Cumartesi, 26 Rebiu’s Sânî 1447 | 2025/10/18
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Basın Toplantısına Davet

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, medya mensuplarını, siyasetçileri ve ülkenin kaderiyle ilgilenen tüm kardeşlerimizi, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmî Sözcüsü’nün düzenleyeceği basın toplantısına davet etmekten memnuniyet duyarız. Toplantının başlığı:

“Hükümetin, altınla işlemleri nasıl düzenleyeceği konusunda bocalaması”

Tarih: 26 Rabiu’s Sânî 1447 / 18 Ekim 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stadın Doğu Tarafı.

Katılımınız tartışmaya zenginlik katacaktır

Devamını oku...

Şarm El-Şeyh Buluşması, Ümmete Karşı Kazanılan Zaferin Taçlandırılması, Bağımlılığın Belgelendirilmesi ve İşgalin Kurumsal Kimliğe Büründürülmesi Anlamına Geliyor

Gazze celladı Trump, Knesset’te yaptığı konuşmada, manevi oğlu Yahudi varlığının kadın, çocuk, yaşlı demeden savunmasız sivillere, ağaçlara ve taşlara karşı zafer elde ettiğini açıkladıktan sonra Mısır’daki uşağı es Sisi’nin düzenlediği ve Mübarek Toprağa karşı komplo kuran herkesi davet ettiği konferansta soluğu aldı. 13 Ekim 2025 pazartesi günü Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde “Barış Zirvesi” adı altında uluslararası bir konferans düzenlendi. ABD Başkanı Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı es Sisi’nin ev sahipliği yaptığı zirveye yirmiden fazla ülkeden ve uluslararası kuruluştan temsilciler katıldı. Katılımcılar arasında Ürdün Kralı, Katar Emiri, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Pakistan Başbakanı ve Endonezya Başbakanı gibi çok sayıda Arap ve Batılı liderin yanı sıra çeşitli Avrupa ve Asya ülkelerinden heyetler de yer aldı. Bu konferans, işgal ile Hamas arasında, esir takası, çatışmaların durdurulması, Gazze Şeridi’nin idaresi ve yeniden imarı gibi konularda müzakerelerin başlamasını öngören ateşkes anlaşmasından yalnızca birkaç gün sonra gerçekleşti.

Konferansın barış, istikrar ve yeniden imar iddiasındaki parlak başlığına rağmen, gerçekliği başlığıyla taban tabana zıttır. Aslında bu konferans, Trump’ın, Yahudi varlığının sözde zaferini kutlamak ve bunu büyük bir başarı olarak lanse edip Nobel Barış Ödülü’ne layık olduğunu göstermek için düzenlediği Trumpvari şovdan başka bir şey değildi! Zaten söz konusu ödülün, insanlığa gerçek anlamda hizmet eden yüce ilke ve değerlere verildiği de pek görülmemiştir. Ayrıca Trump, bu konferans aracılığıyla kendisini Orta Doğu meselesinin tek patronu ve oyun kurucusu olarak lanse etmeye çalıştı. Buna ek olarak Trump, Müslüman ülkelerdeki Ruveybida yöneticileri açıkça Abraham Anlaşmaları’na katılmaya, yani işgal devletini istediği ‘Yeni Ortadoğu’nun kralı ve hükümdarı olarak ilan etmeye çağırdı.

Mısır, daha önceki ateşkes anlaşmalarında olduğu gibi, zirveye ev sahipliği yapmada ve Amerikan düzenlemelerine Arap örtüsü sağlamada merkezi bir rol oynadı. Aslında Mısır rejimi, askeri gücünü kısıtlayan ve onu Yahudi varlığının sınır muhafızı haline getiren Camp David Anlaşması’nın esiridir. Bugün kendisini “tarafsız” arabulucu gibi lanse etse de, asıl görevi Amerika’nın isteği doğrultusunda diğer Müslüman ülkelerinin de Yahudilerle normalleşmesine zemin hazırlamak ve Yahudileri ümmetten gelebilecek her türlü tehlikeye karşı korumaktır.

Şarm El-Şeyh’te toplanan bu kötü niyetli entrikacılar, ne Filistin meselesinin temsilcisidirler, ne de bu davanın gerçek sahibi olan İslam ümmetinin bir parçasıdırlar. Filistin’i özgürleştirme ve şehitlerinin intikamını alma görevi öyle ağır bir emanettir ki,

صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللهَ عَلَيْهِ“Allah’a verdikleri söze sadık kalan” [Ahzab 23] adam gibi adamlar ancak bu yüke göğüs gerebilir; bu Ruveybidalar değil. Yahudi varlığını tanımaya, onunla bir arada yaşamaya ve Filistin toprağının en ufak bir parçası üzerinde bile onun varlığını kalıcı kılmaya dayalı her türlü anlaşma veya konferans, kelimenin tam anlamıyla geçersizdir. Çünkü bunlar, Mübarek Toprağın tamamını kurtarmanın zorunlu olduğu ve tek bir karışından bile vazgeçmenin haram olduğu yönündeki kesin İslami hükme tamamen aykırıdır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ“Fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” [Tevbe 36]

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Bu konferans, ABD’nin bölgeyi yeniden yapılandırma ve Yahudi varlığını Ortadoğu’ya entegre etme planının bir parçası olup, Gazze halkını savaş ve ablukayla yıprattıktan sonra sahte siyasi kanallarla Filistin davasını tasfiye etme girişimidir. Bu süreçlerin asıl amacı, bölgeye uluslararası bir gözlem gücü getirmektir. Bu gücün görevi, güvenlik düzenlemelerini yönetmek ve başta Mısır olmak üzere Arap rejimlerinin yardımıyla Yahudilerin güvenliğini sağlamak olacaktır. Bu rolü üstlenmek suç ve ihanettir; çünkü bu rolü üstlenmek, kesinlikle ümmetin yararına değildir, aksine efendisi Amerika’ya bağımlılığının ve onun planlarını uygulamanın bir parçasıdır.

Gazze için yapılması gereken şey, konferanslar düzenlemek ya da uluslararası kararları beklemek değildir. Aksine Mübarek toprağı nehirden denize kadar özgür kılmak için Müslüman ordularını harekete geçirmektir. Çünkü bu ordular, Yahudi varlığını bir saat içinde yerle bir edecek güç ve kudrete sahiptir. Fakat bu orduların harekete geçememesinin önündeki en büyük engel, bizzat kendi yöneticileridir. Çünkü onlar, hain olup Camp David, Vadi Araba, Oslo ve Abraham gibi kendilerini askeri olarak kısıtlayan utanç verici anlaşmalara yürekten bağlıdırlar. Filistin’i kurtarmak için atılacak gerçek adım, işte buradan başlıyor. Bu rejimleri ortadan kaldırmaktan ve Nübüvvet metodu üzere Hilafet kurmaktan başlıyor. Hilafet, orduları harekete geçirecek, onları Allah’ın emrettiği yöne sevk edecek, Mübarek toprağı özgürleştirmek ve ümmeti birleştirmek için cihadı bayraklaştıracaktır.

Ey Kinane askerleri! Sizler Amerika’nın askerleri ya da onun planlarının uygulayıcıları değilsiniz. Bilakis sizler, şeran mazlumlara yardım etmekle ve Allah’ın kelimesini yüceltmekle görevlendirilmiş Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetinin bir parçasısınız. Şu anda Şarm El-Şeyh’te sizin gözleriniz önünde ve sizin korumanız altında olup bitenler, Gazze’ye yardım etmek değildir, tam tersine Gazze’nin kuşatmasını kalıcı hale getirmektir, düşmanın bölgenin kaderi üzerindeki egemenliğini güçlendirmektir ve Yahudilere, onca zulme rağmen savaşta kazanamadıkları şeyi masada vermektir. Verilmesi gereken şeri yanıt ve tepki, bu tür konferansları reddetmek, arkasındaki gerçek amaçları ortaya çıkarmak ve “sahte barış” peşinde koşmak yerine, gerçek bir kurtuluş için harekete geçmek olmalıdır.

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa 75]

Devamını oku...

Pakistan-Afganistan Sınırında Yaşanan Kanlı Tırmanışın Temelinde, Tarafların Allah’ın Şeriatına Müracaat Etmemeleri Yatıyor

Pakistan ve Afganistan rejimleri, normalde Yahudi varlığı, Hindistan ve ABD gibi hasımlarına karşı uyguladıkları kontrollü ve itidalli politikanın dışına çıkarak birbirlerine karşı askeri güç kullandılar. Cumartesi akşamı Taliban güçlerinin başlattığı bir operasyonla sınırlarında meydana gelen çatışmalarda, her iki ülke de karşı taraftan onlarca askeri öldürdüğünü duyurdu. İslamabad ise bu saldırıya sert bir şekilde karşılık vereceğini açıkladı. Kabil de Pakistan güvenlik güçlerinin süregelen ihlallerine ve Afganistan topraklarına düzenlediği hava akınlarına karşılık olarak askeri operasyonlar gerçekleştirdiğini duyurdu.

Bu gelişmeler karşısında Hindistan’ın ise, iki kardeş ülke arasındaki bu gerilimden ve Müslümanların birbirini öldürmesinden memnuniyet duyduğu görülüyor. Afgan hükümetinin Hindistan’la yakınlaşmayı seçmesinin sebebi, Pakistan yönetiminin Afgan “mültecileri” düşmanlaştırarak ülkeden sürmesi gibi sakar bir politika izlemesidir. İşte bu nedenle Afganistan, Pakistan’ın ezeli düşmanı Hindistan’a yönelmiş, iki ülke arasında daha önce görülmemiş bir yakınlaşma başlamış ve bu durum, İslamabad’ı öfkelendirerek harekete geçirmiştir. İki taraf arasındaki yakınlaşmanın göstergesi olarak Hindistan, Cuma günü 2021’den bu yana ilk kez Afganistan Dışişleri Bakanı’nı ağırladı ve Kabil’deki diplomatik temsilciliğini büyükelçilik seviyesine yükselteceğini duyurdu.

Pakistan ve Afganistan hükümetleri arasındaki ilişkilerin bozulmasının sebebi, ister Afganistan’ın Hindistan’la yakınlaşması olsun, isterse Kabil’in Pakistan Talibanı’na verdiği destek olsun, her iki hükümetin de kendi aralarındaki sorunları dış müdahalelerden (Hindistan veya diğer ülkelerden) uzak bir şekilde çözememesi ve anlaşmazlıklarında Kur’an ve Sünneti hakem kabul etmemesidir. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ söyle buyurdu:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin. [Hucurat 10]

Uzlaşmak yerine, taraflar birbirlerini düşman ve yabancı olarak tanımlamaya başladı. Bu gerilimin ortasında Afgan hükümeti sözcüsü Zebihullah Mücahid, pazar günü yaptığı basın açıklamasında, operasyon sırasında 58 Pakistan askerinin öldürüldüğünü duyurdu. Buna karşılık ise Pakistan ordusu yaptığı açıklamada, “Bu küstah saldırı karşısında ülkemizin toprak bütünlüğünü savunurken 23 Pakistan askerinin şehit olduğunu” belirtti. Açıklamada ayrıca, “Düzenlenen bombardıman, baskınlar ve hassas vuruşlar sonucunda 200’den fazla Taliban militanı ve onlara bağlı terörist grubun” etkisiz hale getirildiği veya yaralandığı kaydedildi.

Pakistan hükümeti, ezeli düşmanı Hindistan’a karşı kullandığı diplomatik dil ve itidalli tutumun tam tersini Afganistan’a karşı sergiledi. Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, yaptığı açıklamada açık açık Afganistan’ı tehdit etti. Şerif “Pakistan’ın savunulması pazarlık konusu yapılamaz. Her kışkırtmaya güçlü ve etkili bir şekilde karşılık verilecektir.” dedi. Aynı şekilde Kabil’den gelen yanıt da benzer şekilde sertti. İslam’ın en temel, bilinmesi zorunlu hükümlerini bile zerre kadar anlamadıklarını gösteriyordu. Sözcü Zebihullah Mücahid pazar günü yaptığı açıklamada “Pakistan bu sabah bir saldırı gerçekleştirdi ve biz de güçlü bir şekilde yanıt vermeye hazırız.” ifadelerini kullandı.

Müslümanlar, Keşmir, Gazze ve Doğu Türkistan’da ümmete defalarca saldıran asıl düşmanlarına karşı bu “gücü” ve kararlı dili görmeye ne kadar da hasret kalmıştır! Ancak başımızdaki bu yöneticiler, Müslüman topraklarındaki sömürgeci kafirlerin işbirlikçileridir. Onların efendilerinin çıkarlarına hizmet etmek ve onun bölgedeki hakimiyetini güçlendirmek dışında bir görev ve misyonları yoktur. Müslümanlar arasında düşmanlığı, anlaşmazlığı ve bölünmeyi körüklemek, Batı’nın çıkarlarından biridir. Bu durumdaki yöneticilerin durumu, korkaklar için söylenen şu söze ne kadar da çok benziyor: “Bana karşı aslan kesilir; ama savaşlarda deve kuşudur.” Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, bir yandan Afganistan’daki kardeşlerine tehditler savururken, diğer yandan ümmetin baş düşmanı Trump’ın başkanlığındaki Şarm El-Şeyh’te düzenlenen ve adı konulmamış bir “Yahudi suçlarını aklama” zirvesine katılmaya hazırlanıyordu.

Ey Pakistan Müslümanları! Ey Pakistan ordusunun dürüst subayları! Başınızdaki yöneticiler ve liderler sizin düşmanınızdır; onlara karşı uyanık olun. Hatta onlar düşmanların ta kendisidir.

هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ“Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!” [Münafikun 4] Keşmir’i kurtarmak ya da Filistin’deki mazlumlara yardım etmek, aslında Afganistan’da Amerikan hegemonyasını sağlamak ve oradaki Müslümanlarla savaşmak için harcanan askeri çabadan ve verilen canlardan çok daha azını gerektirir. Ancak başınızdaki yöneticiler ve komutanlar, ülkenin kaynaklarını ve sizin ordularınızı, sizin de isteyeceğiniz ve hoşlanacağınız gibi Allah yolunda kullanmak yerine, şeytanın yolunda kullanmaktadırlar. Her iki taraftan akan o pak kanların Bagram üssünü tekrar Amerika’ya teslim etmek için Kabil hükümeti tarafından bir bahane olarak kullanılması da ihtimal dışı değildir. Böylece Amerika, bu üssü bölgedeki jeopolitik rakiplerini ve daha da önemlisi ümmetin sadık evlatlarını vurmak için operasyonel harekete merkezi olarak kullanacaktır. Dolayısıyla, ümmet, kendisine komplo kuran ve kutsal değerlerini çiğneyen bu yöneticilerden kurtulmak için Hizb-ut Tahrir’in samimi mensuplarıyla birlikte hareket etmek zorundadır. Pakistan ordusundaki samimi olanlar, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek üzere bir Halife’ye biat etmek için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermelidir. Halife, Pakistan’ı Afganistan ve diğer Müslüman ülkelerle Peygamber Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği Hilafet Devleti çatısı altında birleştirecektir. Hilafet, ümmetin bu mücrim yöneticiler altında yaşadığı ceberut saltanattan sonra gelecektir. Nitekim Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra da sustu” [Ahmed]

Devamını oku...

Aksa Tufanı Operasyonunun İkinci Yıldönümünde Bedelleri Asil Kanlarla Ödenen Kazanımlar

7 Ekim, Aksa Tufanı Operasyonu’nun ikinci yıldönümü. Gaspçı varlığın Gazze’deki insanlarımıza yönelik başlattığı katliam, sürgün ve aç bırakma politikasının ve onlara karşı sergilediği akıl almaz barbarlık ve vahşetin üzerinden tam iki yıl geçti. Peki bu kahrolası savaş neyi değiştirdi?

Birincisi: Yahudi ordusu, on yıllardır askeri ve istihbarat gücüyle hem Filistinlilere hem de çevre ülkelerin ordularına karşı elde ettiği zaferlerle kendisini “yenilmez bir ordu” olarak lanse etmişti. Fakat Aksa Tufanı Operasyonu, bu algıyı yerle bir edip onun bir örümcek ağından bile daha zayıf, askerlerinin ise ne kadar korkak ve zavallı olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Komşu rejimler ve ABD’nin desteği olmasaydı, çoktan yeryüzünden silinip gideceğini kanıtladı.

Gazze’deki bir avuç insan, Yahudilerin burnunu toprağa sürttü. Kontrol ettikleri bölgelere sızarak, tanklarını ele geçirerek, askerlerini esir alarak, sıfır noktasından saldırarak onlara acı bir darbe indirdi, onları tüm dünyanın gözü önünde rezil etti. Aynı zamanda, işbirlikçi rejimlerin “Bu gaspçı varlığı yenecek gücümüz yok” şeklindeki yalan bahanelerini de çürütmüş oldu.

Aksa Tufanı Operasyonu, bölgedeki rejimlerin ve ordularının kardeşlerini desteklemekten kaçınmasının ve ‘ellerinden bir şey gelmediği’ yönündeki sahte iddialarının ebedi bir delili olarak tarihte yerini alacaktır! Zira mücahitlerin sahip olduğu asimetrik ve kısıtlı askeri kapasite ile bölge ordularının sahip olduğu devasa konvansiyonel güç arasında dağlar kadar fark vardır! Yüreği yanık annelerin feryadını duyup yardıma koşanla, aynı feryadı duyup kulaklarını tıkayan arasında dağlar kadar fark vardır.

İkincisi: Bu operasyon, insan hakları, kadın hakları ve özgürlükler gibi sloganların savunuculuğu taslayanların ve bayraktarlığını yapanların dünyadan sakladığı ikiyüzlülüklerini bütün çıplaklığıyla deşifre etti. Batı’nın içi boş söylemleriyle, masumların katledilmesine seyirci kalması ve işgale silah desteği sağlaması arasındaki devasa uçurumu gözler önüne serdi.

“İnsani değerlerin savunucusu” geçinenlerin ve o “hak ve özgürlük şampiyonlarının” kurduğu kadın ve çocuk hakları örgütlerinin gerçek yüzünü, artık bütün dünya gördü. Gazze’de kadınlar ve çocuklar katledilirken hepsi dehşet verici bir sessizliğe büründüler. Hatta uluslararası hukuku, kadın anlaşmalarını, insan hakları sözleşmelerini ve tüm o kibirli ve gururlu iddialarını ayaklar altına aldılar. Bu sayede dünyadaki tüm şerefli insanlar gerçeği tüm çıplaklığıyla görmüş oldular.

Gazze halkının trajedisi, dünyanın birçok ülkesinde benzeri görülmemiş milyonluk gösterilerle sokaklara dökülen halkları harekete geçirdi. İşgalin suçlarını reddeden bu kitleler, kendi ülkelerinin dayattığı yasa ve kısıtlamaları da açıkça deldiler. İşte bu yüzden Gazze savaşı, mevcut dünya düzeninin ne kadar sahtekâr olduğunu ve elleri Gazze halkının kanına bulanmış cani yönetimler ile vahşi hayvanların bile işlemeyeceği bu suçları lanetleyen halklar arasındaki derin uçurumu gözler önüne serdi.

Gazze’de işlenen savaş suçlarının korkunçluğu, Batının iyi ve kötüyü tanımlamadaki despotizmini ve insani standartlardaki ikiyüzlülüğü reddeden yeni bir küresel bilincin oluşmasına katkıda bulundu. Bu değişimin ilk belirtileri, boykot hareketlerinde, sokak gösterilerinde ve Gazze’ye uygulanan ablukanın delinmesi çabalarında net bir şekilde görüldü.

Üçüncüsü: Gazzeli kadınlar, çektikleri büyük acılara rağmen, bu iki yıl boyunca tüm dünyaya sabırlı, metanetli ve sevabını Allah’tan bekleyen Müslüman kadının parlak bir örneğini sundular. Birçok Batılı kadın, onların çocuklarından, eşlerinden ve aile üyelerinden şehit üstüne şehit vermelerine rağmen sergiledikleri o destansı direnç ve duruş karşısında şaşkınlığını gizleyemedi, hayrete düştü.

Çağımızın Hansaları, İslam inancının ruhlarında ve davranışlarındaki yansımasıyla; asla boyun eğmeyeceklerini, asla sükût etmeyeceklerini, daima kahramanlar fabrikası ve yiğitler ocağı olarak kalacaklarını kanıtladılar. Filistin nehirden denize özgürleşinceye kadar bu uğurda her türlü fedakârlığı ve bağışı yapmaya devam edeceklerini ve bu amaç uğruna mücadeleden asla vazgeçmeyeceklerini ortaya koydular.

Gazze’deki pek çok kadın, Amerika ve uşağı Arap ülkelerinin savunduğu iki devletli çözümün, aslında Filistin meselesinin tasfiyesi anlamına geldiğini biliyor. Verilen bu büyük fedakarlıkların, gasp edilen toprakları geri alacak ve Yahudi varlığını tamamen ortadan kaldıracak gerçek ve tam bir kurtuluşa odaklanması gerektiğine inanıyor.

Yüce Allah’tan düşmanların hilelerini kendi başlarına geçirmesini, bu ümmete yeniden bir diriliş ruhu bahşedip saflarını birleştirmesini, Filistin meselesinin gerçek mecrasına dönmesini, orduların yüreği yanık annelerin feryadına cevap vererek harekete geçmesini, böylece zalimlerden hesap sormasını ve inananların yüreklerine su serpmesini niyaz ediyoruz. Kuşkusuz O buna kadirdir.

Devamını oku...

Gazze ve Ümmetin Uyanışı

  • Kategori Amerika
  •   |  

Fedakârlığın Stratejik Sonucu: Son iki yıldır yaşananlar, Gazze’yi İslam’ın kanayan ama asla kırılmayan kalbi olarak ümmetin vicdanına kazıdı. İki yıldır süren soykırım, açlık ve topyekûn yıkımın ve askeri gücün fiziksel tahribat yaratabileceğini ama inanmış bir halkın iradesini asla kıramayacağını gösterdi. İşgalcilerin Gazze halkını yok etme çabaları, beklenenin aksine, onları bir direnç sembolüne dönüştürdü. Bastırılma girişimleri, küresel bir ilham kaynağı olmalarına yol açtı. Fiziksel olarak yıpratma politikaları, onların manevi ve ideolojik kararlılıklarını bir milim bile zayıflatamadı.

Gazze, o sözde ‘medeni dünyanın’ iflas ettiğini gözler önüne serdi; insan hakları sloganları, suç ortaklıkları altında ezilip gitti. Müslümanların yöneticilerinin ihanetini ve ümmeti sahte çözümlerle oyalayan birçok alimin sessizliğini gün yüzüne çıkardı.

Bununla birlikte Gazze’nin fedakarlığı, sadece kendine özgü bir acı değildir. Ümmetin tek bir beden olduğunu; Sudan’dan Suriye’ye, Keşmir’den Rohingya kamplarına ve Sincan’a kadar pek çok yerde aynı yaradan kanadığını hatırlatmaktadır.

Gazze’de akan kan, artık bir trajediden çok daha fazlasıdır; o, bir hakikatin kanıtıdır. İslam’ın dünyadaki rolünü yeniden canlandırmak için ödenmesi gereken kaçınılmaz bir bedeldir. Şehitlik, açlık ve keder rastlantısal sonuçlar değil, onur ve zaferin şekillendirildiği bir potadır.

Allah Subhânehu ve Teâlâ bize şunu hatırlatıyor:

أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللَّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِين“Yoksa Allah içinizden cihat edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” [Ali İmran 142]

İşte bu yüzden, Gazze’nin sarsılmaz duruşu, Batı’daki Müslümanlara “Artık pasif birer izleyici olarak kalamayız. Sorumluluğumuz, konforlu bir aktivizme sığınmak değil, zulmün güçleriyle doğrudan yüzleşmektir. Çünkü bu mücadele sadece onların değil, hepimizin mücadelesidir!” şeklinde ilahi bir mesaj iletmektedir.

İki Devletli Çözüm Serabı ve Müzakere Yoluyla Barış Hayali

Gazze’nin fedakarlığının yanı sıra, siyaset sahnesinde de başka bir mücadele yaşanıyor. İki devletli çözüm projesi, Washington’un 1959’dan bu yana Filistin sorununu nasıl ustaca bir kontrol projesine dönüştürdüğünü gözler önüne seriyor. Bu proje, bir yandan Yahudi varlığını korumak, diğer yandan Müslümanları gelecekteki bir Filistin ‘Devleti’ vaadiyle oyalamak istiyor. Camp David’den Oslo’ya, Abraham Anlaşmaları’ndan Biden ve Trump’ın önerilerine kadar bu oyunun özü hiç değişmedi. Filistinlilere sunulan tek şey, egemenliği olmayan sahte bir özerklik, ordusu olmayan bir polis gücü ve gerçek bir gücü olmayan bir bayraktır.

İktidarda ister Cumhuriyetçiler ister Demokratlar olsun, Amerika’nın işgali korumak, Müslümanların öfkesini yatıştırmak ve ümmeti bitmek bilmeyen bir müzakere sürecine hapsetmek politikasını politika hiç değişmez. İşte bu sahtekarlığın özü budur: Ümmet ne zaman şahlanmaya kalksa, Oslo, yol haritaları, barış masalları, Trump’ın 20 maddelik planı gibi önüne hep yeni bir ‘çözüm’ tuzağı kurulmaktadır. Hepsi ilerleme vaat etmekte ama sonucu hep hüsran olmuştur. Bu yanılsamalar ümmeti kandırarak onları sözde ‘barışı’ kaderleri olarak içselleştirilmesine yol açmıştır.

Gazze’nin bize öğrettiği en önemli ders şudur: Tanklar dilekçelerle, bombalar BM kararlarıyla durdurulamaz ve salt direniş iradesi özgürlük getiremez. Ümmetin elinde iki milyar insan, hesapsız servetler ve devasa ordular var! Bizi bağlayan prangalar, yeteneksizlik değil, başımızdaki hain yöneticilerdir! Bu sarsılmaz ümmetin kurtuluşunun tek bir yolu vardır: Askeri müdahale ve Batılı sömürgecilerin artıklarının ve onların uşağı olan yöneticilerin kökünden sökülüp atılmasıdır!

Değişim, fikri bir netlik ve berraklıkla başlar. Bu bağlamda hayaller reddedilmeli, sahte liderlerin maskesi düşürülmeli ve Allah’ın bir emri olan Hilafet’in, ümmeti birleştirip harekete geçirebilecek tek sistem olduğu kabul edilmelidir. Tarihsel olarak Kudüs, İslam yönetimi altındayken Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin yüzyıllar boyunca güven içinde bir arada yaşadığı bir barış yurdu olmuştur. Bugünse, sömürgeci seküler sistemler altında, kan gölünün merkez üssü haline gelmiştir.

Yanıtlanması Gereken Bir Çağrı

Amerika’daki Müslümanlar olarak öncelikle şunu kabul etmeliyiz: Amerika, İslam dünyasındaki zulmün devam etmesinde kilit bir rol oynamaktadır. Trump’ı da Biden’ı da alenen Siyonizm’e bağlılıklarını ilan etmişlerdir. İşgale oluk oluk silah ve para akıtırken, kendi ülkelerindeki duyarlı vicdanları da susturmuşlardır! İkincisi: Siyasi aktivite, sadece lobi yapmak, dua etmek ve yardımda bulunmaktan ibaret değildir. Üçüncüsü: Gerçek çözüm ne ‘iki devletli çözüm’ ne de Batı’nın dayattığı herhangi bir sözde ‘barış’ planıdır.

Asıl görevimiz ise, fikri netliğimizi artırmak, Müslümanlar içinde teşkilatlanmak ve Gazze’nin yarasını, İslam’ın adalet sancağını yeniden dalgalandıracak ölüm kalım meselesine bağlamaktır! Tüm siyasi eylemlerimiz, Gazze’yi kurtarmak için Müslüman ordularını göreve çağırmak hedefine odaklanmalıdır! Aynı zamanda, Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin ortadan kaldırılması ve yerlerine Nübüvvet metodu üzere Hilafet kurulması için çağrı yapmalıyız. Seminerlerimizde, hutbelerimizde ve günlük sohbetlerimizde, bizi oyalayan bu hayallerle yüzleşmeli ve asıl çözümün Hilafeti olduğunu kararlılıkla savunmalıyız.

Gazze, ümmetin aynasıdır. Yıkıntıları, bizim ne kadar zayıf olduğumuzu gösterdiği gibi direnişi de aslında bizim ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğumuzu ortaya koymaktadır. O yetimlerin her bir feryadı, başımızdaki hainlere yönelik birer iddianame mesabesindedir! Bizim uyuyan vicdanlarımıza da bir şok dalgasıdır! Onların destansı direnişi, açlığın ve kuşatmanın ortasında bile, iman ateşinin asla söndürülemeyeceğini haykırmaktadır!

Ödenen bedel ağırdır, ama ulaşılacak mükafat çok daha büyük ve yücedir. Ümmetin ölüm kalım meselesi, ‘kontrollü müzakereler’ veya ‘silahsızlandırılmış özerklik’ gibi aldatmacalar değildir. Aksine samimi bir liderliğin önderliğinde yeniden ayağa kalkmak, İslam’ın adaletini tüm insanlığa ulaştırmak ve ilahi bir emanet olan Mescid-i Aksa’yı kurtarmaktır. Gazze’nin toprağa düşen kanı ve imanın sarsılmaz kalesi, tek kurtuluş yolunun Hilafeti yeniden kurmak olduğu gerçeğini haykırmaktadır. Bu yola adanmanın vakti gelmiştir! Şimdi tam zamanıdır!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir'in Devleti Kurmak İçin İzlediği Şerî Metoda Işık Tutmak!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Hizb-ut Tahrir'in Devleti Kurmak İçin İzlediği Şerî Metoda Işık Tutmak!

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ittiba etmek vaciptir; zira onu örnek edinmeyi emreden Kur’an ayetleri vardır; tıpkı Allahu Teala’nın şu kavli gibi: لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌAndolsun ki, Allah’ın Rasulü’nde, sizin için güzel bir örneklik vardır.” [Ahzab 21] Ve Allahu Teala’nın şu kavli gibi: قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللهُ(Rasulüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.” [Al-i İmran 31] Ve Allahu Teala’nın şu kavli gibi: وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواPeygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” [Haşr 7]

Bugünkü Müslümanların gerçekliği, Peygamber Efendimizin davetinde Mekki merhaleye benzemektedir; zira Müslümanlar, Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yönetilmeleri nedeniyle “Dâru’l Küfür’de” yaşamaktadırlar; -dâr ıstilahı, fıkıh kitaplarında ayrıntılı bir şekilde yer alan şerî bir ıstılah olup- bu da değişim hususunda Mekki metoda uymayı gerektirmektedir ki Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslam Devleti’ni kurma yolunda üç ana merhaleden geçmiştir:

- Kültürlenme ve hizbi kitleyi kurma merhalesi:

Fikri yaymak için bireysel temaslarla başlamak; tıpkı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, gizli davet ve mütekamil İslami şahsiyetler oluşturmak için ders halkaları düzenleme sürecinde yaptığı gibi. Hizb-ut Tahrir bu merhaleye, kurucusu Celil Alim Şeyh Takiyyuddîn Nebhani (Allah ona rahmet etsin) liderliğinde 1953 yılında Kudüs’te başlamıştır. 

- Toplumla kaynaşma merhalesi:

Fikri çatışma ve siyasi mücadele ile güç ve kuvvet ehlinden Nusret talep etme yoluyla olup bu merhalede, sapkın fikirlere ve kâfir rejimlere karşı konferanslar, seminerler ve yayınlar yoluyla topluma hitap etmek vardır; tıpkı Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Kureyş’e karşı koyması gibi. İşte parti, bu merhaleyi izlemiş ve küfür akidelerine ve fikirlerine karşı fikri çatışmaya ve yöneticilere ve sömürgeciye karşı da siyasi çatışmaya odaklanmış, onları ifşa etmiş, şeriata göre ümmetin meselelerini benimsemiş ve bu amelleriyle toplumda, İslam daveti hakkında kamuoyu oluşmuştur.

- Yönetimi teslim alma merhalesi:

Bu, birinci ve ikinci merhalenin başarıya ulaşmasının, ümmet içinde genel uyanıklığa dayalı bir kamuoyu oluşmasının ve Hilafeti kurmak için güç ve kuvvet ehlinden nusret talep etmenin ardından gelmektedir. İşte Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, kamuoyu oluştururken yaptığı şey budur. Tıpkı Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Kureyş’in ileri gelenlerinden, Taif’ten, Kinde ve Beni Şeybe gibi diğer kabile liderlerinden ve benzerlerinden nusret talebinde bulunması gibi. Nitekim Akabe Biatinde ensar kazanmış, ardından İslam, kapsamlı yaşam biçimi olarak tatbik edilmiştir.

Hizb-ut Tahrir'in takip ettiği bu metot, kitleleşme alanında İslam için çalışanların hiçbirinde bulunmayan özellikler ve ayrıcalıklar kazandırmıştır; zira parti, açıklık ve dürüstlüğüyle ön plana çıkmıştır; zira batılla mücadelede hoşgörülü olmamış ve şiddete başvurmadan siyasi çalışmasına bağlı kalmıştır. Bunu da Allahu Teala’nın şu kavline istinaden yapmıştır: فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرْSana emrolunanı beyinlerini çatlatırcasına tebliğ et.” [Hicr 94]  

Partinin özellikleri arasında, peygamberlerin sabrettikleri gibi eziyetlere sabretmesi, İslam beldelerini savunma durumları dışında maddi güce başvurmaması, fikri çatışma ve siyasi mücadeleye odaklanması yer almaktadır.

Partinin gençleri, birtakım sorun ve zorlukların yanı sıra yöneticilerin şiddetli zulümlerinden (hapis, işkence, seyahatin yasaklanması, kısıtlamalar ve benzeri) gibi birçok sıkıntıyla karşı karşıya kaldılar ancak parti, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke’deki sabrını örnek olarak barışçıl bir şekilde mücadelesine devam etmiş olup bugün de parti, Hilafeti kurma umuduyla davetine sürdürerek aşağıdaki hususlara odaklanmaktadır:  

- Devlet adamları yetiştirmek.

- Ümmet içerisinde İslam’ın fikirleri hakkında kamuoyu oluşturmak.

- Sömürgecinin, ümmete karşı kurduğu komploları ifşa etmek.

- Ümmetin gerçek maslahatlarını benimsemek.

Parti, köklü ve kapsamlı değişimde Peygamberimizin örnekliğine sımsıkı sarılarak metodunun, gaye ve yolda sebat etmeye ve üslup ve araçlarda icat ediciliğe dayalı olduğunu teyit etmiştir. 

Ayrıca Batılı ülkeler, özellikle ümmeti kalkındıracak siyasi fikirler olmak üzere İslam’ın fikirlerini çarpıtmak için çalışmakta olup bunlardan biri de Hizb-ut Tahrir’in değişim konusunda izlediği yol hakkında şüphe uyandırmaktır ki bunlardan en önemlileri şunlardır: 

1- Ordulardan nusret talep etmek: Bu metodu, gerçekçi olmamakla ve şeriata aykırı olmakla suçlamak.

  • Ordulardan nusret talep etme metoduna yönelik şerî cevap

- Kur’an ve sünnetten şerî deliller:

Akabe biati: Peygamberimizin, devleti kurmak için (Evs ve Hazrec) gibi güç ve kuvvet ehlinden nusret talep etmesine dair örnekliği ve onların da korumak ve yardım etmek üzere Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bit etmeleri.

- أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِBen insanlarla Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet edinceye kadar savaşmakla emrolundum.” [Müslim rivayet etti] hadisi, değişimin, uygulayıcı bir güce ihtiyaç duyduğunu teyit etmektedir.

- Allahu Teala’nın, وَأَعِدُّوا لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍOnlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.” [Enfal 60] kavli, “gücün”, ordular ve yönetim araçları olduğunu açıklamaktadır.

Hilafet Devleti’ni kurmak için nusret talep etmek ile Müslüman ülkelerde arkasında kâfir devletlerin olduğu askeri darbeler arasındaki farkı mülahaza etmek önemlidir.

Nusret talep etmek, aşağıdaki şekilde olmaktadır:

- Ümmet içerisinde, İslam’ın fikirlerine yönelik genel uyanıklığa dayalı kamuoyu oluşturmak ve ümmetin bir parçası olan etki sahibi kişileri ve orduları ikna etmek.   

- Sistemlerden önce mefhumları değiştirmek ve İslam’dan kaynaklanan bir sistemin varlığı.

- Egemenliğin şeriata, otoritenin ise ümmete ait olduğu bir İslam Devleti kurmak.

- Birçok ülkelerde meydana gelen askeri darbelere gelince; bunlar, partinin reddetmiş olduğu sömürgeci ülkelere hizmet etmeye yönelik askeri bir eylem olup bu eylem, devleti egemenliğinden yoksun bırakarak onu başkasına bağımlı bir hale getirmektedir.

  • “Gerçekçi olmadığı” suçlamasına cevap:

- Şerî yön: Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metoduna tabi olmak farz olup nusret talep etmek de bu metodun bir parçasıdır; dolayısıyla bunu yerine getirmek farz olmaktadır.

- Tarihi yön: Dünyada hiçbir ülke güç olmadan kurulmamıştır; çünkü güç, herhangi bir ülkenin kurulması için esastır.

- Çağın gerçekliği: Bireyleri asker ve subaylardan oluşan bu ordular, bu azim ümmetin bir parçası olan Müslümanların evlatları ve adamları olup bu ordulara Müslümanların zenginliklerinden harcanmakta ve İslam ülkelerindeki orduların içerisinde, ümmetleri için hayrı ve dinleri için izzeti isteyen birçok kişi bulunmaktadır;  o halde geçmişte ve bugün, Müslüman orduların içerisinde hakkı bulup öğrendiklerinde asla onu terk etmeyecek adamlar olduğuna tanık olmuşken bu orduları, İslam ümmetinin sorumluluğunu taşımaya teşvik etmenin kusur ve hata neresinde? 

İkincisi: Siyasete katılmayı reddetmesi ve partinin ümmeti yalnızlaştırmakla suçlanması.

  • Siyasete katılmanın reddedilmesine yönelik şerî cevap

1- Şerî deliller:

Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yönetmenin haram olması: Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَAllah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerdir.” [Maide 44] Dolayısıyla parlamentolara katılmak, Allah’tan başkasının kanun koyması anlamına gelmekte olup bu ise açık bir küfürdür. 

لَا طَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ الْخَالِقِYaratıcıya isyanda kula itaat yoktur” hadisi, insan yapımı kanunları koyan sistemlere katılmayı yasaklamaktadır.

2. Siyasete katılmakla siyasi çalışma arasındaki fark:

Siyasete katılmak: (İster kapitalist, ister sosyalist sistem olsun) mevcut sistemi kabul etmek olup tamamen İslam ile çelişmelerinden dolayı reddedilmelidir.

Siyasi çalışma: İnsanların işlerini İslam’a göre gözetmek ve rejimlerin yozlaşmışlığını ifşa etmek ve insanları, yönetim ve ekonomide bir yaşam biçimi, olması itibariyle İslam’ı benimsemeye davet etmek ve benzerleri gibi iyiliği emredip kötülükten nehyetmek… Partinin yaptı şey işte budur.   

  • Yalnızlaştırmakla ilgili suçlamaya yönelik cevap:

- Hilafet anayasa tasarısı: Partinin, pratik bir alternatif sunduğu, siyaseti reddetmediği, aksine fasit ve şerî olmayan kapitalist rejimlerin altındaki yönetime entegre olmayı ve katılmayı reddettiği kanıtlanmıştır. 

- Katılım örnekliğinin başarısız olması: Mısır ve Tunus'taki "İslamcıların" deneyimleri, (yönetime) katılımın değişime değil, bağımlılığa ve batılın onaylanmasına yol açtığını kanıtlamıştır.

  • Tekfir etme ve bir başkasını dışlama

Parti, rejimleri ve yöneticileri tekfir etmekten dolayı eleştirilmekte ve aşırıcılık ve dışlayıcılıkla suçlanmakta, bu da onu rejimler ve toplumlarla sürekli çatışma içine sokmaktadır.


  • Reddiye:

- Fiil ve fiili yapanın arasını ayırmak: Parti, şeriatın dışındaki yönetim “fiilini” tekfir edip onlarda tekfir etmenin şartları gerçekleşmedikçe şahısları tekfir etmemektedir; zira Dâru’l Küfür ve Dâru’l İslam ıstılahları, şeriatın belirlediği medlülleri (anlamları) olan şerî ıstılahlar olup Hizb-ut Tahrir bunları kendi başına ortaya koymamıştır. 

- Meşru siyasi eleştiri: Rejimleri eleştirmek, şerî bir hak olup bu da şu hadise dayanmaktadır: إِنَّمَا الطَّاعَةُ فِي الْمَعْرُوفِ İtaat ancak marufta (meşru olanda) gerekir.

  • Fikri donukluk ve çağa ayak uyduramama:

Parti, 1950'lerde kurulduğundan beri sabit bir metoda bağlı kalmaktan ve demokrasi, insan hakları, kadınların özgürlüğü ve diğer yabancı mefhumlar gibi çağdaş yeniliklere uyum sağlamayı reddetmekten dolayı suçlanmaktadır.

  • Reddiye:

- Sabiteler ve değişenler: (Hilafetin farz olması gibi) şerî sabiteler ile internet ve medya gibi modern teknolojilerin kullanıldığı (davet araçları gibi) değişenlerin arasında fark vardır.

- Hilafet anayasa tasarısı: Ekonomi, eğitim ve benzerleri gibi çağdaş sorunlara pratik çözümler sunmaktadır; peki durgunluk hani nerede?!

- Parti, gelişime karşı olduğu için değil şeriata aykırı olduğu için demokrasiyi reddetmektedir; pratik olarak demokrasinin kökleri, Yunan dönemine uzanmaktadır; eleştirenlerin zihniyetine bakarsak, gerçekten çok eski bir fikir olmasından dolayı demokrasiye tabi olmak gericiliktir.

  • Eğitim ve ruhi yönün ihmal edilmesi:

Parti, ruhi ve bireysel yönü ihmal etmekle ve sadece siyasi yöne odaklanmakla, bunun da onu mütekamil İslami bir şahsiyet oluşturmaktan yoksun bırakmaya sevk etmekle suçlanmaktadır. 

  • Reddiye:

- Kültürlenmeye odaklanmak: Parti, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, sahabeleri eğitme metoduna dayanarak mürekkez (çakıla çakıla) ders halkaları yoluyla İslami şahsiyetin oluşmasına vurgu yapmakta olup İslami mefhumlar billurlaştığında bunlar insanı fikri ve davranış olarak değiştirmektedir; zira güçlü bir mümini ortaya çıkaran, tavırlar olup şekil değildir. 

Dolayısıyla devlet kurmak için Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metoduna göre hareket etmek fardır; herhangi bir farz değil, aksine farzların tacıdır; işte Hizb-ut Tahrir, Allah'ın rızasını gözeterek tamamen bu metoda göre hareket etmektedir. Allah’tan bize, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurmayı ikram etmesini niyaz ediyoruz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed El-Asbahi – Yemen

Devamını oku...

Gazze Bize Haykırıyor: Ümmetin Tek Bir Sancağın Altında Kalkınmasının Zamanı Gelmiştir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Gazze Bize Haykırıyor: Ümmetin Tek Bir Sancağın Altında Kalkınmasının Zamanı Gelmiştir!

Gazze'de yaşanan şiddetli savaş, her gün halkımızın kanıyla sulanan bu toprakları, ümmet olarak bize isabet eden zayıflık ve bölünmüşlüğün bir aynası haline getirmiştir. Artık sessiz kalmamalı, harekete geçmekten korkmamalıyız; bilakis fikri ve ameli olarak kalkınmamız ve gücümüzün kaynağına, bizi bir araya getiren akideye, bizi birleştiren İslam'a ve tüm sancakların üzerinde dalgalanması gereken "لا إله إلا الله محمد رسول الله" sancağına geri dönmemiz sorumluluğumuz haline gelmiştir.

İnsan doğası gereği, idrak edip düşünmek, hak olana teslim olmak ve ruhunu aydınlatan şeyi araştırmak üzere yaratılmış olan bir varlıktır. Yine insan, söz ve filler gibi çevresinde olanlardan ve içinde yaşadığı ortamdan ve sistemden etkilenen bir varlıktır. Bu yüzden insan, altüst olmuş bir gerçeklikte yetiştirildiğinde, sapkınlığı alışkanlık haline getirip onu doğru olarak görmeye başlar ve farkına bile varmadan fıtratından uzaklaşır. Dolayısıyla insanın gördükleri ve işittikleri şeylere göre şekillenmesi onu, kendisinden olmayan ve üzerine yaratıldığı şeye (fıtrata) benzemeyen fikirlerin esiri haline getirir.  

Bu fikri işgal, sadece sözcüklerle veya fikirlerle sınırlı kalmamış, aksine eğitim müfredatları, medya organları ve ekonomi aracılığıyla kültürümüzün derinliklerine kadar nüfuz etmiştir. Okullarda ve medya organlarında bize, çarpıtılmış tarih ve yabancı değerler sunulunca, yeni nesil kimliğiyle olan bağını yitirmiş ve fıtrat, sahte Batı standartları karşısında görünmez bir hale gelmiştir. Şerî yoldan sapmak, sadece bir hata değil, doğru ile yanlışın kıyas edildiği bir ölçü haline gelmiş... Ve böylece kırılma başlamıştır.

Gerçekliğin yozlaşması, bir boşluktan gelmemiş, aksine Batı'dan ithal ettiğimiz sistemlerden gelmiştir ki böylece bizim dışımızdakilerin akıllarıyla karar vermeye ve doğruyu, bize yabancı teraziyle ölçmeye başladık. Dolayısıyla sistem mefhumları değiştirmiş, böylece iman geri kalmışlık, iffet kompleks, özgürlük ahlaksızlık ve açıklık bir çözülme haline gelmiştir! Her ne zaman fıtrat haykırmaya çalışsa, “trendlerin” gürültüsü, medyanın parıltısı ve korkunç bir ruhsal boşluğu gizleyen manşetlerin süsleri tarafından susturulmuştur.

Batı, ümmete karşı savaşını sadece silahlarla değil, aksine fikir, ekonomi, sinema, eğitim ve medya ile de yürütmüştür. İçimize öyle bir aşağılık kompleksi yerleştirmiştir ki böylece çoğumuz izzetin ancak ona ait olmakla olabileceğini sanmıştır. Ayrıca Batı, ülkemizi bölmüş, sembollerimizi değiştirmiş ve " لا إله إلا الله محمد رسول الله" yazılı bayrağımızı, dinimizle hiçbir ilgisi olmayan renklerle karıştırılmış bayraklarla değiştirmiştir. Dolayısıyla bizlere, akideye değil sınırlara ait olmayı, Kur'an'dan daha çok ilahileri kutsallaştırmayı, ümmetin kalkınmasını değil vatan için marşlar söylemeyi öğrettiler.

Bu tahrifat altında Müslüman, ülkesinde hak olanı bir yabancı gibi görmeye başlamıştır. Varoluşun anlamından ziyade geçim derdine düşmüş ve sırf akidesine sımsıkı sarıldığı için onu aşırıcı gören bir dünyada akidesini savunmaktan yorulmuştur. Hatta Batı'ya baktığında, küfürlerine rağmen onların, huzurlu ve sakin bir hayat yaşadıklarını görmüş ve böylece mutluluğun sırrının, elinden kaybettiklerinde değil de kafirlerde olan şeylerde olduğunu zannetmiştir.

Ancak Allah bizi, tabiiler olmamız için, hakkı ve adaleti egemen kılmamız için yaratmıştır. Nitekim bizler, ibadet ile muamelatın arasını birleştiren ve ruhu amelle mezceden bir metot olan Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in metodunu terk edince izzetimizi de kaybettik; bu yüzden gaflet içinde olduğunu öğrendiğinde ümmet, kaçınılmaz olarak kalkınacaktır

Bireyin, değişime başlaması için bir yanılsama içinde yaşadığını idrak etmesi yeterlidir. Peki ümmetin tamamı, gafletinden nasıl uyanacak? Ayrıca ümmet, nasıl kalbinde taşıdığı "لا إله إلا الله محمد رسول الله” bayrağı olan tek bir bayrak altında birleşip yardımın Batı’nın elinde değil de Allah’ın elinde olduğuna inanacak? Artık üzerimize uygulanan yabancı sistemlerle dinimizin bize emrettiği şeylerin arasını yeniden düşünmemizin zamanı gelmedi mi? Artık İslam'ı, kalbi ıslah eden ibadet, dünyayı ıslah eden adalet, madde ile ruh mezcedilmesi ve Allah'ın istediği insanlık gibi Allah’ın istediği şekilde yaşamamızın zamanı gelmedi mi?

Öyleyse gelin hep birlikte fikir ve bilinçle kalkınalım, fıtrata geri dönelim ve nurları asla sönmeyecek olanların yolunu izleyelim ki böylece ümmet Raşidi Hilafetini kursun ve hakkın bayrağı, tüm bayrakların üzerinde dalgalansın.

Ancak bizler, fıtrat, bilinç ve kalkınmadan bahsederken, genel olarak on yıllardır Filistin’de olanları ve özel olarak da iki yıldır Gazze’deki Aksa Tufanı operasyonunu göz ardı etmemiz imkansızdır. Zira orada akidemiz sınanmakta ve bilincimizin samimiyeti ölçülmektedir; zira her gün kanların akıtıldığı topraklar, bizden uzak bir mesele değildir, aksine zayıflığımızın, sessizliğimizin ve bölünmüşlüğümüzün bir aynasıdır.  

Gazze sadece toprak için olan bir çatışma değildir; aksine kimlik ve birlik için olan bir çatışmadır. İç muhalefetlerden dolayı parçalanmış ve bitkin düşmüş ümmet, Batı’nın onu parçalamak için devam eden çatışmaları karşısında kendisini aciz hissetmektedir. Gazze'nin göstermiş olduğu fedakarlıklarına rağmen, ancak birleştirici vizyonun ve siyasi kitlesel çalışmanın yokluğu, onun zaferini sadece havada yükselen çığlıklara dönüştürmüştür! Eğer gerçekten bir değişim istiyorsak, bunun yolu, fikri ve siyasi vahdetimizi tek bir sancağın altından yeniden tesis etmekle başlar.

Bugün Gazze, ümmetin hala canlı olduğuna inanan ve hak sancağın altında sesini yeniden duyurmayı bekleyen tüm kalpler adına haykırmaktadır. Eğer kalkınmanın bilinçli olmakla başladığına inanıyorsak, o zaman Gazze'ye yardım etmek, bilincimizin ilk sınavı ve yardımın Allah'ın asla dönmeyeceği bir vaadi olduğunu bilen ümmet yolunda atılan ilk adım olsun.

Zaferin yolu, ümmetin fikri ve siyasi olarak kalkınmasıyla başlar; bunu gerçekleştirmek için de akide, şeriat ve yönetim olarak İslam'ın gerçek boyutlarına geri dönmemiz gerekir. Bugün Hizb-ut Tahrir, tam bir iman ve kararlılıkla bu davete liderlik ederek, İslami hayatı yeniden başlatmak ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti yeniden tesis etmek için en ideal yola ışık tutmaktadır. Ümmet akidesine geri dönüp saflarını birleştirerek İslam'ın sancağını yükseklerde dalgalandırmadıkça, güç dengeleri ümmetin lehine dönmeyecektir. İslam davetini Hizb-ut Tahrir temsil etmekte olup bizleri, bu azim projeye yardım etmeye davet etmektedir; bu azim proje ise, akidesinden ödün vermeyen ve kendisine yabancı hiçbir şeye boyun eğmeyen ümmetin projesidir. O halde Gazze hepimiz için ilk motivasyon kaynağı olsun ve Gazze'yi, kalkınmanın şafağının başladığı değişimin kapısı haline getirelim. O halde haydi hak sancağını dalgalandırın ve Allah Subhanehu ve Teala'nın bize emrettiği gibi, mücahit bilinçli ümmetin bir parçası olun.

Hizb-ut Tahrir'in ciddiyet ve samimiyetle çalıştığı Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet projesi için ayağa kalkın. İşte sadece o zaman Allah Subhanehu ve Teala’nın bize olan vaadi gerçekleşecektir; zira ümmetin kalkınmasının, kafirin üzerindeki tahakkümünü kaldırmasının, İslam’ın yönetimini yeniden tesis etmenin ve Allah Azze ve Cellenin vaadinin gerçekleşmesinin tek yolu budur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] Ve Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ Allah (Kendi dinine) yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir.” [Hac 40]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nuseybe Fellahi (Ümmü Vad) – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER