Pazartesi, 10 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

El-Vakiye TV: Afgan Katil: Onu Kullanıp Müslümanları Öldürmeye Zorladılar; O Da Onları Öldürünce, Müslümanların Dinini Suçladılar!

  • Kategori El Vakiye TV
  •   |  
El-Vakiye TV:
"Afgan Katil: Onu Kullanıp Müslümanları Öldürmeye Zorladılar; O Da Onları Öldürünce, Müslümanların Dinini Suçladılar!"

Hizb-ut Tahrir Üyesi Faziletli Şeyh Yusuf Maharize’ye (Ebu Humam) Ait Bir Kesit - Mübarek Toprak (Filistin)

Yapım: El Vakiye TV Medya Prodüksiyonu

H. 7 Cumade’l Âhir 1447 M. 28 Kasım 2025

Devamını oku...

Trump Gerçeği Çarpıtıyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Trump Gerçeği Çarpıtıyor!

Görünen o ki ABD yönetimi, bölgedeki rollerin yeniden dağıtılması olarak pazarlanan, paketlenmiş siyasi sahneler yaratmaya çalışıyor. Bu sahnelerden biri de bin Selman'ı, sanki son kararı veren oymuş ve kendisi de ondan sinyaller alıp bunları uyguluyormuş gibi göstermeye çalışmasıdır. Bu, aklı başında birinin inanmayacağı bir şeydir; zira uluslararası ilişkilerde güç, imajlarla satılamaz veya medya manipülasyonuyla satın alınamaz, aksine gücün ağırlığı çıkarlar masasında belirlenir.

Bugün yaşananlar, Amerika'nın kararına Arap kılıfı giydirilen yerel araçlarla bölgenin yeniden şekillendirilme bölümlerinin yeni bir bölümünden başka bir şey değildir. Ancak güç kartlarını elinde bulundurmayanların karar veremeyeceği gerçeği değişmez. Bu yüzden medya ne kadar kâğıttan semboller üretmeye çalışırsa çalışsın, gerçeklik herkesi ortaya çıkarır, egemenlik olmadan verilen roller ortadan kalkar ve Dolarla satın alınan prestij ise anlaşma bittiğinde sona erer.

Medyayı kaplayan bu alan, bağımsızlığın varlığını ve bölgenin Beyaz Saray'ın direktiflerine göre değil de kendi iradesiyle hareket ettiğini ima etmeye yönelik siyasi dekorasyondan öte bir şey değildir. Bu ise Washington'un, gerçekleri çarpıtmaya ve bin Selman'ı karar sahibi olarak ve Trump'ı da genç yöneticinin emrettiği şeyi yapıyor gibi göstermeye yönelik bir çabasıdır.

Amerika'nın politikasını duygulara değil, nüfuz, çıkarlar ve silahlara dayandırdığı ve Trump'ın da başkanların en açık sözlü olanı olduğu bilinmektedir; zira o, Riyad ile olan ilişkisinin alım satım ilişkisi olduğunu ve yöneltmiş olduğu dostluk sözlerinin de bedeli ödenmiş siyasi faturalardan öte bir şey olmadığını gizlemiyor. Bu nedenle sahne, -her ne kadar Suudi Arabistan'ın kararı gibi paketlenmiş olsa da- gerçek karar Washington'da alınmakta ve uygulama da itaat etmekten ve boyun eğmekten başka bir şey bilmeyen Arap başkentlerinden gelmektedir.

Gerçek, şu şiirin dizelerinde yer almaya devam etmektedir: Selamını ummadığın kişi sana selam verdi... Eğer dirhemler olmasaydı, o sana selam vermezdi!

Bu bir saygı meselesi değildir, aksine bir tarafın dikte ettiği ve diğer tarafın da uymaktan başka seçeneği olmayan hesaplar meselesidir.

Bugün ve dün ile atalarımızın yaşadığı gün arasındaki uçurumun boyutunu anlamamız için, ümmetin şanlı tarihindeki anlara geri dönmemiz yeterlidir; zira o gün prestij, büyükelçilik ofislerinde değil savaş meydanlarında alındığı gibi karar da ödenecek faturalara veya yapılacak anlaşmalara boyun eğmeyen insanların kalplerinden alınıyordu.

–Ömer ibn Hattab'dan Selahaddin Eyyubi'ye, Mutasım'dan Nureddin Zengi'ye ve Yusuf ibn Taşfin'e kadar– Halifeler ve liderler, söylediklerini yapan, söz verdiklerinde yerine getiren adamlardı; zira ümmetin çevresinde bulunan bir mazlum haykırsa, onun haykırışı izzet, güç ve kuvvet dârı olan Dâru'l Hilafete ulaşırdı ve kalemlerden önce ordular harekete geçerdi. Dolayısıyla onlar, uygulayıcılar değil karar vericilerdi ve bu yüzden de bir kenarda oturmayıp tarih yazmışlardır.

Doğu, kahraman ecdadı için ağlıyor... ve Batı, kendi yarattığı gözyaşlarında boğuluyor.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Fransa'da Sağ Kanadın İslam'a Olan Takıntısı Giderek Şiddetleniyor: Küçük Çocukların Başörtü Takmasını ve Oruç Tutmasını Yasaklamalıyız!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Fransa'da Sağ Kanadın İslam'a Olan Takıntısı Giderek Şiddetleniyor: Küçük Çocukların Başörtü Takmasını ve Oruç Tutmasını Yasaklamalıyız!

Haber:

Fransız Cumhuriyetçi Partisi'nden (LR) 29 senatörlerden oluşan bir grup, “siyasal İslam” olarak tanımladıkları olguyla mücadeleye yönelik 17 öneri içeren bir rapor yayınladı; rapordaki önerilerden ilki, “16 yaşın altındaki kızların kamuya açık yerlerde başörtüsü takmasının yasaklanmasını” öngörüyor. Senatörler ayrıca, “okul gezilerine eşlik eden annelerin başörtüsü takmasını yasaklama” yönündeki eski öneriyi de yeniden gündeme getirdiler. Ayrıca 16 yaş altı çocukların Ramazan orucu tutmasının yasaklanması çağrısında bulunuldu!

Yorum:

Le Figaro tarafından yayınlanan ve "Siyasi İslam: Ulusal Bağlılığımızın Önünde Bir Engel Mi?" başlıklı rapor, yaklaşık yüz sayfadan oluşuyor.Raporda, başörtüsü "cinsiyet ayrımcılığının bir bayrağı, toplumsal kontrol aracı ve bölgesel bir işaret" olarak tanımlanıyor ve Fransız toplumunu katı dini standartlara göre dönüştürmeyi amaçlayan bir ideoloji olarak siyasal İslam'a karşı uyarıda bulunarak bunu uzun vadeli ayrılıkçı bir proje olarak nitelendiriyor!! Ayrıca zorla evlendirme, vatandaşlığa alma ve benzeri birçok konu da ele alınıyor!

Sağ ve aşırı sağcıları takip eden biri, onların raporlarından, önerilerinden ve yasa tekliflerinden, İslam'a olan takıntısının her geçen an arttığını ve onlar arasındaki sihirli çözümün, Fransa'nın sorunlarını çözmek için İslam'la ilgili her şeyi ortadan kaldırmak olduğunu teyit eder.

Işıklar ülkesi, bir hükümetin gidip siyasi istikrar sağlanamadan başka bir hükümetin göreve gelmesiyle bugün gerçek bir siyasi krizle karşı karşıyadır; ayrıca ekonomik çöküş, yüksek yaşam maliyeti, artan suçlar, eğitim krizi ve benzerleri gibi daha önce hiç karşılaşmadığı derin sorunlar ve zorluklarla da boğuşuyor...Sağ kanat ve aşırı sağ kanat, her seferinde bu sorunların ana nedenleriyle meşgul olmayı bir kenara bırakıp, “siyasal İslam'ın” tehdit ettiği gerçek ve acil tehlikeyle mücadele bahanesiyle ülkelerindeki İslam'ın tüm tezahürlerine karşı savaşmaya odaklanıyorlar!

Küçük çocukları cinsel ilişkiye, eşcinselliğe ve her türlü ahlaksızlığa teşvik ettikleri bir zamanda, başörtüsünün, oruç tutmanın ve zorla evliliğin yasaklanması çağrısında bulunuyorlar! Ne kadar da kötü bir hüküm veriyorlar!

Sağ kanadın İslam ile olan sorunu, İslam'ın bir ideoloji olduğunu ve onu temsil eden bir devlet olmamasına rağmen kapitalist ideolojileri için gerçek bir tehdit oluşturduğunu idrak etmeleridir; sunmuş oldukları çözümlerin başarısız olduğunu gördükçe korkuları giderek daha artıyor; bu yüzden fikri savaşlarını kazanacaklarını zannederek İslam'ın her türlü tezahürüyle, hatta bir kumaş parçasıyla bile savaşmakla meşgul oluyorlar!

Ancak heyhat ki heyhat! Zira İslam ile ne kadar savaşırlarsa savaşsınlar, onların ideolojileri derin bir uçuruma doğru yuvarlanırken İslam ise daha da güçlenecek ve yayılacaktır!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Minnetullah Tahir – Tunus

Devamını oku...

Gazze'deki Kadınların Başına Gelenlere Bakıldığında, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü Hani Nerede?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Gazze'deki Kadınların Başına Gelenlere Bakıldığında, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü Hani Nerede?!

Haber:

Her yıl 25 Kasım - 10 Aralık tarihleri ​​arasında, Cinsiyete Dayalı Şiddete Karşı 16 Günlük Aktivizm kampanyası başlatılıyor; bu kampanya, en yaygın insan hakları ihlallerinden biri olan kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetin önlenmesi ve mücadele edilmesine çağıran küresel bir kampanyadır!!Bu kampanyayla eş zamanlı olarak BM Kadın Birimi, kadın cinayetleri hakkında 2025 raporunu yayınladı ve rapora göre, geçen yıl 83.000 kadın ve kız çocuğunun kasten öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Bu kadınların %60'ı yakın partnerleri veya aile üyeleri tarafından öldürülmüştür.Arap ülkelerinde, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki kadınların %40'ı 2024 yılında şiddete maruz kalırken, Arap ülkeleri geçen yıl şiddet oranlarında keskin bir artışa tanık olmuştur.

Yorum:

Kadın ve insan hakları savunucusu olduklarını iddia edenler, özellikle İslam beldelerinde, koruma ve eşitlik gibi yalan sloganları atmaya devam ediyorlar!Kadınların şikayette bulunma gücünü sınırlayan toplumsal kalıplar ve örfler nedeniyle, şiddet vakalarının çoğunun hala ev içinde gerçekleştiğini ve çok azının belgelendiğini iddia ediyorlar.Cezaların hafifletilmesine imkan sağlayan veya mağdurların adalete erişim gücünü kısıtlayan yasal boşlukların olduğunu da dile getiriyorlar. Aynı şekilde özel barınak merkezleri ve koruma mekanizmaları gibi sınırlı uygulama araçlarını da atıfta bulunulmaktadır. Bu yüzden kadınları cinsiyete dayalı şiddetten korumak ve cinsiyet stereotiplerini ortadan kaldırmak bahanesiyle, İslam’ın hükümlerine aykırı yasaların çıkarılmasını talep ediyorlar.

Aynı zamanda, bu ikiyüzlü iddia sahipleri, -soykırım savaşının en bariz kurbanları olan- Gazze Şeridi kadınlarının yaşadıkları korkunç acı gerçekliği görmezden geliyorlar; oysa Gazze Şeridi’ndeki kadınların hayatları, onurlarını ve yaşama haklarını tehdit eden günlük bir çatışmaya dönüşmüştür.

Sürekli olarak kadınların cinsiyete dayalı şiddete karşı korunmasını talep eden kurum ve kuruluşlar, bu kadınlara yönelik soykırım savaşı sahneleri karşısında sessiz kalıp felç oldular; zira onlar, öldürülmeyi, yerinden edilmeyi, tedavi ve yiyecekten mahrum bırakılmayı görmedikleri gibi tekrarlanan yerinden edilmeler, güvensizlik ve barınak kaybının yanı sıra koruma sistemlerinin, temel hizmetlerin ve kadınlar olarak kendilerine özgü ihtiyaçların çökmesi nedeniyle onların ve çocuklarının bedenlerini harap eden açlığa da tanık olmadılar.

Aynı şekilde gaspçı varlığın hapishanelerinde tutuklu bulunan Gazze Şeridi'ndeki kadınların yanı sıra onların hapishanelerde maruz kaldıkları tecavüz, taciz, çıplak arama, müstehcen dil ve tecavüz tehditleri gibi insan aklının ve nefsinin dayanma kapasitesini aşan belgelenmiş sahneler hakkında sadece bilgi ve tanıklık toplamakla yetinilmiştir; oysa bu ihlaller, serbest bırakıldıktan uzun süre sonra bile derin psikolojik ve fiziksel etkiler bırakmaktadır. Dolayısıyla bu durum, kadınların günlük yaşamlarını ve en temel haklarını kullanmalarını olumsuz etkilemekte, aileleri ve toplumları üzerinde olumsuz etkilere yol açmakta ve bu da Gazze'deki kadınların süregelen acılarını daha da artırmaktadır. Böylece bu, ikiyüzlü bir dünyanın, çifte standartlar veya daha fazlasını uygulayarak savunduğu sahte koruma ilkelerinin çöküşünü açıkça ortaya çıkarmaktadır.

Aslında sadece aileyi ve toplumu baltalamakla ilgilenen ve savaş dönemi boyunca Gazze'yi terk edip Gazze'deki kadınları sırtlarının arkasına atan bu uluslararası kurumlar, örgütler ve kadın derneklerinin ayıpları artık açığa çıkmıştır.Bu yüzden iğrenç görüntüsünü ne kadar güzelleştirmeye çalışırsa çalışsın, bir daha onlara aldanmayın.وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız).  Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz!” [Hud 113]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Yahudi Varlığı’nın Batı Şeria’nın Kuzeyine Yönelik Saldırısı, Yerleşimi Güçlendirme ve Bölge Üzerindeki Kontrolünü Sıkılaştırma Planının Bir Parçasıdır; Peki, Mübarek Toprağı Kurtaracak Rabbani Bir Komutan Yok mu?!

Yahudiler Batı Şeria’da her geçen gün daha da vahşileşiyorlar, kuzeyinde (askeri bir operasyon) ilan ederek, evleri yıkıyorlar, bazılarını da askeri kışlaya çeviriyorlar, arazileri gasp ediyorlar, Filistin halkından bazılarını esir alırlarken bazılarını da katlediyorlar, su hatlarını tahrip edip ağaçları söküyorlar. Askeri operasyonları Batı Şeria’nın geri kalanına, merkezine ve güneyine kadar uzanıyor. Bu askeri operasyonlar, yerleşimcilerin yaptıklarıyla eş zamanlı gerçekleşiyor. Batı Şeria’da mülk edinmelerine izin veren bir yasa da çıkarıldı. Bundan önce kuzeydeki Geri Çekilme Yasası iptal edildi.

Bu suçlar şüpheye yer bırakmayacak şekilde göstermektedir ki; Yahudilerin tüm eylemleri ve saldırıları, Batı Şeria halkını sıkıştırmayı ve göçe zorlamayı amaçlamaktadır. Hayatlarını, Gazze’den daha hafif bir baskı ile de olsa, ateşi harlanan bir cehenneme çevirmişmiş durumdalar.

Yaralı Filistin’in diğer tarafında ise Gazze halkı katlediliyor. Aç bırakılıyorlar, ilaçtan men ediliyorlar, ne kışın ayazından ne de yazın sıcağından koruyamayan çadırlarda yaşamaya mecbur ediliyorlar. Çadırlar hem tepelerinden hem de ayaklarının altından sulara gömülüyor. Bombardıman, yıkım, ölüm ve işkence onların ayrılmaz bir gölgesi haline gelmiş durumda. Sanki iman edenlere karşı insanların en şiddetli düşmanı olanların kalplerinde tutuşan kin ateşiyle kaynayan bir kazana atılmış gibiler.

Gazze halkı tamamen Yahudilere teslim edilmiş durumda. Yahudilere (hareket hakkı) verilen sarı hattın ötesindeki tünellerde kalan mücahitlere gelince, kimisi kurşunla katledilmekte, kimisinin tüneline beton dökülmekte, kimisi de açlıktan ölmeye terk edilmektedir. Sanki her yerden ölüme sürükleniyorlar, ne bir teselli edenleri var ne de bir ağlayanları.

Küfrün başı Amerika ve Batı ise baş suçludur. Zira Yahudi varlığının Batı Şeria veya Gazze’deki hiçbir suçu, Kiryat Gat’taki Amerikan merkezine danışılmadan işlenmemektedir. Hatta Gazze’de Amerikalılar ve İngilizler, bu cani varlık için keşif operasyonları yürütmektedirler. Amerikalıların yönettiği, Yahudilerin uyguladığı ve İngiltere’nin yardım ettiği ortak bir operasyonla adeta Gazze katledilmektedir. El-Cezire Net, Amerikalıların ve İngilizlerin operasyonel katılımına dair göstergelerden bahseden bir rapor yayınlamıştır.

Ey Müslümanlar! Filistin, Müslüman ülkelerdeki rejimlerin onayıyla hiçbir bedel ödenmeden Yahudilere altın tepside sunulmaktadır. Bu rejimler Trump’ın planını desteklemiş, ardından Gazze’ye Amerikan vesayeti getiren BM Güvenlik Konseyi kararını onaylayarak Trump planının öncü gücü olmuşlardır. Yahudi varlığının kendi başına başaramadığı esir takasında bile bu rejimler onun aracısı olmuşlardır. Mücahitlerin bağlanıp öldürülmelerine alet olmuşlar, onların silahsızlandırılması ve teslim olmaya zorlanmaları için yasalar çıkarmışlar, yiyecek, su, ilaç ve hatta çadırların bile Netanyahu’nun kontrolüne verilmesini hukukileştirmişlerdir. Bununla da yetinmeyip Müslümanların Mescid-i Aksa’ya yardım etmesinin önüne set çekmişler, orduları, kardeşlerinin ve evlatlarının yardımına koşmaktan alıkoymuşlardır. Dahası Yahudi varlığıyla birlikte onların yok edilmesini tarihe yazmaktan geri durmamışlardır.

Bu rejimlerle aynı cinsten olan Filistin Yönetimi ise daha da pis bir rol oynamıştır. Keşke sadece Batı Şeria’daki saldırıyı kınamakla yetinseydi, keşke Yahudi varlığının ihlallerini saymakla sınırlı kalsaydı. Aksine; nakit tavanı (sınırı), e-ticaret ve kamu borcu yasası gibi insanların geçimini daraltan yasalarla sahada icraatlara başlamış, memur maaşlarını ödemeyerek Batı Şeria halkının hayatını bir lokma ekmek peşinde koşulan zorlu bir hayata çevirmiştir. Güvenlik Konseyi kararını memnuniyetle karşılamış, Gazze’de mücahitlerin silahsızlandırılması çağrısında bulunarak açıkça işgalin safında yer almıştır.

Batı Şeria’da boğucu bir durum hâkim. Gazze’de ise daha beter bir durum söz konusu. Filistin’in yeni bir dönemece girdiği, Amerika’nın topraklar üzerinde vesayet kurduğu, suç ve katliam işlediği, rejimlerle birlikte Filistin Yönetimi’nin her suça zemin hazırladığı ve bir kılıf uydurduğu artık gün gibi ortada. Uluslararası sistemin ve Birleşmiş Milletlerin Filistin halkını daha fazla uçuruma itmekten başka sunacağı hiçbir şey kalmamıştır. Ümmet ve ordularının iki yıl önce hemen harekete geçmesi vacipti. Bugünse dünyanın ve rejimlerin Yahudilerle birlikte tek ve açık bir saf halinde hareket etmelerinden sonra, ümmetin harekete geçmesi artık çok daha vacip ve acil hale gelmiştir.

İslam ümmeti bugün, işbirlikçi rejimlerin ümmetin tüm imkanlarını düşmanının hizmetine sunduğunu tam olarak kavramış durumdadır. Rejimler bugün tüm bölgeyi; Şam’ı, Irak’ı, Mısır’ı ve Yarımada’yı Yahudilerin ve arkalarındaki Amerika’nın eline teslim etmeye her zamankinden daha yakındırlar. Suskunluğun geriye bıraktığı tek şey zillet, aşağılanma ve topyekûn bir kayıptır. Tüm bunlar, hainlik vasfını aşıp ümmete düşmanlık vasfına bürünen rejimleri devirmek için ümmeti derinden sarsmaktadır.

İslam ümmetinin ve ordularının, taşıdıkları İslam akidesine yaraşır bir şekilde harekete geçmesinin zamanı gelmiştir. Yerde ve gökte hiçbir şeyin kendisini aciz bırakamayacağı Allah’ın yardımına sığınmanın vakti gelmiştir. Düşmanlarına; Hilafet Devletinde Allah’ın Kitabı ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti ile yönetildiği zamanlardaki tarihlerini; Hıttin’i, Ayn Calut’u, Malazgirt’i, Kadisiye’yi ve Yermük’ü hatırlatmanın zamanı gelmiştir.

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ * وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ وَيَتُوبُ اللهُ عَلَى مَن يَشَاءُ وَاللهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ“Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mümin topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [Tevbe 14 -15]

Devamını oku...

2025 Seçimleri Sonrası Tanzanya’da Şiddet

Değerli Gazeteciler:

Tanzanya, 29 Ekim 2025 seçim gününden bu yana siyasi bir krizle karşı karşıyadır. Günlerce süren bu kriz, can kayıplarına, mülk ve altyapının tahrip olmasına yol açtı. Bu olayın ardından, Hizb-ut Tahrir / Tanzanya olarak biz şunları ifade etmek istiyoruz:

Her zaman belirttiğimiz gibi, çok partili demokratik sistem, Batılı sömürgecilerin kendi çıkarları için dayattığı kapitalist bir siyasi sistemdir. Birçoklarının inandığı ve hatta bazı insanların bu yanlış umutlara kapılarak çok zaman ve kaynak harcadığı, hatta değişim umuduyla hayatlarını riske attığı bu sistem, ülkemizin arzuları, çıkarları veya ilerlemesi için ülkemize getirilmiş değildir.

Sömürgecilik, halkın artık bıktığını ve onlara sahte bir bağımsızlık verdikten sonra tek partili sistemin zulmü nedeniyle artan bir hoşnutsuzluk olduğunu fark edince, rejimin yüzünü değiştirmek amacıyla bu çok partili demokratik sistemi hile ve manipülasyon yoluyla ülkemize getirmiştir. Batı, bu sistemle ayrıca halkı aldatmayı ve onlara karar alma süreçlerinde kendilerinin de bir rolü olduğu yanılsamasını vermeyi amaçlamaktadır; Batı bu sistemle, halkı karar alma mekanizmasında söz sahibi olduklarına dair kandırmayı ve vehme düşürmeyi amaçlamaktadır; oysa bu doğru değildir. Zira Amerika Birleşik Devletleri’nde bile halk, başkanını doğrudan seçmez.

Bu sebeple, çok partili sistem, eski sömürgeciliğin ve sahte bağımsızlığın (bayrak bağımsızlığının) ardından yeni sömürgeciliği pekiştirmek ve insanların sağlıklı düşünmelerini engellemek amacıyla sunulmuş bir stratejidir. Böylece insanlar, dünyayı özellikle gelişmekte olan ülkeleri tahakkümü altına alan ve sömüren fasit kapitalist sistemi kökünden söküp atmak yerine, bugün tüm enerjilerini yöneticileri değiştirmeye yoğunlaştırmaktadırlar. Bu sayede de asıl sorun olan kapitalist sistem varlığını sürdürmektedir.

Bununla birlikte, eğer yönetici Batı’nın çıkarlarını iyi koruyorsa, o zaman muhalif partiler seyirci kalmaya devam edeceklerdir. Bu nedenle, Batılı sömürgeci devletlerin çok partili siyaset ve diğer bahaneleri kullanarak sinsi bir şekilde iç çatışmaları, bölünmeleri ve şiddeti kışkırttıkları, böylece gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını kolayca sömürmeyi amaçladıkları açıktır. Sudan, Kongo, Yemen, Somali ve diğerleri buna örnektir.

Kaldı ki çok partili seçimler, kapitalist ideolojinin ömrünü uzatmak için kullanılan sömürgeci bir stratejidir. Bu durum, muhalefet partilerini Üçüncü Dünya ülkelerindeki iktidar partileri için bir stepne haline getirmektedir. İktidar, sömürgecilerin çıkarlarını iyi koruyamazsa iktidar partisini tahttan indirmek için muhalefet partilerine yetki verilmektedir.

Bazı Hıristiyan ve Müslüman liderlerinin yaptığı ve ayrılığı kışkırtan, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında dini gerilim tırmandıran açıklamaları ise sömürgecilerin böl ve yönet fikrinin bir sonucudur.

Sömürgecilerin, sömürgelerindeki tahakkümlerini pekiştirmek için kabile, bölge ve din gibi unsurlara dayalı çeşitli bölünmeler yarattıklarını unutmamalıyız. Bunun amacı, ihtiyaç duyulduğunda bu ayrılıkları kendi çıkarları doğrultusunda kolayca istismar edebilmektir.

Herkese Açık Çağrı

Bu açıklamanın ardından, tüm kamuoyuna net bir çağrıda bulunmak istiyoruz:

Bugün dünyadaki en büyük sorun ve temel problemin, her yerde hâkim olan ve büyük güçler tarafından desteklenip yönlendirilen kapitalist ideoloji olduğu idrak edilmelidir. Dolayısıyla sadece yöneticinin yüzünü değiştirmek, kaynakların tüketilmesinden ve sömürülmesinden başka hiçbir şeyi değiştirmez.

Çok partili demokrasiyi uygulayan pek çok gelişmekte olan ülke vardır; ancak buna rağmen kaynakları hala Batılı devletlerin mülkiyeti altındadır, halkları yoksulluk içindedir, ülkeleri hala Batılı devletlerin rehinesidir. Bu yüzden gerçek çözüm çok partili sistemler değildir, kapitalist ideoloji yeryüzünden söküp atmaktadır.

Ayrıca bazı kurumları, Müslüman ve Hıristiyan din adamlarını ve takipçilerini; demokratik siyaset uğruna provokasyon ve dini gerilim duygularını istismar eden sömürgecilerin tuzağına düşmemeleri konusunda uyarıyoruz.

Dini liderlerden beklenen; kendilerini ilgilendirmeyen ve manevi değerlerden yoksun demokratik siyasetin kuyruğuna takılarak dini çatışmaları körüklemek yerine siyasi, ekonomik ve içtimai sorunlara yönelik kendi dini çözümlerini halka sunmalarıdır.

Laik siyasette dini kışkırtmaların istismar edilmesi, vahim ve felaket getirici sonuçlara yol açar ve sonu asla hayırla bitmez. 1992-1995 yılları arasında Bosna Hersek’te, 2013 yılında Anti-Balaka ve Seleka çeteleri eliyle Orta Afrika’da gördüğümüz ve Nijerya ile Sudan gibi yerlerde devam eden çatışmalar bunun açık göstergesidir.

Şimdiden teşekkür ederiz.

Devamını oku...

Ümmetin Kanı, Yöneticilerin İhaneti ile Kalkınma Vacibi Arasında!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ümmetin Kanı, Yöneticilerin İhaneti ile Kalkınma Vacibi Arasında!

Hilafet Devleti'nin yıkılmasından bu yana İslam ümmeti, karanlık içinde yolunu şaşırmış bir şekilde bocalamakta ve hain eller onun kaderiyle oynamaktadır; bu yüzden ahlaksızlar onun yönetimini ele geçirmiş ve sahneye, görünüşten başka erkekliğe ve isimden başka liderliğe sahip olmayan Ruveybidalar egemen olmuştur. Nitekim bu Ruveybidalar, ümmetin başına musallat oldular, emanete ihanet ettiler, kafir Batı'nın izinden giderek İslam'ın ve halkının değil de, kafir Batı'nın çıkarlarının emin bekçileri oldular; dolayısıyla onların varlığı, Hilafetin yıkılmasının ardından ümmete isabet eden en büyük hastalıklardan biri olmuştur; böylece Müslüman ülkeler, artık İslam'la hiçbir bağlantısı olmayan ithal zihniyetler ve laik sistemler tarafından yönetilmekte, bu yöneticiler ise halkların kafatasları, açlıkları ve aşağılanmaları pahasına bile olsa, sadece kendi koltuklarının bekasını önemsemektedirler.

Ayrıca topyekûn İslam'a karşı savaş açtılar, onun şeriatını devre dışı bıraktılar, İslam'ın hükümlerini değiştirdiler, onun davetçilerini kuşatma altına aldılar ve İslam'da kaynaklanan kalkınma projesini şeytanlaştırdılar.Batı'ya ve onun elçiliklerinin direktiflerine sadakat gösterdiler; böylece savaş ve barış, petrol ve buğday, egemenlik ve siyasetle ilgili kararlar ümmetin düşmanlarının elinde olmaya başladı.

Gazze'nin bombardıman altında öldüğü, Faşir'in silahlarla yok edildiği ve Müslüman kadınların tecavüze uğradığı bir zamanda yöneticilerimiz, sanki acıyı bilmeyen, mazlumların iniltilerini duymayan, yaslıların gözyaşlarıyla ıslanmayan ve kuşatma altına alınmış çocukların çığlıklarıyla sarsılmayan bir dünyada yaşıyorlarmış gibi konferanslar, oteller ve festivaller arasında gidip gelmeye başladılar.

Aynı zamanda halklar, sanki bu trajedi kendilerini ilgilendirmiyormuş ve sanki bu kan onların kanı ve sanki bu namuslar onların namusları değilmiş gibi sessiz kalıyorlar. Oysa bu sessizlik tarafsızlık değildir, aksine bir ihanettir; bu kayıtsızlık ise masumiyet değil, aksine bir suçtur.

Şüphesiz Allah Azze ve Celle, ümmete hareketsiz kalma seçeneği bırakmamıştır; zira şöyle buyurmuştur: وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَSize ne oldu da Allah yolunda ve mazlumlar uğrunda savaşmıyorsunuz?” [Nisa 75] Dolayısıyla cihad, mazluma yardım etmek, saldırıları püskürtmek ve İslam ümmetinin üzerindeki zilleti kaldırmak demektir; ama arkasında savaşılan ve kendisiyle korunulan Halife hani nerede?

Ey İslam ümmeti, çocuklarınızın kalpleri hareket edemez hale mi geldi? Filistin, Sudan, Yemen, Suriye, Keşmir, Doğu Türkistan ve diğer yerlerdeki katliam sahneleri, duygularınızı uyandırmayan geçici görüntüler haline mi geldi?!

Şunu biliniz ki, zafer sadece dua ile gelmeyecek, aksine Allah'ın şeriatını ikame etmek ve safları birleştirecek, orduları harekete geçirecek, mazlumları kurtaracak ve saldırganları caydıracak İslam’ın otoritesini/sultanını yeniden tesis etmek için bilinçli ve organize olmuş sıkı bir çalışma ile gelecektir.

O halde haydi ayağı kalkın ve dini terk edenlerden ve cihattan geri kalanlardan olmayın; şüphesiz Allah, dine yardım etmekten geri duranlara, bu dünyada rezillik ve ahirette ise şiddetli bir azap vaat etmiştir. Zafer, sadece temenniler ve dualarla değil, aksine Allah'ın şeriatını ikame etmek, O'nun diniyle hükmetmek ve O'nun kelimesini yüceltmek için bilinçli ve ciddi bir çalışmayla elde edilir. Dolayısıyla zafer, ümmetin gerçek düşmanının kim olduğunun bilincinde olması ve ümmetin izzetini engelleyenlerin ve ona zilleti dayatanların ajan yöneticiler ve kafir kapitalist Batı olduğunu bilmesiyle başlar. Yine zafer, ümmetin kararını geri kazanmak ve ümmeti birleştirecek, toprakları kurtaracak, İslam'ı davet ve cihat yoluyla dünyaya taşıyacak Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için çalışmakla başlar.

Ey Müslümanlar, yeter artık sessiz kaldığınız ve yeter artık beklediğiniz; sakın kardeşlerinizin trajedilerinin yalancı şahitleri olmayın. O halde çalışanlarla birlikte çalışmak için ayağa kalkın ve bilinçli ve basiretli bir şekilde Hilafete doğru ilerleyenlere katılın ve Alahu Teala'nın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden olmayın: رَضُوا بِأَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوالِفِOnlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya razı oldular.” [Tevbe 87]

Öyleyse bu dini, Sahabelerin samimiyet, fedakârlık ve güçlü bir şekilde taşıdığı gibi taşıyın.

Acı ve hüzün dolu bir kalp ile sizlere sesleniyor ve enkaz ve yıkımın arasından, şehitlerin kanı ve El-Aksa'nın çığlıklarıyla size sesleniyoruz ve sizlere diyoruz ki: Ümmet katledilirken sessiz kalmak bir ihanet ve suça ortak olmaya rıza göstermektir. Düşman meçhul değildir, aksine apaçık ortadadır ki o da; size zulmeden, içerideki hainleri besleyen ve vahdetinizi engelleyen kafir Batı'nın önderlik ettiği küresel kapitalist sistemdir.

Sakın onların meclislerinden veya anayasalarından bir kurtuluş beklemeyin, aksine bu sistemleri kaldırıp atın ve onların enkazı üzerine ümmeti birleştirecek, İslam ile yönetecek ve daveti dünyaya taşıyacak bir devlet olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurun.

Gazze'nin kanı, Yemen'in açlığı, Şam'ın gözyaşları ve Sudan'ın kanayan yarası, evet bunların hepsi şöyle haykırıyor; Müslümanların yanında sizler olmayacaksınız da kim olacak?

Haydi ayağa kalkın; artık zamanı geldi ve zafer de gelmektedir; zira Hilafet Allah'ın vaadidir ve Allah'ın vaadi haktır; dine yardım etmenin yolu ve ümmetin izzetinin anahtarı, hiç kimseden düşmeyecek olan azim bir farz olduğu gibi geciktirilmesi ve geride bırakılması kabul edilemez olan Rabbani bir yükümlüktür. İslam'a yardım etmek için çalışmak temennilerle değil, aksine aşağıdakileri temsil eden alametleri açık pratik bir metotla olur:

1- Allah'ın dinini yardım etmek ve onun hükümleri ikame etmek için şeriata göre disipline edilmiş kitlesel bir çalışmaya bağlı kalmak.

2- İslam akidesini taşımak ve onu her şeyin temeli haline getirmek.

3- Müslümanları bilinçlendirmek ve onları Allah'ın şeriatını ikame etmek için çalışmanın farziyeti konusunda aydınlatmak ve onları sabah akşam kendilerine karşı yürütülen fikri savaşın boyutları hakkında bilgilendirmek.

4- Allah Subhanehu'nun vaadi ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in müjdesi olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için çalışmak, ardından Allah'ın şeriatını hayatımızda, yani ailede, sokakta ve devlette uygulamak ki böylece İslam'a göre ve İslam için yaşayabilelim.

Bu sayede ümmet, onurunu geri kazanacak, Rabbi ondan razı olacak ve O'nun gazabından ve azabından kurtulacaktır. O halde tek bir saf halinde Allah'ın kulları olun, Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti ile hükmedin ki böylece dünyada felaha ve ahirette de kurtuluşa erenlerden olun.

Düşman meçhul değildir, aksine malum ve açıktır ki o da; Amerikan liderliğindeki kapitalist Batı'nın liderlik ettiği küresel kafir sistemdir; işte bu sistem, ümmetimize zulmetmekte, yoksulluk, bölünme ve yıkım tohumları ekmekte ve halkları merhametsizce katleden, İslam'ın hükümlerini devre dışı bırakan, ümmetin vahdetini engelleyen ve sabah akşam ümmetin davalarına ihanet eden ajan yöneticileri desteklemektedir.

Gazze'deki çocukların kanı, bizim çocuklarımızın kanından daha az değerli değildir ve Burma, Suriye ve Keşmir'deki Müslüman kadınların namusları, bizim de namusumuzdur; dolayısıyla herhangi bir Müslümana yapılan zulüm, tüm ümmet için bir kötülüğün habercisi demektir; bu yüzden ya hep birlikte ayaklanırsınız ya da bir kısmınız helak olur ve geri kalanlar da aynı kaderi paylaşırlar.

Mesele çok ciddi olup dini ikame etmek için ciddi bir çalışmayı gerektirir; zaferin ilk adımları, ümmetin düşmanının bilincinde olması ve Müslümanları birleştirecek, ülkelerini kurtaracak ve kâfirleri caydıracak Raşidi Hilafeti kurmak için çalışmakla başlar.

Haydi o zaman çalışanlarla birlikte çalışmak için ayağa kalkın, bir kenarda durup kanlarınızın akıtılmasını izlemeyin, bilakis Hilafetin kurulmasına katılın ve bu dini, nusret ve iktidar için Sahabelerin taşıdığı gibi sizler de taşıyın.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Husam El-İdrisi – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER