Perşembe, 20 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/11
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Amerika’nın İslam ile Savaşı

Amerikan yönetimi ve onun karar vericileri, İslam’a olan düşmanlıklarını göstermekten ve ona karşı sürdürdükleri çok yönlü savaşı açığa vurmaktan bir an olsun geri durmuyorlar. Gerekli gereksiz her ortamda; Amerikalı bir yetkilinin İslam’a saldırdığını, onu çeşitli sıfatlarla nitelediğini sık sık duyarsınız. Bu da onların İslam’a karşı ne kadar kin duyduklarını ve ondan ne derece korktuklarını göstermektedir.

Amerika’nın, Sovyetler Birliği’nin geçen yüzyılın son on yılında çöküşünün ardından İslam’ı kendisine ideolojik bir düşman edindiği bilinen bir gerçektir. Amerika, İslam’la mücadele için askerlerden, ajanlardan, mallardan, anlaşmalardan ve sözleşmelerden oluşan ordular seferber etmiştir. İslam’ı gericilik, aşırılık ve terörle yaftalaması İslam ile mücadelesinin başı olmadığı gibi, Abraham Anlaşmaları da sonuncusu değildir.

Geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Fox News kanalında Sean Hannity ile birlikte katıldığı programda, “İslam’ın arzusu dünyanın sadece bir kısmıyla ve kendi küçük Hilafetiyle yetinmek değildir; bilakis o genişlemeyi arzular. O tabiatı gereği devrimcidir; yayılmayı, daha fazla toprak ve nüfus üzerinde hakimiyet kurmayı hedefler.” dedi. Oysa Rubio, İslam’a atfettiği bu şeylerin aslında bizzat Amerika tarafından yapılan şeyler olduğu gerçeğini görmezden geldi. Kaldı ki arada büyük bir fark vardır. Amerika dünyanın servetlerini ve kaynaklarını yağmalamak için dünyaya hâkim olmaya çalışmakta ve bu uğurda milyonlarca insanı katledip, kuru yaş demeden her şeyi yakıp yıkmakta, arkasında ölüm ve yıkım bırakmaktadır. Somali, Irak ve Afganistan savaşları hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Halbuki İslam insanları karanlıklardan aydınlığa, bedbahtlıktan saadete, kullara ve kanunlara kulluktan yalnızca Allah’a kulluğa çıkarmıştır.

Rubio’dan önce bizzat ABD Başkanı da, İslam’ı sulandırmak, onu diğer dinler gibi sadece ruhani ritüellerden ibaret kılmak ve İslam’ın siyasi yönünü zihinlerden uzaklaştırmak amacıyla Abraham Anlaşmalarını Müslüman beldelerine dayatmaya çalışmıştı. Ayrıca Trump, “Ulusal Güvenlik Stratejisi-2025” adını verdiği belgede Amerika’nın İslam ve Müslümanlara yönelik politikasını şöyle açıklamıştır: “Düşman bir gücün Ortadoğu’ya, onun petrol ve gaz kaynaklarına ve geçiş sağlayan boğazlarına (düğüm noktalarına) hâkim olmasını engellemek istiyoruz.” Bir başka yerde ise şöyle dedi: “Amerika, Körfez enerji kaynaklarının apaçık bir düşmanın eline geçmemesini, Hürmüz Boğazı’nın açık kalmasını, Kızıldeniz’in seyrüsefere açık kalmasını ve “İsrail”in güvenliğini sağlama konusunda her zaman temel çıkarlara sahip olacaktır. Bu tehdidi, onlarca yıl süren sonuçsuz “ulus inşa” savaşları olmadan, ideolojik ve askeri olarak ele alabiliriz ve almalıyız. Ayrıca, Abraham Anlaşmalarını bölgedeki daha fazla ülkeye ve Müslüman dünyasındaki diğer ülkelere genişletmek de bizim açık çıkarımızdır... Ortadoğu ortakları, radikalizmle mücadeleye olan bağlılıklarını gösteriyorlar ve Amerikan politikası bu eğilimi teşvik etmeye devam etmelidir... Afrika’nın bazı bölgelerinde İslamcı terörizmin yeniden canlanmasına karşı dikkatli olunmalıdır.” Görüldüğü üzere, Trump, İslam hakkında konuştuğunda veya Müslümanları her tasnif ettiğinde Amerika başkanları tarafından icat edilen terimleri kullanmaya devam etmekte; Müslümanları “ılımlı” ve “aşırı” şeklinde bölmekte, İslam’ı “terör” ile nitelemekte ve bunu İslam’a karşı savaşmanın gerekçesi olarak görmektedir.

İslam’ın fikri gücü, Müslüman ülkelerinin geniş coğrafyası ve Hilafet Devleti’nin Müslüman ülkelerine geri dönme ihtimali ve korkusu; küfür devletleri için özellikle büyük devletler için bir korku kaynağıdır. Büyük devletler, bilhassa İslam’ı kendi çıkarlarına ve hatta varlıklarına bir tehdit olarak görmektedirler. Sahip oldukları onca maddi güce ve İslam beldelerindeki uydu ajan yöneticilerin varlığına rağmen, zaman zaman bu endişelerini dile getirmekten geri durmuyorlar.

Ama biz onları, korktukları şeyin kaçınılmaz olarak gerçekleşeceği konusunda müjdeliyoruz. Tüm planlarına, güçlerine ve ajanlarına rağmen Allah’ın izniyle Hilafet Devleti yakında kurulacaktır. Onlar yeryüzünü nasıl zulüm ve kölelikle doldurdularsa, o da adaletle dolduracaktır. Zira İslam Ümmeti, bir süre gaflete düşse de ölmeyen canlı bir ümmettir; İslam’ın Risâlet’ini, nur, hidayet ve adalet Risaleti Allah’ın izniyle tüm insanlığa taşımak üzere yeniden dirilecektir. Şüphesiz İslam Ümmeti içinde, Hizb-ut Tahrir vardır. O, halkına asla yalan söylemeyen öncü bir topluluktur. Doğru kalkınmanın ve Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafetin yeniden kurulması projesinin bayraktarlığını yapmaktadır. Hiç şüphesiz yarın, bekleyeni için çok yakındır.

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ * هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz. O, Allah’a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.” [Tevbe 32-33]

Devamını oku...

Suçlu Filistin Yönetimi ve Kadın İşleri Bakanlığı, Aileyi Yok Etmek, Toplumu Parçalamak ve Kahramanlar Yetiştiren Müslüman Kadını Ezip Sindirmek İçin İslam Düşmanlarının Projelerini Uygulamada Acele Ediyor

Kadın İşleri Bakanlığı tarafından yayınlanan bir bildiri; Bakanlığın, Geçici Anayasa Hazırlama Komitesi ile anayasa taslağı üzerindeki çalışmaların genel hatlarını tartışmak ve kadın meselelerini maddelerine dahil etmek üzere bir çalıştay düzenlediğini ortaya koydu. Bildiriye göre: “Resmi kurumların, hükümet kuruluşlarının, kadın ve hukuk örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının geniş katılımıyla ve Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır ve Avrupa’daki Filistin diasporasındaki kadın liderlerin dikkat çekici iştirakiyle; Kadın İşleri Bakanlığı, Filistin halkının özlemlerini yansıtan ve içeriğinde kadın sorunlarının etkin bir şekilde yer almasını garanti eden bir anayasanın yazımı konusunda ulusal diyaloğu güçlendirmek çerçevesinde, Filistin Geçici Anayasa Yazım Komitesi ile işbirliği içinde genişletilmiş bir ulusal çalıştay düzenledi.”

Bu çalıştay, sivil toplum ve toplumsal cinsiyet (gender) temsilcilerinin anayasa hazırlama komitesinin bir parçası olmasını öngören Anayasa Komitesi’nin oluşturulmasına dair kanun hükmünde kararnamenin ardından geldi.

Bugün Filistin Yönetimi kırmızı çizgileri aşmış, Filistin halkının öfkesini hiçe saymış, CEDAW temelli yasaların dayatılmasına karşı duran halkın iradesini görmezden gelmiştir. Siyah kalemi eline alıp Ahval-i Şahsiye (Aile Hukuku) Kanunu’nu ve içindeki İslam ahkamından geriye kalan bakiyeyi silmeye; onun yerine, kadın ile erkek arasındaki ilişkide ve buna bağlı olarak ailenin birbiriyle olan ilişkisinde İslam’ın tüm alametlerini yıkmak üzere Kâfir tarafından finanse edilen feministlerin ve şüpheli derneklerin yazdığı bir anayasayı koymaya girişmiştir.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” [Maide 50]

Durum artık tevil götürmeyecek kadar açıktır. Bildiride, Kadın İşleri Bakanı’nın “Kadınlar ve erkekler arasında tam eşitliği sağlamak ve uluslararası sözleşmelere uymak için açık ilkelerin dahil edilmesinin gerekliliğini” vurguladığı belirtildi. Bu cümle, İslam’ın kesin hükümleriyle taban tabana zıt iki düşünceyi barındırmaktadır: Kadın ve erkek arasında “tam eşitlik”; velayet, miras, boşanma, evlilik, çok eşlilik ve erkek ile kadının ödevlerinde eşitlik demektir. Bu eşitlik, kati Kur’an nasslarına aykırıdır. Zira Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ“Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ve mallarından harcamalarından ötürü erkekler kadınlar üzerinde kavvamdırlar (gözetici ve yöneticidirler)” [Nisa 34]

يُوصِيكُمُ اللَّهُ فِي أَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِ“Allah size çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadının payı kadar (vermenizi) tavsiye eder.” [Nisa 11]

فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَى وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ“Size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın...” [Nisa 3] Aynı şekilde bu, velayeti babaya veya onun yerine geçen kişiye veren Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisleriyle de çelişmektedir.

‌أَيُّمَا امْرَأَةٍ نُكِحَتْ بِغَيْرِ إِذْنِ وَلِيِّهَا ‌فَنِكَاحُهَا ‌بَاطِلٌ، ‌فَنِكَاحُهَا ‌بَاطِلٌ، ‌فَنِكَاحُهَا ‌بَاطِلٌ، فَإِنْ أَصَابَهَا فَلَهَا مَهْرُهَا بِمَا أَصَابَهَا، وَإِنْ تَشَاجَرُوا فَالسُّلْطَانُ وَلِيُّ مَنْ لَا وَلِيَّ لَهُ“Hangi kadın velisinin izni olmadan nikahlanırsa, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır. Eğer erkek onunla zifafa girmişse, kendisine helal kıldığı şey (cinsel ilişki) karşılığında kadının mehir hakkı vardır. Eğer anlaşmazlığa düşerlerse, Sultan (yetkili merci) velisi olmayanın velisidir.” [El Hâkim]

Bu sözleşmelere bağlı kalmak, Tağut’un hükmüne başvurmak ve İslam’ın hükümlerine darbe yapmaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالاً بَعِيداً * وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُوداً“Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor. Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine ve Rasul’e gelin’ denildiği zaman, münafıkların senden büsbütün yüz çevirdiklerini görürsün.” [Nisa 60-61] CEDAW sözleşmesi de dahil olmak üzere bu sözleşmeler; zinayı erkek ve kadın için bir hak kılmış, sapkınlığı (eşcinselliği) kanunlarla korunması gereken bir hak olarak görmüş, kürtajı serbest bırakmış ve erkeğin kadın üzerindeki kavvamlığını (yöneticiliğini) suç saymıştır. Sonra bildiri, pratik adımlara geçilmesinden bahsederek şöyle demiştir: “Herkes, Anayasa’nın kadın, çocuk ve aile meselelerini açıkça güvence altına alması gerektiği konusunda hemfikirdir” İşte bu; suçlu Filistin Yönetimi’nin yıllardır Anayasa’nın bir parçası ve Ahval-i Şahsiye Kanunu’nun temeli haline gelmesi için üzerinde çalıştığı “Çocuk Koruma Kanunu” ve “Aile Koruma Kanunu”nun fiilen hayata geçirilmesidir.

Bu çalıştay ve beraberindeki etkinlikler ve konferanslar, Kişisel Statü (Ahval-i Şahsiyye) Kanunu’nu yıkmak, İslam’ın değerlerini ve iffet manalarını yok etmek, aileyi gerçek anlamda çökertmek, fuhşiyatı ve sapkınlığı yaymak ve rezalet, fuhuş ve hayatın tüm alanlarında Batı’nın günah ve yozlaşma modeli yolunda yol almak istendiği anlamına gelmektedir. Bu konferanslardan biri de sorumluların, diğer üniversite ve kurumların da katılımıyla İslam’a, aileye ve iffete karşı Batı’nın planları için bir fesat yuvasına dönüştürdüğü Kudüs Üniversitesi “Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi Üzerine Uluslararası Konferans...” başlığı altında düzenledikleri konferanstır. Kudüs Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı bu konferansın hedeflerini şu şekilde açıkladı: “Bu sonuçlar, toplumsal cinsiyetin gözetilmesini sağlamak ve toplumsal cinsiyet adaletinin planlarına ve yürütme programlarına dahil edilmesine katkıda bulunmak için hükümet kurumlarına yasama politikalarını oluşturmada rehberlik edici bir çerçeve sağlayacaktır.”          

Şeytan’ın vaatleri ve kuruntuları dışında yeryüzünde hiçbir varlığı olmayan “Filistin Devleti”nin geçici anayasasını hazırlamaya zemin hazırlayan bu çalıştaylar ve konferanslar; eğitim, aile, kadın ve çocuk için birer yıkım ve tahrip balyozlarıdır. Bu yıkım, Filistin’de canların katledildiği savaştan daha az şiddetli değildir, hatta etkisi daha ağırdır.

وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ“Fitne ölümden daha beterdir.” [Bakara 217]

وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ“Fitne ölümden daha şiddetlidir.” [Bakara 191]

Filistin halkı kendine gelmeli ve üzerlerine art arda gelen bu komplolara karşı tek saf halinde durmalıdır. Zira bu tehlike ne ev ile ev arasında, ne de erkek ile kadın arasında bir ayrım yapacaktır. Bilakis bu komplolar, sahiplerini yakan ve Batı’nın; rejimler, yöneticiler ve şüpheli dernekler eliyle alevlerini Müslümanların üzerine çevirdiği küfür kanunlarının ateşidir.

Bu ateş sadece Filistin halkını değil bilakis tüm Müslüman beldelerini yakan bir ateştir. Ümmetin Filistin halkını Yahudilerin pençesinden kurtarması nasıl farzsa hem onları hem de kendisini, kâfirlerin tuzaklarına sürükleyen, dünya ile ahirette hüsrana sevk eden rejimlerden kurtarması da aynı şekilde farzdır.

وَاللَّهُ يُرِيدُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَنْ تَمِيلُوا مَيْلاً عَظِيماً“Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar (kötü arzuların esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.” [Nisa 27]

Devamını oku...

İslam Hadaratını Şekillendiren Deliller ve Anlatılar İle Temeli Olmayan Hayal ve İddialarla Şekillenen Batı Anlatıları Arasında

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam Hadaratını Şekillendiren Deliller ve Anlatılar İle Temeli Olmayan Hayal ve İddialarla Şekillenen Batı Anlatıları Arasında
İslam ile Batı’nın Çatışma Cephesi

Yahudiler, Amerika ve Batı'nın Gazze'ye karşı yürüttüğü savaşın ardından, Gazze ve çevresine yönelik savaşta Yahudilere, onların varlığına ve destekçilerine yönelik Batı ve dünya kamuoyunda yaşanan önemli değişiklikler bağlamında “anlatı” ifadesinin kullanılması artmıştır. Yahudilere ve onların varlığına yönelik tutumların olumlu ve destekleyici olmaktan çıkıp, olumsuz, nefret dolu ve düşmanca bir hale geldiği açıkça ortaya çıkmıştır. Filistinlilere ve genel olarak Müslümanlara yönelik düşmanlıktan, destekleyici ve sempatik tutumlara geçişin sebebi, Yahudilerin insan fıtratının tüm sınırlarını aşan ve artık hiçbir gerekçeyle anlaşılamayacak olan vahşi uygulamalarıdır. Bu yüzden “anlatı”, “anlatının değiştirilmesi” veya “tersine çevirme anlatısı” ifadeleri Arap, Batı ve uluslararası medyada ve insanların konuşmalarında ve yazılarında yaygınlaşmıştır.

Nitekim Gazze savaşından kısa bir süre sonra Batı ve dünya kamuoyunda Yahudi varlığına ve uygulamalarına ilişkin devrim niteliğinde bir değişim başlamış ve Avrupa ve ardından Amerika'nın gözünde tehlikeli bir boyuta ulaşıncaya kadar giderek güçlenmiş ve belirgin bir hal almıştır; çünkü Yahudi varlığı ve ordusu, onların stratejilerinde temel ve sabit bir rol oynamaktadır.Başlangıçta bu savaş, onlarca yıl boyunca Batı halkları arasında yayılan ve kök salan anlatılar ve kıssalar nedeniyle Batılı halkların desteğini almıştı; çünkü bu anlatılar, Batılıları insanlık için kahramanlar ve rol modeller olarak, Arap ve Müslümanlar gibi düşmanlarını ise aşırılıkçılar, teröristler, saldırganlar ve  Batı'ya ve Yahudilere karşı kin besleyen kişiler olarak tasvir ederken Yahudilerin Araplar ve Filistinliler tarafından tehdit edilen ve onlardan dolayı sürekli korku içinde olan kişiler olarak tasvir ediyor, İslamofobiyi kışkırttığı gibi İslami olan her şeye karşı nefret ve kini körüklüyordu.

Ardından Batılılar arasında bu anlatıları çürütmek için Amerika ve Batı'nın desteklediği Yahudilerin uygulamaları geldi. Çünkü somut tanıklıklar anlatılardan daha güçlüydü. Aslında somut tanıklıklar, gerçekleri ispat etmenin temeli ve anlatıların sıhhati ve haberlerin doğruluğu için ölçülerdir. Bu nedenle bu savaşın sonuçlarından biri, duyguları harekete geçirmesi, hisleri uyandırması ve zihinleri soru ve şüpheler uyandırmaya yöneltmesiydi:Miras aldığımız ve tutumlarımızı üzerine inşa ettiğimiz bu yalan mefhumlar nelerdir?Kalplerimize hakim olan bu aldatmaca nedir?! Peki doğumumuzdan bugüne kadar bizleri bu yalan bilgiler ve aldatıcı anlatılarla dolduranlar kişiler kimlerdir ve neden?

Nitekim bu gerçekleşti ve otomatik olarak Batı'daki halkın tutumlarının Müslümanların lehine değişmesi, çok sayıda Batılının İslam'a girmesi ve yöneticilerinin sorgulamaları açısından iyi ve ümit verici sonuçlara yol açmıştır. İslam ile Batı arasındaki en önemli çatışma cephelerinden biri işte budur. Bu nedenle bu, fikri ve siyasi hedefler için mümkün olan en yüksek seviyede yatırım yapılması gereken bir fırsattır. Dolayısıyla bu yatırımın, fikri ve siyasi değişim faaliyetlerini mümkün kılan söylem ve kaynaşmayı gerçekleştirmek için çeşitli uzmanlıklar ve ilişkiler alanlarında Müslümanların davet, fikri ve ilmi enerjilerine ihtiyacı olan yöntemleri vardır.

Dolayısıyla bu çatışmada önemli bir farka, yani hem İslami hem de Batılı mefhum ve tutumların belirleyicilerine dayanan bir farka dikkat etmek gerekir; İslam, mefhumlar oluşturmaya ve tutumlar belirlemeye yönelik anlatılara ve kıssalara dayanmaz; aksine İslam, mefhum ve tutumları belirlemenin temeli olan aklî burhanlara ve delillere dayanır.Nitekim bu, medeniyeti burhanlara veya delillere değil de, geleneklere, miraslara ve çıkarlara dayalı uzlaşmaların, orta yol çözümlerin ürünü olan Batı'dan farklıdır. Bunun için Batı, kahramanlıklar, büyüleyici hikâyeler ve tekrarlanan masallar uydurarak hilelere başvuruyorlar. Böylece üzerinde oldukları şeye razı olan ve ona uyan toplumlar ortaya çıkmıştır; tıpkı peygamberlerine karşı çıkarak şöyle diyen kavimler gibi: بَلْ وَجَدْنَا آبَاءنَا كَذَلِكَ يَفْعَلُونَHayır” dediler, “fakat biz atalarımızın da böyle yaptığını gördük ve bunu benimsedik.” [Şuara 74]إِنَّا وَجَدْنَا آبَاءنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّقْتَدُونَBabalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız, derlerdi.” [Zuhruf 23] Dolayısıyla İslami düşüncenin köklü belgeleriyle Batı düşüncesinin yüzeysel ve kırılgan belgeleri arasındaki bu fark, Batı toplumunun yapısını parçalamak, bağlarını zayıflatmak ve çocuklarını, mefhumlarını, anlatılarını ve devletlerini yeniden düşünmeye sevk etmek için kullanılmalıdır.

Batı toplumları kimliklerini ve bağlarını güçlü bir hale getirmek için anlatılardan vazgeçemezler.Örneğin İsveç'teki Stockholm Üniversitesi araştırmacılarından Susan Olsson, "Hizb-ut Tahrir'in Ütopik (İdealist) Batı Karşıtı Hilafet Anlatısı" başlıklı çalışmasında İslam ile Batı arasındaki çatışmayı bir anlatılar çatışması olarak tasvir etmiş ve Hizb-ut Tahrir'in fikirlerini Batı anlatısına karşı bir anlatı olarak sunmuştur.Anlatının önemi ve özelliklerine ilişkin söylemleri arasında şunlar yer almaktadır: “Anlatı, yalnızca bir öykü değildir, aksine sistematik ve tutarlı bir bütünlük oluşturan birçok öyküden oluşur... Anlatı, şu şekilde tanımlanır: Birbirine bağlı ve ardışık olarak düzenlenmiş öykülerden oluşan tutarlı bir sistemdir; yani şu şekilde tanımlanır: Konuların ve toplumsal gerçekliğin inşası yoluyla anlam üreten bir söylemdir... Yani [o], belirli bir kültürde derinlemesine kök salmış tarihe yönelik geçici bir anlatıdır.” Batı metinleri, aynı zamanda anlatıları hakkında: “Siyasi anlatılar son derece etkili araçlardır; zira bunlar, bireylere karmaşık bir dünyayı anlamaları için güç verirler...Kaybolmuş ve kafası karışmış olanlara rehberlik ederler. Tekrarlandıklarında ve büyük bir coşku ve yoğun bir duyguyla harmanlanarak anlatıldıklarında güçlerinin artırır... İnsan doğası gereği, dünyaya farklı bir açıdan bakmak için kullandığı yeni gözlüklermiş gibi dünyaya bakış açılarını yeniden şekillendiren bir öyküye bağlanma eğilimindedir.”

Burası, Batı toplumları için anlatıların önemini daha fazla açıklamaya izin vermiyor ama bu, kesin olan bir şeydir.  Bu nedenle bu konuda İslam ile Batı arasındaki fark ile bu konudaki anlamlı çatışma meseleleri veya konuları üzerinde durmak çok önemlidir.

Hikâye ve öyküleri de kapsayan anlatılar,belirli mefhumları, eğilimleri ve özlemleri pekiştirmek ve ihtiyaçlar nedeniyle dini, siyasi veya ulusal bağlılıklar ve bağlar üreten ve daha sonra bir kimlik yaratan fikri bir bağ oluşturmak amacıyla bir araya gelmek için genellikle bir grup, toplum veya ulus içinde yayılan ve olaylar, değerler veya karakterler etrafında dönen eserlerdir.Daha sonra kimlik, ona bağlı kahramanlıkların ve onurlu duruşların görüntüleri ile süslenerek ve ona çekici anlamlar eklenerek pekiştiriliyor, böylece de ona olan bağlılık pekişip güçleniyor. Bunlar, grup için bir bağ, sadakat ve birleşik bir kimlik oluşturmayı hedefleyen anlatılardır.Bu tür anlatılara olan ilgi tüm dünyada mevcuttur; ancak bu, Batı için gerekli bir ihtiyaçtır; çünkü Batı ülkeleri, ikna edici fikri bir temele dayanmayan ve güçlü ve istikrarlı bir kimlik yaratmak için sağlam bir temele sahip olmayan kapitalist sistem temelinde yaşamaktadır.

Şüphesiz anlatılarda doğru olan ve aktarılan şeyler vardır; tıpkı savaş haberlerinin, şiirlerin ve dikkat çekici olayların aktarılması gibi. Ancak bunlar, bağı, kimliği ve bunların devamlılığını pekiştirmek için yeterli değildir; bu yüzden onlar, değiştirmek ve tahrif etmek için bunlara müdahale ediyorlar ve hiçbir kökeni olmasa da ihtiyaç duydukları ve kendilerine uygun olanları tevil ediyorlar; böylece de hiçbir kanıtı olmayan kahramanlıkları, başarıları, insani davranışları, değerleri ve onurlu duruşları kendilerine atfediyorlar. Böylece de anlatıları çarpıtıp başka anlatılar uyduruyorlar, aralarındaki yenilgi ve utanç verici öyküleri ortadan kaldırıyorlar ve kendileri için bir kimlik ve varlık yaratmak amacıyla kendisiyle övülmeyi sevdikleri şeylerin propagandasını yapıyorlar. Bu varlığın konumu ve toplumsal bağları ne olursa olsun, bu anlatılar ortaya çıktığında nispi olarak zayıflamaya ve parçalanmaya yatkındır; bu nedenle bunların izlenmesi ve bunlardan iftira olanların çürütülmesi gerekir. Ayrıca bu varlık, fikri olarak daha sağlam ve daha sıkı bir bağ veya kimlikle karşı karşıya kaldığında çökmeye meyillidir; bu nedenle bu yüzleşmeye öncelik verilmesi gerekir. Aynı zamanda bu anlatıların ağına düşenlerin, aslında onların kurbanı olduklarını da idrak etmek gerekir. Gerçekten onlar, sağır ve kördürler; çünkü onlar, ne kadar çekici veya güzel olursa olsun bağ ve kimliğin anlatılardan gelmediği gerçeğinin ya cahili ya da farkında değillerdir. Her insanın ve toplumların tarihinde zaferler ve yenilgiler, doğrular ve yanlışlar, hak ve batıl olanlar vardır. Aynı zamanda Batı toplumuna, bağ ve kimliğin doğru kaynağının evcilleştirme, alışkanlık veya tekrarlanan hikayeler değil, bunlara karar veren fikir olduğu anlatmak gerekir. Dolayısıyla anlatılar, toplumları ve olayları anlamada ve bunlardan ders çıkarmada istifade edilen bilgilerden başka bir şey değillerdir. Bu, Müslümanların gurur duydukları ve onları büyük kahramanlıklar ve başarılar yaratmaya sevk eden anlatılara ve hikâyelere sahip oldukları gerçeğini ortadan kaldırmaz; aksine Müslümanlar, başkalarının onda birine bile sahip olmadıkları anlatı ve hikâyelere sahiptirler; ancak bu şeylerin rolü yetiştirme, eğitim ve motivasyonla sınırlı olup bu, tutumları ve olayları yaratan, tarihi ve onun anlatılarını yazan, geleceğe ve onun özlemlerine hazırlanan kimlik ve bağın kurulmasından sonra gelir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Mahmud Abdulhâdî

Devamını oku...

Allah’ın İzniyle Kaçınılmaz Olarak Yok Olacaksınız ve Sizin İçin Bir Kurtuluş Da Olmayacaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Allah’ın İzniyle Kaçınılmaz Olarak Yok Olacaksınız ve Sizin İçin Bir Kurtuluş Da Olmayacaktır!

Haber:

Yahudi varlığının Göçmenlik Bakanlığı, çökmekte olan bir devletten kaçan 45.000 Yahudi'nin acil göçünü simüle eden bir askeri tatbikat düzenliyor. (El Cezire)

Yorum:

Çöküş ve yok oluşun düğümü, kurulduğu andan bugüne kadar Yahudi varlığını takip etmeye devam etmektedir; zira halk ve resmi makamlar bunun farkında olduğu gibi aynı şekilde onun arkasındaki tüm taraflar, Yahudi varlığının bölgedeki varlığının doğal olmadığını, aksine bunun İslam ümmetinin gaflet içinde olduğu bir anda bir sızma ve sinsilik süreci olduğunun da farkındadırlar.

Ayrıca iki gözü olan herkes için, Yahudi varlığının bugüne kadar varlığını sürdürmesinin kendi zati gücüyle olmadığı, aksine ülkelerimizdeki sömürge politikalarını uygulayan uluslararası güçlerin tam ve sürekli desteği ve ülkelerimizdeki, özellikle de mübarek topraklara yakın ve onu çevreleyen ülkelerdeki iktidar rejimlerinin tam koruması ve himayesi sayesinde olduğu açıkça ortadadır.

Alimleri, entelektüelleri, politikacıları, medya figürleri, gençleri ve bunların öncesinde silahlı kuvvetlerinden oluşan tüm canlı güçleriyle İslam ümmetinden talep edilen, başta İslam akidesi, vahdeti ve büyük insani ve maddi kapasiteleri olmak üzere güçlü yanlarının farkına olmasıdır. Ayrıca hastalığın nüksetmesine ve zayıflamasına yol açan sebeplerini de idrak etmesi gerekir; bu sebeplerin en önemlisi ve en öne çıkanları, göğsümüze çöreklenen rejimlerdir. Dolayısıyla bu, Filistin'i kurtarmaya ve suçlu Yahudi varlığından kurtulmaya yönelik çabalarımızda samimi olduğumuzda, bu rejimlerden kurtulmamız gerektiğini vurgulayan samimi bir çağrı ve nasihattir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halid Said

Devamını oku...

Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Bunun İslam Ümmeti Üzerindeki Etkileri!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Trump'ın Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Bunun İslam Ümmeti Üzerindeki Etkileri!

Haber:

ABD'nin 5 Aralık 2025 Cuma günü yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi, Çin ile ticaretin dengelenmesi ve Çin'in Tayvan'ı ele geçirmesinin engellenmesi çağrısında bulunmaktadır.  Ancak Joe Biden'ın 2022'deki başkanlığı sırasında yayınlanan önceki değerlendirmenin aksine yeni strateji, temel olarak Çin'e odaklanmamış ve Pekin ile rekabeti ABD için en büyük meydan okuyucu olarak belirlememiştir. (El Cezire)

Yorum:

Trump'ın stratejisi, uluslararası tutumda münhasırlık düşüncesini pekiştirmek ve bu stratejiyi gerçekleştirmek için her türlü yolu kullanarak dünya halklarına ve onların zenginliklerine saldırmak olarak özetlenebilir. “Önce Amerika” olarak adlandırılan uluslararası tutumdaki münhasırlık fikrine gelince; onun strateji, Filistin ve Ukrayna meseleleriyle ilgili ilişkileri yoluyla açığa çıkmaktadır.

Filistin meselesinin durumunda, Trump'ın başkanlığı döneminde ABD, İslam ümmeti ve Filistin halkı da dahil olmak üzere çeşitli uluslararası tarafların rolünü marjinalleştirmiş ve hiçbir tarafla istişare yapmadan Filistin meselesine ilişkin kendi vizyonunu dünyaya dayatmıştır.Bu tarafların rolü, planı Trump'ın koyduğu gibi uygulamaktan başka bir şey değildir.Ukrayna dosyasına gelince; ABD, Avrupa tarafıyla, hatta Ukraynalılarla koordinasyon kurmadan, Ukrayna'daki çıkarlarını garanti altına alacak şekilde Amerika'nın ölçülerine göre savaşı sona erdirmek için Rusya ile görüşmeler yürütmektedir. Trump, kendi vizyonuna karşı çıkınca Zelenski'ye karşı kaba bir üslup kullanmış, onu azarlamış ve onu, daha sonra Amerika'nın dayattığı şeyi kabul etmeye zorlamıştır.

Dünya halklarına ve onların zenginliklerine saldırması fikrine gelince; bu, İslam ülkelerinde tiran ve diktatörlerin iktidarını destekleme ve pekiştirme, İslam ümmetine yönelik baskılarını sürdürme, İslam ümmetinin nefesini kesme ve onun Batı sömürgeciliğinden kurtulmasını ve Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti’nin kurulmasını engelleme politikasında açıkça ortaya çıkmaktadır. Trump'ın petrol ve para zengini ülkelere yaptığı periyodik baskınlar ve sırtında altın dolu keselerle ülkesine dönmesi, İslam ülkelerinin zenginliklerinin yağmalanmasının klişe bir görüntüsü haline gelmiştir.

ABD'nin yeni güvenlik stratejisi, Biden yönetiminin Çin'e odaklanmasından ve onu kontrol altına almaya yönelik agresif politikasından, temel bir dönüşü temsil etmektedir. İslam ümmetinin kalbindeki bölgeye, yani Orta Doğu'ya ve İslam'a giderek daha fazla odaklanılmaktadır; zira Stratejinin 28. Sayfasında şöyle geçiyor: "Ortadoğulu ortaklar, ABD politikasının teşvik etmeye devam etmesi gereken bir eğilim olan köktencilik ve radikalizmle mücadele konusundaki bağlılıklarını ortaya koyuyorlar" ve "Radikalizm veya köktencilik" teriminin kullanılması, daha önce "aşırılıkçılık" ve "terörizm" terimlerine yapılan vurgunun yerini alan yeni bir vurgudur.”Amerikan derin devleti için radikalizm, devrimci değişim ve Hilafet ile bağlantılı bir fikri temsil etmektedir.ABD Dışişleri Bakanı, 2 Aralık 2025 tarihinde bu terimi bu anlamda kullanarak şöyle demiştir: “Radikal İslam, amacının sadece dünyanın bir kısmını işgal etmeye ve küçük Hilafetlerine razı olmadığını göstermiştir; onlar doğaları gereği devrimci oldukları için genişlemek istemektedirler.”

Orta Doğu'daki sömürgeci Batı'nın ajanlarına gelince; Trump'ın radikalizmle savaşında ona yardım etmek için hiçbir çabadan kaçınmıyorlar.Bu nedenle Müslümanların başındaki yöneticiler, İslam beldelerinde Amerikan sömürgesini pekiştirmek için yürütülen geniş kapsamlı kültürel, hukuki ve siyasi kampanyanın bir parçası olarak, Hilafet projesi de dahil olmak üzere İslami siyasi ifadelere yönelik gözetimlerini ve baskılarını fiilen artırmışlardır. Ayrıca strateji, Orta Doğu'nun Washington için önemli olmasının nedenlerini açıkça belirtmekte ve şöyle demektedir: “Amerika'nın, Körfez enerji kaynaklarının açık bir düşmanın eline geçmemesini, Hürmüz Boğazı'nın açık kalmaya devam etmesini, Kızıldeniz'in seyrüsefere elverişli olmaya devam etmesini, bölgenin Amerikan çıkarlarına veya Amerikan vatanına karşı terörizmin kuluçkası veya ihracatçısı haline gelmemesini ve Yahudi devletinin güvenliğinin devam etmesini sağlaması her zaman temel çıkarları olacaktır.”

Orta Doğu'nun, muazzam enerji kaynaklarına, ticaret ve deniz gücü için önemli su yollarına ve sömürgeci Amerika'ya ve İslam ümmetinin kalbinde bulunan gelişmiş askeri üssüne, yani Yahudi varlığına karşı çıkan popüler bir tabana sahip olduğu kesindir.Bu nedenle Müslümanların, sömürgeci Amerika'dan kurtulmalarını engellemeye yönelik girişimde dinlerine yönelik artan saldırıyla karşı karşıya kalması beklenmektedir; buna ek olarak Yahudi varlığıyla normalleşmek ve ona yönelik saldırıları önlemek için Müslüman silahlı kuvvetlerinin kullanılması yönünde baskı da söz konusudur.

Normalleşme alanıyla ilgili olana gelince; strateji, normalleşme kapsamının sadece Orta Doğu ile sınırlı olmadığını, aksine tüm İslam dünyasını kapsadığını açıkça belirtmektedir. Zira 29. sayfada şöyle geçmektedir: “İbrahim Anlaşmalarının bölge ülkeleri ve İslam dünyasındaki diğer ülkeleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi konusunda açık bir çıkarımız vardır.” Dolayısıyla Amerika'nın İslam'a karşı savaşı sadece Ortadoğu ile sınırlı değildir, aksine Endonezya'dan Fas'a kadar tüm Müslüman ülkelerini kapsamaktadır!

Ey genel olarak Müslümanlar ve özel olarak da güç ve kuvvet ehli!

Trump, dininize ve ülkenize karşı savaşı tırmandırma beyanını da içeren güvenlik stratejisini açıklamıştır. Trump sizin muazzam kaynaklarınızın ve dininize geri döndüğünüzde Amerika'ya meydan okuyabileceğinizin gayet farkındadır. Nitekim o, niyetini açıkça ortaya koymuş ve size karşı yeni girişimlerde bulunmaya başlamıştır; peki ya sizin cevabınız nedir?! Ülkemizden sömürgeci Amerika’yı kovmak ve ülkenizi, askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve hukuki olarak sömürgecinin her türlü şekillerinden kurtarmak hayrın da ötesinde bir hayırdır.  Bu ise ancak yozlaşmış rejimlerin ve ajan yöneticilerin kökünden sökülüp atılmasıyla gerçekleşebilir. Bu yüzden İslam ümmetinin, çıkarlarını gerçekleştirmek için çabalarını seferber etmesi, kendisi için rehber olarak Allah'ın şeriatını benimsemesi ve samimi ve bilinçli siyasi liderliğin etrafında kenetlenmesi gerekir.Sadece o zaman tüm İslam ülkeleri, kaybolmanın ve zulmün esaretinden kurtulup hidayet ve nura kavuşacaktır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَالنُّورِ الَّذِي أَنزَلْنَا وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌEy insanlar, Allah’a, Rasûlü’ne ve ona indirdiğimiz Kur’an’a iman edin! Allah, yaptığınız her şeyden hakkıyla haberdardır.” [Teğabun 8]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Musab Umeyr – Pakistan

Devamını oku...

Fransa ve İslam: Acımasız Bir Nefret Savaşı ve Sonu Bilinmeyen Bir Düşmanlık Hikayesidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Fransa ve İslam: Acımasız Bir Nefret Savaşı ve Sonu Bilinmeyen Bir Düşmanlık Hikayesidir!

Haber:

Fransa'nın Hakları Savunma Kurumu tarafından yayımlanan bir rapor, Fransa’da din temelli ayrımcılığın yükselişte olduğunu göstermiştir; zira ankete katılan Fransız Müslümanların üçte biri, bu meselenin acısını çektiğini söylemiştir. (El Cezire, 05/12/2025) 

Muhafazakar sağcı Les Républicains (LR) partisinden Fransız Senatosu'nun 29 üyesinden oluşan bir grup, siyasal İslam olarak nitelendirdikleri olguyla mücadeleye yönelik 17 öneri içeren bir rapor yayınladı; raporda, özellikle “kızların başörtüsü takması” olarak gördükleri uygulamadan küçükleri korumaya ve 16 yaşın altındaki küçüklerin Ramazan ayında oruç tutmasını yasaklamaya odaklanıldı. (Euronews)

Yorum:

Fransız milletvekili Sébastien Delogu, 03/12/2025'te Fransa Parlamentosu'nda yaptığı konuşmada, Fransa'nın yaşadığı krizleri özetlemiş ve Fransa'nın bu krizleri çözmekle meşgul olmak yerine İslam’a ve Müslümanlara odaklanmasını kınamıştır.En dikkat çekici açıklaması şu şekildedir: “Fransa'daki yumurta kıtlığının sorumlusu İslam mı? Tahtakurularını toplu taşıma araçlarına Müslümanlar mı yaydı? Fransız Cumhuriyeti'ni tehdit eden şey, Müslüman kadınların taktığı başörtüsü mü? Bakan Manuel Valls'ın açıkladığı gibi antisemitizm, tarihsel ve temel olarak İslam dünyasından mı gelmiştir?”  Aynı söz ve saçmalıkların Fransız bakanlar ve medya kuruluşlarının "bekçi köpekleri" tarafından da dolaşıma sokulduğu, Fransızların soğuk hava dalgaları altında temel gıda, barınma ve vücutlarını ısıtma ihtiyaçlarını karşılayamadıkları ve kendilerini güvende hissetmedikleri eklemesinde de bulunmuştur.

Fransa, İslam ile küfür arasında devam eden savaşı tercüme eden bir örnek olup bu akidevi çatışma, istenilen değişim gerçekleşinceye ve Allah'ın emri gelinceye kadar devam edecektir.Müslümanları eritmekten ve laik sisteme entegre etmekten aciz kalması ve İslam düşüncesini ortadan kaldırmada başarısız olması onu, terörizm ve aşırılıkçılık olarak nitelendirmesine yol açmıştır; bu nedenle çağrıda bulunduğu tüm özgürlükleri terk etmiş, ideolojisine ve fikirlerine aykırı olan her türlü diyaloğu engellemiş ve Müslümanların kendi topraklarında yaşaması karşılığında İslami mefhumlarını terk etmeye ve dinlerinden vazgeçmeye zorlayan kanun ve yasaları dayatarak güç, kısıtlama ve tahakküm yöntemi benimsemiştir.

Macron hükümetinin kendisi için çabaladığı bu Fransız İslam’ı, özellikle İslam'a karşı eski ve yenilenen bu Fransız düşmanlığı, bu İslami uyanışla birlikte özelliklerinin hiçbir belirsizlik olmaksızın açıkça ortaya çıkmasının yanı sıra eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve laik tarafsızlık gibi iddia ettikleri şeylerin bir serap olduğunun ifşa olması ve İslam'ın bir öcü ve Batı'nın da bir kurban olduğu imajının Gazze'deki olaylarla birlikte felç olması nedeniyle gün yüzüne çıkamayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Durra El-Bakuş

Devamını oku...

SAYI 577 Çıktı - Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi El-Raye Gazetesi

 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi

El-Raye Gazetesi Yeniden Yayında

 

Biz, Hizb-ut Tahrir Medya Ofisi olarak takipçilerimiz ve Merkezi Medya Bürosu Web Sayfası misafirlerimize, Hizb-ut Tahrir tarafından 1954 yılında başlatılan El-Raye Gazetesinin tekrar yayına başlatılmasını duyurmaktan gurur duyarız. Karanlık ve zorba rejimlerin baskısı sonucu haftalık yayınlanan gazete durdurulmuştu. Şimdi Hizb-ut Tahrir El-Raye Gazetesini Allah’ın izniyle tekrar başlatacaktır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER