Pazartesi, 24 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Amerika Neden Şimdi Müslüman Kardeşleri Yasaklıyor?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Amerika Neden Şimdi Müslüman Kardeşleri Yasaklıyor?

ABD Başkanı Donald Trump Salı günü, Dışişleri ve Hazine Bakanlarına, Müslüman Kardeşlerin Lübnan, Mısır ve Ürdün'deki kolları gibi herhangi bir kolunun yabancı terör örgütü olarak tanımlanıp tanımlanmaması konusunda bir rapor sunmaları talimatını veren bir başkanlık kararnamesi imzaladı. Trump yönetiminin Müslüman Kardeşlerin yukarıda adı geçen kollarına yönelttiği suçlama, Yahudi varlığına ve Amerika'nın ortaklarına yönelik şiddet saldırılarını desteklemek veya teşvik etmek ya da Hamas'a maddi destek vermektir.

Karar, bu kolların “yabancı terör örgütleri” ve “özel olarak sınıflandırılmış küresel teröristler” olarak sınıflandırılmasına karar verilmesi halinde, iki bakanın, raporun sunulmasından itibaren 45 gün içinde gerekli önlemleri alması gerektiğini belirtiyor.

Karar, 7 Ekim 2023'teki saldırının ardından meydana gelen olaylara işaret ederek, Müslüman Kardeşlerin Lübnan'daki kolunun askeri kanadının Hamas ve Lübnanlı İran Partisi ile birlikte Yahudi varlığının bulunduğu yerlere yönelik saldırıya katıldığını belirtmektedir. Ürdün kolunu ise Trump, ABD, Almanya, Avrupa Birliği ve diğer ülkeler tarafından terör örgütü olarak nitelendirilen Hamas'ın askeri kanadına maddi destek sağlamakla suçlamıştır.

Teksas Valisi Greg Abbott'un (aynı zamanda bir Cumhuriyetçi), geçen hafta eyalet düzeyinde Müslüman Kardeşlere aynı sınıflandırmayı dayattığını belirtmek gerekir.

Bu karardan aylar önce, Ürdün 2025 Nisan ayında Müslüman Kardeşler örgütünün krallık içindeki tüm faaliyetlerini yasakladığını, genel merkezini kapattığını ve mülklerine el koyduğunu açıklayarak, örgütü silah temin etmek, patlayıcı ve roketler üretmeye çalışmak ve devletin güvenliğini istikrarsızlaştırmayı planlamakla suçlamıştı. Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve diğer ülkelerin Müslüman Kardeşleri terör örgütü olarak sınıflandırdıkları ve bir süredir üyelerini takip ettikleri bilinmektedir.

Trump'ın Müslüman Kardeşlerin bazı kollarını "yabancı terör örgütü" olarak sınıflandırma uygulamalarını başlatmak için yayınladığı başkanlık kararnamesi, siyasi düşünceler nedeniyle alınmış kapsamlı ve nihai bir kararı temsil etmemektedir; zira karar, uluslararası örgütü, ana örgütü veya onlarca ülkeye yayılmış kollarının çoğunu kapsamadığı gibi örgüte bağlı finansal, medya ve davet ağlarıyla ilgili yaptırımları da kapsamamaktadır; bu da kararın, İhvan'ın, tüm küresel yapısını değil, yapısının bir kısmını hedef aldığı anlamına gelmektedir.Ancak bu, İslami hareketlerle ve genel olarak da siyasal İslam'la olan ilişkide niteliksel ve stratejik bir dönüşümü yansıtmaktadır.

Nitekim Amerika, geçen onlarca yıl boyunca dünyanın çeşitli bölgelerindeki İslamcı gruplarla, onları destekleyerek veya kendi politikalarına hizmet etmeleri için onlara yollar açarak muamele etmiştir; çünkü o dönemde bu grupları, Sovyet nüfuzuna karşı koymak veya yıpranmış yüzlerin ve sistemlerin değiştirilmesini zorlayan değişim rüzgarlarına ayak uydurmak için etkili stratejik araçlar olarak görmüştü.

İran Devrimi'nden Afganistan'daki Amerikan-Sovyet çatışmasına kadar Amerika’nın çıkarları İslamcı güçlerle örtüşmektedir; zira Amerika'nın Afgan mücahitlerine vermiş olduğu destek, ilkeli bir sistem inşa etmek veya dost olan siyasi güçler oluşturmak için değil, aksine Kızıl Ordu'ya direnebilecek bir güç arayışında olduğu içindir; zira Amerika, İslamcıları desteklemede, Peşaver kamplarındaki Arap savaşçılara sponsorluk yapmada, onları askere almada ve eğitmede ve Arap ve yabancı gönüllülere silah, mali ve askeri yardım sağlamada önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca Amerikan üniversiteleri, cihat fikrinin propagandasını yapmak ve savaşçılar için fikri ve siyasi destek toplamak amacıyla Abdullah Azzam gibi birçok İslam akademisyenine ev sahipliği yapmıştır.

Ayrıca gençleri Sovyet komünist işgaline karşı cihat bayrağı altında göndermek için Arap ülkelerindeki İslami gruplara kapıları ardına kadar açmış, destek sadece silah veya eğitimle sınırlı kalmamış, aksine kapsamlı fonlama, lojistik kolaylıklar ve Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyle açık koordinasyonu da içeriyordu ki bu koordinasyon sayesinde gönüllülerin askere alım maliyetlerini karşıladığı gibi maaşlarını, seyahat biletlerini ve diğer ihtiyaçlarını da karşılıyordu. Nitekim bu kamplarda ulusötesi cihatçı grupların sağlam çekirdeği doğmuş, Afganistan'dan onlarca lider ortaya çıkmış ve bunlar daha sonra tüm bölgesel ve uluslararası çatışma alanlarına dağıtılmıştır; bu da siyasal İslam'ın Amerika tarafından kabul edilebilir hale gelmesini ve bazen de onun tarafından geçici çıkarlar elde etmek için desteklenmesini sağlamıştır.

Ancak bu yolun birtakım sonuçları da olmuştur; zira bu gruplardan bazıları daha sonra İslam beldelerinde kök salmasının ve doğrudan siyasi ve sosyal etkiye sahip olmasının ardından ABD'nin stratejik düşmanları haline gelmişlerdir. Nitekim Amerika bazılarını kontrol altına almaya çalışmış ancak ilişkiler çoğu zaman çıkmaza girmiştir. Bu yüzden Amerika bazı gruplara karşı tavır alırken diğer bazı gruplar da Amerika'ya karşı tavır almıştır; ta ki aralarındaki düşmanlık, 11 Eylül'den sonra apaçık ortaya çıkıncaya kadar. Bunun üzerine Amerika, sözde “terörizme” karşı savaş ilan etmiş, Irak ile Afganistan'ı işgal etmiş, Irak ve Şam'da kendi çıkarlarına hizmet eden bazı gruplarla ilişkilerini sürdürmüş, Orta Doğu'daki tek müttefiki (veya şımarık çocuğu) olan Yahudi varlığı ile Şam, Lübnan ve Filistin'deki diğer bazı gruplar arasındaki dengeler oyununu kontrol etmeye çalışmış ve bu ilişkiler, Aksa Tufanı operasyonu gerçekleşinceye kadar hiçbir sonuç vermemiştir. Zira Aksa Tufanı operasyonu, dengeler oyununa indirilen bir darbe olmuş, onun sihrini ortaya çıkarmış ve umutlarını yıkmıştır. Bunun ardından, insanları yok eden ve taşları ve ağaçları yıkan vahşi savaşında üvey çocuğu Yahudi varlığını destekleyerek gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine küresel kamuoyu, hem Amerika’ya hem de “şımarık” müttefikinin aleyhine dönmüş, “sözde” kurban imajı bizzat Amerikan sokaklarında bile suçlu cellat imajına dönüşmüş ve İslam ülkelerinin halkları, Müslüman Kardeşlere bağlı Hamas liderliğindeki Gazze’deki direnişe sempati ve destek göstererek Amerika’ya karşı ayaklanmış, dahası celladı desteklemeye ve kurbana karşı komplo kurmaya devam eden bölge yöneticilerinden oluşan Amerika’nın ajanlarına ve yandaşlarına yönelik öfke ve kızgınlık artmıştır. Bu kişiler, tahtlarının tehlikeye girdiğini ve koltuklarının sarsıldığını hissedince, denklemler değişmiş ve dengeler bozulmuş, bu da Amerikan yönetimini, siyasal İslam'a, özellikle de Müslüman Kardeşlere karşı daha sert bir tavır sergilemeye sevk etmiştir.  Dahası -gözlemcilere göre- ABD'nin bu açıklaması, Suudi Veliaht Prensi'nin Beyaz Saray'a yaptığı son ziyaretin ardından ve tahtlarına yönelik bir öfke tufanının tehlikesini görmeye başlayan Mısır ve Ürdün gibi diğer müttefiklerin baskısıyla gelmiştir; zira bu ülkeler, yardım ve destek dilenmek için Amerika'ya koşmuşlardır.

ABD Başkanı'nın bölgedeki temsilcisi Thomas Barrack, bu çatlağı ve Amerika'nın uzun süredir oynadığı dengeler ipinin bozulmasını, "Bu bölge halkı teslimiyetin ne anlama geldiğini bilmiyor" diyerek ifade ederken, bölge halklarıyla muamele etmeyi bekleyen geleceğin, güç ve şiddet olduğuna işaret etmiştir.

Amerika'nın siyasal İslam'a yönelik bu tutumu, sadece Müslüman Kardeşler ile sınırlı değildir, aksine İslam beldelerindeki siyasi İslamcı akımlara yönelik kapsamlı bir değerlendirmeyi de içermektedir ancak bu tutum, dikkatlice hesaplanmış adımlarla uygulanmaktadır. Bu da, kararın ana örgütü veya genel olarak uluslararası örgütü kapsamadığını, aksine kararın, siyasal İslam'ın getirdiği zorluklarla muamele etmek için yeni bir yol haritası geliştirmeyi amaçlayan bir vizyon kapsamında geldiğini açıklamaktadır.

Bu Amerikan hamlesi beklenmedik bir şey değildir, aksine Amerika'nın öncülüğündeki Batı'nın İslam ümmetiyle ilişkilerinde benimsediği görüşün bir teyidi niteliğindedir; zira İslam'a karşı düşmanlık, Batı'nın düşmanıyla olan ilişkisinde sergilediği pragmatizmle değişmeyecek olan ideolojik bir düşmanlıktır. Dahası bu düşmanlık, Amerika ve onun ajanlarının İslam'ı yok edene kadar durmayacaklarını ortaya koymaktadır. Müslümanları ise televizyon kanalları yumuşatamayacak ve onlar Allah’tan başkasına boyun eğmeyeceklerdir; bunun da ötesinde Müslümanlar, ebedi, temiz ve saf olan Rabbani risaletin taşıyıcılarıdır.  Ayrıca Müslümanlar, düşmanlarına karşı sebat ettikleri, boyun eğmedikleri ve dinleri konusunda taviz vermedikleri sürece Allah onlara yardım ve egemenlik vaat etmiştir; dur bakalım iki gruptan hangisi, daha çok yardım ve egemenliği hak ediyor? Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَىٰ لَهُمْAllah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halid Ali

Devamını oku...

“Jirtig” Yozlaşmış Laiklikle Çelişmeyen ve Kaybetmiş Rejimler Tarafından Teşvik Edilen Bir Alternatiftir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

“Jirtig” Yozlaşmış Laiklikle Çelişmeyen ve Kaybetmiş Rejimler Tarafından Teşvik Edilen Bir Alternatiftir!

Haber:

Kültür ve Enformasyon Bakanı Halid el-İaysir: Sudan'ın ruhunun güzelliğini ve derinliğini yansıtan “Sudan Jirtig” mirasının onurlandırılması nedeniyle Sudan'a, Sudan halkına ve tüm insanlığa tebriklerimi sunarım. (El Cezire, 11 Aralık 2025)

Yorum:

Kapitalist Batı, İslam beldesindeki toplumu İslam'la hiçbir ilgisi olmayan gelenek, görenek ve sosyal örfleri benimsemeye teşvik etmeyi başarmıştır. Böylece toplumu, İslam akidesinden kaynaklanan kültür dışında bir kültürü kabul etmeyen ve İslam akidesi dışındaki her şeyle savaşan İslam akidesinin gücüyle güçlü bir tolumun oluşması için toplumda kök salması halinde tehlike oluşturacak İslam kültüründen kasıtlı olarak uzaklaştırmıştır. Bunu da Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) çabaları ve insanları hiçbir faydası olmayan şeylerle meşgul etmek için Müslüman ülkelerdeki mevcut rejimlerle birlikte yaptığı yorulmak bilmez çalışmaları sayesinde gerçekleştirmiştir.

İngiliz oryantalist Gibb, Wheither Islam adlı kitabında şöyle demiştir: “Modern okullar, basın ve kendi öğretilerimiz aracılığıyla yürütülen eğitim ve kültür faaliyetleri, –onlar bunun farkında olmasalar da– Müslümanlar üzerinde, genel görünüşlerinde büyük ölçüde dindar olmayan bir etki bırakmıştır. Şüphesiz ki bu, Batı'nın İslam dünyasına kendi medeniyetini taşıma girişimlerinin bıraktığı tüm etkilerin verimli bir özüdür.Gerçek şu ki bir akide olarak İslam, önemini ve otoritesini çok az kaybetmiştir. Ancak İslam, sosyal hayatta baskın bir güç olarak yerini kaybetmiştir.”

Savaşlarla çalkalanan bir ülkenin Kültür Bakanı'nın, açlık, hastalık ve yıkımdan muzdarip olan halkını tebrik etmek amacıyla Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ile birlikte kutlama yapması, İslam şeriatının ilkelerinden gerilemeyi yansıtan ve putperestlik ve Nil medeniyetleriyle yakından bağlantılı olan “Jirtig” kültürünü kutlaması son derece doğaldır. Oysa Nil medeniyetleri, gelin ve damadın özel kıyafetler (kırmızı, sirti) giyerek, süslü bir tahtta oturarak, tahıl alışverişi yaparak, süt serperek ve raht (süslü ipek iplik) keserek bereketi, göz ve hasetten korunmayı hedefleyen bir ritüeldir.Allah'ın emri bu mu, yoksa Allah'a karşı yalan mı uyduruyorsunuz?!

İnsanları önemsiz şeylerle meşgul etmek, laiklerin de katıldığı yüzyıllardır süregelen tarihsel sömürgeci planlardır. Laikler ise, dinini ve kültürünü savunan, yani İslam’la silahlanan ve eğitimin çarpıtılmasıyla başlayıp ardından medyanın önemsiz şeyleri, cehaleti ve insanların alaya alınmasını teşvik etmesiyle devam eden kültürel istilaya ve çarpıtmaya karşı direnen herkesi engelleyen koşulların gölgesinde, bizleri cehalet ve sapkınlığın ilk köşesinde tutan şeyleri teşvik ettikleri gibi, insanların gerçekliğiyle ve onları hayatın ucunda yaşamaya iten sorunlarıyla hiçbir ilgisi olmayan çağ dışı kültürü de teşvik etmektedirler.

Batı, İslam ve onun hükümlerinin tek düşmanı olduğunun kesinlikle farkındadır, çünkü İslam, her türlü çürümeyi onaylayan laikliğe direnmede istisnai bir örnek olduğunu kanıtlamıştır.Bu yüzden Batı, devlet kurumları aracılığıyla, yozlaşmış sekülarizm ve kaybetmiş sistemleriyle çelişmeyecek bir alternatif olsun diye bu putperest gelenekleri, görenekleri ve sosyal örfleri teşvik etmeye karar vermiştir.

Ancak bu politikaların, Batı'yı hoşnut eden ve bu politikaların kendi dinlerini hedef aldığını görmezden gelen yöneticiler tarafından teşvik edilmesi hiç şaşırtıcı değildir.

Dünyayı kontrol eden ve geri kalmışlık, gericilik ve çöküşü miras bırakan laikliğe karşı tek meydan okuyan İslam ve onun sistemleridir. Bu yüzden İslam kültürünü yüceltecek ve diğer tüm kültürleri tevhid ümmetinden uzaklaştıracak olan Hilafet Devleti dışında gerçek kurtuluşa ulaşmanın bir yolu yoktur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Gâde Abdulcabbar (Ümmü Evâb) – Sudan

Devamını oku...

Pakistan Ordu Liderliği İçindeki Güç Çatışması

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Pakistan Ordu Liderliği İçindeki Güç Çatışması
Amerika'ya Kimin Hizmet Edeceğine İlişkin Ucuz Bir Rekabettir

Haber:

11 Aralık'ta Pakistan Silahlı Kuvvetleri medya kanadı bir basın açıklaması yayınladı ve açıklamada şunlar geçti: “12 Ağustos 2024 tarihinde, Pakistan Silahlı Kuvvetleri Kanunu hükümleri uyarınca eski Korgeneral Faiz Hameed'e karşı genel bir saha askeri mahkeme süreçleri başlatıldı ve mahkeme 15 ay sürdü.Sanık, siyasi faaliyetlere katılmak, devlet güvenliği ve çıkarlarına zarar verecek şekilde Resmi Sırlar Yasasını ihlal etmek, hükümetin yetkilerini ve kaynaklarını kötüye kullanmak ve kişilere hukuka aykırı zarar vermekle ilgili dört suçla itham edildi.Uzun ve zorlu yasal süreçlerin ardından mahkeme, sanığı tüm suçlardan dolayı suçlu buldu ve 14 yıl ağır hapis cezasına çarptırdı. Karar 11 Aralık 2025 tarihinde verildi.”(Askeri Medya Kanadı)

Yorum:

Pakistan'da, bir askeri mahkemenin eski istihbarat servisi başkanını devlet sırlarını ihlal etmek ve siyasete müdahalede bulunmak da dahil olmak üzere çeşitli suçlardan on dört yıl hapis cezasına çarptırması haberi, geniş çaplı tartışmalara yol açtı.Bu tartışmayı Allah'ın izniyle verimli bir çalışmaya yönlendirmek amacıyla dikkate alınması gereken beş nokta şunlardır:

1- Pakistan'daki askeri liderliğin on yıllardır siyasete müdahale ettiği bir sır değildir; zira bu müdahale, 1960'larda Amerika Birleşik Devletleri'nin bu liderlik aracılığıyla Pakistan üzerinde kontrolü ele geçirmesinden sonra başlamıştır. İşte o zamandan beri Amerika, Pakistan'ın tüm önemli politikalarını belirlerken, bu da bu (askeri) liderliğin, siyasi liderliğin rolünü ve biçimini belirlemesine izin vermiştir.

2- Ordu komutanı siyasi liderliği görevden aldığında buna darbe deniliyor; istihbarat başkanı siyasi liderlikteki yüzlerde değişiklik yaptığında ise buna seçimler deniliyor. Nitekim ülkedeki büyük karışıklıklar, askeri liderlik içinde rekabetler ortaya çıktığında meydana gelmektedir. Amerika Birleşik Devletleri tüm bunlara göz yummakta ve Pakistan ve bölgedeki çıkarlarını güvence altına alındığı sürece de bunu onaylayacaktır. Pakistan silahlı kuvvetleri için gerçek kırmızı çizgi işte budur.

3- En son rekabet ise Faiz Hameed’in, Asim Munir ile Ordu Genelkurmay Başkanlığı pozisyonu için rekabet etmesidir. Her iki adam da istihbarat alanında geniş deneyime sahip olup bu da onları, ülkenin en önemli pozisyonu için rekabet etmeye uygun bir hale getirmektedir.Bu nedenle, aralarındaki rekabet uzun ve şiddetlidir ancak bu ikisinin görev performanslarına bakıldığında, her ikisinin de tüm önemli konularda ellerinden geldiğince Amerika'ya hizmet ettikleri açıktır. Ayrıca bu ikisinin, siyasi yönelimlerinin laik olduğu ve İslam'ın tam olarak uygulanmasını aşırılık, terörizm ve radikalizm olarak gördükleri de açıktır.Bu yüzden bu rekabeti kim kazanırsa kazansın, Amerika sömürgeciliğinin devam etmesi, İslam'a ve Müslümanlara sadece zarar getirecektir.

4- Pakistan'daki Müslümanların ve silahlı kuvvetlerinin, Amerika'ya hizmet etmek için olan bu ucuz rekabeti sona erdirmeleri gerekir. Çünkü bu rekabet, Keşmir ve Filistin'i kurtarmak için silahlı kuvvetlerin seferber olmasına yol açmayacağı gibi Amerika'nın nadir toprak elementleri de dahil olmak üzere Pakistan'ın maden kaynakları üzerindeki kontrolünü de engellemeyecektir. Ayrıca Allah Subhanehu ve Teala'nın şeriatının uygulanmasına veya İslam ümmetinin birleşmesi ve dünyanın en büyük ülkesi haline gelmesi için pratik adımların atılmasına da yol açmayacaktır.

5- Pakistan'daki Müslümanların ve silahlı kuvvetlerinin, Amerikan sömürgeciliğini sona erdirmek için tek bir gündeme odaklanmaları gerekir ki bu gündem ise; Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmaktır.Müslim, Ebu Hazim’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Hureyre'nin yanında beş yıl kaldım ve ondan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle dediğini söylediğini işittim: كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمْ الْأَنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لَا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَيَكُونُ خُلَفَاءُ فَيَكْثُرُونَİsrail oğullarını nebiler siyase ederlerdi (yönetirlerdi). Bir nebi öldüğünde onu başka bir nebi takip ederdi. Benden sonra nebi yoktur, fakat birçok halife olacaktır.” Oradakiler dediler ki: Bu halde bize ne yapmamızı emredersiniz? Dedi ki: فُوا بِبَيْعَةِ الْأَوَّلِ فَالْأَوَّلِ أَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْİlk biat edilene vefakâr olun ve onlara haklarını veriniz. Çünkü Allah onlara da yönettikleri insanlara da haklarını soracaktır”?

Ey Pakistan Silahlı Kuvvetleri içinde subaylar: Yozlaşmış liderliğinizin sizinle acı verici bir şekilde alay etmesini durdurun, hainleri tutuklayarak tüm İslam ümmetinin saygısını ve her şeyden önce de Allahu Teala'nın rızasını kazanın ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafeti kurmak için Hizb-ut Tahrir'e derhal nusret verin ki böylece Raşid bir Halife, düşmanlarınızı ortadan kaldırmada size liderlik edebilsin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...

Petrol Tesisleri, İnsanlardan Daha mı Kıymetli ve Daha mı Üstün?!

Haberlerde; Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdül Fettah El-Burhan, Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit ve Hızlı Destek Güçleri Komutanı Muhammed Hamdan Dagalo (Hamideti) arasında varılan üçlü anlaşmanın ardından, Güney Sudan Halk Savunma Kuvvetlerinin, Heglig petrol sahasını güvence altına almak için konuşlanmaya başladığı yer aldı. Güney Sudan Halk Savunma Ordusu Genelkurmay Başkanı Paul Nang, Heglig petrol sahası içinden basına yaptığı açıklamalarda, anlaşmanın ordunun geri çekilmesini ve Hızlı Destek Güçleri’nin bölgeden çıkmasını öngördüğünü belirtti ve anlaşmanın amacının petrol tesislerinde herhangi bir sabotajın meydana gelmesini engellemek olduğunu vurguladı.

Burada güçlü bir şekilde sorulması gereken soru şudur: Korumak için anlaşma yapmaya hangisi daha layıktır? Uğruna bu petrol tesislerinin inşa edildiği insan mı, yoksa petrol tesisleri mi?! Yoksa Sudan’daki Müslüman insanın kanı, petrol tesislerinden daha mı ucuz?! Madem oturup anlaşma yapma imkânı vardı; o halde neden El-Burhan ile Hamideti; Hızlı Destek Güçleri’nin istila ettiği, binlerce savunmasız masumu katlettiği, namusları kirlettiği ve malları yağmaladığı Cuneyne (Geneina), Faşir, Cezire, Bara, Kalugi, Babanusa ve diğer bölgelerdeki sivilleri korumak için oturup bir anlaşma yapmadılar?!

Kim olursa olsun İslam’a göre insan üstün bir varlıktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً“Andolsun ki biz, Ademoğullarını kerim kıldık (şerefli ve üstün kıldık); karada ve denizde taşıdık; onları temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün tuttuk.” [İsra 70] Allah, bir canı haksız yere öldürmeyi en büyük günahlardan saydı. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

مَن قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعاً“Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur.” [Maide 32] Bu can, Müslüman bir can ise o zaman haramlık daha şiddetli, hürmet ve dokunulmazlığı daha büyüktür. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُتَعَمِّداً فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içerisinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap eder ve lanet eder. Onun için büyük bir azap da hazırlamıştır.” [Nisa 93] Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:

لَزَوَالُ الدُّنْيَا أَهْوَنُ عَلَى اللَّهِ مِنْ قَتْلِ رَجُلٍ مُسْلِمٍ“Şüphesiz dünyanın yok olması Allah katında Müslüman bir kişinin öldürülmesinden daha ehvendir.”

لَهَدْمُ الْكَعْبَةِ حَجَراً حَجَراً أَهْوَنُ عَلَى اللَّهِ مِنْ قَتْلِ الْمُسْلِمِ“Kabe’nin taş taş yıkılması Allah katında bir Müslümanın kanından daha ehvendir.”

Mümin bir can, değeri ne olursa olsun yeryüzündeki her şeyden daha kıymetlidir. Ancak sömürgeci kâfir Batı ajanı bu beşeri rejimlerde, Müslüman insanın kanı serçe kanından daha ucuz hale gelmiştir! Bu nedenle kanlarını petrol tesislerinden ve diğer her şeyden daha değerli kılacak ve onlara Allah’a itaat gölgesinde onurlu bir hayat sağlayacak bir devlet Sudan halkı için kaçınılmazdır. Bu devlet, İslam’ın belirlediği devlettir; Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir. Hilafet bize konumumuzu geri kazandıracak, kanlarımızı koruyacak, namuslarımızı muhafaza edecek, mallarımızı himaye edecek ve bizi Alemlerin Rabbi olan Allah’a kul edecektir. Böylece hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erenlerden olacağız.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Ürdün Bütçeleri Yozlaşma Konusunda Birbirinin Kopyasıdır; Borçlanarak Sunulan Çözümler, Halkın İşlerini Umursamayan Rejimin İşlevsel Rolüyle Birebir Uyumludur

Hükümet, 2026 yılı genel bütçe yasa tasarısında kamu gelirlerini yaklaşık 10.931 milyar dinar olarak tahmin etti. Bunun %75’i vergilerden, 735 milyon dinarı ise dış yardımlardan oluşuyor. Maliye Bakanı, cari harcamaların 11.456 milyar dinar, sermaye harcamalarının ise yalnızca 1.6 milyar dinar olduğunu açıkladı. 2026 yılı için öngörülen bütçe açığı ise GSYH’nin %4.6’sına ulaşıyor.

Bütçe meselesi, on yıllardır kısır bir döngü içinde ele alınmaktadır. Bütçe tasarısı önce Temsilciler Meclisi’nin Mali Komitesi’ne sevk edilmekte, komite ilgili kurumlarla görüşüp ardından da marjinal önerilerini Meclis’e sunmaktadır. Daha sonra da milletvekilleri, seçimlerde halk desteğini kazanmak amacıyla her bütçe döneminde tekrarlanan tiyatrovari bir sahneyle tasarıyı görüşmektedir. Nitekim Meclis’in bugün “ikna ya da baskı yoluyla” bütçeyi onaylaması bekleniyor. Hükümet ise “Biz onları sövgüye doyurduk, onlar ise (ganimet olarak) develeri aldı” misali, kesinleşmiş zaferin sarhoşluğuyla yoluna devam etmektedir.

2026 yılı bütçe kanun tasarısı, kapitalist ekonomik sistemde adet olduğu üzere gelirler ve giderler açısından tahmini rakamlara dayanmaktadır. Hükümet, ekonominin %2.9 büyüyeceğini iddia ediyor ve bu iyimser tahmini, gerçek bir karşılığı olmayan küçük ölçekli sermaye projelerine dayandırıyor: Ulusal deniz suyu arıtma projesi, demiryolu projeleri, gaz arama ve nakil projeleri… Bunların çoğu yıllarca ertelenen, hatta çoğu zaman hiç uygulanmayan projelerdir.

Maliye Bakanlığı verileri; halkın tasarruflarının zayi olması tehlikesini barındıran 11 milyar dinarlık Yatırım Fonu (Sosyal Güvenlik) borçları da dahil olmak üzere, Ürdün’ün toplam kamu borcunun bu yılın Ağustos ayı sonu itibarıyla 46,849 milyar dinara yükseldiğini göstermiştir. Bu rakam GSYİH’nin %119’unu oluşturuyor. Bu, kapitalist ekonomik göstergelere göre çok yüksek bir orandır ve devletin borçlarını ödeyemediğinin veya daha sonra borçlanamayacağının bir göstergesidir.

Faiz giderleri ya da borç servis maliyetleri, 3 milyar dinarı aşarak, 1,6 milyar dinar tutarındaki sermaye harcamaları ödeneğinin iki katına ulaşmıştır. Bu durum, rejimin 1989’dan beri bağlı kaldığı ve zor durumdaki ekonomiyi daha fazla krediyle ve borçları yeniden yapılandırarak tedavi etmeye dayalı kısır IMF programlarının bir sonucudur. Amerikan ve Avrupalı kredi derecelendirme kuruluşlarının sahte derecelendirmeleri de buna yardımcı olmaktadır. Ürdün’ün kredi notunun “-BB” seviyesinde sabit tutulması, daha fazla faizli borçlanmaya bulaşmasına olanak sağlamaktadır. 2026 finansman bütçesinde, hükümetin şimdiye kadarki en büyük borç geri ödeme yılına hazırlandığı görülüyor: 7.3 milyar dinarın büyük bölümü borç ödemelerine gidecek.

Tüm bu borçlanma politikaları, ülkeyi borç tuzağına sürüklemeyi ve böylece Ürdün’ü siyasi açıdan şantaja açık hâle getirmeyi amaçlıyor. Amaç, rejimi sömürgeci işlevine uygun şekilde yönlendirmek; Amerika’ya, Avrupa’ya ve Yahudi varlığına boyun eğdirtmektir. Bunun son örneği Trump’ın Gazze planıdır. Kötü ekonomik durum, felaketin ve uçurumun eşiğine gelmiştir. Batı’da pusuda bekleyen sömürgecilerin siyasi bir kararıyla her an çökebilecek bir noktaya gelmiştir. Nitekim Trump yönetimi, ikinci döneminin başında sopayı göstermiş ancak daha sonra geri çekmiştir.

Ürdün’ün ekonomik sorunu, bütçe tekniğinde, rakamlarda, girdi-çıktı dengesinde ya da bütçe açığında ve borçlanmasında değildir. Bilakis sorun, bütçenin dayandığı fikirde ve devletin izlediği ekonomi politikasındadır. Bu ekonomik krizi ele alanların, sorunun ömrünü uzatan ve onu devirdaim ettiren yamalar dışında, sorunun aslına inerek bir çözüm ürettiklerini görmüyoruz.

Biz ise Hilafet Devleti’ni kurma çabamızda, Ürdün’ün ve tüm bölgenin ekonomik sorunlarına tek gerçek ve köklü çözümün İslam’ın ekonomik sistemi olduğunu görüyoruz. Çünkü İslam’ın mali politikası, İslami akidenin ve ekonomik sistemle ilgili şer’î hükümlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalist sistem gibi beşerî bir sistem değildir. İslam’da yıllık bütçe hazırlanmaz, bunun için kanun çıkarılmaz ve Meclis’e sunulmaz. İslam’ın bütçesi Beytülmal’dir. Beytülmal’in gelirleri tahmini değildir, beklenen rakamlar da değildir, bilakis gerçek rakamlardır, şer’i hükümlere göre tahsil edilen mallarla ilgilidir. Giderler de aynı şekildedir; bunlar, gerçek giderlerdir. Yılların değişmesiyle değişmeyen daimî şer’i hükümler uyarınca fiilen harcanan giderlerdir.

İslam, faizli kredileri haram kılar; İslam’da faiz, Allah’a ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e savaş ilan etmektir. İslam ekonomisi borçlara ve vergilere dayanmaz. İslam iktisat nizamında asıl olan; borçları devir daim ettirmek değil, serveti dağıtmaktır. Sanal borsa ve tahvil piyasalarında değil, üretimde ve reel ekonomide parayı hareket ettirerek insanların işlerini gerçekten gütmek ve onları kalkındırmaktır. Yönetici, servetleri işletir ve yatırıma dönüştürür. Çünkü bunlar kamu mülkiyetidir ve geliri Ümmete dağıtılan temel bir kaynaktır. Ürdün, onlarca uzmanın 1960’lardan beri dile getirdiği gibi ve Hizb-ut Tahrir’in de o dönemde işaret ettiği gibi yeraltı ve yerüstü muazzam kaynaklara sahiptir. Ancak rejim, siyasi bağımlılık ilişkisini korumak için bu zenginlikleri çıkarmamayı tercih etmekte ve ülkenin fakir kalmasını kendi varlığı için bir gerekçe olarak kullanmaktadır.

Ey Ürdün Müslümanları! Ey Ürdün halkı! Sorun, yüksek borç oranı veya yaygın yoksulluk ve işsizlik değildir. Hatta sorun aslen ekonomik sorun da değildir. Esas sorun, Ürdün’ün bugün bu rejim tarafından yönetiliyor olmasıdır. Çünkü Ürdün, sömürgeci kâfirlerin aslından kopardığı ve kendilerine siyasi ve ekonomik olarak bağladığı bir varlıktır. Ürdün’ün sorunları, ancak ülkenin kendi gerçek jeopolitik kimliğine geri dönmesiyle kökten çözülebilir. Ürdün, Şam diyarının ve İslam Devletinin bir parçasıdır. Bu gerçekleştiğinde Ürdün, komşu Müslüman beldelerle siyasi ve ekonomik bütünlüğünü yeniden kazanacak ve sömürgecilerin hedef aldığı devasa kaynaklarla birlikte gerçek bir güç odağı hâline gelecektir.

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَىٰ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ“O ülkelerin halkı iman etseler ve sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.” [Araf 96]

Devamını oku...

Eğitimde İslami Kimlik Üzerindeki Yapısal Kısıtlamalar

Müslüman öğrenciler ve velileri, eğitim kurumlarında ve diğer kamu kuruluşlarında giderek artan engelleyici ve ayrımcı politikalara maruz kalıyor. Bu uygulamalar çoğu zaman tali veya münferit olaylar gibi sunuluyor.

Öğrencilere ve talebelere, herhangi bir kargaşaya yol açmamasına rağmen teneffüs veya boş zamanlarda dahi okulda namaz kılmanın yasaklandığı bildirilen çok sayıda vaka bulunuyor.

Buna ek olarak, özellikle “İslamî” okullarda çocuklara giderek bazı değer ve görüşler dayatılıyor. Eşcinsellik meselelerine bakış gibi tüm veliler ve öğrenciler, bu dayatılan görüşleri paylaşmıyorlar.

Sözde vatandaşlık eğitimi derslerinde, laik dünya görüşü genellikle normatif bir çerçeve olarak sunulmaktadır; Bu da dini inançlar ve ahlaki ilkeler arasında eşit bir şekilde bir arada yaşama alanını doğal olarak daraltmaktadır.

Birçok vakada Müslüman gençlere, dini veya siyasi duruşlarıyla ilgili açıkça uyarılarda bulunulmuş ve bu olayların bazıları daha sonra medya aracılığıyla kamuoyuna yansımıştır. Rapor edilen vakalardan birinde, bir öğrenci beden eğitimi dersinde siyasi bir bildiri olarak kabul edildiği gerekçesiyle “Filistin” yazılı tişörtünü çıkarmaya zorlanmıştır. Bu olaylar bir bütün olarak ele alındığında, eğitimde İslamî kimlik ve onun dışavurumları üzerinde yapısal kısıtlamaların olduğu açıkça görülür. Bu kısıtlamalar daha geniş bir bağlama oturtulduğunda, tutarlı ve son derece endişe verici bir tablo ortaya çıkar.

Bu yönelimle uyumlu olarak; İslami okullar, camiler ve Kur’an kursları giderek artan bir şekilde sıkı gözetim ve genel şüphe altına girmektedir. Bu kurumlar sıklıkla olumsuz bir şekilde tasvir edilmekte, yoğun denetimlere ve kısıtlayıcı düzenlemelere maruz kalmaktadır; oysa diğer inanç sistemlerine ait benzer kurumlar aynı muameleyi görmemektedir. Sonuç olarak, İslami eğitim ve gelişim alanı yapısal olarak kısıtlanmaktadır. Bu durum; İslami normların, değerlerin ve bilginin aktarılması ile İslami kimliğin inşası üzerindeki baskının arttığı bir iklimin oluşmasına katkıda bulunmaktadır.

Bu gelişmeler, Müslüman çocukları ve gençleri, kimlik oluşumlarının en kritik evresinde etkilemektedir. İslami sembollerin, namazın ve dini ifadenin kısıtlanmasıyla kimliklerine tarafsız davranılmamakta, bilakis aktif bir şekilde marjinalleştirilmektedirler. Verilen örtülü mesaj şudur: “İslami kimliğin okulda bir yeri yoktur.” Bu tarafsızlık değil, zorla asimilasyon sürecidir ve İslami kimlik yapısal bir baskıya maruz kalmaktadır. Allah Subhânehu ve Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de bize şunu hatırlatmaktadır:

وَلَنْ تَرْضَى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [Bakara 120] Bu ilahî uyarı, kabul görmenin yolunun asimilasyon olmadığını, bilakis asimilasyonun hakiki benliğini kaybına yol açacağını vurgulamaktadır.

                                                                                   

İslami nesil, İslam’a düşman olan bu politika biçiminin farkına varmalı ve İslami ilkeleri etrafında birleşmelidir. Çocuklarımızın kimliğini korumak kolektif bir sorumluluktur; bu nedenle uyanıklık, vahdet ve ortak hareket etmek esastır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER