Çarşamba, 05 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 25/11/2025

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti:
Gündem Değerlendirme Toplantısı 25/11/2025
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

◾️  BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze Kararı
◾️ Güney Afrika'daki G20 Zirvesi
◾️ Terörsüz Türkiye Komisyonu ve Bahçeli'nin İmralı Çıkışı
◾️ Türkiye'nin Bahis ve Kumar Sorunu

H. 4 Cumade’s Sânî 1447 - M. 25 Kasım 2025

turkiye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

 

BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze Kararı ◾️ Güney Afrika'daki G20 Zirvesi ◾️ Terörsüz Türkiye Komisyonu ve Bahçeli'nin İmralı Çıkışı ◾️ Türkiye'nin Bahis ve Kumar Sorunu
Devamını oku...

İşgal Zindanlarında Esaret Altındaki Çocuklar, Çocuk mudurlar Yoksa Adam mıdırlar?

Esirler Kulübü de dahil olmak üzere esir işleriyle ilgilenen Filistinli kurumlar; işgalcinin Gazze’ye yönelik savaşının başlamasından bu yana Batı Şeria ve Kudüs’ten 1630’dan fazla çocuğu, Gazze Şeridi’nden ise onlarca çocuğu tutukladığını belirtti. Bu kurumlar, Megiddo Hapishanesi’nde bir çocuğun maruz kaldığı açlık, mahrumiyet ve işkence politikaları sonucunda şehit olduğuna dikkat çekti. Aralarında iki kız çocuğunun da bulunduğu 350 çocuk halen işgal zindanlarında tutuluyor. Reşit olmayanların korunmasına ilişkin tüm uluslararası standartlara tamamen aykırı bir şekilde zorlu koşullar altında tutulmaktadırlar. Bu çocuklar işkenceye, aç bırakılmaya, tıbbi ihmale, cinsel saldırılara ve toplu tecride maruz kalmakta; aile ziyaretlerinden mahrum bırakılmaktadırlar.

Geçtiğimiz on yıllar boyunca gaspçı Yahudi varlığı, insani değerlerle çelişen bir dizi sistematik politika aracılığıyla esir çocuklara yönelik fiziksel ve psikolojik yıkım operasyonları yürütmüştür. Çocuklar; öldürme, yaralama, eğitimden mahrum bırakma ve on binlercesinin tutuklanması yoluyla en fazla hedef alınan kesim olmuştur. Ev baskınlarında, çatışmalarda, kontrol noktalarında, sokaklarda ve hatta okullardan kaçırılarak tutuklanan çocuklar, defalarca askeri operasyonlarda insani kalkanı olarak kullanılmışlardır.

Soruşturma aşaması, işgal zindanlarındaki çocuklar için en zalim ve en acımasız safhadır. Sorgu aşamasında, onları terörize etme, iradelerini kırma ve onlardan itiraf koparma amacı güdülür. Kapalı odalarda, ebeveynleri veya bir avukat hazır bulunmaksızın saatlerce sorguya çekilirler. Uykusuz bırakılırlar, üzerlerinde ve geleceklerinde derin izler bırakan sürekli baskıya maruz kalırlar. Keyfî idari tutuklama ise işgalcinin Filistin halkına özellikle de çocuklara karşı kullandığı en baskıcı araçlardan biridir. Onlara açık bir suçlama yönetilmez, gerçek bir mahkemeye çıkarılmazlar. “Gizli dosya” bahanesiyle çocuk ve avukatlarının, dosyaların içeriğini görmesine izin verilmez.

Hapishane içinde ise çocuklar, asgari insani standartlardan yoksun, zorlu koşullar altında yaşamaktadırlar. Dayak, elektrik şoku, yüksek sesli müzik çalarak uykusuz bırakma (disko odası), sürekli kelepçeleme/bağlama, köpeklerle saldırı, sözlü taciz, tecrit, cinsel taciz ve toplu cezalar gibi işkencelere maruz kalmaktadırlar. Buna ek olarak; aç bırakma, hijyen eksikliği, aşırı kalabalık, böceklerin yayılması, havalandırma ve aydınlatmadan yoksun odalarda tutulma, hastalıkların yayılmasına yol açan tıbbi ihmal ve sağlık hizmetlerinin yokluğu, kıyafet eksikliği, aile ziyaretinden mahrumiyet, sistematik bir psikolojik ve fiziksel yıkım politikası çerçevesinde adli suçlu Yahudi çocuklarla birlikte tutulma gibi uygulamalarla karşı karşıyadırlar.

Öte yandan Şehitlerin Cenazelerini Geri Alma Ulusal Kampanyası, çocuklara yönelik kasıtlı infaz suçlarında tehlikeli bir artış olduğunu ve cenazelerin alıkonulması politikasının sürdüğünü bildirdi. İçinde bulunduğumuz Kasım ayının başından bu yana işgalci, altı çocuğu soğukkanlılıkla öldürüp cenazelerini teslim etmedi. Böylece Kampanya’nın belgelediği, işgalcinin dondurucularında ve “Rakamlar Mezarlığı”nda tutulan toplam 752 şehit cenazesi de içinde, cenazesi alıkonulan çocuk şehitlerin sayısı 73’e yükseldi.

Bu istatistikler, dünyanın, çocukların hayatın her alanındaki başarılarını, gelişimlerini ve doğal büyümelerini kutladığı sözde “Dünya Çocuk Günü” münasebetiyle esir kurumları tarafından yayınlandı. Filistinli çocuklar; kendilerini hedef alan, haklarını ihlal eden, onurlarını çiğneyen baskıcı bir makineyle karşı karşıyadırlar; öldürülmekteler, tutuklanmaktalar, en temel kanunların bile ihlal edildiği askeri mahkemelerde, iddia ettikleri çocuk ve insan haklarından fersah fersah uzak, ağır cezalara çarptırılmaktadırlar. Ancak Allah’ın azabı kaçınılmazdır:

لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِ * مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ “İnkâr edenlerin (refah içinde) diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın. (Onlarınki) az bir meta (faydalanma)dır. Sonra onların varacağı yer cehennemdir. O ne kötü bir yataktır!” [Ali İmran 196]

Devamını oku...

Yoksul Müslümanlar, Sefih Yöneticilerin Yatırımlarına Amerika’dan Daha Layıktır

Suudi Veliaht Prensi, 18 Kasım 2025 Salı günü Amerika’nın kapısına giderek ajanlığını ve sefihliğini bir kez daha tescilledi! Ümmetin servetini efendisi Amerika’nın ayaklarına serdi, İslam ümmetine ihanet etti ve iki Devletli Çözüm yalanı karşılığında Yahudilerle “Abraham Anlaşmaları”na girmeyi kabul ederek Allah ve Rasûlü’ne savaş açtı!

Beyaz Saray’ın açıklamasına göre Trump ve İbn Selman, iki ülke arasındaki stratejik ortaklığı derinleştiren, Amerika’ya iş ve para kazandıran, hayati tedarik zincirlerini güçlendiren ve bölgesel istikrarı destekleyen bir dizi anlaşma imzaladı. Açıklamada, Amerika’nın sivil nükleer işbirliğinde Suudi Arabistan’ın ortağı olacağı vurgulanarak, iki ülkenin nadir metaller (elementler) konusunda işbirliğini derinleştirmek ve bu metallerin tedarik zincirlerini çeşitlendirmek amacıyla ulusal stratejileri koordine etmek üzere bir çerçeve anlaşması imzaladığına dikkat çekildi. Ayrıca açıklamada, ortak savunma anlaşmaları imzalandığı, Suudi Arabistan’ın F-35 uçakları ve 300 tank satın almasına ve Amerika’daki yatırımlarının 600 milyar dolardan 1 trilyon dolara çıkarılması karar verildiği belirtildi.

Trump’ın Suudi hanedanına sağmal inek gibi davrandığı ve Amerika’nın dış politikalarını uygulama araçlarından biri olarak gördüğü açıktır. Yahudi varlığının kuruluşundan bu yana Suudi rejimi Yahudilere tek bir kurşun bile sıkmamıştır. O halde Yahudi varlığı kurulalı beri ona tek kurşun atmayan Suud rejimi, bu silahları kime karşı kullanacak? Müslümanları öldürmek için değil mi? Yemen savaşı bunun canlı bir örneği değil mi?! Kendi halkı ve İslam dünyası açlıktan kırılırken, Amerika’nın batık ekonomisini kurtarmak için trilyonlarca doları neden oraya akıtıyorlar? Bu, Müslümanların mallarını Amerika ekonomisini desteklemek için heder ettikleri veya saraylarında, şehvetleri uğruna ya da Ümmete hiçbir faydası olmayan projeler için saçıp savurdukları ilk sefer değildir.

Suud hanedanı yöneticileri de diğer Müslümanların yöneticileri gibi sefih kimselerdir; malları ümmete fayda sağlamayacak yerlere saçıp savurmaktadırlar. Bu mallar ne onların ne de babalarının mallarıdır; bilakis Ümmetin hakkıdır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

النَّاسُ شُرَكُاءُ فِي ثَلَاثٍ: فِي الْمَاءِ وَالْكَلَأِ وَالنَّارِ“İnsanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.” Petrol, gaz, madenler, denizler ve nehirler kamu mülkiyetidir. Devlette asıl olan, bunları gözetip korumak ve insanların bunlardaki haklarını almalarını sağlamaktır. Eğer İslam beldelerindeki rejimler bunu yapsaydı, orada tek bir fakir bile kalmazdı. Ancak sefih yöneticiler insanları haklarından mahrum etmekte, bunları şehvetleri uğruna saçıp savurmakta ve ümmetin düşmanları olan efendilerine peşkeş çekmektedirler.

Ey Müslümanlar! Bu yapılanlar ancak akılsızların (sefihlerin) işidir. Sefihin hükmü ise hacr altına alınmasıdır (mallar üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanmasıdır). Öyleyse yöneticilerinizi hacr altına almak ve mallarınız üzerinde tasarrufta bulunmalarını engellemek için acele edin. Hilafeti kurmak ve böylece Rabbinizi razı etmek, yeryüzünde O’nun şeriatını ikame etmek ve dinini tüm insanlara taşımak, dünya ve ahiret saadetine erişmek için Hizb-ut Tahrir ile çalışmaya koşun. Hilafet, o sefih yöneticilerin saçıp savurduğu mallarınızı size geri iade edecektir.

Devamını oku...

Rohingya Krizi İçin Kalıcı Çözümün Yokluğu

South China Morning Post gazetesi 10 Kasım’da, Birleşmiş Milletler’in; umutsuz mültecilerin deniz geçişlerinin kontrolsüz bir şekilde devam etmesi halinde Güneydoğu Asya’nın “başka bir insani felaketle” karşı karşıya kalabileceği uyarısında bulunduğunu belirtti. Malezya açıklarında bir teknenin batması sonucu aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu en az 21 kişinin hayatını kaybetmesi, Myanmar’daki çatışmalardan ve komşu Bangladeş’teki kötüleşen koşullardan kaçan mültecilerin son derece tehlikeli deniz yolculuklarında yeni bir dalga yaşanacağına dair korkuları artırdı. Malezya Bölgesel Denizcilik Ajansı Başkanı Romli Mustafa’ya göre hayatını kaybedenlerden 12’sinin cesedi Malezya’da, 9’nun ise komşu Tayland’da bulundu.

İnsan hakları kuruluşları ve uluslararası kurumlar, bu trajedinin önümüzdeki aylarda yaşanabileceklerin bir işareti olduğunu vurgulamaktadır. Muson mevsimlerinin (Ekim-Aralık) sona ermesiyle birlikte denizlerin nispeten daha sakin ve geçişe uygun hale gelmesi nedeniyle dünyanın en büyük mülteci kamplarından birinde yaşayan yüzbinlerce Arakanlının bulunduğu Bangladeş’in Cox’s Bazar bölgesi ve Arakan’dan yola çıkışlar da doğal olarak artmaktadır. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, 2024 yılında Myanmar ve Bangladeş’ten yaklaşık 7800 Rohingyalının denizi geçmeye çalıştığını, 650’den fazla kişinin hayatını kaybettiğini veya kaybolduğunu tahmin etmektedir. Bunun 2015’ten bu yana en yüksek sayı olduğu açıklanmıştır. Rohingya Hakları Savunma Ağı, This Week in Asia gazetesine verdiği demeçte, Gıda eksikliği, hareket kısıtlamaları ve artan güvensizlik hayatı çekilmez hale getirdi. Birçoğu denizi son çare olarak görüyor” dedi ve kaçakçıların Malezya veya Endonezya’ya geçiş için kişi başına 3.000 ABD Dolarına kadar ücret talep ettiğini belirtti.

Myanmar’daki zulüm, mülteci kamplarındaki umutsuzluk ve ASEAN ülkelerinin kalıcı çözümler üretememesi gibi iç içe geçmiş krizler, insanları yeniden ölümle burun buruna getiren deniz yolculuklarına mecbur etmekte ve birçoğu hedefine asla ulaşamamaktadır.

Yaklaşık yirmi yıldır mevcut rejim, Arakan krizine sürdürülebilir bir çözüm bulamamış, Rohingyalıların acıları mevsimlik muson dalgalarına terk edilmiştir. Bu sürdürülemez durum, başta Müslüman ülkeler olmak üzere ASEAN, uluslararası kurumlar ve Birleşmiş Milletler’in; yetki sınırlarını, ulusal güvenliği veya ekonomik çıkarlarını bahane ederek cılız ve yüzeysel çözümlerle yetinmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu yetkililer, sahte ulusçuluk temelli laik kapitalist düzenin konfor alanında kalmayı tercih etmişlerdir.

Dahası bu yöneticiler, sürdürülebilir alternatif çözümleri görmezden gelmektedirler. Çünkü hiçbiri İslam’ı benimsemeye yanaşmamaktadır; Allah ve Rasûlü’nün hidayetine göre “en hayırlı ümmet” olma vasıflarını, İslami Risâletlerini, gayelerini ve arzularını yitirmiş durumdadırlar. Oysa gerçekte İslam’ın, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu kavline uygun olarak etkili ve sürdürülebilir çözümlere sahip olduğu gün gibi ortadadır:

وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ“Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72]

İslam; Endonezya, Malezya ve Bangladeş’teki Müslümanların yöneticilerine, Rohingyalı mülteciler için derhal acil yardım tedbirleri almalarını emretmektedir. Bu tedbirler şunları içermelidir:

1- Ülke sınırlarının Rohingyalı mültecilere açılması.

2- Hala denizde olanlar için kurtarma ekiplerinin gönderilmesi.

3- Tüm ihtiyaçlarının karşılanması ve gözetilmesi.

4- Rohingyalı Müslümanlara yönelik zulmünü ve vahşetini durdurması için baskıcı Myanmar rejimine siyasi baskı uygulanması.

5- Ve son adım olarak; siyasi baskının göz ardı edilmesi halinde ise İslam’ın ve Müslümanların onurunu korumak için orduların seferber edilmesi!

Bununla birlikte tüm bu tedbirlerin etkili olabilmesi, Müslümanların yöneticilerinin kapitalist sistemin konfor alanını terk ederek İslami sisteme yönelmesine bağlıdır. Bu sistem; yerleri nerede olursa olsun bedeline bakmaksızın Müslümanları zulümden korumak, kanlarını ve namuslarını savunmak için siyasi, ekonomik ve askeri tüm araçlarını kullanacak ve tüm çabalarını seferber edecektir. Çünkü Hilafet; bencil ulusal çıkarlara veya ekonomik kazançlara göre hareket eden bir devlet değildir; insan nefsinin onurunu yücelten ve Müslümanların kanının korunmasını elzem gören İslam’ın soylu ahlaki değerlerine dayanan ideolojik bir devlettir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ“İmam ancak bir kalkandır. Arkasında savaşılır ve onunla korunulur.

Devamını oku...

“İbrahim Anlaşmaları” Siyasi İkiyüzlülük ve Gizli Bir Tuzaktır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

“İbrahim Anlaşmaları” Siyasi İkiyüzlülük ve Gizli Bir Tuzaktır!

Kasım-Cömert Tokayev'in 7 Kasım'da Washington'da Donald Trump ile yaptığı görüşmede aldığı İbrahim Anlaşmalarına katılma kararı, apaçık bir siyasi dalkavukluktan başka bir şey değildir. Bu tavır, ABD politikasına boyun eğmek, ona minnettarlığını ifade etmek ve "dini birlik" maskesi altında dünyaya dayatılan Siyonist projeyi desteklemek anlamına gelmektedir.

Baştan itibaren şunu anlamak gerekir ki, “İbrahim Anlaşmaları” Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam arasında bir köprü olarak sunulmuş ve “barış, hoşgörü ve bir arada yaşamanın” bir sembolü haline getirilmiştir. Ancak bu yumuşak ifadelerin ardında çok tehlikeli bir düşünce yatmaktadır ki bu da; Nebi İbrahim Aleyhisselam’ın sancağı altında üç dinin mensuplarını birleştirme projesi olarak sunulan "yeni İbrahimi din" mefhumudur.

Amerika ve Yahudi varlığının dayattığı bu proje, aslında Müslümanları İslam kimliğinden vazgeçmeye, Allahu Teala’nın yarattığı farklılıkları silmeye ve Yahudilik ile Hıristiyanlığı doğru ve İslam ile eşit bir din olarak tanımaya çağırmaktadır!

Ancak Allah Subhanehu ve Teala bunu, Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur: وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِيناً فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَKim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [Al-i İmran 85] Oysa bugün "dinler arası diyalog" ve "hoşgörü" sloganları, İslam'ın özelliğini silmeyi ve ümmetin birliğini zayıflatmayı hedefleyen köklü bir program için bir kılıf olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden "dinlerin birliğine" çağrıda bulunmak, barışa giden bir yol değildir, aksine Müslümanları hedeflerinden uzaklaştırmak, onların bakışlarını davalarından saptırmak ve onları Batı ve Siyonizm'in etkisine boyun eğdirmek için bir araçtır.

Bu projenin kökenlerini daha önce ortaya çıkarmış ve bu anlaşmaların hedefinin Yahudi varlığının bölgesel hegemonyasını pekiştirmek ve bu hegemonyaya direnen her türlü İslami gücü ortadan kaldırmak olduğunu açıklamıştık. “İbrahim’in Evi” ve “İbrahim’in torunlarının ortak ibadeti” gibi sloganların ardında, Müslümanların İslami vizyonlarını terk etmeleri amaçlanmaktadır; böylece İslam, nihayetinde –onların hayal ettiği gibi– yumuşak, barışçıl ve zararsız bir dine dönüştürülecek ve İslam’ın asli tutumu “aşırılık” ve “radikalizm” olarak nitelendirilecektir!

Bu sahnede Tokayev'in fiilleri basit bir hata değil, aksine Kazakistan Müslümanlarının dini ve ahlaki temellerine yönelik bir ihanettir. Bu anlaşmalara katılma kararının, kamuoyunda tartışılmadan, alimlerle istişare edilmeden ve din adamlarının onayı alınmadan alınması, otoritenin halktan uzaklaştığını ve Washington'ın rızasını ve takdirini kazanmak uğruna İslami değerlerden vazgeçmeye hazır olduğunu göstermektedir.

Tokayev, Trump'ın siyasi projelerine katılarak ve Yahudi varlığının İslam bölgesinde egemen bir güç olarak pekiştirmeyi amaçladığı politikasını destekleyerek Trump’a olan sadakatini göstermek istemektedir. Böylece Müslüman çoğunluğa sahip bir devlet olan Kazakistan, ümmeti Batı ve Siyonizm çıkarlarına boyun eğdirmeyi amaçlayan tehlikeli bir oyunun içine çekilmektedir. Allahu Teala bu konuda şu kavliyle uyarıda bulunmuştur: وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَـارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَىDinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.” [Bakara 120]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Hüccet Camia

Devamını oku...

Masum İnsanlar Canlarını Kaybederken Yetkililer Derin Uykuda! O Halde Hesap Defteriniz Açılmadan Önce Yolu Açın!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Masum İnsanlar Canlarını Kaybederken Yetkililer Derin Uykuda!

O Halde Hesap Defteriniz Açılmadan Önce Yolu Açın!

Haber:

Ölümün eşiğinde yaşanan bir trajedi... Aden'e giden bir yolcu otobüsü, Taiz vilayetinin Naqil Haifan bölgesinde devrildi ve korkunç kazada beş kişi hayatını kaybetti, dokuz kişi yaralandı ve bazı yaralıların durumu ise ağır. Bu kaza, ihmal edilmiş bu dağ yolunun tehlikesine bir kez daha ışık tutmuştur. Yerel kaynaklar, kazanın, altyapıyı iyileştirmek veya trafik güvenliği standartlarını uygulamak için herhangi bir etkili müdahale yapılmamasının gölgesinde ölümcül kazaların sık sık meydana geldiği dik bir yamaçta meydana geldiğini bildirdiler. (El Emana Net, 18/11/2025)

Yorum:

Bu trajedi, insanların işlerini gözetmeyen ve onların canlarını umursamayan, aksine yağma, yolsuzluk ve sömürgeci ülkelere dostluk dışında yönetim konusunda hiçbir şey bilmeyen yozlaşmış bir rejimin altında yaşanan ilk trajedi olmadığı gibi, son da olmayacaktır.

İnsanların işlerini hakkıyla gözeten bir devletin yokluğunda, yollar açık mezarlara ve altyapı ölüm tuzaklarına dönüşürken insanlar kötü yönetim, kasıtlı ihmal ve sınırsız yolsuzluğun sürekli kurbanları olmaktadır; hükümet ve benzeri fiili yetkililer ise sorumluluğu birbirlerinin üzerine atıyorlar ve kayda değer hiçbir şey sunmuyorlar.Çünkü Yemen'deki mevcut rejim, insanı sadece bir rakam olarak gören, yani hayatın maddi değerinden başka bir değeri olmayan kapitalist sistemin bir parçasıdır!

Ey iman ve hikmet sahibi Yemen’deki halkımız: Hepinizin şerî vacibi, batılın ve devletin kasıtlı ihmalkarlığının karşısında durmanız ve tüm etki sahibi kişilerin, aşiret liderlerinin ve otobüs şoförlerinin de insanların canları konusunda Allah’tan korkmaları ve bu trajedinin bir parçası olmamalarıdır! Mesele, güven ve sorumluluk meselesidir. Bu yüzden kapalı yolları açıp bakımını yapmaları için bu yöneticilere baskı uygulamanız gerekir; o halde sesinizi yükseltin, bu devam eden felaket karşısında sessiz kalmayın, ana yolları kapatmaktan sorumlu olan bu yöneticilere baskı yapmak için tüm meşru araçları kullanın.Baskı ise kamuoyu oluşturarak ve fiili otoritelerin kontrolünde olan bölgelerdeki şeyhleri, ileri gelenleri ve görüş sahiplerini, yani kuzeyde Husileri, güneyde Geçiş Konseyini ziyaret etmek ve onlardan Taiz-Aden ana yolunun ve diğer yolların derhal açılıp onarılmasını talep etmek yoluyla olur; zira bu rejimlere karşı sessiz kalmak, insanlarının acılarının devam etmesi ve daha fazla masum insanın hayatını kaybetmesi anlamına gelmektedir.

Ey yetkililer sizlere gelince; Allah'ın huzuruna çıkacak ve akıtılan bu kanlar hakkında sorguya çekileceksiniz ve eğer yolları açmak ve insanların güvenliğini korumak için harekete geçmezseniz o günden asla bir kaçış olmayacaktır.

Yolların yeniden onarımı ve sağlam bir altyapının kurulması, yöneticinin bir lütfu veya bir gelişim projesi değildir, aksine devletin şerî bir vacibi ve tebaanın haklarından bir haktır; nitekim günler, bu karton devletçiklerin tebaasına sadece acılar getirdiğini kanıtlamıştır. Dolayısıyla gözetim, ancak Allah'ın şeriatıyla hükmedecek, insanların işlerinin gözetimini önceliklerinin başına koyacak ve ihmalkarlık ve kusur gösteren herkesin muhasebe edileceği Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin gölgesinde gerçekleşecektir.Peki bu aşağılama ve yavaş yavaş ölüm ne zamana kadar devam edecek?! Nitekim Ömer bin Hattab Radıyallahu Anh şöyle demiştir: “Fırat nehrinin kıyısında bir katır tökezlese, Allah'ın bana neden onun yolunu düzeltmediğimi soracağından korkardım.”Bizler Ömer ve Ömer gibileri istiyoruz; peki Ömer gibi yöneticiler hani nerede?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Husam El-İdrisi – Yemen

Devamını oku...

Pakistan ve Bangladeş Arasındaki İlişkiler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Pakistan ve Bangladeş Arasındaki İlişkiler!

Haber:

İslam Uleması Cemiyeti Partisi lideri Mevlâna Fazlur-Rahman Salı günü yaptığı açıklamada, Pakistan'ın acı hatıraları geride bıraktığını söyledi ve son zamanlarda iki ülke arasındaki ilişkilerin ısınmasının gölgesinde Bangladeş ile yeni bir gelecek inşa edilmesine teşvik etti. (Ajanslar)

Yorum:

İslamabad ile Dakka arasındaki ilişkilerde bir iyileşme olduğuna ve bu ilişkilerin üst düzey askeri toplantıları ve siyasi ziyaretleri kapsadığına işaret eden son dönemdeki yoğun faaliyetler incelendiğinde bu, iki ülke arasındaki yakınlaşmanın bir işareti değildir, aksine gözlere kum serpmekten ibaret olup bununla ümmetin aşmak istediği bölünmelerin pekiştirilmesi amaçlanmaktadır. Nitekim bu haber, geçen yıl Ağustos ayında Bangladeş'te patlak veren halk ayaklanmasının ardından, ikili ilişkiler ve ticaretin belirgin bir iyileşmeye tanık olunduğunu teyit etmektedir; nitekim Pakistan Genelkurmay Başkanı General Sahir Şemşad Mirza, Bangladeş'i ziyaret etmiş, Bangladeş Hava Kuvvetleri ve Donanma Komutanları ile savunma ve güvenlik alanlarında işbirliğini geliştirme sözü vermiş ve her iki taraf da aralarındaki askeri ilişkilerin genişletilmesi konusunda iyimser olduklarını ifade etmişler ve egemen eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde ilişkileri derinleştirme taahhütlerini vurgulamışlardır.

Ancak ortak inanç ve askeri işbirliğine ilişkin bu teyitler, ulus devletin modern ulusal sınırları içinde kalmaktadır.Bu arada Pakistan ve Bangladeş'teki askeri liderler, dış etkilere karşı bekalarını korumak için kalıcı bir ortaklığa olan ihtiyacı vurgularken, geçtiğimiz on yıllar bağlamında bakıldığında bu yerel odaklanmanın içinin boş olduğu görülmektedir.

Ümmet, Gazze'de yaşanan korkunç soykırım sahnesine tanık olmuştur; zira İslam beldeleri arasında ulusal bölünmeler, bu ülkeler büyük savunma kapasitelerine sahip olmalarına rağmen anlamlı birleşik bir askeri tepki verilmesini engellemiştir;dolayısıyla ulusal sınırlar hareketsizliği dayatmış ve Müslümanların birleşik bedeninin ihtiyaçlarına karşın egemen eşitliğin önceliğini güçlendirmiştir.Buna karşılık bu Müslüman ülkelerinden herhangi biri doğrudan bir saldırıya maruz kaldığında, onun anında ve uygun bir tepkisi olmuş ve gücünün varlığını kanıtlamıştır; ancak kolektif siyasi irade, sömürgeci İngilizlerin bölge geneline dayattığı sınırlar nedeniyle felç olmuştur.

1924 yılında Hilafetin yıkılmasından bu yana ümmetin başına gelen bu ulusal bölünmelerin yıkıcı doğasını kabul etmenin zamanı gelmiştir.Nitekim Allah Subhanehu ve Teala bize, vahdeti farz kılmış ve bölünmemizi de haram kılmıştır; zira şöyle buyurmuştur: وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعاً وَلَا تَفَرَّقُواHep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” [Al-i İmran 103]Allah'ın hakkında bizleri uyardığı bölünmeler arasında bu yapay ulusal bölünmeler de yer almaktadır.Karşılıklı saygı anlaşmalarıyla sınırlı olan bu geçici askeri işbirlikleri, bölünmüş devletlerin egemenliğini pekiştirmek için olup bu da Müslümanların özlem duyduğu gerçek vahdeti gizleyen bir arayüzden başka bir şey değildir.Bu gerçeği idrak etmenin ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in açık metodunu takip ederek fikri çatışma ve siyasi mücadele yoluyla bu gerçeği değiştirmemizin zamanı gelmiştir. Vahdet, birlik demek değildir; bu yüzden çağrının, işbirliği içinde olan ülkelere değil, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafete olması gerekir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Seyfeddin İrfan – Pakistan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER