El-Raye Gazetesi Sayı 578 Öne Çıkanlar
- Kategori Video
- |
El-Raye Gazetesi Sayı 578 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 H. | 17 Aralık 2025 M.
El-Raye Gazetesi Sayı 578 Öne Çıkanlar
Daha fazla bilgi için TIKLAYINIZ
Çarşamba, 26 Cumade’s Sânî 1447 H. | 17 Aralık 2025 M.
Amerikan Pragmatizmi ve Kiev ve Avrupa Pahasına Moskova'nın Dostluğunu Kazanmak!
Uluslararası siyaseti takip eden herkes, Amerika'nın, dünya halklarını hiçe sayıp kâr ve zararını hesap ederek soğuk bir bakışla çıkarlarını yönettiğini bilir. Bugün Ukrayna'da yaşananlar, Amerikan pragmatizminin başka bir yönünü ortaya koymaktadır; zira -ilan edilmiş söylemine rağmen- Washington, Batı ittifakına sadakatlerinin kendilerine stratejik bir koruma sağlayacağını zanneden Ukrayna ve Avrupalı müttefiklerinin pahasına bile olsa, Moskova ile ortak bir zemin arayışında gibi görünmektedir.
Çatışmanın başlangıcından bu yana Amerika Ukrayna'ya destek sağladı ancak bu destek sınırsız değildi; zira Amerika'nın Ukrayna ile ilişkisinin, Rusya'nın nüfuzunu sınırlamak için bir araç veya kendi çıkarlarına hizmet etmek için bir pazarlık kozu olduğu gayet açıktır. Bu yüzden savaşın uzaması ve maliyetinin artmasıyla birlikte Washington'daki denklemler de değişmeye başlamıştır.
Belki de bu savaşın en önemli hedeflerinden biri Rusya'yı kontrol altında tutmak ve ona ekonomik baskı uygulamaktı ancak Moskova'nın direnci, bazılarının hayal ettiği gibi Batı'nın baskısının onu yıkamayacağını göstermiştir; bu nedenle Çin ile gerginlik çıkarmak, yıpratma savaşını sürdürmekten daha öncelikli bir hale gelmiş gibi görünmektedir.
Bu hesaplamalar Amerika'yı, Rusların vizyonuna yakın düzenlemeler yapmak yoluyla olsa bile, prestijini koruyacak bir çıkış yolu aramaya sevk etmiştir. Avrupa ise en büyük kaybeden müttefik olmuştur; zira tükenmiş bir ekonomi, daha pahalı enerji, gerileyen sanayiler ve benzeri görülmemiş bir stratejik korku durumu gibi en ağır faturayı ödemiştir. Tüm bunlara rağmen Avrupalılar, Amerika'nın kendi endişelerini ciddiye almadığını, sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini ve gerçek bir çözüm sunmadan onları Rusya ile uzun süreli bir çatışmanın içine sürüklediğini hissetmişlerdir. Nitekim Amerika ile ittifak kurmanın karar alma sürecine katılmak anlamına gelmediğini, aksine çoğu zaman kazanımlar olmadan maliyetleri üstlenmek anlamına geldiğini de idrak etmişledir.
Washington'un Moskova ile gerilimi azaltmasının başka nedenleri de olabilir ve bu nedenler arasında, ekonomik, teknolojik ve askeri açıdan önümüzdeki yüzyılın en önemli dosyası Çin ile olan çatışmaya odaklanma arzusu da olabilir. Belki de bu nedenler arasında Washington'un nükleer silahlanma yarışından kaçınması ya da dünyayı felaketin eşiğine getiren aşırı gerginliği azaltmayı arzulaması ve sonsuz savaşları finanse etmekten bıkmış vergi mükelleflerinin artan baskısı da olabilir.
Bunlar ışığında Washington, Ukrayna'ya verdiği desteği azaltmak veya Ukrayna'yı kendi beklentilerini karşılamayan çözümleri kabul etmeye zorlamak yoluyla olsa bile, Moskova ile ilişkilerini yeniden düzenlemeye istekli görünmektedir. Böylece Ukrayna kendini çekiç ile örs arasında bulmuştur: Ya sonu görünmeyen bir savaş ya da Moskova'nın bazı taleplerini karşılayan bir anlaşma. Böylece Ukrayna, Amerika ve Avrupa'nın savunduğu ilkelerle hiçbir ilgisi olmayan büyük güçler arasındaki çatışmanın ve siyasi hesaplamaların kurbanı haline gelecektir.
Washington'un politikasının ahlaki bir yönü olmadığı, aksine en güçlülerin ilerlediği ve en zayıfların da gerilediği bir çıkar alanı olduğu kanıtlanmıştır. Bugün yaşananlar, çıkarları gerektirdiği takdirde Amerika’nın uzlaşmaya, konumunu yeniden belirlemeye veya söylemini değiştirmeye hazır olduğunu açıkça göstermektedir. Böylece yönettiği uluslararası ilişkilerin, geleneklere veya ortaklıklara bağlılık ile değil, Amerikan kefesinin her şeye baskın geldiği bir denge ile yönetildiği açıkça ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla tek bir merkezden verilen kararlar, milletlerin iradesinin marjinalleştirildiği, devletlerin zayıflatıldığı ve siyasi haritaların, sahada dökülen kanın bedelini pek umursamayan süper güçlerin çıkarlarına göre yeniden çizildiği dengesiz bir dünya yaratmıştır.
Nitekim bugün dünya, çok önemli bir dönüm noktasına ulaşmıştır; zira kapitalizm artık kusurlarını gizleyememekte ve insan hayatının yüzeyine çıkan ahlaki kokuşmuşluğunu örtbas edememektedir. Zira kapitalizm, insanlar ezilse bile parayı yücelten ve insanları metaya dönüştürse bile piyasayı kutsallaştıran bir sistem olduğu gibi adaletsiz bir zenginlik ve değersiz özgürlükler yaratan bir sistemdir.
Bu krizlerin kötüleşmesiyle birlikte, sadece sözlü yamalar ve köhnemiş sloganlar değil, dünyaya gerçek kurtuluşu taşıyacak yeni bir sistem oluşturmak gerekli bir hale gelmiştir. Allah'ın izniyle yaklaşmakta olan bu nizam, İslam nizamından başka bir şey olmayacaktır; zira İslam, ruh ile madde, özgürlük ile sorumluluk ve ferdi mülkiyet ile adalet arasında denge kuran bir sistemdir. Ayrıca İslam, devleti tiranların elinde bir araç haline getirmeyen, insanları şirketlerin hesaplarındaki birer rakam olarak görmeyen, aksine insan onurunu her şeyin üstünde tutan bir sistemdir.
İslam hakkında konuşmak bir fanatizm ve hayal değildir; aksine iğrenç kapitalizm tarafından yok edilen çökmekte olan gerçekliğin objektif bir okumasıdır. Eğer insanlık yeniden kalkınmak istiyorsa, hak, adalet ve güvenlik gibi değerleri taşıyan İslam'ın ruhu, Allah'ın izniyle, bu kalkınmanın en önemli dayanaklarından biri olacaktır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak
Haber-Yorum
Sumatra’daki Sel Felaketinin Ana Nedeni Kapitalizmdir!
Haber:
Sinyar kasırgası sadece bir katalizördü; Endonezya'daki yıkımın boyutu, on yıllardır süren kötü çevre yönetimini yansıtmaktadır. Zira Sumatra milyonlarca hektarlık ormanı kaybetmiş, bu da Açe, Kuzey Sumatra ve Batı Sumatra'daki su havzalarını zayıflatmıştı.Verimli topraklar çiftlikler için kurutulmuş, bu da toprağın çökmesine ve doğal su havzalarının taşkın havzalarına dönüşmesine neden olmuştur.Taşkın yataklarındaki hızlı yerleşim ve arazi kullanımı üzerindeki zayıf yönetim, bu etkinin daha da artırmasına neden olmuştur. Böylece şiddetli yağmur yağdığında, arazi artık onu emme kapasitesini kaybetmiştir.Bu felaket, Endonezya'nın kaynak çıkarımına ve zayıf çevre kontrolüne dayalı kalkınma modelinin,sert hava koşullarını olması gerekenden daha ölümcül bir hale getirdiğini göstermektedir. (Ajanslar)
Yorum:
Açe, Kuzey ve Batı Sumatra'da yüzlerce insanın hayatını kaybettiği büyük seller, sadece doğal afetler değil, aynı zamanda yapısal başarısızlığın da açık bir kanıtıdır; yani açgözlü kapitalizmin ve aciz bir demokrasinin, vatandaşlarının hayati alanını koruma konusundaki acziyetinin bir göstergesidir.
Kapitalizm, nihayetinde Sumatra'daki Bukit Barisan ekosisteminin kalbindeki ormanların ele geçirilmesini, palmiye plantasyonlarının genişletilmesini, madencilik faaliyetlerini ve enerji projelerini haklı çıkaran "sınırsız büyüme" mantığına sevk etmektedir. Nitekim son on yılda bu üç bölgede 1,4 milyon hektar orman yok olmuştur.Bu yaygın ormansızlaşma geçici bir olay değildir; aksine piyasa ve yatırımcıların çıkarlarına boyun eğen devlet politikalarının doğrudan bir sonucudur.Peki ormanlar yok edildiği, nehirler gömüldüğü ve dağlar çıplak bırakıldığı halde hala bu sel felaketlerini doğal afetler olarak nitelendirmek kabul edilebilir mi?!
Öte yandan halkın denetimi için bir mekanizma olmasını dayatan demokrasi, çevrenin taşıma kapasitesini göz ardı eden ruhsatların, imtiyazların ve sömürücü politikaların akışını dizginlemekte başarısız olmuştur.Böylece cumhurun katılımı sadece bir formalite haline gelirken stratejik kararlar ise halkın sesinden uzak odalarda alınmakta ve genellikle sermaye sahiplerine hizmet etmektedir. Böylece de demokrasi, gerçeklikte insanın selametini hiçe sayarak, doğayı hem inşa eden hem de yok eden bir devlet ortaya çıkarmıştır.
Felaket geldiğinde, devlet sanki bu kaçınılmaz bir olaymış gibi davranmaktadır!Ancak sorunun kökleri, yıllar içinde biriken siyasi ve ekonomik tercihlerde, yani laik kapitalist sistemin benimsenmesinde yatmaktadır.
Sumatra felaketi Müslümanlar için önemli bir ders niteliğindedir:Felaketler her zaman doğal faktörlerden kaynaklanmaz, aksine devletin seçtiği siyasi ve fikri sistemden kaynaklanır.Bir devlet laik kapitalist siyasi bir sistemi benimsediğinde, sermaye sahiplerinin hizmetkarı haline gelmekte ve aşırı sömürüden kaynaklanan yoksulluk, toplumsal sapmalar ve çevresel felaketler gibi bir dizi krizler üretmektedir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Asvar
Haber-Yorum
Hane Hoş Lakin İçi Boş!
Haber:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabine toplantısının ardında yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin dış politikadaki yaklaşımına da değinerek, “Türkiye; Gazze, Suriye, Somali, Libya’da kan ve gözyaşıyla ıslanmış bölgelerde barış ve hakkaniyet odaklı çalışmalarıyla dünyaya insan hakları dersi verdi.” dedi. Türk, Kürt, Arap, Alevi, Çerkez ayrımı olmaksızın milletin birbirine sarsılmaz bir bağlılıkla kenetlendiğini vurguladı. (15.12.2025 Ajanslar)
Yorum:
Âlimler, isminin anlamının hakkını vermeyen bunun dışında davranış sergileyen kişilerİ gördüklerinde ya ismini değiştirmesini ya da ahlakını değiştirmesini telkin ederlermiş. Belki de bu sözün bugün en fazla söylenmesi gereken kişiler başımızdaki yöneticilerdir. Çünkü bir asırdır ümmet, yöneticileri tarafından aldatılıp maalesef ihanete uğruyor. Siyaseti, iktidarda kalabilme sanatı olarak gören yöneticilerin duyguları okşayıcı kelimelerle halka istikamet verme anlayışları artık normalleşti. Söz ve amelleri arasındaki alakasızlık sıradanlaştı. İşte bu anlayışın yansıması olarak hiçbir ortamı es geçmeyen yöneticiler, halkın bilinç altını vermek istedikleri mesajlarla doldurmaktalar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son konuşması da bu meyandadır. “Türkiye; Gazze, Suriye, Somali, Libya’da kan ve gözyaşıyla ıslanmış bölgelerde barış ve hakkaniyet odaklı çalışmalarıyla dünyaya insan hakları dersi verdi.”
Barış, adalet, hakkaniyet, insan hakları, ders vermek gibi dolgun kelimeler kulağa hoş gelse de dış politikada pratiğinin ne düzeyde olduğu herkesin malumudur. Bakın 2 yıl boyunca Gazze’de insanlık tarihinin en barbar katliamı, soykırımı yapıldı ve hala yapılmaya devam ediyor. Sözde barış adı altında, garantör maskesi takan ülkeler, yaşanan ihlal, katliamlara rağmen sesiz ve tepkisiz. Gazze’ye girmesi gereken yardımların çok azı ulaşmasına rağmen hiçbir şey olmamış gibi sakin kalan başımızdaki yöneticiler barış ve hakkaniyetten bahsediyor! Sizler, yahudi kafirini tanıdığınız sürece ilişkilere devam etmeniz bu katliamlara ve sistematik aç bırakma vahşiliklerine ordularla değil de reel politik putuyla yaklaştığınız müddetçe kendinizi kandırırsınız. Saydığınız ülkelerde sadece göz yaşı akmıyor kanlar oluk oluk toprağa akıyor iken sizler stratejik ortak ABD ile bu bölgelerde yeni bir siyasi dizaynın hesapları içindesiniz. Tabi ABD menfaatleri ekseninde yapılan bu dizayn sözde size verilen ‘’meşruiyet’’ karşılığında…
Peki yahudi kafirine en büyük silah, para, istihbarat, medya ve siyaset desteği sunan ABD, Gazze ve Filistin topraklarının işgal edilmesini destekliyor. Bu kafirler bu icraatleri yaparken sizler ise bunlarla siyasi, askeri, ekonomik ilişkiler içindeyken acaba nasıl bir insanlık dersi vermiş oluyorsunuz?
Sözde ateşkes anlaşmasına dahi bağlı kalmayan ve her gün onlarca Müslümanı katleden Batı Şeria’yı adeta açık hava hapishanesine çevirip gün ve gün işgali genişletirken kafir yahudi varlığının bu cürümlerine sesiz kalarak acaba nasıl bir göz yaşının durmasına katkı sunuyor olabilirsiniz?
Suriye’de hemen sınırımızda, binlerce km öteden gelip bölgeyi dizayn eden ABD planları çerçevesinde başta Suriye yönetimi olmak üzere batıya entegre olacak bir sistem ve yönetim kademesinin terbiye edilmesi vazifesini alan sizler, acaba nasıl bir adalet sağlamış olabilirsiniz?
Tüm bunları ve daha fazlasını yapan NATO, BM gibi organizasyonların içinde sadece kafir ABD’nin siyasetiyle bir uydu pozisyonunda hareket etmeyle dünyaya nasıl bir ders verilmiş oluyor? Gerçekten merak ediyoruz. Bu süslü kelimeler dışardan görüntüsü güzel, hoş bir ev gibi olsa da amel ortaya koymamasından dolayı içi viran ve boştur.
Rabbimizden duamız ameli sözlerinden daha güçlü, kafirlerin çizdiği sınırları değil Allah Subhanehu ve Teâlanın çizdiği sınırları esas alan, reel politiği değil ümmetin maslahatlarını önceleyecek halifeleri ikram etmesidir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmet SAPA
Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, medya mensuplarını, siyasetçileri ve ülkenin kaderiyle ilgilenen tüm kardeşlerimizi, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmî Sözcüsü’nün düzenleyeceği basın toplantısına davet etmekten memnuniyet duyarız. Toplantının başlığı:
“Amerika’nın Sudan krizini yönetme şekli yaraları daha da derinleştirmekte, ülkeyi paramparça etmektedir”
Tarih: 29 Cumâde’s Sânî 1447 / 20 Aralık 2025 Cumartesi Saat: 13.00
Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stad Caddesi, Stadın Doğu Tarafı.
Katılımınız tartışmaya zenginlik katacaktır
Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti Merkezi Temas Komitesi Başkanı Dr. Muhammed Cabir ve Komite üyesi Mühendis Salih Selam’dan oluşan bir heyet, 16 Aralık 2025 Salı günü Beyrut Milletvekili Sayın İbrahim Müneymine’yi ziyaret etti.
Heyet, görüşmenin başında partiyi ve fikirlerini tanıttı; Hizb-ut Tahrir’in diğer partilerden farklı olduğunu ortaya koydu, ideolojik olduğunu, mezhepçiliği, milliyetçiliği ve taifeciliği reddettiğini ifade etti.
Ardından heyet, Lübnan için köklü ve esaslı çözüm vizyonunu sundu. Heyet, Lübnan’ın aslına rücu etmesi gerektiğini, Bilâdüşşam’ın bir parçası olduğunu, şeriata aykırı ve etkisiz çözümlerden uzak durulması gerektiğini, zira bu çözümlerin, krizi çözmek yerine daha da uzatan ve derinleştiren çözümler olduğunu kaydetti.
Heyet ayrıca bölgenin sorunlarına değindi ve Lübnan yöneticilerinin Yahudi varlığını resmen tanımaya ve onunla ekonomik ilişkiler kurmaya yol açacak hummalı çabalarına dikkat çekti.
Bu çerçevede heyet, tüm samimi milletvekilleri ve siyasetçilerin, en azından açık bir tutum ve sözle de olsa bu projeye karşı durmaları gerektiğini vurguladı.
Görüşmenin sonunda taraflar, gelişmeleri takip etmek ve ele almak üzere gelecekte de görüşmeler yapılması konusunda mutabık kaldı.
Dayton aygıtları (Filistin Yönetimi güvenlik güçleri), 15 Aralık 2025 Pazartesi günü; Otorite’nin dur durak bilmeyen cürümlerine temas etmeyen, ufukları dolduran ihanetinden ve kokusu burunların direğini kıran yolsuzluğundan söz etmeyen, aksine sadece Kalem Suresi’nin tefsirini yapan Şeyh Muhammed el-Hatib’i Ramallah’a bağlı Betunya’daki Seyfullah Camii’nden kaçırdılar. Allah’ın evlerinde huşû ile durmaları, yüzlerini gökleri ve yeri yoktan var edene çevirmeleri gerekirken; Dayton aygıtları Mescid-i Aksâ’da ve diğer Allah mescitlerinde namaz kılanları, ders verenleri ve hatipleri takip eden gazaba uğramışların yaptıklarına benzer fiilleri yapmayı tercih ettiler. Allah’ın şiarlarını ve hürmetlerini yüceltmek yerine, Allah’ın kullarına eziyet etmeyi seçtiler. Şeyh Muhammed camiden çıktığında, Otorite’nin cami şebbihalarından oluşan silahlı bir güç onu bekliyordu. Silahlarıyla gelmişlerdi; Sadece Filistin evlatlarına karşı görünen ama gazaba uğrayanların ordusu ve yerleşimci sürüleri karşısında kaybolan silahlarıyla gelmişlerdi. Silahlarıyla gelen Dayton aygıtları Şeyh Muhammed’i gözaltına aldılar, darp ettiler ve kardeşini kurtarmaya çalışan ağabeyi Üstad Ahmed’e de saldırdılar. Camiden kaçırılan Şeyh Muhammed hâlâ bu suçlu otoritenin aygıtları elinde rehin durumdadır. Aynı şekilde, öğrenci Seyf Ebu’l-Heva da hâlâ onların elindedir. Onu da bir hafta önce Beytüllahim Üniversitesi önünden, Hristiyanların bayramlarına Müslümanların katılmasının haram olduğunu açıkladığı bir konuşması sebebiyle, aynı yöntemle kaçırmışlardı.
Bu eylemiyle otorite, kara siciline yeni bir suç daha eklemekte; büyük suçlularının yüzlerini daha da karartmaktadır. Bu fiiliyle kendisine heybet kazandırdığını sanıyor. Kendisini işgalin postalları altına seren Filistin Yönetimi, şimdi Allah’ın evlerine ve Allah’ın kullarına saldırmakta; Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ve iman edenlere azgınca savaş açmaktadır, Hizb-ut Tahrir gençlerine, Filistin halkının geneline yaptığı muameleyi reva görmekte ve bununla iyi bir iş yaptığını sanmaktadır. Ancak Rableriyle izzet bulan Filistin’in tüm onurlu evlatları gibi; Hizb-ut Tahrir gençlerini de hakkı haykırmaktan ve İslam’ı taşımaktan değil Otorite, zorba devletler bile alıkoyamazlar! Zillete bürünmüş, aşağılanmayla yaşamaya alışmış otorite onları nasıl durdurabilir?! Otorite ve aygıtlarının bu eylemleri, Hizb-ut Tahrir gençlerinin ancak direncini ve bağlılığını artıracaktır, yılmadan bıkmadan hakkı haykırmaya devam edeceklerdir. Buna karşılık otorite ise Allah katında ve iman edenlerin nezdinde daha da alçalacak ve nefret edilen bir konuma düşeceklerdir. Eğer Otorite ve aygıtları içerisinde aklı başında olanlar varsa; Allah kendi katından bir azap gönderip de köklerini kazımadan önce Hizb-ut Tahrir gençlerinden ve Filistin halkından bir an önce ellerini çekmelidirler.
إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ فِي الْأَذَلِّينَ * كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ“Allah’a ve Rasûlüne düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar. Allah, “Şüphesiz ben ve Rasullerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” [Mücadele 20-21]