Salı, 18 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/09
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Müzakereler Ne Zaman Gerçek Çıkarlar İçin Olur?

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Müzakereler Ne Zaman Gerçek Çıkarlar İçin Olur?
Ve Ne Zaman Sömürgeci Politikaların Uygulanması İçin Bir Araca Dönüşür?

Müzakere, uluslararası hegemonya mühendisliği ve bölgesel krizler

İslam beldelerinde krizlerin tırmandığı bir zamanda, Cenevre, Kahire ve Washington gibi dünya başkentlerinde “barış, çatışmalara çözüm, insani yardım yolları ve ateşkes” gibi sloganlar altında müzakere turları çoğalıyor. Ancak bu müzakereler gerçekte, müzakere masasına sürüklenen halkların çıkarlarından daha çok, büyük güçlerin çıkarlarıyla daha yakından bağlantılı bir hale gelmiştir.

Günümüzde müzakereler artık çatışmaları çözme aracı olmaktan çıkmış, uluslararası güçlerin vizyonuna göre bölgenin haritasını yeniden çizen bir baskı ve nüfuz yönetme aracına dönüşmüştür. Zira bu güçler, yaptırımlar, belirli tarafların rehabilite edilmesi, medya üzerindeki baskıyı artırma ve talep edilmesi halinde kolayca ulaşılabilen uluslararası meşruiyetin yaratılması gibi karmaşık araçlar sistemi aracılığıyla kendi gündemlerini dayatmaktadır.

Sudan: Müzakereler, harici iradeyle hareket ediyor

Sudan dosyası son yıllarda bir dizi müzakere turuna sahne olmuştur; bu turların en önemlisi, insani koridorlar açmaktan öteye geçmeyen Ağustos 2024 yılındaki Cenevre müzakereleriydi; ayrıca Sudan ordusuna katılması için üç gün süre verilmesi noktasına kadar ulaşan doğrudan Amerikan baskısı, Sudan kararına yönelik dış vesayetin boyutunu yansıtan bir adımdır.

Buna karşılık Sudan ordusu komutanı 13 Ağustos 2024'te şöyle bir açıklama yapmıştır: “İsyancı düşman kovuluncaya kadar müzakere yok, barış yok, ateşkes yok”; bu da müzakereye değil, kararlılığa dayalı net bir askeri stratejiyi ortaya koymaktadır. Ayrıca bu tutuma, genel seferberlik, saha konuşlandırmaları ve yoğun askeri harekâtlar eşlik etmiştir.

Ancak gözlemcilerin bakış açısına göre bu yaklaşım, savaşın uzaması ve Hızlı Destek Güçleri'nin daha fazla bölgeyi kontrol altına alması uyarısında bulunmaktadır; bu ise Washington'un yıllardır üzerinde çalıştığı bölgesel parçalanma planıyla da uyumludur.

Bu çatışmaların ardında, kapalı kapılar ardında resmi açıklamalarda yer almayan ekonomik ve siyasi çıkarları içeren ilan edilmemiş mutabakatlar yapılırken, uluslararası toplum ise bu güçlerin işlediği ağır ihlallere rağmen Hızlı Destek Güçleri ile meşru bir taraf olarak muamele etmektedir.

Gazze: Müzakereler, İşgale hizmet etmek için tasarlanmıştır

Filistin'in durumu, halkın iradesi dışında çizilen düzenlemelerin sınırlarını açıkça ortaya koymaktadır. Zira 1993'teki Oslo Anlaşması'ndan bu yana Camp David, Annapolis, Kahire ve Doha'daki diyaloglar gibi müzakere turları birbirini izlemiş ancak Filistin halkının temel hakları gerçekleşmemiştir.

Gazze'de ateşkes, Mısır ve Katar gibi bölgesel arabulucular aracılığıyla yönetilen bir araca dönüşmüş olup işgale hizmet eden ve Filistinlilerin direnme haklarını uygulamalarını engelleyen yeni gerçeklikleri dayatmak için kullanılmaktadır.

Mısır'ın rolü: Siyaset ve çıkarlar arasında bölgesel bir arabulucuk

Kasım 2025'te Kahire, Mısır ile ABD arasında Sudan, Libya ve Afrika Boynuzu dosyalarını ele alan ve Mısır'ın aktif bir bölgesel güç olarak rolünü vurgulayan stratejik bir diyalog turuna ev sahipliği yapmıştır.

Mısır, Abdunnasır döneminden Sisi dönemine kadar geçen on yıllar boyunca “Filistin-İsrail” müzakerelerinde merkezi bir rol oynamış ve Gazze anlaşmaları ve Sudan görüşmelerinde de kilit arabulucu olmaya devam etmiştir.

Özellikle Sudan savaşında Kahire, gizlemeye çalışsa da Sudan ordusuna yönelik siyasi ve askeri destek ile müzakere sürecine bölgesel bir örtü sağlayan diplomatik arabuluculuğun arasını birleştirmiştir.

Saha modelleri: El-Faşir, Libya, Suriye ve Yemen

El Faşir – Sudan, Ekim 2025: Hızlı Destek Güçleri’nin 18 aylık kuşatmanın ardından şehri kontrolü altına alması, Birleşmiş Milletler'in 260.000 sivilin tehdit altında olduğu yönündeki uyarısına rağmen uluslararası toplumun sessiz kalmasının gölgesinde saha infazları, tecavüzler ve hastanelerin yağmalanmasıyla birlikte en korkunç insani felaketlerden birini temsil etmektedir.

Libya: BM elçisinin istifasının ardından müzakereler siyasi bir manevraya dönüşmüş ve Amerikan diplomasisi, Batı’nın çıkarlarına hizmet edecek şekilde sahneyi yeniden düzenleme görevini üstlenmiştir.

Suriye: Müzakereler, uluslararası nüfuz bölgelerini pekiştirmekte ve siyasi ve mezhepsel parçalanmışlık durumunu korumaktadır.

Yemen: Stokholm'den Kuveyt'e kadar mesele, ulusal değil uluslararası bir dosya olarak idare edilmiş ve Husiler ise, Yemen'i bölgesel ve uluslararası çıkarlara göre yeniden şekillendiren bir "uzlaşma" sistemi içerisinde meşru bir taraf olarak konumlanmıştır.

Afrika Birliği ve IGAD: Arabulucu mu yoksa yürütme organı mı?

Afrika Birliği ve IGAD gibi bölgesel kuruluşlar, “arabulucular” olmaktan çıkıp, uluslararası vizyon doğrultusunda müzakerelerin gidişatını kontrol eden siyasi araçlara dönüşmüşledir.

Afrika hamlesi şunları içermektedir: Ülkelerin üyeliklerinin dondurulması, yol haritalarının formüle edilmesi, Batılı güçlerle ortak siyasi girişimlerin başlatılması ve hazır olan her türlü uluslararası anlaşmaya bölgesel meşruiyet sağlanması... Bunlar, bu kuruluşların içindeki uluslararası etkinin boyutunu yansıtan rollerdir.

Şerî boyut: Meşruiyet ve sapma arasındaki müzakereler

İslam, müzakereleri reddetmez; aksine Hudeybiye Antlaşması'nda olduğu gibi hakkı gerçekleştirmek ve zulmü defetmek için olduğu sürece müzakereleri onaylar. Ancak İslam, ümmetin haklarından vazgeçmeye veya dış iradeye boyun eğmeye yol açan müzakereleri reddeder. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِTağutu inkar etmeleri emrolunduğu halde, Tağuta muhakeme olunmak istiyorlar.” [Nisa 60] İslami referansın kaybolduğu bir zamanda kararlar, Allah'ın Kitabı'na ve Peygamberinin sünnetine değil, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi'ne havale edilmektedir.

Sonuç: Kaybedilen iradenin ve müzakerede meşru standardın yeniden sağlanması

"Müzakere bir araçtır; eğer Allah yolunda olursa bir hikmettir, eğer tağutlar yolunda olursa bir ihanettir."

Son on yıllarda yaşanan deneyimler, müzakerelerin sadece meşru taraflarla yapıldığında meşru olduğunu; ama müzakerelerin, devletin otoritesine karşı çıkan isyancı milislerle ve toprakları ve mukaddesatları işgal eden gaspçı bir varlıkla yapılmadığını teyit etmektedir. Meşru olmayan bir tarafla müzakere etmek, çözüm yönünde yapılan bir çalışma değil, aksine batıl varlıklara tanıma ve pekiştirme belgesinin verilmesidir.

Bu nedenle ABD'nin idare ettiği Yahudi varlığıyla ve aynı şekilde ABD'nin idare ettiği Sudan'daki ayrılıkçı Hızlı Destek Güçleri milisleriyle yapılan müzakereler, çatışmanın özünü ve halkların haklarını görmezden gelen çarpıtılmış bir meşruiyet yaratmaktan ve batılın temellerini pekiştirmekten başka bir şey değildir.

İslam beldelerini kasıp kavuran krizler, gerçek çözümlerin dış iradenin yönettiği masalardan ya da meşruiyetin dışına çıkan kişilerle yapılan anlaşmalardan değil, aksine ümmetin siyasi ve meşru referansını yeniden kazanmasından geldiğini kanıtlamaktadır. Bu da ancak birleşik İslami iradenin geri dönmesi ve ümmetin birliğini yeniden tesis edecek ve onun kararları konusunda sömürgecinin elini koparacak siyasi bir varlığın kurulmasıyla gerçekleşebilir.

Ümmet egemenliğini geri kazandığında müzakereler, hegemonyayı dayatmanın veya sahte meşruiyet yaratmanın bir aracı olmaktan çıkıp hakkın araçlarından bir araç haline gelecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Hatem El-Attar – Mısır

Devamını oku...

Almanya'daki Öğrenci Protestoları... Geleceğin Militarizasyonunu Reddeden Ve Barış İçin Alternatifler Arayan Bir Nesil!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Almanya'daki Öğrenci Protestoları... Geleceğin Militarizasyonunu Reddeden Ve Barış İçin Alternatifler Arayan Bir Nesil!

Haber:

Almanya cuma günü, Federal Parlamento (Bundestag) tarafından onaylanan ve asker sayısını artırmayı amaçlayan askeri hizmet kanunu tasarısına karşı yaklaşık 90 kentte öğrenci protestolarına tanık oldu Gençlik ve öğrenci örgütlerinden oluşan Zorunlu Askerliğe Karşı Okul Grevi İnisiyatifi’nin çağrısıyla düzenlenen protesto gösterilerine binlerce öğrenci katıldı. (El Cezire Ağı)

Yorum:

Binlerce öğrenci, toplumun yeniden militarizasyonuna doğru atılmış bir adım olarak gördükleri bu adımı ve yeni neslin inanmadığı ve bedelini ödemek istemediği çatışmalara dahil edilmesini reddettiklerini dile getirdiler; zira Berlin'den Hamburg, Münih ve Köln'e kadar binlerce öğrenci, zorunlu askerlik hizmetinin yeniden getirilmesine yönelik adımların durdurulmasını talep eden sloganlar atarak barışçıl bir yürüyüş gerçekleştirdi ve eğitim, sağlık ve barınma gibi daha acil önceliklere odaklandılar.

Protestocular, yeni yasanın, modern devletin sivil hayatın militarizasyonunu reddetmek ve güç siyasetinden ziyade toplumsal yatırımı önceliklendirmek üzerine kurulu olan II. Dünya Savaşı sonrası toplumlarının değerleriyle çeliştiğini düşünürken Alman hükümeti ise, artan uluslararası gerginlikler ışığında yasayı güvenlik gerekçesiyle savunmakta ve askeri hazırlığı ulusal bir zorunluluk olarak ifade etmektedir; ancak gençlerin büyük bir kesimi, devletin üzerlerine kendileriyle hiçbir ilgisi olmayan siyasi ve askeri sorumluluklar yüklemeye çalıştığını ve yeni nesli savaşa çağırmanın Avrupa krizlerine bir çözüm olmadığını, aksine toplumdaki kaygı ve korkuları artırabileceğini düşünüyor.

Gözlemciler, bu protesto dalgasını, gençlerin birleşik bir değer sisteminin veya onları birleştiren manevi bir anlamın yokluğunda fedakarlık fikrini kabul etmekte zorlandığı Batı'da yaşanan daha derin bir krizle ilişkilendiriyor; zira modern deneyimler, maddi toplumların, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, gençleri açık bir ideolojinin varlığı veya adil bir amaç olmadan savaşa girmeye veya savaşlara hazırlanmaya ikna etmekte zorlandıklarını ortaya koyuyor.

Almanya'daki öğrenci gösterileri, toplumun yeniden militarize edilmesine karşı kolektif bir reddi yansıtmakta ve gençlerin geleceklerine, haklarına ve sivil hayattaki rollerine karşı daha duyarlı hale geldiklerini teyit etmektedir.

Öte yandan burada İslami model, gençleri askeri rollere indirgemek veya onları uluslararası çatışmalara dahil etmekten ziyade, toplumun korunması ile bireyin inşası arasında nasıl bir denge kurulabileceğinin anlaşılmasını mümkün kılan ahlaki bir referans olarak öne çıkmaktadır.

Savunma, mazlumları korumaya ve saldırıları püskürtmeye yönelik bir görev olduğu gibi daveti taşımanın ve onu yaymanın bir yolu olup siyasi veya ekonomik çatışmalara hizmet etmek için değildir; bu teklif, Kur'an'ın savaşmaya zorlamadığı münafıklar hakkında ifade ettiği gibi, zorlama veya psikolojik baskıya değil, kanaat ve imana dayanmaktadır.

Şeriatta asıl olan, İslami hayatı inşa etmek ve gençleri gerektiğinde asker olmaya hazırlamak için çalışmaktır; böylece onlar, Allah Subhanehu ve Teala’nın rızasını kazanmak için kendilerinden talep edilen şeyleri yapsınlar ve İslam'a yardım etme yolunda değerli ve kıymetli olan her şeyi feda edebilsinler. İşte bu ilkeler İslam’daki güç mefhumunu, nesilleri tüketen bir güç değil, insanlık için garanti olan adil bir güç haline getirmektedir. Bu güç ise, nesilleri ordu kışlalarında seferber etmek üzerine değil, aksine İslam'ın adaleti, onun değerlerinin derinliği ve barışı sağlama ve İslam risaletini yayma gücü üzerine inşa edilmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulazim Haşlemon

Devamını oku...

Hilafet, Rubio'nun İddia Ettiği Gibi Küçük Bir Mesele Değildir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hilafet, Rubio'nun İddia Ettiği Gibi Küçük Bir Mesele Değildir!

Haber:

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, 2 Aralık 2025'te Fox News'den Sean Hannity'ye verdiği röportajda şunları söyledi: “Radikal İslam, arzusunun dünyanın bir bölümünü işgal etmek ve küçük bir Hilafete razı olmakla sınırlı olmadığını, aksine yayılmayı amaçladığını ve doğası gereği devrimci olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca daha fazla toprak ve nüfusa genişlemeyi ve buraları kontrol etmeyi amaçlamaktadır.”(ABD Dışişleri Bakanlığı)

Yorum:

Rubio'nun İslam'ı tanımlamak için "aşırılıkçı" veya "şiddet yanlısı" yerine "radikal" kelimesini kullanması dikkat çekicidir; ama Rubio "radikal" kelimesini seçmekte yanılmamıştır; zira Amerika’daki derin devlet, mezhepçilikten veya silah taşımaktan daha çok, İslam'ı köklü bir şekilde uygulamaya ve davetini tüm dünyaya yaymaya yönelik siyasi projeden korkmaktadır. Hilafeti tarif etmek için kısa bir kelime seçmeye gelince; bu, düşmanı küçümseyip müttefiki güçlü gösterme üslubudur. Aslında Rubio'nun kendisi de Hilafetin küçük bir şey olmadığını çok iyi biliyor; zira Hilafeti genişlemeye bağlıyor. Allah ümmete yardımını gönderdiğinde, dünyanın en büyük devleti olarak onları birleştirmeden önce, İslam beldelerinin herhangi bir parçasında Raşidi Hilafet kurulacaktır.

Ayrıca Rubio'nun davranışları, Hilafetin küçük bir şey olmadığını bildiğini teyit etmektedir. Nitekim son iki yıldır ABD Dışişleri Bakanlığı, Müslüman ülkelerdeki, dahası Batı'daki Müslüman topluluklar arasında İslam'a davet yasağını denetleyerek ve bunu uygulayarak Batı'nın ifade özgürlüğü ilkesini ihlal etmiştir.

Ey Müslümanlar: Bir Arap atasözü şöyle diyor: “Fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin.” İşte Hilafetin önemi, düşmanlarımız tarafından dile getirilmektedir. Kesinlikle bizim Hilafetimizde hiçbir şey küçük değildir; aksine Hilafet, Allah'ın kıyamet günü bizden hesap soracağı azim bir şerî vaciptir. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: كَانَتْ بَنُو إسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الأنْبِيَاءُ، كُلَّما هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ، وإنَّه لا نَبِيَّ بَعْدِي، وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ فَتَكْثُرُ، قالوا: فَما تَأْمُرُنَا؟ قالَ: فُوا ببَيْعَةِ الأوَّلِ، فَالأوَّلِ، وَأَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ، فإنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْİsrailoğulları, Nebiler tarafından siyaset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir Nebi vefat edince, bir diğer Nebi ona halef oluyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Halifeler olacak da çoğalacaklardır. Dediler ki: Öyleyse bize ne emredersiniz? Dedi ki: Önceki ilk biatınıza sadakat gösterin ve onlara haklarını verin. Muhakkak ki Allah, yönettikleri hakkında (ne yaptıklarını) onlara soracaktır.” [Buhari ve Müslim rivayet etti] Gelin hep birlikte Allah rızası için Raşidi Hilafeti yeniden tesis etmeye çalışalım.

Aslında Hilafetimizde küçük bir şey yoktur; zira Hilafet, adaleti tesis eden ve zulmü ortadan kaldıran Allah Subhanehu ve Teala’nın katından gelen büyük bir lütuftur. H. 520 yılında vefat eden Ebu Bekir el-Tartuşî, "Sirac el-Muluk" adlı eserinde şöyle demiştir: Allah’ın size hidayet verdiğini bilin; zira yeryüzünde bir Sultanın varlığı, Allahu Teala’nın büyük bir hikmeti ve kulları için büyük bir lütfudur; çünkü Allah Subhanehu ve Teala, yarattıklarını adalet sevgisi ve adaletsizlik üzere yaratmıştır; onların Sultansız/otoritesiz örnekleri, denizde büyük ve küçük her şeyi yutan bir balinanın örneği gibidir. Bu yüzden güçlü bir Sultan olmadığı zaman, onların işleri yolunda gitmez, geçimleri istikrarsız olur ve hayattan bir keyif alamazlar.

Bırak düşmanlar, korktukları şeyi kendi kapılarında görsünler!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...

Batı'nın İslam'a ve Müslümanlara Karşı Büyüyen Düşmanlığı - Fransa Örneği!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Batı'nın İslam'a ve Müslümanlara Karşı Büyüyen Düşmanlığı - Fransa Örneği!

Haber:

Fransa'da başörtüsü yasağı ve reşit olmayanlara Ramazan orucu yasağı… Siyasal İslam'la mücadele etmek için yeni bir yasa tasarısı. (Euronews Arabic, 28/11/2025)

Yorum:

Kindar Fransızların, İslam'a karşı açtığı savaş kampanyası kapsamında Le Figaro gazetesi, "Siyasal İslam: Ulusal bütünlüğümüzün önündeki bir engel" başlıklı bir rapor yayınladı; nitekim Senatör Jacqueline Eustache-Brinio bunu, "Fransız toplumunu, katı dini standartlara göre dönüştürmeyi amaçlayan bir ideoloji ve uzun vadeli ayrılıkçı bir proje" olarak değerlendirdi. Ayrıca Fransız Cumhuriyetçi Partisi'nden bir grup, "siyasal İslam" olarak nitelendirdikleri akımla mücadeleyi etmeyi hedefleyen 17 öneri içeren bir rapor yayınladı.

Raporda, "çocukları toplumsal veya ailevi baskılardan korumak" gibi aldatıcı başlıklar altında 16 yaşın altındaki gençlik kategorisine odaklanılmıştır; dolayısıyla yasa tasarısı, bu yaş grubunun Ramazan ayında oruç tutmasının engellenmesini ve aynı şekilde küçük çocukları koruma bahanesiyle bu yaş grubundaki kız çocuklarının başörtüsü takmasının yasaklanmasını da içermektedir.

Şu anda çocukların korunması çağrısında bulunan kişiler, Yahudi varlığı Gazze'de çocukların kanını dökerken ve evlerini başlarına yıkarken neredeydiler? Bu sahte duyguları, o çocukların açlıktan öldüklerini gördüklerinde neredeydi?!Onları buna iten şey, İslam'a ve Müslümanlara karşı duydukları yoğun düşmanlık ve İslam'ın ülkelerinde yayılıp en gür ses haline gelmesinden duydukları korkudur; zira onlar, Fransa'daki gençlerin Müslüman gençleri taklit edeceğinden ve İslam kültürünün egemen hale gelerek iffet, merhamet ve huzur dini olan İslam'ı benimsemelerine yol açmasından endişe duymaktadırlar.

Avrupa'nın geri kalanında olduğu gibi Fransa'daki bu korku, yeni değildir; zira onlar, uzun zamandır Avrupa'ya göç meselesinin kültürel ve demografik bir değişime yol açacağını düşünüyorlar.İşte bu yüzden bu tür açıklamaları duymaya ve okumaya başladık; zira korku sadece Fransa'da değildir, aksine diğer birçok Avrupa ülkesinde de var; bu yüzden sanki yayılan bir salgınmış gibi bunun yayılmasını olabildiğince sınırlamaya çalışıyorlar.

Müslüman genç neslin, oraya gidip okumaları ve çalışmaları için alan açarken niyetleri neydi?Tembel, yaşlanmış ve faydacılıktan başka bir şey bilmeyen halklar arasındaki açığı kapatmak için genç ve çalışan eller arayan ve kaybettiklerini, dürüstlük, çalışmada aktiflik ve mücadele ile karakterize olan genç Müslümanlarda gören onlar değil miydi?  Sadece Fransa değil, genel olarak Avrupa ülkeleri faydacı kapitalist ülkeler olup halkları birçok işi onurlarına yakışmadığını düşünerek bu işlerde çalışmayı reddetmektedir;bu nedenle Avrupa ülkeleri, genç işgücü eksikliği çekmekte olup zamanla bu, işgücünde yaşlanma ve yoksulluk durumuna kadar ulaşmıştır.

Ey Fransa ve tüm Avrupa’daki Müslümanlar: Durum, çocuklarınızı İslam'ın hükümlerine göre yetiştirmenizi ve bunları uygulamanızı engelleyen baskı ve yasal kısıtlamalara maruz kaldığınız bir noktaya ulaştığı halde neden o ülkede kalmaya devam ediyorsunuz?Her birinizin ülkenize ve ailenize geri dönmeniz ve sizin ve çocuklarınızın İslam üzere yetiştirilebilecekleri bir yaşta yoldan sapmaktan korunacakları yerlere dönmeniz daha iyi olmaz mıydı?!Evet, Vallahi, araçlardan mahrum kaldığınızda bu sizin görevinizdir; bu nedenle eğitim veya ekonomik fırsatları gerçekleştirmek için değil, Allah için çaba gösterin; çünkü rızık ve başarı sadece Allah Subhanehu ve Teala katındandır; O'ndan başka ilah yoktur; o halde O'na tevekkül edin ve O'na tövbe edin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Raziye Abdullah

Devamını oku...

Suriye’de Şara Yönetimi ABD’ye Teslimiyette Sınır Tanımıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Suriye’de Şara Yönetimi ABD’ye Teslimiyette Sınır Tanımıyor!

Haber:

ABD Başkanı Donald Trump, Suriye Lideri Ahmed Şara’ya el yazısı bir mektup göndererek desteğini yineledi ve ABD’nin yardım edeceği sözünü verdi. Mektup, Trump'ın yakın çevresinden ve uluslararası iş adamı Tom Barrack aracılığıyla Şam'a ulaştırıldı. Mektuba, Trump'ın Şara ile Oval Ofis'te görüştüğü ana ait bir fotoğraf da eklendi. Trump, bu fotoğrafa kendi el yazısıyla şu notu düştü: “Ahmed, sen büyük bir lider olacaksın ve ABD yardım edecek!” (03.12.2025 – Ajanslar)

Yorum:

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi Tomm Barrack, göreve başladığı günden bu yana adeta Şam’da yatıp kalkmaktadır. Mayıs ayında ABD’nin Şam’daki büyükelçilik konutunun yeniden açılmasının ardından Washington ile Şam arasında sürekli bir görüşme trafiği ve ciddi bir senkronizasyon söz konusudur. CENTCOM komutanından birçok askerî yetkiliye, alt ve üst düzey diplomatlardan petrol ve yatırım şirketlerinin temsilcilerine kadar tüm sömürgeci kişilikler, Tom Barrack eşliğinde Suriye’nin şerli ABD planlarına tam itaatini sağlamak için Şam’da boy göstermektedir. Her ziyaret ve görüşme, Şara yönetiminin ABD’ye teslimiyetini artırmakta; Suriye’nin boynuna takılan kementi daha da sıkılaştırmakta; İslami devrime yapılan ihanet zincirine yeni halkalar eklemektedir.

Küstah Trump’ın Şara’ya ismiyle hitap ederek memnuniyetini ifade eden bir mektup göndermesi ve onu övmek suretiyle alenen aşağılaması da bu körü körüne teslimiyetin sonucudur. Trump’ın mesajının, Ahmed Şara’nın Beyaz Saray ziyaretinden sonra gelmesi ve mektuba Oval Ofis’te çekilen bir fotoğrafın eklenmesi ayrıca manidardır. Zira o görüşmeden sonra Şam yönetimi, sözde IŞİD karşıtı; gerçekte ise İslam akidesine ve İslam ile hükmetme düşüncesine karşı savaşmak için kurulan Haçlı Koalisyonu’na katılmayı kabul ederek büyük bir cürme imza atmıştır.

Ne şer’î ne de siyasî açıdan izahı mümkün olmayan bu katılımın ilk sonucu, hiç şüphesiz Suriyeli veya muhacir olsun, İslam’ı bir hayat ve yönetim sistemi olarak benimseyenlerin tek tek hedef alınması olacaktır ki bu operasyonlar hâlihazırda yapılmaktadır. Arkasından, bu zillete susan ve doğuracağı felaketleri görmezden gelen herkesin yakasına yapışacaktır! Bu öyle bir ihanettir ki ABD, Şam yönetiminin bugün fiilen kabul ettiği ortaklığı hayata geçirmek için önce 2012 yılında “operasyonel mekanizma”, ardından 2014’te “eğit-donat” projeleri üzerinden iki önemli girişimde bulunmuştu. Ancak ÖSO ve diğer muhalif gruplar Müslümanlarla savaşmayı ve ABD ile birlikte çalışmayı kabul etmedikleri için proje başarısız olmuştu. Zira o zamanlarda Suriye devrimi, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi devletlerin sağdan yaklaşarak devrimi İdlib’e sıkıştırıp “ehlileştirme” tuzağına düşürmesinden önce; tamamen Allah’a tevekkül ve İslami ilkelere sadakatle ilerliyordu.

Şimdi tekrar Trump’ın sömürge valisi Tom Barrack eliyle Ahmet Şara’ya ulaştırdığı mektuba dönelim: Bir cümle ve bir fotoğraftan oluşan bu tabloda, anlayabilen için binlerce mesaj vardır. İlk akla gelen ise şudur: Utanma duygusu imandandır; utanmayanın dilediği pozu verebileceği, dilediğini yapabileceğidir. Diğer taraftan ABD, Ahmed Şara’ya bu kadar yatırım yapıyorsa, Bilâdüşşam’ın şehitlerinin kemikleri kim bilir daha ne kadar sızlatılacaktır sorusu akla geliyor. Zira Trump’ın bu övgüsünün Şara üzerindeki yeni yükümlülükleri arasında Suriye’nin güneybatısının Yahudi varlığının kontrolüne bırakılması, Abraham Anlaşmaları’na dahil olunması, ABD’nin Şam’a üs kurması ve Suriye’nin batı kıyılarında ABD şirketlerinin petrol aramasına dair yapılan çok sayıda kritik anlaşmanın hayata geçirilmesi sırada beklemektedir. Bu anlaşmaların günahı ve gelecek için taşıdığı tehlike göz önüne alındığında, ABD’nin Sezar Yasası kapsamında Suriye’ye uyguladığı ekonomik yaptırımların kaldırılması devede kulak mesabesindedir.

Ve sorumlularını hesaba çekmek şartıyla asıl soruyu soralım: Birkaç gün sonra birinci yıldönümü kutlanacak olan 8 Aralık’taki kurtuluş gününden sonra Suriye’nin elinde ne var? Toprağa gömülen bir devrim, kaybedilen izzet, güçlü olduğu halde zincire vurulup aşağılanan bir ümmet… Peki, tüm bunlar neyin karşılığında feda ediliyor? Sömürgeci kâfir ABD’nin vaat ettiği sözde istikrar ve kalkınma için mi? Suriye halkının uğruna büyük bedeller ödediği, ümmetin birlik ve izzet çatısı olan İslami Hilafet projesine tercih edilen ayrıştırıcı ve yıkıcı Arap Cumhuriyeti için mi? Gazze’nin yok edilişi pahasına Yahudi varlığı ile uzlaşmak ve normalleşmek için mi? “Sarı öküzü vermek” karşılığında siyah öküzün bir müddet daha yaşaması için mi?

Uzak ve yakın tarih, güç ve kuvveti, izzet ve şerefi İslam’dan başka yerde arayanların dünyada ve ahirette hüsrana uğradığı nice örneklerle doludur. Peki, Ahmet Şara ibret alarak Suriye devriminin sabitelerine geri dönecek mi? Artık bir grup lideri olmadığını, Suriye halkının tümünden ve toprakların tamamından sorumlu olduğunun bilincine varacak mı? Devrimin bir fikir olduğunu, asla bitmeyeceğini; asıl meselenin iktidara ulaştıktan sonra başladığını; Allah’a ve ümmete dayandıktan sonra aşılamayacak bir engel olmadığını ilan ederek yeniden düşünüp harekete geçecek mi? Yoksa ABD ve Yahudi boyunduruğunda, laik ulus devlet kafesinde, tutsaklardan bir tutsak olarak yaşamayı seçip Suriye halkının, mazlum Gazze’nin, ümmetin vebalini yüklenerek zilleti ve kaybetmeyi mi tercih edecek?

مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتًاۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
“Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!” [Ankebut 41]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Emin Yıldırım

Devamını oku...

Kudüs Üniversitesi; Batılı Finansman ve Programla, “Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi” Sloganı Altında Bir Konferans Düzenliyor

Kudüs Üniversitesi - Ebu Dis Hukuk Fakültesi, 2 Aralık 2025 Salı günü; Filistin Kadın İşleri Bakanlığı, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele STK Forumu, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ve İtalyan Perugia Üniversitesi (Uni Perugia di Studi degli versità) işbirliğiyle ve İtalyan İşbirliği’nin (Italian Cooperation) desteğiyle; “Akdeniz Bölgesinde Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi: Zorluklar, Çözümler ve En İyi Uygulamalar” başlıklı uluslararası konferansın çalışmalarını başlattı.

Konferansın ilk gününde araştırmacılar bildiri sunumlarını yaptılar. Üniversitenin ana kampüsünde sunulan bu bildiriler; akademisyenlerin, uzmanların, karar vericilerin ve (sivil toplum) temsilcilerinin katılımıyla tartışıldı ve çıktıları dinlendi. Ele alınan başlıca dört eksen şunlardı: Kadına yönelik şiddet, iş gücü piyasasında ve iş yerinde cinsiyet eşitliği, kadın ve toplum, toplumsal cinsiyet ve devlet sektörleri ve son olarak İtalyan tecrübesi. Üç gün süren konferansın ikinci gününde; Kadın Hukuki ve Sosyal Danışmanlık Merkezi’nde sivil toplum ortaklarını bir araya getiren yuvarlak masa toplantısı üzerinden bir dinleme oturumu yapıldı ve uygulamalı araştırmalar sunuldu. Son gün ise Kadın İşleri Bakanlığı ve ilgili kamu kurumlarında bir çalıştay düzenlendi ve ardından konferansın nihai çıktılarının uygulamaya konulması amacıyla devlet kurumları, ortaklar, araştırmacılar ve sivil kurumları içeren bir yuvarlak masa toplantısı ile sona erdi.

Batılı bir finansman ve programla, şüpheli CEDAW’cı kişi ve kurumların katılımıyla düzenlenen bu konferans; sömürgeci Batılı devletlerin ve onların araçlarının İslam’a ve hükümlerine, özellikle de İçtimai Nizam (Sosyal Sistem) hükümlerine karşı yürüttüğü kuduz savaşın bir parçasıdır. “Eşitlik, Güçlendirme, Haklar” gibi parlak, aldatıcı ve lastikli sloganlar yükseltilmektedir. Konferansın başlığı olan “Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi” de bunu içermektedir. Zehrin bala karıştırıldığı bu sloganlarla; kadını Rabbinin hükümlerine ve Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hidayetine isyan etmeye, ailesinin ve kocasının himayesinden çıkıp onlara başkaldırmaya teşvik ettikleri görülüyor. Dahası kadına mutsuzluk getirmekte, gücünün üzerinde yükler yüklemekte ve aslen kapasite ve enerji bakımından kendisinden farklı bir cins olan erkekle eşitlenmesi için onu fıtratını ve yaratılış özelliklerini bozmaya zorlamaktadırlar. Oysa Allah Subhânehu ve Teâlâ, erkeği ve kadını yaratmış, her birine yaradılış tabiatına uygun roller paylaştırmıştır. Bazı mükellefiyet ve hükümlerde onları eşit kılmış, bazı hüküm ve mükellefiyetleri ise birine has kılmıştır. Bu, birinin şanını diğerinden eksiltmek anlamına gelmez. Batılılar ise “kadını güçlendirme” bahanesiyle onu mallarını pazarlamak için bir meta haline getirmişler, “erkeğin merhametine!” muhtaç kalmasın diye onu geçimini sağlamak için çalışmaya zorlamışlar, onu ağır işlerde kullanmışlar ve en düşük ücretleri vermişlerdir. Bu fikirler ve sloganlar, sahiplerine iade edilecek bozuk bir maldır. Şayet bunlarda bir hayır olsaydı, kendi halklarına faydası olurdu. “Bu alandaki tecrübesinden faydalanılmak” istenen İtalya da dahil olmak üzere, bu sloganları yükselten ülkelerdeki kadınların haline bir bakın; orada her üç günde bir kadın, partneri veya ailesi tarafından öldürülmektedir!

Aslında üniversiteler, fesat ve habis fikirlerin minberi değil, ilim ve salahın (iyiliğin) deniz fenerleri olmalıdır. Üniversiteler; eğitimli, şuurlu, ümmetinin ve dininin derdini taşıyan ve onun kalkınması için çalışan nesiller yetiştirmelidir. Hele ki söz konusu, Gazze Şeridi’ndeki halkın vahşi bir soykırım savaşına maruz kaldığı; Batı Şeria’da Yahudi ordusunun ve yerleşimci sürülerinin cürümleriyle yüzleşildiği, arazilerin gasp edildiği, evlerin ve mülklerin yıkıldığı, tehcir edilmeleri için baskıların arttığı Mübarek Toprak Filistin’deki üniversiteler ise...Kudüs ismini taşıyan bu üniversitenin çok da uzağında olmayan bir yerde, Kudüs halkı baskı ve takibata maruz kalmakta, Mescid-i Aksa kirletilmekte ve içinde Talmudik ayinler ve ritüeller düzenlenmektedir. Şüphe yok ki okulların ve üniversitelerin hedef alınması ve bunlara odaklanılması boşuna değildir; amaç, dininden ve ümmetinden kopuk, ümmetin kalkınması derdini taşımayan, toprağını ve mukaddesatını kurtarma gayesi olmayan nesiller yetiştirmektir.

Üniversite yönetimi; Filistin halkının reddetmesine ve iptal edilmesi için kendileriyle iletişime geçmesine, öğrencilerin, ileri gelenlerin ve velilerin protestolarına rağmen bu konferansı düzenlemedeki ısrarıyla, adını utanç listesi ne yazdırmış, kendisini bu şüpheli faaliyetlerin içine atmış ve destekçilerin paralarının kendileri nezdinde dinden ve namustan daha değerli olduğunu kanıtlamıştır. Zira destekçiler, bu habis finansman karşılığında şartlarını ve iradelerini dayatmaktadırlar. Konferansın çıktıları ve tavsiyelerine bakıldığında; yürürlükteki mevzuatın, özellikle de Şeri Ahval-i Şahsiye (Aile Hukuku) kanununun, İslam hükümlerine aykırı olan ve “mevzuatın değiştirilmesini veya tadil edilmesini” öngören CEDAW sözleşmesi uyarınca değiştirilmesi veya iptal edilmesinin tavsiye edildiği görülecektir. Ayrıca, eğer bu konferansı destekleyen ve katılan taraflar iddia ettikleri gibi Filistinli kadınlara bu kadar düşkünlerse, o halde Yahudi varlığının elinde maruz kaldıkları vahşi cürümlere karşı neden seslerini çıkarmadılar?! Neden onlara yardım etmek ve zulmü kaldırmak için harekete geçmediler?! Filistin halkı içinde, bu kurumların ve kuruluşların hakikatini ve habis hedeflerini hala keşfetmemiş kimselerin kalmış olması akıl alır gibi midir?!

Son olarak önemli bir noktayı vurgulamak istiyoruz: Biz kadının Şeriatın kendisine verdiği hakları almasına karşı değiliz, toplumda bir konumu ve etkinliği olmasına da karşı değiliz. İslam’ın imajını karalama ve onu kadına zulmetmekle ve haklarından mahrum bırakmakla suçlama girişimlerine aldanmayın. Şer’i naslarda, Müslümanların siyerinde ve tarihinde kadının sahip olduğu o yüce konumu ve İslam’ın ona verdiği hakları araştırın. Vallahi biz kadın için her iki cihanda da hayır, salah ve kurtuluş istiyoruz; bu bozguncular ise, her iki cihanda da onun bedbaht ve hüsran olmasını istiyorlar.

Ey Mübarek Toprak halkı! Ey genç erkekler ve genç kızlar!

Size ve ailelerinize karşı kurulan, sizi ve yuvalarınızı hedef alan komplolara karşı aşılmaz bir set olun. Dininiz konusunda Allah’tan korkun, namuslarınız konusunda Allah’tan korkun, çocuklarınız konusunda Allah’tan korkun; onları sömürgeci devletlerin ve maşalarının önünde bir av olarak bırakmayın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ عَلَيْهَا مَلَائِكَةٌ غِلَاظٌ شِدَادٌ لَا يَعْصُونَ اللَّهَ مَا أَمَرَهُمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” [Tahrim 6]

Devamını oku...

Bir Davet Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

Bir Davet Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

Dr. Muhammed el-Umde Hammâd

Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنْ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنْ الْأَمْوَالِ وَالْأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرْ الصَّابِرِينَ * الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 155-157]

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti; Allah’ın kazasına teslim olmuş kalpler, yaşlı gözler ve derin bir hüzünle; Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet’i kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için davayı yüklenen gençlerinden (üyelerinden) biri olan; “Dr. Muhammed el-Umde Hammâd”ın vefatını teessürle duyurur.

Merhum, dün Perşembe günü, H. 13 Cemaziye’l-Ahir 1447, M. 04 Aralık 2025 tarihinde Hartum şehrinde vefat etmiştir.

Yüce ve Büyük olan Allah’tan onu engin rahmeti ve mağfiretiyle kuşatmasını, Firdevs cennetinin en yüce makamına yerleştirmesini niyaz ederiz.

Onun kaybından dolayı bizlere, ailesine, evlatlarına, kardeşlerine ve davet gençlerine en içten taziyelerimizi sunuyoruz.

Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz senin ayrılığından dolayı mahzunuz ey Muhammed el-Umde! Ancak biz, Rabbimizin razı olacağı sözden başka bir söz söylemeyiz.

إِنَّا للهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 156]

Devamını oku...

Bir Davet Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

Bir Davet Taşıyıcısının Vefat Duyurusu

Mervan El Hatib “Ebu Muhammed”

مِّنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَىٰ نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً

“Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir. Bir kısmı da beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” [Ahzab 23]

Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilayeti olarak biz; Dava taşıyıcısı, hoca, edip ve şair Üstad Mervan El-Hatib “Ebu Muhammed”in vefatını teessürle bildiririz.

Üstad Mervan, bugün Cuma günü, 14 Cemaziye’l-Ahir 1447, M. 5 Aralık 2025 tarihinde, altmış yaşlarında Lübnan’ın kuzeyindeki Nahr el-Bared kampında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Şair, edip ve şeyh olan Üstadımız; kalemini ve yazılarını Müslümanların meselelerini dile getirmeye adayan, tüm bu meseleler için Hilafet’ten ve Ukab Sancağı’ndan başka bir çözüm görmeyen şahsiyetlerin timsaliydi. Nübüvvet metodu üzere Hilafet’i kurmak için Hizb-ut Tahrir saflarında davayı yüklendi. Yazıları edebi ve fikri bir canlılığa sahipti, öyle ki; taşıdığı fikir ve varoluşsal davayı edebi sahneye oya gibi işlemedeki ustalığıyla “Fikir Şairi” lakabını aldı. Allah Azze ve Celle onun ruhunu, davada ve davanın taşınmasında sebatkâr olduğu bir haldeyken kabzetti. Allah’tan onu, haklarında şöyle buyurduğu kimselerden kılmasını niyaz ederiz:

وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقًا“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, Sıddıklar, şehitler ve Salih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır” [Nisa 70] Yine Rabbimizden; davayı taşımak ve İslam’a nusret vermek uğrunda sağ eliyle yazdıklarını, malın ve evladın fayda vermediği, ancak Allah’a selim bir kalple gelenlerin kurtulduğu o günde, amel defterinde bir nur kılmasını dileriz.

Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz senin ayrılığından dolayı mahzunuz ey Ebu Muhammed! Ancak Rabbimiz Subhânehu ve Teâlâ’nın razı olacağı bir sözden başka bir söz söylemeyiz:

إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 156]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER