Cuma, 30 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Trump, Müslüman Ülkelerdeki Kukla Yöneticilerini Rezil ve Utanç Verici Bir Anlaşmaya Sürüklemekte! Onlar da Haşim Gazze’yi Vesayet ve Sömürgecilik Altına Sokmak İçin Onun Arkasında Başlarını Öne Eğmektedirler!

  • Kategori Hizb
  •   |  

Trump, Müslüman Ülkelerdeki Kukla Yöneticilerini Rezil ve Utanç Verici Bir Anlaşmaya Sürüklemekte! Onlar da Haşim Gazze’yi Vesayet ve Sömürgecilik Altına Sokmak İçin Onun Arkasında Başlarını Öne Eğmektedirler!

“Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Salı sabaha karşı, Amerika Birleşik Devletleri tarafından sunulan ve Trump’ın bölgedeki barış girişimini destekleyen karar tasarısını onaylayarak, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze planını kabul etti. ABD Başkanı Trump, Güvenlik Konseyi’nin Gazze kararı oylamasını tarihi bir an olarak nitelendirdi.” (18.11.2025 BBC) Medyada yer alan 2803 sayılı karar, esasen ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze’deki çatışmayı sona erdirmek amacıyla 29 Eylül 2025’te sunduğu 20 maddelik Gazze planının kabul edilmesi anlamına geliyor.

Söz konusu Güvenlik Konseyi kararını asıl tehlikeli kılan ise şu dört husustur:

1- (Güvenlik Konseyi) Uluslararası tüzel kişiliğe sahip geçiş yönetimi olacak bir “Barış Kurulu” kurulmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Bu kurul, Kapsamlı Plan’a uygun olarak ve ilgili uluslararası hukuk ilkeleriyle uyumlu bir şekilde, Gazze’nin yeniden inşasına yönelik çerçeveyi geliştirecek ve finansmanı koordine edecektir.

2- Arap Devletleri Birliği tarafından onaylanan, Gazze Şeridi’nde Filistinli teknokratlardan oluşan bağımsız ve apolitik bir komitenin denetlenmesi ve desteklenmesi de dahil olmak üzere, Gazze’de kamu hizmetlerini yönetmek ve günlük idareyi üstlenmek üzere bir geçiş yönetimi kurmak.

3- Güvenlik Konseyi, Barış Kurulu ile iş birliği yapan üye devletlere, Kurul’un kendisine, Gazze’de, Kurul tarafından kabul edilebilir birleşik bir komuta altında faaliyet gösterecek bir Uluslararası Geçici İstikrar Gücü (ISF) kurma yetkisi vermektedir... ISF şunları yapacaktır: Eğitimli ve seçilmiş bir Filistin polis gücünü desteklemek. Sınır bölgelerini güvence altına almak. Gazze Şeridi’nin silahsızlandırılması, tüm askeri, terör amaçlı ve saldırı odaklı altyapının tamamen imha edilmesi ve yeniden inşa edilmesine izin verilmemesi yoluyla güvenlik ve istikrarı sağlamak. Kapsamlı Plan’a uygun olarak, insanların Gazze’ye giriş ve çıkışlarını kolaylaştırmak için gerekli önlemleri almak.

4- Barış Kurulu ve bu kararla yetkilendirilen uluslararası sivil ve güvenlik varlığının, Kurul’un gelecekteki icraatlarına tabi olmak üzere, 31 Aralık 2027 tarihine kadar varlığını sürdürmesine ve ISF’nin görev süresinin uzatılmasına yönelik herhangi bir kararın Mısır, “İsrail” ve diğer katılımcı üye devletlerle tam bir iş birliği ve koordinasyon içinde alınmasına karar verilmiştir. Barış Kurulu’ndan, yukarıda kaydedilen ilerleme hakkında her altı ayda bir Güvenlik Konseyi’ne yazılı bir rapor sunması talep edilmektedir.

Ey Müslümanlar! Bu BM Güvenlik Konseyi kararına bakan bir kimse, uzun uzadıya düşünmeye dahi ihtiyaç duymadan bunun Gazze için vesayet ve sömürgecilik ilanı olduğunu anlayacaktır. Çünkü karar, bir yönetim organının (Barış Kurulu) kurulmasını öngörüyor. Bu kurul da “Uluslararası İstikrar Gücü” nü kuracak, Kurul ve onun kurduğu güç, iki yıldan fazla bir süre, yani 31 Aralık 2027 tarihine kadar varlığını sürdürecektir. Ki bu bile nihai bir sınır değildir, aksine (Konseyin daha sonra alacağı herhangi karara) bağlıdır! Dahası, Kurul ayrıca bir “Geçiş Yönetimi İdaresi” de kuracaktır ve yönetim işlerinden uzak tutmak için bu geçiş yönetimi idaresinin apolitik olmasını da şart koşmaktadır... Bununla da yetinilmemekte, bu Kurul ayrıca insanların Gazze’ye giriş ve çıkışlarını da kontrol edecektir!! Kısacası bu uğursuz karar, vesayet ve sömürgeciliğin de ötesinde bir karardır!

Ey Müslümanlar! Bu Güvenlik Konseyi kararı gökten zembille inmedi! Bu, Trump’ın, Müslüman ülkelerdeki uşak yöneticilerin onayıyla pişirdiği bir plandır. Her şey, Trump’ın 23 Eylül 2025’te, BM Genel Kurulu sırasında “en önemli toplantım” diyerek Suudi Arabistan, BAE, Katar, Mısır, Ürdün, Türkiye ve Endonezya’yı bir araya getirmesiyle başladı. Trump o toplantıda, bu liderlerin önüne 20 maddelik bir plan koydu ya da daha doğrusu dayattı. Bu 20 maddenin her biri, Trump ve Yahudi beslemesinin eğlence bahçesine haline getirmek için Gazze’nin elden çıkarılmasını, vesayeti altına alınmasını ve sömürgeleştirilmesini adeta haykırmaktaydı! Ardından es Sisi, Kinane toprağında, Trump için ve Gazze’nin Trump ile onun yancısı Netanyahu’nun egemenliği altında yok olup gitmesini öngören o uğursuz planı için bir kutlama töreni düzenledi... Müslüman ülkelerdeki Ruveybida yöneticiler de Trump’a uşaklık etmekten ve onun planını hayata geçirmekten büyük bir keyif duydular! Bu yöneticiler, kâfirlere sadakat göstermenin kendilerine hem bu dünyada hem de ahirette zillet miras bırakacak bir suç olduğunu ya unuttular ya da işlerine gelmedi!

سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللَّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ “Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir.” [Enam 124]

Ey Müslüman ülkelerin orduları! Haşim Gazze gözlerinizin önünde alınıp satılırken damarlarınızdaki kan kaynamıyor mu? Yahudilerin Gazzeli çocuklara, yaşlılara ve kadınlara reva gördüğü katliamları gördüğünüz halde iki güzellikten birine hiç mi özlem duymuyor musunuz? İçindekilerle birlikte yerle bir edilen camilerin, okulların, hastanelerin hesabını sormayacak mısınız? Gazze’de canlı cansız ne varsa hedef alan bu vahşi saldırganlığın intikamını almayacak mısınız? Dünya ve ahiret izzetine özlem duymuyor musunuz? Allah’a yardım edin ki O da size yardım etsin

. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تَنْصُرُوا اللهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ * وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْساً لَهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ “Ey iman edenler! Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı savaşta sabit kılar. İnkâr edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.” [Muhammed 7-8]

Ey Müslüman ordularındaki askerler! Atalarınız gibi Filistin ve Haşim Gazze’yi özgürleştirecek güçte değil misiniz? Elbette öylesiniz! Yahudi varlığını bir bilezik gibi çepeçevre sarmış durumdasınız. Tek eksiğiniz samimi, dürüst bir lider... Aranızda sizi, üzerine zillet ve meskenet damgası vurulmuş olan ve sizinle bir savaşta asla galip gelemeyecek olan düşmanınızla savaşmaya yönlendirecek böyle bir komutan yok mu?

وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ “Eğer sizinle savaşmaya kalkışsalar, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da edilmez.” [Ali İmran 111] İşte o zaman o komutan, İslam ordularının başına geçecek, Haşim Gazze’yi, ilk kıblemizi ve üçüncü Harem-i Şerif’i özgürlüğüne kavuşturacak ve zafer tekbirleri, tıpkı Ömer’in fethindeki gibi, tıpkı Selahaddin’in Kudüs’ü geri aldığı o şanlı gündeki gibi, tıpkı Abdülhamid’in o Mübarek Toprağı Yahudilerin şerrine karşı savunduğu gibi Mescid-i Aksa’nın semalarında çınlayacaktır! Ve nihayetinde de, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu müjdesini gerçekleştirecektir:

لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ “Yahudilerle savaşacaksınız ve onları alabildiğine öldüreceksiniz.” [Müslim]

Ey Müslüman ülkelerin orduları! Gazze sizden imdat diliyor, haydi imdadına koşun!

وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ “Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72] Artık bıçak kemiğe dayandı; iş vesayet ve sömürgeciliğe kadar vardı! İsra ve Miraç yurdu olan Mübarek Toprağı yeniden İslam yurduna döndürmek için düşmanınızla savaşmayan yöneticilerinize boyun eğmeniz, size bu dünyada rezillikten, ahirette ise acı bir azaptan başka bir şey miras bırakmayacaktır... Hatta bugün körü körüne itaat ettiğiniz o yöneticiler bile yarın sizi satacaklar, sizden uzak duracaklardır... O zaman pişman olacaksınız ama iş işten çoktan geçmiş olacaktır!

إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْأَسْبَابُ * وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا كَذَلِكَ يُرِيهِمُ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ “İşte o zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar ve (o anda her iki taraf da) azabı görmüş, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar: “Keşke bizim için dünyaya bir dönüş olsa da, bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak” derler. Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri işlerini gösterir. Onlar cehennemden çıkmayacaklardır.” [Bakara 166-167]

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ “Şüphesiz ki bunda kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” [Kâf 37]

Devamını oku...

Saldırganlık Devam Ederken… Anlaşma Hakkında Konuşmak!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Saldırganlık Devam Ederken… Anlaşma Hakkında Konuşmak!

Haber:

Yahudi güçleri, Batı Dera kırsalında bulunan Yemuk Havzası'ndaki tarım arazilerine sınırlı bir mesafede nüfuz ettikten sonra geri çekilmiştir. Bu nüfuz etme, Dera ve Kuneytra kırsalında son iki yıldır tekrarlanan ihlaller silsilesinin bir parçası olarak gerçekleşmiştir; bunlar arasında araçların girişi, geçici kontrol noktalarının kurulması ve güçleri ayıran hatlar yakınında saha keşfi yer almaktadır. Suriye, bu eylemlerin doğrudan kendi egemenliğine yönelik bir saldırı olduğunu ve güneyi istikrarsızlaştırmaya yönelik bir girişim olduğunu vurguluyor.

Yorum:

Saldırganlık devam ediyor ve bununla birlikte bugün, peygamberlere ihanet eden, Rasullere yalan söyleyen ve kan dökenlerle yakınlaşan -resmi ve gayri resmi- güvenlik anlaşmasından bahsedenlerin önderlik ettiği haklı çıkarma kampanyası genişlemektedir.

Bu, zaruret kisvesi altında hatayı insanlara yüklemek isteyenlerin iddia ettiği gibi acil bir durum ya da istisnai bir durum değildir. Beşar Esad'ın kaçışından bu yana Suriye'nin egemenliği, Yahudi istilaları, koalisyon çıkarmaları ve uzak ve yakın müdahaleler şeklinde açıkça ihlal edilmektedir... Sonra da biri çıkıp size, güvenlik anlaşmasından bahsediyor!

Diğer taraf ise tutumunun hakikatini gizlemiyor; zira diğer taraf, geri çekilmeyeceğini, herhangi birinin silahlanmasına izin vermeyeceğini ve bir çıkmaza girdiğini açıklıyor. Nitekim o, Rabbimizin vasfettiği gibi hakikatini açıklıyor; zira onlar, ahitlerini bozan kindar katillerden oluşan bir kavim olup bizim hayrımızı istemezler. Bize gelince; güneş balçıkla sıvanmaz ama temelde batıl olan bir duruma şerî çıkışlar arıyoruz!

Egemenlik bu şekilde korunmayacağı gibi saldırganlık da bu şekilde dizginlenemez; artık gerçek bir tavır sergileme zamanı gelmiştir. Bu insanlara karşı sadece barut işe yarar ve sadece yukarıdan gelen güç onların saldırganlığını püskürtebilir.Sadece bir tığ onların gözlerini delebilir.Bizler teçhizatı ve adamları olmayan bir kavim değiliz; bizden elimizden geleni yapmamız talep edildi ve sonuçlara ise Allah kefildir.

Yahudilerle yüzleşmenin kesin delili, ümmetin Allah'ın Kitabı ve Resulünün sünneti üzere kuracağı bir otorite ve sert ve kararlı, açıklamadan önce harekete geçen, bir ferman yazmadan önce orduyu savaşa gönderen bir yönetici ile ilgili olduğu kanıtlanmıştır. Zira düşmanın bildiği ve korktuğu tek şey işte budur.

Yahudiler sınırları aştılar, son damla bardağı taşırdı ve sel doruk noktasına ulaştı; o halde ordular, onları geri püskürtmek ve köklerini kurutmak için ne zaman harekete geçecekler? Bu yakındır, evet, yakındır; çünkü bu, Allah Subhanehu'nun evlerin arasında dolaşan güçlü ve kuvvetli kullarına verdiği bir vaattir ve bu kesin bir vaattir ve artık onun zamanı gelmiştir ve bizler de onu beklemekteyiz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdu ed-Della - Suriye

Devamını oku...

Suriye Sahil Bölgesindeki Yargılamalar… Devrimin Hedeflerinden Sapmadır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Suriye Sahil Bölgesindeki Yargılamalar… Devrimin Hedeflerinden Sapmadır!

Haber:

"Suriye televizyonuna" göre, Suriye sahili bölgesinde ihlaller işlemekle suçlananların aleni olarak yargılanmalarının ilk oturumu, 18/11/2025 Salı günü öğleden sonra Suriye'nin kuzeyinde bulunan Halep'teki Adalet Sarayı'nda sona erdi.

Kanal, 14 sanığın mahkeme önüne çıktığını, onların bazılarının devrik rejimin kalıntıları, diğerlerinin ise Suriye Savunma Bakanlığı unsurlarından olduğunu söylemiştir; aynı zamanda sanıkların duruşmaları önümüzdeki ayın 18 ve 25'ine ertelenmiştir.

Yorum:

6 Mart'ta, helak olmuş eski rejim yanlısı silahlı kişiler, ya da kalıntılar olarak adlandırılan kişiler, Suriye sahili bölgelerinde ordu ve güvenlik güçlerine şiddetli saldırılar düzenlemiş ve saldırılar birkaç gün sürmüştü;bu da yüzlerce ordu ve güvenlik gücü mensubunun şehit olmasına yol açmış ve birçok kaynağa göre saldırılar, sivillerin ihlal edildiği ve öldürüldüğü geniş çaplı bir operasyonların ardından hükümet güçlerinin bölgenin kontrolünü yeniden ele geçirmesiyle sona ermiştir.

Sahilde yaşanan olaylar, rejimin çetesi tarafından Suriye halkına karşı işlenen suçların bir uzantısı olup orada meydana gelen ihlaller, Suriyelilerin eski rejimin yönetimi altında uzun yıllar boyunca yaşadıkları zulüm ve baskı ile dolu bir tepki bağlamında gerçekleşmiştir. Bu nedenle Suriye hükümeti, bu olaylar sırasında suç işleyenler için olayların üzerinden sekiz ay geçtikten sonra yargılamaları aleni olarak düzenleme kararı alırken Esad rejiminin suçluları, yani subaylar, soruşturmacılar ve finansörler için, rejimin düşmesinden neredeyse bir yıl sonra aynı şeyi yapmaması, devrimin hedeflerinden sapma ve uzun süredir hükümetten suçluların cezalandırılmasını talep eden ancak sonuç alamayan kurbanların ve ailelerinin acısını ve öfkesini daha da artıran siyasi bir körlük olarak nitelendirilebilir!

Gece gündüz sivil barıştan bahseden hükümetin, (bu terim ve anlamı konusunda hemfikir olup olmadığımıza bakmaksızın) bu barışı gerçekleştirmekten uzak eylemlerde bulunması, dahası kaos ve kanun dışı eylemler olarak adlandırılan şeylere kapı açması garip bir durumdur; zira devletin suçluları yargılama görevini yerine getirmemesi, şehit ve yaslı ailelerin Esad'ın cellatlarını ve savaş suçlularını tasfiye etmeye sevk edecektir ki bu da diğer taraftan karşı saldırılara yol açabilir ve ülkeyi aşırı bir kargaşa ve huzursuzluğa sürükleyebilir.

Suriye'de barış ve güvenlik, ancak yıllardır kan yalayan suçluları, İslam şeriatının hükümlerine göre ve Allahu Teala'yı razı edecek ve kurbanların göğüslerine şifa olacak şekilde cezalandırarak gerçekleşebilir; ama bunu göz ardı edip feri olayların faillerini yargılamak, ülke ve halkından önce bizzat hükümet için vahim sonuçlar doğuracaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Sa’d

Devamını oku...

İsimlere Aldanmayın; Zira Önemli Olan Soy Değil Eylemlerdir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İsimlere Aldanmayın; Zira Önemli Olan Soy Değil Eylemlerdir!

Her ne zaman bize, bir Müslümanın kökleri veya doğu özelliklerini taşıyan “yeni bir sembol” sunulsa, birçok Müslüman seviniyor ve İslam’ı bir yönetim, akide ve şeriat olarak tanımayan kafir bir sistemde “siyasi temsil” denen bir yanılsama üzerine umut inşa ediyorlar.

Obama 2008 yılında zafer kazandığında, birçok kişinin hissettiği o coşkulu sevinci hepimiz hatırlıyoruz. Zira o, Kenyalı ve babası ise bir Müslümandı! Burada bazıları İslam’ın ve Müslümanların Amerikan nüfuzuna yakınlaştığı yanılgısına kapılmıştı ancak Obama Müslümanlara en çok zarar veren başkanlardan biridir; zira Libya'yı yerle bir etmiş, Suriye trajedisine katkıda bulunmuş, uçakları ve askerleriyle Afganistan ve Irak'ı ateşe vermiş, dahası Yemen'de elindeki araçlarla kan dökmüş ve onun dönemi, ümmete karşı sistematik düşmanlığın bir devamı olmuştur.

Bugün sahne tekrarlanıyor ama yeni isimlerle. Zira Zohran Mamdani, sanki bir kurtarıcıymış gibi Müslüman, göçmen ve genç bir adam olduğu için kutlanıyor! Ama çok az kişi onun siyasi ve fikri duruşuna bakıyor. Oysa bu adam eşcinsellerin ciddi destekçilerinden biri olup onların faaliyetlerine katılıyor ve onların sapkınlıklarını bir insan hakkı olarak görüyor!

Bu nasıl bir utançtır ki insanlar umutlarını ona bağlıyorlar?! Peki bu, ümmetin defalarca içine düştüğü aynı siyasi ve fikri hayal kırıklığının bir tekrarı değil midir?! Evet o, özden değil, şekilden etkileniyor!  Ayrıca gülümsemelere aldanıyor, akideye değil duyguya, mefhumlara değil isimlere ve ilkelere değil sembollerle göre davranıyor!

Şekillere ve isimlere olan bu ilgi, şerî siyasi bilincin yokluğunun bir sonucudur; çünkü İslam, köken, isim veya ırka göre değil, aksine bir sistem, akide ve şeriat olarak İslam ideolojisine kamil bir şekilde bağlılıkla ölçülür. Dolayısıyla İslam'la hükmetmeyen, ona yardım etmeyen, bilakis kâfir kapitalist sisteme boyun eğen ve "özgürlük" adına küfrü ve sapmaları meşrulaştıran bir Müslümanın hiçbir kıymeti yoktur.

Onun zaferine sevinen, bunu bir hayır tohumu veya kalkınmanın başlangıcı zanneden tüm Müslümanlar bilsinler ki, kalkınma, küfür sistemlerinin içinden, onların araçlarıyla, onların oy sandıkları aracılığıyla ve onların anayasalarının çatısı altında gerçekleşmez.

Kendisini demokratik sistem aracılığıyla sunan, onun yasalarına saygı göstereceğine dair yemin eden, daha sonra eşcinselliği savunan ve onu kutlayan ve Allah'ı öfkelendiren şeylere davet eden biri, İslam için bir yardımcı veya ümmet için bir umut olamaz; aksine o, sadece bir cilalama ve sulandırma aracı olup ne ileri ne de geri giden bir temsilcidir.

Batı'da İslami isimlere sahip bazı şahsiyetlerin sözde siyasi başarıları, ümmete palyatif olarak sunulan kırıntılardan başka bir şey değildir. Yani şöyle denilmek isteniyor: Bakın, değişim, bizim sistemimiz aracılığıyla mümkündür.

Peki bu "temsilin" gerçeği nedir?

Batı, İslam ile hükmetmeye kapılarını açmıyor, aksine kendi değerleri ve fikirleriyle uyum içerisinde olanlara kapıları açıyor. Dolayısıyla onların sistemine giren herhangi bir kişi, onların anayasasını ve insan yapımı kanunlarını kabul etmesi ve İslam'ın hükmünü inkar etmesi gerekir; eğer bunu kabul ederse, kabul edilebilir bir model olur; gerçek Müslüman ise köklerinden reddedilir.

Peki Zahran Mamdani kimdir? Ve bu yanılsama neden oluşturuluyor?

O Müslüman adını taşıyan bir kişi ama eşcinselleri desteklemek ve sözde onların propagandasını yapmak gibi İslam fıtratına tamamen aykırı olan sapkın bir gündemi benimsiyor; dolayısıyla o, Batı’nın kendi modelini nasıl oluşturduğunun canlı bir örneğidir; yani adı Müslüman ama fiili olarak laik olup Batı'nın liberal gündeminin hizmetkarından öte bir şey değildir. Aksine ümmeti gerçek yolundan uzaklaştırmakta, İslam Devleti ve Hilafeti talep etmek yerine, küfür sistemlerinde milletvekili koltukları ve makamlarla meşgul olmaktadır! Ayrıca Filistin'i kurtarmak için gideceğine, ABD Kongresi'nden veya Avrupa parlamentosundan birinin "Gazze'yi savunmasını" beklemektedir!

Gerçek şu ki bu, İslam sancağını yükselten, Allah’ın şeriatını ikame eden ve ümmeti, arkasında savaşılan ve kendisiyle korunulan tek bir Halife’nin arkasında birleştiren Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulması gibi gerçek değişim yolunun çarpıtılmasıdır.

O halde isimlere aldanmayın ve şekil olarak size ait olup da içerik olarak sizden farklı olan bir kimse için sevinmeyin; zira Said, Ali veya Zahran ismini taşıyan herkes Peygamberimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yolu üzere değildir.

Şunu biliniz ki değişim, küfür parlamentolarından değil, artık harekete geçmesinin zamanı gelmiş olan ümmetin ordularından, gece gündüz demeden Batı'ya ve onun İslam ve Müslüman ülkelerdeki hain avenelerine ve yandaşlarına karşı oyunu tersine çevirmek için çalışan bilinçli gençlerinden gelecektir.

Müslümanlar demokratik seçimler veya Batılı sandıklar yoluyla kalkınamayacaklardır; aksine İslam’ı hak ettiği konumuna ve Müslümanları da izzetlerine kavuşturacak ve demokratik vehimleri yerle bir edecek Raşidi Hilafet Devleti’ni kurarak İslam akidesine dayalı gerçek bir kalkınma olacaktır.

İsimlere aldanmayın ve küfür rejimlerindeki kişilere umut bağlamayın, aksine İslami hayatı yeniden başlatmak gibi azim projenize geri dönün; izzetin, zaferin ve iktidarın yolu işte budur.

Sahne, eski aşağılık trajedilerin bir tekrarıdır: Yani sahte semboller, Batı rejimlerine sadakat ve İslam’ın yolundan sapmadır. Bu gidişatı alkışlayan herkes, ümmeti saptırmaktadır. O halde Hilafet projesine geri dönün ve İslam düşmanlarının sizi liderler ve temsilciler yapmasına izin vermeyin. Zira izzet, demokrasinin koltuklarında değildir, aksine Hizb-ut Tahrir'in uğruna çalıştığı ve ümmeti bu fikri ve siyasi gerilemeye karşı uyardığı Hilafetin iktidar olmasındadır. Bizim için kurtuluş sadece Hilafet Devleti’dir; zira Hilafet, Müslümanları, İslam’dan başka bir dine mensup olan, sapkınlığı ve dalaleti meşru gören ve insanlar için Allah’ın indirdiklerinin dışında kanunlar çıkaran bir kimsenin yönetmesine izin vermez.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdul Mahmud El-Amiri – Yemen

Devamını oku...

Ülkemizden Batı Sömürgeciliğinin Köklerini Ancak Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidi Hilafet Söküp Atacaktır

İngiliz Büyükelçisi Kumar Iyer’in davetiyle, Almanya, İrlanda, Hollanda ve Norveç’in de katılımıyla Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, 14 Kasım 2025 Cuma günü, El-Faşir kentindeki ihlalleri görüşmek üzere bir oturum düzenledi. Konsey, 11 Ekim 2023’te oluşturduğu bağımsız araştırma misyonunu kentte işlenen ihlalleri soruşturmakla görevlendiren bir kararı oybirliğiyle kabul etti. Konsey, misyona, adalete teslim edilmelerine yardımcı olmak amacıyla olaya karışan herkesin kimliklerini tespit etme emri verdi. Bu misyonun kuruluşundan bu yana reddetme politikasını sürdüren Adalet Bakanı Abdullah Darf, dün (16 Kasım 2025 Pazar) El-Muhakkik haber sitesine verdiği röportajda, “Sudan, El-Faşir’de Hızlı Destek Güçleri’nin (HDG) işlediği suçların soruşturulmasının Gerçekleri Araştırma Komisyonu’na havale edilmesini reddetmektedir” dedi.

Sudan’da süregelen çatışma, Batılı sömürgeci mücadelenin halkalarından biridir. Bir yanda eski sömürgeci Britanya ve onunla birlikte Avrupa, diğer yanda ise yeni sömürgeci Amerika yer almaktadır. Her birinin de yerel, bölgesel ve uluslararası araçları vardır. Nitekim Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, anılan oturumda yaptığı konuşmada, “Sudan, doğal kaynakları ve malları üzerinde bölgesel ve uluslararası birçok devleti kapsayan bir vekâlet savaşı altında ezilmektedir.” diyerek bu hakikate açıkça işaret etmiştir.

El-Faşir’in düşmesiyle birlikte, Britanya’nın ortak kuvvetler üzerinden kurduğu askerî nüfuzu ağır bir darbe almıştır. Bunun üzerine İngiltere’nin adamları, büyük uluslararası kanalların desteğiyle, Hızlı Destek Güçleri’nin işlediği suçlara ilişkin yoğun bir propaganda faaliyeti başlatmıştır; Ardından Britanyalı ve Avrupalı unsurlar, özellikle de Birleşmiş Milletler ajansları “insan hakları” ihlallerini araştırmak üzere harekete geçmişlerdir. Avrupalı unsurların yürüttüğü bu kampanyanın amacı HDG’yi uluslararası denklemin dışına itmek, zayıflatmak ve suçlu ilan etmektir çünkü HDG’nin Amerika’nın Darfur’daki en önemli aracı olduğunu biliyorlar. Bu nedenle, İnsan Hakları Konseyi’nin harekete geçmesi manidardır; bu konsey Avrupa’nın, bilhassa İngiltere’nin uluslararası siyasetteki bir aracıdır. Buna karşılık Amerika da özellikle de ABD Başkanı Donald Trump’ın 4 Şubat 2025’te, ülkesinin BM İnsan Hakları Konseyi’nden çekilmesini öngören kararnameyi imzalamasının ardından, İngiltere’nin adamlarının ve müttefiklerinin hamlelerini dumura uğratmak için Sudan hükümetine “komisyonu reddet”, diğer piyonu HDG’ye ise “komisyonu kabul et, mağduru oyna” talimatı verdi. Böylece bu krizden en az hasarla çıkmayı planladı.

Şer odağı Amerika bununla da kalmadı. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, kameralar karşısına geçip HDG’yi sert bir dille kınadı. Bu kınama, Sudan Dışişleri Bakanlığınca memnuniyetle karşılandı. Rubio, 12 Kasım 2025 tarihinde Kanada’nın Hamilton Havalimanı’nda düzenlediği basın toplantısında, “Bu vahşetleri gündeme getirdiğinizde, Hızlı Destek Kuvvetleri her zaman bu vahşeti hep başına buyruk unsurların yaptığını iddia ediyorlar. Hayır, vahşeti işleyenler bu başına buyruk unsurlar değildir. Bu eylemler sistematiktir. Biz bu durumu ciddiye alıyor ve ilgili devletleri, bunu durdurmak için müzakere masasına oturmaya ikna etmeye çalışıyoruz.” dedi. Rubio, HDG’nin sivillere karşı işlediği suçları, kontrolden çıkmış unsurların eylemleri olmadığını, aksine sistematik bir eylem olduğunu söylese de, HDG’yi suçlu ilan etme yoluna gitmedi, aksine onları destekleyen ülkelerden bunu durdurmalarını istedi! İşte şer odağı Amerika’nın âdeti budur; Ajanlarının suçları ortaya çıktığında, suç dosyasının dizginlerini eline almak için onların suçlarını kınar ki onu çöp sepetine atabilsin. Sömürgeci kâfirlerin hepsi böyle yapar. Es Sisi’nin Rabia’daki suç dosyaları nerede?! Beşşar’ın Guta ve diğer şehirlerde kimyasal silah kullanma dosyası nerede?! İbn Selman’ın gazeteci Kaşıkçı’yı Türkiye’deki konsoloslukta asitli suyla parçalara ayırma dosyası nerede?!

Ülkemizin, Amerika ile Avrupa ve özellikle İngiltere arasındaki nüfuz mücadelesi için bir savaş alanı olması, halkımızın kanı ve onuru üzerinden ticaret yapmaları gerçekten çok üzücü. Bu ülkelerin hepsi düşmandır ve tek bir millettir; hiçbir zaman ve hiçbir yerde Müslümanların iyiliğini istemezler. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” [Ali İmran 118] Sömürgeci kâfirler ne Müslümanların öldürülmesini ne de ırzlarının çiğnenmesini umursarlar.

Müslümanlar çobanlarını kaybettiler, bu yüzden kapitalist kurtlar harim-i ismetlerini çiğnediler. Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet’i kurmak için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermekten başka hiçbir şey bizi bu trajediden kurtaramayacaktır. Hilafet, ülkemizden kâfirlerin kökünü kazıyacak, işlerimize müdahale etmelerini engelleyecek, kanlarımız ve onurlarımız üzerinden ticaret yapmalarını durduracaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Kokuşmuş Sistemde Sandık, Değişim Adına Kurgulanmış En Büyük Tuzaktır

Irak, 2003 Amerikan işgalinden bugüne sorunlar deryasında boğulmakta, durum her geçen gün daha da kötüleşmektedir. Tüm bu felaketlerin kaynağı, işgalci Amerika’nın dayattığı siyasi düzendir. İşgalci ABD, rejimin temellerini atmış, siyaseti dizayn etmiş ve Irak halkını, bu sistemin ürettiği sorunların çözümünün sandık olduğu yalanıyla kandırmıştır. Bu yüzden, ABD’nin Irak elçisi Mark Savaya’nın, Iraklıları parlamento seçimlerinin başarısından dolayı tebrik etmesi ve “Irak halkı, özgürlüğe, hukukun üstünlüğüne ve güçlü devlet kurumlarına olan bağlılığını bir kez daha kanıtlamıştır!” demesi şaşırtıcı değildir.

Ne yazık ki Iraklılar, tüm bu sorunlara neden olan hastalığın kökenine ve belanın aslına bakmaksızın, sadece bazı yüzleri değiştirme aldatmacasının ve tuzağının içine tekrar tekrar düşmektedirler. İşte bu yüzden daha fazla sefalet ve şaşkınlık dalgaları arasında oradan buraya savrulan bir gemi savrulup durmaktadırlar.

Aradan 22 yıldan fazla zaman geçti ve 11 Kasım 2025’te altıncı kez sandığa gidildi. Ama görüyoruz ki Irak halkının ezici çoğunluğu, aynı delikten defalarca ısırılmaktan bıkmıyor. Ülkeyi yağmalayan, insanları zillete mahkûm eden partilerden ve siyasetçilerden umutlarını kestikleri halde, yine de aynı deliğe gidiyorlar ve oradan tekrar ısırılıyorlar; mezhepçilik ve kabilecilik rüzgârına kapılıp sandığa gidiyorlar, sonra da bu kararlarına lanetler okuyorlar!

Ey Irak halkı! Bizler size her seçim öncesinde ve sonrasında sorunlarınızın kaynağının bu kokuşmuş düzen olduğunu ve çözümün asla bu düzenin içinden çıkmayacağını defalarca dile getirdik. Bunun da ötesinde, Parlamentonun (Temsilciler Meclisi) bir yasama meclisi olduğunu, Allah’tan başkası adına hüküm koyduğunu, bu yüzden bu sistemde aday olmanın ve oy vermenin haram olduğunu açıkladık. Oysa Allah Subhânehu ve Teâlâ bize o tağutu inkâr etmemizi emretmiştir. Sonra sizler, her başarısız seçim döneminden sonra pişman olduğunuzu ve tek amacınızın ıslah olduğunu iddia ediyorsunuz. Allah Subhânehu ve Teâlâ ise size şu kavliyle cevap vermektedir:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيداً * وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ إِلَى مَا أَنزَلَ اللّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُوداً * فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ ثُمَّ جَآؤُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللّهِ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ إِحْسَاناً وَتَوْفِيقاً * أُولَـئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ وَعِظْهُمْ وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغاً“Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” Onlara: Allah’ın indirdiğine (Kitab’a) ve Resûl’e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felâket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler! Onlar Allah’ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.” [Nisa 60-63]

Kötülerin başa geçmemesi için iyileri seçmek zorundayız” bahanesi de geçerli değildir. Bu, gerçeklikten kopuk bir aldatmacadan ibarettir. Çünkü bozuk bir sisteme giren iyi bir insan, sistemi düzeltemez; aksine sistemin bir parçası olup kendisi bozulur. Kaldı ki Allah’ın indirdiğiyle değil de işgalcinin koyduğu küfür anayasasıyla hükmeden ve Allah’a savaş açan bir mecliste yer almanın neresi iyilik olabilir?

Ey Irak halkı! Ey güç ve kuvvet ehli! Gerçek reçete ve yegâne şer’î çözüm bellidir: Bu kokuşmuş düzeni kökünden söküp atmak ve onun yerine Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet’i kurmaktır. Artık kararınızı verin ve ümmetin, İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışan samimi evlatlarının yanında saf tutun. Hizb-ut Tahrir, zilletten kurtulmanız ve yeniden hayırlı bir ümmet olmanız için sizi bu büyük hayra çağırıyor.

هَذَا بَلَاغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ“İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak bir tek İlah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” [İbrahim 52]

Devamını oku...

Hainlerin Torunları Tertemiz Pakistan Topraklarına Ne Hoş Geldi Ne de Sefa Getirdi!

Gazze’de iki yılı aşkın süredir devam eden Yahudi katliamları karşısında ölüm sessizliğine bürünen Amerika ve İngiltere’nin Müslüman beldelerin başına çöreklenen ajanları ve Yahudi dostları, Trump’ın Filistin’de kalan direnişi tasfiye etme, Gazze halkını bastırıp katletme ve Yahudilerin yıkmadığı taşları da yıkma planını uygulamak üzere harekete geçtiler. Trump’ın “gözde mareşali” Asım Münir, 26 Ekim’de Ürdün’ü ziyaret etti. 16 Kasım 2025’te de Ürdün Kralı ve Ürdün Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı II. Abdullah, kızı Selma ve Ürdünlü sivil ve askeri yetkililerden oluşan bir heyetle Pakistan’a iadeyi ziyarette bulundu. Küresel Endüstriyel ve Savunma Çözümleri Şirketi’ni (GIDS) ziyaret ettiler, Genelkurmay Başkanı Asım Münir ve üst düzey yetkililer tarafından karşılandılar. Ziyaret sırasında Kral, şirketin yapısı, kabiliyetleri ve ürün portföyü hakkında kapsamlı bir brifing aldı. Pakistan’ın yerel savunma sanayii üretimi ve teknolojik inovasyonu hakkında bilgi aldı. Daha sonra Kral II. Abdullah, Başbakan Muhammed Şahbaz Şerif ile birlikte tepelerdeki atış poligonlarını ziyaret etti.

Biz Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti olarak bu ziyareti kınıyor ve şu hususların altını çiziyoruz:

Birincisi: Bölgedeki Yahudi varlığının bir numaralı bekçisi Kral II. Abdullah’a ne hoş geldin ne de sefa getirdin diyoruz! Bu ziyaret, tertemiz Pakistan toprakları için bir onur değil, bir lekedir. Zira Abdullah, son iki yıldır Gazze’de akan kanın baş sorumlularından, Mübarek Filistin topraklarına ve halkına komplo kuranların en önünde gidenidir. Ürdün ordusunun Gazze’deki kardeşlerine yardım etmesini engellemekle kalmamış, katliamları protesto eden kendi halkını bile ezmiştir. Bilakis basının da son zamanlarda ifşa ettiği üzere, Gazze’deki halkımızın katledilmesinde Yahudi devletiyle ittifak kurma noktasına kadar varmıştır. Hatta daha da ileri giderek, BAE’den kalkan ve kendi topraklarından geçen yardım konvoylarıyla Gazze’deki kardeşlerimizin katledilmesinde Yahudi devletine ortak olmuştur. Şimdi bu haine Pakistan’da kırmızı halı mı seriliyor? Pakistan halkı, onun bastığı yerleri yedi kez yıkasa yeridir!

İkincisi: Pakistan’daki askeri yönetim, bu kralın kim olduğunu gerçekten bilmiyor mu? Onun, alçak İngilizlerin kurduğu hain bir ailenin torunu olduğundan habersizler mi? Büyük dedesi Şerif Hüseyin’in, İngilizlerle işbirliği yapıp Osmanlı Hilafetini Hicaz’da sırtından hançerlediğini, Hilafet Devleti’nin yıkılışında nasıl bir piyon rolü oynadığını unuttular mı? Bu kralın babası Kral Hüseyin’in, Moşe Dayan ve Golda Meir için casusluk yaptığını, Mısır’a, Suriye’ye gidip topladığı bilgileri Yahudilere nasıl gammazladığını bilmiyorlar mı? Bu kralın da, tıpkı babası gibi, Pakistan’da gördüğü her sırrı Yahudi kardeşlerine yetiştireceğinden haberleri yok mu? Peki ya kızı Prenses Selma’nın, geçen yıl Yahudi varlığına giden insansız hava araçlarını bir pilot olarak düşürdüğünü de mi duymadılar?

Üçüncüsü: Şunu iyi biliyoruz ki, Amerikan ve Yahudi uşaklarının bir araya gelmesi asla İslam’ın ve Müslümanların hayrına olamaz. Onlar hiçbir zaman Müslümanların davasına yardım etmek için bir araya gelmemişlerdir. Aksine sadece ve sadece bu ümmete zarar vermek, davalarımıza ihanet etmek ve efendileri Washington ile Londra’nın planlarını uygulamak için bir araya gelmişlerdir. Bugün bu hainleri bir araya getiren şey, Trump’ın Filistin planını devreye sokmaktır. Bu plana göre Ürdün ve Pakistan gibi ülkelerden toplanan ordular, Yahudilerin kirli işini üstlenecek, Filistin halkını bastıracak ve Yahudileri koruyacaktır. Bu yüzden Pakistan halkı, bu uşaklara karşı dimdik durmalı, bu topraklardan Yahudi devletini korumak için tek bir askerin bile gitmesine izin vermemelidir. Pakistan Ordusu’ndaki samimi ve şerefli askerlerden de hain komutanlarını alaşağı etmelerini ve ordunun namlusunu, Mübarek Toprakları Yahudi pisliğinden temizlemek için Kudüs’e çevirmelerini talep etmelidir.

Ey Pakistan ordusunun şerefli subayları! Bu uşakların ihaneti artık arşı titretmektedir. Bu zilleti ne aklı başında bir insan ne de onurlu bir kalp kabul edebilir. Askeri komutanlarınızın ihaneti izahtan varestedir. Gerek “Terörle Mücadele” kılıfı altında Afganistan’da gerek Keşmir’in peşkeş çekilmesinde gerek İslam ve Müslümanların düşmanı Hindularla yakınlaşmada Amerika’nın komplosunu hayat geçirmişlerdir. Şimdi de Trump’ın emriyle Mübarek Toprak Filistin’e ve halkına ihanet ediyorlar. İçinizdeki, Allah’ın dinine el uzatılmasına asla izin vermeyen o mücahit ruhu ne zaman şahlanacak? Bir mücahit, münafıkların başı Abdullah bin Übey bin Selül benzeri kişileri kendisine komutan olarak nasıl kabul edebilir?! Biz Hizb-ut Tahrir olarak sizi, hain bir yönetimin emrinde Yahudileri korumaya değil, İslam’a ve Müslümanlara nusret vermeye çağırıyoruz! Sizi, Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı özgürleştirecek ordulara komuta edecek olan Raşidi Hilafet Devleti’ni bu topraklarda kurmak için bize nusret vermeye davet ediyoruz. Hain liderleriniz karşısındaki sessizliğiniz ve özellikle Gazze’deki kardeşlerimizi yalnız bırakarak işlediğiniz o büyük günah, ancak samimi bir tövbe ve ardından bu ihaneti telafi edecek büyük bir eylemle affedilebilir. Haydi hemen şimdi Hizb-ut Tahrir’e nusret vererek İslam’ın ve Müslümanların safında yer alın. Vereceğiniz nusret hem Rabbinizi razı edecek hem de Filistin’deki kardeşlerinize karşı sergilediğiniz ihmalkarlığın kefareti olacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ * إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً أَلِيماً وَيَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئاً وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” [Tevbe 38-39]

Devamını oku...

Hükümetin Sloganları ve Acı Gerçeklik Arasında Mısır

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Hükümetin Sloganları ve Acı Gerçeklik Arasında Mısır

Yoksulluk ve Kapitalist Politikalar Hakkındaki Tüm Gerçekler

Gate El-Ehram 4 Kasım 2025 Salı günü Mısır Başbakanı'nın Katar'ın başkenti Doha'da düzenlenen İkinci Dünya Sosyal Kalkınma Zirvesi'nde Cumhurbaşkanı adına yaptığı konuşmada, Mısır'ın “çok boyutlu yoksulluk” da dahil olmak üzere her tür ve boyuttaki yoksulluğu ortadan kaldırmak için kapsamlı bir yaklaşım uyguladığını söylediğini aktardı.

Yıllardır Mısır'daki resmi söylemler, “yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik kapsamlı bir yaklaşım” ve “Mısır ekonomisine gerçek bir ivme kazandırmak” gibi ifadelerle doludur. Yetkililer, konferanslarda ve etkinliklerde bu sloganları, yatırım projelerinin, otellerin ve tatil köylerinin parlak görüntüleriyle birlikte tekrarlamaktadırlar.Ancak uluslararası raporların da tanık olduğu gibi gerçeklik tamamen farklıdır. Zira Mısır'da yoksulluk, hükümetin tekrarlanan iyileştirme ve kalkınma vaatlerine rağmen kökleşmiş, hatta daha da kötüleşen bir olgu olmaya devam etmiştir.

UNICEF, ESCWA ve Dünya Gıda Programı'nın 2024 ve 2025 raporlarına göre, Mısırlıların yaklaşık beşte biri çok boyutlu yoksulluk içinde yaşmakta, yani eğitim, sağlık, barınma, iş ve hizmetler gibi temel yaşamın birden fazla yönünden mahrum kalmaktadırlar. Ayrıca veriler, ailelerin %49'undan fazlasının yeterli gıdaya ulaşmakta zorluk çektiğini teyit etmektedir ki bu da, yaşam krizinin derinliğini yansıtan şok edici bir rakamdır.

Finansal yoksulluğa, yani yaşam maliyetlerine kıyasla gelirin azalmasına gelince; art arda gelen enflasyon dalgalarının insanların ücretlerini, çabalarını ve birikimlerini tüketmesi sonucu keskin bir şekilde artış göstermiş, bu da Mısırlıların, büyük bir oranı kalıcı olarak çalışmalarına rağmen finansal yoksulluk sınırının altına düşmelerine neden olmuştur.

Hükümet, “Dayanışma ve Onur” ve “İnsana Yakışır Yaşam” gibi girişimlerden söz ederken uluslararası rakamlar, bu programların yoksulluk yapısını kökten değiştirmediğini, aksine çöle düşen bir damla misali geçici ağrı kesicilerle sınırlı kaldığını ortaya koymaktadır. Nitekim nüfusun yarısından fazlasının yaşadığı Mısır kırsalı, hâlâ yetersiz hizmetler, uygun iş fırsatlarının olmaması ve bakımsız altyapı sorunlarıyla boğuşmaktadır. ESCWA raporu, kırsal alanlardaki yoksulluğun şehirlere göre kat kat fazla olduğunu teyit etmekte olup bu da servetin kötü dağılımını ve çevrenin kronik ihmalini ortaya koymaktadır.

Başbakan, “hükümetin ekonomik reform tedbirlerine tahammül eden” ülkenin evlatlarına teşekkür ederken, aslında bu politikalardan kaynaklanan gerçek acıları onaylamış olmaktadır.Ancak bu kabullenme, yaklaşımda bir değişime değil, aksine krize neden aynı kapitalist yolda daha fazla ilerlemeye yol açmıştır.

2016 yılında "dalgalı" programlar, sübvansiyonların kaldırılması ve vergilerin artırılmasıyla başlayan sözde reform, aslında bir reform değil, aksine yoksullara borç ve açık maliyetlerini yükleyen bir reform olmuştur. Zira yetkililerin "yeni bir başlangıçtan" bahsettiği bir zamanda, devasa yatırımlar zenginlere hizmet eden lüks gayrimenkul ve turizm projelerine yönlendirilmekte ve milyonlarca genç iş veya barınma fırsata bulamamaktadır. Bilakis Matruh'daki El Rum bölgesi gibi tahmini yatırımı 29 milyar Dolar olan bu projelerin çoğu, toprak ve servetlere el koyan ve bunları insanlar için geçim kaynağı değil, yatırımcılar için kâr kaynağı haline getiren yabancı sermaye ortaklıklarıdır.

Sistem, sadece yozlaşmış olduğu için değil, aynı zamanda tüm devlet politikalarının odak noktasına parayı koyan kapitalizm sistem gibi batıl bir fikir üzerinde hareket ettiği başarısız olmaktadır. Zira kapitalizm, mutlak mülkiyet özgürlüğüne dayanmakta olup servetin, üretim araçlarına sahip azınlığın elinde toplanmasına izin verirken, çoğunluk ise vergilerin, fiyatların ve kamu borcunun yükünü taşımaktadır.

Bu nedenle sözde "sosyal koruma programlarının" hepsi, vahşi kapitalizmin yüzünü güzelleştirme ve zenginleri kayıran ve fakirlerden alan zalim bir sistemin ömrünü uzatma çabasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla hastalığın kökünü, yani servetin tekelleştirilmesini ve ekonominin uluslararası kuruluşlara bağımlılığını çözmek yerine, yoksulluğu hafifletmeyen ve onuru korumayan kırıntılar gibi nakit yardımlar dağıtmakla yetinilmektedir.

Gözetim, bir yöneticinin tebaasına bahşettiği bir lütuf değil, hem bu dünyada hem de ahirette Allah'a hesap vereceği şerî bir vacip ve sorumluluktur. Bugün yaşananlar, halkın işlerinin kasıtlı olarak ihmal edilmesi ve Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'ndan alınan şartlı krediler lehine gözetim görevinin terk edilmesidir.

Devlet, bizzat kapitalist sistemin yarattığı şişirilmiş açığı kapatmak için vergiler koyarak, sübvansiyonları azaltarak ve kamu mülkiyetlerini satarak, yoksullukla yabancı alacaklılar arasındaki bir aracı haline gelmiştir.Bütün bunlar, faizin yasaklanması, kamu mallarının bireyler tarafından sahiplenilmesinin engellenmesi, Müslümanların Beytu’l Mâl’inden tebaaya harcama yapılması vacibi gibi ekonomiyi düzenleyen şerî mefhumların kaybolmasından dolayıdır.

İslam, yoksulluğun, sadece parasal destek veya kozmetik projelerle değil, kökten tedavi eden kapsamlı bir ekonomik sistem sunmuştur. Nitekim bu sistem, en önemlileri aşağıdakiler olan şerî temellere dayanmaktadır:

1- Devleti zincirleyen ve kaynaklarını tüketen faiz ve faizli borçların haram olması; dolayısıyla faizin ortadan kaldırılmasıyla ekonominin uluslararası kurumlara bağımlılığı da ortadan kalkacak ve ümmetin mali egemenliği geri dönecektir.

2- Üç tür mülkiyetin olması:

Ferdi mülkiyet: Evler, dükkanlar ve özel çiftlikler gibi...

Kamu mülkiyeti: Petrol, gaz, mineraller ve su gibi büyük servetleri kapsamaktadır…

Devlet mülkiyeti: Fey, rikaz (maden, define ve hazine gibi kendiliğinden yer altında bulunan veya insanlar tarafından yer altına gömülüp gizlenen her türlü kıymetli maden ve eşyayı ifade eder) ve harac arazileri gibi…

İşte bu dağıtım sayesinde adalet sağlanacak ve küçük bir grubun ümmetin kaynaklarını tekeline alması önlenecektir.

3- Tebaanın her bir insanı için yeterliliğin sağlanması: Devlet, gözetimi altındaki her bireyin temel gıda, giyim ve barınma ihtiyaçlarını garanti eder. Eğer çalışmaktan aciz olursa, onun harcamasının Beytu’l Mâl tarafından yapılması gerekir.

4- Zorunlu zekat ve infak: Zekat, bir iyilik değil, aksine devlet tarafından toplanan ve yoksullara, muhtaçlara ve borçlulara şerî bir şekilde harcanan bir farzdır. Dolayısıyla bu, paraları toplumdaki yaşam döngüsüne geri döndüren etkili bir dağıtım aracıdır.

Üretken çalışmaya teşvik edilmesi gerektiği gibi sömürünün önlenmesi ve spekülasyonlara, lüks gayrimenkullere ve hayali projelere değil, ağır ve savaş sanayileri gibi gerçek ve faydalı projelere kaynak yatırımları yapılmasına da teşvik edilmesi gerekir. Tekelleşme veya dalgalı kurlar yerine, gerçek arz ve talebe dayalı fiyatların kontrol edilmesi gerekir.

Sadece Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti bu hükümleri pratik olarak uygulamaya muktedirdir; çünkü Hilafet, İslam akidesi esası üzerine inşa edilmiş olup hedefi ise insanların paralarını toplamak değil, onların işlerini gözetmektir.Çünkü Hilafetin gölgesinde faiz, şartlı krediler ve kamu varlıklarının yabancılara satışı yoktur; aksine kaynaklar ümmetin çıkarları doğrultusunda yönetilmesi ve Beytu'l Mâl'in, devlet kaynakları, harac, enfal (savaş ganimetleri) ve kamu mallarından sağlık, eğitim ve kamu hizmetlerinin finansmanı üstlenmesi vardır.

Yoksullara gelince; onların temel ihtiyaçları, geçici sadakalarla değil, garanti edilmiş şerî bir hak olarak fert fert güvence altına alınmıştır. Bu nedenle İslam'da yoksullukla mücadele siyasi bir slogan değil, aksine adaleti tesis eden, zulmü önleyen ve serveti hak sahiplerine geri veren kapsamlı bir hayat sistemidir.

Resmi söylemler ile yaşanan gerçeklik arasında, hiç kimse için gizli olmayan büyük bir uçurum vardır. Zira hükümet “mega” projeleri ve “gerçek atılımıyla” övünüp dururken, milyonlarca Mısırlı yoksulluk sınırının altında yaşamakta ve yüksek fiyatların, işsizliğin ve umutsuzluğun acısını çekmektedir. Gerçek şu ki, Mısır kapitalizm yolunda ilerlemeye, ekonomisini tefecilere teslim etmeye ve uluslararası kurumların politikalarına boyun eğmeye devam ettiği sürece bu acılar asla son bulmayacaktır.

Mısır'ın krizleri ve sorunları maddi değil insani olup İslam temelinde bunların nasıl ele alınıp çözüleceğini açıklayan şerî hükümler bulunmaktadır; aslında çözümler, görmezden gelmekten daha kolaydır ancak doğru yolda yürüyen ve Mısır ile halkının gerçekten iyiliğini isteyen özgür iradeye sahip samimi bir yönetime ihtiyaç vardır; işte o zaman bu yönetim, başta gaz, petrol, altın ve diğer maden ve kaynak arama faaliyetlerinde bulunan şirketler olmak üzere ülkenin varlıklarını ve kamu mallarını tekelleştiren şirketlerle daha önce imzalanan tüm sözleşmeleri gözden geçirecek, aslında ülkenin zenginliklerini yağmalayan sömürgeci şirketler oldukları için bu şirketlerin tamamını kovacak, sonra insanları ülkenin zenginlikleriyle güçlendirmek ve petrol, gaz, altın ve diğer minerallerden servet üreten şirketler kurmak veya kiralamak ve bu servetleri yeniden insanlara dağıtmak temelinde yeni bir sözleşme formüle edecektir. Böylece insanlar, devletin hakları olarak kullanmalarına imkan vereceği ölü toprakları işleyebilecekler, aynı zamanda Mısır ekonomisini canlandırmak ve halkının ihtiyaçlarını karşılamak için üretilmesi gerekenleri üretebilecekler ve devlet bu yolda onlara destek olacaktır; bunların hiçbiri hayal ürünü ve ulaşılması imkansız olmadığı gibi deneme amaçlı önerdiğimiz ve başarılı olabileceği gibi başarısız da olabilecek bir proje de değil; aksine bunlar devlet ve tebaa için bağlayıcı olan şerî hükümlerdir. Dolayısıyla devletin, zalim uluslararası yasalarla onayladığı, desteklediği ve koruduğu sözleşmeleri bahane ederek insanların mülkü olan ülkenin servetlerini israf etmesi caiz olmadığı gibi yine devletin insanları bu servetten mahrum bırakması da caiz değildir; aksine insanların servetlerini yağmalamaya çalışan herkesin elini kesmesi gerekir. İslam'ın sunduğu ve uygulanması gereken işte budur; ancak bu, İslam'ın diğer sistemlerinden ayrı olarak uygulanamaz; aksine sadece Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti yoluyla uygulanabilir. Hizb-ut Tahrir'in yükünü taşıdığı ve kendisine davet ettiği devlet işte budur; bu yüzden Hizb-ut Tahrir, Mısır'ı, halkını, hem halkı hem de orduyu bunun için kendisiyle birlikte çalışmaya davet etmektedir. Umulur ki Allah, katından bir fetih nasip eder de böylece İslam'ın ve ehlinin izzetli olduğu günleri görebiliriz; Allah'ım, bunu bir önce nasip et.

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَىٰ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِم بَرَكَاتٍ مِّنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِO ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.” [Araf 96]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Said Fazıl

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER