Pazar, 27 Safer 1446 | 2024/09/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sayın Yılmaz Çelik'in Avukatı Tarafından, Kendisi Hakkında Yayınladıkları Yalan Haberlerden Ötürü Medya Organlarına Gönderilen Basın Açıklamasının Metnini Yayınlıyoruz


14 Ekim 2008 - Ankara - Müvekkilim Yılmaz Çelik'in, 27.09.2008 günlü gözaltı haberi hakkında bazı basın organlarında gerçeğe aykırı bilgi ve yorumlar yapılmıştır. Şöyle ki; Yılmaz Çelik hakkında, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Hizb-ut Tahrir üyeliği nedeniyle verilen 2 yıl 6 aylık hapis cezasının, Yargıtay'ca 29.11.2007 tarihinde onaylanması üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı araması ile gözaltına alınıp Sincan Cezaevi'ne konulmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yapılan Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınmadığı gibi, "Yılmaz Çelik'in yakalanmasıyla Ergenekon'a bir darbe daha vuruldu, Ergenekon'un dinci kanadı, Ergenekon'un dinci ayağı çökertildi, radikal dinci ve ulusal terör kafa kafaya, Hizb-ut Tahrir'den de Ergenekon çıktı, Ergenekon soruşturmasında Hizb-ut Tahrir lideri gözaltına alındı, Ergenekon Yılmaz Çelik ile görüştü" şeklindeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Yılmaz Çelik'in Ergenekon soruşturmasında ismi geçen hiçbir kişi ile hiçbir zaman ilgisi, irtibatı ve görüşmesi olmamıştır. Keza şiddet ve cebir içeren her türlü eyleme karşı çıkan Yılmaz Çelik'in, şiddet uygulamayı benimseyen kimseler ile görüşmesi, işbirliği yapması ve onlarla ortak hareket etmesi mümkün değildir.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi kararında, her ne kadar Yılmaz Çelik'i terör örgütü üyesi olarak cezalandırmış olsa da, müvekkilimin cebir ve şiddet sayılabilecek hiçbir eylemi yoktur. Nitekim mahkeme kararında: "...Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Hizb-ut Tahrir ile ilgili bilgi notunda... Terörle Mücâdele Kanunu 1. maddesi kapsamında tarif edilen terör örgütüne ideoloji ve örgüt boyutları itibariyle tipik olarak uyduğu, ancak cebir ve şiddet boyutu itibari ile uymadığı...", "... Sanıklar her ne kadar şiddete başvurmadıklarını söyleseler de, demokrasiyi benimsemediklerini, mevcut rejimden memnun olmadıklarını, bunu yıkarak Raşidi Hilafet Devleti kurmak istediklerini ifade ettikleri, ılımlı demokratik bir hakkı kullandıklarını ifade etmekten ziyade yıkıcı ve hırçın şekilde devirip yerine yenisini kurmak şeklindeki tarz ve tutumları...", "... Ancak örgüt bugüne kadar herhangi bir şiddet eyleminde bulunmamış ve amacının da şiddeti öngörmediği belirlenmiş ise de, Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal rejiminin yıkılması ve yerine Şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurulması amaçlandığına göre, bu amaç için zaten kendi içerisinde şiddeti öngörmektedir. Zira Türkiye Cumhuriyeti rejiminin demokratik yollar ile halkın desteğini ve sempatisini kazanarak yıkılması mümkün değildir. Bunun için mutlaka şiddete başvurması gereklidir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir örgütü Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terör örgütü olarak kabul edilmiştir..." değerlendirmelerinde de Yılmaz Çelik'in cebir ve şiddet içeren hiçbir eyleminin olmadığı kabul edilmiştir.

Yılmaz Çelik, cebir ve şiddetin her türüne ve şiddet uygulayan her kişi ve kuruma ısrarla karşı çıktığı halde, adının terör ve şiddet ile anılmasını ve Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındığı haberlerini, kişilik haklarına, onur ve haysiyetine saldırı olarak nitelemektedir. Bu nedenle yayın yapan basın organlarına karşı kanuni yollara başvurulmuştur. Müvekkilim adına kamuoyuna duyurulur.

Yılmaz Çelik'in Vekili
Avukat Hacı Ali Özhan

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Amerikan Seçimlerine Katılmak: Birr [İyilik] mi, Yoksa Mâsiyet [Günah] Üzerine mi Yardımlaşmaktır?

  • Kategori Amerika
  •   |  

Müslüman, küçük-büyük her amelinde, sözünde ve davranışında Allah'ın emirlerine ve nehîylerine bağlanmalıdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُّبِينًا "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettikleri zaman mü'min bir erkek ve mü'min bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." [Ahzâb 36]

Nitekim sahâbe [Rıdvânullahi Aleyhim], hayatlarının her işi hakkında şer'î hükmü araştırıyorlar ve ona bağlanıyorlardı. Ahmed, Râfi İbn-u Hudeyc'ten şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] döneminde araziyi muhâkale (kiraya vermek) ederek sülüs (üçte bir), rubu (dörtte bir) ve müsemmâ (muayyen) bir yiyecek karşılığında kiraya veriyorduk. Derken bir gün amcalarımdan bir geldi ve dedi ki: Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bizim için faydalı olan bir şeyi bize yasakladı. Fakat Allah'a ve Rasulü'ne itaat bize daha faydalıdır. Araziyi muhâkale ederek sülüs (üçte bir), rubu (dörtte bir) ve müsemmâ (muayyen) bir yiyecek karşılığında kiraya vermemizi nehyetti."

Yakında Amerikan seçimleri yapılacak, mâli ve siyasî krizlerden çıkmak veya sivil haklarının iyileştirilmesi için pek çok insan ona bel bağlayacaktır. Bilhassa Müslümanlara, bu seçimlerin Kapitalizmin ve demokrasinin felaketleri yüzünden insanların çektiği sıkıntılardan hiçbir şeyi değiştirmeyecek olmasının ötesinde bu seçim sürecinin bir parçası olmalarının câiz olmadığını açıklamak istiyoruz. Çünkü seçimler, sadece muayyen bir adayın isminin bulunduğu oy pusulasını, seçim sandığına atmaktan ibaret değildir. Bilakis seçimler, ister başkan, ister eyalet vâlisi, ister kongre üyesi, ister belediye başkanı, isterse başka birisi olsun söz konusu adaya mutlak vekâlet vermek demektir. Bu seçime ortak olmanın şer'î hükmü ise, seçimden talep edilen şeylerin vakıasıyla alakalıdır. Dolayısıyla eğer seçim, yapılması haram olan amellere ilişkin ise, haram ameli yapmaları için kişilerin seçilmesinden dolayı bu haramdır. Dolayısıyla bir Müslümanın, küfür kanunlarıyla hükmedecek veya küfür kanunları çıkaracak veya küfür hükümlerini infâz edecek herhangi bir Müslümanı yada başka birisini seçmesi câiz değildir. Bilindiği üzere Amerika'daki kanunlar ve hükümler, ne Allah'ın Kitâbı'na, ne Rasulü'nün Sünneti'ne, ne de İslâm usulüne ve hükümlerine istinat etmektedir. Bunun da ötesinde İslâm ile taban tabana zıttır. Zîra Amerikan kanunları, dîni hayattan koparma inancına dayanıp yasama hakkını Allah'a değil halka vermesiyle egemenliği ona ait kılarken İslâm'da ise anayasa ve kanunlar, yasama hakkını insanlara değil, Allah'a veren ve hayatın her alanında Allah'ın dînini insanlara hakim kılan İslâmî akîdeye dayanır.

Küfür ile hükmetmenin ve küfür hükümlerini infâz etmenin haramlılığını beyân eden şer'î nasslar birbirini destekler şekilde gelmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [el-Mâide 44]

Ve şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar zâlimlerin ta kendileridir." [el-Mâide 45]

Ve şöyle buyurmuştur:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar fâsıkların ta kendileridir." [el-Mâ'ide 47]

Buradaki [يَحْكُم] "hükmetmek" kelimesi, ister başbakan, ister bakan, isterse bunların yardımcısı olsun bir emrin onaylanması ve infâz edilmesi salâhiyetine ve otoritesine sahip olan herkesi kapsar. Allahu Te'alâ'nın şu kavli ise:

وَأَن احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Sakın onların hevâlarına tâbi olma ve Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın!" [el-Mâide 49]

Gerek emir, gerekse nehîy olsun Allah'ın inzâl ettiği hükümlerle hükmetmenin farziyeti hakkında Rasulü'ne ve ondan sonra gelen Müslümanlara yönelik Allah'ın kesin bir emridir. Nitekim Kur'ân, şeriata muhakeme olmayanların, yani fertler arasındaki ilişkilere tahakküm edecek şekilde egemenliği şeriatın yönetimine vermeyen bir kimsenin imânını nefyederek şeriatın yönetim egemenliğini şiddetle vurgulamıştır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhâkeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Kur'ân, sadece şeriata muhakeme olunmakla yetinemeyerek bunun yanı sıra şeriata mutlak teslimiyeti ve hükümden yana içlerde hiç bir sıkıntı duyulmamasını şart koşmuştur. Yine Kur'ân, hükmün Allah'a ait olduğunu ve bunda ona hiçbir kimsenin ortak olamayacağını beyân etmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına asla kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru dîn budur! Velâkin insanların çoğu bilmezler." [Yûsuf 40]

Ve şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا "Sana ve senden öncekilere indirilenlere îman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkâr etmekle emrolundukları halde Tâğuta muhakemeleşmek istiyorlar. Zaten şeytan da istiyor ki onlar uzak bir sapıklık ile sapıtsınlar." [en-Nisâ' 60]

Bu âyet-il kerîmede Allah, Kitâb'a, Sünnet'e ve önceki Kitâplara imân ediklerini söyledikleri halde Allah'ın şeriatından başkasına, yani tâğutlara muhakeme olmak isteyen kimseleri yermiştir.

Yine Kongre'nin işlerinden biri de insanlara vekaleten yasamada bulunmaktır. Yani kanunlar ile hükümler çıkarmak, projeleri ve anlaşmaları onaylamaktır ki bu da câiz değildir. Çünkü egemenliğin şeriata ait olmasından ötürü İslâm'da yasama, sadece Allah'a aittir. Burada ise yasama, Kongre üyelerine aittir. Bu ise, Allahu Te'alâ'nın şu kavlinde açıkça nehyedilen ve faili kınanan aynı ameldir:

Kezâ Tirmizî, Süneni'nde Addî İbn-u Hâtim [Radıyallahu Anh]'den şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yanına geldim ve o, şu ayeti okuyordu:

اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ "(Yahudiler) bilginlerini (hahamları), (Nasrânîler de) râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i, Allah'tan başka rabler edindiler." [et-Tevbe 31]

Bunun üzerine şöyle dedi: "Onlar, onlara ibâdet etmiyorlardı ki?" Rasulullah ise şöyle dedi:

ولكنهم كانوا إذا أحلوا لهم شيئا استحلوه وإذا حرموا عليهم شيئا حرموه "Ancak onlar, bir şeyi helal kıldıklarında siz de onu helal kılıyor ve size bir şeyi haram kıldıklarında siz de onu haram kılıyordunuz."

Küfür kanunlarına istinâden kanunlar çıkarmak, Allah'ın şeriatından başkasına muhakeme olmak, Kitâb'ı ve Sünneti terk etmektir ki bu şer'an haramdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ "Ey İmân edenler! Allah'a, Rasulü'ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanıyorsanız, onu Allah'a ve Rasulü'ne döndürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir."[en-Nisâ' 59]

Yine burada tasarıların ve anlaşmaların onaylanması da küfür kanunlarına binâen olmaktadır, dolayısıyla bu da İslâm'a muhalefet etmektir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar Cahiliyye hükmünün mü peşindeler? Akleden bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" [el-Mâide 50]

Sahîh-i Muslim'de ise, Ummü Seleme'den Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

سَتَكُونُ أُمَرَاءُ. فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ. فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ. وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ. وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ "Yöneticiler olacaktır. Onları tanıyacaksınız ve reddedeceksiniz. Her kim onları tanırsa berî olur. Her kim onlara karşı çıkarsa selamette olur. Ancak her kim de râzı olur ve tâbi olursa (o başka)!"

Şu halde münkere rızâ göstermek ve ona tâbi olmak noktasında Allah'ın inzâl ettikleriyle hükmetmeyen bir hükümetin tasarılarını ve anlaşmalarını onaylamaktan daha ağır bir şey var mıdır?

Şöyle denilebilir: Yûsuf [Aleyhi's Selâm], -hâşa- küfür ile hükmetmiş, dolayısıyla bu hususta ona tâbi olmamız câizdir. Buna cevaben deriz ki: Yûsuf [Aleyhi's Selâm], Allah'ın emirlerine ve nehîylerine bağlıydı ki İsmet sıfatına sahip olan bir Nebî için bu nasıl olmasın ki? Nitekim onun buna ne kadar bağlı olduğunu açıklayan Yûsuf sûresinde pek çok âyet vardır. Hatta o, zindanı, masiyete tercih etmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ "Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha sevimlidir." [Yûsuf 33]

Yine o, Allahu Te'alâ'nın şu kavlinde şöyle demiştir:

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

O halde Yûsuf [Aleyhi's Selâm]'ın küfür ile hükmetmesi nasıl tasavvur edilebilir? Bilindiği üzere bizden önceki şeriatlar, bizim şeriatımız değildir. Kimileri ise, "Bizim şeriatımıza muhalefet etmediği sürece", yani "Nesh edilmedikçe" kaidesini şart koşarak buna muhalefet ettiler. Küfür ile hükmetmenin haramlılığına değinirken yukarıda zikrettiğimiz âyetlerin hepsi de tahrîme ilişkin kat'î delillerdir ki "Nesh edilmedikçe" cümlesiyle birlikte bu kaideye göre bile bu hususta Yûsuf [Aleyhi's Selâm]'a tâbi olmak câiz değildir. Aynı şekilde bizden öncekilerin şeriatları, bizim şeriatımızdır diyen bir kimsenin, Yûsuf [Aleyhi's Selâm]'ın döneminde Allah'tan başkasına secde etmenin cevâzında olduğu gibi insana secde etmeyi câiz görmesi gerekir. Eğer Allah'tan başkasına secde etmek, bu hususta delillerin vârit olmasından dolayı İslâm'da haramsa, Allah'ın inzâl ettikleri dışındakilerle hükmetmenin veya buna ortak olmanın tahrimine ilişkin olarak yukarıda zikrettiğimiz tüm deliller uygun düşmez mi? Dolayısıyla Allah'tan başkasına secde etmeyi haram kılan bir kimsenin, küfür ile hükmetmeyi de haram kılması gerekir. Aksi takdirde hevâsına tabi olmuş olur ki bu haramdır.

Şöyle denmez; Müslümanların maslahatı, seçimlere katılmaya bağlıdır. Zîra maslahat, şeriatın bizim için maslahat gördüğü şeylerdir. Zîra insan aklı, bir şeyin maslahat veya mazarrat olarak itibar edebilmesi noktasında çelişkilere, ihtilaflara ve tenakuzluklara maruzdur. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَعَسَىٰ أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَىٰ أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ "Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür." [el-Bakara 216]

Seçimlere katılımdan doğacak maslahatın geçersizliğini ve batıllığını pek çok âyet ile delil kanıtladığı gibi seçimlere katılımdan doğacak maslahat, hakikat dışı bir ütopyadır. Bunun en çarpıcı örneği, Amerika'daki Müslümanların 2000 yılı seçimlerinde oğul Bush'u seçmelerinin maslahat olarak görülmesinin bozukluğudur. Zîra Müslümanlara Gizli Delil Yasası'nı kaldıracağını vadeden Bush'un Al Gore'dan daha iyi olduğunu sandıkları sırada özelde Müslümanların, genelde ise dünyanın başına gelen büyük bir musîbet olduğu görülmüştür.

Ey Müslümanlar!

Seçimlere katılım, diğer azınlıkların başına geldiği gibi sizleri bu topluma entegre etme, içerisinde eritme, İslâmî kimliğinizi bitirme ve Kapitalist ideoloji sahipleri nezdinde olduğu gibi elde edilmesi muhtemel menfaat ölçücüsünü, amellerin mikyası haline getirme üsluplarından biridir. Böylece şer'î hükümlere bağlılık, bazı ibadetlere hasredilecek, diğer tasarruflarda şer'î hükme göre değil, maslahata göre hareket edilecek ve İslâmî mefhumlar ile değerler, Kapitalizm mefhumlarına ve değerlerine dönüşecektir.

Kapitalist nizâmının, insanlık için güvenliği, adaleti ve müreffeh bir yaşamı gerçekleştirmekten aciz kaldığı -ki bunun en çarpıcı örneği mevcut ekonomik krizdir- bir sırada sizlerin yapması gereken burada yada başka yerde oy kullanmak veya bir adayı desteklemek olmamalıdır. Aksine yönetimin, yasamanın ve egemenliğin, insanlar ile hevâlarına değil de Allah [Azze ve Celle]'ye ait olduğu bir esasa dayanan yönetime ve ekonomiye dair âdil modeller sunmak olmalıdır. Hem kendiniz, hem de dünya için yapacağınız en güzel amel, geçmişte Müslümanların İslâm'ı Endonezya halkına taşıdığı gibi bu beldenin halkına İslâm'ı taşımaktır ki onları, dertten, sıkıntıdan ve hüzünden huzura ve saadete çıkarasınız. Yine Nübüvvet Minhâcı üzere Hilâfet'i yeniden kurmak için çalışanlarla birlikte çalışınız ki dünyada izzete, ahirette de kurtuluşa nâil olasınız.

Şüphesiz harama göre helalde bereket vardır. Allah'ın hükümlerine ittibada ise, dünyada saadet, ahirette ise kurtuluş vardır. Nitekim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sahâbesi, harama düşmek korkusu ile helalin onda birini terk ediyorlardı. O halde bazılarına ne oluyor ki harama düşmekte ısrar ediyorlar, dahası seçimlere katılmayı zorunluluk olarak görüyorlar. Hani Allah'ın hükümlerine düşkünlük ve gayret nerede kaldı?

Son olarak aşağıdaki hususları vurguluyoruz:

1. Mevcut seçimlere katılmak, şer'an haramdır ve bir Müslümanın herhangi bir adayı yönetimde ve yasamada vekil göstermesi helal değildir.

2. Bugün yaşadığımız mâli ve siyasî krizler, demokrasi ve kapitalizm adı altında insanın yönetimde Allah'ın metodundan uzaklaştırılmasının kaçınılmaz sonucundan öte bir şey değildir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا "Her kim de Zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 124]

3. Genelde tüm dünya, özelde ise Amerika, insanın hevâsına ve görüşlerine dayanmayan yeni siyasî ve iktisadî bir nizâma muhtaçtır. İslâm akîdesi esasına dayanan bu nizâmı sunmaya ise, ancak Müslümanlar muktedir.

4. Burada yaşayan Müslümanların, bünyesinde tüm insanlığın sorunlarına yönelik köklü çözümler barındıran küresel bir nizâm olması itibarıyla İslâm'ı gayr-i müslimlere taşıması gerektiği gibi siyasî İslâm Nizâmı'nı geri getirme sürecine ortak olmalıdırlar ki o, Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli ile müjdelediği Râşidî Hilâfet Nizâmı'dır:

ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "Sonra da Nübüvvet Minhacı üzere Hilâfet olacaktır"

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin."[el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilâyeti Heyeti, San'a'daki Türkiye Konsolosluğu Maslahatgüzarı İle Görüştü

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilâyeti'nden bir heyet, 27.10.2008 Pazartesi sabahı, San'a'daki Türkiye Konsolosluğu Maslahatgüzarı ile görüştü ve Türkiye'deki medya organlarının, Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti'ni Ergenekon terörist çetesi ile ilişkilendiren haberler yayınlanması ile Hizb'in Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik'in tutuklanması hakkındaki mektubu teslim etti. Aynı şekilde basın açıklamaları ve Yılmaz Çelik'in Köklü Değişim Dergisi ile yaptığı röportajın metni de teslim edildi. Söz konusu mektupta şöyle geçmiştir: "... Hizb-ut Tahrir'in, ne kendisi, ne hedefi, ne gayesi, ne de metodu ile hiçbir bağlantısı olmayan bu tür iddialarla töhmet altında bırakılması doğrusu çok üzücüdür. Bazı istihbaratlar, gerek Ürdün'de 'Krala suikast düzenlenmesi davası' olsun, gerek Özbekistan'da 'Taşkent patlamaları' olsun, gerekse benzeri olaylar olsun Hizb'i maddî eylemlerle ilişkilendirmeye teşebbüs etmiştirler. İşte bu teşebbüsler, ivedi olarak başarısızlıkla sonuçlanmış, dahası Hizb, kamuoyundan büyük bir destek elde etmiş ve bunlardan berî olduğu belli olduktan sonra güçlenerek çıkmıştır. Dolayısıyla bu azgın nizâmların onu zayıflatma ve imajını yıpratma çabaları, hiçbir fayda vermeyecektir..." Konsolosluk Maslahatgüzarı, heyeti kapıda büyük bir memnuniyet, saygı ve takdirle karşılayarak ofisine kadar eşlik etti. Ardından Hizb'in Ergenekon terörist çetesi ile ilişkilendirilmesinin ve Türkiye Vilâyeti Resmî Sözcüsü Saysın Yılmaz Çelik'in tutuklanmasının şiddetle reddedilmesi ekseninde bir konuşma yaşandı.

Öncelikle heyet başkanı, Hilâfet Devleti'nin azâmetine ve Osmanlı Hilâfet Devleti'nin nasıl dünyayı korkutan bir güç olduğuna değindi. Türkiye Cumhuriyeti ise, laikliği, cumhuriyeti ve vatancılığı benimsemesinden beri bugün ise kendisini Avrupa Birliği'ne almaları için Avrupalılara rica minnette bulunmuş ve Türkiye halkı, İslâm'a sımsıkı sarıldığı sürece onu birliğe almayacaklardır. Oysa Osmanlı Hilâfeti, mağlup olmaz ordusu, korsanları korkutan deniz donanmaları ile sekiz yüz (800) sene dünyaya hükmetmiş, Yemen'de büyük bir etki ve tesir bırakmıştır. Nitekim Hilâfet ordusu, devletin bünyesine katmak, Krallarının Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in naşını kabrinden çıkarmaya ve Kabe'yi yıkmaya ahdettiği Portekizlileri korkutmak ve İslâmî mukaddesatları korumak amacıyla Yemen Vilâyeti'ne yönelmiştir. Kezâ Küfrün elebaşı İngiltere, devlet içerisindeki milliyetçi ve fırkacı homurtuları canlandırmış, Arap ve Türk hainleri bu çağrılara hemen kucak açmıştır. Hem Hizb, hem gayesi, hem de metodu hakkında bir konuşma ve diyalog yaşanmasından sonra Elçi, Hilâfet'in yıkılması planlarına, "Arap Lawrence" filminin bunun kanıtı olduğuna ve Osmanlı Hilâfet Devleti'ne karşı nasıl savaşıldığına değindi. Daha sonra Elçi, kendisinden ne istendiğini sorunca Hizb'in Yemen Vilâyeti Medya Bürosu Başkanı şöyle cevap verdi: "Türkiye'de meydana gelen son olayları şiddetle, nefretle kınadığımızı, eleştirdiğimizi hükümetinize ve liderlerinize iletmenizi, İslâmî yönetime geri dönmenizi, dünya yeni yönetimine geri dönünceye dek laikliği kaldırıp atmanızı ve Hizb'in Türkçe web sayfalarından fikirlerine vakıf olmanızı istiyoruz." Son olarak Türkiye Konsolosluğu Maslahatgüzarı, ayını saygı ve takdir ile bizi kapıya kadar uğurladı. Sadak olan Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:ليبلغن هذا الأمر ما بلغ الليل والنهار ولا يبقى بيت مدر أو وبر إلا ادخله الله هذا الدين بعز عزيز أو بذل ذليل "Bu iş (İslâm'ın hâkimiyeti), gecenin ve gündüzün ulaştığı her yere mutlaka ulaşacaktır. Allah, bu dînin girmediği ne kerpiçten bir ev, ne de kıldan bir çadır bırakmayacaktır ki azîzi azîz, zelîli zelîl etsin." [İmâm Ahmed, Temîm ed-Dâri'den rivâyet etti]

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Yemen Vilâyeti
Medya Bürosu

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Türkiye Cumhuriyeti Sudan Konsolosluğu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Heyeti'nin Basın Açıklamalarını Teslim Almayı Reddetti

Üye Üstâz Şârık Yûsuf ile üye Yâkub İbrâhîm'in eşlik ettiği Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstaz Nâsır Rıdâ liderliğindeki Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden bir heyet, H. 21 Şevvâl 1429 el-muvâfık M. 20 Ekim 2008 günü, Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti'ni Ergenekon Örgütü ile ilişkilendirmeye ilişkin itham ile Türkiye Vilâyeti Resmi Sözcüsü'nün bu iddialara, ardından da tutuklanmasına ilişkin reddiyesi hakkındaki basın açıklamalarını teslim etmek amacıyla Büyük Elçiyi görmek üzere Sudan'daki Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğuna ziyarette bulundu.

Bu ziyaretin öncesinde H. 13 Şevvâl 1429 el-muvâfık M. 12 Ekim 2008 tarihinde, talepleri doğrultusunda Büyük Elçi ile görüşmeyi talep ettiğimiz bir mektup yazdığımız halde heyetin konsolosluğu ziyaret etmesine kadar hiçbir yanıt vermediler. Zîra heyeti, kapalı zarf içerisinde olmadığı gerekçesi ile basın açıklamalarını teslim almayı reddeden konsolosluğun güvenlik görevlisi karşıladı. Bunun üzerine heyet, geri dönerek konsolosluk olumlu yada olumsuz bir cevap verir ümidiyle iki gün beklediyse de hiçbir cevap vermediler. Bunun üzerine de heyet, ikinci kez H. 24 Şevvâl 1429 el-muvâfık M. 23 Ekim 2008 tarihinde, talepleri doğrultusunda basın açıklamalarını kapalı bir zarfa koyarak Türkiye Cumhuriyeti Sudan Büyük Elçisi'nin ilgisine sunduysa da kapalı zarf içerisindeki basın açıklamalarını almayı, hatta meseleyi konuşmayı bile reddettiler. Türkiye Cumhuriyeti Sudan Konsolosluğu'nun bu tutumu, doğrusu ne İslâm ahlakı, ne de diplomatik örflerle bağdaşan şaşırtıcı ve garip bir tutumdur. Oysa bizleri bu basın açıklamasını yazamaya sevk eden faktör, Hizb-ut Tahrir'e yönelik kurulan aşağıdaki komploları insanlara açıklamaktır:

1) Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti'nin karışmakla itham edildiği Ergenekon Örgütü, devleti laikliğe çağıran, İslam'a ve davetçilerine karşı koyan "Kemalist" İngiliz ajanlarına bağlı bir örgüttür. Dahası onlar, İslam'ın her türlü tezahürüne karşıdırlar. O halde aklı selîm bir kimse, nasıl olur da salt bir tasavvurla Hizb-ut Tahrir'i bu tür örgütlere karıştırabilir!! Hele ki Hizb-ut Tahrir'in, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna bağlı kalarak hiçbir maddi eylemde bulunmadığı herkes tarafından malumdur. 2) Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti Resmi Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik, H. 20 Ramazân 1429'da bir basın açıklaması yayınlamış, ardından da H. 23 Ramazân 1429 el-muvâfık M. 23 Eylül 2008'de içerisinde Hizb-ut Tahrir'in Ergenekon'a karışmasına yönelik medya ve Devlet tarafından ortaya atılan iddiaları çürüten daha detaylı bir basın açıklaması yayınlamıştır. Nitekim basın açıklamasında şöyle geçmiştir: "Rabbimiz Subhânehu'nun kavline icabet etmek ve kalpleri mutmain kılmak amacıyla tekrar yineliyor ve apaçık ifadelerle diyoruz ki; Hizb-ut Tahrir'in Ergenekon benzeri teşkilatlarla hiçbir alâkası ve bağlantısı olmamıştır, olmayacaktır da!" 3) Sayın Yılmaz Çeliğin, yapmış olduğu bu basın açıklamalarına ve Türkiye'deki Köklü Değişim Dergisi ile gerçekleştirdiği röportaja rağmen, Hizb-ut Tahrir'in yıldızının parlamasından ve Batıya ajanlıklarını ifşa etmesinden rahatsız olan Türkiye otoriteleri, Sayın Yılmaz Çeliği, H. 26 Ramazân 1429 el-muvâfık M. 26 Eylül 2008'de, hem de Kadir Gecesi'nde tutuklamaktan çekinmemişlerdir. İşte bu tür tutuklama, korkutma ve iftira politikası, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu Müslümanların beldelerindeki diktatör ve despotik nizamların vazgeçilmez bir simgesi olagelmeye devam etmektedir. Ne var ki bu, Hizbin şebabı'nın sebatını, bu nizamların zebanîlerinin de utanç ve alçaklıklarını arttırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ "Zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 227]

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Hanımlar Kısmı, "Medîne'nin Mücevheri" Adlı İfk Kitâbı'nın Yayınlanmasını Protesto Eden Bir Gösteri Düzenledi

Hizb-ut Tahrir Hanımlar Kısmı, bugün, WVA Salonu'nda Nebîmiz Habîb-ul Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve mü'minlerin annesi Âişe [Radıyallahu Anhâ]'ye yönelik ifklerle, iftirâlarla ve hakaretlerle dopdolu "Medîne'nin Mücevheri" adlı ifk kitâbının yayınlanmasını protesto eden bir gösteri düzenledi. Gösteriye Hizb-ut Tahrir üyesi Jennifer Ahmed, Dr. Hâlide Nesrîn ve Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Fehmide Ferhâna Hânım başkanlık etti. Toplumun farklı kesimlerinden pek çok hanımın katıldığı gösteride Dr. Nesîme Ahmed, Dr. Kâzî Fîruzâ, Kâmrun Nîsâ'nın eşi, gazeteci yazar Nusret Cihân vardı ve hepsi de mezkûr kitâbın yayınlanmasını şiddetle kınadı.

Dr. Hâlide yaptığı konuşmasında, Amerika ile Batının, Rahmet Nebîsi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e, sahâbesi [Rıdvânullahi Aleyhim]'e ve mü'minlerin annesi Âişe [Radıyallahu Anhâ]'ye hakaret ve iftirâ eden mezkûr kitâbı yayınlayarak nefretlerini ve adavetlerini bir kez daha kanıtladıklarını, İslâmî akîdenin ve İslâmî hadâratın, Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, Kerîm sahâbesi [Rıdvanullahi Aleyhim]'in ve Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hanımları [Rıdvanullahi Aleyhinne]'nin şerefini savunmanın, her Müslümanın boynuna binen bir farz olduğu gibi Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i sevmenin yanı sıra sahâbeye ve Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hanımlarına ihtiramda bulunmanın da Müslümanlara farz olduğunu ifâde etti

Fehmîde Ferhâna Hânım'ın konuşmasında ise şu ifâdeler geçmiştir: "Müslümanların mevcut yöneticileri, kendilerini Batıya satmışlardır. Dolayısıyla onların ajanı haline gelenler, İslâm'ı, Kur'an-il Kerîm'i, Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i, Kerîm sahâbesini ve Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hanımlarını asla müdafaa etmeyeceklerdir. Bilakis Müslümanların canlarını, ırzlarını, mallarını ve akîdelerini korumaya ancak Hilâfet muktedirdir. Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Müslümanları "Medîne'nin Mücevheri" adlı ifk kitâbının yayınlanmasını fiilen protesto etmeye teşvik eder. Kezâ Ümmet'in de kokuşmuş Batı yaşam tarzı ile tamahkar menfaatçiliğe dayanan ekonomik nizâmı kaldırıp atması, bozuk demokratik nizâma karşı çıkması, Amerika ve müttefikleri ile diplomatik tabii ilişkiler kurmaması gerekir. Ayrıca büyük elçilerinin ve temsilcilerinin İslâmî beldelerin iç işlerine müdahale etmelerine izin verilmemesi gerektiği gibi İslâmî beldelerden kovulmaları gerekir." Konuşmasının sonunda ise Müslümanları, Hilâfet Devleti'ni kurmak için çalışmaya davet etti.

 

Fehmide Ferhâna Hânım
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Hanımlar Resmî Sözcüsü
Bangladeş

Devamını oku...

Ali Yazar Veli Bozar: İşte Demokrasi Bu!

Hatırlanacağı üzere AKP hükümeti, MHP’nin desteği ile sadece üniversitelerde başörtüsü serbestîsi getiren, Anayasanın 10. ve 42. maddelerini kapsayan kısmi bir anayasa değişikliği gerçekleştirmiş, DSP ve CHP, Anayasa Mahkemesine söz konusu madde değişikliklerinin iptali için başvuruda bulunmuş, Anayasa Mahkemesi de yapılan değişikliği iptal etmişti. Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararının gerekçesi 22 Ekim 2008 Çarşamba günü Resmi Gazete’de yayınlanarak açıklandı. Gerekçeli kararda önceki yıllarda Danıştayın ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararlara atıfta bulunularak, şu ifadelere yer verildi: "Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gözetildiğinde, Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde yapılan düzenlemenin, yöntem bakımından dini siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır."

Küresel mali krizin Türkiye’ye yansımaları, terörün tırmanışa geçmesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yerel seçimlerde büyük bir başarı elde etmek amacıyla daha önce açıklanan GAP acil eylem planının fos çıkması, Erdoğan’ın son yaptığı Diyarbakır gezisinde karşılaştığı protestolar, birbiri ardına gelen yolsuzluk dosyaları AKP’yi ciddi anlamda sarsan gelişmelerdir. Son olarak Anayasa Mahkemesinin üniversitelere yönelik başörtüsü düzenlemesini iptal eden gerekçeli kararı ise, AKP Hükümeti açısından Amerika adına AB bahanesiyle atmaya çalıştığı adımları geciktirecek bir gelişme olmuştur. Zira Anayasa Mahkemesinin söz konusu iptal gerekçesini şekil yönünden değil esas bakımından vermesi “sivil anayasa” etiketi ile gerçekleştirmek istediği ile top yekûn anayasa değişikliğin önünde ciddi bir engel oluşturacaktır. Dolayısıyla AKP’nin ilgilendiği yön burasıdır. Yoksa bir şer’i hüküm olarak örtünmeye değer vermesi kesinlikle değildir.

Bir yanda bu Müslüman halkın nefislerinden kazınamamış İslam akidesiyle çatışan demokratik küfür sistemi, öte yanda bu küfür sisteminin ürünü olan ve inançlarını kullandığı halkı sadece oy potansiyeli olarak gören küfür partileri. Sonuç hep mihnet, hep sıkıntı, hep hüsran, hep karanlık. Halbuki Müslüman Türkiye halkı “kargadan bülbül sesi beklenmeyeceğini” bilir. Artık tüm bunlardan sonra şunu da kesin olarak bilmelidir. Allah Subhanehu’nun hükümlerini top yekûn uygulayıp mahzunluğu Müslümanların üzerinden kaldırarak, geçmişteki izzetlerine kavuşturacak ancak ve ancak Nübüvvet Minhacı üzere kurulacak  İkinci Raşidi Hilafet Devleti’dir. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ Ey îmân edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verene dâvet ettiği zaman icâbet edin![el-Enfâl 24]

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Değişim Metodundan ve Hilâfet'in İkâmesinden Zinhar Sapmayacaktır ve Kuşkulu Odakların, Onu Şiddet ve Terörizm İle İlişkilendirmeye Yönelik Çabaları Boşa Çıkacaktır

Son zamanlarda Sömürgeci Kâfirler ile İslâmî âlemdeki piyonlarının ve uşaklarının amaçları peşinde koşarak Hizb-ut Tahrir'i şiddet ve terörizm ile ilişkilendirmeye çalışan şeytanî kalemlerin vesveselerini okuduk. Nitekim el-Kubs Gazetesi'nde yayınlanıp Maannews Haber Ajansı'nın naklettiği Umrân er-Raşk'ın "Hizb-ut Tahrir el-İslâmî, Ümitsizlik Bataklığında İlerlemektedir" başlıklı makalesi bunlardan biridir ve yazar makalesinin birçok yerinde Hizb'i şiddetle ilişkilendirmeye çalışmaktadır. Yine 17.10.2008 Cuma günü er-Ra'y Gazetesi'nde yayınlanıp pek çok haber ajansı ile haber sitelerinde geçen Rabî Kalâs'ın "Mısırlı Kaynaklar, Batı Şeria'nın Ele Geçirilmesi Senaryosundan Bahsetmektedir" başlıklı makaledir. Yazar makalesinde şöyle diyordu: "... ‘İhvân-ul Muslîmîn' cemaatine yakın Mısırlı bir kaynak, Filistin menşeli internet sitelerinden biri olan ‘Emed' sitesine, Hamas ve askerî kanadı el-Kassâm Tugayları, "Hizb-ut Tahrir el-İslâmî" ile anlaşması ve ‘İhvân'ın da' onaylaması sonucunda bir plan hazırladıkları, planın ilk aşamasında şu anda Kahire'de yapılan görüşme diyalogunu taçlandıracak anlaşmanın imzalanmasından hemen sonra Otorite içerisindeki liderlere suikast hedeflendiği şeklinde bir haber servisi yaptılar." Yazar şöyle ekledi: "Söz konusu kaynak, Hamas ile Hizb-ut Tahrir'li bir grubun el-Halîl'deki tüm güvenlik ofislerini ele geçirilmesi üzerinde anlaştığını açıkladı."

Belirttiğimiz bu hususlara, Türkiye'deki Amerikan ajanlarının Hizb'i terörizmle ilişkilendirme teşebbüslerini ve Hizb'in Türkiye Resmî Sözcüsü Yılmaz Çelik'in tutuklanmasını eklediğimizde, bu şeytanî vesveselerin arkasında Sömürgeci Kâfirlerin ve onlara hizmet eden kuşkulu kalemlerin olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu izâhatlara binâen aşağıdaki hususları vurgularız: 1.) Hizb-ut Tahrir, ortaya çıktığından bu yana değişime ve Hilâfet'in kurulmasına yönelik çalışma metodunu zinhar değiştirmemiştir. Çünkü o, siyâsî fikrî çalışmayla sınırlı, siyâsî mücadele ile fikrî çatışma üslubuna dayanan ve her türlü şiddet eyleminden uzak duran Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metodudur. Nitekim şebâbının dünyanın dört bir tarafındaki zâlimler tarafından katledilmesine, işkenceye maruz bırakılmasına ve hapsedilmesine rağmen Hizb, târihi boyunca hiçbir şiddet eyleminde bulunmamıştır. 2.) Hizb-ut Tahrir, işgâl altında olmamış olsa bile devlet dinamiklerinden yoksun kıytırık devletlerin yönetimini teslim almayı zinhar kabul etmemiştir. Dolayısıyla nasıl olur da tüm yetkileri Yahudilerin ve Amerikan generallerinin elinde olan düzmece bir Otorite'yi değiştirmeye çalışmakla ithâm edilebilir? Nasıl olur da Batı Şeria ve Ğazze'deki sözde "Otorite" olan hapishane idâresi uğrundaki menfûr ayrılıkçı çatışmaya karışmakla ithâm edilebilir? 3.) Böylesi şeytanî vesveseler, Hilâfet çalışmasına savaş açsınlar, Hizb-ut Tahrir şebâbını hapse atsınlar ve işkence etsinler diye Otorite ve güvenlik birimlerine gerekçeler oluşturmayı amaçlamaktadır. Tıpkı kimi güvenlik birimlerinin Bedyâ ve Kalkilya'da Hizb-ut Tahrir şebâbından bazılarını kaçırmaları, hapsetmeleri, takip ve darp etmeleri olaylarında olduğu gibi. Özellikle de Fetih'in, diğer örgütlerin evlatlarından pek çoğu, hatta güvenlik birimlerinde çalışanlardan bazıları, mübârek Filistin arzını işgâl ve gasp edenler dışında hiçbir kimseye yaraşmayan bu davranışları reddetmektedirler. 4.) Son olarak, İns ve Cin şeytanlarına, müttefiklerine ve Amerikan Generali Dayton'un emirlerini infâz etmeyi kendilerine revâ gören despotik piyonlarına deriz ki Hizb-ut Tahrir, el-Kuds'te tek bir kişi ile yola çıkmış, şimdi ise hem varlığı, hem de fikriyle Arabın ve Acemin yaşadığı dünyayı saracak şekilde yayılmaktadır. Zîra o, köklerini yere salmış, gövdesi genişlemiş, dalları serpilmiş, zapt edilemez bir hale gelmiş, meyvesi olgunlaşmış, artık hasat zamanı gelip çatmıştır. O halde [فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ] "Artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyedurun." [et-Tevbe 24] وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Filistin
Medya Bürosu

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İnsanların Müreffeh Hayatını Garantileyecek Olan, Kapitalist İktisadi Nizâmın Kaldırılıp Atılması ve İslami İktisat Nizamının Benimsenmesidir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bugün, Dakka'daki Uluslararası İmparator Oteli'nde "Kapitalist İktisadî Kriz ve Alternatif İslamî İktisat" başlıklı ekonomik bir forum düzenledi. Forumda "Kapitalist İktisadın Çöküşü" başlıklı ilk konuşmayı Hizb-ut Tahrir üyesi Muhammed el-Ma'mûn ve "Tek Alternatif, İslamî İktisattır" başlıklı ikinci konuşmayı da Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed yaptı. Foruma katılanlar arasında Dakka Üniversitesi İdaresinde görevli olan Hizb-ut Tahrir üyesi Prof. Dr. Syed Gulâm Mevlâ ile iktisat alanında özel üniversitelerde asistanlık görevi yapan Muhammed Raguip da vardı.

Muhammed Ma'mûn konuşmasında şöyle demiştir: "Kapitalist İktisat Nizâmındaki krizin sebebi, onun temellerinde yatmaktadır. Zîra doların altın kaidesi yerine konulmasından bu yana dünya ekonomisi, Amerikan ekonomisine endekslenmek zorunda bırakılmıştır. Bu da dünyadaki diğer devletlerinin ekonomisinin, Amerikan ekonomisinde meydana gelen her türlü sarsıntıdan etkilenmesine yol açtığı gibi faizli borçlar da ekonominin yavaşlamasına yol açmıştır. Yine finans kuruluşları tarafından borsadaki hisse senetlerinin fiilen el değiştirmeksizin tedavüle edilmesi de enflasyona ve tüketim maddelerinin spekülatörlerin ellerine geçmemesine rağmen fiyatların artmasına yol açmıştır. İşte tüm bunlar da piyasalardaki sarsıntıya yol açmıştır.

Diğer taraftan ise, Kapitalist İktisat Nizâmı, petrol, doğalgaz, ağır sanayi, enerji kaynakları ve silah sanayisi gibi kamu mülkiyetlerinin fertler tarafından mülk edinilmesi ve fertlerin devasa şirketlere sahip olması üzerine dayanır. Böylece devlet, kendisini piyasalardan çekerek kendi sorumluluğu altında olması gereken hiçbir şeyi idare etmez hale gelmiştir. İşte tüm bunlar, serbest piyasa ekonomisi, müdahalesizlik ve küreselleşme politikası adı altında gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu tür politikaların sonucu, sık sık resesyonların, finans kurumlarının ve şirketlerin iflaslarını ilan etmesi olmuştur.

Muhyiddîn Ahmed ise konuşmasında, her şeyden önce İslâm'ın, muamelelerde altın ve gümüş kaidesini farz kıldığını, ekonomiyi sekteye uğratan uygulamaları, İslâm Devleti'ndeki finans kurumlarında -ki o, desteklenmeleri amacıyla muhtaçlara ve çiftçilere faizsiz borç veren Beyt-ul Mâl'dir- her türlü faizi, mülkiyette olmayan bir emtianın satışını, Kapitalist Nizâmı'nın mülkiyet özgürlüğü adı altında mubah kıldığı ihtikar ve spekülasyon gibi şer'î olmayan tasarrufları, petrol, enerji kaynakları, elektrik enerjisi ve benzeri kamu mülkiyetlerinin fertler ve şirketler tarafından mülk edinilmesini haram kıldığını ve bu kaynakları, şer'î hükümleri göre devletin idâre etmesini zorunlu kıldığını ifâde etmiştir.

 

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER