Pazar, 01 Recep 1447 | 2025/12/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Yeni Bir Yüzüstü Bırakma Olayı Daha: İki Yıl Boyunca Soykırım Altında Bırakıldıktan Sonra Gazze Halkı Şimdi de Soğuktan Ölüyor!

İşgal altındaki Filistin’de felaketler birbirini izliyor. Her şey Halifenin; “Filistin, atalarımın kanıyla sulanmış bir topraktır... Eğer bir gün Hilafet Devleti yıkılırsa, o zaman Filistin’i bir bedel ödemeden alabilirsiniz” dediği o Hilafet Devleti’nin yıkılmasından sonra başladı. Hilafetin yerini İngiliz işgali (sözde manda) aldı ve o günden bu yana, İngiltere’nin var ettiği, bugün ise Batı’nın para, silah, teknoloji ve her türlü güçle desteklediği gaspçı Yahudi varlığı, Mübarek Toprak halkını katletmeye devam etmektedir. Küçük-büyük demeden zulmetmekte, esirlerini ölüm ve idamla tehdit etmektedir. Dünya ise sadece izlemektedir.

Gazze yıllardır kuşatma altındadır ve şimdi de her türlü tasavvuru aşan vahşi bir bombardımanla karşı karşıyadır. Yetmiş bini aşkın şehit verildiği hâlde İslam ümmeti, ordularıyla ve âlimleriyle, tıpkı bir körün izlediği gibi izlemekte, yaralı kadınların çığlıklarını bir sağırın duyduğu gibi duymaktadır!

Yıllarca süren kuşatmaya, iki yıl boyunca süren bombardımana, evlatların ve eşlerin katledilmesine rağmen Gazze’nin Hansaları (metanet sahibi kadınları), hiçbir yardımcıları olmaksızın, eşsiz bir metanetle kahramanlık destanları yazmışlardır. Bugün bile hala; şehit annesi, şehit eşi, uzuvları kopmuş veya enkaz altında kaybolmuş çocukların annesi ya da esir düşmüş bir kocanın eşi olarak acı çekmeye devam ediyorlar...

Sadece kâğıt üzerinde kalan sözde savaşı durdurma iddialarından sonra bile, arabulucular, yöneticiler ve müzakereciler hala Gazze’ye komplo kurmaya devam ediyorlar. Mesele artık sadece yüzüstü bırakma veya yardımsız bırakma meselesi değildir; aksine mesele bir komplo meselesidir. Kuşatmayı tamamlıyorlar, temel yaşam maddelerinin girişini engelliyorlar, Gazzeli erkeklerin, kadınların, çocukların her gün yükselen feryatlarına karşı en ufak bir tepki bile göstermiyorlar. Kış mevsiminin gelmesiyle birlikte Gazze kelimenin tam anlamıyla dev bir göle dönüşmüş durumda; ancak bu göl titreyen bedenlerle ve dünyanın “sıcaklık verir” diye kendi vicdanını avuttuğu un çuvallarından bozma çadır kalıntılarıyla dolu bir göldür! Bu göl, şiddetli soğuktan dolayı göğe yükselen çocukların gözyaşlarıyla; çaresiz kalan ve çocuklarını bu ölümcül soğuktan korumak için hiçbir yol bulamamanın kahrıyla ağlayan yaralı annelerin ve babaların gözyaşlarıyla dolu bir göldür!

Ey Peygamberi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i مَا آمَنَ بِي مَنْ بَاتَ شَبْعَانَ وَجَارُهُ جَائعٌ إِلَى جَنْبِهِ وَهُوَ يَعْلَمُ بِهِ“Yanındaki komşusu açken kendisi tok yatan kimse bana iman etmemiştir” buyuran Ümmet! İslam beldelerinin kalbindeki Gazze halkı aç ve susuzdur. Dahası soğuktan ölmektedirler. Bugün itibariyle, aralarında 6 çocuğun da bulunduğu 14 mümin can, şiddetli soğuk nedeniyle şehit olmuştur. Alçak basınç ve yağan şiddetli yağmurlar nedeniyle Gazze şehrinin çeşitli mahallelerinde yaklaşık 15 ev çökmüştür. Sivil savunma ekipleri hala yüzlerce çağrı ve yardım talebiyle mücadele ediyorlar. Sivil savunma ekipleri, yerinden edilmiş insanların sığındığı 27 binden fazla çadırın sular altında kaldığını, sel sularına kapıldığını veya şiddetli rüzgârla uçup gittiğini bildirdi.

Gazze halkı lisan-ı haliyle “Bizi bombardımanın şiddetinden kurtarmadınız, peki soğuğun şiddetinden ölmekten kurtaracak mısınız?” diye haykırmaktadır. Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları olarak biz, ölmeyen bu ümmete bir yardım çağrısında ve feryadında bulunuyoruz: “Vehin elbisesini çıkarıp atmanın, ayaklanmanın ve işleri aslına (izzet dolu eski günlerine) döndürmenin hala vakti gelmedi mi? Gazze izzet fişeğini ateşledi; peki siz neden Gazze’nin ellerini kestiniz de ateşlediği izzet fişeğini tamamlamadınız?!”

Şüphesiz bu çağrı, iman eden bir topluluğadır. Gazze’nin şehitleri Allah’ın rahmetindedir. Sakın Gazze’yi daha fazla yüzüstü bırakmayın, yoksa Allah’ın rahmeti sizi aşıp başkalarına ulaşır!

إِنَّفِيهَذَالَبَلَاغاًلِقَوْمٍعَابِدِينَ“Şüphesiz bunda Allah’a kulluk eden bir toplum için yeterli bir mesaj vardır.” [Enbiya 106]

Devamını oku...

Sudanlı Kadınlara Yönelik Sistematik Cinsel Şiddet, Müslüman Kadının Onurunu Dert Edinen Bir Devletin Yokluğunda Hiçbir Karşılık Görmüyor

11 Aralık Perşembe günü, Afrika Boynuzu Kadınları İçin Stratejik Girişim (SIHA) örgütü, Sudan’da savaşın başladığı Nisan 2023’ten bu yana 14 eyalette kadınlara yönelik yaklaşık 1300 cinsel şiddet vakasını belgelediğini ve bu vakaların %87’sinden Hızlı Destek Güçleri’nin sorumlu olduğunu bildirdi. Kadınlara yönelik cinsel şiddeti çatışmada sistematik bir silah olarak niteleyen örgüt, bunun “yaygın, tekrarlanan, kasıtlı ve çoğu zaman hedef gözeten” bir nitelik taşıdığını vurguladı. Belgelenen olayların dörtte üçünü tecavüz vakaları oluştururken, mağdurlar arasında yaşları henüz dördü bile bulmayan 225 çocuk da yer alıyor. Evlerde ve halka açık yerlerde gerçekleşen bu dehşet verici olaylar, kadınların uzun süre alıkonularak işkenceye, toplu tecavüze ve zorla evlendirilmeye maruz bırakılmasını da kapsamaktadır.

7 Aralık Pazar günü Sudanlı tıbbi kuruluşlar, geçtiğimiz Ekim ayında Darfur’daki El Faşir kentinde Hızlı Destek Güçleri’nden kaçmaya çalışan onlarca çocuk ve kadının cinsel saldırı ve tecavüze uğradığını bildirdi. Bu yıl Mayıs ayında Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü, yalnızca Güney Darfur bölgesinde, Ocak–Mart ayları arasında 659 cinsel şiddet mağdurunun tedavi edildiğini, bunların üçte ikisinden fazlasının tecavüze uğradığını açıkladı. Kuruluşun acil durum koordinatörü Claire San Filippo durumu şöyle özetledi: “Kız çocukları ve kadınlar hiçbir yerde kendilerini güvende hissetmiyorlar. Evlerinde, şiddetten kaçarken, yiyecek tedarik ederken, odun toplarken ve tarlalarda çalışırken saldırıya uğruyorlar. Bize kendilerini kuşatılmış hissettiklerini söylüyorlar.”

Sudan’daki kız kardeşlerimizin bu çatışma sırasında yaşadıkları; çocuklarının ve akrabalarının gözü önünde tecavüze uğramaları, aç bırakılmaları, işkence görmeleri ve milislerin elinde her türlü insanlık dışı muameleye maruz kalmaları tarif edilemez bir dehşettir. Bu sistematik cinsel şiddet; Filistinli bacılarımızın Yahudi hapishanelerinde yaşadıklarını, Rohingyalı bacılarımızın Myanmar güçlerinin ellerinden çektiklerini, Keşmirli bacılarımızın Hint işgal askerleri tarafından maruz kaldıklarını ve Uygurlu bacılarımızın Çin rejiminin toplama kamplarında yaşadıklarını hatırlatmaktadır...

Oysa Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem, İslam tarihinde Müslümanlara, Müslüman kadının onurunun ne kadar büyük bir değer taşıdığını ve her daim korunmasının ne denli hayati olduğunu açıkça göstermiştir. Nitekim Medine’de kurduğu devlette, tek bir Müslüman kadına yapılan hakaret sebebiyle Yahudi Benî Kaynukāʿ kabilesini bütünüyle şehirden sürmüştür. Geçmişteki Müslüman liderler de, Müslüman kadının namusunu savunma konusunda Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in izinden gitmişlerdir. Ammuriye’de (Türkiye) Romalılar tarafından esir alınıp hakarete uğrayan tek bir kadın için ordu sevk eden Halife Mutasım ve Hindu kralı zalim Raca Dahir tarafından hapsedilen bir grup Müslüman kadını kurtarmak için Muhammed bin Kasım komutasında devasa bir ordu gönderen Halife Velid bin Abdülmelik bunun en şanlı örnekleridir.

Ümmet olarak; dünyanın dört bir yanında kız kardeşlerimizin onurunun geniş çapta çiğnendiği, bedenlerinin savaş silahı olarak kullanıldığı, buna rağmen İslam beldelerindeki hiçbir devletin, hiçbir yöneticinin veya hiçbir ordunun kılını bile kıpırdatmadığı bu hale nasıl geldik?!! Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

الإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْؤُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur”

Bugün, Halifenin ve İslami yönetim sistemi olan Nübüvvet metodu üzere Hilafetin yokluğunda Müslüman kadın, kanını ve onurunu koruyacak bir çoban olmaksızın her türlü yozlaşmış gücün avı hâline gelmiştir. Ülkelerimizin, sömürgeciliğin dayattığı yapay sınırlarla ulus devletlere bölünmesi, bizi öylesine parçaladı, öylesine zayıf düşürdü ki, kız kardeşlerimizi savunmak için harekete geçecek tek bir devlet bile bulamaz olduk!

Müslümanlar olarak; kız kardeşlerimizin çektiği sıkıntılara sadece gözyaşı dökmek veya hallerine üzülmek yeterli değildir. Aksine Allah Subhânehu ve Teâlâ bizi Hilafet’i kurmak için çalışmakla yükümlü kılmıştır. Hilafet, kız kardeşlerimizin yaşadığı bu kabusa son verecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَالَّذِينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ إِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الْأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ“Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz onu (Allah’ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” [Enfal 73]

Devamını oku...

Ey İslam Ümmeti! Acil Yardım Çağrısı!

Gazze’nin kadınları ve çocukları feryat ediyor… Sudan’ın kadınları ve çocukları şikayet ediyor... Doğu Türkistan’daki Uygur kadınları ve çocukları acı çekiyor ve feryat figan ediyor... Dünyanın dört bir yanında Müslüman kadınlar ve çocuklar “Yardım edecek kimse yok mu? Çağrıya icabet edecek, imdada koşacak kimse yok mu?” diye birbiri ardınca çığlık atıyorlar

Ey insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet! Sana ne oldu böyle? Hasta olan bedenini izliyor ama parmağını bile kıpırdatmıyorsun! Her yerde çocuklarının zayıf düşürüldüğünü, ezildiğini, kanlarının ve ırzlarının çiğnendiğini görüyorsun da neden hâlâ harekete geçmiyorsun?!

Gazze’nin evlatları soğuktan ölüyor, katlediliyor, yerlerinden ediliyor; aç ve açıkta geceliyorlar; dünya ise onların feryatlarına kulaklarını tıkamış durumda! Sudan halkı diri diri gömülüyor, onlara ve kadınlarına türlü işkenceler reva görülüyor! Doğu Türkistanlı Müslümanlar ise komünizm ile en şiddetli ve en çetin savaşlarından birine tanıklık ediyorlar! Komünizm onları dinlerinden döndürmeye ve çocuklarını İslami köklerinden koparmaya çalışıyor!

Peki siz neredesiniz? Artık tüyler ürpertici sahnelere ve haberlere alıştınız mı? Yoksa evlatlarınızın damarlarındaki kanlar dondu mu? Din kardeşliği, onurlara duyulan düşkünlük, onurları ve toprakları savunma seferberliği artık evlatlarınızı harekete geçirmiyor mu?!

Ey İslam ümmeti! Dünyanın her köşesinde evlatlarınız, dinlerine karşı bir savaş yürütüldüğüne tanıklık ediyorlar. Kapitalist küresel nizamın başındakiler, onları kendi laik uygarlıklarında asimile etmek ve İslami mefhumlarını yok etmek istiyorlar. Bu savaşın bir “Uygarlıklar Savaşı” olduğu apaçık ortadadır. Şayet İslam uygarlığına yardım etmezseniz, durum daha da kötüleşecek; daha fazla acıya ve daha büyük kayıplara şahit olacaksınız.

Ey İslam ümmeti! Düşmanlarınız, gücünüzün; Rabbinizin Kitabı’na, Peygamberiniz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine dönmekte ve tüm Müslümanları bir araya getiren, onları savunan bir Devletin gölgesinde bunlarla amel etmekte yattığını gayet iyi biliyor. İşte bu yüzden düşmanlarınız, halihazırdaki iğrenç sınırları korumak için gece gündüz uykusuz kalıyorlar; Ümmetin birliği ve bütünleşmesi önünde aşılmaz bir set olarak kalması için o sınırları korumaya çalışanları başa getiriyorlar.

Ey İslam ümmeti! Bedeninizden bir uzvun çektiği onca acıdan sonra diğerinin acı çektiğine, diğer uzuvlarınızın o uzvu savunmaya ve kendisini ya da diğerlerini tehdit eden illetlere ve tehlikelere karşı koymaya güç yetiremediğine, çünkü bu uzuvların parçalanmış ve zayıf düşmüş olduklarına, güçleri ve izzetlerinin kaynağı olan Rablerinin şeriatını terk ettiklerine tanıklık ediyorsunuz.

Ey insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet! Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları olarak biz; her yerdeki ümmetimizin başına gelen acılara yüreğimizle ortak oluyoruz. Allah’ı şahit tutarız ki; onların çektiği acıları biz de çekiyor, onların Allah’tan yardımını, hakimiyetini ve İslam’ın adalet, insaf ve rahmetiyle hayatımızı aydınlatan ve yöneten bir nizam (metot) olarak geri dönmesini dilediklerini biz de diliyoruz.

Ey İslam ümmeti! Çağrımıza kulak vereceğinizi; hak sözü söylemeleri, zihinleri aydınlatmaları ve insanlara kurtuluş yolunu göstermeleri için âlimlerimizi ve hatiplerimizi harekete geçireceğinizi umuyoruz... Sizden, subay ve asker evlatlarınızı, bu dine yardım etmek ve Allah’ın kelimesini yüceltmek için hep birlikte harekete geçmeye teşvik etmenizi istiyoruz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ“Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar.” [Muhammed 7]

Allah’ım, şahit ol! Bizler, İkinci Raşidi Hilâfet Devleti’ni ikame etmek için samimiyetle çalışanlarla birlikte çalışıyor ve onlarla birlikte gayret ediyoruz. Hilafet, ümmetimizin her yerde yaşadığı acılara son verecek, onu ve hâkimiyeti altında yaşayan herkesi koruyacaktır. Allah’tan amelimizi kabul buyurmasını, bizi muvaffak kılmasını ve alemlere rahmet olarak Hilafetin kuruluşunu hızlandırmasını niyaz ediyoruz.

Devamını oku...

Yanlış Bilinç ve Köleliğin Üretilmesi!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Yanlış Bilinç ve Köleliğin Üretilmesi!

Şehirlerden birinde aniden herkes gülümsedi; ama mutlu oldukları için değil, aksine şehir merkezindeki ekranlardan birinde şu ifadenin yazlı olduğu için: “Gülümseyin, çünkü siz özgürsünüz.”Bu şehirde biri çıkıp da haykırmıyor, protesto etmiyor, çizilmiş çerçevenin dışında düşünmeye cesaret edemiyor ve neden diye sormuyor? Kısacası, o da sürünün fertlerinden biridir.

Bu, hayali bir hikayenin başlangıcı değildir, aksine her gün Batı'nın gizli iplikleriyle yeniden dokunan bir gerçekliktir; bu gerçeklik, köleliği bir tercih, cehaleti bir kanaat, zulmü bir kanun, aşağılanmayı bir hikmet, zulme razı olmayı bir gerçekçilik ve boyun eğmeyi de ulusalcılık olarak gören programlanmış zihinler üretmektedir.

İşte hikaye burada başlıyor…

Halklar üzerinde egemenlik kurmanın en tehlikeli aracı olan yanlış bilinç kullanılarak köleliği üretenin bir hikayesi; bu yanlış bilinç, kölenin gerçekliği başkalarının gözüyle görmesini, onun düşünmesi gerektiği gibi düşünmesini ve özgürlük yanılsaması içinde yaşamasını sağlarken köle bir sürü gibi yönlendirilmekte, düşünmekten korkmakta, otoriteyi kutsamakta, haklarını talep etmemekte ve Allahu Teala'nın şu kavlinin doğruluğuna teslim olmuşçasına değişimden kaçmaktadır: بَلْ قَالُوا إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءَنَا عَلَىٰ أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَىٰ آثَارِهِم مُّهْتَدُونَHayır hayır! Onların dedikleri şundan ibarettir:Biz babalarımızı bir inanç üzerinde bulduk, elbette biz onların izlerinden giderek doğru yolu buluruz.” [Zuhruf 22]

Gerçekleri çarpıtan, halkları uyuşturan ve köleyi zincirine razı olmaya, dahası zincirde bir güvenlik gördüğü için onu savunmaya ve alkışlamaya iten bir bilinç; bu bilinç, düşmanlarının türettiği bir dünyada yaşar ama onun kendi ürettiği bir dünya olduğuna ikna olmuştur; burada, yani bu dünyada özgürlük, bir telefon veya ev satın almaya ya da cinsiyetini veya dinini değiştirmeye indirgenirken isyan etmek ise ihanet olarak kabul edilmektedir; yani değerlerin hak olana değil, güce hizmet edecek şekilde yeniden tanımlandığı bir dünyadır.

Bir gün olsun “Kölenin kölesi de köledir” ifadesini hiç düşündünüz mü? Zira yönetici Batı'nın kölesidir ve halklar da, medyamızın yalanı tekrarlandıkça gerçeğe dönüştürmek, zihinleri gerçekliğe razı etmek ve değişimden korkmak için programlanmış bir platform haline getiren yöneticinin kölesidir; çünkü sonuçları meçhul olduğu için korku bir kültür haline gelmiş ve medya ise bizi, Batı'yı taklit ve takip edilmesi gereken ideal bir model olarak süslediği sahte bir gerçekliğe dayalı Batı anlatılarıyla boğmakta ve İslam'ı ise aşırılıkçı, geri kalmış ve çağımıza uygun olmayan bir din olarak göstermeye odaklanmaktadır. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَŞeytan onlara yaptıklarını güzel göstererek onları doğru yoldan alıkoymuş, bundan dolayı da doğru yolu bulamıyorlar.” [Neml 24]

Camilerimizi gerçek içerikleri boşaltılmış ve azgınlığı kabul etmeye ve zalim de olsa ve Allah'ın şeriatını uygulamasa da (emir sahibine) itaat etmeye davet eden dini sloganları atmak için minberler haline getirilmiştir; tıpkı işgalciye karşı cihadı bir yıkım ve teslimiyeti de bir refah olarak gören otoritenin ölçülerine göre tasarlanmış dini söylemlerin yükseltilmesi gibi. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللَّهِ (Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar) da rahiplerini rabler edindiler.” [Tevbe 31]

Üniversitelerimize gelince; artık ezberleyen ama anlamayan, takip eden ama sorgulamayan, iş ve evliliğin peşinden koşan nesiller, yani verimli olmaktan ziyade bir yük haline gelen nesiller mezun etmektedir.

Hayallerimiz, dünyevi ayrıntılar içinde boğulmuş yüzeysel bir tüketimcilik haline gelmiş olup yüce hedefler taşımamakta, aksine gerçekliğe teslim olmuştur.

Böylece ağıl bu dört temel üzerine inşa edilmiştir; böylece de sürü, zorla değil de razı olduğu, dahası gerçekliğine ikna olduğu, kendisini özgürleştirmeye yönelik her türlü girişimi reddettiği, hatta gardiyanını savunduğu tam bir halkanın içinde yönlendirilmektedir; hatta gerçekliğinden şikayet etse bile, sahte gerçekliğini formüle edeni suçlamak yerine kendini suçlamaya ve cezalandırmaya başlamıştır!

İşte bu dört temelin yıkılması, teslim olmayı değil sorgulamayı canlandırmak, indoktrinasyon (katiyen eleştiri ve tartışma kabul etmeyen bir öğreti biçimi) yerine eleştirel bilinci yaymak, dini yabancılaştıranlardan ve evcilleştirenlerden geri almak ve insanı köleleştirmek yerine özgürleştiren İslam Devleti projesini yeniden elde etmek yoluyla bu halkayı kıracaktır. Davet taşıyıcıları olarak bizim gerçek mücadelemiz, saha üzerine değil, aksine bilinç üzerine olmalıdır. Zira bir cahil eğitilebilir ama yoldan saptırılmış bir kişi daha tehlikelidir; çünkü o bir cahil değil, aksine köle olmasına rağmen özgür olduğunu zannetmeye sevk eden ve zalimi bir velinimet, zilleti bir istikrar ve bağımlılığı da ulusal bir zorunluluk olarak gören gizli mesajlarla dolu en kötü türden bir program ile programlanmıştır. Bu yüzden bizim çağrımız bir isyan değil, aksine selim fıtrata geri dönme çağrısıdır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فِطْرَتَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَٰلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَAllah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” [Rum 30] Yani henüz programlanmamış ve hayalleri henüz elinden alınmamış bir çocuğa ve neden uçamadığımızı soran, özgürlük ve seçim hakkında soran ve dünyayı, medyanın ya da çocuk hikayeleri, sabah şarkıları ya da duvarlarda asılı bir yöneticinin imajıyla programlanmış eğitimin türettiği şeyler yoluyla değil de olduğu gibi görme arzusu hakkında soran bir çocuğa çevir yüzünü demektir.

Bizim hedefimiz, hazırlanmış cevapları sorgulayan ve telkine-indoktrinasyona direnen bir nesil yetiştirmektir; yani kendisine öğretilenlerin, gerçekçilik ve korku adına hayallerini öldüren, otorite ve düşmanına hizmet eden sahte bir bilinçten başka bir şey olmadığını keşfeden bir nesil yetiştirmektir; babalarının ve atalarının esaretinden kurtulmuş, ümmetinin kalkınması ve gardiyanının zincirini kırmak için çalışan, özgürlüğünün her türlü gizli şirkten arınmış sadece tek olan Allah’a kulluk etmesiyle başladığını idrak ettiği gibi hayatının, rızkının ve ölümünün yöneticilerinin elinde değil de Allah'ın elinde olduğunu, özgürlüğün Batı'nın çağrıda bulunduğu gibi arzuların veya şehvetlerin karşılanması anlamına gelmediğini, aksine özgürlüğünün kendi nefsinden kurtulup Allah'a boyun eğdiği andan itibaren başladığını idrak eden ve zalim bir sultanın huzurunda olsa bile hak için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bilinçli bir nesil yetiştirmektir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: أَتَخْشَوْنَهُمْ فَاللَّهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَوْهُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki Allah, kendisinden korkmanıza daha layıktır.” [Tevbe 13] Ayrıca yeryüzünü imar etmek için neden yaratıldığını idrak eden ve iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir nesil yetiştirmektir; tıpkı Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu gibi:  مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذَلِكَ أَضْعَفُ الْإِيمَانِ Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıfıdır.” [Müslim rivayet etti]

Böylece insanı insana ibadet etmekten kurtarıp Allah'a ibadet etmeye kavuşturacak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetimizi yeniden tesis etmek için Kur'an ve sünnete dayalı gerçek bilinçle silahlanmış bir nesilden oluşan ordumuzla istenilen savaşımıza hazırlanmış oluruz ki böylece de dünyada huzur bulur ve ahireti de kazanmış oluruz. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَأَن لَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُم مَّاءً غَدَقاًEğer insanlar ve cinler, Allah’ın yolu üzerinde dosdoğru yürüselerdi, onlara bol bol yağmur verir, rızıklarını genişletirdik.” [Cin 16]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Kapitalizm Kendi İçinden Aşınıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kapitalizm Kendi İçinden Aşınıyor!

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump, otomatik imza yönetimi kullanılarak verilen tüm emirlerin iptal edildiğini duyurdu; bu şekilde imzalanan belgelerin yaklaşık %92'sinin Biden tarafından şahsen imzalanmadığı için hükümsüz olduğunu ifade etti.

Yorum:

ABD Başkanı Donald Trump, selefi Joe Biden'ın yönetimi sırasında çıkarılan tüm başkanlık kararnamelerinin hükümsüz olduğunu açıklayarak geniş çaplı tartışmalara yol açtı; bu adım bazıları tarafından Biden yönetiminin mirasını düşüren radikal yasal bir adım olarak değerlendirildi.

Ancak yakından incelendiğinde, bu duyurunun yasal olarak kararları iptal etmeyi hedeflemediğini veya herhangi bir başkanlık emrini otomatik olarak hükümsüz kılmadığını, aksine daha sonraki kararların iptal edilmesine zemin hazırladığını, yasal mücadeleye kapı açtığını, Biden'ın meşruiyetini bir bütün olarak sorguladığını görürüz. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri sisteminde, alınmış başkanlık emirlerini iptal etmek için dört resmi mekanizma bulunmaktadır ki bunlar kısaca şunlardır:

* Önceki kararnameyi yürürlükten kaldıran yeni bir başkanlık kararnamesinin yayımlanması.

* Kongre tarafından yasalaşması.

* Yargı kararının olması.

* Kararnamenin otomatik olarak sona ermesi.

Dolayısıyla bu duyuru, tek bir kararı iptal etmeyi amaçlamamakta, aksine Biden'ın görev süresinin sonunda çıkardığı af kararlarını ve Başkan Biden'ın yokluğunda otomatik olarak imzalandığı iddia edilen tüm başkanlık kararnamelerini ve belgelerini iptal etmeyi amaçlamaktadır.

Bu duyuru, Biden'ın daha önceki politikasının meşruiyetini sorgulamayı ve Trump'ın kendi tabanı nezdindeki imajını, tabanının iradesini yansıttığı ve yanlış bir uygulama olarak gördüğü şeylere son verdiği şeklinde güçlendirmeyi hedefleyen siyasi bir tutum ve söylemsel bir tırmanıştır.

Bu eylemler, özellikle iç çekişmeleri açıkladığı, iç çatlağı derinleştirdiği ve halkı çatışmalı hükümetinden uzaklaştırdığı için, Amerika Birleşik Devletleri'nin itibarı üzerinde dolaylı bir etki oluşturmaktadır. Bu nedenle geçmiş günlerde devlet başkanlarında popülistlikle karakterize olmuş başarılara tanık olduk. Bu da Amerikan hegemonyasının çöküşünün ve onarılması imkansız olan bir çatlağın işaretleridir.

Trump'ın yaptığı şey, Amerika'nın gerçek imajını dünyaya ve özellikle kendi halkına net ve açık bir şekilde göstermek, kapitalizmin kulplarını, kulp kulp kırmaktır ki böylece bu imaj, kişisel ve anlık çıkarlar için çalışan ve Amerikan kanı olsa bile dünyanın dört bir tarafında dökülen kanları umursamayan Amerikan politikalarının suçluluğunun boyutunu ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla nüfuz sahipleri arasındaki çatışma, Allah'ın izniyle yakında Amerika Birleşik Devletleri'nin parçalanmasına yol açacaktır; çünkü onların elleri kanla, insanlığa karşı işlenen suçlarla ve insanlığın hiçbir şekilde kabul etmeyeceği skandallarla doludur.

Bu evrendeki bilge insanların üzerine düşen, bu açgözlü ideolojiyi düşürmeleri olup bizim de onun yerine, kapitalizmin nefretinden uzak adaletin ve mutlu bir yaşamın bu gezegende hakim olabileceği bir sistem kurmak için çalışmamızdır.

Ey Müslümanlar: çözüm sizin elinizde; o halde bu dine destek olmak için ayağa kalkın ve İslami hayatı yeniden başlatmak ve Allah'ın izniyle vakti çok yaklaşmış olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışanlarla birlikte çalışın.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.” [Muhammed 7]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nebil Abdulkerim

Devamını oku...

Bir Eksiğimiz Bu Kalmıştı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Bir Eksiğimiz Bu Kalmıştı!

Haber:

Laricani, Suriye ile ilişkilerin normalleşmesinin yeni hükümetin davranışına bağlı olduğunu açıkladı;zira İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Laricani, İran ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin mümkün olduğunu, ancak bunun mevcut Suriye hükümetinin davranışlarına bağlı olduğunu ifade etti.Ayrıca ani gelişmelerin ve Beşar Esad rejiminin düşüşünün herkesi şok ettiğini açıklayarak ilişkilerin yeniden başlamasının “imkansız olmadığına” ve İran'ın tutumunun Suriye Cumhuriyeti'nin sunacağı tutumlara göre belirleneceğine işaret etti ve durumun halen çalkantılı olduğuna dikkat çekti.Ayrıca Tahran'ın Yahudi varlığının orada artan müdahalesini reddettiğini ifade ederek, gelecekte oradaki koşullar değişirse ilişkilerin yeniden kurulmasının “mantıksal bir olasılık” olduğunu da ifade etti.

Yorum:

Laricani'nin açıklaması ve kibirli tavrı şaşırtıcı değildir; çünkü o, on yıllardır hem maddi hem de manevi olarak suçlu Esad'ın küstah bir destekçisi olmuş ve onun düşüşünü engellemek için her türlü kirli aracı kullanmıştır.Nitekim dünyanın dört bir yanından paralı askerler getirip para ve silah yağdırmıştır; çünkü kendisini ve adamlarını kökünden söküp derin bir uçuruma atacak olan Hilafet Devleti'nin kurulmasından korkmuştur.

Asıl şaşırtıcı olan, onun hakkında konuşmuş olduğu bağlamdır; zira bu bağlam, ciddi bir husus anlatmaktadır ki o da, kendisine mevcut yönetimden ilişkilerin normalleşmesiyle ilgili mesajların ulaşması ve bu mesajları değerlendiriyor olmalarıdır! Yani inisiyatifi alan ve yanıt bekleyen geçiş hükümetidir!Onun açıklamasındaki en tehlikeli olan kısım işte budur; çünkü bu, Şam topraklarında işlemediği hiçbir günah ve fiil bırakmayan İran rejimi ile iletişimin devam ettiğini ima etmektedir!

Peki bizim, tüm suçlular, katiller ve cinayet işleyenlerle iletişim kurmaya çalışmamız akıl işi midir?Onlardan ne beklenebilir ki?Aklı başında birisi, İran'dan, Rusya'dan, Yahudilerden, Amerika'dan veya onun araçlarından iyi şeyler geleceğini düşünebilir mi? Ümmetin düşmanlarından bir iyilik bekleyen bu zihniyetler nasıl bir zihniyettir Allah aşkına?!

Laricani'nin açıklaması geçici bir açıklama değildir ve ona karşı sessiz kalmak da caiz değildir; çünkü o, halkımıza karşı büyük suçları işleyenlerden biridir.Dolayısıyla onun sözlerini görmezden gelmek, onu dolaylı olarak kabul etmek anlamına gelir ki bu son derece tehlikelidir.“Her açıklamaya cevap vermek gerekmez” gerekçesi burada doğru değildir; çünkü bu sıradan bir kişi değildir, aksine bölgedeki en azılı suçlulardan biridir.

Devrimin ilan ettiği ve insanların da kabul ettiği sabiteleri vardır ve bu sabiteler, aşılması caiz olmayan kırmızı çizgiler haline gelmiştir.Bu sabitlerin en önemlilerinden biri de şudur: Bir yabancının Suriye'ye ayak basmasına izin verilmemeli.Ancak bugün gördüğümüz şey, devrimin özünü tehdit edecek şekilde yabancı ayakların yığılmış olmasıdır. Nitekim onlar, bizim iyiliğimizi istemiyorlar; aksine bizi başarısız kılmak ve zaferlerimize düşük yaptırmak için planlar yapıyorlar ki böylece seyirci olarak durmayacaklardır. Her kim bunun aksini düşünür ve kendisini temennilerle aldatırsa, bu kişi çok büyük bir gaflet içinde demektir. 

Eğer bu odakların gerçeğini bilmiyorlar ve onlarla iletişim kuruyorlarsa, o zaman felaket çok büyüktür. Eğer bildikleri halde birbirlerine tavsiyelerde bulunuyorlarsa, o zaman felaket daha büyük ve daha tehlikelidir.

Devrimde, katiller ve suçlularla ucuz pazarlıklar yapmak ya da ümmetin düşmanlarından iyilik dilenme zihniyetiyle yönetilmek için büyük fedakarlıklar yapılmamıştır. Oysa devrim, bir onur ve akide devrimi olup onun sabitelerinden ödün vermek, şehitlerin kanına, tutukluların çektiği acılara ve muhacirlerin sabrına ihanet etmek anlamına gelmektedir. Bugünkü görev, yüksek bir sesle şunu haykırmaktadır: İran veya başka birinin Şam topraklarında yeri yoktur; her kim kurtuluşun düşmanlarımızdan geleceğini sanıyorsa, bu kişi devrime ihanet etmeden önce gerçeğe ihanet etmiş olur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...

İmparatorluğun Yankısı: Venezuela Kıyılarında ABD Korsanlığı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İmparatorluğun Yankısı: Venezuela Kıyılarında ABD Korsanlığı!

                                                            

Haber:

10 Aralık 2025'te Amerika Birleşik Devletleri, Venezuela kıyıları açıklarında Skipper adlı petrol tankerine el koymuş, gemiye çıkmış ve süresi dolmak üzere olan yaptırımları içeren bir ABD mahkeme kararı uyarınca yaklaşık 1,8 milyon varil Venezuela ham petrolünü kendi gözetimine almıştır. ABD yetkilileri, bu önlemin, yasadışı petrol sevkiyatlarıyla ilgili uzun süredir yürürlükte olan yaptırımların ihlallerini cezalandırmayı amaçladığını vurgulamıştır. Venezuela ve Küba hükümetleri bu adımı kınayarak, bunu açık bir hırsızlık ve korsanlık olarak nitelendirirken Küba ise bunu enerji kaynaklarını etkileyen bir deniz terörizmi olarak nitelendirmiştir. Bu aksaklık, Venezuela'ya ait 11 milyondan fazla varil petrolün denizde mahsur kalmasına neden olmuştur; böylece petrol taşıyıcıları ve tüccarlar, Venezuela ham petrolünün taşınmasının risklerini yeniden değerlendirmeye başlamış, bu da daha derin indirimlere ve Çin gibi ana alıcılarla sözleşmelerin yeniden müzakere edilmesine yol açmıştır.

Yorum:

Amerika’nın, ABD Sahil Güvenliği ve askeri güçlerinin uluslararası sularda Venezuela'ya ait bir petrol sevkiyatını kontrol altına almasını içeren Skipper adlı petrol tankerine el koyması,bir kolluk kuvveti önlemi değil, aksine egemen bir devletin ekonomik can damarı üzerinde tek taraflı güç uygulamasının hesaplı bir yansımasıdır; her ne kadar bu, zahiri olarak yaptırımlarla gerekçelendirilse de ancak gerçeklikte jeopolitik bir baskı mekanizmasıdır.Tarihsel olarak Washington ve Caracas arasındaki ilişkiler, petrol çıkarlarının yönlendirdiği işbirliği ve egemenlik dönemleriyle karakterize edilmiştir.Yirminci yüzyılın başından beri Amerika'nın Venezuela petrolü konusundaki çıkarları, Amerikan petrol şirketlerinin hakimiyetini desteklemekten, Venezuela petrol sektöründeki millileştirmelere ve krizlere yanıt verme operasyonlarına kadar politikaları etkilemiştir. ABD politika belgeleri, petrol kaynaklarına erişimin güvence altına alınmasının, ABD'nin Venezuela'ya yönelik dış politikasının temel stratejik hedeflerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır.

Skipper'ın 2025'te gözaltına alınması, 2019 yılından bu yana Venezuela'nın devlet petrol şirketi "PDVSA" ve ticaret ortaklarına dayatılan kapsamlı yaptırımlar da dahil olmak üzere yıllardır tırmanan baskıların ardından gerçekleşmiştir.Sınırlı akışları korumak için tanınan gayriresmi istisnalara rağmen bu yaptırımlar, Caracas'ın küresel petrol piyasalarına katılımının sürekli olarak kısıtlanmasına yol açmıştır. Yaptırımların kümülatif etkisi, Venezuela'nın petrol üretim kapasitesinin ve gelirlerinin tabanının şimdiden aşınmasına yol açmıştır; ayrıca Skipper adlı petrol tankerinin ele geçirilmesi de, ihracatları aksatarak ve petrol taşıyıcılarının hareketini tamamen dondurarak bu zararı daha da artırmıştır. Nitekim buna tüccarlar sevkiyatları askıya alarak ve büyük indirimler talep ederek karşılık vermişler, bu da fiilen Venezuela'nın uluslararası ham petrol piyasalarındaki varlığının cezalandırılmasına yol açmıştır.

Trump yönetimi bu eylemleri yasadışı şebekeleri hedef almak veya uyuşturucuyla mücadele stratejisinin bir parçası olarak gösterse de, askeri gösteriler ve kaynakları ele geçirmenin daha geniş kapsamlı tarzı, amacın suçlu odakları izole etmenin çok ötesine geçtiğini ortaya koymaktadır.Son aylarda Amerika Birleşik Devletleri, Güney Karayipler'deki askeri varlığını önemli ölçüde artırmış ve uyuşturucu kaçakçılığıyla bağlantılı olduğunu iddia ettiği gemilere yönelik saldırılar düzenlemiştir; bu eylemler, hukuk uzmanları arasında bile yargı kapsamı dışındaki doğası ve uluslararası standartların potansiyel ihlali konusunda endişelere yol açmıştır. Bu operasyonlar, ABD politika çevrelerinde Maduro hükümetini devirme veya en azından iktidar üzerindeki etkisini zayıflatma yönündeki daha geniş tartışmalarla aynı zamana denk gelmiştir. Caracas, dünyanın en büyük kanıtlanmış ham petrol rezervlerinden birini kontrol etmekte olup onun siyasi ittifakları -özellikle Çin, Rusya ve Küba gibi ülkelerle olan ortaklıkları- da Washington'ın kendi arka bahçesi olarak gördüğü bölgedeki nüfuzunu tehdit etmektedir. Bu nedenle Karayipler'deki Amerikan korsanlığı ve katliamları, uluslararası petrol tanker şirketlerinin, daha fazla el koyma operasyonlarından korkarak Venezuela ham petrolünü yüklemekte kasıtlı olarak isteksiz davranmalarına yol açmıştır; bu da ABD deniz gücünü, egemen üretici ülkelerin ticari haklarının üstüne koyarak, ticaret kalıplarını Washington'ın lehine yeniden şekillendirmeyi amaçlamaktadır.

Bu gelişmeler bir araya getirildiğinde, Skipper petrol tankerinin alıkonulmasının ve ilgili eylemlerin ardındaki motivasyonun, sadece yaptırımları dayatmakla sınırlı olmadığını, aksine Venezuela petrol ihracatlarını doğrudan kontrol etmek yoluyla ekonomik ve siyasi tavizler elde etmeyi, dolayısıyla Maduro hükümetinin bağımsızlığını zayıflatmayı amaçlayan stratejik kampanyanın bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır.Aslında Washington, ekonomik yoksunluk ve askeri baskıyı etki araçları olarak kullanmaktadır; bu da egemen güçlerin, zayıf devletlerin kendi kaynaklarına bağımlılıklarını kendi iç politikalarını şekillendirmek için istismar ettikleri tarihsel müdahaleleri hatırlatmaktadır.

Pratik olarak bu, geçim kaynakları ve ulusal altyapısı petrol gelirlerine yakından bağlı olan Venezuela halkının, ülkelerinin doğal zenginliğinin jeopolitik manevralarda pazarlık kozu haline geldiği bir çatışmanın sonuçlarına katlanmak zorunda kaldığı anlamına gelmektedir. Skipper'ın gözaltına alınması, egemenliği veya uluslararası hukuku korumak yerine, hegemon devletlerin stratejik çıkarlarına hizmet eden prosedürleri haklı çıkarmak için yasal çerçeveleri tek taraflı olarak yeniden yorumlayan ve aynı zamanda başkalarının egemen haklarını baltalayan küresel bir sistemi pekiştirmektedir. Bu tek taraflı yaklaşım bölgesel piyasaları istikrarsızlaştırmakta, ekonomik zorlukları daha da kötüleştirmekte ve ülkeler arasında barış içinde bir arada yaşamayı düzenlemesi gereken standartları baltalamaktadır; ancak Amerika'nın değer verdiği tek standart, diğer tüm çıkarlar pahasına kendi çıkarlarını pekiştirmektir.

Karayipler bölgesinde Amerika'nın korsanlığı hakkında tanık olduğumuz şey, Amerika'nın dünya halkları üzerindeki kanlı kontrolünün bir başka uzantısından başka bir şey değildir; zira Amerika, dünya halklarını kendi özel çiftliği olarak görmekte ve insani maliyetler ne olursa olsun onları istediği gibi sömürmektedir.

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ
(Rasulüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” [İbrahim 42]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdullah Rubin

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER