Cumartesi, 07 Recep 1447 | 2025/12/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Seçimler ve Seçme Yanılsaması!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Seçimler ve Seçme Yanılsaması!

Seçimler gerçekten de halkın karar alma sürecine katılımına izin veriyor mu, yoksa sadece elitlerin yönetimini meşrulaştırmanın bir yolu mudur? Her birkaç yılda bir kağıtlarımızı sandıklara koyuyoruz, bir anlık egemenlik duygusu yaşıyoruz, sonra da gerçekliğe geri dönüyoruz.

Birçokları, İslam beldelerinin zayıflığının nedeninin, demokrasi ve yönetim değişiminin olmadığı gibi seçimlerin sadece bir formalite olmadığını ve Amerika gibi gelişmiş ülkelerin, halkının kendi iradesine göre karar veren ülkeler olduğunu sanmaktadır. O halde gelin “kendi kararına sahip olan” Amerikan halkının durumuna üç örnek üzerinden bir bakalım:

1- Sağlık hizmeti

Halk: Yıllardır, Amerikalıların ezici çoğunluğunun (bazı anketlerde %70'e varan oranlarda) kapsamlı sağlık sistemini veya en azından indirimli fiyatı olan kamu seçeneğini destekledikleri orta çıkmıştır.

Gerçeklik: Amerikan sağlık sistemi, dünyanın en pahalı ve gelişmiş ülkeler arasında en karmaşık ve adaletsiz sistemi olmaya devam ediyor. Bu, fiyatı 300 dolara ulaşan insülin gibi hayati önem taşıyan ilaçları da kapsamaktadır. Zira şirketler, özellikle eğer hastalık ölümcülse, insanların ilaç için ellerinde ne varsa ödeyeceklerini biliyorlar.

2- Askeri sanayi

Halk: Anketler, Amerikalıların çoğunun askeri harcamaların azaltılarak eğitim ve altyapı gibi yerel hizmetlere finanse edilmesini desteklediklerini ortaya koymaktadır.

Gerçeklik: Askeri bütçeler sürekli olarak artıyor ve Amerika, doğrudan varoluşsal bir tehdit olmamasına rağmen şu anda askeri bütçe konusunda dünyada birinci sırada yer almakta ve orduya, on ülkenin toplamından daha fazla harcama yapmaktadır. Gazze'ye yönelik saldırılarının başlangıcından bu yana Yahudi varlığına verilen askeri destek, yerinden edilmiş tüm insanların barınması ve Amerika'daki sağlık ve eğitim hizmetlerinin sağlanması için yeterlidir.

3- İfade özgürlüğü

Halk: Son iki yılda, Gazze'yi ve Amerika'daki Latin kökenli sakinlerin haklarını destekleyen hareketler ortaya çıkmıştır.

Gerçeklik: Batı'nın eşcinsellik ve benzeri konularda ifade özgürlüğünü savunmasına rağmen, ifade özgürlüğü ekonomik ve siyasi çıkarlarla iç içe geçmiş olup hükümet ise gösterileri dağıtmaya ve göstericileri tutuklamaya yönelmiştir.

Eğer ezici çoğunluk, elitlerin çıkarlarıyla çatıştığında günlük yaşamlarını etkileyen tek bir kararı bile değiştiremiyorsa ve özgürlükler ilk gerçek sınavda ortadan kayboluyorsa, o halde yönetimin halka ait olduğunu nasıl söyleyebiliriz?

Bu durumda seçimler karar alma sürecine katılıma izin vermemektedir. Asıl sorun, seçimlerin gerçek mi yoksa hileli mi olduğu ya da iktidarın değişip değişmediği değil, aksine verilen iktidarın miktarıdır. İşte bu, temsili demokrasideki temel bir sorundur: zira temsili demokrasi, insanlara herhangi bir referans olmaksızın tam yasama hakkı vermekte, dolayısıyla geçici bir insan grubuna (seçilmiş hükümet), seçim gününden sonra hızla unutan “halkın iradesi” adına sağlık yasalarından özgürlükler sınırlarına kadar her şeyi değiştirmesi için neredeyse mutlak bir yetki vermektedir.

Bu durum ölümcül bir çelişki yaratmaktadır; zira milletvekilleri, seçmenlerinin isteklerini uzun vadede yerine getirmek zorunda değillerdir ve aynı zamanda herhangi bir yasayı değiştirme gücüne de sahiptirler; bu da finansörlere veya baskı gruplarına (lobi) kapı aralamaktadır ki bunların en ünlüsü Siyonist lobi kuruluşu "AIPAC"tır; zira devasa miktarda seçim finansmanı (bir seçim döneminde 30 milyon Dolardan fazla), doğrudan baskı ve hazır yasa taslaklarının sunulması yoluyla, ABD Kongresi'nin -her iki partiden olan- üyeleri, genellikle seçmenlerinin isteklerine aykırı olarak bu politika lehine defalarca oylar kullanmıştır.

إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ
Şüphesiz ki bir kavim, kendini nefsini değiştirmedikçe; Allah da onları değiştirmez.” [Rad 11]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdurrahman Şakir - Mısır

Devamını oku...

Tacikistan, Zilletin ve Köleliğin İçinde Boğulmaktadır!

Haber-Yorum

Tacikistan, Zilletin ve Köleliğin İçinde Boğulmaktadır!

Haber:

Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman, 16 Aralık 2025 tarihinde Tacikistan Yüksek Meclisi’inde (Parlamento) yaptığı yıllık konuşmasında, ülkenin iç ve dış politikası, ekonomik göstergeleri ve önemli diğer dosyalarla ilgili temel konuları ele aldı ve ayrıca şunları söyledi: Sadece camiler inşa etmek yeterli değildir, hurafelerle de ilerlemeyeceğiz. (Tacikistan Ulusal Haber Ajansı “Khovar”)

Yorum:

Tacikistan 1924 yılında Sovyetler Birliği'ne katılmış olup bundan önce Müslüman bir bölgeydi. 1991 yılında de bağımsızlığını kazarak bağımsız bir devlet oldu.

Tacikistan, dini yönetimden ayıran laik bir devlettir ama halkının büyük çoğunluğu Müslümandır. Nüfusu 10,8 milyondur.Tacikistan’da, ilkokul, ortaokul ve lise seviyelerinde yaklaşık 781 okul bulunmaktadır. Mesleki eğitim sistemi, yaklaşık 65 temel mesleki eğitim kurumu ve 88 ortaöğretim mesleki eğitim kurumu/yüksekokulunu içermektedir.Ülkede yaklaşık 47 üniversite ve yükseköğretim kurumu bulunmakta olup, bu kurumlarda 214.000'den fazla öğrenci eğitim görmektedir.Tacikistan, gerek Sovyetler Birliği’ne katıldığı döneminde gerekse bağımsızlığından sonra Müslüman çocuklara, ateizm ve evrim teorisine dayalı eğitim vermeye devam etmiştir.

Bağımsızlığını kazandığı günden bu günümüze kadar her yıl yaklaşık bir buçuk milyon kişi göçmen işçi olarak çalışmak üzere Rusya'ya gitmekte ve bunların çoğu en zor işlerde çalışmaktadırlar. Tacikistan'daki yükseköğretim kurumlarından mezun olanların büyük çoğunluğu, uzmanlık alanlarında iş fırsatı bulamadıklarından dolayı bir köle gibi çalışmak üzere Rusya'ya gitmek zorunda kalmaktadırlar.

Tacikistan'da yaklaşık 4000 cami bulunmaktadır.Cuma namazlarının kılındığı camiler ise, 44'ü merkezî cuma camisi olmak üzere yaklaşık 366 camiye ulaşmıştır. Camilerin inşası için hiçbir ödenek ayrılmamaktadır. Bu nedenle Müslümanlar, camileri inşa etmek için kendileri para toplayıp çaba göstermektedirler.

Tacikistan her yıl, yeni yıl ve Nevruz gibi gösterişli ve lüks küfür kutlamaları için muazzam miktarlarda para harcamakta ve bu masraflar insanlara açıklamamaktadır. Örneğin sadece 2013 yılında bu etkinliklere yaklaşık 88 milyon Dolar harcadığını açıklanmıştır. Oysa yerel bir mahallede (bölgede) bir cami inşa etmek için 20.000 Dolardan daha az para harcanmaktadır. Mevcut zamanda ülkede bulunan camiler, hem sayı hem de kalite açısından sakinlerin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli değildir. Oysa 88 milyon Dolarla kaç tane cami inşa edilebilirdi acaba?

Milyonlarca Müslümanların evladına ateizmi ve evrim teorisini öğretmek, onları göçmen işçi haline getirmek ve paralarını küfür kutlamalarına harcamak, ilericilik mi sayılıyor? Camiler inşa etmek ve camilerde ibadet etmek hurafe mi sayılıyor?!

Müslümanlara saf akidelerini öğretecek, onları göçmen işçiler olarak değil de onurlu kişiler olmaları için yetiştirecek ve Müslümanların paralarını İslam'ın izzeti ve onların kalkınması için harcayacak bir yönetici nasbetmenin zamanı gelmedi mi?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Hadi

Devamını oku...

Dünya İslam Birliği’nin İftirası!

Haber-Yorum

Dünya İslam Birliği’nin İftirası!

Haber:

Dünya İslam Birliği, Avustralya'nın Sidney kentinde meydana gelen "terörist" saldırıyı şiddetle kınadığını ve eleştirdiğini ifade ederek, Genel Sekreterliği tarafından yayınlanan resmi bir açıklamada, dürtüleri ve gerekçeleri ne olursa olsun her türlü şiddet, terörizm ve aşırıcılığı reddetme konusundaki kararlı ve sarsılmaz tutumunu teyit etti. (Ajanslar)

Yorum:

Bahsi geçen açıklama, olay hakkında hüküm vermede hikmetli ve dengeli bir konuşma kullanarak okuyucuyu yanıltmaya çalışmakta ve Birlik içindeki her şeyhin bildiği şerî gerçekler göz ardı edilmekte ve olayla ilgili açık siyasi gerçekler inkar edilmektedir. Oysa iki husus için de (şerî gerekçeler ve siyasi gerçekler) şerî hükmün menatının tahkiki gereklidir. Zira bunlar, bir Müslümanın üzerine tutumunu inşa ettiği bir temeldir. Oysa Birlik açıklamasında, “bu eylemler suç teşkil ettiğini, masum insanları hedef aldığını, güven içinde olanları korkuttuğunu, dolayısıyla tüm dini değerlere, insani normlara ve uluslararası kanunlara aykırı davrandığını” vurgularken, hedef alınanların Yahudiler olduğunu, Yahudi varlığına mensup olup onun dinini benimsediklerini, onların çoğunun Yahudi varlığının dinsizleri olduğunu, onun vatandaşlığını taşıdıklarını ve ona para, silah ve askerlerle destek verdiklerini göz ardı etmiştir. Ayrıca Yahudiler, mübarek Filistin topraklarında sabah akşam Müslümanları soğukkanlılıkla öldürüyorlar, elleri Suriye, Lübnan, İran ve Yemen gibi birçok İslam ülkesine uzanarak öldürme, bombalama ve yıkım faaliyetlerinde bulunmalarının yanı sıra onların devletleri dünyanın çeşitli ülkelerinde hiç durmadan suikastlar düzenlemektedir ki bu suikastların en sonuncusu Kinane Mısır'daki bir Mısırlı mühendise yönelik suikasttır. Peki bu suçluların, varlıklarının gerçekleştirdiği bombalama alanlarından uzak Sidney sahillerinde güzel vakit geçirmek, dinlenmek ve çok tanrılı ritüellerini gerçekleştirmek için gitmeleri, iddia edildiği gibi onları masum ve güvende mi kılmaktadır?! 

El Hak Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِهِ Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misli ile ceza verin.” [Nahl 126] Ve şöyle buyurmuştur: وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ Ey akıl sahipleri! Sizin için kısasta hayat vardır.” [Bakara 179] Ve Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: الشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌ فَمَنِ اعْتَدَىٰ عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَىٰ عَلَيْكُمْHaram ay, haram aya karşılıktır. Hürmetler (saygı gösterilmesi gereken şeyler) kısas kuralına tabidir. Kim size saldırırsa siz de onun size saldırısının misli ile ona saldırın.” [Bakara 194]Bütün bu nasslar ve diğerleri, bir Müslüman için asıl olanın zulüm altında gecelememesi olduğunu, kanının, malının ve şerefinin intikamını alma konusunda tüm hakka sahip olduğunu ve düşmanlarına, onların Müslümanlara davrandıkları gibi davranma hakkına sahip olduğunu teyit etmektedir. Yani eğer onlar bizim kadınlarımızı öldürürlerse, biz de onların kadınlarını öldürürüz. Eğer onlar bizim çocuklarımızı öldürürlerse, biz de onların çocuklarını öldürürüz. Yani onların kadınları ve çocukları, eğer bizim kadınlarımızı ve çocuklarımızı öldürürlerse onların kanı masum değildir. Bu, şerî ilim talebesi olan herkesin bildiği fıkhi bir kaidedir. Bu kaide, Birliğin şeyhlerinden ve diğerlerinden ilim aldığını iddia eden herkes tarafından da açıkça bilinmektedir. Ayrıca bu, uluslararası örfü referans gösteren Birlik de dahil olmak üzere uluslararası ve küresel bir örftür.

İnsanları dinleri konusunda aldatan saray mollaları, Yahudiler de dahil olmak üzere Batı toplumlarının güvenliğini ve emniyetini sağlamak için koşturan Müslümanların başındaki ajan yöneticilerle aynıdır.Zira bu alimler, şeriata aykırı fetvalar vermek için koşturuyorlar ve kafirlere Müslümanlar aleyhine yol veren ve kafirlerin kanını Müslümanların kanından daha değerli ve daha üstün gören utanç verici bir tutum sergiliyorlar, kâfirlerin güvenliğini ve emniyetini kutsal sayıyorlar, çocuklarımızı ve kadınlarımızı bundan mahrum bırakıyorlar. Böylece onların hali, Firavun'un Haman’ının hali gibi olmuştur!Ayrıca onlar, mübarek Filistin topraklarındaki mazlum Müslümanları, efendileri yöneticilerinin ve korkak ordu komutanlarının yüzüstü bıraktıkları gibi yüzüstü bırakmakla yetinmediler; aksine daha da ileri giderek, Haçlı ülkelerin ve askerlerinin güvenliğini ve emniyetini korumak için fetvalar yayınlayarak Allah'ın dinini iftira attılar ve Haçlı ittifakını oluşturan bu devletlerin, dünyanın çeşitli ülkelerindeki Müslümanları öldüren, yakan, yok eden ve yağmalayan kimseler olduklarını görmezden geldiler.Tüm bu suçları Müslümanların ülkelerinde işlemek caiz oluyor da, kendi ülkelerinde işlemek haram mı oluyor?!Eğer güvenlik ve emniyet şeriatın maksatlarındansa ki öyledir, o zaman bunlar herkes için olmalıdır; eğer öldürmek ve yok etmek Haçlı ittifakının diniyse, o zaman yaptıklarının bir kısmını tatsınlar ki belki bu onları caydırır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden Bir Heyet, Gadarif’teki Bekir Nazırlığının Reisiyle Görüştü

Hilafetin H. 1342 Recep ayında yıkılışının yıldönümünü anma etkinlikleri çerçevesinde, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti’nden bir heyet, Gadarif şehrinde Bekr Nezâreti Nâzırı Seyfü’d-Devle el-Haydar et-Tâhir Bekr ve Nâzır Vekili et-Tâhir Haydar et-Tâhir Bekr ile nezaretin merkez divanında bir araya geldi. Heyete, Hizb-ut Tahrir Sudan Vilayeti Encümen üyesi Üstad Muhammed el-Hasen Ahmed başkanlık etti. Hizb-ut Tahrir üyeleri üstat Muntasır Kerrâr Muhammed ve üstat et-Taleb Muhammed Ahmed de kendisine eşlik ettiler.

Hasbi halin ardından heyet başkanı, Hilafetin yıkılışından ve bunun İslam Ümmeti üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsetti. Amerika’nın ülkemize müdahalesinin ve yerli hainlerin işbirliğiyle ülkeyi bölme konusundaki ısrarının, çobanın yokluğunun doğal bir sonucu olduğunu belirtti. Bu sebeple Müslümanların, ülkenin parçalanmasını önlemek için Amerika’nın ve onun yerli ajanlarının planlarına karşı durmalarının farz olduğunu vurguladı. Ayrıca İslam’ı yeniden hüküm ve iktidar makamına taşımak amacıyla ellerinden gelen tüm çabayı göstererek çabalarını taçlandırmaları gerektiğini, zira bunun ümmetin bir projesi olduğunu ifade etti.

Buna karşılık Nazır da partiye teşekkür ederek İslam’ın hiçbir şeyle değişilemeyeceğini kaydetti. Partiden, bu projeyi kabilenin alt idari birimleri olan “Amudiyelere” de taşımalarını ve onlarla da temasa geçerek bu projeyi onlara da sunmalarını istedi. Nazır, halkın işlerine gösterdiği ilgiden ve halkla sürekli temas halinde olmasından ötürü partiye teşekkürlerini sundu. Heyet de Nâzır’a gösterilen ilgi, misafirperverlik ve güzel karşılamadan dolayı teşekkürlerini iletti.

Devamını oku...

Siyaset Salonu Toplantısına Davet

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Medya Bürosu, değerli basın mensuplarını, siyasetçileri ve kamusal meseleler ile ilgilenen herkesi, düzenleyeceği Siyaset Salonu toplantısının yeni bölümüne katılmaya davet etmekten memnuniyet duyar. Programın bu haftaki konuğu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü Sayın İbrahim Osman (Ebu Halil) olacaktır. Söyleşinin başlığı ise şöyle:

“Hilafetin yıkılışının yıldönümünde, onu yeniden kurmak dini bir farzdır”

Moderatör İbrahim Müşrif, Hizb-ut Tahrir Sudan Vilayeti Medya Bürosu üyesi.

Tarih: 07 Recep 1447 / 27 Aralık 2025 Cumartesi Saat: 13.00

Yer: Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Port Sudan Bürosu, El Azama Mahallesi, Stad Caddesi, Stadın Doğu Tarafı.

Devamını oku...

Avustralya’da Hizb-ut Tahrir’i Yasaklama Tehdidi

Bondi hadisesinin kurbanları henüz toprağa verilmeden, bu ülkedeki Siyonizm savunucuları kendi anlatıları üzerinde mutabakata vardılar ve kamuoyuna talepler listesini açıkladılar. Soruşturmalar henüz yeni başlamış olmasına rağmen, savaş suçlusu Netanyahu’nun talimatları doğrultusunda, bu hadisenin yalnızca “antisemitizm” perspektifinden açıklanabileceği konusunda ısrar etmektedirler.

Siyonizm savunucuları daha da ileri giderek, sorunun sadece antisemitizmle açıklanamayacağını, aksine kökleri görünüşte “radikal İslam”a dayanan daha habis bir sorun olduğunu iddia ettiler. Bu aldatıcı mantığa göre, Bondi hadisesinin sorumluluğunu ve suçunu yalnızca saldırganlara değil, bu sözde radikalizmin doğal tabanı olarak gördükleri tüm Müslüman topluluğuna yüklemek istenmektedir. Radikalizmden açıkça beri olduğumuzu ilan etmediğimiz sürece hepimiz zan altındayız demektir. Oysa Siyonizm savunucularına göre radikalizm, soykırımı kabul etmenin ve gaspçı varlığın soykırım işleme hakkını tanımanın bir sembolüdür!

Geçen yaz sahte antisemitik saldırılar dalgasında tanık olduğumuz gibi, Siyonizm savunucuları, Siyonizm kurbanlarını kapsam dışı bırakmak için Avustralya’daki siyasal ve hukuki yönergelerin değiştirilmesini talep etmektedirler. Amaç, Siyonistlerin hem Doğu’da hem de Batı’da kendilerine yönelik her türlü direnişi mezara gömme hayalini ve rüyasını gerçekleştirmek için, genel olarak Filistin yanlısı, özel olarak ise İslam Ümmeti eksenli faaliyetleri ebediyen susturmaktır.

Protestoları, sembolleri ve hatta sloganları yasaklama çabaları çoktan başladı bile. Başbakan, Yahudi varlığı ve onun bu ülkedeki uzantılarından gelen yoğun baskı nedeniyle onlara bir dereceye kadar cevap verme ihtiyacı hissetti. Bunu da Müslüman toplulukların alışık olduğu bir yöntemle, yani Müslümanları günah keçisi ilan ederek yaptı. Başbakan açıklamalarını ve beyanatlarını artık “radikal İslam”, “radikal vaizler”, “nefret söylemi” ve “nefret fabrikaları” gibi ifadelerle süslemeye başladı.

18 Aralık 2025’te Başbakan, Avustralya’nın egemenliği için siyasi geleceğini feda edeceğini ilan ederek, Siyonistlerin taleplerine boyun eğdi ve antisemitizmle mücadele için beş maddelik bir plan açıkladı. Bu maddeler arasında Filistin yanlısı İslami faaliyetlerin suç sayılması da yer almaktadır. Bu kapsamda, “Nefret söyleminde payı olan, şiddet veya ırksal nefreti teşvik eden örgütlerin liderlerini suç sayacak bir kriminalizasyon sistemi” geliştirme niyetinde olduğunu açıkladı.

22 Aralık 2025’te İçişleri Bakanı bu açıklamayı daha da ileri taşıyarak, başta Hizb-ut Tahrir olmak üzere İslami partileri hedef alan yeni bir hukuki çerçeve geliştirme niyetinde olduklarını duyurdu; Bakan yaptığı açıklamada, “Bu örgütler uzun zamandır şiddet kelimelerini kullanmadan bir dereceye kadar nefret söyleminde bulunmayı başardılar ve terör kovuşturmasından kurtuldular. Terör örgütleriyle uyuşmayanlar için yeni bir kovuşturma biçimi ve örgütleri tanımlama yetisi oluşturacağız... Davranışları kabul edilemez addedilmeli, davranışları yasadışı sayılmalı, davranışları örgütü tanımlamak ve Avustralya’daki faaliyetlerini engellemek için yeterli görülmelidir.” dedi.

Hizb-ut Tahrir’in bu ülkede söylediği ve yaptığı her şey tamamen yasaldır. Ancak Siyonistler bizden hoşlanmıyorlar ve yıllardır bizi yasaklatmak için yerel ve federal hükümetleri beyhude yere manipüle etmeye çalışıyorlar. Şimdiyse Bondi olaylarını, Müslüman topluluklarındaki Filistin yanlısı faaliyetleri bastırmak için eşsiz bir fırsat olarak görüyorlar.

Hükümetin bu önerisi hakkında söylenecek çok şey vardır ve önümüzdeki günlerde bunlar ayrıntılı şekilde ele alınacaktır. Şimdilik ise şu hususların altını çizmekle yetiniyoruz:

1- Avustralya’da Hizb-ut Tahrir’i yasaklama planı, ancak Başbakan’ın işaret ettiği gibi iki katmanlı bir hukuk sisteminin getirilmesiyle mümkün olabilir. İçişleri Bakanı da açıkça Hizb-ut Tahrir’i yasaklamak için yasal bir temel olmamasına rağmen, Avusturalya’nın artık doğrudan Müslümanları hedef alan yepyeni bir yasal çerçeve oluşturmaya çalışacağını söyledi.

2- Hizb-ut Tahrir’i suç sayma çabaları, Siyonist taleplerin bir parçası olarak aynı zamanda tüm Filistin yanlısı faaliyetleri suç saymaktır. Böylece herkes hedef haline gelmektedir.

3- Hükümetin Hizb-ut Tahrir’i yasaklama gerekçesi; vicdan sahibi herkesi rahatsız etmesi gereken yalanlara, ırkçı stereotiplere ve İslamofobik ön yargılara dayanmaktadır.

Tüm bunlar hakkında ilerideki basın bildirilerimizde daha fazla açıklama yapacağız inşallah.

Devamını oku...

Avusturya Okullarındaki Başörtüsü Yasağı, Kız Çocuklarının Hakları Söyleminin Arkasına Gizlenmiş Salt İslam Düşmanlığından Başka Bir Şey Değildir

11 Aralık’ta Avusturya Ulusal Meclisi, 14 yaşın altındaki tüm kız çocuklarının okullarda başörtüsü takmasını yasaklayan bir yasayı onayladı. Yasa hem muhafazakâr hem de liberal partilerin ezici çoğunluğunun desteğini aldı. Yasa, yasağa uymayan kız çocuklarının çocuk koruma hizmetlerine sevk edilmesini ve ebeveynlerine 150 ila 800 avro (175–930 dolar) arasında para cezası verilmesini öngörüyor. Hükümet, yeni yasayı “toplumsal cinsiyet eşitliğine açık bir bağlılık” olarak sunmakta ve kız çocuklarını “baskıdan” korumayı hedeflediğini iddia etmektedir. Buna karşılık Liberal NEOS Partisi’nin Parlamento Grup Başkanı Yannick Shetty, başörtüsünün kız çocuklarını “erkeklerin bakışlarından koruduğu” için onlara “cinsel bir nitelik yüklediğini” ve bu yasağın “kız çocuklarının özgürlüğünü korumaya yönelik bir tedbir” olduğunu ifade etti.

Hükümete göre bu yeni yasa yaklaşık 20.000 kız çocuğunu etkileyecek ve yasa 1 Şubat 2026’da yürürlüğe girecek. Bu tarihten itibaren uyarı süreci başlayacak, kız çocukları ve aileleri kanunun yürürlüğe girdiği ve başörtüsünü çıkarmaları gerektiği konusunda uyarılacaktır. Eylül 2026’dan itibaren ise para cezaları uygulanmaya başlanacaktır.

Bu yeni düzenleme, ülkede göçmen karşıtlığı ve İslamofobinin tırmandığı bir atmosferde gündeme gelmiştir.

Okullardaki başörtüsü yasağının kız çocuklarını korumakla hiçbir ilgisi yoktur; aksine bu yasa, İslam karşıtı seçmenlerin desteğini almak amacıyla Avusturya toplumundaki Müslüman ve göçmen karşıtı duyguları istismar etme girişimidir. Basitçe söylemek gerekirse bu yasa, cinsiyet eşitliği ve kız çocuklarının hakları sloganlarıyla maskelenmiş, basbayağı yabancı düşmanlığı ve İslamofobiden ibarettir. Dahası hükümet, Müslüman kız çocuklarını, 2023’ten bu yana ekonomik durgunluk yaşayan ülkedeki kötü ekonomik gidişattan kamuoyunun dikkatini başka yöne çekmek için bir araç olarak kullanmaktadır.

Avusturyalı siyasetçilerin başörtüsünü kızlar için baskıcı olarak nitelendirmesi; ama diğer yandan Müslüman kızlara dini inançlarına uygun kıyafet giymelerini yasaklayan, inançları sebebiyle toplumda daha fazla damgalanmalarına ve ötekileştirilmelerine yol açan, karşılaştıkları ayrımcılığı ve ırkçılığı körükleyen bir kanunu dayatmaları tam bir saçmalıktır. İşte gerçek baskı budur! Ayrıca bu yasalar, Avusturya, Fransa, Belçika, Danimarka, İsviçre ve benzeri ülkelerde uygulanan başörtüsü veya peçe yasaklarının, sözde Müslüman kız ve kadınları koruma iddiasındaki liberal-laik “özgürlük” söyleminin ne denli sahte ve ikiyüzlü olduğunu da gözler önüne sermektedir. Bu özgürlüklerin, yalnızca laik yaşam tarzına uyum sağlayanlara tanındığı; İslami inançları doğrultusunda giyinmek isteyenlere tanınmadığı apaçık ortadadır! Dahası Avusturyalı ve diğer laik siyasetçilerin, başörtüsünün kızları cinselleştirdiğini iddia etmeleri; ama kendi ülkelerindeki eğlence, müzik, moda ve güzellik endüstrilerinin, ergenlik çağındaki kızları ve kadınları kâr amacıyla sistematik ve utanmazca cinsel bir obje olarak kullanması trajikomiktir, son derece gülünçtür.

Bu yasak, toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçek yüzünü ortaya koymaktadır. Bu eşitlik anlayışı, elbette Müslüman kız ve kadınların dinî inançlarını seçme ve yaşama hakkını kapsamamakta; bilakis onlara laik-liberal yaşam tarzını dayatmayı ve İslami inançlarından vazgeçirmeyi hedeflemektedir! Avusturyalı siyasetçiler sahtekârca Müslüman kızları güçlendirmek istediklerini iddia etseler de ancak başörtüsü takan kızlara neden başörtüsü taktıklarını sormamaktadırlar. Eğer sorsalardı, İslami kıyafetin; toplumdaki cinsiyetler arasında sağlıklı bir iş birliğini sağlamak, herkesin onur ve saygınlığını güvence altına almak amacıyla erkek ile kadın arasındaki ilişkiyi düzenleyen kapsamlı bir içtimai sistemin parçası olduğunu anlarlardı.

Müslümanlar olarak bu gelişme, İslam’la kökten çelişen ve dilediği an Müslümanların İslami sembollerini yerine getirme haklarını ellerinden alabilen laik sistemin ne kadar çürük bir yapıya sahip olduğunun güçlü bir hatırlatıcısı olması gerekir. Avusturya’daki Müslüman kız çocuklarını ve tüm Müslümanları, hükümetin onları dinlerinden uzaklaştırmak için başvurduğu baskı ve yıldırma yöntemleri ne olursa olsun İslami inançlarına sımsıkı sarılmaya ve zulüm karşısında farzlarında sebat edenlere Allah’ın vaat ettiği ecir ve mükâfatı hatırlamaya davet ediyoruz. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ “Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! Derler.” [Fussilet 30]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER