Salı, 10 Recep 1447 | 2025/12/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Allah'ın Rasulü'nün Minberinden Atılan Bu Nasıl Bir İftiradır? Laikliğin Din Olarak Alınmasına Yönelik Bir Cuma Hutbesi!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Allah'ın Rasulü'nün Minberinden Atılan Bu Nasıl Bir İftiradır? Laikliğin Din Olarak Alınmasına Yönelik Bir Cuma Hutbesi!

Allah şahittir ki, aramızdaki zararlı rejimler, dinimiz ve dünyamız için birer yıkım aracından başka bir şey değildir ve Celil olan Subhanehu’nun şu kavlinin hakikatinin tam bir tercümesidir: أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللَّهِ كُفْراً وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ Allah’ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?” [İbrahim 28] Zira onlar, dünyamıza, ahiretimize, azim İslam’ımıza, dilimize ve tarihimize karşı çıkıyorlar, bunları eğip bükmek istedikleri gibi azim olan İslamıyla güçlü olan bu ümmetin evlatlarını sapkınlar, facirler ve sömürgeci kafir Batı’nın otlak alanı ve habis sömürgecinin amaçlarının gerçekleşmesi için de birer araçlar yapmak istiyorlar.

Dün onların laikliği, yüzsüz bir papazlık örtüsüne bürünerek insanların keşiş, rahip ve putlarının koruyucusu olmasını istemişti. Ancak bugün onların kafir, facir, aşağılık ve edepsiz laikliği, Vakıflar Bakanlığı'nı dini tahrif eden bir fabrikaya ve Vakıflar Bakanı'nı da Müslümanların imanını tahrip eden bir balyoza, laik sistemin tapınağının baş muhafızına ve kafir yasalarının putlarına dönüştürmesinin ardından insanların kafirler ve facirler olmasını istiyor.

Bu rejimler, açıkça laikliğin küfrüyle sonuçlanmıştır; bakın işte onlar, insanları İslam’ın doğru yolundan uzaklaştırmak için laikliğe koşup yoğunlaşıyorlar ve insanları da Batı’nın kafir ve facir laikliğini taşımaya zorluyorlar. Bakın işte Fas’taki Müslümanların camilerinin minberlerini günahkar rejim, kafir laiklik için borazanlara dönüştürmüştür. Bakın rejimin en alt dehlizlerinde sayfaları karartılan ve rejimin okurlara ve şeyhlere tek bir hutbe olarak dağıttığı ve Fas'taki Müslüman halka dayattığı Cuma hutbesinin, Hicri 21 Cumâde’l Âhir 1447 M. 12/12/2025 Cuma günkü başlığı şöyledir: “Ümmetin Seçimlerine ve Hayatı Düzenleyen Yasalara Saygıya Tam Bir Özen Göstermek.”  Hutbede geçen iğrenç şeyler arasında uydurma yalanlar ve büyük iftiralar vardır: “Tebliğ etmek ve dinin hakikatini ve doğru dindarlığı açıklamak bağlamında… Bugün, toplumun işleri hakkında kapsamlı bir konu hakkında bir konuşma yapılacak ki o da şudur; Hayatı düzenleyen yasalara ve ümmetin kamu işlerindeki tercihlerine saygı göstermenin gerekliliği ki konuşmanın anlamı şudur; Müslümanların aralarında yaptıkları anlaşmaların şartlarına vefa göstermeleri gerekli olup bu anlaşmaların en önemlileri arasında, bugün devleti topluma bağlayan ve hayatı düzenleyen yasalarda formüle edilen diğer tüm hak ve görevlerin kendisinden dallanıp budaklandığı “toplumsal sözleşme” olarak adlandırılan anlaşma yer almaktadır... Allah’ın kulları; hayatın farklı türlerini ve alanlarını düzenleyen yasalara saygı göstermek, şeriatın özündendir; bu yüzden anayasa belgesinde din olarak temsil edilen, sonra insanların özel ve genel işleri konusundaki tüm işlerin kendisinden dallanıp budaklandığı ilk toplumsal sözleşmeye saygı duymak gerekir…”

Bu hutbe ne kadar büyük yalan ve iftiralarla dolup taşmaktadır; laik sistem ve onun rejiminin, azim İslam’ımızın Hilafetinin yıkıldığı, kafir Batı’nın İslam topraklarını sömürgeleştirdiği ve bizim de kafir laikliğine demir yumrukla sımsıkı sarıldığımız dönem olan bir asırdan fazla bir süredir bizi yönetmesi ne tuhaf bir şeydir.

Fas da bir istisna değildir; zira Fransız, İspanyol ve uluslararası sömürgeciler, Tanca'nın kuzeyini kafir laiklikleriyle yönettiler, ardından diğer sömürgeler gibi sömürgecinin boyutuna göre ulusal bir devlet kurdular ve bu devleti de, yasama kökeni ve anayasal kaynağı sömürgeci Fransa’nın ve laik cumhuriyetinin anayasası ve laik yasaları olan laik bir anayasa ile yönettiler.

Rejim tarafından onaylanan ve Fas'ın Müslüman halkına dayatılan 2011 tarihli son anayasa, hayatın tüm yönlerini ve yönetim, siyaset, toplum, ekonomi, eğitim, yargı, medya, düşünce ve kültür gibi toplumun tüm mafsallarını dolduran kapsamlı bir laikleşmenin temellerini atmıştır. 2011 Anayasası, Batılı laik insan haklarını pekiştirmiş, onu hukuk sisteminin temeli haline getirmiş ve Fas'taki Anayasa Mahkemesi'ni de, yasaların anayasaya uygunluğunu ve insan haklarına saygının boyutunu denetlemek aracılığıyla laik yasaların koruyucusu haline getirmiştir; dolayısıyla 2011 Anayasası, 19. maddenin gerekleri ve bu bağlamda rejim tarafından imzalanan ve onaylanan uluslararası sözleşmeler uyarınca, Batılı laik insan haklarını yerel yasalardan üstün kılmıştır.

Devletin, rejimin ve sistemin İslam hakkındaki tüm söylemleri, Fas'ın Müslüman halkını aldatmaya çalışan rejimin tamamen bir aldatmacası olup bu aldatmacaya, ikiyüzlü yalan okuyucular ve ahmak şeyhler de yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla bizler, laikliğin bataklıklarında boğulan, Batı'nın haçlı medeniyet savaşıyla hayatımızı laikleştirmeye ve bizi sapkın laik canavarlara dönüştürmeye çalışan bir sistemle karşı karşıyayız!

Bakın devletin ve sistemin laikliğini onaylayan laik sistemin Vakıflar Bakanı, açık ve net bir şekilde "Biz laikleriz" demiştir; bunu da laik Fransa'nın cumhurbaşkanı Macron ile yaptığı bir görüşmede açıklamış ve Bakan bunu, rejimin parlamento kürsüsünden rejimin milletvekillerinin önünde de ilan etmiştir.

Bu durumu kendi ağzıyla doğrulayan aynı laik Bakan, bugün de iğrenç bir yalan uydurmakta, rejimin okurlarına ve şeyhlerine Fas'taki İslam’ın evlatlarını kâfir laik sisteme boyun eğmeye, dahası yürürlükteki cehaletinin yasalarına saygı duymaya çağıran tek bir hutbe dağıtmakta, aksine yalan üzerine yalan eklemekte ve laikliğin küfrünün, yasalarının zulmünün ve baskısının ümmetin tercihleri olduğunu iddia etmektedir!

Sanki eğitimlerini ifsat etmeyi, çocuklarını cahil bırakmayı ve saptırmayı, ailelerinin ahlaklarını bozmayı ve kızlarının açılması tercih edenler Fas'ın Müslüman halkıymış gibi! Sanki bu arsız medyayı, Toto'nun iğrençliğini ve Marakeş ve Mawazine'deki müstehcenlik, zina ve alkol festivallerini tercih edenler onlarmış gibi; (daha birkaç gün önce Marakeş Film Festivali, zinayı yaymak ve bedensel özgürlük adına müstehcenliği teşvik etmek amacıyla, rejimin (Fas Sinematografi Merkezi) yönetimi tarafından 400 milyon lira tutarında finanse edilerek ahlaksızlığı teşvik eden bir filmi gösterime sunmuştur!) Sanki aileleri için CEDAW'ın ahlaksızlığını ve Rablerinin temiz Hanif şerî hükümlerinin yerine ailelerini parçalamak ve aralarında boşanmaların patlamasına neden olmak için bunu sosyal sistemleri haline getirmeyi tercih edip talep eden Fas'ın Müslüman halkıymış gibi! Sanki ihaneti ve mukaddesatları gasp eden, çocuklarını öldüren ve gururlu Gazze'deki sevdiklerinin kanı daha henüz kurumadığı halde Yahudi varlığıyla normalleşmeyi tercih edenler Fas'ın Müslüman halkıymış gibi! Sanki rızaya dayalı ilişkiler adı altında kendilerine dayatılan faizi, alkolü ve zinayı ve servetlerinin yağmalanmasını ve faizli borçlar denizinde boğulmayı tercih edenler Fas’ın Müslüman halkıymış gibi! Sanki Rablerinin şeriatını askıya almayı, O'nun emirlerine ve hükümlerine karşı çıkmayı, O'nun kutsallıklarını ağır bir şekilde ihlal etmeyi ve O'na isyan ederek ahlaksız davranışlarda bulunmayı tercih edenler Fas'ın Müslüman halkıymış gibi!

Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in minberinden atılan ne kadar açık bir yalan ve ne kadar büyük bir iftira! Bu nasıl büyük bir zulümdür ey Fas'ın Rabbani alimlerinden oluşan hak ehli!

Allah şahittir ki kafir Batı'nın laikliğini dinimiz, Allah'a isyanı şeriat ve metot haline getirmek, laikliğin küfrünü din edinmeye çağırmak ve Rabbimizin evlerinin ve camilerinin minberlerinden ve Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem mihrabından bize kin beslemek, şeytani bir iddiadan başka bir şey değildir.

Müslümanların evlerine küfür ve sapkınlıktan başka bir şey getirmeyen, İslam'dan geriye kalanları yok eden, bozan ve çarpıtan, İslam'a karşı savaşlarında sömürgeci görevlerinin aşağılık ve alçakça doğasına uygun olarak sürekli ve her zaman insanların dinlerine müdahale etme saçmalığına dalan,  Batı laikliğinin küfrünü, felsefesini, yasalarını ve kanunlarını pekiştirmekte kararlı olan, böylece insanların dinini ifsat eden, dünyalarını harap eden ve ahiretlerini hüsrana uğratan ve benim de lanet ettiğimi bu rejimler artık ölmüştür.

Kâfir Batı'nın kaprislerine, sömürge devletçiklerine ve onların sömürgeci işlevlerine uygun olan ve ruveybidanın sapkınlığı ve onun pervasızlığıyla orantılı olan bir dindir.

Allah şüphesiz doğru söyledi ve yalancı ve sapkın rejimler ise yalan söyledi: إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَقَدْ أَنزَلْنَا آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُّهِينٌ * يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللَّهُ جَمِيعاً فَيُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا أَحْصَاهُ اللَّهُ وَنَسُوهُ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌAllah’a ve Rasulü’ne karşı gelenler, daha öncekilerin aşağılandığı gibi aşağılanacaklardır. Halbuki biz apaçık ayetler indirmiştik. Ve kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır. O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yapıp ettiklerini kendilerine haber verecektir. Allah bunları bir bir saymış, onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir.” [Mücadele 5-6] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Münâci Muhammed

Devamını oku...

Şerî Hükmü Açıklamak, Mezhepçi Naraları Kışkırtmak İçin Değildir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Şerî Hükmü Açıklamak, Mezhepçi Naraları Kışkırtmak İçin Değildir!

Haber:

Ürdünlü yetkililer, yılbaşı “Noel” kutlamalarının haram olması ve bu vesileyle kutlamalara katılmama çağrısında bulundukları gerekçesiyle, çoğunluğu Haşimi Üniversitesi öğrencisi olan bir grup kişiyi gözaltına aldılar ancak onlara herhangi bir suçlama yöneltilmedi ve gözaltına alınanlarla görüşme ve iletişim kurulmasına izin verilmedi. Güvenlik yetkilileri, fitne ve dini naraları kışkırtan her türlü yayının takip edildiğini, bunları yayınlayan ve yeniden yayınlayanların takip edileceğini ve gerekli önlemlerin alınacağını açıkladı.

Yorum:

İslam Devleti’nde Hristiyanlar ve Yahudiler, zimmet ehlinin haklarından yararlanıyor ve cizye ödeyerek tebaalar olarak yaşıyorlardı; ayrıca onların, ticaret, tıp, siyaset, ekonomi ve bilim gibi çeşitli alanlarda bariz bir rolleri de vardı. Nitekim Ömeriye ahdinden beri İslam Devleti’nin koruması altında yaşamışlar ve bayramlarını ve ritüellerini evlerinde ve ibadet yerlerinde sürdürmüşlerdir. El-Faruk, onlara, bayramlarını Daru’l İslam’da ortaya çıkarmamaları gerektiğini şart koşmuş ve Radıyallahu Anh şöyle demiştir: “Acemlerin dedikodularından sakının ve müşriklerin bayram günlerinde onların kiliselerine girmeyin, çünkü gazap onların üzerine inecektir.” Bu durum, Raşidi Hilafetten Osmanlı Hilafetine kadar birbirini takip eden yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Hilafetin yıkılması, İslam'ın uygulamadan kaybolması ve Batı'nın tahakkümüyle birlikte işler karışmış ve Hristiyan bayramlarının kutlanması her yerde ve her surette kendini göstermeye başlamıştır. Sanki ortak yaşama, dini hoşgörü ve dinlere saygı bahanesiyle bir zaruret haline gelmiş gibi!! Dolayısıyla bunlar, Batılı kültürel hegemonyası bağlamında İslam'ın hükümlerini ve mefhumlarını sulandırmak ve çarpıtmak için koydukları isimlendirmelerdir.

Medya kuruluşları, diziler, reklamlar ve dijital platformlar, bu bayramları ve özel günleri, özellikle de Noel'i, sadece kendilerine özgü olmayan genel insanlık münasebetleri olarak pazarlamaya katkıda bulunmuşlar ve bu durum sadece onlarla sınırlı kalmamış, aksine Müslümanların da onlara ve dinlerine karşı hoşgörü ve saygı göstergesi olarak bu kutlamaya katılmaları normal görülmeye başlanmıştır!! Birçok Müslüman, komşuları, dostları ve arkadaşlarıyla birlikte bu bayramı kutlamaya başlamışlar ve bu bayramın, Allah korusun, Allah'ın üçün üçüncüsü olduğunu söyleyerek onların akidelerini, yani küfrü ifade ettiğinin ya farkında değiller ya da farkında değilmiş gibi davranmaktadırlar; oysa bu akide, Allahu Teala’nın şu kavlinin de doğruladığı gibi bir şirktir: لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ ثَالِثُ ثَلاَثَةٍ Andolsun "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuşlardır.” [Maide 73] Celle Celâluhu şöyle buyurmuştur: لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَآلُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ Andolsun ki Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kâfir olmuşlardır.” [Maide 72] Bütün bu delillerden sonra, nasıl olur da onlarla birlikte -haşa- “Rabbin oğlunun” doğum gününe iştirak edebiliriz?!! O halde kutlamaya ilişkin şerî hükmü açıklayanları, nasıl olur da mezhepçi naraların ve din fitnesinin kışkırtıcıları olarak değerlendirebiliriz?!! Oysa Müslümanlar burada, kendi dışındakileri kötülemeden veya onların dinlerine müdahale edip aşındırmadan kendi akidelerini korumaktadırlar. Sivil barış, birlikte yaşama ve saygı, kesinlikte akideden taviz vermek veya İslam'ı Batılılaştırma ve sekülerleştirme yönündeki arzuları ve planları tatmin etmek için tevhid akidesi ile şirkin arasını birleştirmek anlamına gelmez.

Hastalıklarında ve sevinçlerinde onları ziyaret etmek, sıkıntılarında onlara yardım etmek ve yanlarında durmak, onlara zarar vermemek veya onları boykot etmemek, mahallelerine saygı göstermek ve ahitlerini, paralarını ve namuslarını korumak gibi akideyle ilgisi olmayan münasebetlerde onlara güzel davranabiliriz. Ancak onların akidelerini onaylamayız. Zira bütün bunlar, bizim dinimizin ve hükümlerinin özündendir. Bunun aksini söyleyenler ve Noel kutlamasının nehyedilmesini mezhep fitnesi olarak görenler, özellikle de insanların âlimler ve fetva verenler olarak gördükleri kişiler, Allah'ın ayetlerini ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hadislerini iyice incelemeleri, anlamaları ve heva ve diktelerden uzak durarak üzerinde düşünmeleri ve insanların Rabbini razı etmek yerine insanları razı etmeye çalışanları takip etmemeleri gerekir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müslime Şâmî (Ümmü Suheyb)

Devamını oku...

Lübnan'daki UNIFIL Güçleri... Kendisi Himmete Muhtaç Dede, Nerde Kaldı Gayrıya Himmet Ede!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Lübnan'daki UNIFIL Güçleri... Kendisi Himmete Muhtaç Dede, Nerde Kaldı Gayrıya Himmet Ede!

Haber:

Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü (UNIFIL), 26 Aralık Cuma akşamı yaptığı açıklamada, güçlerinin Cuma sabahı Güney Lübnan'da iki ayrı olayda Yahudi güçlerinin ateşine maruz kaldığını duyurdu.UNIFIL, Mavi Hat yakınlarındaki hassas bölgelerdeki devriye faaliyetlerine ilişkin olağan prosedürlere uygun olarak, söz konusu bölgelerdeki faaliyetleri hakkında Yahudi ordusunu önceden bilgilendirmesine rağmen iki olayın da gerçekleştiğini vurguladı.

Şunu belirtmek gerekir ki, UNIFIL devriyelerinin sınırda risklerle karşı karşıya kalması ilk kez olmuyor.

Yorum:

Bu haberi işitince, kişinin aklına ilk gelen şey, bölgede yaygın olarak kullanılan şu meşhur sözdür: "Seni, bize yardım etmen için atadık, ey Abdul-Muin, ama anlaşılan senin yardıma ihtiyacın var!"Bu deyim, açıkça yardıma muhtaç bir kişiden veya odaktan yardım istemeyi veya kendisi de açıkça korunmaya muhtaç bir odaktan korunma talep etmeyi ifade etmek için kullanılır.

Birleşmiş Milletler'e bağlı ve BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararı çerçevesinde Lübnan'da faaliyet gösteren UNIFIL güçleri, barış güçleri olmaları gerekirken, mutlak surette Yahudi varlığını destekleyen uluslararası sisteme bağlılıkları nedeniyle tek bir barışı, yani sadece Yahudilerin barışını koruyorlar; bunun en açık kanıtı, Lübnan topraklarında bulunmalarıdır. Oysa Lübnan, Yahudi ordusunun sürekli olarak saldırılarına maruz kalmakta, hatta UNIFIL güçlerinin kendileri bile ateş ve top atışlarına maruz kalmaktadır. Söylendiği gibi eğer gerçekten barış gücü olsalardı, saldırganın kontrolündeki bölgelerde bulunup onu ve saldırılarını önlemek için orada olurlardı. Eğer Lübnan'da herhangi bir şeyi korumak için orada olsalardı, Yahudi ordusunun başlattığı ardı ardına gelen saldırılara karşılık verirlerdi. Dahası bu UNIFIL güçlerinin, ister ateşkes ilan edilmeden önce olsun, isterse sonrasında olsun, Yahudi varlığının geçen yıl Lübnan'a karşı yürüttüğü savaşta neredeyse hiçbir rolü olmamıştır. Zira haber ajansları, anlaşmanın ihlal edilme sayısını saymakla yetinmekte, ardından raporlarını Birleşmiş Milletler'e sunmakta ve Yahudi varlığını Lübnan'ı hedef almayı bırakmasını, aksine sadece UNIFIL ekiplerinin bulunduğu bölgelere saldırmayı bırakmasını talep etmektedir.

Sözde barış gücüyle ilgili bu tekrar eden trajıkomik görüntü yeni bir şey değildir, onu Srebrenitsa'ya sorun; ancak gerçek gülünç olan şey, Müslümanların başındaki yöneticilerin, ülkelerimizden biri Yahudi saldırganlığına maruz kaldığında uluslararasından ve barış güçlerinden tekrar tekrar koruma talebinde bulunmalarında yatmaktadır. Uluslararası koruma talebinde en çok gürültü çıkaran ise Ramallah'taki güvenlik koordinasyon otoritesidir; zira bu otorite, uluslararası koruma talebine bulunarak, ordusu veya yerleşimci çeteleriyle birlikte Filistin halkının kanını dökmeyi bırakmasını sağlayabileceğine dair insanları defalarca aldatmaya çalışmaktadır. Oysa bu uluslararası güçler, uluslararası karar gereği, Yahudi varlığının saldırılarına karşı kendilerini bile savunmaktan aciz kalmaktadır. Ancak Yahudi varlığını savunmaları gerektiğinde güçsüz kalmayacaklar, aksine donanmalar, hava filoları ve kara kuvvetlerinin desteğiyle onun yardımına koşacaklardır.

Gerçek şu ki barış koruma güçleri, Yahudi varlığını koruyan güçler olup ister Lübnan, ister Gazze, ister Golan Tepeleri, ister Sina'da olsun, yani her nerede olurlarsa olsunlar rolleri budur; o halde bu güçler Gazze'ye getirildiklerinde saldırıya uğramalarını ne engelleyecek??

Bunun da ötesinde sorulması gereken bir başka soru da şudur: Lübnan ordusu devlete, dolayısıyla da uluslararası sisteme tabi ise ve otoriteye ve “kutsal” güvenlik koordinasyonuna tabi güvenlik cihazları, ülkenin halkını varlığın ordusu veya yerleşimcilerine karşı savunma gücüne sahip değilse, herhangi bir aklı başında kişi, UNIFIL veya başka herhangi bir uluslararası gücün bunu yapmasını bekleyebilir mi?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Hamad el-Vadi – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Yahudi Varlığı, İslam Beldesinin Kalbindeki Bir Batı Üssüdür!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yahudi Varlığı, İslam Beldesinin Kalbindeki Bir Batı Üssüdür!

Haber:

ABD Senatörü Lindsey Graham, "İster Evanjelik Hristiyan olun ister olmayın, “İsrail” Amerika için iyi bir anlaşmadır; eğer “İsrail” ordusunu, Mossad'ı ve Şin Bet'i kaybedersek, bölgede kör olacağız; bu yüzden Cumhuriyetçi Parti'nin “İsrail'i” terk edeceğinden endişelenmeyin; bunu yapmayacağız ve “İsrail'in” Amerika için bir yük olduğunu söyleyenlere de karşı duracağız" dedi. (Ajanslar)

Yorum:

Sürekli olarak Yahudi varlığının ve Amerika da dahil olmak üzere çeşitli Batı ülkelerindeki Yahudi lobilerinin, siyasi kararları kontrol ettiği mugalatası yayılmaktadır. Bu mugalata, İslam beldelerindeki mevcut rejimler, onların medya organları ve diğerleri tarafından, mübarek Filistin topraklarındaki Yahudilerin suçlarına ilişkin eylemsizliklerini ve sessizliklerini haklı çıkarmanın yanı sıra Yahudilerin iki kıblenin ilki ve Harameyne ş-Şerifey’in üçüncüsü olan mübarek Mescid-i Aksa'yı gasp etmelerine ilişkin sessizliklerini haklı çıkarmak için kasıtlı olarak yayılmakta ve teşvik edilmektedir. Bu arada gerçeklik, Yahudi varlığının varlığını sürdüremeyeceğini ve güvenliğini de ancak insanların ipine, yani Amerika ve Batı ülkeleri ile onlara bağlı rejimler aracılığıyla sağlayabileceğini kanıtlamaktadır. Nitekim Amerika'daki politikacılarından biri de bunun, bir analiz değil, açık bir gerçek olduğunu teyit etmekte ve Yahudi varlığının Amerika ve ondan önce de İngiltere için kazançlı bir anlaşma olduğunu onaylamaktadır.

Bildiğimiz siyasi mefhum, başta Amerika olmak üzere Batı'nın, Yahudileri, kendi adına ümmete karşı kirli işler yapmak için kullandığı fikrine dayanmaktadır; bu arada Batılı hükümetler, Yahudileri bir baskı aracı veya aktif bir güç olarak sunmakta olup bunu da, İslam'a ve Müslümanlara karşı komplo ve tuzak kurma çabalarını haklı çıkarmak için suçu kendilerine değil de Yahudilerin üzerine atmak için yapmaktadırlar; kurmuş oldukları tuzaklardan biri de, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet projesine ve onun için çalışanlara karşı kurdukları tuzaktır. 

Dünyadaki ve özellikle Batı'daki Siyonistler ve Siyonist hareket, Yahudiler onlardan bir parça olmasına rağmen Yahudi değillerdir; aksine onlardan büyük çoğunluğu ve Siyonist hareketi kontrol edenler, Batı'daki karar vericiler, çıkar sahipleri ve kapitalistler, ya da daha doğrusu Batı'daki derin devlettir.İslam'a ve Müslümanlara karşı savaşanlar ve İslam beldelerinin kalbindeki ileri üsleri aracılığıyla İslam ümmetinin Hilafetin gölgesinde birleşmesini engellemeye çalışanlar işte onlardır. Onlar için Yahudi varlığı, ümmetle karşı karşıya kaldıklarında bir fırlatma üssünden başka bir şey değildir. Dolayısıyla onların en son kaygısı Yahudiler ve Semitizmdir ve Semitizmi övüp savundukları politikaları,diğer ırklara, etnik gruplara ve dinlere karşı benimsedikleri ve uyguladıkları ırkçı uygulamalarla çelişmektedir. Yani onlar özgürlükleri, milliyetleri, dinleri ve ırkları savunan bir ideoloji ve değerlere sahip insanlar değillerdir; aksine nefislerinde kötü bir amaç güden ve kendi çıkarlarını gerçekleştirmek, ümmete zarar vermek ve Hilafet Devleti’nin gölgesinde İslam'ın geri dönüşünü engellemek için yalnızca tek bir ırkı savunmaktadırlar.

Bu nedenle çevremizde olup bitenleri analiz ederken hata yapmamamız için bu anlayış ve tablonun net olması gerekmektedir. Dolayısıyla Amerika ve Batı, sadece kendi çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde Yahudileri veya onların varlıklarını umursamaktadır.Yahudileri ülkelerinden kovan ve onlardan kurtulmayı bir başarı olarak gören bizzat Batı'dır. Bu yüzden Semitizm veya korumacılık Batı'nın umurunda değildir. Dahası bunlar, ümmete ve Hizb-ut Tahrir liderliğinde Hilafetlerini temsil eden projesine karşı çıkmak için kullandıkları sloganlar ve gerekçelerdir. Tıpkı eski Haçlı Seferleri'nin sloganlarının “Mesih'in beşiğini Müslümanlardan kurtarmak” olması gibi.Bu arada gerçek slogan “Süt ve bal ülkesine gidelim” olmasının yanı sıra Irak ve Orta Doğu'ya özgürlük ve demokrasi ihraç etme sloganı olsa da, gerçek slogan Müslümanların petrolü ve İngiltere'nin değil de Amerika'nın liderliğinde yeni bir Orta Doğu'nun oluşturulmasıdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...

Troller ve Direniş Bilinci: Sosyal Medya Platformlarında Gizli Bir Savaş

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Troller ve Direniş Bilinci: Sosyal Medya Platformlarında Gizli Bir Savaş

Sosyal medya dünyasında gizli ve öğütücü-şiddetli bir savaş sürüyor; bu sadece içerik üzerine olan bir çatışma değil, aksine siyasi düşüncenin ve toplumsal bilincin geleceği için verilen bir savaştır. Bu savaşın etrafında karanlık güçler ve direnme bilinci gibi iki zıt kutup vardır ve bunların savaş alanı da teknolojinin hakim olduğu bir dünyadır. Her iki zıt kutbun da kendi silahları, hedefleri ve iyi düşünülmüş stratejileri vardır ancak nihai sonuç önceden bellidir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً Yine de ki: Hak geldi; batıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur.” [İsra 81] 

Bu makalede, mevcut zamanımızda çok şiddetli ve çok etkili şekilde çatışan iki tarafı incelemek istiyorum. Diğer ülkelerin işlerine müdahale etmekle tanınan hükümetler, istihbarat teşkilatları ve siyasi kuruluşları temsil eden medya ortamını kontrol etmeye çalışan gizli güçler, “troller” olarak bilinen yeni bir olgu yaratmıştır; yani akredite medyada, güvensizlik oluşturmak, grupları birbirine düşürmek, dış veya iç gündemlere hizmet etmek veya kamu maslahatı pahasına belirli çıkarları güçlendirmek için ayrılık tohumları ekmek amacıyla gerçekleri çarpıtmak, yalan haberler ve söylentiler yaymak yoluyla kamuoyunu kontrol etmek ve yanıltmak için stratejik bir araç olarak sahte hesap orduları oluşturmuştur. Ayrıca gizli güçler, yapay krizler yaratmaya, halklar arasındaki güveni sarsmaya, ulusal ve uluslararası tartışmaları çarpıtmaya ve halk hareketlerini devrimlerinin sonuçlarını istismar etmeye yönlendirmeye çalışarak, böylece halkların hak ile batılın arasını ayırt etme gücünü zayıflatmakta ve içeriden toplumsal ve siyasi dokuyu parçalamaktadırlar. Nitekim yanıltıcı mesajların ve sahte haberlerin yayılmasını koordine etmek, muhaliflere saldırarak onların imajını çarpıtmaya çalışmak, sosyal ve siyasi bölünmeler oluşturmak, ihtilafları abartmak, nefret duyguları uyandırmak ve dikkatleri temel meselelerden uzaklaştırmak yoluyla hedeflerinde nispeten başarılı olmuşlardır.

2016 ABD seçimlerinde, özellikle Rusya olmak üzere yabancı çıkarlarla bağlantılı trol hesapları tarafından, adaylar hakkında yanlış bilgiler ve söylentiler yaymak yoluyla seçim sonuçlarını etkilemeyi hedefleyen büyük çaplı bir kampanya başlatılmıştır.

2011 devrimi sırasında ve sonrasında Mısır'da, troller, devrimcilerin ve muhaliflerin imajını çarpıtmak, şiddete ve protestocuları bölmeye çağıran sahte hesaplar aracılığıyla kaos yaymak ve rejimin propagandasını yapmak için görevlendirilmiştir.

Aynı durum Suriye için de geçerlidir; zira Suriye'de rejim ve muhalefet de dahil olmak üzere çeşitli taraflar, durumlar hakkında yalanlar yaymak, grupları birbirlerine karşı kışkırtmak, mücahitlerin imajını çarpıtmak ve fedakârlık düzeyine ulaşamayan yeni hükümetin eylemlerini parlatmak ve meşrulaştırmak için elektronik medya aracılığıyla büyük kampanyalar başlatmışlardır.

Hindistan, ayaklanmaların veya seçimlerin ardından, küçük etnik gruplara karşı nefret söylemini teşvik eden ve belirli grupların lehine sahte haberlerin propagandasını yapan sahte hesaplar aracılığıyla kamuoyunu yanıltan kampanyaların yaygınlaştığına tanık olmuştur.

Bugün Yemen'de iç savaş sırasında gördüğümüz şey ise, psikolojik savaş aracı olarak yalanlar ve söylentiler kullanarak belirli grupları desteklemeye veya diğer tarafların imajını çarpıtmaya odaklanan kampanyalardır.

Belki de Aksa Tufanı operasyonu, kamuoyunu çarpıtıp yanıltmak ve Filistin davasıyla ilgili olaylar hakkında, kitlelerin dikkatini başka yöne çeken, halkın direnişe olan desteğini zayıflatan, gruplar veya kitleler arasında çatışmayı körükleyen içerikler yaymak yoluyla Filistin ve Arap ülkeleri içinde bölünmeler oluşturmaya çalışan, safların birbirine tutkunluğunu zayıflatan, direniş ve grupların imajını çarpıtmak için onların ve üyelerinin güvenilirliğini azaltmak ve küresel kamuoyunun gözünde imajlarını çarpıtmak hedefiyle onlar hakkında yalan haberler yayan ve direnişi, halkları yok etme ve imha etme aracı olarak gösteren, soruna köklü bir çözüm olarak barış ve normalleşmeye çağıran yanlış bilgi ve haberler yaymak yoluyla Yahudi varlığına hizmet eden bu trolleri ortaya çıkarmada en büyük rolü oynamıştır.

Şimdi geriye, trollerin ve onların arkasında duranların kimler olduğu sorusu kalıyor?

Troller, siyasi veya istihbarat hedeflerine hizmet etmek için dakik bir şekilde  organize edilerek çalışan hesaplar ve eğitilmiş veya kiralanmış kişilerden oluşan bir ağdır. Bu ağ, genellikle istihbarat kurumları, enformasyon bakanlıkları, bazen belirli ülkeler veya kuruluşlar adına çalışan halkla ilişkiler şirketleri veya gelişmiş teknolojilere yönelten içerikler yaymak için personeller veya gönüllüler istihdam eden elektronik pazarlama şirketleri gibi resmi kurumlar tarafından finanse edilip organize edilir. Ya da belirli siyasi veya fikri adımları takip eden bağımsız grupların bazıları paralar ödemekte, bazıları da aidiyet dürtüsüyle çalışmaktadır. Gerçeklikte bunların hepsi Yahudi değildir, aksine farklı etnik kökenlere ve milliyetlere ait olabilirler, bazıları Yahudi istihbarat kurumlarının doğrudan çalışanları olabilir veya sözleşmeler aracılığıyla onların çıkarları için çalışıyor olabilirler. Diğer bazıları ise talimatlar veya teşvikler alan gayri resmi ajanlar veya işe alınan kişiler olup onlar, sosyal medya platformlarında yoğun ve eş zamanlı etkinlikleri, aynı mesajları veya konuları aynı anda paylaşmaları ve yeni veya sahte hesaplar (kişisel bilgi içermeyen ve çok sayıda gönderiye kıyasla az sayıda takipçisi olan profiller) kullanmaları nedeniyle kolayca tespit edilebilirler. Zira onların dillerinin ateşli ve üsluplarının kışkırtıcı olduğunu ve belirli politikaların propagandasını yaptıklarını görürsünüz.

Gölge ordulara karşı koymak için, direniş bilinci yaklaşımı ortaya çıkmıştır; savaştaki diğer taraf ise, öncelikle hedef alındığımızı fark etmedikçe savaşta zaferin mümkün olmadığını idrak etmiştir. Bilinçlenmek ilk savunma hattıdır. Bu nedenle trollerin varlığını ve hedeflerini ortaya çıkarmakla başlamış, insanlara bilgileri doğrulama ve sahte manşetlere aldanmama becerilerini öğretmiş ve sorumluluğu hem bireysel hem de kolektif hale getirmek yoluyla otokontrolü güçlendirmeye çalışmıştır. Dolayısıyla her kullanıcının, şüpheli hesapları bildirmek, sadece doğruluğu teyit edilmiş bilgileri paylaşmak ve haberlerin dolaşımı için güvenilir ağların oluşturulmasına katkıda bulunmak suretiyle, kendi toplumu için bir savunma hattı olması gerekir. Bu bilinç savunmayla yetinmemekte, aksine hak ile saldırmakta ve sistematik ve etkili bir üslupla dürüst bilinçli bir içerik üretmekte ve bunları da dijital alanda gerçek bir direnme için bir silah olarak kullanmaktadır.

Direniş bilinci, bu tür oyunları ortaya çıkarmanın tek yoludur; zira o, bilgi kaynaklarını doğrulamakta, bireyi ve toplumu kültürlendirmek ve özgür ve tarafsız basının rolünü güçlendirmek için çalışmaktadır.

Ancak bilinçli içerik sahiplerine yönelik kısıtlamalar, direniş bilincinin karşı karşıya kaldığı en büyük zorluklardan biridir. Ancak bu, teslim olma anlamına gelmez, bilakis aksine şifreleme, alternatif hesaplar ve farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde içerik yayınlama gibi yenilikçi üslupları kullanma yolu ile aşılabilir. Ayrıca içerik oluşturucuları arasında destek ağları da kurulabilir ve mesajlar birçok kanal üzerinden aktarılabilir. Bu da üzerindeki kontrolün zorlaşmasına ve kitlelerin bilincinin güçlenmesi için çalışmaya neden olacaktır. Dolayısıyla kitlelerin bilinci ne kadar artarsa, kısıtlamaya çalışan odaklar üzerindeki baskılar da bir o kadar artar.  Bu, sabır ve sürekliliği gerektirir; çünkü gerçek bilinç, bir günde gerçekleşmez. Aksine bu, kısıtlamalarla karşı karşıya kalınsa bile sabrın ve sürekli bir çabanın sonucunda gerçekleşir. Zira kısıtlama, yolun sonu değildir, aksine yenilik yapmak, kararlı duruş sergilemek, kitlelere ulaşmak için yeni yollar bulmak ve etkiler oluşturmak için bir katalizördür. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ Şüphesiz ki bir kavim, kendini nefsini değiştirmedikçe; Allah da onları değiştirmez.” [Rad 11]

Nitekim sosyal medya alanlarındaki savaş, sahada olanlardan daha az önemli değildir; zira kitlelerin bilinçlenmesi ve onların doğru bilgilerle donatılması, bu karanlık dalgaya karşı en güçlü bir kalkan olacaktır. Bu yüzden tek bir saf halinde durmak, yalanları ifşa etmek, gizli hedefleri ortaya çıkarmak ve bilginin gücünü, onların vehimlerini kesip atmak için bir kılıç olarak kullanmak gerekir; çünkü gerçek zafer, direnme bilinci ve ekranlar arkasında neler olup bittiğine dair derin bir anlayışla başlar.

Sonuç olarak bir mümin, zaferin sadece Allah'ın elinde olduğunu ve görevinin de bilinç ve iman silahını kaldırmak ve kalbini ve aklını ilim ve kesinlikle güçlendirmek olduğunu unutmamalıdır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْEğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder.” [Muhammed 7] Bu ayet, trol ordusuyla savaşımızda yol göstericimiz olsun ve doğruluk ve kararlılığın da hakkın düşmanları karşısındaki kalkanımız ve silahımız olduğunu bilelim; çünkü her doğru kelime ve her mantıklı tutum, başlı başına bir cihad sayılır. O halde gelin uyanalım, birleşelim ve direnme bilinci bayrağını taşıyalım ve Allah'a, ayaklarımızı sabit kılması ve bu savaşımızda bize yardım etmesi için dua edelim ki böylece Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulması olan büyük gayemiz gerçekleşsin.

يُرِيدُونَ أَنْ يُطْفِئُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللَّهُ إِلَّا أَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ * هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü’nü hidayet ve hak din ile gönderendir.” [Tevbe 32-33]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Amerika, Yenilgiye Uğrayanların Gördüğünden Daha Fazlasını Görüyor!

Haber-Yorum

Amerika, Yenilgiye Uğrayanların Gördüğünden Daha Fazlasını Görüyor!

Haber:

Medya kuruluşları, ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard'ın bir konferansta İslam hakkında konuşurken, söylediği şu sözlerin yer aldığı bir videoyu yayınladılar: “Özgürlüğümüze ve güvenliğimize yönelik en büyük yakın ve uzak tehdit olan yeterince konuşmadığımız bir tehdit var.”Nitekim İslamcı ideoloji olarak adlandırdığı şeyi terörizm ve İslamcı hareketlerle ilişkilendirerek, bunların “Amerika'da bizi yönetecek küresel bir Hilafet kurmaya çalıştığını” ve “Şeriat ve İslami ideolojileri olarak adlandırdıkları bir yönetim yoluyla Batı medeniyetini tehdit ettiklerini ve eğer onlara uymazsak bizi susturmak için şiddet veya gerekli gördükleri herhangi bir aracı kullanacaklarını” açıkladı.

Yorum:

Ağızlarından dökülen öfkeleri, tamamen davranışlarında ve politikalarında da açığa çıkmaktadır; zira onların bu politikalarının özünde, İslam’a ve Müslümanlara yönelik düşmanlık yatmaktadır.

Amerika, terörle mücadele başlığı altında sürekli olarak İslam'a ve Müslümanlara karşı suç teşkil eden savaşlar açmış ve hâlâ da açmaktadır. Ancak son zamanlarda yeni olan şey, artık politikacılarının, savaşlarının bizzat İslam’a, onun değerlerine, akidelerine ve ona inananlara karşı olduğu gerçeğini gizlememeleri, hatta bunları bir kanser olarak nitelendirmeleridir.

Gerçek şu ki, Amerika’nın İslam'a, değerlerine ve halkına karşı savaş açtığı artık bir sır değildir; bu ise sadece açıklamalarında değil, eylemlerinde de gün gibi apaçık ortadadır. Zira Amerika’nın Gazze halkına karşı yürüttüğü savaşta, Yahudi varlığını desteklemesi, insanları yok etmek ve taşları tahrip etmek için onunla birlikte savaşması, bu suçlu varlığın komşu ülkelere saldırmasına destek vermesi ve onun milyonlarca insanın öldürüldüğü savaşları, terörizme karşı değil, İslam'a karşı bir savaştır.

Ancak Amerika'nın İslam'a karşı savaşında en kötü olan şey, bu savaşta benimsediği araçlardır ki onlar şunlardır; özellikle İslam'ın değerlerine ve fikirlerine karşı savaşan laik elitler ve toplumu parçalamak ve yapısını baltalamak için çalışan finanse edilen kurumlar da olmak üzere yöneticiler, bazı seçkinler ve kurumlardır. Hatta bunlar, İslam’ın kesin ve açık hükümleriyle gece gündüz savaşmakta olup bu elitlerden en kötüsü ise, yöneticilerin, aynı görevi ama din adına aldatmak ve yanlış bilgilendirme yoluyla yerine getirmek için görevlendirdiği saray mollalarıdır.

Amerika’da ironik olan şey, istihbarat direktörünün İslam’ın Batı medeniyetine yönelik tehlikesinin farkında olduğu halde yine de Hilafetten bahsetmesidir. Çünkü o, bu tehlikeyi temsil eden pratik ve yapısal yönün Hilafetin olduğunu fark etmektedir. Belki de onlar, İslam hadaratının yeniden canlanması durumunda, batıl medeniyetlerinin tehdit altında olacağının da farkındadırlar. Ancak gerçeklikte görülen veriler, sadece zayıflık görüntülerini ortaya koyduğu halde neden Amerika’da Hilafetten ve şeriatın uygulanmasından bahsediliyor? 

Zira Batı ve Amerika, düşmanlarının İslam ve onun ehli olduğunun ve yeniden canlanması halinde onda var olan güç kaynaklarının farkında oldukları gibi İslam’ın ona inananların nefislerinde kök saldığının ve harekete geçmek üzere olduğunun da farkındadırlar; bu yüzden İslam’a karşı düşmanlıklarını açıklıyorlar, ona karşı tuzak kuruyorlar ve onu çarpıtmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla onların hali, şöyle diyen Şeytanın hali gibidir:  إِنِّي بَرِيءٌ مِّنكُمْ إِنِّي أَرَى مَا لَا تَرَوْنَBen, sizden uzağım. Gerçekten ben, sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum.” [Enfal 48] Ancak üzücü olan, düşmanın İslam’ın doğası ve hakikati ile İslam ümmetinin hakikati hakkındaki idrakinin, İslam ümmetinin bazı evlatlarının idrakinden daha fazla olmasıdır; çünkü İslam ümmetinin bazı evlatları, ümmetlerinde zayıflıktan başka bir şey görmüyorlar ve gevşekliğe teslim oluyorlar! 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdurrahman El-Ladavi

Devamını oku...

Riyad ve Abu Dabi: Kararlılıktan Suça!

Haber-Yorum

Riyad ve Abu Dabi: Kararlılıktan Suça!

Haber:

Sana'da günlük olarak yayınlanan es-Sevra gazetesi, 21 Aralık günü şu başlıkla bir haber yayınladı: “Birleşik Arap Emirlikleri'nin Hadramut'taki gerilimini tırmandırması ve Suudi Arabistan'ın geniş çaplı çatışmalarla tehdit etmesi.” Haberde şöyle geçti: “Birleşik Arap Emirlikleri işgaline bağlı milisler, Suudi Arabistan'ın artan uyarı ve tehditlerini görmezden gelerek Hadramut ilindeki askeri tırmanışına devam etmektedir; bu da koalisyonun iki tarafı arasındaki çatışmanın, daha tehlikeli ve açık bir aşamaya girdiğinin açık bir göstergesidir. Yerel kaynaklar, Vadi ve Sahra bölgeleri üzerindeki kontrolü güçlendirmeyi amaçlayan yoğun saha hareketlerinin ortasında Geçiş Konseyi milislerine ait yeni askeri takviye birliklerinin dün Hadramut Vadisi’nin El-Kaşha bölgesine ulaştığını bildirdi.”

Yorum:

Dün, Riyad liderliğinde, Körfez rejimlerinin ve Mısır, Sudan ve Fas gibi burunlarından sürüklenen bir grup yoksul yalancı şahidin katılımıyla, "Husileri Sana'dan çıkarmak" sloganı altında Yemen'i hedef alan "Kararlı Fırtına Harekatı" adını taşıyan askeri bir operasyon başlatılmıştı; bugün ise onun başlatılmasının üzerinden on yıl geçtikten sonra (2015-2025), suçları Hadramut ve çevresinde açıkça görülürken, hedef alınan Husiler ise barış içinde huzurlu bir şekilde oturmakta olup Hadramut'taki çatışmaların El Abr yönünden Marib'e doğru yaklaşması dışında hiçbir şeyden rahatsız olup endişe duymamaktadırlar! -Hizb-ut Tahrir dışında- siyasetçilerden hiçbirinin aklına, Kararlı Fırtına Harekatı’nın amacının, Husileri Sana'dan çıkarmak değil, Sana’da onları pekiştirmek olduğu gelmemiştir.

Dün Riyad ile Abu Dabi arasında kurulan şekli ittifak sona ermiş ve yerini çatışma ve yüzleşmeye bırakmış gibi görünmektedir.Bin Selman sadece Amerika'nın gözüyle bakmakta, Bin Zayed ise 1967'den beri kendisinin peşini bırakmayan Londra'daki Downing Street'in penceresinden görmektedir!Bu da o ikisinin Yemen'deki varlıklarının gerçeğini ortaya koymakta ve onların her birinin savaşlarını açığa çıkarmaktadır.

–Efendisi İngiltere'ye hizmet eden– Abu Dabi, Afrika Boynuzu ve Kuzey Afrika'da faaliyet göstermek üzere uluslararası paralı asker şirketlerini işletme hattına girerek Riyad'ı geride bırakmıştır. Bu da Riyad'ı endişelendirmekte ve uçaklarla geçiş milislerini bombalamakla tehdit etmektedir.

Yemen halkı ne zaman aklını başına alıp da Amerikan-İngiliz uluslararası çatışmasının çemberinden çıkacaklar ve başta halkı olmak üzere Yemen'i yok eden yerel ucuz araçlar rolünü oynamaya razı olmaktan ve kendi saflarında ahlaksızlık ve yozlaşmanın teşvik edilmesinden ve uluslararası çatışmanın her iki tarafının da tüm bunlardan faydalanmasından hiç çekinmeyen yapılarında kibirlilik olan bölgeselciler tarafından harap bir şekilde yönetilmekten vazgeçecekler?!

Yemen halkı ne zaman çatışma döngüsünden uzaklaşıp kendilerine siyasetin gerçeklerini açıklamak için çalışanlarla birlikte olacaklar? Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için onlarla birlikte yürüyecekler ki böylece daha önce oldukları gibi yeniden iman ve hikmet ehli olmayı hak edebilsinler.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Irak’ın El-Sukur (Şahinler) Timi Suriye'de Hava İndirme Operasyonu Gerçekleştirdi!

Haber-Yorum

Irak’ın El-Sukur (Şahinler) Timi Suriye'de Hava İndirme Operasyonu Gerçekleştirdi!

Haber:

Hücreden yapılan açıklamada, "Silahlı Kuvvetler Başkomutanı'nın talimatı ve takibiyle, İçişleri Bakanlığı Federal İstihbarat ve Soruşturma Ajansı'ndaki El-Sukur (Şahinler) İstihbarat Timi'nin kahraman personeli tarafından gerçekleştirilen özel bir operasyonla, bu kahraman timden hava indirme birimi, Suriye güvenlik güçleriyle koordinasyon ve uluslararası koalisyonun teknik destek ve yardımıyla, Suriye toprakları içinde kuzeydoğu Suriye'de Irak yargısının aranan iki önemli hedefine yönelik bir hava indirme operasyonu düzenleyerek onları yakalamayı başardı" denildi. Açıklamada, bu operasyonların, devletlerin sınır ötesi güvenlik zorluklarıyla başa çıkma kapasitesini güçlendirdiği ve ulusal çıkarları koruduğu eklemesinde de bulunuldu. (Ajanslar)

Yorum:

Şerî kaide şöyle diyor: (Fiillerde asıl olan, şerî hükümlere bağlı kalmaktır);  burada, Suriye güvenlik güçleriyle koordinasyon ve uluslararası koalisyonun teknik destek ve yardımıyla, aranan kişilerin tutuklanması amacıyla askeri bir güç tarafından gerçekleştirilen bir operasyon görüyoruz ki bu üç taraf da kör bir bayrak altında savaşmaktadır. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu bayraklar konusunda bizleri uyararak şöyle buyurmuştur: مَنْ قُتِلَ تَحْتَ رَايَةٍ عِمِّيَّةٍ يَدْعُو عَصَبِيَّةً أَوْ يَنْصُرُ عَصَبِيَّةً فَقِتْلَةٌ جَاهِلِيَّةٌHer kim körü körüne (çekilmiş) bir bayrağın altında savaşır, bir asabeye-ırkçılığa davet eder veya bir asabeye yardımda bulunursa, cahiliye ölümüyle ölmüş olur.” Nitekim Uhud savaşında bir grup Yahudi, Müslümanlarla birlikte savaşmak isteyince, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları engellemiş ve şöyle buyurmuştur: إِنَّا لَا نَسْتَعِينُ بِمُشْرِكٍBiz müşriklerden yardım almayız.” Münafıkların başı Abdullah ibn Übey ibn Selül’ün ordunun üçte birini oluşturan grubunun savaş alanından geri çekilmesine rağmen, "لا الله إلا الله وأن محمدا رسول الله" şehadetini getiren ve Amerika'nın Irak'ta işlediği suçları bilen bir Müslüman, nasıl olur da uluslararası haç bayrağı altında savaşabilir? Nitekim Allah Subhanehu ve Teala, kafirlere itaat etme konusunda bizleri uyarmış ve şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقاً مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَEy iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevk ederler.” [Al-i İmran 100] Ve şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَAllah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” [Mümtehine 9]

Şu yaralı Gazze, iki yıldan fazla bir süredir bombardıman, kuşatma ve soykırım altında olup yetmiş bin şehit ve yüz binlerce yaralının kurban verildiği, evlerin sakinlerinin başlarına yıkıldığı, camiler ve hastaneler yerle bir edildiği halde ordularımız, sanki iman kardeşlerine olanları görmüyor veya işitmiyormuş gibi kışlalarında konuşlanmakta ve mübarek Filistin topraklarında Yahudilerin işlediği suçlara şahit oldukları halde damarlarındaki kan kaynamamaktadır!

Bu nedenle onların, şeriatın kendilerine vacip kıldığı görevi, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışanlara yardım etmektir; zira Hilafet, İslam beldelerini İslam sancağı altında birleştirecek ve İslam’ı, hidayet ve nur risaleti olarak yeryüzünün tüm halklarına taşıyacaktır. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ اللهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقّاً فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُم بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” [Tevbe 111]   

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Abdulhamid – Irak

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER