Yerdeki Yıldızlar - Siyasiler Kapını Çalarsa
- Kategori Seçkiler
- |
27 Kasım 2024 Çarşamba sabahı, ABD ve Fransa’nın arabuluculuğunda Lübnan ile Yahudi varlığı arasındaki ateşkes anlaşması yürürlüğe girdi. Anlaşma, Yahudi varlığının Lübnan’daki hedeflere karşı karadan, havadan veya denizden herhangi bir saldırı gerçekleştirmemesini ve ordusunun 60 gün içinde Mavi Hat’ın güneyinden kademeli olarak çekilmesini öngörüyor. Karşılığında, Lübnan’daki İran partisinin Yahudi varlığına yönelik saldırılardan kaçınması, güneyden Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesi ve güneydeki askeri altyapısını sökmesi şart koşuluyor. Ayrıca, Lübnan’ın güneyinde silahlı kuvvet bulundurma yetkisi yalnızca Lübnan güvenlik güçleri ve ordusuna veriliyor.
Yaşananları dikkatle takip eden herkes, birçok gerçeğin gün yüzüne çıktığını ve bazı yapıların ifşa olduğunu görür. Gerçeklerden biri, Yahudi varlığının zayıf ve çatışmalara dayanamayacak kadar kırılgan bir yapı olduğudur. Yahudiler savaşçı bir millet değildir. Buna karşılık, İslam ümmetinin çocukları benzersiz bir azim ve sabra sahiptir. Ya bir de onların korundukları ve arkasındaki savaştıkları bir imamları olsaydı neler olurdu varın siz düşünün? Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
وَإِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ “İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”
Doğrudur, İslam ümmeti mücahit bir ümmettir. Çocukları Allah yolunda cihat etmeyi ve ölmeyi sever. Savaşırken gözlerini genişliği gökler ve yer kadar olan cennete diker ve sabreder. Hepsi Allah’ın kendilerini hesapsız bir şekilde mükâfatlandıracağına inanır.
إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ“Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” [Zümer 10] Peki korkaklıkları ve alçaklıklarıyla tanınan, hayatı seven ve insanlarla ancak duvarların arkasından savaşabilen Yahudiler, nasıl olur da savaş meydanında sabır gösterebilir ve devam edecek iradeyi gösterebilirler?
Şüphesiz ki açığa çıkan gerçeklerden biri de, ümmetin ordularının tüm umutların merkezi ve beklentilerin odağı haline gelmesidir. Gerçekleri değiştirebilecek ve dengeleri altüst edebilecek güce sahiptir. İşgali kökünden kazımak ve kötülüklerini yok etmek, ancak orduların Allah’ın farz kıldığı zayıfları savunma ve işgal altındaki tüm İslam topraklarını kurtarma görevini yerine getirmesiyle mümkündür. Yaşananlar, bireylerin ve grupların ne kadar güçlü ve kararlı olsalar da işgali sona erdiremeyeceğini kanıtlamıştır. Müslüman orduları ise bunu başarabilecek ve daha fazlasını yapabilecek güçtedir; Mübarek Toprak Filistin’i işgalden kurtarabilir ve sömürgeci destekçilerini kendi yurtlarına kadar kovalayabilir.
Bu gerçeklerden bir diğeri de şudur, yaşanan olaylar, Müslümanların Sykes-Picot devletçiklerinde bölünmüşlüğünün onları farklı halklar ve kabileler haline getirdiğini ve bir ümmet olarak hareket etmelerini engellediğini doğrulamıştır. Artık iki milyarlık bir ümmet gibi hareket etmiyorlar. Bu bölünmüşlük sömürgeci güçlerin onları birer birer hedef almasına ve ülkemizdeki hain emellerini ve habis hedeflerini kolayca gerçekleştirmesine olanak sağlamıştır. O yüzden ümmetin hızla bu bölünmüşlükten kurtulması, Allah’ın emrettiği şekilde tek bir imam etrafında birleşmesi ve eski izzetine, heybetine ve konumuna dönmesi elzemdir.
Olayların ifşa ettiği ihanetlere gelince, yöneticilerin ümmete karşı işledikleri ihanetlerdir. Ümmeti yüzüstü bıraktılar, katledilmesini izlediler, hatta Yahudilerle işbirliği yaptılar. Ümmetin ordularını ümmete yardımdan alıkoymaları cürüm olarak yeter.
Bu musibetler, hiç şüphesiz, ümmetin daha dayanıklı hale gelmesine ve gelecek günler için hazırlanmasına yardımcı olmaktadır. Aksa Tufanı ve sonrasında yaşanan olaylar, ümmete yüksek dozda dersler ve gerçekler sunarak, onu daha güçlü, daha sağlam, değişim, izzet ve Hilafeti geri getirme yolunda onu daha bilinçli hale getirmiştir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ“Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.” [Ali İmran 140]
Gazze Şeridi’nin orta kısmından güneyine kadar uzanan batı bölgelerinde binlerce mülteci çadırı yağmur suları altında kaldı. Bu durum, Yahudi varlığının Gazze halkına karşı uyguladığı vahşi soykırım savaşı nedeniyle zaten trajik olan yaşam koşullarını daha da kötüleştirdi. Gazze’deki Hükümet Medya Ofisi, şiddetli hava koşullarının yaklaşık 10 bin mülteci çadırını su altında bıraktığını ve deniz dalgalarının bu çadırları sürüklediğini duyurdu. İstatistikler, Gazze Şeridi’nin batı bölgelerinde, sadece 35 kilometrekarelik bir alanda yaklaşık 1,8 milyon mültecinin yaşadığını ortaya koyuyor. Bu insanlar, soğuk kış koşulları, altyapının çökmesi ve belediyelerin yağmur suyu ile kanalizasyon sularını tahliye edememesi nedeniyle büyük bir felaketle karşı karşıyalar. Ayrıca, aşırı kalabalık ve kaynak eksikliği, salgın hastalıkların yayılma riskini artırıyor. UNRWA’nın tahminlerine göre, yağışlar ve altyapı eksikliği nedeniyle yaklaşık yarım milyon kişi sel tehlikesiyle karşı karşıya.
Yağışlar, Gazze halkının sıkıntılarını, özellikle de derme çatma çadırlarda yaşayan mültecilerin sıkıntılarını daha da ağırlaştırdı. Bu çadırlar, ne yazın kavurucu sıcağına karşı koruma sağlıyor ne de kışın dondurucu soğuğuna. Yağmur suları ve deniz dalgaları çadırları sürüklerken, en iyi ihtimalle bile insanlar delik deşik çatılardan sızan yağmurun altında, tamamen suyla dolmuş zeminlerde ayakta uyumaya çalışıyorlar. Rüzgâr ise çadırları her yandan dövüyor. Gazze halkı, soğuk, açlık ve vahşi katliamların kıskacında. Şehit olmayanlar ya da kurşunlardan, bombalardan ve füze saldırılarından sağ kurtulanlar, açlığın pençesindeler. Kötü beslenmeyle mücadele ediyorlar, soğuk kemiklerine kadar işlemiş durumda. Açlıktan ölenler bile var. Yahudilerin vahşi katliamlarında olduğu gibi, açlık ve soğuk en çok çocukları ve kadınları vuruyor.
Gazze halkının bir yıldan uzun süredir maruz kaldığı vahşi soykırım savaşı, kalpleri parçalıyor, gözlerden kanlı yaşlar akıtıyor. Üstelik Gazze halkı, dünyanın en güçlü orduları arasında gösterilen ordulara sahip bir ümmetin parçası. Peki ya Mısır ve Ürdün ordularına ne oluyor? Bir taş atımlık mesafesinde oldukları halde neden Gazzelilerin yardımına koşmuyorlar, neden bu zulüm ve zorbalığı sona erdirmek için harekete geçmiyorlar?
İslam ümmeti ne zaman kendi kaderine kendisi karar verecek? Hain yöneticileri devirerek Gazze halkını ve kendisini bu esaretten kurtaracak? Bu yöneticiler, Yahudilere yakıt, giysi, sebze ve meyve gönderirken, Gazze halkına birkaç kırıntı ancak Yahudilerin izniyle ulaşabiliyor. İslam ümmeti, sömürgecilerin yağmaladığı servetlerini ve kaynaklarını ne zaman geri alacak? Ve bunları Gazze halkının yanı sıra ülkelerindeki diğer aç ve yoksulların yararına kullanacak? Ümmet, ne zaman korku ve zilletin tozundan silkinerek yeniden izzet ve şerefine kavuşacak? Sykes-Picot sınırlarını yıkarak ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedîn Rasûlullah’ sancağı altında birleşecek? Arkasında savaşmak ve korunmak üzere bir imamın yönetimi altında bir araya gelecek? Ey İslam ümmeti! Yetişin, yetişin, imdada koşun, imdada koşun. Çok geç olmadan hem dünyada hem de ahirette pişmanlık yaşamamak ve hüsrana uğramamak için hemen harekete geçin.
Haber-Yorum
Türkiye, Arap Birliği ve Körfez İşbirliği Konseyi’nin Utanç Verici Tutumları!
Haber:
Erdoğan, Biden’ın Gazze girişimini destekledi ve Amerika’nın Türkiye’ye vereceği her türlü rolü oynamaya hazır olduğunu ifade etti.Arap Birliği, “Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü'nün” kutlayarak Filistin'i desteklemek için elinden geleni yaptı!Birlik ve Kuveyt’te toplanan Körfez İşbirliği Zirvesi, Gazze’ye yönelik saldırının durdurulması için uluslararası eylem çağrısında bulunduğu gibi iki devletli çözüm ve bir Filistin devletinin kurulması çağrısında bulundu.
Yorum:
Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle dedi: “Amerikan Başkanı Biden’ın, Gazze’de ateşkes için yeni bir girişim başlatacaklarını duyurması, çok geç kalmış ama önemli bir adımdır." “Gazze'de acil, adil ve kalıcı ateşkes sağlanmadıkça bölgesel ve küresel huzura ulaşmak imkansızdır.” Ve şöyle dedi: “Gazze’de sükunetin ve barışın tesisi için üzerimize düşen ne varsa elbette yapmaktan çekinmeyiz.Bu çatışmaların en başından bu yana kalıcı ateşkes sağlanması için gerek arabuluculuk olsun gerek garantörlük olsun üzerimize düşeni fazlasıyla yapmaya hazır olduğumuzu defaatle ifade ettik.” (AA, 28/11/2024)
Erdoğan’ın Gazze için yapacağı tek şey Beyaz Saray’daki efendisinin ateşkes girişimini desteklemek olacaktır; zira Gazze halkını desteklemek için tek bir askerini bile hareket geçirmedi ve tek bir mermi bile göndermedi. Oysa Ukrayna'ya insansız hava araçları, teçhizat ve silah gönderdiği gibi Azerbaycan, Suriye, Libya ve diğer Afrika ülkelerine de ABD planlarına göre asker ve silah göndermişti.Dolayısıyla Erdoğan, üzerindeki halk baskısını hafifletmek için Amerika’nın bu savaşı durdurmasını bekliyor. Zira artık sahte kibrini gösteremez bir hale gelmiştir. Çünkü savaş devam ederken şayet ordu göndereceğini söyler de göndermezse, böylece sessizlik ve yanıltma utancının üzerine bir utanç daha eklemiş olacaktır.Bu nedenle bir zamanlar Libya ve Karabağ’a gönderdiği gibi Gazze’ye de asker göndermekle tehdit ettiğinde hemen geri adım attı ve hayali bir insani ittifak çağrısında bulundu!
Erdoğan, Amerika’nın, Yahudi varlığı tarafından yerle bir edilen Gazze’de “kalıcı bir ateşkes sağlanması için arabulucu ya da garantör” olarak kendisine bir rol vermesini bekliyor.Nitekim ateşkesin garantörü olduğunda Hamas'a baskı yapmak ve Yahudi varlığını korumak için Amerika ve Yahudilerin arabulucusu ve hizmetkârı rolünü kabul ettiğini açıklayarak kendisini daha alçak bir seviyeye düşürmüş olacaktır.
Arap Birliği ve devletleri ise düşüklük ve alçaklıkta ona benzemektedir;zira Filistin halkına olan desteğinin, 1/1/2025 tarihinde “Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü'nün” kutlanmasına katılmakla olacağını ilan emiştir! Dolayısıyla sanki insan hakları örgütü ya da uluslararası bir günü kutlayan bir öğrenci derneği gibi davranıyorlar! Dahası bunlar, Filistin halkıyla dayanışma amacıyla güçlü protestolar gerçekleştiren Amerikan ve Avrupa üniversitelerindeki öğrenci derneklerinden daha azdır. Sanki Arap Birliği, Filistin’i özgürleştirebilecek ve halkını Yahudilerin pençesinden kurtarabilecek büyük ordulara sahip ülkelerden oluşmuyormuş gibi!
Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt “İki devletli bir çözüm ve 4 Haziran 1967 sınırlarında başkenti Kudüs olan bir Filistin devleti kurulmadan bölgede barış ve istikrarın sağlanamayacağını” söyledi. (Şarkul Avsat, 1/1/2024) Bunu kendine ve başkalarına yalan söylediğini bilerek söylüyor; çünkü bu çözümün öldüğünü ve asla var olmayacağını kendisi de biliyor. Oysa bölgede çözüm, barış ve istikrar ancak Yahudi varlığının kökünden sökülüp atılması ve bu varlığı koruyan ve ömrünü uzatan Arap Birliği ülkelerinin bizzat devrilmesiyle sağlanabilir.
Aynı utanç verici tutum, 1/12/2024 tarihinde Kuveyt’te düzenlenen ve “4 Haziran 1967 sınırlarında, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasını” talep eden Körfez Zirvesi tarafından da benimsenmiştir. (Şarkul Avsat, 1/12/2024)
Arap Birliği ve Körfez İşbirliği Konseyi, “Gazze ve Filistin'e yönelik Yahudi saldırganlığını durdurmak için uluslararası toplumun harekete geçmesini” talep etti.Sanki Arap Birliği ve Körfez ülkelerinin Filistin ve halkıyla hiçbir ilgisi yokmuş gibi!Başkalarını da saldırganlığı durdurmak için harekete geçmelerini talep etti! Oysa kastettikleri uluslararası hareket, düşman ve düşmanın doğrudan destekçisi olan hem Amerikalı hem de Avrupalı Batı’dır.
Vahşi düşmanın Gazze Şeridi'nde öldürmeye ve yok etmeye devam etmesinin, Türkiye'nin, Arapların ve diğer İslam ülkelerinin yöneticilerinin Yahudilerin ana destekçisi Amerika’nın savaşı durdurmasını beklemelerinin ve kendilerine verilecek rollerin peşinde solumalarının ve hayali iki devletli çözüm projesiyle insanları aldatmalarının üzerinden tam on dört ay geçti.Oysa bu hain bir çözüm ve Filistin'in satılması olmasına rağmen Yahudi varlığı bu çözümü öldürdü ve Gazze'nin kumlarına gömdü. Dahası bu çözümü resmen reddettiğini açıkladığı gibi projenin sahibi Amerika, onun uygulanmasının neredeyse imkânsız olduğunu biliyor ve uygulamaya çalıştığı bir çözüme sahip olduğunu söylemek için onunla aldatıyor.
İslam beldelerinin başındaki yöneticiler, halklarının çoğunluğunun ellerini kendilerinden çektiklerini, artık kendilerine güvenmediklerini, kendilerinin Amerika ve Yahudilerin yalancı ve hilekâr hizmetkarları olduklarını ve onların Filistin'e, halkına ve Müslümanların diğer davalarına zarar vermekten başka bir şey yapmayacaklarını biliyorlar. Geriye tek bir şey kalıyor ki o da; bu halkların bu yöneticileri devirip onları derin bir vadiye atmaları ve tek bir İslam Devleti’nin altında kendilerine liderlik edecek akidevi, samimi ve bilinçli bir liderlik getirmeleridir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur
Haber-Yorum
Kıtlık Gazze’de Binlerce Hamile Kadını Öldürüyor, Kadınlar ve Çocukları Çok Ağır Bedeller Ödüyor!
Haber:
Birleşmiş Milletler Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), Gazze Şeridi'ndeki 15 bin hamile kadının, yoğunlaşan Yahudi saldırıları nedeniyle kıtlığın eşiğinde oldukları uyarısında bulundu.Bunu X platformundaki hesabında yaptığı bir paylaşımda dile getirdi. Yahudi varlığının Gazze’deki açlık ve susuzluk politikasının neden olduğu insani felakete atıfta bulundu.Gazze’de yaklaşık 50.000 hamile kadın bulunuyor ve Aralık ayında 4.000 doğumun gerçekleşmesi bekleniyor. (Anadolu Ajansı)
Yorum:
Gazze’nin kadınları ve halkı, Yahudilerin Gazze’ye karşı yürüttükleri vahşi soykırım savaşındaki caniliğin ve zulmün acısını çekmektedir; zira kadınlar ve daha doğmadan önce çocukları ağır bedeller ödemekte ve bu felaket koşullarının psikolojik etkileri bir yana uygulanan kuşatmanın, gıda ve ilaç girişinin engellenmesinin, hastanelerin ve tıp merkezlerinin yetersizliğinin ve hedef alınmasının, hatta doktorların, sağlık ve ambulans personelinin hedef alınmasının gölgesinde öldürülme, yaralanma ve kayıplardan dolayı acı çektikleri gibi yerinden edilmenin ve yaşamın temel ihtiyaçlarından yoksun harap olmuş çadırlarda ve barınaklarda yaşamanın ve sistematik açlığın acısını çekmektedirler.
Doktorlar, zayıflık ve geç büyümenin acısını çekmelerinin yanı sıra ölü doğan fetüslerin ve düşük kilolu çocukların doğumlarındaki artışların ortasında açlık ve yetersiz beslenmenin, Gazze’deki hamile kadınlar ve yeni doğan çocuklar için ciddi bir risk oluşturduğuna işaret ettiler.El-Cezire’nin eylül ayında yaptığı bir araştırmaya göre, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde doğuştan konjenital malformasyonları (dokulardan organların oluşum dönemi sırasındaki organsal defektleri yani eksik ya da hiç oluşmamış organları ifade eder) olan çocukların sayısında belirgin bir artış yaşanmıştır. Resmi istatistiklere ve tıbbi tanıklıklara göre, 2024 yılının Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında sadece Nasır Tıp Kompleksi'nde doğuştan malformasyon ve bozuklukları olan 172 yeni doğan vakası kaydedildi ve bunların yüzde 20'si öldü; ayrıca Gazze Şeridi’nin kuzeyinde bu vakalarda gözle görülür bir artış oldu ve Şifa Hastanesi'nin yıkılması ve buradaki sağlık ve idari sistemin çökmesi ve vakaların özel kliniklere dağıtılması nedeniyle kesin rakamlar mevcut değildir. Nasır Tıp Kompleksi'ndeki er-Tahrir Kadın ve Doğum Hastanesi'nin Hemşirelik Bölümü Başkanı Dr. Hatem Zuheyr, özellikle kalp, genital ve alt ekstremite hastalıkları olmak üzere konjenital malformasyonlu yenidoğanların sayısında doğrudan bir artış olduğunu tahmin ediyor.Gazze’nin güneyindeki durum da kuzeyden farklı değildir; zira Nasır Tıp Kompleksi'nde görevli jinekolog ve doğum uzmanı Mahir Kavara, Gazze Şeridi’nin güneyindeki ana komplekste doğan deforme bebek vakalarında gözle görülür bir artış olduğunu teyit etti.
El-Cezire'nin araştırmasına göre doktorlar, doğumlar arasındaki konjenital malformasyon vakalarındaki artışın nedenlerini, Gazze Şeridi’ne düşen ve çoğu uluslararası yasaklı silahlar olan birçok toksin taşıyan patlayıcı maddelere, Gazze Şeridi’nde yaygın olan virüsler, anneler arasındaki hijyen eksikliği ve yetersiz beslenme ve hamilelik sırasında gerekli gıdaya erişimlerinin olmamasına, hamile kadınlar için temiz içme suyuna erişimin olmamasına, sağlık hizmetlerinin eksikliği ve hamilelik sırasında stabilizatörlere ve vitaminlere erişimin olmamasının yanı sıra tekrarlanan yerinden edilmelere ve çadırlarda yaşanmasına bağlıyorlar.Doktorlar, patlamalar, korku ve yerinden edilme nedeniyle hamile kadınlar arasında düşüklerin yanı sıra deformitelerin neden olduğu düşüklerin yüksek oranda görüldüğünü açıklıyorlar.
Bu, Yahudilerin suçlarının, Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerin ihanet ve komplolarının, İslam ümmetinin sessizliğinin ve ordularının yüzüstü bırakmalarının, Yahudi varlığının suçlarına ortak olan Batılı ülkelerin ve şu anda kadına yönelik şiddetle mücadele için 16 günlük kampanya başlatan Birleşmiş Milletler ve diğer kadın ve insan hakları kurumlarının yalan, aldatma ve çifte standart politikasının, öte yandan onların Yahudilerin Gazze’deki kadın ve çocuklara karşı işledikleri suçlara kulaklarını tıkayıp gözlerini kapatmalarının, dahası Yahudileri destekleyip onlarla işbirliği yapmalarının gölgesinde Gazzeli kadınların çekmiş olduğu acılardan sadece buz dağının görünen kısmıdır!
İslam ümmetinin ve onun güç ve kuvvet ehlinin, bu annelerin ve çocuklarının Allah'ın huzurunda “Rabbim, İslam ümmeti bizi yüzüstü bıraktı” diyerek sizin hasmınız olacakları gün gelmeden önce, artık zillet ve aşağılanmanın tozunu üzerlerinden silkeleyip Gazze’deki kardeşlerinin yardımına koşmalarının zamanı gelmiştir. وَّلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ “Halbuki artık kurtuluş zamanı değildi.” [Sâd 3]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Beraa Münasıra