El-Vai Dergisi Sayı 467 Öne Çıkanlar
- Kategori Video
- |
El-Vai Dergisi Sayı 467 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Zilhicce 1446 H. | Haziran 2025 M.
El-Vai Dergisi Sayı 467 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Zilhicce 1446 H. | Haziran 2025 M.
Haber-Yorum
Ne Üzerinde Birleşeceğiz?
Haber:
Eski Katar başbakanı ve dışişleri bakanı Hamad bin Casim, X platformunda bir tweet yayınlayarak şunları söyledi:Daha önceki tweetimde de belirttiğim gibi, bölgede son zamanlarda yaşananların birtakım sonuçlarının olacağı açıktır.Bu sonuçlar çeşitli yönlerde gerçekleşecek olup bunların arasında kardeş Suriye gibi bazı ülkelerin bölünmesi veya bu bölgeye uzun yıllar boyunca ağır bedeller ödetecek bir durumun dayatılması gibi planlar da yer almaktadır.Daha önce de söylediğim gibi, tüm bu sonuçların neticesinde ilk zarar görecek olanlar Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri olacaktır; bu nedenle bu gelişmeler ve sonuçlar konusunda kendi aralarında tek ve net bir vizyon üzerinde anlaşmaları gerekiyor.
Yorum:
Hamad bin Casim ve diğerleri, ister bölgedeki bölünme planları, ister Filistin meselesinin tasfiyesi, isterse diğerleri olsun bölgenin karşı karşıya olduğu tehlikelerin farkındadır ancak bu planları altüst edecek ve onları daha baştan yok edecek köklü çözümler düşünemiyor.Ülkesi bu planların ayrılmaz bir parçasıyken bunu nasıl yapabilir ki?!
Nitekim o sözlerine şöyle devam ediyor: “Her zaman Körfez Birliği'nin gerekliliğine inanmış olsam da ancak ben, mevcut koşullar altında bu birliğin devam edebilmesi için, birlik üyeleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların çözümü ve kuruluş sözleşmesinin maddelerinin yorumlanmasında güç kelimesinin değil, kanun kelimesinin hakim olması gerektiğini düşünüyorum.”
Dolayısıyla o, Müslüman ülkeleri Batı'nın bekçileri tarafından yönetilen kantonlara bölen Sykes-Picot sınırlarının mantığından hareket etmekte olup onu rahatsız eden şey ise, kendi ifadesiyle, üye ülkeleri iç işlerine müdahale edilmesinden korumak için bölünmenin pekişmesini amaçlayan bir yasanın kabul edilmesidir;oysa İngilizler tarafından ortaya çıkarılan Körfez İşbirliği Konseyi'nin, aslında gerçek bir birliğe ulaşmak amacıyla değil, sömürgeci hedefler için olduğu bilinmektedir.
Şeyh Hamad'ın iddiasına göre kaygısı, “bu bölgeyi korumamız ve çocuklarımıza en iyi şekilde teslim edebilmek için tüm gücümüzle çalışmaktır.”
Bu durumunuzda ne gibi bir iyilik var ey Körfez'in bugünkü ve yarının yöneticileri! Zira sizler, örnekliğini teşkil ettiğiniz alçaklığınız, zayıflığınız ve zilletinizle bırakın onların güçlenmesini, Amerika’yı memnun etmek için karınlarınızın üzerinde sürünüyor ve Amerika’nın ümmete karşı güçlenmesi için ümmetin servetlerini Amerika için harcıyorsunuz?!
Katar'daki Amerikan El Udeyd Hava Üssü'nün geliştirilmesine milyarlarca dolar yatırım yapmanın çocuklarınıza ne faydası olacak?
Müslümanları köleleştiren, ülkelerini sömüren, dahası onları sabah akşam doğrudan ya da dolaylı olarak üvey çocuğu Yahudi varlığı aracılığıyla öldüren bir devlete 4 trilyon Dolardan fazla para pompalamanın çocuklarınıza ne faydası olacak?!
Genel olarak Müslümanlara, özel olarak da Körfez'deki halkımıza her türlü iyiliği getirecek olan sağlam yapı, Müslüman ülkelerdeki tüm bu varlıkları ortadan kaldırmak ve onları, ümmetin kararlarını birleştirecek ve enerjisini, yeteneklerini ve servetlerini sadece ümmetin olması için toplayacak saf ve muttaki bir Halifenin yönettiği tek bir varlık altında birleştirmektir;işte zaman Trump, rıza ve kabul için sürünerek gelecek ama hiçbir şey elde edemeyecektir.
Evet, yazdığınız gibi “birlikte güç vardır” ama ne üzerinde birleşeceğiz?Bu, İslam ümmetinin içindeki muhlis birinin cevabını yanlış veremeyeceği temel ve önemli bir sorudur.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hüsameddin Mustafa
Haber-Yorum
Özbekistan ve Azerbaycan Arasındaki İlişkiler: Amerika'nın Rusya'ya Karşı Attığı Bir Sonraki Adım Mı?
Haber:
Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in daveti üzerine resmi bir ziyaret için Bakü'ye gitti. (Özbekistan Cumhurbaşkanlığı web sitesi)
Yorum:
Bakü'de yapılan görüşmelerin sonunda, Şevket Mirziyoyev ve İlham Aliyev, Yüksek Devletlerarası Konseyi'nin ikinci toplantısının kararını yayınladı.Devlet liderleri arasında bir dizi ikili belgeler imzalandı.Ayrıca Mirziyoyev 4 Temmuz'da Hankendi şehrinde düzenlenen Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) 17. Zirvesi'ne de katıldı.Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in başkanlık ettiği etkinliğe İran, Kırgızistan, Tacikistan, Türkiye, Pakistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Afganistan'ın liderleri, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Asad Mecid Han ve diğer ülke ve bölgesel kuruluşların heyet başkanları katıldı.
Bu kişilere odaklandığımızda, bunun Amerika'nın liderliğindeki Batı'nın, Rusya'yı Asya'da öfkelendirmek, gücünü zayıflatmak, nihai etkisini azaltmak ve gücü konusunda şüphe düşürmek için yaptığı bir başka girişim olduğunu anlayabiliriz.Örneğin Mirziyoyev'in Bağımsız Devletler Örgütü'nün diğer devlet başkanlarıyla Azerbaycan'da yaptığı toplantı, onları bir şekilde Rusya'ya karşı daha cesur olmaya teşvik ediyor gibi görünmektedir.Çünkü Azerbaycan şu anda Rusya'ya karşı cesur açıklamalarla herkesi şaşırtıyor ve bunu aynı şekilde pratik olarak da göstermeye çalışıyor.Örneğin Rus güvenlik güçlerinin Azerbaycan vatandaşlarına yönelik düzenlediği baskınlarda iki kişinin hayatını kaybetmesine tepki olarak Azerbaycan da Ruslara karşı gösterişli kampanyalar düzenledi.Azerbaycan devlet televizyonu ise, Rus ayısının politikasını sert bir dille eleştirerek, "Sayın Putin, ne oldu?" dedi.Bu bağlamda kâfir Rus rejiminin, sadece Azerbaycanlıları değil, aynı şekilde kardeş halklar Kırgız, Kazak, Tacik, Türkmen ve Özbekleri de ikinci sınıf vatandaş olarak gördüğünün özellikle altı çizilmelidir.
Kayda değerdir ki Mirziyoyev'in Azerbaycan ziyareti, Rusya ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin büyük oranda kötüleştiği bir dönemde gerçekleşmiştir.Daha dikkatli bir şekilde bakarsak, Orta Asya'da liderlik iddiasında olan Özbek rejimi, Rusya ile son derece yumuşak ilişkinin ötesine geçemiyor.Bununla birlikte Orta Asya'da Özbekistan'ın, kâfir Rusya'dan en büyük zararı gördüğünü söylersek de abartmış olmayacağız.Bu, Rusya'nın ülkemizin ekonomisine müdahalesinde ve Özbek Müslümanlara yönelik şiddetli baskısında açıkça görülmektedir.
Bölgedeki diğer ülkeler, özellikle de Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan, Rusya'ya bir dereceye kadar veya bazı durumlarda cesaret gösteriyor gibi görünüyor.Bölgenin kalbi sayılan Özbekistan ise, bu bağlamda herkesi geride bırakıyor gibi görünüyor.Ülkemiz ve halkımız Rusya'dan en büyük zararı ve zulmü görmesine rağmen, ancak Özbek rejimi Rusya ile ilişkilerini bozmamak gerekçesiyle tüm bunlara göz yumuyor!Bununla birlikte Orta Asya'nın Rusya'ya karşı konumu ve onun etkisinin mümkün olduğunca azaltılması Özbekistan olmadan gerçekleşemeyecektir.Bu açıdan bakıldığında Mirziyoyev'in Azerbaycan ziyareti, onu Rusya'ya karşı daha cesur olmaya teşvik etmek için uygun bir fırsat olarak değerlendirilebilir.Bu bağlamda Azerbaycan, herkes için, özellikle de Özbekistan için açık bir örnek olabilir.Bakın işte Moskova, Azerbaycan'ın kendisine karşı sergilediği sert tavırlara aynı sertlikle karşılık vermiyor.Bu da Putin rejiminin son dönemde dış politikada büyük ölçüde zayıfladığının ve şu anda övündüğü askeri gücünün pek güvenilir olmadığının dolaylı bir itirafı olarak görülüyor.
Yapılan müzakereler ve birçok görüşmede Rusya hakkında hiçbir şekilde konuşulmadığı doğrudur; ancak bunun özünde yatan anlamın bu olduğunu anlamak hiç de zor değildir.Tabii ki bunun arkasında Batı, özellikle de Amerika vardır; çünkü Azerbaycan'ın tek başına Rusya'ya karşı çıkması pek olası değildir.Bu cesareti ona Türkiye aracılığıyla verenin Amerika olduğu konusunda neredeyse hiç şüphe yoktur.Belki de bu, İbrahim Anlaşması'na katılmanın bir bedeli de olabilir; çünkü Azerbaycan bu anlaşmaya katılarak ABD'nin desteğini almak istiyor.Böylece Türk birliği adı altında Özbekistan da dahil Orta Asya ülkelerini Rusya'dan uzaklaştırma görevini üstlenmiş gibi görünüyor.
Rusya'ya karşı birleşmenin ve aynı zamanda Ukrayna krizinin gölgesinde Rusya'nın zayıflamasından etkili bir şekilde yararlanmak için uygun bir durum olmasının çok önemli olduğu doğrudur.Ancak bu tür bir birlik ve direnişin, Amerika'nın veya diğer sömürgeci ülkelerin çıkarlarına hizmet etmemesi gerekir; çünkü böyle bir durum sadece bir efendinin yerine diğerinden daha az kötü olmayan bir başkasının geçmesine yol açacaktır!Bu kötü ülkeler, Müslüman ülkelerine bizzat bu seçeneği sunuyor ki o da, iki şerden birini kabul etmektir!Ancak birliği, izzeti ve gücü sağlamak için başka bir seçenek daha vardır ki o da, İslam'a yönelip ona boyun eğmek ve İslam temelinde birlik sağlamak ve İslam'ı Hilafetin gölgesinde uygulamaktır; işte o zaman kâfirlerin Müslümanlar üzerindeki otoritesi tamamen ortadan kalkacak ve Allah'ın yardımı bizimle birlikte olacaktır.
وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا
“Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermez.” [Nisa 141]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İslam Ebu Halil - Özbekistan
Haber-Yorum
İsveç'ten Sınır Dışı Edilen Bir Tacik, Hizb-ut Tahrir'e Katıldığı Gerekçesiyle 8 Yıl Hapis Cezasına Çarptırıldı!
Haber:
Tacikistan'da, İsveç'ten sınır dışı edilen aktivist Ferhod Necmatov, Hizb-ut Tahrir faaliyetlerine katıldığı gerekçesiyle 8 yıl hapis cezasına çarptırıldı.Bunu, Özgür Avrupa Radyosu’nun Tacikçe servisi bildirdi. Aktivistin bir akrabası şöyle bir açıklama yaptı: “Bu kararı reddediyoruz, ancak bizler ek sorunlara sebebiyet vermekten kaçındığımız için temyiz mahkemesine başvurmadık.”
Ferhod Necmatov ve üç kızının 27 Aralık 2024'te İsveç'ten sınır dışı edilmesi dikkat çekicidir.Duşambe'ye vardıklarında hemen gözaltına alındı ve kızları da akrabalarına teslim edildi.2019 yılında ailesi Ukrayna'ya göç etmiş, ancak Rusya'nın kapsamlı işgali başladıktan sonra İsveç'in Göteborg kentine taşınmıştı.Bir kaynak, Ozodi Radyosu'na şunları söyledi: “Ferhod Necmatov, orada defalarca siyasi sığınma talebinde bulundu, ancak her seferinde talebi reddedildi.”
Yorum:
Bu, Avrupa'dan sınır dışı edildikten sonra Tacikistan'da uzun süre hapis cezasına çarptırılan Tacik sığınmacılar için ilk vaka değildir.Zira Almanya'dan sınır dışı edildikten sonra, Tacik muhalif ve Tacikistan İslami Rönesans Partisi'nin üyesi Şemseddin Saidov'un oğlu Abdullah Şemseddin de yedi yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Yani çeşitli Avrupa ülkeleri uzun zamandır benzer sınır dışı etme ve iade işlemlerine tanık olmuştur.
Siyasi aktivistlerin diktatörlere teslim edilerek onların yok edilmesine yönelik bu eğilim, Batılı politikacıların liberal değerleri ve özgürlükleri koruma konusundaki sözlerinin ne kadar da ikiyüzlü olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.Aslında mesele, özellikle ideolojik İslam tehdidiyle ilgili olduğunda onlar, ilk fırsatta bu ilan ettikleri değerleri terk etmeye hazırdırlar.İdeolojik İslam'ın genişlemesi karşısında, Batı'nın demokratik ülkeleri ve Doğu'nun diktatörlükleri resmen birleşip dayanışma içine girerek, faaliyetlerini koordine ediyorlar ve birbirlerine yardım ediyorlar.Zira Müslümanlar, Batı ülkeleri ihtiyaç duyduğunda, nüfus azalmasını telafi edecek sessiz işçilerden başka bir şey değildirler; bu nedenle Batı'da yaşayan ve entegrasyonu reddeden her bir Müslüman, otomatik olarak tehlike altındadır.
Müslümanların kendilerini diktatörlükten kurtarmak için Batı ülkelerine umut bağlamaları gerekmez; zira bu bir tuzak ve “iyi polis, kötü polis” oyunudur. Çünkü ülkelerimizdeki diktatörler, Batılı sömürgecilerin ürününden başka bir şey değildir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Mansur
Haber-Yorum
Danimarka'da Ahlaki Panik: İslami Değerler, Danimarka'nın Ahlaki Çöküşüne Meydan Okuyor!
Haber:
Danimarka'daki Müslümanlar son günlerde, genellikle cinsiyetler arasında karışıklığın, kamusal alanlarda içki içildiği ve müstehcen davranışların yer aldığı yıllık lise mezuniyet törenleriyle ilgili sosyal medyada paylaştıkları İslami hatırlatmalar nedeniyle sert eleştirilere maruz kaldılar.Bildirimler, mezunları tebrik ederek Müslüman gençlere İslam ahlakına aykırı uygulamalardan uzak durmalarını tavsiye etmiştir.
Bu, Danimarkalı siyasetçiler ve medya mensuplarının sert tepkisine yol açtı; dolayısıyla "aşırıcılık", "toplumsal kontrol", hatta mesleki geçim kaynaklarına yönelik tehdit suçlamaları bile yöneltildi. Nitekim Entegrasyon Bakanı da dahil olmak üzere siyasetçiler, Müslümanları Danimarka'nın içki kültürünü benimsememekle suçlayarak, bu kültür “bizim değerlerimizin bir parçasıdır” iddiasında bulundular.
Yorum:
Basit bir İslami tavsiyeye duyulan öfke, Müslümanlardan daha çok Danimarkalı politikacıları ele veriyor. Siyasi sınıfı ve medyayı harekete geçiren şey nefret, kışkırtma veya zorlama değil, aksine toplumsal normları sorgulayan ve Müslümanlara gönüllü kutlamalara katılmaktan kaçınmalarını tavsiye eden İslam temelli ahlaki bir bakış açısıdır; bu bile tek başına kabul edilemez ve suç olarak değerlendirilmiştir.
Liberal sekülarizmin özü işte şudur: Semavi kaynaklardan gelen ve temellerine meydan okuyan hususlar dışındaki tüm görüşlere hoşgörülü olmak.Müslümanların içki ve ihtilat (kadın-erkek karışık olması) gibi inançlarını ifade etmeleri bile hoşgörü maskesinin düşmesi için yeterlidir.İfade özgürlüğü, sadece laik sesler için bir ayrıcalık haline gelmiştir. Geri kalanlara gelince; hükümet yetkilileri tarafından ya içlerine alınmaları ya da susturulmaları gerekmektedir. Hedef basit: Ahlak dışı davranışlar kutsaldır ve sarhoşluk Danimarka'nın kutsal değerlerinden biridir. Oysa birçok uzman ve raporlara göre, alkol tüketimi Danimarkalı gençler arasında büyük bir sorun teşkil etmekte olup Danimarka, gençler arasında alkol tüketiminde Avrupa'da ilk sırada yer almaktadır.Ama sarhoşluk konusunda uyarıda bulunduklarından dolayı Müslüman gençlere saldıran politikacılar, Gazze'deki soykırım yaşanırken yirmi aydır tamamen sessiz kalmaya devam etmişlerdir. Peki çocuklar katledilirken onların öfkeleri neredeydi?Hastaneler bombalandığında ve bütün aileler enkaz altında gömüldüğünde ahlaki öğütleri neredeydi? Dolayısıyla onların sessizlikleri, seçici öfkelerinden daha anlamlıdır.
Bu yıl mezun olan tüm Müslüman gençlere:Tüm kalbimizle sizleri tebrik ediyoruz.Sadece akademik başarınızla değil, bilakis büyük toplumsal baskıların ortasında İslami kimliğiniz konusundaki kararlılığınızla da bu ümmetin gururusunuz.Ahlak dışı standartlara uymayı reddetmeniz geri kalmışlık değil, bilakis ideolojik, cesurluk ve acil bir ihtiyaçtır.İslam'dan dolayı asla mahcubiyet hissetmeyiniz; zira sizler yalnız değilsiniz ve tüm ümmet sizinle birliktedir. Onların sizlere yönelik tehditleri ve alayları asla sizi aldatmasın; zira bunlar sizin zayıflığınızın değil, onların zayıflığının göstergeleridir. Kararlı olmaya devam edin, hikmet ve güvenle toplumla kaynaşın ve İslam'ınızı onurlu bir şekilde taşıyın.Son olarak bu olaylar bir daha bize, İslam'ın sadece kişisel bir inanç değil, bilakis mütekamil bir yaşam tarzı olduğunu hatırlatıyor.Artık değerlerimizi koruyacak ve inançlarımızı ifade edecek siyasi bir sistem, yani İslam'ı insanlık için bir rahmet olarak somutlaştıracak bir devlet için ciddi olarak çalışmanın zamanı gelmiştir; bu sistem ise Nübüvvet Minhacı üzere Hilafettir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İbrahim Atraş
(Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta Tarafından Facebook Sayfası Takipçilerinin “Fıkhî” Sorularına Verilen Cevaplar Silsilesi)
Soru-Cevap
Fiili Savaş Durumunda Olan Ülkelerle İlişkiler
Ebu Muhammed Salim’e
Soru:
Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekâtuh;
Allahu Teala'dan sağlığınızın iyi olmasını ve Allah'ın size güçlü bir şekilde yardım etmesini temenni eder, Allah'ın sizlere tüm hayır kapılarını açmasını dilerim.
Şeyhimiz ve habibimiz, Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta'ya şöyle bir soru yöneltmek istiyorum:
Bir kardeş bana, Burkan kolonisinde konteyner üretimi yapan bir fabrikada çalışılması hakkında sordu ve bu fabrikanın bir bölümü son zamanlarda "İsrail" ordusu için tahsis edilmiş olup elektrik jeneratörleri ve orduya ait eşyaları taşımak için araçlar üretmektedir.Ordu için araçlar üreten bu bölümde çalışmak caiz midir?
Allah sizi mübarek kılsın ve sizi en iyi şekilde ödüllendirsin.
Allah sizi korusun, size yardım etsin, sizi muhafaza etsin, size güç versin ve sizin ellerinizle zafer ve iktidar nasip etsin; Allahu Teala'dan sizi her türlü kötülük ve şerlerden korumasını ve muhafaza etmesini diliyorum.
Mümkünse hızlı cevap vermenizi rica ediyorum.
Cevap:
Ve Aleykumselam ve Rahmetullahi ve Berekâtuh;
Söz konusu fabrika açısından olana gelince (bu fabrikanın bir bölümü son zamanlarda "İsrail" ordusu için tahsis edilmiş olup elektrik jeneratörleri ve orduya ait eşyaları taşımak için araçlar üretmektedir); bu, fiili savaş halindeki bir devlet olan Yahudi varlığına ait bir fabrikadır... Cevap için iki durum vardır:
Birincisi, işgal altındaki Müslümanlar açısından.. İkincisi de işgal dışındaki Müslümanlar açısından…
Birincisine gelince; Onlara, Medine'de devlet kurulduktan sonra Mekke'de kalan Müslümanların vakıası intibak etmektedir... Yahudilerin işgali altındaki Filistin halkı için, düşmanın güçlenmesine yol açacak işler hariç, alım satım ve benzeri şekilde muamelede bulunmaları caizdir... Aynı şekilde örneğin Amerikan tabiiyetini taşıyan bir Müslüman için de hüküm, hicret etmemiş olan Mekke'deki Müslümanlar gibi olup onların, tahkîkü'l-menata göre kafirleri Müslümanlara karşı güçlendirecek şeyler hariç ikamet ettikleri Dâru'l Harb ile muamelede bulunmaları caizdir.
İkincisine gelince; bu soruya daha önce çok sayıda cevaplar vermiştik ki bunlardan bazıları şunlardır:
31/3/2009 tarihli soru-cevap:
[1- Fiili savaş durumunda olan ülkelerle doğrudan çalışmak caiz olmadığı gibi aynı şekilde bu ülkelerin şirketleriyle çalışmak da caiz değildir; çünkü fiili savaş durumunda olanlarla yapılan ilişki, barışçıl çalışmalar ilişkisi değil, savaş ilişkisidir.
2- Fiili savaş durumunda olan ülkelerle muamele eden kuruluşlarla olan çalışmaya bakılır:
a- Eğer bu kuruluşun yürüttüğü proje, fiili savaş durumundaki ülkeler içinse, bu projede bu kuruluşla çalışmak caiz değildir.
b- Eğer kuruluşun yürüttüğü proje, fiili savaş durumundaki ülkeler için değil de, okul inşa etmek veya yol yapmak gibi ülke halkı içinse... Günah, fiili savaş durumunda olanlarla muamele eden kuruluşa aittir, ancak proje muharib ülkeler için olmadığı sürece bu projede onunla çalışmak caizdir.]
24/7/2011 tarihli cevap:
[…Müslüman ülkeleri işgal eden “fiili savaş halinde” olan ülkelerin şirketleri ve kuruluşlarıyla doğrudan sözleşme yapmak, fiili savaş halinde olan ülkelerle muamele etmek olduğundan dolayı caiz değildir... İşgalci devlete tabi olmayan, ancak işgalci devletle ilişkisi olan bir yerel hükümet veya yerel kuruluşla olan sözleşmeye ise bakılır:
1- Eğer yerel kuruluşun işgalci ülkeyle olan ilişkisi, askeri projelerle ilgili ise, caiz değildir.
2- Eğer yerel kuruluşun işgalci ülkeyle olan ticari projelerdeki ilişkisi, ülkeye zarar vermiyorsa caizdir, ancak zarar verme şüphesi olmasından dolayı onunla çalışmamak daha evladır.
3- Eğer işçi yerel ülkede memur çalışıyor ancak iş sözleşmesini doğrudan işgalci ülkeyle yapmışsa, caiz değildir.
4- Eğer işçi yerel ülkede memur olarak çalışıyor ve iş sözleşmesini de aynı ülkeyle yapmışsa, yerel ülke işgalci ülkeden mali yardım alsa bile, ücretini yerel ülkeden aldığı sürece caizdir.
5- Eğer işçi yerel ülkede memur olarak çalışıyor ve iş sözleşmesini de yerel ülkeyle yapmış ancak ücretini doğrudan işgalci ülkeden alıyorsa, caiz değildir.
Bunun delilleri ise fiili savaş halindeki ülkelerle olan ilişkinin hükümleridir.]
Umarım bu kadar yeterli olmuştur. Bilen ve hüküm verenlerin en hayırlısı Allah’tır.
Kardeşiniz Ata İbn Halil Ebu Raşta |
H. 12 Muharrem 1447 M. 07/07/2025 |
Cevaba, Emir’in (Allah onu korusun) web sitesinden bağlanabilirsiniz:
https://www.facebook.com/ataabualrashtah1942/posts/122142355286716841
El-Raye Gazetesi Sayı 555 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Çarşamba, 14 Muharrem 1446 H. | 9 Temmuz 2025 M.
Haber-Yorum
En Büyük Casuslar, Müslümanların Başındaki Hain Yöneticilerdir!
Haber:
Mossad'dan İran'a yönelik büyük sızmada, 15 yıldır Kum'da dini referansı temsil eden Yahudi varlığı casusu açığa çıkarıldı.
Kaynaklar, Şeyh İmami Hadi'nin İran'da tutuklandığını ve adının Simon Deravi olup Mossad ajanı olduğunun ortaya çıktığını belirttiler. İranlılar onun arkasında namaz kılıyorlar ve o da Kum'daki fetva kürsüsünde oturuyordu.
Kaynaklar, bu casusun dini konularda fetva veren, inançlar hakkında tartışan ve İran'ın şehirlerinin arasında toplumsal bilinç için faydalı bir imam olarak dolaşan bir referansı temsil ettiğini söylediler.YouTube'da, sarıkla karşılayıp duayla veda ettiği binlerce takipçisi olan bir kanala sahiptir.Namazda insanlara imamlık yapıyor ve onlar da onun arkasında huşu dolu kalplerle selam veriyorlardı. (El Muntasaf Net)
Yorum:
Hilafetin ve Müslümanların merkezinin ve güvenliklerinin gözeticisi ve koruyucusu olan İmamın kaybolmasının ardından ümmetin hali işte budur.
Evet, kalkan olan imamın kaybolmasının ardından halimiz işte budur; zira İmamın kaybolmasının ardından ülkemizin duvarları kurtların ve köpeklerin yuvası ve kapıları da İslam ümmetin düşmanlarına her yönden açılan bir ülke haline gelmiştir;bu nedenle ülkede çok sayıda casusun olması şaşırtıcı değildir.
Gücüyle övüp duran, bağırıp çağıran ve tehditler savuran bu İran, casuslarla dolup taşmış, dahası bunlar dini alanlarına kadar bile ulaşmışlardır; artık herhangi bir İranlı siyasi veya dini şahsiyetin casus oldukları ortaya çıktığında hiç garipsemiyoruz.
Önemli olan bir hususta şudur: Müslümanların başındaki hain yöneticilerinden olan büyük casuslar ülkede serbestçe dolaşıp eğlenirlerken burada veya orada bir casusun ortaya çıkarılması veya yakalanmasının ne faydası var ki?! Küçüklerden önce bu büyük casusların muhasebe edilmesi daha evla değil mi?!
Ey Müslümanlar: Şunu çok iyi biliniz ki, sizin selametiniz ve kesin kurtuluşunuz ancak bu hain yöneticileri devirmekle, bu kokuşmuş rejimleri ortadan kaldırmakla ve onların enkazı üzerine, ülkeyi ve halkı koruyacak, ümmetin emniyeti ve güvenliği için uykusuz kalacak gözetici bir yönetici ve İmanın olduğu Hilafet Devleti'nin olduğu İslam'ın yönetimini kurmakla olacaktır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Et-Tâi – Irak