Çarşamba, 04 Recep 1447 | 2025/12/24
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

SAYI 579 Çıktı - Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi El-Raye Gazetesi

 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi

El-Raye Gazetesi Yeniden Yayında

 

Biz, Hizb-ut Tahrir Medya Ofisi olarak takipçilerimiz ve Merkezi Medya Bürosu Web Sayfası misafirlerimize, Hizb-ut Tahrir tarafından 1954 yılında başlatılan El-Raye Gazetesinin tekrar yayına başlatılmasını duyurmaktan gurur duyarız. Karanlık ve zorba rejimlerin baskısı sonucu haftalık yayınlanan gazete durdurulmuştu. Şimdi Hizb-ut Tahrir El-Raye Gazetesini Allah’ın izniyle tekrar başlatacaktır.

Devamını oku...

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 23/12/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 23/12/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Sayın Muhammed Emin Yıldırım, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

⬛️ 2026 Yılı Bütçe Kanunu
⬛️ Türkiye’deki Uyuşturucu Operasyonları
⬛️ SDG’nin Suriye Ordusuna Entegrasyonu

H. 3 Receb 1447 - M. 23 Aralık 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

 

2026 Yılı Bütçe Kanunu
⬛️Türkiye’deki Uyuşturucu Operasyonları
⬛️SDG’nin Suriye Ordusuna Entegrasyonu

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Heyeti, Müslüman Kardeşler Cemaati Yöneticilerinden Hasan Abdülhamid ile Görüştü

19 Aralık 2025 Cuma günü, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Merkezi Temas Komitesi Başkanı Üstad Nasır Rıza başkanlığında ve Komite Koordinatörü Üstad Abdullah Hüseyin’in eşliğinde bir heyet, Sudan’daki Müslüman Kardeşler Cemaati (İhvan-ı Müslimin) yöneticilerinden Üstad Hasan Abdülhamid ile bir araya geldi.

Görüşmede mevcut siyasi durum ele alındı; Amerika’nın Darfur’u ayırmak suretiyle Sudan’ı parçalamaya yönelik planı değerlendirildi. Ayrıca Batı’nın planlarıyla yüzleşmenin, ümmeti birleştiren kapsayıcı bir proje ile mümkün olduğu vurgulandı. Bu bağlamda, Allah’ın vaadi ve Peygamberimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet projesinin bu planlara karşı tek sahih çözüm olduğu ifade edildi. Heyet, iletişimin ve temasın sürdürülmesinin önemini özellikle vurguladı.

Devamını oku...

Tarık Rahman Şovu, Müflis Laik Rejimin Siyasi Oyalama Taktiğinden Başka Bir Şey Değildir

Bangladeş, seçimler öncesi kritik bir evreye girerken, Bangladeş’in eski Başbakanı Halide Ziya’nın oğlu ve Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) Başkan Vekili Tarık Rahman’ın ülkeye dönüşünün duyurulması, beklendiği üzere bu şahıs etrafında yoğun bir gürültü kopardı. Partisi tarafından güçlü bir şekilde propagandası yapılan ve onu Ümmetin karşı karşıya olduğu meydan okumaların yegâne çözümü olarak tasvir eden bu anlatı; bugünün gücünün ve nizamının temel gerçeklerini tehlikeli bir şekilde çarpıtan derin bir siyasi yanılsama olarak görülmelidir.

“Bireysel Kurtarıcı” Efsanesinin Başarısızlığı: Gerek dünya tarihinde gerek Bangladeş tarihinde, “gönderilmiş kurtarıcı lider” efsanesinin bir hayalden ibaret olduğu defalarca ispatlanmıştır. Arap Baharı’na bakın; liderler düştü ama Batı destekli güçlü yapılar oldukları gibi kaldı. Kendi tarihimizde de Dr. Yunus’un tek başına öncülük ettiği sanılan değişim, gerçekte ordu, sivil toplum ve yabancı çıkarlar tarafından desteklenmiştir. Bu durum herhangi bir liderin kendi başına hareket etmediğini göstermiştir. Bu nedenle Rahman’ın “kurtarıcı” olarak parlatılması da tehlikeli bir yanılsamadır. Zira gerçek değişim tek bir adamdan değil, mevcut rejimi ayakta tutan güç merkezlerinin sadakatini kazanabilecek geniş çaplı bir hareketten gelecektir.

Hükmeden sistemdir, şahıslar değil. Rahman’ın şahsiyetine odaklanmak, temsil ettiği nizamdan dikkati kasten başka yöne çekmek anlamına gelir. Endonezya’da Suharto’nun, Filipinler’de Marcos’un düşüşü; kahramanca bir şahıs değişimi değil, sistemik baskıların, iç bölünmelerin ve küresel dengelerdeki değişimlerin sonucuydu. Dünya Bankası ve IMF gibi yeni sömürgeci finansal kurumların mekanizması ve diplomasi, herhangi bir bireyden çok daha belirleyici bir faktördür. Bir şahsın parlatılması, Batı destekli siyasî ve iktisadî sistemin değişmez doğasını gizlemek için kullanılan bir taktiktir. İktidara gelmek isteyen her büyük parti –Bangladeş Milliyetçi Partisi dâhil– bu sistemle uzlaşmak zorunda kalmaktadır.

Küresel gücün kaçınılmaz mühendisliği, Bangladeş’e önemli bir stratejik ve ekonomik değer kazandırmaktadır. Bu sebeple ülkede gerçekleşecek herhangi bir siyasî geçiş, başta ABD ve İngiltere olmak üzere büyük güçlerle bir tür mutabakat olmaksızın mümkün değildir. Rahman’ın ya da herhangi bir muhalif figürün bu gerçekliğin dışında yükselebileceği varsayımı safdilliktir. Eğer bugün Rahman abartılı biçimde öne çıkarılıyorsa, bu onun bağımsız dönüştürücü gücünden değil, dış çıkarlarla örtüşen bir rol üstlenmesinden kaynaklanmaktadır.

Siyasî İflası Örtme Çabası. Bu dönüş etrafında koparılan gürültü ve oluşturulan yapay gündem, esasen tek bir amaca hizmet etmektedir: Bangladeş Milliyetçi Partisi’nin derin siyasî iflasını örtbas etmek. Ayrıca bu, şu can alıcı soruyu da gündeme getirmektedir: Partinin ikna edici vizyonu nerede? Halk tabanlı örgütlenmesi nerede? Somut siyasî alternatifleri nerede? Halk, seçkinler (elitler) arasında sadece dönemsel bir değiş tokuş ve aynı sistem içindeki bir grup oyuncunun yer değiştirmesini görmektedir. Aynı oyun tekrar edilmektedir. “Efsanenin Dönüşü” tiyatrovari bir hiledir ve insanların enerjisini gerçek değişim talebinden saptırmaktan başka bir şey değildir.

Ey insanlar! Bangladeş için gerçek ve kalıcı değişim asla Londra’dan gelen bir uçakla gelmeyecektir. Değişim, şahısları yüceltmekle değil; Bangladeş’te statükoyu tahkim eden Batı destekli sistemin sütunlarını kökten söküp atmakla gerçekleşecektir. Bir şahsiyete tutunmak, şu anda tehlikeli bir oyalama tuzağına düşmek demektir.

Hizb-ut Tahrir’in samimi liderliği, iflas etmiş laik-kapitalist sistemin maskesini değiştirmek için değil, bizzat sistemi kökten değiştirmek için çalışmaktadır. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet için tabandan tavana giden gerçek bir güç inşa etmenin zor ve gösterişsiz çalışması, değişime giden tek gerçek yol olarak kalmaya devam etmektedir. Bu nedenle, özelde muhlis siyasetçileri, genelde ise tüm halkı, Batı’nın siyasi sirkine parça olmaktan veya ona seyirci kalmaktan ziyade; nizamı değiştirmek için Hizb-ut Tahrir etrafında kenetlenmeye davet ediyoruz.

                                                                          

إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّىٰ يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” [Rad 11]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsünün “Amerika’nın Sudan Krizini Yönetme Şekli Yaraları Daha da Derinleştirmekte, Ülkeyi Paramparça Etmektedir” Başlıklı Basın Toplantısındaki Konuşması

Sudan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Muaviye Osman, Geçici Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Korgeneral Burhan’ın Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyaretin ardından, 15 Aralık 2025 Pazartesi akşamı yaptığı basın açıklamasında şöyle dedi: “Sayın Başkan, ABD Başkanı Donald Trump’ın, Suudi Arabistan Krallığı’nın katılımıyla barışın sağlanması ve ülkedeki savaşın durdurulması yönündeki çabalara dahil olma kararlılığını tam takdirle karşıladığını ifade etti. Ayrıca Sudan’ın, bu yüce amaca ulaşmak için Başkan Trump, Dışişleri Bakanı ve Sudan Özel Temsilcisi ile birlikte çalışmaya istekli olduğunu vurguladı.”

El Burhan’ın bu sözleri, savaşın başından beri zaten fiilen Amerika’nın kontrolünde olan Sudan krizi dosyasının Amerika tarafından yönetilmesini bütünüyle kabullendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Burada net ve açık biçimde cevaplanması gereken temel soru şudur: Amerika gerçekten Sudan’da barışı sağlamak ve savaşı durdurmak konusunda samimi midir? Ardından, biz Müslümanlar açısından ikinci bir soru gündeme gelmektedir: Aslen sömürgeci bir kâfir devletin, meselelerimizi yönetmesi şeran caiz midir?

Bu iki soruya cevap vermek için öncelikle sorunun ilk kısmını ele alacağız. Bu basın toplantısı aracılığıyla Amerika’nın krizi çözme, barışı sağlama ve savaşı durdurma konusunda ciddi olup olmadığını açıklayacağız. Ardından ikinci soruya Şer’i delillerle cevap vereceğiz.

Bu savaşın; yetkiyi sivillere, yani İngiltere’nin Sudan’daki adamlarına verecek ve Amerika’ya bağlı askerlerin hakimiyetini sona erdirecek olan sözde “Çerçeve Anlaşması”nı başarısızlığa uğratmak amacıyla Amerika’nın emriyle başladığı biliniyor. Bu yüzden savaşın patlak verdiği 15 Nisan 2023 tarihinden bu yana Amerikalı yetkililer, bu savaşın askeri olarak herhangi bir tarafın zaferiyle sonuçlanmayacağı yönünde açıklamalar yapmışlardır. Savaşın başında Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK), orduyla boy ölçüşebilecek bir donanıma sahip olmaması nedeniyle Amerika, savaşın başlamasından bir aydan kısa bir süre sonra kurulan Cidde platformunda ateşkesi dayatmıştır. Amaç, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Amerika’nın yeşil ışığıyla, Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden silahlanmasını sağlamaktı. Aynı zamanda Amerika, özellikle İngiltere başta olmak üzere Avrupa’nın Sudan dosyasına müdahalesini engelledi; dosyayı tek başına elinde tuttu ve çatışmayı kendi çıkarlarına göre yönetti. Bununla da yetinmeyerek, bazı bölge yöneticilerini ve Afrika Birliği’ni devreye soktu; Birleşmiş Milletler’i kullanarak Güvenlik Konseyi’nde Sudan’la ilgili çok sayıda oturum yaptırdı; ancak savaşı gerçekten durduracak tek bir ciddi karar dahi çıkmadı. Amerika, HDK’nın tüm Darfur bölgesini ve Batı Kordofan ile kuzeyinin geniş bölgelerini ele geçirmesine kadar krizi çözmekten aciz olduğu iddiasını sürdürdü. Sonra da Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin dahil edildiği sözde “Dörtlü” (Girişim) üzerinden harekete geçmeye başladı.

Zaman kazanmak için önce askerî yönetime bu dörtlüyü reddetmesi telkin edildi; ardından Massad Boulos’un Hızlı Destek Kuvvetleri’nden yana olduğu iddia edildi; sonra hükümetin, içinde BAE olduğu sürece dörtlüyü kabul etmeyeceği söylendi. Ardından Suudi Veliaht Prensi’nin Trump’tan Sudan’daki krizi çözmek için müdahale etmesini istediği tiyatrosu sahnelendi ve nihayetinde el Burhan’ın Suudi Arabistan’a yaptığı son ziyarete gelindi.

Bu süreçte, konferansın başında aktardığımız açıklamalarla eş zamanlı olarak El Burhan; İsviçre’de, ardından Mısır’da, son olarak da Suudi Arabistan’da Massad Boulos ile gizli görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin içeriği kamuoyuna açıklanmadı. Tüm bunlar, Sudan dosyasının fiilen Amerika’nın elinde olduğunu açıkça göstermektedir. Amerika bu dosyayı barışı sağlamak veya savaşı durdurmak için değil, Darfur’u Sudan’dan koparmak için kullanmaktadır.

Bu ortamda, askerî liderler her ne kadar Kordofan ve Darfur’un tamamını kurtarma niyetinde olduklarını söyleseler de, sahada bu yönde ciddi hiçbir askerî faaliyet yoktur. Çünkü Amerika, ordunun Hızlı Destek Kuvvetleri’ni askerî olarak yenmesini istememektedir. Bu nedenle sürekli olarak “Sudan’daki çatışmanın askerî çözümü yoktur” söylemini tekrar etmektedir. Nitekim Haziran 2025’te ABD Dışişleri Sözcüsü Tammy Bruce, basına yaptığı açıklamada “Sudan’daki çatışma askerî yollarla sona erdirilemez” ifadesini kullanmıştır. Ayrıca Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetlerini bir tutan Amerika, HDK’nin işlediği ve işlemekte olduğu; savunmasız masumların katledilmesi, ırzların çiğnenmesi, malların ve mülklerin yağmalanması ve altyapının tahrip edilmesi gibi suç ve vahşetlere karşı hiçbir işlem yapmamıştır. Çünkü Hızlı Destek Kuvvetleri, Amerika’nın Darfur’u koparmak için kullanacağı bir araçtır. Amerika daha önce de sözde barış adına Güney Sudan’ı ayırmıştır. Bu, eski rejimin liderlerinin açık itiraflarıyla sabittir. Bugün ABD’nin Sudan’ın birliğinden ve barıştan bahsetmesi, bu savaşla hedeflediği amaca ulaşıncaya kadar göz boyamaktan başka bir şey değildir.

Bu anlatılanlar ve daha niceleri açıkça göstermektedir ki; Amerika Sudan’da barışı sağlamak ve savaşı durdurmak konusunda samimi değildir.

İkinci soruya gelince: Şeran, kâfir bir devletle ilişki kurmak bir yana; ülkemizin kaderini ona teslim etmek kesinlikle caiz değildir. Zira Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً“Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir” [Nisa 141] Amerika kâfir bir devlettir, ondan hayır gelmesi asla mümkün değildir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

مَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِكِينَ أَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَاللهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ“(Ey müminler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” [Bakara 105] Rabbimizin bizim için istediği hayrı istemeyen birinden, bize nasıl bir hayır gelebilir ki?! Üstelik Amerika dost değil, düşmandır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوّاً مُّبِيناً“Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” [Nisa 101] Bu nedenle Şer’i hüküm şudur: düşman ve muharip (savaşan) bir devlettir. Irak’ta, Afganistan’da ve son olarak Gazze’de kardeşlerimizi katleden bizzat Amerika’dır.

Hilafet Devleti Anayasası Tasarısının 189. maddesinde şöyle geçmektedir: “Üçüncüsü: Kendileriyle aramızda anlaşma bulunmayan devletler, İngiltere, Amerika ve Fransa gibi bilfiil sömürgeci devletler ile Rusya gibi beldelerimize göz diken devletler, hükmen harbî devletler sayılırlar. Onlara karşı her türlü ihtiyati tedbir alınır. Onlarla herhangi bir diplomatik ilişki kurulmaz. Bu devletlerin tebaaları, beldelerimize ancak pasaportla ve her kişi her girişi için özel bir vize almak suretiyle girebilir. Fakat fiilî harbî devlet haline gelirlerse bu geçerli olmaz.

Dördüncüsü: (İsrail) gibi fiili harbi devletlere karşı bütün ilişkilerde savaş hali esas tutulmalıdır. Aramızda ateşkes olsun veya olmasın onlarla fiili savaş içindeymişiz gibi davranılmalıdır. Tüm tebaalarının beldelerimize girmesi yasaklanır.”

Ümmetin meselelerine köklü çözüm, adaleti tesis eden, ülkeyi parçalanmaktan koruyan, sömürgeci kâfirin elini kesen bir devletin kurulmasıyla mümkündür. Bu devlet, ülkemizle oynayan, servetlerimize göz diken, kimliğimizi yok eden sömürgeci kâfirin elini kesecektir. Bu devlet, hiç kuşkusuz İslam Peygamberinin emrettiği Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet devletidir.

Devamını oku...

Zalim Kerimov Rejiminin Temellerini Sarsan Adanmış Yiğitlerden Biri Olan Rahmetov Şuhratcan’ın Vefatı

Büyük bir hüzün ve kederle, dün 19 Aralık 2025 Cuma günü ruhunu Yaratıcısına teslim eden kardeşimiz Rahmatov Şuhratcan’ın vefat haberini, tüm İslam Ümmetine ve özellikle ülkemiz Müslümanlarına duyuruyoruz.

Evet, bugün; zalim Kerimov rejiminin dehşetlerine göğüs geren kardeşimiz Rahmetov Şuhratcan Turayeviç’i ahiret yolculuğuna uğurladık. Küfür hegemonyasını yıkmak ve hayatın tamamında İslam’ı uygulayan Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışan Hizb-ut Tahrir gençleri, Kerimov rejiminin zulmüne, baskısına, tutuklamalarına, işkencelerine ve idamlarına maruz kalmışlardır.

Şuhratcan kardeşimiz 1975 yılında Kaşkaderya bölgesinde dünyaya gelmiş ve ömrünün neredeyse yarısını, 1999-2022 yılları arasında Özbek rejiminin hapishanelerinde geçirmiştir. Cesareti, azmi, imanındaki sebatı, sözündeki doğruluğu ve hakkı söylemedeki kararlılığıyla örnek bir şahsiyet olarak tanınmıştır. Ömrünün yaklaşık çeyrek asrını Özbekistan’ın Çirçik, Zangiota, Navoi, Jaslık ve Almalık bölgelerindeki demir parmaklıklar ardında geçirmiştir. Hatta idam ve işkenceleriyle ünlü Jaslık ve Zerefşan kamplarında tutulduğu günlerde bile cesur, korkusuz, dili keskin, izzetinden taviz vermeyen bir duruş sergilemiştir. Kerimov’un baskıcı rejiminin cellâtlarını korkutan, küfür ve zulmün heybetini hak sözle yıkan öncü şahsiyetlerden biri olmuştur. Mücadele meydanında bir savaşçı, Rabbine yöneldiğinde mihrabın dostu olan bu kardeşimiz; yeryüzünde yürüyen canlı bir Kur’an gibiydi. Pek çok kişinin kalbinde yer etmiştir, müminlere karşı alçak gönüllülüğün, kâfirlere karşı ise izzetin canlı bir timsali olmuştur. Hayatının sonunda Allah Subhânehu ve Teâlâ ona güzel bir son nasip etmiştir. Sevgili kardeşimiz Şuhratcan, doğduğu topraklardan uzakta, garip ve Rabbi yolunda bir muhacir olarak bu dünyadan göçüp gitmiştir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الرَّجُلَ إِذَا مَاتَ بِغَيْرِ مَوْلِدِهِ قِيسَ لَهُ مِنْ مَوْلِدِهِ إِلَى مُنْقَطَعِ أَثَرِهِ فِي الْجَنَّةِ“Şüphesiz bir kimse doğduğu yerden başka bir yerde ölürse, doğduğu yerden, cennetteki ecelinin kesildiği yere kadar olan mesafe kendisi için (sevap olarak) ölçülür.”

Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan kardeşimize bu nimeti lütfetmesini, ona merhamet edip mağfiret eylemesini ve onu şehitler makamına eriştirmesini niyaz ediyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan ailesine ve yakınlarına sabr-ı cemil diliyoruz. Son olarak biz, Rabbimiz Subhânehu ve Teala’yı razı eden bir sözden başka bir söz söylemeyiz:

إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ“Biz şüphesiz Allah’a aitiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.” [Bakara 156]

Devamını oku...

İslam’a ve Müslümanlara Yönelik Yasaklar, Baskılar ve Aralıksız Saldırılar Danimarka’nın Siyasi İflasının Bir Sonucudur

İster hükümet ister muhalefet tarafından olsun, İslam’ın ve Müslümanların yeni ve menfur bir saldırıya maruz kalmadığı tek bir gün bulmak için çok gerilere gitmeye gerek yok. Sadece son on gün içerisinde bile, hükümet kanadından şu İslamofobik tutumlara şahit olduk:

Aşırı görüşleriyle bilinen Entegrasyon Bakanı Rasmus Stoklund, 12 Aralık’ta Facebook’ta yayımlanan bir videoda, “İslam’ın Danimarka eğitiminde daha fazla yer kaplamaması gerektiğini” söyledi. Bu nedenle hükümetin, Kopenhag Üniversitesi’ndeki namaz odalarının kapatılmasına olumlu baktığını ifade etti. Oysa üniversiteye bağlı çalışma grubu, bu mescitlerden kaynaklandığı iddia edilen “dini baskı”, “olumsuz sosyal denetim” veya “kadınlara yönelik baskı” gibi siyasî iddiaları destekleyen tek bir delil dahi bulamamıştır.

Aynı Bakan, başka bir yasağı meşrulaştırmak, nefreti körüklemek ve Müslümanlara karşı hayali sorunlar üretmek amacıyla ülkede var olmayan “kamusal İslami ezan” arayışıyla tüm Danimarka’yı dolaşmış, ancak hiçbir şey bulamamıştır.

17 Aralık’ta hükümetin peçe yasağının kapsamını sınıfları da içine alacak şekilde genişletmeyi planladığı duyuruldu. Stoklund’a yasak ve baskı yoluna başvurmadan önce, aslında var olmayan bu sorunun boyutunun araştırılması gerekip gerekmediği sorulduğunda, 18 Aralık’ta DR kanalına verdiği demeçte: “Bunun gerekli olduğunu düşünmüyorum” dedi. Aynı röportajda “Unutulmuş Kadınlar Mücadelesi Komisyonu’ndan bir tavsiye aldık ve bunun iyi bir tavsiye olduğunu düşünüyorum.” sözleriyle de yasağın genişletilmesini savundu.

Bu komisyon, 2022 yılında tüm ilkokullarda İslami başörtüsünün yasaklanmasını tavsiye eden komisyonun ta kendisidir. Stoklund’un selefi Kaare Dybvad Bek, bu öneriyi “heyecan verici” ve “cesur” olarak nitelendirmişti. Hükümetin Müslüman kız ve kadınların örtüsünü zorla çıkarmaya yönelik bu ısrarı ve “İslam’ın eğitimde yeri olmamalıdır” söylemi, Fransa’da ve son olarak Avusturya’da da gördüğümüz gibi, başörtüsünün tamamen yasaklanmasına doğru atılmış yeni bir adım olarak yorumlanabilir.

Ancak hükümet daha fazla yasaklara ihtiyaç duymaktadır. Hafta sonu hükümet, Müslümanlar üzerindeki sözde “sosyal kontrol” ile mücadele etmek amacıyla akraba evliliklerini yasaklamak istediğini duyurdu.

Başarısız entegrasyonu zorla dayatmak ve siyaset bataklığında oy avcılığı yapmak amacıyla girişilen intikamcı bir teşebbüs gibi görünen, Müslümanları hedef alan bu özel yasama silsilesinin; ve Müslüman vatandaşlık başvurularının ideolojik taramadan geçirilmesinden, Batılı olmayan mukimlere verilen erken emeklilik hakları dosyalarının yeniden açılmasına, yeniden eğitim gezilerine ve “tersine göçe” (sınırdışı etme ve etnik temizlik) kadar her şeyin siyasi tartışmaların odağında olduğu bu ortamda; Weekendavisen gazetesi 18 Aralık’ta yeni bir anket yayınladı. Bu anket, “Danimarkalıların yaklaşık dörtte birinin Müslümanları ülke dışına göndermek istediğini, yaklaşık üçte birinin ise Danimarka’da İslam’ı yasaklamak istediğini” gösteriyor.

Şüphesiz bunlar korkunç rakamlar olup yaklaşık bir asır önceki Avrupa’yı hatırlatmaktadır. Bugün de o gün olduğu gibi, bu nefret kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Aksine, birbirini izleyen hükümetler döneminde yürütülen İslam ve Müslüman karşıtı politikalar ve söylemler yoluyla ekilmiş, beslenmiş ve büyütülmüştür.

Yakın zamanda yapılan belediye seçimleri, özellikle iktidarın başını çeken Sosyal Demokratları ağır bir yenilgiye uğratmış ve halk nezdinde uzun süredir büyüyen derin güven krizini açık bir biçimde gözler önüne sermiştir.

Dolayısıyla, çaresizlik apaçık ortadadır. Sanayi çevrelerinin dayatmalarıyla şekillenen, ruhsuz ve başarısız bir hükümet projesinin; partilerin itibar kaybını ve sistem krizini daha da derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmaması nedeniyle Sosyal Demokratlar şimdi Müslüman karşıtlığını, kendilerini bataklıktan çekip çıkarmak için eskimiş ve yıpranmış bir kaldıraç olarak kullanmaya çalışmaktadır. Görünen o ki, Danimarka siyasetinde inanç duydukları tek değişmez, İslam ve Müslüman düşmanlığıdır.

Bu tutumla hükümet, yalnızca kendi inandırıcılığının kırıntılarını aşındırmakla kalmamakta, aynı zamanda toplumun temelini oluşturan aldatıcı özgürlük anlayışını ve sözde demokrasiyi de temelden sarsmaktadır.

Bu sahte idealleri savunmak bir yana, onlara aktif bir ötenazi uygulamakta, böylece liberal demokrasinin bünyesinde barındırdığı çelişkileri ve yetersizliği daha fazla insanın açıkça görmesine hizmet etmektedir.

İki hususun açıkça ortaya konulması gerekir:

1- Danimarka’daki ve genel olarak Batı’daki Müslümanlar; devletin kontrolüne, laik baskılara, yasaklara ve zorbalığa asla boyun eğmezler. Tam tersine Allah’a hamdolsun ki gençler akın akın İslam’a yönelmekte ve daha fazla Danimarkalı İslam’ı seçmektedir. Bunun sebebi son derece açıktır: İslam, hakiki değerler sunmaktadır; Danimarka parlamentosunun ise bu değerlerden yoksun olduğu ortadadır.

2- Bu ülkede toplumun ilkelerini baltalayan ve halk arasına ayrılık tohumları ekenler Müslümanlar değildir. Bilakis, hükümet ile aşırı sağın gerçekten mahir olduğu yegâne alanlar, tam da bunlardır. Özgürlük adına zorlama ve hoşgörü adına yasaklama, münafıkça bir kaide (norm) haline gelmiştir. Kendi ahlaki iflaslarını süslü kelimelerle örtme umuduyla sorunlar inşa edilmekte, nefret kusulmakta ve çatışma körüklenmektedir. Bu, eşi benzeri görülmemiş bir fikri iflastır.

Devamını oku...

Güvenlik Aygıtları, Amerika’nın Darfur’u Ayırma Planını Akamete Uğratma Çağrısında Bulunan Hizb-ut Tahrir Gençlerini Gözaltına Aldı

Güvenlik birimleri; Eş Şevak kentinde Hizb-ut Tahrir gençlerinden beş kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan gençler şunlardır: Osman el-Emin Kanda, Hasan el-Emin Kanda, Muhammed Samin Adem, Ahmed Babikir ve el-Emin Abdullah’tır. Bu gözaltı, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nin Eş-Şevak’taki Atik Camii önünde düzenlediği bir eyleminin ardından gerçekleşti. Eylemde Hizb-ut Tahrir üyesi Şeyh Osman el-Emin Kanda, bölgenin bazı ileri gelenleri ve halktan oluşan seçkin bir topluluğa hitap etti. Konuşmasında, Amerika’nın Darfur’u kopararak Sudan’ı parçalamayı hedefleyen planının taşıdığı büyük tehlikeyi açıkça ortaya koydu ve ümmetin birliği ile devletin birliğini korumanın şer’î bir sorumluluk olduğunu, bu meselenin hayati bir dava olduğunu vurgulayarak dinleyicileri sorumluluklarıyla yüzleştirdi. Bölgenin bazı ileri gelenleri de söz alarak, ayrılık planını engellemek için partinin yanında durduklarını ifade ettiler.

Hizbin gençleri eylemde, üzerinde şunların yazılı olduğu dövizler taşıdılar:

* Amerika’nın Darfur’u ayırma planını boşa çıkarın.

* Kan sınırları planını başarısız kılın, Darfur’un koparılmasını engelleyin.

* Kâfir Batı’nın nüfuzunu topraklarınızdan söküp atmak için Hilafeti kurun ve konuyla ilgili diğer ibareler.

Güvenlik aygıtlarının bu tutumu, hükümetin Amerika’nın Sudan’ı Darfur üzerinden parçalamayı hedefleyen planını uygulamakta kararlı olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim daha önce ülkenin güneyi de aynı yöntemle koparılmıştı. Aksi hâlde, ülkenin birliğini korumaya ve parçalanmasını önlemeye çağıranlar nasıl gözaltına alınabilir?!

Oysa asıl olan, bu kimselerin gözaltına alınması değil, onurlandırılmasıdır. Zira onlar, askerî veya sivil pek çok kimsenin yerine getirmekte gevşek davrandığı şer’î bir farzı yerine getirmişlerdir.

Biz Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak iktidara ve onun güvenlik birimlerine diyoruz ki: Gözaltılar ve konuşan ağızları susturma girişimleri, bedeli canlarımız ve kanlarımız pahasına olsa bile bizi hakkı söylemekten ve onunla amel etmekten asla alıkoyamayacaktır. Ümmet hakkında Allah’tan korkun, Dava taşıyıcıları hakkında Allah’tan korkun ve bilin ki Allah’ı aciz bırakamazsınız.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ“Zulmedenler, hangi dönüşle döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” [Şuara 227]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER