da ister demokrasi isterse diktatörlük adında bir yönetim olsun aslında kanunları çıkartan da ülkenin siyasetini belirleyen de bizzat sömürgeci kafirdir. Böylece sömürgeci kafir, kanunlarını ve politikalarını halkın temsilcileri denilen kimseler sayesinde demokrasi yoluyla meşrulaştırırken diktatörlük gölgesinde bu kılıfa mecbur kalmamıştır. Yönetici zevatları ise yönetimin ve gerekçelerini kabullensinler diye insanların önündeki vitrinden başka bir şey değildir.

Ey Müslümanlar!

Pakistan'daki yönetici, ister Müşerref gibi diktatör isterse Zerdari gibi demokrat olarak isimlendirilsin bunların ikisi de aynı olup biri diğerinden farklı değildir. Zira onların tek gayesi, insanları yağmalaması ve hortumlaması için hükümetlerini korumaktır. Onlar, Müslümanların kızlarını veya ülke topraklarını satmak yoluyla dahi olsa otoriteyi korumak adına daha ileriye gitmeye tamamen hazırdırlar!

Kölelik halkasını boyunlarınızdan çıkararak bu yöneticilerin suratlarına çarpmak, koltuklarının üzerinden alaşağı ederek onları tarihin kara sayfalarına gömmek, sokaklara dökülüp bu hain yöneticilerin yüzlerine haykırarak Pakistan'daki insanlar, Pakistan'da bir Amerikan askeri üssünün inşa edilmesine asla izin vermeyeceğini ilan etmek sizlerin üzerine bir mesuliyettir ey Müslümanlar!

Ey güç ve kuvvet ehli! Ya sizler! Güçlü ülke Pakistan'ın Amerika'ya teslim edildiğini göre göre ona karşı tek bir kurşun sıkmaksızın ne zamana kadar sessiz kalacaksınız? O halde yöneticiler, Pakistan'ı topyekûn helak etmeden Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye koşunuz!


Nâvid Butt

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- إِنَّ ٱلَّذِينَ يُؤْذُونَ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ ٱللَّهُ فِى ٱلدُّنْيَا وَٱلآخِرَةِ وَأَعَدَّ لَهُمْ عَذَاباً مُّهِيناً "Allah ve resulünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap h

Afgan güvenlik güçleri, dine meydan okuyup Hizb-ut Tahrir'in üyeleri ile taraftarlarının onuruna saldırarak 15 Recep'ten 5 Şaban 1430'a (8 Temmuz'dan 28 Temmuz 2009'a) kadar oldukça barbar bir şekilde mescitlerden, işyerlerinden ve Kabil'deki evlerinden 30 kişiyi tutukladı. Oysa onların çoğu, Hizb-ut Tahrir'e üye olmayıp bilakis İslami şiarları taşıyan kimselerdi. İşte bu, Hilafet'i ve Allah Azze ve Celle'nin şeriatının hakim kılınmasını ihya etmeyi hedefleyen faaliyetlere karşı verilmiş bir tepkidir.

İçişleri Bakanlığı Resmi Sözcüsü, Hizb-ut Tahrir'in halkın düşmanı olduğunu açıkladı. Bu da sırf bizlerin Allah'ın inzal ettiklerinin dışında hükmün haram olduğunu, diğer bir ifadeyle demokrasi gibi küfür nizamıyla hükmetmenin haram olduğunu söylemimizden dolayıdır. Onları bu maddi eyleme iten şey, on milyonlarca kişinin bu seçimlere katılmasını sağlamak içindir. Bundan dolayı bu tutuklamayı ciddiye almaktadırlar.

Afgan güvenlik güçleri, Allah Azze ve Celle'nin huzurunda sorumlu olmaya dair hiçbir bilince sahip değiller. Onlar, sırf amirlerinin güvenini ve takdirini elde etmeye çalışmaktalar. Onlar, ahiretlerini az bir dünyalık karşılığında satmaktadırlar. Onlar, kendilerine karşı herhangi bir faaliyette bulunmaksızın sadece İslami duygulara sahip insanlara varana kadar rastgele tutuklamalarda bulunmaktalar. Celle ve Alâ, şöyle buyurmaktadır:

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا "Mümin erkeklere ve mümine kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir."  [el-Ahzâb 58]

Hizb-ut Tahrir, marufu emretme ve münkeri nehyetme vecibesine binaen daha geçenlerde önümüzdeki günlerde Afganistan'da yapılacak devlet başkanlığı demokratik seçimlerinin haramlığını beyan etmiş, İslami ümmete şeri hükmü arzetmiş, Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmetmeye dayalı olmasından dolayı bu demokratik seçimlere katılmanın azim bir münker olduğunu ve bu seçimlerin karşısında duracağını açıklamıştır. Celle ve Alâ şöyle buyurmaktadır:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Hala cahiliyye hükmünü mü istiyorlar? İman eden topluluk için Allah'tan daha güzel hükmeden kimdir? "  [el-Maide 51]

Şunu teyit ederiz ki Hizb-ut Tahrir şebabı, fikri çalışmaları ve siyasi mücadeleleriyle İslami Hilafet'in ihyasına davet etmekte olup İslami olmayan hükümetlerce işkencelerin ve zorlukların türleri ne kadar artarsa artsın faaliyetlerine devam edeceklerdir. Açıktır ki kendisini sözde İslami olarak isimlendiren Afganistan hükümeti, Allah'ın şeriatını tatbik etmeye ve farzların anası olan Hilafet'i yeniden ihya etmeye çalışan bu amellerin ve faaliyetlerin hepsini durdurmak için her çabayı harcamaktadır. İşte tüm bunlar, halkını Allah [Azze ve Celle]'nin yolunda kurban ederek Allah'ın şeriatını tatbik etmek amacıyla milyonlarca şehit, yaralı ve göç veren bir ülkede meydana gelmektedir.

Hizb-ut Tahrir şebabı, bu İslami ümmetin muttaki kulları olup İslami ümmetin düşmanı değildir. Onlar, Hilafet'i ve Allah'ın inzal ettikleriyle yönetimi ihya ederek İslami yönetimi geri getirmek ve İslam ümmetini önceki izzetine kavuşturmak için İslami beldelerde siyasi ve fikri olarak çalışmaktadırlar.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti, Sel Felaketinde Ölenlere Allah'tan Rahmet ve Ailelerine Başsağlığı Diler

Türkiye'de yağan ve özellikle Marmara bölgesinde etkili olan şiddetli yağmurlar sonucunda 09 Eylül 2009'da yaşanan sel felaketi, 32 kişinin ölümüne, 8 kişinin kaybolmasına, büyük maddi kayıplara yol açmıştır. Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti aşağıdaki hususları vurgular:


1.Öncelikle bu sel felaketi sonucunda ölenlere Allah'tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diler.

2. Başta ölenlerin aileleri olmak üzere bu sel felaketinde mağdur olanların tüm maddi zararlarının devlet tarafından tazmin edilmesini talep eder.

3. Bu tür afetlerin sonucunda bir daha böylesi ölümlerin ve maddi zararların yaşanmaması için ilgili devlet yetkililerinden gerekli önlemlerin eksiksiz olarak önceden almasını talep eder.

4. Son olarak sel, deprem ve yangın olmak üzere bu tür yaşanan tabii afetlerin özelde Türkiye'de ve genelde dünyadaki Müslümanlar için Allah [Azze ve Celle]'den bir uyarı ve imtihan olduğunu idrak edip bundan sonraki yaşamlarını Allah'ın emir ve yasaklarına göre düzenlemelerini temenni eder.

ٱلَّذِينَ إِذَآ أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا للَّهِ وَإِنَّـآ إِلَيْهِ رَاجِعونَ "Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiğinde şöyle derler: Allah'tan geldik Allah'a döneceğiz." [el-Bakara 156]

 

Devamını oku...

Kürt Meselesi de Dahil Müslümanların Tüm Sorunları Demokratik Açılımla Değil, Ancak Râşidi Hilafet Devleti ile Çözülür

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Son günlerde Türkiye gündemi, AKP'nin başlattığı "Kürt Açılımı-Demokratik Açılım" söylemleriyle çalkalanmakta. Zira başta Başbakan Recep Erdoğan olmak üzere AKP yetkilileri, bir türlü ağızlarından düşürmedikleri bu iki söylemle yatmaktalar, bu iki söylemle kalmaktalar, konuşmalarına bu iki söylemle başlamaktalar ve bu iki söylemle kapatmaktalar, her iki kelime de bir araya ya demokrasi ya demokratikleşme ya demokratik atılım ifadelerini sokuşturmaktalar. Onların lisan-ı kavilleri söylemese de "Kraldan çok kralcı olmak." deyiminde olduğu gibi lisan-ı halleri "Demokratlardan çok demokrat kesildiklerini" göstermektedir.

Gerek Kürt açılımı gerek Ermeni açılımı gerekse demokratik açılım olsun AKP hükümetinin başlattığı açılımların temelinde Amerikan politikalarının AKP hükümeti yoluyla Türk kamuoyuna kabullendirilmesi yatmaktadır. Bu açılımlar Özal döneminde başlatılmış, Obama'nın  geçen nisan ayında Türkiye'ye yaptığı ziyaretle ivme kazanmıştır. Obama, ziyareti esnasında mecliste yaptığı konuşmasında Amerika ile İslam dünyası arasında bir köprü vazifesi görmesinden dolayı Türkiye'yi önemsediklerini ifade etmiştir. İşte Obama'nın ziyaretinden bu yana AKP hükümeti, dün Ermeni açılımı, bugün Kürt açılımı, ertesi gün demokratik açılım adı altında Amerikan açılımlarını bir bir açmaya başladı. Kürt açılımını hayata geçirmek ve halka pazarlayabilmek için "akan kanlar dursun", "artık analar ağlamasın", "akan gözyaşları dinsin", "silahlar sussun", "terör son bulsun" gibi masumane ve kulağa hoş gelen sözlerle allayıp pulladı.

Oysa Kürt meselesi, Ermeni meselesi ve Kıbrıs meselesi gibi özelde Türkiye'deki genelde dünyadaki Müslümanların karşı karşıya kaldıkları ve göğüslerine bir hançer gibi saplanan bu tip kronik sorunların ana kaynağı demokrasi ile bu demokrasiyi özgürlükler ve insan hakları gibi küfür sloganları adı altında bize pazarlamaya çalışan başta Amerika olmak üzere sömürgeci kafirlerin ta kendisidir. Dolayısıyla bu demokratik açılımlar sonucunda değil sorunlarının çözülmesi, Müslümanların başına gelmedik felaket kalmamıştır. Nitekim Amerika'nın demokrasi getireceğim vaatleriyle 2003 yılında Irak'ı işgal etmesi sonucunda boşalan gözyaşları sel olmuş, akan masum kanlar derya deniz olup taşmış, bombaların patlamadığı bir gün kalmamıştır. Kısacası Irak, Amerika'nın getirdiği demokrasi sayesinde bir alev topuna dönmüştür. İşte sadece Irak'ta yaşananlar, demokratik açılımın nasıl şerir olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla AKP yetkililerinin, bütün musibetlerin ve felaketlerin anası olan demokrasinin ve demokratik açılımın otuz yıldır akan kanı durduracağını ve bir Amerikan açılımı olmadığını söylemeleri açıkça yalandır. Demokrasi, demokratikleşme, demokratik atılım ve demokratik açılım ismen farklı olsalar da hepsi demokrasi kelimesinden türemiş olup tek bir anlamı ifade eder ki o da Allah'ın şeriatını bir tarafa atıp halkın kendi kendini yönetecek yasalar çıkarmasıdır.

Ey Müslümanlar!

Otuz yıldan beri kaybettiğiniz evlatlarınızın asıl failinin, kafir Batı'nın bu asalak yöneticiler yoluyla bizlere pazarlamaya çalıştığı küfür fikri demokrasi ile ondan türetilen demokratik açılımlar olduğunun artık farkına varıp Kürt meselesi de dahil bütün sorunlarınızı kökünden halledecek, sizleri geçmişteki gibi hayrın ve nurun taşıyıcısı asil bir ümmete dönüştürecek asıl köklü çözüme doğru harekete geçmelisiniz ki o, Hizb-ut Tahrir'in yarım asır önce başlattığı Râşidi Hilafet Devleti'ni Kurma Projesi'dir. Aksi takdirde Amerikan politikalarını hayata geçirmek uğruna gecelerini gündüzlerine katıp diyar diyar dolaşan, köşe bucak gezen, demokrasi havarisi kesilen bu Amerikan uşağı yöneticiler yeri, göğü ve denizi halis muhlis küfür ürünü olan demokratik açılımlarla ifsat edecekler maazallah. O halde ey Müslümanlar, iş işten geçmeden Hilafet Devleti Projesi'nin ana kaynağı olan Rabbinizin dinine icabet ediniz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü, sizi size hayat verene davet ettiği zaman icabet ediniz." [el-Enfal 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Meşru Olan Şey Nedir? Ümmetin Akidesi ile Şeriatına Dayanan Şey mi, Yoksa Beşerin Koyduğuna Dayanan Şey Mi?

Kerim Kardeş el-Ahbar Gazetesi Editörü,

es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Konu: el-Ahbar gazetenizde geçenlere reddiye,

 

H. 04 Şaban 1430 el-muvafık M. 26 Temmuz 2009 tarihli, 283 sayılı gazeteniz el-Ahbar'daki Üstaz Adil Hasun'un kaleme aldığı "Meşru Olmayan Bir Hizb Olan Hizb-ut Tahrir'in, Kararın Batıllığı ve Meşru Olmadığı Gerekçesiyle Lahey Mahkemesi'nin Kararını Reddetmesi, Bir Paradokstur" başlıklı makaleyi mütalaa ettik. Yazar, Hizb'i meşru olmamakla nitelendirmiş ve Nifaşa'nın batıl olduğu, ona dayanan anayasanın yanı sıra Lahey'e muhakeme olmanın da meşru olmadığı şeklindeki sözlerine karşı çıkmıştır.

Kimin meşru olup kimin olmadığını açıklamadan önce Müslüman olmamız vasfıyla meşru ve meşruiyet kelimelerinin üzerinde durmamız kaçınılmazdır. Şimdi sorarız: İstediğimiz meşru ve meşruiyet hangisidir? Beşerin yaratıcısı, kainatın müdebbiri, siyasi, iktisadi, içtimai hayatı ve benzerlerini düzenlemesi için resulleri şeriatla gönderen Allah'ın meşruiyeti mi, yoksa yarın ne olacağını bilmeyen, çevreden etkilenen beşerin çelişkili ve eksik meşruiyeti mi?!

Kesinlikle ve kuşkusuz cevap bizler, iğnesinden ipliğine kadar siyasi hayatımızın her işinde ve diğerlerinde muhayyerliğin olmadığı bir bağlılıkla Allah'ın şeriatına muhakeme olmaya ve hidayetin Nebisi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e tabi olmaya mecburuz. Nitekim Mevla Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhakeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Ve şöyle buyurmaktadır:

فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve resulüne döndürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ' 59]

İşte bu iki ayet, hiçbir kimsenin Allah'ın kitabı ve resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnet ile hükmettiğini söyleyemeyeceği Lahey Mahkemesi'ne muhakeme olmanın batıllığına dair delil olarak yeterlidir. Onun öncesinde kafir Batı'nın direktiflerine dayanan Nifaşa; Müslümanlar aleyhine kafire otorite vermiş, Güney Sudan'ı Kuzeyinden ayırmış, Sudan'ın diğer bölgelerinin parçalanması zeminini hazırlamış -ki Darfur bize uzak değildir- ve silah çekerek ekini, nesli, ağcı ve taşı helak eden mücrimlere meşruiyet kazandırmış Nifaşa'dır. Bu, Nifaşa'nın ifraz ettiği vakıa açısından olup gizledikleri ise daha beterdir.

Meşruiyet açısından olana gelince; Nifaşa, Allah'ın kitabına ve resulü  [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetine dayanmadığı gibi Nifaşa üzerine bina edilen geçici anayasa da aynıdır ki batıl üzerine bina edilen de batıldır. Dolayısıyla Nifaşa'yı, geçici anayasayı ve Lahey Mahkemesi'ni reddetmemiz hevaya dayalı bir reddiye olmayıp ancak hayatımızı [لا إله إلا الله محمد رسول الله] esası ve ondan kaynaklanan tüm hayat nizamlarının dışında başka bir şeye bina etmemizi kabul etmeyen azim İslam ideolojisi esasına dayanmaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in meşruiyetine gelince; beyan ettiğimiz esasın -ki o, Allah'ın kitabı ile resulü  [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetidir- kendisinden alınmıştır. O halde onun, yani Hizb-ut Tahrir'in, kendisini tanısın yada tanımasın meşruiyetini yitirmiş bir kimsenin meşruiyetine ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla onların tanıması da tanımaması da bizler nezdinde aynıdır. Zira Hizb-ut Tahrir, şöyle buyuran Allahuteala'nın emrine icabet ederek kurulmuştur:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aranızda hayra [İslam'a] davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir ümmet [siyasi hizb] bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!"

O, ideolojisi İslam ve işi siyaset olan siyasi bir Hizb'dir. İslam'da hayat ile din ve din ile devlet arasında bir ayrım yoktur. Dolayısıyla siyaset, İslami akideden kaynaklanan veya onun üzerine bina edilmiş şeri hükümlerdir. Dolayısıyla dini siyasete karıştırmak sözü, İslam'dan ve siyasetten anlamayan bir kimsenin sözüdür.

Hizb-ut Tahrir, çalışmak için hiç kimsenin kendisine izni vermesini beklememektedir. Sudan'daki siyasi saha, Hizb-ut Tahrir'i gayet iyi bilir. Zira Nifaşa'yı meşru gören partiler, Batı'nın ve Doğu'nun otellerinde birbirleriyle mücadele ederlerken Hizb-ut Tahrir'in şebabı, ümmetin ortasında onun derdiyle dertleniyor, İslam esası üzerine onun kalkınması için çalışıyor, tutuklanıyor ve hapsediliyordu. Faaliyeti hiçbir gün durmamış ve inşallah uğrunda kurulduğu gayesini gerçekleştirene kadar da durmayacaktır. O gaye ki, Habib-ul Mustafa [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği inşallah son günlerini yaşadığımız diktatörlük döneminden sonra gelecek olan Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Râşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaktır. Aleyhi's Salatu ve's Selam şöyle buyurmuştur:

... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "...Sonra Nübüvvet üzere Hilafet olacaktır."

Ve de inşallah bu gayeyi gerçekleştirmek için İslami ümmetin muhlis evlatlarıyla birlikte çalışmaya devam edecektir. Allah'a hamdolsun ki bugün artık Hizb-ut Tahrir, Doğu'da Cakarta'dan başlayıp Batı'da Tanga'ya kadar ümmetin kalkınmasının ve diğer ümmetlerin başındaki liderlik ve egemenlik mekanına oturmak üzere geçmişte olduğu gibi ümmetlerin lideri olarak dönmesinin ümidi haline geldi.

Son olarak makalenin yazarı saygıdeğer kardeşimize deriz ki: Meşru olan kimdir? İslam akidesi esasına dayanıp bu esas üzere ümmetin kalkınması için çalışan kimse mi, yoksa kafir Batı'ya boyun büken, Allah'tan korkmayıp ondan korkan, anayasasını ve kanunlarını batıl kapitalizm nizamı ideolojisine bina eden kimse mi?!

أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp Cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." [et-Tevbe 109]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in, Londra'da, 26 Temmuz 2009 Pazar Günkü İslam'a ve Hilafet'in Kurulmasına Davet Başlıklı Konferansına Binlerce Kişinin Katılacağı Hatırlatılır

Hizb-ut Tahrir / İngiltere'nin "İslam'a ve Hilafet'in Kurulmasına Davet" başlıklı yerel konferansına binlerce temsilci katılacaktır. Konferans, 26 Temmuz 2009 Pazar günü Londra'da düzenlenecek olup sabah saat 11:45'ten itibaren Troxy, 490 Commercial Road E1 0HX Salonu'nda başlayacaktır.

Bu konferans, bu yaz düzenlenecek iki konferansın ilki sayılır. Zira ikinci konferans, Brmingham şehrinde düzenlenecek ve en az 4000 temsilci katılacaktır. Bu iki konferans; Lübnan, Pakistan, Endonezya, Bangladeş, Sudan, Ukrayna ve Tanzanya'nın yanı sıra Amerika, Filistin ve Avustralya gibi Hizb-ut Tahrir'in dünya çapında düzenlediği konferanslar ve yürüyüşler gibi küresel etkinlikler çerçevesinde düzenlenmektedir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "Batıdaki Müslümanlar, giderek artan baskılarla karşı karşıya kalmaktalar. Zira hükümetler ve medya organları, laik değerlerle bağdaşması ve Batı İslamının ortaya çıkması amacıyla İslam'ı değiştirmeye yelteniriz beklentisi içerisinde İslam'ın görüntüsünü çarpıtmayı ikiye katlamaktalar."

"Ayrıca başörtüsünün yasaklanması, Sarkozy'nin peçeye saldırması, Resul Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret edilmesi, propagandalar, baskıcı terör kanunları ve Kur'an-il Kerim'in yeniden tefsi edilmesi teşebbüslerinden her biri küresel İslami uyanışı frenleme amacıyla Batı'nın beyhude girişimlerini oluşturmaktadır."

"Allahuteala'nın yardımıyla Hizb-ut Tahrir / İngiltere, bu yaz düzenlenecek olan iki konferansımızda, hak olan İslam risaletine davet edip onun güzelliğini açıklamak yoluyla Batı'da ikamet eden Müslümanlar olarak bu politikalarla mücadele çatışmasında ön saflarda olmamızın nasıl vacip olduğunu ve kurulacak Hilafet Devleti'nin küresel kapitalizm sömürüsüne karşı zayıfları nasıl destekleyeceğini ortaya koyacaktır."

26 Temmuz 2009 Pazar günkü konferansın yapılacağı salonun kapıları sabah saat 11:00'da açılacak, Troxy, 490 Commercial Road E1 0HX Salonu'ndaki etkinlikleri saat 11:45'te başlayacak ve akşam 19:15'e kadar devam edecektir. Editörlere Not:

1. Basın akreditasyonu edinmek zorunlu olup şu e-mail adresi yoluyla akreditasyon başvurusunda bulunulması rica olunur: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

2. İngilizce, Arapça ve Urduca röportajlar yapılması mümkündür.

3. Konferans programının tamamı sitemizde mevcuttur.

4. Sabah saat 11:45'ten itibaren konferansın şu siteden canlı olarak seyredilmesi mümkündür: www.hizb.org.uk

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hilafet Davetini Engellemede Sömürgeci Küfür Güçleri Hüsrana Uğrayıp Başarısız Olduğu Gibi Ajanları da Başarısız Olacaktır

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hilafet'in yıkılış yıldönümü münasebetiyle bugün öğleden sonra saat 14:00'da başlaması beklenen Dakka'daki "Bangladeş için Hilafet" başlıklı konferansa davette bulundu. Davete Hizb-ut Tahrir üyeleri ve taraftarları olmak üzere 1000'den fazla kişi icabet etti. Ancak onlardan önce polis, konferans salonunun kapılarını kapattı. Hizb-ut Tahrir Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed ve yardımcısı Mürşid-il Hakk, konferansın düzenlenmesine izin vermesi amacıyla yarım saatten fazla polisle konuşarak ona, Hizb'in yasal şekilde yer ayırttığını ve buna engel olmasının doğru olmayacağını teyit ettiler. Polis, konferansın engellenmesine dair hükümetten emir aldıklarını gerekçe göstererek konferansın düzenlenmesini engelleme gerekçelerini haklı çıkarmada başarısız olunca Resmî Sözcü, "Hilafet davetini engellemede sömürgeci küfür güçlerinin hüsrana uğrayıp başarısız olması gibi ajanlarının da başarısız olacağını" ifade edip katılımcılardan mekanı terk etmelerini talep etti.

İkindi vakti saat 17:00'da 5000'in üzerinde Hizb-ut Tahrir üyesi ile taraftarı, Dakka'daki Mescid-il Kebir'de toplanarak hükümetin kararı aleyhinde gösteri yaptılar. Mescit dışındaki despotik polis birimleri, büyük halk desteği yüzünden gösteriyi durdurmada başarısız oldu. Gösteriden sonra Muhyiddîn Ahmed, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş tarafından yayınlanan "Ey Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir Sizleri, Kafir Kapitalizm Nizamını Reddetmeye ve Hilafet Devleti'ni Kurma Çalışmasını Emreden Şeri Hükme Sarılmaya Davet Ediyor" başlıklı beyanı okudu.

Mezkûr beyanda Müslümanlara, Hilafetlerinin varlığı boyunca Amerika ile Avrupa'nın karşılarında nasıl alçaldığı hatırlatıldı. Bu nedenle ümmetin düşmanlarının, sömürgeci İngiltere ve Allah ona lanet etsin ajanı Mustafa Kemal eliyle yıkmak üzere H. 28 Recep 1342'de Hilafet'e saldırmaları hiç de şaşırtıcı değildir.

Bugün ise Hilafet Devleti'nin yokluğunda Müslümanlar, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bu ümmeti "en hayırlı ümmet" olarak vasfetmesine rağmen beceriksiz devletlerin gölgesinde yaşamaktalar. Bugün, hem erkeklerimizin, evlatlarımızın ve kardeşlerimizin nasıl katledildiğine hem mukaddesatlarımızın, analarımızın, bacılarımızın ve kızlarımızın ırzlarının nasıl çiğnendiğine hem de kafirlerin Irak'ı, Afganistan'ı, Filistin'i, Çeçenistan'ı ve Keşmir'i nasıl işgal ettiklerine şahit olmaktayız. Ümmet, 5 milyondan fazla askere sahip olmasına rağmen bu saldırılara karşılık vermeye muktedir değildir.

Ümmete yönelik bu ihlaller ve felaketler, Hilafet'i kaybettiğimiz ve sömürgeci kafirin kendi yerine bizlere hükmetsinler diye başımıza zavallı ajan kralları, başkanları ve başbakanları diktiği daha ilk andan başlamıştır. İşte bu yöneticiler, kafirleri kendilerine dost edindiler ve Müslümanların ordularını onların hizmetlerine amade kıldılar. Dolayısıyla seksen seneden beri ölümünden sonra bile kafirleri korkutan Salahaddin Eyyübi gibi tek bir general yetiştirmeyi dahi beceremediler.

Yine beyanda demokrasinin George Bush'un yaptığı gibi füzelerin ve bombaların sırtına sararak ve şu anda da sinsi Obama'nın İslami âlem ile "ilişkilerin normalleştirilmesi" gibi içi boş sözler kullanarak yaptığı gibi sömürgeci kafirin ümmete ihraç ettiği bir küfür nizamı olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla o, iktidar Birlik Partisi ile müttefiklerinin onun yoluyla elektriksiz "dijital bir Bangladeş" oluşturmayı amaçladıkları bir nizamdır! Muhalefet iktidardayken demokrasinin sadece kendilerinin, liderlerinin ve maiyetinin hizmetinde olmasına rağmen muhalefet güçlerinin hükümeti demokrasiyi tatbik etmemekle itham ettiği bir nizamdır.

Demokrasi, kendi yerine milletvekilleri seçmesi yoluyla insana yasama hakkı vermiştir. Bu milletvekilleri, haramı helal, helalı haram kılmaktadırlar. Oysa İslam, insana bu salahiyeti vermediği gibi insanların milletvekillerine de vermemiştir. Zira İslam'da egemenlik, insana değil Şeriat'a aittir. Yine İslam, insana kendi arzusuna ve isteğine göre yasama hakkı da vermemiştir. Mesela insanlar, faiz, ihtikâr ve eşcinsellik gibi Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın haram kıldığı şeyleri helalleştirilmesi üzerinde ittifak etmiş olsalar bile bu ittifakın hiçbir değeri yoktur.

Yine beyanda bir kimsenin kat'î İslam hükümlerinden herhangi bir hükmü inkar ederek tek bir hüküm ile dahi olsa Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmederse Kur'an-il Azim'in onu kafir olarak vasfettiği belirtilmiştir. Yine Kur'an, Allah'ın yasama hakkını inkar etmeksizin veya küfür hükümlerine inanmaksızın Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmeden bir kimseyi de fasık ve zalim olarak vasfetmiştir. Buradan da demokrasi gibi bir nizamı benimsemesi, ona davet etmesi veya onun için çalışması Müslüman'a haram olmaktadır. Bilakis Müslüman'ın onu reddetmesi, bunu Müslümanlara dayatan yöneticilerle çatışması ve onları devirmek için çalışması vaciptir.

Beyan şu ifadelerle son bulmuştur: Küfür nizamlarını korumaktan geri durmaları ve mevcut yöneticilere olan dostluklarından vazgeçmeleri hususunda Bangladeş'teki etkin ve yetkin kişiler ile güç ve kuvvet ehline çağrıda bulunuldu. Keza onlara, bunu yapmadıkları takdirde Allah'ın gazabının dünyada ve ahirette kendilerini kuşatacağı hatırlatıldığı gibi Firavun'un yanında yer almaları ve onu zulmünden engellememelerinden dolayı Allah'ın hep birlikte azap ettiği Firavun ile askerleri hatırlatıldı. Yine onlara, Hilafet'in kurulması için çalışmanın ve boyunlarında bir biatin olmasının farziyeti hatırlatılarak bunun sadece avamdan olan insanlara değil bilakis kendilerine de bir farz olduğu vurgulandı. Zira beyanda şöyle geçmiştir: "İslam, ümmetin ve onun muhlis evlatlarının saffında yer almayı ve Hilafet Devleti'nin ikamesi için onlara güç yetirdiğiniz desteği vermeyi sizlere farz kılmıştır. Şeyh Ata İbn-u Halil Ebû Raşta önderliğindeki Hizb-ut Tahrir liderliği, muhlis bir liderlik olup İslami ümmetin tevhidi yönünde Hilafet Devleti'nin liderliğine muktedir aydın bir akliyete sahiptir. Bu nedenle Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmada ümmetin saflarına katılınız ve ümmeti, onun düşmanları olan tağutlardan, zalimlerden ve dinsizlerden kurtarınız."

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

Zerdari Nizamını Hilafet'in Geri Gelmesi Öncesindeki Zalimane Nizamların Sonuncusu Kılalım

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

لا يَلْبَثُ الْجَوْرُ بَعْدِي إِلا قَلِيلا حَتَّى يَطْلُعَ فَكُلَّمَا طَلَعَ مِنْ الْجَوْرِ شَيْءٌ ذَهَبَ مِنْ الْعَدْلِ مِثْلُهُ حَتَّى يُولَدَ فِي الْجَوْرِ مَنْ لا يَعْرِفُ غَيْرَهُ ثُمَّ يَأْتِي اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى بِالْعَدْلِ فَكُلَّمَا جَاءَ مِنْ الْعَدْلِ شَيْءٌ ذَهَبَ مِنْ الْجَوْرِ مِثْلُهُ حَتَّى يُولَدَ فِي الْعَدْلِ مَنْ لا يَعْرِفُ غَيْرَهُ "Benden sonra zulüm, doğuncaya kadar çok az kalacaktır. Zulümden bir şey doğduğunda onun misli kadar adaletten gidecektir. Hatta zulümden başkasını bilmeyen birisi doğana kadar. Sonra [Allah Teberake ve Te'alâ], adaleti getirecektir. Adaletten bir şey geldiğinde onun misli kadar zulümden gidecektir. Ta ki adaletten başkasını  bilmeyen kimseler doğana kadar."

Bugün Müslümanlar, zulümden, zorbalıktan, baskıdan ve hakların gasp edilmesinden başka bir şey bilmez oldular. Hiç kuşkusuz onlar, adalete, güvenliğe ve huzura susamışlardır. Ancak heyhat ki heyhat! Zira kendisinden önceki nizam gibi Zerdari nizamı da Pakistan'daki Müslümanları kurtlar sofrasının başında yetimler gibi bırakarak Pakistan'ın hazinelerini saçıp savurmaktadır.

Mesela ülkenin servetleri bağlamında Zerdari hükümeti, Müslümanları aşırı yoksulluk içerisindeki bir yaşama sürükleyen IMF gibi Batılı sömürgeci finans kurumlarının politikasını izlemeyi hala sürdürmektedir. Zira IMF, bir milyar küsur rupi toplanmasına dair Pakistan hükümetine yönelik talimatlarını dayattıktan sonra hükümet, petrole vergi koyma projesini benimsedi ve Yüksek Mahkeme bunu reddedince Zerdari, cumhurbaşkanlığı kararnamesi altında "petrol kalkınma vergisi" adında benzeri başka bir kanunun dayatılmasına başvurdu. Hatta bu kanun, Yüksek Mahkeme tarafından iptal edilse dahi Zerdari, IMF'yi hoşnut etmek için başka bir kanun teklifinde bulunacaktır.

Elektrik trajedisi bağlamında ise insanlar, gece karanlığında ve kızgın yaz sıcağında yaşmaya terk edilirken fabrikalar kapılarına kilit vurmuş, Su ve Enerji Bakanı "Raja Pervez Eşraf'ın" itiraf ettiği üzere hükümetin, elektrik üreten özel şirketlere ödemesi gereken elektrik faturalarını ödeyememesi yüzünden iflas etmişlerdir. Diğer taraftan hükümet, IMF'nin talimatlarına göre hareket ederek hiçbir değeri kalmayacak derecede yerli paranın değerini düşürmüştür. Bu da tüm dünya, ekonomide bir durgunlukla ve fiyatlarda düşüşle karşı karşıya kalmasına rağmen gıda ve benzeri temel gereksinimlerin fiyatlarında keskin bir yükselişe yol açmıştır.

Zerdari hükümetinin uygulamaları, mücrimce uygulamalardır. Çünkü Pakistan, fakir bir ülke değildir. Bunun aksine Allah [Subhânehu ve Te'alâ], pek çok büyük devletin mahrum olduğu derecede Pakistan'a muazzam nimetler bahşetmiştir. Bu nimetlere örnek olarak Pakistan, dünyanın dördüncü büyük kömür rezervine sahiptir, dünyanın yedinci bakır üreticisidir, Belucistan bölgesindeki şu ana kadar keşfedilmiş altın rezervi 18 milyar doları geçmektedir, Afrika'nın ürettiği buğdaydan daha fazlasını üretmektedir, tarımsal açıdan dünyanın ilk on ülkesi ve hayvancılık sektörü alanında yirmi ülkesi arasında yer almaktadır. Tüm bunlar, hem 29 milyon hektarı bulan tarımsal arazilerinin dörtte üçünden daha azının işletilmesi hem de Zerdari hükümetinin insanlara hiç yardım etmediği bir sırada olmaktadır. Bilakis onları, insanlara yükledikleri ağır vergiler üzerinden eğlence gezileri altında Batı dünyasına seyahat ederlerken, insanları yağmalama ve hortumlama koltuklarında kalabilme adına onlara para toplamak için dilenci şapkası giydiklerini görürsünüz.

Durumlarının değişmesi için Müslümanların ihtiyaç duyduğu şey, kendilerini İslam ile yönetecek muhlis bir liderliktir. Zira İslam ile yönetimin, yani Hilafet Devleti'nin gölgesinde enerji kaynaklarının özel şirketlerin idaresine tabi olması caiz değildir. Bilakis bunlar, insanların kendilerinden karşılıksız veya maliyet fiyatına faydalanmalarının sağlanacağı kamu mülkiyetidir. Bu da ziraat, sanayi ve ulaşım amaçlı elektriğin ucuz fiyatla tedarik edilmesi imkânını sağlayacaktır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

ثلاث لا يمنعن، الماء والكلأ والنار "İnsanlar şu üç şeyden men edilmez: Su, mera ve ateş." [İbn-u Mâce]

Ayrıca toprağını ekmek isteyen kimseler içerisinden ihtiyaç sahiplerine faizsiz kredi verilecektir. Zira Hilafet, o zaman ziraî üretimi ileriye götürecek ve milyonlarca insana iş istihdamı sağlayacaktır.

Bu, Müslümanların servetleri açısındandır. Güvenlik açısına gelince; Pakistan ordusu, dünyanın yedinci ordusu ve altı ay içerisinde 29 milyondan fazla asker toplayabilecek olmasına rağmen Amerika, kuru gürültü dışında bir tepki görmeksizin Pakistan'ın güvenliğini ihlal etmektedir. Zira Amerika, uçaklarıyla Pakistan topraklarını vurmakta ve istihbarat birimleri ülkeyi enine boyuna gezip dolaşarak Orta Amerika ve Irak'ta yaptıkları gibi şehirlerde kaos oluşturmak amacıyla bombalama eylemleri gerçekleştirmekteler. Bunun yanı sıra Amerika, ödlek askerleri aşırı korkudan dolayı saklanırlarken cesur Pakistan askerlerinin kendisinin yerine mücahit Müslüman kardeşleriyle savaşmasında ısrar etmektedir. O kadar ki tüm duygularını unutmak için intihar etmeye, içi içmeye ve uyuşturucu kullanmaya başvurmaktalar!

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Hem Allah'ın sizlere olan onca nimetine, hem de yeterli askerî gücünüze rağmen Zerdari hükümeti, sizleri fakirlik, kaos ve güvensizlik hali içerisine sürükledi. Ve bu hükümet, ikinci kez kalkınmayı başarmadan ümidinizi kesecek derecede sizleri trajedilere maruz bırakmaya devam edecektir. Ancak şunu iyi bilmelisiniz ki batılın ömrü, asla uzun olmayacaktır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurarak bizleri bununla müjdelemiştir:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilafet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilafet olacaktır." Sonra sükut etti..

Bu ümmet, hem Râşidi Halifeler [Radıyallahu Anhumâ]'nın yönetimi boyunca Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Devleti'ni, hem de Emeviler ve onlardan sonra gelen kimselerin yönetimi boyunca ısırıcı melikler yönetimine şahit oldu. Onlar, Allah'ın kitabı ve nebisinin sünneti ile hükmetmelerine rağmen yönetime sımsıkı sarıldılar dolayısıyla bu yüzden günahkar oldular. Ümmet, H. 28 Recep 1342 yılında Hilafet'in yıkılmasından şu ana kadar zorba diktatörlük yönetimine şahit olmaktadır. Bu dönem, Allah'ın indirdiği hükümlerin dışındaki hükümlerle yöneterek küfrü ve kafirleri ülkemize yerleştiren hainlerin yönetimidir. Ancak Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], hadisine ümmeti müjdeleyerek son vermiştir ki o, Allah'ın izniyle yakında kıyamına şahit olacağımız ikinci kez Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet'in geri gelmesidir.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Şunu iyi biliniz ki bu Hilafet, sizlerin üzerine gökten melekelerin kanatları üzerinde inmeyecektir. Bilakis aynen rızık Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın elinde olmasına rağmen onu elde etmek için çalıştığımız gibi onu geri getirme uğrunda çalışmak ve mücadele etmek bir vaciptir. Bu nedenle nusretin kesinlikle Allah katından geleceğine güvenerek bu dinin nusreti ve güçlenmesi için çalışmalıyız. Muhakkak ki o, Allah'ın huzuruna selim bir kalple gelen kimse dışında ne malın ne de evlatların bir fayda etmeyeceği o gün Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kendisinden dolayı hesaba çekeceği bir farzdır. Şüphesiz Allah, hayat işlerinde indirdiği hükümlerle hükmetmeyi Müslümanlara farz kılmış ve bu da ancak Hilafet Devleti'nin ikamesiyle mümkündür. Zira Rabb-il İzze, şöyle buyurmuştur:

فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve sana gelen haktan (sapıp da) sakın onların hevâlarına tabi olma!" [el-Mâide 48]

Ayrıca Allah, boyunlarında bir Halifeye biatin olmasını Müslümanlara farz kılmıştır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

منْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim boynunda bir biat halkası olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur." [Muslim, rivayet etti]

Zalim tağutların sizlere yaptığı cürümler ve musibetler karşısında seyirci kalmanız yaratıcınız nezdinde caiz olmadığı gibi geçici olarak öfkenizi dindirme uğraşı içinde Amerika bir tağutu başka bir tağutla değiştirene kadar ayak ayaküstüne atıp oturmanız da caiz değildir. Şüphesiz değişim sizlerin ellerinde olup onu gerçekleştirmeniz gerekir. Zira güçlü bir ülkeye ve hak bir dine sahipsiniz. Bu nedenle büyük bir devlet, dahası dünyanın birinci devleti olmaya muktedirsiniz. Kaldı ki aranızda İslam'a ve sizlere sadık ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın hak yönetimin metodunu gösteren bir Hizb vardır ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli onda tecelli etmiştir:

لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ حَتَّى يَأْتِي أَمْرُ اللهِ وَهُمْ كَذَلِكَ "Ümmetimden hak üzere zahir olan bir tâife daima var olacaktır. Kendilerini yardımsız bırakanlar onlara hiçbir zarar veremeyecektir. Ta ki onlar bu haldeyken Allah'ın emri gelinceye kadar."

O halde Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmalı, onun davetine yardım etmeli ve Hilafet Devleti'ni kurmak için güç ve kuvvet ehlinden onun adına nusret talep etmelisiniz.

Ey Güç ve Kuvvet Ehli! Ey Silahlı Kuvvetlerdeki Müslümanlar!

Hilafet Devleti'nin yıkılış yıl dönümü ve ümmetin başına peş peşe gelen zulüm yılları, bir gecede yapmaya muktedir olduğunuz değişim için sizleri değiştirecek bir dürtü ve Zerdari de halkınızın sıkıntısını çektiği tağutların sonuncusu olur da Hilafet Devleti'nin ikamesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret verirsiniz. İyi biliniz ki Allah Subhânehu, kendisine yardım edenin yardımcısıdır.

وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ "Muhakkak ki Allah, kendisine (dinine) nusret verenlere, nusret verecektir. Şüphesiz Allah, kesinlikle Kaviyy'dir, Aziz'dir." [el-Hacc 40]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER