Pazar, 23 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/14
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Petrol Tesisleri, İnsanlardan Daha mı Kıymetli ve Daha mı Üstün?!

Haberlerde; Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdül Fettah El-Burhan, Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit ve Hızlı Destek Güçleri Komutanı Muhammed Hamdan Dagalo (Hamideti) arasında varılan üçlü anlaşmanın ardından, Güney Sudan Halk Savunma Kuvvetlerinin, Heglig petrol sahasını güvence altına almak için konuşlanmaya başladığı yer aldı. Güney Sudan Halk Savunma Ordusu Genelkurmay Başkanı Paul Nang, Heglig petrol sahası içinden basına yaptığı açıklamalarda, anlaşmanın ordunun geri çekilmesini ve Hızlı Destek Güçleri’nin bölgeden çıkmasını öngördüğünü belirtti ve anlaşmanın amacının petrol tesislerinde herhangi bir sabotajın meydana gelmesini engellemek olduğunu vurguladı.

Burada güçlü bir şekilde sorulması gereken soru şudur: Korumak için anlaşma yapmaya hangisi daha layıktır? Uğruna bu petrol tesislerinin inşa edildiği insan mı, yoksa petrol tesisleri mi?! Yoksa Sudan’daki Müslüman insanın kanı, petrol tesislerinden daha mı ucuz?! Madem oturup anlaşma yapma imkânı vardı; o halde neden El-Burhan ile Hamideti; Hızlı Destek Güçleri’nin istila ettiği, binlerce savunmasız masumu katlettiği, namusları kirlettiği ve malları yağmaladığı Cuneyne (Geneina), Faşir, Cezire, Bara, Kalugi, Babanusa ve diğer bölgelerdeki sivilleri korumak için oturup bir anlaşma yapmadılar?!

Kim olursa olsun İslam’a göre insan üstün bir varlıktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً“Andolsun ki biz, Ademoğullarını kerim kıldık (şerefli ve üstün kıldık); karada ve denizde taşıdık; onları temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün tuttuk.” [İsra 70] Allah, bir canı haksız yere öldürmeyi en büyük günahlardan saydı. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

مَن قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعاً“Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.” [Maide 32] Bu can, Müslüman bir can ise o zaman haramlık daha şiddetli, hürmet ve dokunulmazlığı daha büyüktür. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içerisinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap eder ve lanet eder. Onun için büyük bir azap da hazırlamıştır.” [Nisa 93] Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:

لَزَوَالُ الدُّنْيَا أَهْوَنُ عَلَى اللَّهِ مِنْ قَتْلِ رَجُلٍ مُسْلِمٍ“Şüphesiz dünyanın yok olması Allah katında Müslüman bir kişinin öldürülmesinden daha ehvendir.”

لَهَدْمُ الْكَعْبَةِ حَجَراً حَجَراً أَهْوَنُ عَلَى اللَّهِ مِنْ قَتْلِ الْمُسْلِمِ“Kabe’nin taş taş yıkılması Allah katında bir Müslümanın kanından daha ehvendir.”

Mümin bir can, değeri ne olursa olsun yeryüzündeki her şeyden daha kıymetlidir. Ancak sömürgeci kâfir Batı ajanı bu beşeri rejimlerde, Müslüman insanın kanı serçe kanından daha ucuz hale gelmiştir! Bu nedenle kanlarını petrol tesislerinden ve diğer her şeyden daha değerli kılacak ve onlara Allah’a itaat gölgesinde onurlu bir hayat sağlayacak bir devlet Sudan halkı için kaçınılmazdır. Bu devlet, İslam’ın belirlediği devlettir; Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir. Hilafet bize konumumuzu geri kazandıracak, kanlarımızı koruyacak, namuslarımızı muhafaza edecek, mallarımızı himaye edecek ve bizi Alemlerin Rabbi olan Allah’a kul edecektir. Böylece hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erenlerden olacağız.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Ürdün Bütçeleri Yozlaşma Konusunda Birbirinin Kopyasıdır; Borçlanarak Sunulan Çözümler, Halkın İşlerini Umursamayan Rejimin İşlevsel Rolüyle Birebir Uyumludur

Hükümet, 2026 yılı genel bütçe yasa tasarısında kamu gelirlerini yaklaşık 10.931 milyar dinar olarak tahmin etti. Bunun %75’i vergilerden, 735 milyon dinarı ise dış yardımlardan oluşuyor. Maliye Bakanı, cari harcamaların 11.456 milyar dinar, sermaye harcamalarının ise yalnızca 1.6 milyar dinar olduğunu açıkladı. 2026 yılı için öngörülen bütçe açığı ise GSYH’nin %4.6’sına ulaşıyor.

Bütçe meselesi, on yıllardır kısır bir döngü içinde ele alınmaktadır. Bütçe tasarısı önce Temsilciler Meclisi’nin Mali Komitesi’ne sevk edilmekte, komite ilgili kurumlarla görüşüp ardından da marjinal önerilerini Meclis’e sunmaktadır. Daha sonra da milletvekilleri, seçimlerde halk desteğini kazanmak amacıyla her bütçe döneminde tekrarlanan tiyatrovari bir sahneyle tasarıyı görüşmektedir. Nitekim Meclis’in bugün “ikna ya da baskı yoluyla” bütçeyi onaylaması bekleniyor. Hükümet ise “Biz onları sövgüye doyurduk, onlar ise (ganimet olarak) develeri aldı” misali, kesinleşmiş zaferin sarhoşluğuyla yoluna devam etmektedir.

2026 yılı bütçe kanun tasarısı, kapitalist ekonomik sistemde adet olduğu üzere gelirler ve giderler açısından tahmini rakamlara dayanmaktadır. Hükümet, ekonominin %2.9 büyüyeceğini iddia ediyor ve bu iyimser tahmini, gerçek bir karşılığı olmayan küçük ölçekli sermaye projelerine dayandırıyor: Ulusal deniz suyu arıtma projesi, demiryolu projeleri, gaz arama ve nakil projeleri… Bunların çoğu yıllarca ertelenen, hatta çoğu zaman hiç uygulanmayan projelerdir.

Maliye Bakanlığı verileri; halkın tasarruflarının zayi olması tehlikesini barındıran 11 milyar dinarlık Yatırım Fonu (Sosyal Güvenlik) borçları da dahil olmak üzere, Ürdün’ün toplam kamu borcunun bu yılın Ağustos ayı sonu itibarıyla 46,849 milyar dinara yükseldiğini göstermiştir. Bu rakam GSYİH’nin %119’unu oluşturuyor. Bu, kapitalist ekonomik göstergelere göre çok yüksek bir orandır ve devletin borçlarını ödeyemediğinin veya daha sonra borçlanamayacağının bir göstergesidir.

Faiz giderleri ya da borç servis maliyetleri, 3 milyar dinarı aşarak, 1,6 milyar dinar tutarındaki sermaye harcamaları ödeneğinin iki katına ulaşmıştır. Bu durum, rejimin 1989’dan beri bağlı kaldığı ve zor durumdaki ekonomiyi daha fazla krediyle ve borçları yeniden yapılandırarak tedavi etmeye dayalı kısır IMF programlarının bir sonucudur. Amerikan ve Avrupalı kredi derecelendirme kuruluşlarının sahte derecelendirmeleri de buna yardımcı olmaktadır. Ürdün’ün kredi notunun “-BB” seviyesinde sabit tutulması, daha fazla faizli borçlanmaya bulaşmasına olanak sağlamaktadır. 2026 finansman bütçesinde, hükümetin şimdiye kadarki en büyük borç geri ödeme yılına hazırlandığı görülüyor: 7.3 milyar dinarın büyük bölümü borç ödemelerine gidecek.

Tüm bu borçlanma politikaları, ülkeyi borç tuzağına sürüklemeyi ve böylece Ürdün’ü siyasi açıdan şantaja açık hâle getirmeyi amaçlıyor. Amaç, rejimi sömürgeci işlevine uygun şekilde yönlendirmek; Amerika’ya, Avrupa’ya ve Yahudi varlığına boyun eğdirtmektir. Bunun son örneği Trump’ın Gazze planıdır. Kötü ekonomik durum, felaketin ve uçurumun eşiğine gelmiştir. Batı’da pusuda bekleyen sömürgecilerin siyasi bir kararıyla her an çökebilecek bir noktaya gelmiştir. Nitekim Trump yönetimi, ikinci döneminin başında sopayı göstermiş ancak daha sonra geri çekmiştir.

Ürdün’ün ekonomik sorunu, bütçe tekniğinde, rakamlarda, girdi-çıktı dengesinde ya da bütçe açığında ve borçlanmasında değildir. Bilakis sorun, bütçenin dayandığı fikirde ve devletin izlediği ekonomi politikasındadır. Bu ekonomik krizi ele alanların, sorunun ömrünü uzatan ve onu devirdaim ettiren yamalar dışında, sorunun aslına inerek bir çözüm ürettiklerini görmüyoruz.

Biz ise Hilafet Devleti’ni kurma çabamızda, Ürdün’ün ve tüm bölgenin ekonomik sorunlarına tek gerçek ve köklü çözümün İslam’ın ekonomik sistemi olduğunu görüyoruz. Çünkü İslam’ın mali politikası, İslami akidenin ve ekonomik sistemle ilgili şer’î hükümlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalist sistem gibi beşerî bir sistem değildir. İslam’da yıllık bütçe hazırlanmaz, bunun için kanun çıkarılmaz ve Meclis’e sunulmaz. İslam’ın bütçesi Beytülmal’dir. Beytülmal’in gelirleri tahmini değildir, beklenen rakamlar da değildir, bilakis gerçek rakamlardır, şer’i hükümlere göre tahsil edilen mallarla ilgilidir. Giderler de aynı şekildedir; bunlar, gerçek giderlerdir. Yılların değişmesiyle değişmeyen daimî şer’i hükümler uyarınca fiilen harcanan giderlerdir.

İslam, faizli kredileri haram kılar; İslam’da faiz, Allah’a ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e savaş ilan etmektir. İslam ekonomisi borçlara ve vergilere dayanmaz. İslam iktisat nizamında asıl olan; borçları devir daim ettirmek değil, serveti dağıtmaktır. Sanal borsa ve tahvil piyasalarında değil, üretimde ve reel ekonomide parayı hareket ettirerek insanların işlerini gerçekten gütmek ve onları kalkındırmaktır. Yönetici, servetleri işletir ve yatırıma dönüştürür. Çünkü bunlar kamu mülkiyetidir ve geliri Ümmete dağıtılan temel bir kaynaktır. Ürdün, onlarca uzmanın 1960’lardan beri dile getirdiği gibi ve Hizb-ut Tahrir’in de o dönemde işaret ettiği gibi yeraltı ve yerüstü muazzam kaynaklara sahiptir. Ancak rejim, siyasi bağımlılık ilişkisini korumak için bu zenginlikleri çıkarmamayı tercih etmekte ve ülkenin fakir kalmasını kendi varlığı için bir gerekçe olarak kullanmaktadır.

Ey Ürdün Müslümanları! Ey Ürdün halkı! Sorun, yüksek borç oranı veya yaygın yoksulluk ve işsizlik değildir. Hatta sorun aslen ekonomik sorun da değildir. Esas sorun, Ürdün’ün bugün bu rejim tarafından yönetiliyor olmasıdır. Çünkü Ürdün, sömürgeci kâfirlerin aslından kopardığı ve kendilerine siyasi ve ekonomik olarak bağladığı bir varlıktır. Ürdün’ün sorunları, ancak ülkenin kendi gerçek jeopolitik kimliğine geri dönmesiyle kökten çözülebilir. Ürdün, Şam diyarının ve İslam Devletinin bir parçasıdır. Bu gerçekleştiğinde Ürdün, komşu Müslüman beldelerle siyasi ve ekonomik bütünlüğünü yeniden kazanacak ve sömürgecilerin hedef aldığı devasa kaynaklarla birlikte gerçek bir güç odağı hâline gelecektir.

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَىٰ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ“O ülkelerin halkı iman etseler ve sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.” [Araf 96]

Devamını oku...

Eğitimde İslami Kimlik Üzerindeki Yapısal Kısıtlamalar

Müslüman öğrenciler ve velileri, eğitim kurumlarında ve diğer kamu kuruluşlarında giderek artan engelleyici ve ayrımcı politikalara maruz kalıyor. Bu uygulamalar çoğu zaman tali veya münferit olaylar gibi sunuluyor.

Öğrencilere ve talebelere, herhangi bir kargaşaya yol açmamasına rağmen teneffüs veya boş zamanlarda dahi okulda namaz kılmanın yasaklandığı bildirilen çok sayıda vaka bulunuyor.

Buna ek olarak, özellikle “İslamî” okullarda çocuklara giderek bazı değer ve görüşler dayatılıyor. Eşcinsellik meselelerine bakış gibi tüm veliler ve öğrenciler, bu dayatılan görüşleri paylaşmıyorlar.

Sözde vatandaşlık eğitimi derslerinde, laik dünya görüşü genellikle normatif bir çerçeve olarak sunulmaktadır; Bu da dini inançlar ve ahlaki ilkeler arasında eşit bir şekilde bir arada yaşama alanını doğal olarak daraltmaktadır.

Birçok vakada Müslüman gençlere, dini veya siyasi duruşlarıyla ilgili açıkça uyarılarda bulunulmuş ve bu olayların bazıları daha sonra medya aracılığıyla kamuoyuna yansımıştır. Rapor edilen vakalardan birinde, bir öğrenci beden eğitimi dersinde siyasi bir bildiri olarak kabul edildiği gerekçesiyle “Filistin” yazılı tişörtünü çıkarmaya zorlanmıştır. Bu olaylar bir bütün olarak ele alındığında, eğitimde İslamî kimlik ve onun dışavurumları üzerinde yapısal kısıtlamaların olduğu açıkça görülür. Bu kısıtlamalar daha geniş bir bağlama oturtulduğunda, tutarlı ve son derece endişe verici bir tablo ortaya çıkar.

Bu yönelimle uyumlu olarak; İslami okullar, camiler ve Kur’an kursları giderek artan bir şekilde sıkı gözetim ve genel şüphe altına girmektedir. Bu kurumlar sıklıkla olumsuz bir şekilde tasvir edilmekte, yoğun denetimlere ve kısıtlayıcı düzenlemelere maruz kalmaktadır; oysa diğer inanç sistemlerine ait benzer kurumlar aynı muameleyi görmemektedir. Sonuç olarak, İslami eğitim ve gelişim alanı yapısal olarak kısıtlanmaktadır. Bu durum; İslami normların, değerlerin ve bilginin aktarılması ile İslami kimliğin inşası üzerindeki baskının arttığı bir iklimin oluşmasına katkıda bulunmaktadır.

Bu gelişmeler, Müslüman çocukları ve gençleri, kimlik oluşumlarının en kritik evresinde etkilemektedir. İslami sembollerin, namazın ve dini ifadenin kısıtlanmasıyla kimliklerine tarafsız davranılmamakta, bilakis aktif bir şekilde marjinalleştirilmektedirler. Verilen örtülü mesaj şudur: “İslami kimliğin okulda bir yeri yoktur.” Bu tarafsızlık değil, zorla asimilasyon sürecidir ve İslami kimlik yapısal bir baskıya maruz kalmaktadır. Allah Subhânehu ve Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de bize şunu hatırlatmaktadır:

وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [Bakara 120] Bu ilahî uyarı, kabul görmenin yolunun asimilasyon olmadığını, bilakis asimilasyonun hakiki benliğini kaybına yol açacağını vurgulamaktadır.

                                                                                   

İslami nesil, İslam’a düşman olan bu politika biçiminin farkına varmalı ve İslami ilkeleri etrafında birleşmelidir. Çocuklarımızın kimliğini korumak kolektif bir sorumluluktur; bu nedenle uyanıklık, vahdet ve ortak hareket etmek esastır.

Devamını oku...

Orta Asya Üç Çekiç Arasında Sıkışmış Durumda!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Orta Asya Üç Çekiç Arasında Sıkışmış Durumda!

Orta Asya (Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan) bugün, modern tarihinin bir dönüm noktasında durmaktadır; zira yüzyıllar boyunca medeniyetlerin kesişme noktası, kervanların, orduların ve imparatorlukların güzergahı olan bu bölge bugün, nüfuz, kaynaklar ve stratejik koridorlar için rekabet eden üç süper gücün kuşatması altındadır.

Bu güçler şunlardır: Kuzeyden Rusya, doğudan Çin ve batıdan Amerika Birleşik Devletleri; nitekim bu üç büyük çekiç, şimdiye kadar güvenliğini, kimliğini ve halkının çıkarlarını koruyacak net bir denge kuramamış kırılgan bir coğrafi alana farklı güçlerle iniş yapmıştır. 

Birincisi: Doğal kaynaklar

1- Özbekistan: Orta Asya'da kilit oyuncu

Jeopolitik ve ekonomik önemi: Özbekistan, Orta Asya'nın kalbinde yer almakta olup, tüm ticaret koridorlarını ve bölgesel güzergahları birbirine bağlayan tek ülkedir. Bu ülke, bölgedeki en çok nüfusa sahip olmasının yanı sıra coğrafi olarak da Afganistan'a en yakın bir yer olup, yolların, ulaşımların, su kaynaklarının ve enerjinin merkezidir.

Mineraller ve doğal kaynaklar: Özbekistan, ülkenin ekonomisinin temel direklerini oluşturan mineraller ve doğal kaynaklar açısından Orta Asya'nın en zengin ülkelerinden biridir. Aşağıda bu kaynakların en önemli olanlarına yönelik kapsamlı bir sunum yer almaktadır:

- Enerji kaynakları

Petrol ve doğalgaz: Özbekistan, Orta Asya'da doğalgaz rezervleri bakımından önde gelen ülkelerden biridir.

Kömür: Büyük rezervlere sahip.

- Mineraller

Altın ve çeşitli mineraller: Özbekistan, dünyada en büyük beş altın üreticisi ülkeler arasında yer almaktadır.

Uranyum: Özbekistan, dünyanın en büyük uranyum rezervlerinden birine sahiptir.

Bakır

- Değerli ve yarı değerli taşlar: yeşim taşı, lapis lazuli, oniks ve diğerleri.

- İnşaat malzemeleri: Çimento üretim malzemeleri, kireçtaşı, alçı ve mermer.

- Nadir elementler: Tungsten, hoodover ve congers. Bakır madenleri ile birlikte molibden. Molibdenin bir yan ürünü olan renyum ve lityum.

2- Kazakistan: Jeoekonomik Dev

Jeopolitik önemi: Kazakistan, yüzölçümü bakımından en büyük ülke olup, en büyük petrol ve uranyum rezervlerine sahiptir ve Çin'den Avrupa'ya giden ulaşım yollarının %70'i onun üzerinden geçmektedir.

Kazakistan'daki mineraller ve doğal kaynaklar: Kazakistan, mineraller ve doğal kaynaklar açısından Orta Asya'nın en zengin ülkelerinden biri olup sahip olduğu muazzam rezervler onu, dünyanın en önemli enerji ve mineral üreticilerinden biri haline getirmiştir.

- Enerji kaynakları

Petrol: Kazakistan, petrol rezervleri ve üretimi açısından önemli ülkelerden biri olup küresel petrol piyasasında önemli bir rol oynamaktadır.

Doğal gaz: Gazın büyük çoğunluğu petrolle birlikte çıkarılmaktadır.

Kömür: Kazakistan, kömür rezervleri bakımından dünyanın en büyük 10 ülkesi arasında yer almaktadır.

- Mineraller

Uranyum: Kazakistan, dünyanın en büyük uranyum üreticisidir!

Bakır

Demir cevheri: Kazakistan, devasa demir cevheri rezervlerine sahiptir.

Kromit (krom cevheri): Kazakistan, kromit rezervleri açısından dünyanın en büyük ülkelerinden biridir.

- Değerli ve nadir mineraller

Altın: Vasilkovskoye madeni– dünyanın en büyük altın madenlerinden biridir.

Gümüş

Nadir elementler: Berilyum, tantal ve niyobyum.

- İnşaat malzemeleri: Bunlar, kireçtaşı, granit, mermer, alçıtaşı, kum ve çakılları kapsamakta olup ülke genelinde büyük miktarlarda bulunmaktadır.

3. Kırgızistan

Jeopolitik ve ekonomik önemi: Ekonomik açıdan küçük, deniz limanı olmayan ve Kazakistan, Çin ve Özbekistan arasında stratejik bir konumda yer alan bir ülkedir.

Kırgızistan'daki mineraller ve doğal kaynaklar: Kırgızistan, başta altın olmak üzere bazı önemli mineraller açısından zengin ve dağlık bir ülke olmasının yanı sıra büyük ekonomik ve stratejik değere sahip başka kaynakları da bulunmaktadır.

- (Ülkenin en önemli kaynağı) altın: Kırgızistan, altın açısından Orta Asya'nın en zengin ülkelerinden biri olarak kabul edilmektedir.

- Kömür: Ülke, temel olarak iç tüketimi karşılamak için kullanılan kömür rezervlerine sahiptir.

- Antimon ve cıva: Kırgızistan, Orta Asya'daki antimon (sürme) rezervleriyle ünlüdür.

- Nadir mineraller (stratejik metaller): Endüstriyel açıdan önemli elementlerden oluşan bir grubu içerir: Berilyum, bizmut ve tungsten molibden gibi.

- Kurşun, çinko ve dağ mineralleri.

- Değerli ve yarı değerli taşlar: Kırgızistan dağları, yeşim (nefrit) taşı, lapis lazuli, opal, turmalin ve krizopraz gibi farklı türdeki taşlarıyla ünlüdür.

- İnşaat malzemeleri şunları içermektedir: Mermer, granit, kireçtaşı ve çoğu vadide çimento, kum ve çakıl için gerekli hammaddeler bulunmaktadır.

4. Tacikistan

Jeopolitik ve ekonomik önemi: Afganistan ile uzun sınırları (1.300 km) ve Pamir Dağları'nda önemli su kaynakları bulunmaktadır.

Tacikistan'daki maden zenginlikleri: Tacikistan, çeşitli maden zenginliklerine sahiptir ve madencilik sektörü, ülkenin en önemli ekonomik sektörlerinden biridir. Bu zenginliklerin en bariz olanları şunlardır:

- Altın: Tacikistan altın açısından zengin ülkelerden biridir.

- Gümüş: Ülke, büyük gümüş rezervlerine sahiptir ve dünyanın en büyük gümüş madenlerine sahip ülkeler arasında yer almaktadır.

Tacikistan'ın maden zenginliği: Tacikistan çeşitli maden zenginliklerine sahiptir ve madencilik sektörü ülkenin en önemli ekonomik sektörlerinden sayılır. Bu zenginliklerin en öne çıkanları şunlardır:

Taş kömürü: Büyük miktarlarda bulunmakta ve önemli bir enerji kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir.

- Uranyum: Tacikistan, Sovyet dönemine kadar dayanan uranyum rezervlerine sahiptir ve bu mineral, en önemli stratejik minerallerden biri olarak kabul edilmektedir.

- Nadir mineraller: Antimon, cıva, kurşun, çinko ve tungsten gibi mineraller, çeşitli endüstrilerde kullanılan önemli mineral kaynaklarından sayılır.

5- Türkmenistan

Jeopolitik ve ekonomik önemi: Afganistan ile sınır komşusu olup TAPI doğalgaz boru hattı projesi için stratejik bir konumdadır.

Türkmenistan'daki maden zenginlikleri: Türkmenistan, özellikle petrol ve doğalgaz olmak üzere doğal zenginlikler açısından zengin ülkelerden biridir. Ülkedeki en önemli maden zenginlikleri şunlardır:

- Doğal gaz: Türkmenistan, dünyanın en büyük gaz rezervlerinden birine sahiptir.

- Petrol: Hazar Denizi kıyılarında ve Kara Boğaz yakınlarındaki bölgelerde büyük petrol yatakları bulunmaktadır.

- İyot ve brom: Türkmenistan, iyot ve brom üretiminde dünyanın önde gelen ülkelerinden biridir.

- Kalsiyum, magnezyum ve tuz.

- Kükürt: Gaz sahalarında büyük miktarlarda kükürt bulunmakta olup kimya endüstrisi için önemli kaynaklardan biridir.

- İnşaat malzemeleri arasında şunlar yer almaktadır: Kum, çakıl, mermer, dolomit, kireç taşı ve çimento üretimi için ham maddeler.

İkincisi: Üç Çekiç:

1. Rus Çekici: İmparatorluğun Mirası ve Geçmişi Geri Kazanma Girişimi

Rusya, kendisini Orta Asya'nın tarihi koruyucusu olarak görmektedir; zira yaklaşık üç yüzyıllık Çarlık yönetimi, ardından Sovyet döneminden sonra Moskova bu bölgeyi, “hayati alanının” bir parçası olarak görmektedir; bu nedenle birçok araçlar kullanmaktadır ki bunlar şunlardır:

- Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (CSTO) aracılığıyla güvenlik ve askeri baskı.

- Sürekli olarak Rusça dilinin kullanımı yoluyla dilsel ve kültürel nüfuz.

- Göçmen işgücü, bankacılık hizmetleri ve enerji yoluyla ekonomik bağımlılık.

Orta Asya ülkeleri 1991 yılından bu yana bağımsızlıklarını kazanmış olmalarına rağmen, Moskova bu ülkeleri hâlâ kendi ön bahçesi olarak görmekte ve başkasının bu bahçeye girmesine izin vermemektedir.

Orta Asya ülkelerinin Rusya ile ilişkileri:

Özbekistan: Pragmatik bağlantısızlık politikası; Rusya'da 2 milyondan fazla göçmen işçi, Rus enerjisine (doğalgaz, nükleer) bağımlıdır.

Kazakistan: Rusya ile en uzun sınırı (7.500 km) olan bir ülke olup tarihsel olarak güçlü Rus nüfuzu altındadır ve iç güvenliği Rus güçleri tarafından desteklenmektedir.

Kırgızistan: Ordu Rusya'ya güveniyor ve orada bir Rus üssü bulunmaktadır ve Rusya'nın ülkedeki siyasi ve ekonomik nüfuzu güçlüdür.

Tacikistan: Burada 201. Rus askeri üssü bulunuyor. Güvenlik Rusya'ya bağlıdır ve Rusya'dan gelen göçmen işçiler Rusya'nın etkisini güçlendirmektedir.

Türkmenistan: Rus nüfuzu sınırlıdır ve tam bir tarafsızlık politikası söz konusudur.

2- Çin Çekici– Coğrafyadan Önce Ekonomi

Rusya tarihe dayanırken, Çin ise mutlak ekonomik güce güvenmektedir; zira Kuşak ve Yol Girişimi sayesinde Çin, karayolları, demiryolları, iç limanlar, enerji, madenler ve telekomünikasyon alanlarında birinci yatırımcı haline gelmiştir.

Pekin'in en önemli araçları şunlardır:

- Finansal bağımlılık yaratan devasa krediler.

- Petrol, gaz ve uranyum alanlarında stratejik yatırımlar.

- Kültür, eğitim hibeleri ve ticari nüfuz yoluyla yumuşak baskı.

Çin çekicinin özelliği sessiz olmasıdır; ancak o, derinlemesine çalışmakta ve bölgenin ekonomik yapısını içeriden değiştirmektedir.

3. Amerikan Çekici: Jeopolitik Rekabet ve Boşluğu Doldurmak

Amerika Birleşik Devletleri, 2001 yılından sonra “terörle mücadele” sloganı altında Orta Asya'ya güçlü bir şekilde girdi, ancak gerçek varlığı jeopolitik niteliğe sahip olup bu nitelik, Rusya'nın nüfuzunu yeniden elde etmesini engellemeyi ve Çin'in doğuya ve batıya doğru genişlemesini frenlemeyi temsil etmektedir.

En öneli araçları şunlardır:

- Sınırlı güvenlik anlaşmaları.

- Siyasi ve medya desteği.

- Küçük ölçekli ekonomik girişimler.

- C5+1 platformu aracılığıyla diplomatik baskı.

Amerika'nın nüfuzu Rusya ve Çin nüfuzundan daha zayıf olmasına rağmen ancak dengeleyici bir rol oynamakta ve bölgede tek bir egemen gücün oluşmasını engellemektedir.

Bu üç güç karşısında zorunlu tarafsızlık ile kimlik arayışı arasında kalan Orta Asya ülkeleri, pozitif tarafsızlık politikası veya "eksenler arası denge" politikasını benimsemek zorunda kalmışlardır;

Ancak:

- Tarih, dil ve ekonomi nedeniyle Rusya'ya karşı tarafsız kalmak zordur.

- Devasa finansman ve ticaret nedeniyle Çin'e karşı tarafsız kalmak zordur.

- Küresel açıklık ve siyasi meşruiyete olan ihtiyaç nedeniyle Amerika'ya karşı tarafsız kalmak zordur.

Bu karmaşıklığın gölgesinde bu bölgenin halklarının İslami ve kültürel kimliği, bu birbirleriyle çatışan çekiçler arasında nefes alacak bir alan arayan bir unsur olmaya devam etmektedir.

Sonuç olarak

Orta Asya'yı "üç çekiç arasında sıkışmış" olarak betimlemek, sadece edebi bir betimleme değil, aksine stratejik bir gerçektir. Bölge hayati bir meydan okumayla karşı karşıyadır: Peki büyük güçler arasındaki rekabet sahası olmaya devam mı edecek? Yoksa kendi kendine güvenen, kendi kurumlarını inşa eden, servetine yatırım yapan ve dış baskılardan uzak bir şekilde geleceğini şekillendiren bağımsız bir eksen haline mi gelecektir?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Hâdi

Devamını oku...

Sezar Yasasının Şartlı Olarak Yürürlükten Kaldırılması!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Sezar Yasasının Şartlı Olarak Yürürlükten Kaldırılması!

Haber:

ABD Temsilciler Meclisi, Sezar Yasası'nı yürürlükten kaldırmayı ve Suriyelilerin ülkelerine uygulanan yaptırımları kaldırmayı oyladıktan sonra Suriyeliler rahat bir nefes aldılar. Suriye, Dışişleri Bakanı Esad Şeybani'nin lisanı üzerinden ABD'nin bu adımını memnuniyetle karşıladı ve bunu “tarihi bir başarı ve hakkın ve Suriye halkının direncinin bir zaferi” olarak nitelendirdi ve yasanın yürürlükten kaldırılmasını, içinde bulunduğu aşamada Suriye'ye desteğin önemine ilişkin bilincin arttığını yansıttığını ifade etti.

Yasa tasarısı, yaptırımların kaldırılmasının belirli şartlara tabi olduğunu ve bu şartların periyodik olarak gözden geçirileceğini öngörmektedir; bu şartlar arasında Suriye'nin azınlık olarak adlandırdığı grupların haklarına saygı gösterilmesi, terör örgütleriyle mücadele için somut adımlar atıldığının kanıtlanması ve komşu ülkelere karşı tek taraflı askeri harekatların engellenmesi gerektiği yer almaktadır.

Yorum:

Sezar Yasası, 2019 yılında “Suriye'deki sivilleri korumak” gerekçesiyle ABD Kongresi'nde her iki parti tarafından helak olmuş Esad rejimine karşı sunulan birkaç yasa tasarısına verilen bir addır.

2025 yılının sonlarında Amerika, otomatik olarak yeniden yürürlüğe girmesine ilişkin bir madde eklemeden yasayı yürürlükten kaldıracak.Yasanın yürürlükten kaldırılması, Sezar'ın yaptırımlarının kalıcı olarak kaldırılacağı anlamına gelse de ancak o,ABD yönetiminin onaylamasından itibaren 90 günü aşmayan ve ardından dört yıl boyunca her 180 günde bir Kongre'ye rapor sunmasını gerektiren bağlayıcı olmayan şartlar içermektedir.

Diğer ifadelerle, yaptırımların kılıcı, terörle mücadelede, yani İslam'la mücadeledeki değerini kanıtlamak için Ahmed Şara'nın yeni rejiminin boynunda asılı olarak kalmaya devam edecektir; dolayısıyla komşusuna, yani Yahudi varlığına karşı herhangi bir askeri harekatta bulunulmaması, küçük dini ve etnik grupların haklarına saygı gösterilip onların hükümet ve parlamentoya adil bir şekilde dahil edilmesi, ülkenin parçalanmasına ve dağılmasına kapı aralamak anlamına gelmektedir.

Bu yürürlükten kaldırmadan önce Ahmed Şara, Beyaz Saray'da kendisini kabul eden ve kendisine “Amerika'yı Yeniden Büyük Yap” "MAGA" şapkası hediye eden Trump'a itaat etme ve boyun eğme gösterisinde bulunmuştu; bu ise Ahmed Şara rejiminin Amerika'ya itaat edeceği ve her şeyden önce siyasal İslam'a karşı savaşta Amerika'nın ok kılıfındaki bir ok olacağına dair sembolik bir jeste işaret etmektedir. Bundan sonra ise Amerikan ve diğer şirketlerin, kalkınma ve Suriye ekonomisini kurtarma bahanesiyle gelip ülkenin servetini tekelleştirmeleri için yaptırımların kaldırılması diye bir engel olmayacaktır.

Bu yasanın Esad rejimi öncesinde Suriye halkı üzerinde büyük bir etkisi olduğu şüphesizdir; ancak Esad ailesinin rejiminin düşüşünden sonra bu yasanın yürürlükte kalmaya devam etmesi, başta Allah'ın şeriatının tatbik edilmesi olmak üzere devrimin taleplerini sırtlarının arkasına atmalarının ardından Amerika'nın bölgeye yönelik planlarını erken aşamada kabul eden ve tam olarak bu planlara katılan yeni yöneticilere yönelik şantajdan başka bir şey değildi.

Ahmed Şara ve onunla birlikte olanların, yasa yürürlükten kaldırıldıktan sonra doğru yola dönüp Suriye'deki ümmetin taleplerinin yanında yer alacaklarına dair hala bir umut besleyenlere diyoruz ki: kendinizi yeniden bir gözden geçirmek, İslam'ın yanında yer almak ve devrimi doğru yola geri döndürmek için acele edin. Aksi takdirde, bir kez aşağılanana tekrar tekrar aşağılanmak kolay gelecek ve işte o zaman ölü bir kişinin yarası acımayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hüsameddin Mustafa

Devamını oku...

Demokratik Sistemin Temeli Kâr ve Güç Olup Aksi Değildir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Demokratik Sistemin Temeli Kâr ve Güç Olup Aksi Değildir!

Haber:

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Uluslararası İnsan Hakları Günü vesilesiyle bir mesaj yayınladı ve mesajda şunlar geçti: “Haklarımız asla kâr veya güçten sonra ikinci plana atılmamalıdır. Tüm insanların onur ve özgürlüğün tadını çıkarabilmesi için haklarımızı korumak üzere birleşelim.”

Yorum:

Kararlı Gazze'de ve Şam bölgelerindeki yerinden edilmiş kişilerin kamplarındaki durumun ve iki yıldan fazla bir süredir yiyecek ve ilaçtan mahrum kalarak açlık içinde yaşayan, hatta hayvan yemi ve inek derisi yiyecek bir duruma kadar ulaşan El Faşir halkının ölümünün ortaya çıkmasından sonra... Neden bu meşum örgüt müdahale etmiyor veya örgütün insan hakları bildirgesinde belirtildiği gibi sivilleri korumak ve ihtiyaç sahiplerine insani yardım sağlamak gibi iddia edilen rolünü yerine getirmiyor? Bu onur ve haklar hani nerede; yoksa onların standartları ırk, renk ve dine mi dayalıdır?

Sudan'daki bazı raporlar, bu örgütün Darfur'da kuşatma altındaki halka insani yardım götürme bahanesiyle Hızlı Destek Güçleri'ne askeri teçhizat sağladığından ve kamyonların Sudan'ın komşu ülkelerin geçitlerinin biri üzerinden girdiğinden bahsetmektedir; peki buna ne demeliyiz?

Tüm bunlar ve diğerleri, çıkar ve kârı diğer tüm değerlerin önüne alan kapitalist sistemin ve onun örgütlerinin ve kurumlarının iğrençliğini göstermektedir; dahası onlarda insan onuruna bir yer yoktur. Dolayısıyla bunlar, kurbanlarına, onlara bir iyilik getireceği bahanesiyle zehirli bal sunmakta da bir sakınca görmezler; kurbanlar da bu zehirli balı kendi elleriyle içerler ancak daha sonra, er ya da geç kendilerini öldürecek ölümcül bir zehir yuttukları ortaya çıkar.

Birleşmiş Milletler ve kurumları hakkında konuşurken, onun aslına geri dönüp kendimize şu soruyu sormalıyız: Bu kuruluşlar yardımlar sağlarken elde etmek istedikleri gaye nedir? İddia ettikleri gibi gerçekten Müslümanlar için onur ve özgürlük sağlamak mıdır?

Birleşmiş Milletler, sömürgeci ülkelerin Müslüman ülkelere karşı işledikleri suçları örtbas etmek için kullandıkları araçtan başka bir şey değildir; ardından da hiçbir amaca hizmet etmeyen, zulmü ortadan kaldırmayan, aksine gizli gündemleri için mağdurları kurban olarak sunan açıklamalar yapmaktadırlar; bu ise aklı olan herkes için açık bir hale gelinceye kadar beklediğimiz bir şeydi.Bu nedenle İslam ümmetinin, küfür milletinin kendisine karşı kurduğu tuzağın ne olduğuna, Batı ile olan çatışmanın zirveye ulaştığına ve bu çatışmada çeşitli yöntemler, vesileler ve çok sayıda uygulama araçları kullandığına dair bilinç silahıyla silahlanması gerekir.

Aman ha dikkatli olun; çünkü ümmetin kapitalist sistemden kurtulup, halkları ve milletleri öldüren fikri pislikleriyle birlikte kapitalist sistemi cehennemin en alt katına atma zamanı gelmiştir. Ayrıca ümmetin, Rabbinin şeriatını tesis etme, O'nun hükümlerini uygulama ve O'nun alemler için bir rahmet olan ideolojisini tüm dünyaya yaymasının zamanı da gelmiştir. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ Biz seni ancak âlemlere rahmet olsun diye gönderdik.” [Enbiya 107]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdusselam İshak - Sudan

Devamını oku...

Filistinli Kadınların Cinsiyet Eşitliği Konferanslarına İhtiyaçları Yoktur Aksine İşgalden Kurtulmaya ve İslam Nizamının Uygulanmasına İhtiyaçları Vardır

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Filistinli Kadınların Cinsiyet Eşitliği Konferanslarına İhtiyaçları Yoktur Aksine İşgalden Kurtulmaya ve İslam Nizamının Uygulanmasına İhtiyaçları Vardır

Haber:

2 Aralık'ta Kudüs Üniversitesi Hukuk Fakültesi, “Akdeniz Bölgesinde Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi: Zorluklar, Çözümler ve En İyi Uygulamalar” başlıklı uluslararası bir konferansa ev sahipliği yaptı.Konferans, Filistin Kadın İşleri Bakanlığı, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele STK Forumu, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ve İtalyan Perugia Üniversitesi (Uni Perugia di Studi degli versità) iş birliğiyle düzenlendi.Bu etkinlik İtalyan iş birliğiyle finanse edildi ve etkinlikte şu beş ana eksen ele alındı: Kadına yönelik şiddet, iş gücü piyasasında ve iş yerinde cinsiyet eşitliği, kadın ve toplum, toplumsal cinsiyet ve devlet sektörleri ve İtalyan tecrübesi. Konuşmacılar, toplumda cinsiyet eşitliği programları ve politikalarının teşvik edilmesinin yanı sıra işgücü piyasasına katılımın artırılması yoluyla kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesinin gerekliliğini vurguladılar.Kudüs'teki İtalyan İşbirliği Ofisi başkanı Mirko Tricoli, konferansın cinsiyet eşitliğiyle ilgili güçlü bir kolektif bağlılığı yansıttığı yorumunda bulundu.Bu girişim, sosyal, kültürel ve ekonomik dönüşüm yoluyla Filistin'de cinsiyet eşitliğini teşvik etmeyi ve cinsiyete dayalı şiddeti önlemeyi amaçlamaktadır.

Yorum:

Gazze'deki soykırıma ve Batı Şeria'da, suçlu işgal altında yaşayan Filistinli kadınların, hapishanelerde sistematik işkence ve cinsel şiddet dahil olmak üzere her gün maruz kaldığı teröre rağmen Kudüs Üniversitesi ve Batılı destekçilerinin, öncelikli olarak uluslararası bir konferans düzenlenmesini çağrısında bulunarak toplumdaki cinsiyet eşitsizliğine odaklanmaya karar vermiş olmaları korkunç bir şeydir!Vahşi bir işgalin gölgesinde kadınların ne tür bir güçlendirilmesi gerçekleşebilir ki?!

Bu, Batı'nın cinsiyet eşitliğini teşvik etme bahanesiyle ülkelerimizde finanse ettiği ve düzenlediği konferansların ve girişimlerin, gerçek anlamda kadınların yaşamlarını iyileştirmeyi amaçlamadığının, aksine Batı'nın inançlarını, yaşam tarzlarını ve sistemlerini bize dayatma yönündeki süregelen sömürgeci mirasının bir parçası olduğunun başka bir kanıtıdır.Hedef, İslami sosyal ve kültürel değerleri silip bunu, Batı ile uyumlu ve Batı'nın ülkelerimiz üzerindeki kontrolünü kolaylaştıran başka değerlerle değiştirmektir.Zira eğitim ve onun kurumları, sömürgeci ülkelerin İslam beldelerinde laikliği yaymak ve İslam'ı ortadan kaldırmak için kullandıkları tercih edilen bir araç olarak kabul edilmektedir.Buna dair örneklerden biri, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Müslüman ülkelerde kurulan Avrupa misyoner ve kültür dernekleri ile Beyrut Amerikan Üniversitesi'dir.Ayrıca Batı kültürüne meftun olan bazı Müslüman akademisyenlerin, kendi toplumlarında Batı inançlarını yaymanın bir aracı olarak çalışmaları yeni bir durum değildir.Zira onlar, 19. yüzyılda yabancı öğrenci olarak Fransa'ya gidip Montpellier Üniversitesi'ne kaydolan ve 1885'te Batı düşüncesiyle iyice aşılanmış olarak geri dönen ve yazılarında başörtüsü, çok eşlilik ve İslam'ın boşanma ve miras konusundaki görüşlerini eleştirmeye devam eden Kasım Emin gibi akademisyenlerin izini takip etmektedirler.Buna, sınırsız özgürlükler fikri de dahil olmak üzere Batı düşüncesinin propagandasını yapan “Kadının Kurtuluşu” adlı kitabı da dahildir.

Kudüs Üniversitesi tarafından düzenlenen bu konferans, aile içi şiddet, cinsel taciz, yoksulluk veya eğitim, ekonomik, siyasi, hukuki veya sağlık hizmetlerinden mahrumiyet gibi kadınların karşılaştığı çok çeşitli sorunların çözümünde "cinsiyet eşitliği" mefhumunun güvenilirliğine dair objektif ve eleştirel bir analiz yapmadan, kadın hakları ve güçlendirilmesiyle ilgili Batı'nın seküler anlatılarını basitçe tekrarlamıştır. Kadının sorunlarına yönelik kapsamlı bir çözüm olarak pazarlanan toplumsal cinsiyet eşitliği, aile hayatında ve toplumda erkek ve kadınların rolleri, hakları ve sorumluluklarında eşitliği gerçekleştirmeyi amaçlamakta ve bunun da kadınlar için saygı, adalet ve daha iyi bir yaşam kalitesi sağlayacağına inanılmaktadır.Oysa bu, Batı'nın kadına değer verme ve ona, temel ekonomik, siyasi, hukuki ve eğitim haklarını tanıma konusunda başarısız olması sonucu doğan Batılı bir mefhumdur.Ancak dünya çapında ülkelerin anayasaları ve yasalarında “cinsiyet eşitliğinin” pekiştirilmesine rağmen, kadına yönelik şiddet, taciz, yoksulluk, ekonomik ve cinsel sömürü, adaletsizlik ve kadının siyasi, ekonomik, eğitim ve sağlık haklarından mahrum bırakılması gibi sorunların boyutu, dünya genelinde hala korkunç bir şekilde devam etmektedir.Buna ek olarak kadının iş yoluyla güçlendirilmesi anlatısı hatalıdır; çünkü birçok çalışan kadın düşük ücretli, kalitesiz ve genellikle istismar edici işlere girmekte ve bu işler de kadınları sadece yoksulluktan kurtarmakta başarısız olmakla kalmamış, aksine onları fedakarlık yapmaya ve anneler olarak hayati rollerinden ödün vermeye zorlamış ve çocuklarıyla geçirebilecekleri değerli zamanlardan da mahrum bırakmıştır.Bunun yanı sıra evlilik ve aile yaşamında cinsiyet eşitliği çağrısı, evlilik ve ebeveynlik sorumlulukları konusunda kafa karışıklığına ve anlaşmazlıklara yol açarak aile hayatı uyumunu baltalamış ve boşanma vakalarının artmasına katkıda bulunmuştur.

Filistin'deki kadını güçlendirmek için ilk olarak onu, mübarek toprağı Yahudilerden kurtarmak için Müslüman orduların seferber etmeye davet yoluyla işgalden kurtarmayı gerektirir.İkinci olarak, erkek olsun kadın olsun tüm insanların haklarını adil bir şekilde garanti altına alabilecek ve iyi bir yaşam kalitesini sağlayabilecek doğru bir siyasi, ekonomik, hukuki ve eğitim sisteminin inşa edilmesini gerektirir.Bu ise ancak Alim ve Hakim olan Allah'ın indirdiği bir sistemle gerçekleşebilir.Sonra üçüncü olarak da yaşamın her alanında kadın ve erkekler arasında iş birliğini sağlayan, her iki cinsiyetin onurunu koruyan, doğalarını tamamlayan hak ve görevleri belirleyen, evlilik ve aile hayatındaki uyumu gerçekleştiren ve bir eş ve anne olarak kadının hayati rolünü gerçekten takdir eden içtimai nizamın uygulanmasını gerektirir.Bu ise ancak cinsiyet eşitliğine dayalı yasalar yoluyla değil, İslami içtimai hükümler yoluyla gerçekleşebilir.Bu nedenle Allah Subhanehu ve Teala'nın sistemi olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafete davet etmek, Müslüman kadın için daha iyi bir yaşam arayışında olanlar için tartışma ve konferansların ana konusu olmalıdır. 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esma Sıddık

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER