Pazar, 02 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/11/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yalancı Tom Barrack, Bu Kez Doğru Söyledi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yalancı Tom Barrack, Bu Kez Doğru Söyledi!

Haber:

ABD elçisi Tom Barrack Şara hakkında şöyle dedi: "Böylesine harika bir liderlik, hayatta bir kez gelir." (El-Hades, 17/11/2025)

Yorum:

Amerikan elçisinin, ajanları Ahmed Şara'nın planlarını uygulamada harika ve kurnaz bir lider olduğu yönündeki açıklaması, kendisi yalancı da olsa doğrudur. Aynı şekilde kendilerine bu kadar açıkça sadık olan onun gibi bir ajan bulamazlardı. Zira Şara işini mükemmel bir şekilde ve onları memnun edecek şekilde yapmaktadır; ancak Şara onlarla tüm gücüyle çalışsa bile, onlar yine de kendisinden razı olmayacaklardır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍDinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” [Bakara 120] Aynı şekilde Allah Azze ve Celle, İslam düşmanlarının hoşnutluğunu kazanmaya çalışan münafıklar hakkında haber vermekte ve Subhanehu şöyle buyurmaktadır: ها أَنتُم أُولاءِ تُحِبّونَهُم وَلا يُحِبّونَكُمİşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz.” [Al-i İmran 119]

Ancak akla gelen soru şudur: Ey Şam halkı nasıl olur da sizler, sizlere hükmedip sizleri ahiretten önce bu dünyada, yıkıma, aşağılanmaya ve pişmanlığa sürükleyen, kâfirlere boyun eğmekte ve onları memnun etmekte ısrar eden bir ajana razı olup da yerinizde oturarak kılınızı dahi kıpırdatmazsınız?!

Ey Şam'daki kardeşlerimiz, ey Allah'ın galip askerleri ve ey Halid'in torunları; Rabbinizin şeriatı için ayağa kalkın ve onu, halkına asla yalan söylemeyen, muhlis ve bilinçli adamlarıyla siyasi ve pratik karar verme gücüne sahip olan liderle birlikte onu güçlü bir şekilde benimseyin, bu liderle birlikte çalışarak insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olun ki küfür ve acem güçleri sizlere boyun eğsinler, sizlere küçülerek elleriyle cizye versinler ve sizler de her bir yerdeki mazlum kardeşlerinizin intikamını alın.

Tüm bunlar ise ancak Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafetin gölgesinde gerçekleştirilebilir.

قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَا إِلاَّ إِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ أَن يُصِيبَكُمُ اللهُ بِعَذَابٍ مِّنْ عِندِهِ أَوْ بِأَيْدِينَا فَتَرَبَّصُواْ إِنَّا مَعَكُم مُّتَرَبِّصُونَ Münafıklara şunu söyle: “Siz bizim hakkımızda ancak şu iki güzellikten; zafer veya şehâdetten birinin gelmesini gözetip duruyorsunuz. Biz ise sizin hakkınızda, ya Allah'ın kendi tarafından veya bizim elimizle sizi cezalandırmasını bekliyoruz. Öyleyse bekleyin, biz de sizinle beraber beklemekteyiz.” [Tevbe 52]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Fadi Es-Sülemi – Yemen

Devamını oku...

Terörizmle Mücadele ve Uluslararası İttifaklara Katılmak!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Terörizmle Mücadele ve Uluslararası İttifaklara Katılmak!

Haber:

Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, Amerika'yı ziyaret ederek terörle mücadeleye katılım da dahil olmak üzere yatırım ve güvenlik anlaşmaları imzaladı.

Yorum:

11 Eylül olaylarından bu yana Amerika, dünya ülkelerini benimsemeye ve katılmaya zorladığı, büyük bir proje geliştirdi ki bu proje, terörizmle savaştır. Peki anlamı belirsiz ve yapısı belirlenemeyen bu terörizm nedir?

Birçok ülke, yorumlanması kendilerine bırakılan bu projeye, terörle mücadele ve terörün kaynaklarını kurutma adı altında düşmanları ve muhalifleri bastırmak için uluslararası ve yerel yasalar ihlal edilerek yetkiler verildiğini görmüştür.

Peki tek bir eylemle açıklanabilen ya da açıklanamayan, aksine bir suç ya da ondan daha azıyla açıklanabilen bir şey olarak gördüğümüz bu terörizm nedir?Örneğin bin Salman'ın gazeteci Cemal Kaşıkçı'yı Türkiye'deki Suudi konsolosluğuna çekip onu öldürme, parçalama ve kimyasallarla eritme kararı, faillerin cezalandırılmasını ve uluslararası mahkemelere sevk edilmesini gerektiren bir terör eylemi olarak değerlendirilebilir.Ancak devletin suçlu ve katille bir çıkarı olması durumunda, o zaman bu eylem artık suç değildir! Aksine Trump, bu soruyu sormayı, "misafir için kaba ve utanç verici" olarak değerlendirmiştir; çünkü bu davayı açmamak Amerika'nın çıkarına olduğu için, gazeteciye çalıştığı medya kuruluşunun adını bile sormuş ve gazeteci ona adını söylediğinde, medya kuruluşunu “yalancılık ve sahtecilik" yapmakla suçlamıştır.

Anlamı tanımlanmamış ve sorumlu tutulması ve ona karşı bir ittifak oluşturulması için kesin bir tanımı belirlenmemiş olan terörizm kavramı belirsiz bırakılmıştır; bunun amacı ise otoriter rejimlere, terörizmle mücadele bahanesiyle otoritelere karşı çıkan halkları, partileri ve muhalefet gruplarını baskı altında tutma konusunda serbestlik sağlamaktır.Bu nedenle aşırılık, taassupçuluk, dincilik, siyasal İslam ve İslami gruplarla –hem fikri hem de ılımlı olanlarla– mücadele edilmektedir ki bunlar, silah taşıyan gruplar gibi suçlu bir terör eylemi olarak sınıflandırılmaktadır.Dünyanın birçok ülkesi Amerika'nın izinden giderek, onun sevgisini kazanmaya çalışmış ve onun bu suç projesine katılmıştır; işte Ahmed Şara da bunu yapmış ve terörle mücadele için kurulan uluslararası koalisyona katılmayı kabul etmiştir.

Burada terörizm, -Batı ve Amerikan zihninde yerleşmiş olan anlamıyla- İslam'dır.Zira Bush zamanındaki ABD Savunma Bakanı şöyle demişti: “Afganistan'a Taliban veya terörizmle savaşmak için gittiğimizi düşünenler yanılgı içindedir. Biz İslam'la savaşmak için gittik.” Bu, Amerikalı bakanın yaptığı en açık ve net bir açıklamadır.

Terörizmin belirsiz olan mefhumunu inceledikten ve Ahmed Şara'nın uluslararası koalisyona katıldığında olduğu gibi, terörizmle mücadeleye yönelik Amerikan projesine katılmanın sonuçları konusunda uyarıda bulunduktan sonra, İslam'a ve Müslümanlara düşman olan ülkeler tarafından yönetilen projeleri ve planları uygulamayı amaçlayan bu tür uluslararası koalisyonlara katılmanın şerî hükmü nedir?Müslüman yetkililerin bu tür anlaşmaları imzalamaları caiz midir?

Bu tür ittifaklara katılmak şer'an haramdır;çünkü her şeyden önce bu ülkeler, İslam'la savaşan ve Müslümanların ülkelerine ve kaynaklarına göz diken ülkelerdir; bu yüzden onlar, Doğu'daki Uygurlardan Myanmar, Hindistan, Afganistan, Irak, Suriye, Filistin ve genel olarak Afrika'ya, Bosna Hersek ve Çeçenistan'a kadar Müslümanların kanıyla lekelenmişlerdir... Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَMüminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin.” [Al-i İmran 28] Ve şöyle buyurmuştur: وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْSizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur.” [Maide 51]

Dolayısıyla onlarla ve onların sancakları altında savaşmak caiz değildir; çünkü bu, Allah'ın altında savaşmayı haram kıldığı ve onlara kör sancaklar ve küfür sancakları olarak adlandırdığı küfür sancaklarını kabul etmektir. Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Müslümanlarla Yahudiler arasında Medine Vesikası'nda kararlaştırılan hükümleri uygulamak üzere gelmelerine rağmen Müslümanların yanında kendi sancağı altında savaşan bir Yahudi taburunun yardımını kabul etmemiş ve şöyle buyurmuştur: أَنَا لَا أَسْتَعِينُ بِالْمُشْرِكِينَ عَلَى الْمُشْرِكِينَBiz müşriklere karşı müşriklerden yardım almayız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...

Rusya ile Ukrayna Arasındaki Savaşı Ateşleyen Amerika, Şimdi de Onu Sonlandırmak İçin Barış Elçisi Rolünde!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Rusya ile Ukrayna Arasındaki Savaşı Ateşleyen Amerika, Şimdi de Onu Sonlandırmak İçin Barış Elçisi Rolünde!

Haber:

Putin: Trump'ın Ukrayna planı bir anlaşmanın temelini oluşturabilir ve Amerikalılar bizden esnek davranmamızı istediler ve biz de buna hazırız.

Zelenski Ukraynalılara şöyle seslendi: Ukrayna üzerindeki baskı şu anda en tehlikeli seviyesinde ve biz çok zor bir seçimle karşı karşıyayız.

Yorum:

Dünyadaki milyonlarca insanın ölümüne neden olan, planladığı savaşlar ve bu savaşların yol açtığı yıkım ve maddi kayıplar nedeniyle sorumlu olan Amerika'nın, nihayetinde savaştan nefret eden bir barış elçisi kılığına büründüğünü görüyoruz!

Trump'ın Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirme planında, Rusya'ya Ukrayna'nın birkaç eyaletini vererek Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski'yi savaşı sona erdirme planını kabul etmeye zorlaması, zulmün bilgili kişiden önce cahil kişi tarafından açıkça görüldüğüne işaret etmektedir.

Dünya liderliğinin kapitalizme veya sosyalizme ihtiyacı yoktur, aksine yaklaşık on üç yüzyıl boyunca dünyaya hükmeden İslam gibi Rabbani bir ideolojiye ihtiyacı vardır.

İslam, onun düşmanlarının tasvir ettiği ve terörizm olarak tanımladığı gibi savaşa dayalı değildir, aksine tarihte Ribi bin Amir'in Pers komutanı Rüstem'e söylediği sözlerde de geçtiği gibi hayatın her alanında adalete dayalıdır: “Allah bize, dilediği kimseleri, kula kulluktan Kendisine kulluğa, dünya sıkıntılarından feraha çıkaralım, batıl dinlerinin zulmünden kurtarıp İslam’ın adale­tine ulaştıralım diye bir peygamber gönderdi. Kim bu dini kabul ederse bizden olur, biz de döner gideriz. Kim de kabul etmezse, Allah’ın vaat ettiğine kavuşun­caya kadar onunla savaşırız!” Allah’ın vaat ettiği nedir? Dediklerinde ise şöyle demiştir: “Allah’ın dinine girmeyenlerle savaşıp ölenler için cennet, geride kalanlar için de zaferdir.”

Düşmanlarının bile şahitlik ettiği İslam işte budur;Marzaban (Kisra’nın elçisi), Müminlerin Emiri Ömer Radıyallahu Anh ile görüşmek üzere Medine’ye geldiğinde, Kisra ve Kayser’in tahtlarının korkuyla titrediği o adamı görmek için Hilafet sarayını aramaya başladı; ancak Medine’de ne bir saray ne de muhafızları gördü ve insanlara sordu: Müminlerin emiri Ömer nerede? Bilmiyoruz ama belki de şu ağacın altında uyuyan odur dediler. Adam duyduklarına inanamadı, bu yüzden oraya doğru gitti ve Ömer Radıyallahu Anh'ı, eski ridasını giymiş olarak yerde yatarken buldu; Mazraban gördüklerine şaşırmış bir şekilde kalakaldı ve şu meşhur sözünü söyledi: “adaletle hükmettin, kendini güvende hissettin ve şu anda da kimseden korkmadan yalnız başına bir ağacın gölgesinde uyuyabiliyorsun.”

Bugün dünya, adaleti, kullara ibadet etmekten çıkıp kulların Rabbine ibadet etmeyi, dünyanın darlığından ahiretin genişliğine ve kapitalizmin zulmünden İslam'ın adaletine kavuşmayı arzulamaktadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Selim – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Yabancı Efendiler, Ajan Yöneticiler ve Ümmete İhanet!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yabancı Efendiler, Ajan Yöneticiler ve Ümmete İhanet!

Haber:

Beyaz Saray Trump'ın başkanlığında, önemli anlaşmalara imza atmak üzere Suudi Veliaht Prensi'ni ağırladı. (Ajanslar)

Yorum:

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Washington'a yaptığı ve Başkan Donald Trump'a aşırı övgüler yağdırdığı son ziyareti, Müslüman ülkelerinin başındaki yöneticilerin kendi halklarının desteğine güvenmek yerine bir kez daha Amerika'nın korumasına güvendiklerine dair acı gerçeği ortaya koymaktadır.Ziyaret sırasında Trump'ın daha önceki açıklamaları yankı bulmuştur ki Trump, şu açıklamalarda bulunmuştu: “Suudi Arabistan'ı biz koruyoruz... Biz olmadan orada iki hafta bile kalamazlardı.”Bunlar geçici açıklamalar değildir, aksine itiraflardır. Nitekim bunlar, onların hayatta kalmalarının meşruiyet veya hesap verebilirliğe değil, aksine Müslüman ülkelerle askeri garantiler ve siyasi itaatle korunan tabi devletler olarak muamele eden yabancı sponsorlara dayalı olan rejimleri ortaya çıkarmaktadır.

Bu ziyaretin çalışma gündemleri, güvenlik garantilere, silah anlaşmalarına ve bölgesel kontrol için Amerika'nın çalışma çerçevesine odaklanmakta olup bunların tamamı, Suudi Arabistan'ın Amerikan ekonomisine bir trilyon dolar pompalama taahhüdüyle desteklenmiştir.Böylece ümmetin devasa serveti, ümmeti yükseltmek, onu güvence altına almak veya güçlendirmek için değil, aksine sömürgeci güçler tarafından desteklenen tahtları korumak için kullanılmaktadır. Bu yatırımlar, ABD'ye olan askeri ve ekonomik bağımlılığı ve ona boyun eğmeyi derinleştirmektedir.

Ayrıca bin Selman, genişletilmiş İbrahim Anlaşmalarına katılmaya hazır olduğunu göstererek, Washington'da formüle edilen siyasi tavizler karşılığında Yahudi varlığıyla normalleşme teklifinde bulunmuştur. Bütün kutsallarla, pazarlığa ve uzlaşmaya açık olarak muamele edilmektedir. Ümmete bırakılan bir emanet olan mübarek topraklar, konferans masalarında alınıp satılan bir pazarlık kozu haline getirilirken ümmetin parası yağmalanıp heder edilmektedir!

İslam beldeleri, muazzam kaynaklara, stratejik coğrafyaya, demografik güce ve askeri kapasitelere sahiptir. Bununla birlikte ümmetin yöneticileri, siyasi bekalarını sağlamak için yabancı ordulara ve pazarlara güvenerek, sanki güçsüz ve güvensizmişler gibi davranmaya devam ediyorlar. Dahası Amerikan ekonomisini kurtarmak için bir trilyon dolar ayırabiliyorlar ancak mazlumları korumak veya ümmetin çıkarlarına hizmet etmek için hiçbir şey ayırmıyorlar!

Bu yöneticilerin sevgi ve sadakatle değil, korku, baskı ve yabancı sömürgecinin desteğiyle hüküm sürdükleri bir sır değildir.İslam beldelerinin dört bir tarafındaki insanlar, onların bu politikalarını reddediyor, yabancı güçlere boyun eğmelerine karşı çıkıyor ve onları adaletin, onurun ve bağımsızlığın önündeki bir engel olarak görüyorlar.Ayrıca ümmet, bu liderlerin kendi arzularını yansıtmadıklarını ve kendi değerleriyle somutlaşmadıklarını çok iyi bilmektedir.Dahası onların tahtlarının, ümmete hizmet ederek meşruiyet aldığından dolayı değil, sadece Amerika ve İngiltere gibi sömürgeci güçler tarafından korunduğu için varlığını sürdürdüğünü de bilmektedir.

İslam ümmeti arasında, gerçek kurtuluş ve gerçek siyasi yenilenmenin, bu bağımlı rejimlerin ortadan kaldırılması ve İslam'a ve onun siyasi otoritesine dayalı bir liderliğin kurulmasını gerektirdiği konusundaki bilincin artırılması gerekir.Zira ümmette güç eksikliği yoktur, aksine ümmette, ideolojik, özgür ve bağımsız bir liderlik eksikliği vardır. İslam beldelerindeki otoriteler, yabancıların gözetimine güvenmek yerine, kendisini ümmet için pekiştirip akidesiyle yönlendirilinceye kadar ümmet, bu tiranların hayatta kalmasının bedelini, paralarıyla, onurlarıyla ve kanlarıyla ödemeye devam edecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit - Amerika

Devamını oku...

Ey Sudan Halkı! Amerika Sudan’daki Savaşının Meyvelerini Toplamak İçin Adımlarını Hızlandırıyor; Darfur’u Bölmesine İzin Vermeyin!

ABD Başkanı Donald Trump, ABD-Suudi Yatırım Forumu’ndaki konuşması sırasında, Prens Muhammed bin Selman’ın Sudan’daki krizin çözülmesini talep ettiğini belirterek, Veliaht Prens’in durumu izah etmesinden yarım saat sonra meseleyi incelemeye başladığını söyledi! Trump, Truth Social sitesinde, savaşı derhal durdurmak için başkanlık nüfuzunu kullanacağını yazdı!

Bunun hemen ardından, Egemenlik Konseyi Başkanı Burhan, X platformunda yaptığı paylaşımda “Teşekkürler Prens Muhammed bin Selman, Teşekkürler Başkan Donald Trump” ifadelerini kullandı. Ardından Konsey, sanki önceden hazırlanmış bir metni okurcasına, “Suudi Arabistan ve ABD’nin barış çabalarını memnuniyetle karşılıyoruz” diyerek teslimiyet bayrağını çekti.

Peki ne oldu da düne kadar seferberlik, milisleri yok etme ve toprakları kurtarma naraları atanlar, bir anda barış güvercini kesiliverdiler? Sudan halkının beklediği barış söylemine eviriverdiler?

Amerika’nın, bizzat körüklediği bu savaşın meyvelerini toplamak istediği apaçık ortada. Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK), Darfur’un tamamını ele geçirmesinin, Kordofan’a yayılmasının ardından Amerika şimdi, ordu ile isyancıları eşit saymak ve aynı masaya oturtmak için Dörtlü İttifak üzerinden dayattığı o kirli planı devreye sokuyor. Bugün Egemenlik Konseyi ve bazı siyasi çevrelerin coşkuyla karşıladığı çözüm, dörtlü mekanizmanın daha önce sunduğu ve orduyla Hızlı Destek Kuvvetleri’ni eşitleyen aynı çözümdür. Amerika’nın bu aceleciliği ise Avrupa’nın, özellikle de İngiltere’nin Sudan’a yeniden nüfuz etmesini engelleme çabasından kaynaklanmaktadır. Avrupa, El Faşir’de işlenen vahşetleri gerekçe göstererek Sudan’a müdahale kapısını aralamak istemektedir. Nitekim ABD Başkanı’nın Danışmanı Massad Boulos şöyle bir tweet atmıştır: “Başkan Trump’ın liderliğinde, insani bir ateşkesi kolaylaştırmak ve şiddeti körükleyen dış askeri desteği taraflar için sona erdirmek amacıyla ortaklarımızla birlikte çalışıyoruz.”

Amerika’nın Sudan savaşını bitirmek için adımlarını hızlandırmasının sebebine gelince; bu, Avrupa’nın ve özellikle İngiltere’nin Sudan’a müdahalesinin önünü kesmek içindir. Zira bu lanetli savaşın sebeplerinden biri de, sözde “Çerçeve Anlaşması”nı ortadan kaldırarak İngiltere ve adamlarını sahneden uzaklaştırmaktı ve bu gerçekleşti de. Avrupa, El Faşir’de işlenen vahşetleri gerekçe göstererek Sudan’a müdahale kapısını aralamak istemektedir. Nitekim Avrupalı bir diplomatik kaynak, 18 Kasım 2025 Salı günü El-Arabi TV’ye verdiği demeçte, AB dışişleri bakanlarının silah ambargosunun tüm Sudan topraklarını kapsayacak şekilde genişletilmesi yönünde baskı uygulayacaklarını vurguladı. Birleşmiş Milletler Acil Yardım Koordinatörü Tom Fletcher, Darfur bölgesine gerçekleştirdiği ziyaretin ardından özellikle El-Faşir şehrindeki durumu “bir korku manzarası ve suç sahnesi” olarak tanımladı.

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, Amerika’nın Sudan’a müdahalesinin oluşturduğu büyük tehlikeye karşı geçmişte olduğu gibi bugün de uyarıyoruz ve uyarmaya da devam edeceğiz. ABD’nin Güney Sudan’ı sözde barış adına ayırdığını biliyoruz. Bugün de aynı yöntemle, yani “savaşı durdurma ve barış” yalanıyla Darfur’u bölmeye çalışmaktadır. Ajanı Hamideti’ye Darfur’da alan açtı ve orada paralel bir hükümet kurmasına göz yumdu. Özel elçisi Massad Boulos ise hâlâ iki taraftan söz ederek Sudan ordusu ile Hızlı Destek Güçleri’ni eşit saymaktadır. Daha önce Sudan hükümeti ile asi milis John Garang arasında da aynı yöntemi izlemişti!

Ey Sudan halkı! Amerika’nın deliğinden iki kez ısırılmayın. Hemen ayağa kalkın ve Rabbinizin size emrettiği gibi İslam’ın hükümlerine dönerek Amerika’nın Darfur’u bölme planını boşa çıkarın. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً“Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Rasûl’e götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” [Nisa 59] Amerika’nın planlarını uygulayanlara engel olun ve onları hakka döndürün. Nübüvvet Metodu üzere Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışın. Hilafet, ülkemizin birliğiyle oynayanların elini kesecektir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Gazze, Güvenlik Konseyi ve Barış Konseyi Kararının Acı Hasadını Topluyor

BM Güvenlik Konseyi’nin kararından sadece birkaç gün sonra Gazze halkı, bu kararın bedelini ödemeye başladı. Yirmi dört saatten kısa bir sürede, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere otuz dört insan şehit düştü. Bunun yanı sıra onlarca yaralı, açlık ve dondurucu soğuk altında can çekişmektedir. İşte bu temiz kanlar; Amerika’ya Gazze Şeridi üzerinde vesayet ve manda yetkisi veren, ona dilediği gibi başları vurma imkânı tanıyan kararın gerçek anlamıdır. Aynı karar, Batı Şeria’daki Filistin halkının kanını, malını ve topraklarını görmezden gelmiş, Yahudi varlığının elini serbest bırakmış, saldırıları Gazze’yi aşarak Lübnan’daki Ayn el-Hilve Kampı’na kadar uzanmıştır. Dahası mücrim Yahudi varlığının başbakanı, sanki kendi toprağıymış gibi Şam topraklarında dolaşmaktadır. Türkiye, Pakistan, Endonezya, Suudi Arabistan, Katar, Mısır, Ürdün ve BAE’deki yöneticiler ise; Güvenlik Konseyi daha karar almadan önce yayınladıkları ortak bildiriyle Yahudilerin elini serbest bırakmışlar, ülkede diledikleri gibi at koşturmalarına izin vermişler, Gazze’yi Trump’ın mülkü kılmışlar ve Gazze halkını da ona ve Yahudi varlığına “Kara Saray’ın” eşiğinde kurban olarak sunmuşlardır.

Ümmet, Gazze’de akan kanı, açlıktan bitkin düşen halkını ve boğucu kuşatmayı gördükçe öfke seline boğulurken, hain yöneticiler suçlu Yahudi varlığıyla el ele yürümekte, sözde kınama ve reddiye açıklamalarıyla ihanetlerini örtbas etmeye çalışmaktadırlar. Ama kuşatma onları rezil rüsva etmiştir, zilletlerini açığa çıkarmış, Yahudi varlığına giden silah ve mühimmatlar onları ele vermiştir.

Artık yüzlerindeki ihanet peçesi düşmüştür! Amerika ve Yahudilere Gazzeli mücahitlerin silahını ve halkının kanını teslim ederek İslam’a savaş açmışlardır. Gazze’yi Amerikan vesayetine teslim etmişlerdir. Bu kadar cürümden sonra susmak olur mu? Susmak, onların suçuna ortak olmak ve rıza göstermek anlamına gelmez mi?

Gazze’de ölüm daha da yaygınlaşmadan ümmetin ve ordularının harekete geçmesi farzdır. Hatta İngiliz postalları bu topraklara değdiği gün harekete geçilmesi farzdı! Dökülen her damla kan, orduların gecikmesinin sonucudur. Harekete geçilmeyen her gün, Filistin halkı için ölüm, açlık ve kahır demektir.

Artık iş haddi aşmış, bıçak kemiğe dayanmıştır. Yöneticiler Gazze’yi, halkını, tüm Filistin’i ve kutsallarını yok pahasına satmışlardır. Artık Ümmetin öfkesi bir volkan gibi patlamalı! Bu öfke tüm ihanet planlarını yakmalı, tüm vesayet kararlarını eritmeli ve Müminlere düşmanlık eden rejimlerin tahtlarını söküp atmalıdır. Bu öfkeyi ancak Mescid-i Aksa’da kılınacak Özgürlük Namazı ve Mescid-i Aksa’nın yeniden İslam’ın ve ordusunun gölgesi altına girmesiyle Allah’a yapılacak şükür secdesi söndürmelidir!

O gün gelene kadar, ümmeti ve orduları harekete geçirmek için çırpınan sadık kullar müstesna kimse bu yüz üstü bırakma günahından kurtulamayacaktır. O şehit kanları, o korku içindeki canlar ve Mescid-i Aksa, yarın Allah’ın huzurunda duracak ve haklarını alana kadar bu ümmetten davacı olacaklardır!

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا * ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ“Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları yere batırmıştır. Kâfirlere de onların benzeri vardır. Bu, Allah’ın, inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince, onların yardımcıları yoktur.” [Muhammed 10-11]

Devamını oku...

Kapitalist Sistemde Bankalar: Hakikati, İşlem Gerçeği ve Şer’î Hükmü

Resmi kurumların mevcut bozuk mali düzeni aklamak için çırpındığı bir dönemde, Mısır Fetva Kurumu’ndan (Darul İfta) şaşırtıcı bir açıklama geldi: Bankalarla işlem yapmak ve onlardan faiz almak şer’î olarak caizdir. Aynı şekilde bu faiz gelirlerini mubah olan harcama kalemlerinde kullanmak da caizdir” Bu tehlikeli fetva, faizciliğin (Riba) önünü açmakla kalmıyor, İslam’ın faiz konusundaki kesin yasağı ile faize “kâr payı” veya “hizmet bedeli” diyerek makyaj yapan kapitalist sistem arasındaki uçurumu da gözler önüne seriyor.

Kapitalist sistemde bankalar, ekonomik yapının temel bir parçasını oluşturur. Bu kurumlar, sistemin bireysel kârı maksimize etme, sermaye sahiplerini güçlendirme ve toplumları ekonomik bağımlılık ile siyasi hegemonyaya yol açan borçlara boğma felsefesine hizmet etmek için kurulmuştur. Bu nedenle, bankaların şer’î hakikatini anlamak, bu sistemin kendisini, yaptığı sözleşmelerin doğasını ve insanların hayatı üzerindeki etkilerini anlamaktan bağımsız değildir. Buradan açıkça görülmektedir ki kapitalist bankalar, şeri sözleşmelere göre işlem yapan gerçek kurumlar değildir; şeri olmayan bir anlayış üzerine bina edilmiş ve aslı itibarıyla haram olan işlemlerle, özellikle de fazl ve nesîe ribasıyla iş gören araçlardır.

Hukuken bankalar “Tüzel Kişi” sayılır. Yani gerçekte var olmayan, hayali bir varlıktır. İnsan, tanınan gerçek bir tüccar veya mal sahibiyle muhatap olduğu gibi onlarla muhatap olmaz. Tüzel kişilik, sorumluluğu parayı yöneten bireylerden alıp kuruma yükleyen beşerî bir hukuk kavramıdır. Görünüşte teknik gibi duran bu fikir şer’î olarak son derece tehlikelidir. Çünkü İslam’da akitler, ehliyet sahibi olan, zimmetleri (borç sorumluluğu) bulunan ve rıza, kabul ve icapları ile sorumlu tutulabilen gerçek taraflar arasında yapılır. İnsanları bağlayan, üzerine hak ve sorumluluklar yüklenen ve işlemlerinin şer’î olarak geçerli sayıldığı hayalî bir varlığın icat edilmesinin ise şeriatla hiçbir ilgisi yoktur.

İşte bu tüzel kişilik anlayışı, bankaların kendilerine emanet edilen ve belirli bir sahibi olmayan paralarla işlem yapmasına ve insanların hiçbirinin gerçek anlamda garantör sorumluluğu üstlenmediği sözleşmeler akdetmesine olanak tanımıştır. Bu durum, bu sözleşmelerin birçoğunu, hem taraflar arasında gerçek bir akdin bulunmaması hem de şeriatın muamelelerin sıhhati için zorunlu kıldığı şartları ihlal etmesi sebebiyle batıl kılar.

Uygulamada ise kapitalist bankalar, üretken yatırıma veya risk ortaklığına dayanmazlar. Aksine, kuruluşlarından bu yana temel faaliyetleri olan önceden belirlenmiş artışla borç verme esasına dayanırlar. Bankalar, mevduat sahiplerinden sabit bir getiri vaadiyle para alırlar, sonra bu parayı daha yüksek bir getiriyle bireylere, şirketlere veya devletlere borç verirler ve aradaki farkı kendilerine kâr olarak alırlar. Dolayısıyla, bu finansal işlemin hakikati, şartlı bir fazlalık karşılığında verilen bir borçtur ki bu, şeriatın Kur’an, Sünnet ve Sahabe icması ile kesin olarak haram kıldığı faizin ta kendisidir. Önceden belirlenmiş sabit getiri, değişmez, banka kâr veya zarar ediyor bakılmaz. Kar, gerçek bir yatırım faaliyetine veya risk ortaklığına bağlı değildir. Aksine sadece anapara üzerine şart koşulmuş bir fazlalıktır ve bu da şeriatın kesin nasslarla (delillerle) haram kıldığı vade faizinin (riba’n-nesîe) tanımıdır.

Bazıları, banka getirilerinin faiz olmadığı, çünkü bunların “yatırım kârı” olduğu ve bankanın bu paraları projelerde “yatırım” yaparak mevduat sahibine kârından bir pay verdiği fikrini yaymaktadır. Bu görüş, birkaç yönden çürüktür:

1- Getiri önceden belirlenmiştir. Oysa İslam’da kâr, faaliyet gerçekleşmeden önce bilinemez; aksine, kâr gerçekleştikten sonra anlaşılan bir orana göre dağıtılır. Faiz ise yatırımın sonuçlarından bağımsız, sabit bir miktardır.

2- Ortaklık sözleşmesi yoktur. Mevduat sahibi ne bir ortaktır ne bir mudârib (emek-sermaye ortağı) ne de projeden bir hisse sahibidir. İlişkiyi ispatlayan tek delil, para yatırma makbuzudur. Bu, mudârebe (emek-sermaye ortaklığı) sözleşmesi olarak kabul edilemez. Çünkü mudârebe, kâr ve zarar ihtimaline dayanırken, banka hem anaparayı hem de faizi garanti eder.

3- Banka anaparayı garanti eder. Bir ortak veya mudârib tarafından anaparanın garanti edilmesi, sözleşmeyi şer’î olarak fasit kılar. Çünkü garanti, ortaklığı borca dönüştürür ve eğer borçla birlikte bir menfaat şart koşulursa bu faiz olur.

4- Gerçek bir yatırım asla yoktur. Bankaların paralarının çoğu, başka müşterilere borç olarak verilir veya borçlanma araçlarına yatırılır; ortaklık hükümlerine tabi olan üretken yatırımlara değil.

O halde, banka getirilerinin faiz olmadığı iddiası, sadece haram olan bir şeyin adını değiştirme çabasından ibarettir ki bu, onun hakikatinden hiçbir şeyi değiştirmez. Riba, şer’î açıdan haram olmasının yanı sıra, fiiliyatta da yıkıcı sonuçlar doğurur: Serveti küçük bir azınlığın elinde toplar, bireyleri ve devletleri borç batağına sürükler, toplumu bir alacaklı ve bir borçlu sınıfına ayırır ve parayı zenginler arasında dolaşan bir meta haline getirir. Bu gerçekler teori değil, Müslüman ülkelerde yaşanan bir vakıadır. Öyle ki devletler uluslararası bankalara rehin olmuş, insanlar tüketim, konut ve eğitim kredileriyle kuşatılmıştır. Bankalar, ekonomiye hizmet eden kurumlar değil, küresel sermayeye hizmet edecek şekilde serveti emen ve yeniden dağıtan, Müslüman ülkeleri Batılı kurumların yönettiği uluslararası finans sistemine sürekli bağımlı kılan araçlardır.

Ey Kinane halkı! Ümmetin karşılaştığı en büyük tehlike yoksulluk ya da hayat pahalılığı değildir. Asıl tehlike, ribanın helal kisvesiyle sunulmasıdır. İnsanlara Allah’ın açıkça haram kıldığı fetva veya bir açıklama ile caiz olduğu söylenmesidir. Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin ve Rabbinizin hükümlerini, hükümdarların rızasını Allah’ın rızasının önüne koyanlardan almayın. Kimden fetva aldığınıza iyi bakın, çünkü fetva makamına oturan herkes buna ehil değildir. Her sarıklı âlim değildir, her fetva veren doğru söylemez!

Ey Ezher alimleri! Ey Allah’ın açıklama emanetini yüklediği kimseler! Allah, hakkı açıklayacağınıza ve onu gizlemeyeceğinize, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağınıza dair sizden söz almıştır. Faizi meşrulaştırmak için fetvayı kullanan bir sistemin borazanları olmayın ve Allah’ı gazaplandıran fetvalar vermeyin. İslam devletini kurmaya, insanları kapitalizmin tasallutundan kurtarmaya davet edenler olun; ümmetin boyun eğmesi istenen bozuk bir düzeni meşrulaştıranlar değil.

Şüphesiz ümmet sizden, kalpleri diriltecek ve dinine olan güvenini tazeleyecek dosdoğru bir söz bekliyor. Sizden, bildiğiniz hakka, vahyin gösterdiği yola ve yüklendiğiniz emanetin gereğine uygun bir duruş bekliyor. Öyleyse İslam’ı tatbik etmek ve onun devletini kurmak için çalışanların öncüleri olun. Umulur ki Allah sizinle kalpleri fetheder de, vaat edilen Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet devleti kurulur.

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَـئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” [Bakara 159]

Devamını oku...

Mücrim Yahudi Varlığı Ayn el-Hilve Kampı’nda Yeni Bir Katliam Gerçekleştirdi!

Amerika’nın Lübnan ve bölgede yürüttüğü, hakikatte teslimiyet ve boyun eğmek anlamına gelen barış ve normalleşme sürecinin gölgesinde; gaspçı mücrim Yahudi varlığı, Amerikan silahları, Avrupa mühimmatı, Yahudi elleri ve resmi Arap suç ortaklığıyla, 18 Kasım 2025 Salı günü Güney Lübnan’ın Sayda kentinde bulunan Ayn el-Hilve kampındaki bir stadyum ve spor kulübünü bombaladı. Yahudi varlığının suçlu tabiatını ve Müslümanlara olan düşmanlığını teyit eden bu vahşi saldırıda on beş kişi şehit düştü, onlarca sivil çocuk ve genç de yaralandı.

Burada Yahudi varlığıyla barış ve müzakere söylemini ağzından düşürmeyen ve bunu Lübnan ile Yahudi varlığı arasında yaşanan sorunun yegâne çözümü olarak gören Lübnan yönetime söylenecek çok şey vardır. Bu iktidarın, kamplarda ve dışında silahları toplamak için nasıl bir acele ve hevesle hareket ettiği ve “mekanizma” denilen yapı üzerinden Amerika ve Yahudi varlığıyla nasıl iş birliği yaptığı herkesin malumudur! Bunca taviz ve çabaya rağmen Yahudi varlığı, hiçbir anlaşmayı tanımamakta, her türlü koordinasyonu hiçe saymaktadır. 27 Kasım 2024’teki ateşkes sonrası İHA saldırıları ve bombardımanlar sonucu öldürülen ve yaralananların sayısı bini aşmıştır. Katliamlarına devam eden bu mücrim varlık, Ayn el-Hilve kampında, “kendisine saldırmak için eğitim aldıkları” bahanesiyle hayatlarının baharındaki gençlere yönelik yeni bir katliam gerçekleştirmiştir! Ardından da hiç tereddüt etmeden Güney Lübnan’daki bölgeleri tehdit etmekte, oraları da vuracağını söylemektedir!

Yahudi varlığının bu nitelikteki bir saldırısı, Filistin kampları dosyasını kanlı bir şekilde açma planının bir parçasıdır. Lübnan otoritesini ve onların peşinden koşturan partileri, bu yolda yürümenin veya bu tuzaklara düşmenin vahim sonuçları konusunda uyarıyoruz.

Ey Lübnan otoritesi! Barış ve müzakere dediğiniz bu mudur? Barış ve normalleşme aradığınız varlık bu mu?!

Bu katliam karşısında şunları açık ve net bir şekilde vurguluyoruz:

Birincisi: Sivillere insanlara saldırmak, korkutmak ve evleri başlarına yıkmak, terördür, suçtur; bu, yeryüzündeki fesat ve ifsadın en şiddetli biçimlerindendir.

İkincisi: Mazlumları korumak ve saldırıyı defetmek şer’i bir farzdır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75] Bu, devletin, orduların ve mücrim varlığı çevreleyen ülke ordularının sorumluluğudur!

Üçüncüsü: İşgalciyi caydırmak; bugün Lübnan da dahil olmak üzere işlevsel devletlerin yaptığı gibi kınamakla olmaz. Ne hastalığın ve belanın başı olan büyük devletlere yalvarmakla, ne de kurulduğu günden beri İslam’a ve Müslümanlara düşman olan Birleşmiş Milletler’den yardım istemekle de olmaz.

Dördüncüsü: Eğer İslam ülkeleri Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın emrettiği gibi tek bir devlet olsaydı, İslam ümmeti, topraklarımızdan herhangi bir karışına yahut devletin tebaasından herhangi bir ferdine yönelik her türlü cüretkâr saldırıya karşı derhal harekete geçerdi. Saldırganların akıbeti ise, saldırıya uğrayan bir kadının yardım çığlığı üzerine Amuriye’yi fetheden Müslümanların Halifesi Mu’tasım’ın yaptığı gibi olurdu.

Beşincisi: İslam beldelerinde onları bir arada tutan Osmanlı Hilafeti’nin enkazı üzerinde çok sayıda devletin türemesi; bu devletlerin cahiliye vatanperverliğini kökleştirmesi, beşeri anayasaları kutsaması, hayali sınırlar uydurması ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağı yerine cahiliye bayrakları edinmesi; düşmanların, başkalarının iç işlerine karışmama bahanesiyle diğer devletlerin yardıma gelmemesi nedeniyle her ülkeyi tek tek avlamasına yol açmış ve bugün yaşadığımız zillet ve gevşekliğe sebep olmuştur.

Müslümanların artık birleşmelerinin ve Hilafeti yeniden kurmalarının zamanı gelmiştir. Tek kurtuluşları Hilafettir. Hilafet ülke ve kullarına koruyacak, düşmanları yok edecek, İslam’ı dünyaya taşıyacak ve insanları sömürgeciliğin ve kapitalizmin karanlıklarından İslam’ın aydınlığına, kulların zulmünden Alemlerin Rabbinin adaletine çıkaracaktır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER