Salı, 25 Safer 1447 | 2025/08/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Bir İnsanın Ormanda Öldürülmesi Affedilmez Bir Suç Olurken Bütün Bir Halkın Öldürülmesi İse İncelenmesi Gereken Bir Dava Oluyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Bir İnsanın Ormanda Öldürülmesi Affedilmez Bir Suç Olurken Bütün Bir Halkın Öldürülmesi İse İncelenmesi Gereken Bir Dava Oluyor!

Standartlar politikasındaki bu çelişki ve bu ikirciklik, küresel çapta var olan iğrenç iş birliğini ortaya koymaktadır.

Bir yerde bir kişi öldürüldüğünde dünya seferber oluyor ve konferanslar düzenleniyor, ama bütün bir halk öldürüldüğünde ise tartışma, polemik ve siyasi bürokrasi kapısı açılıyor.

Yahudi varlığının talebi üzerine Hamas'ın elinde tutulan Yahudi esirler konusunu ele almak için ihanet konseyi toplanırken, Filistin halkı ise dünyanın sessizliğinin karşısında açlıktan ölüyorlar, şehirleri sakinlerinin başlarının üzerine yıkılıyor ve diri diri toprağa gömülüyorlar.

Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi ve diğerleri gibi uluslararası kuruluşların harekete geçirilmesindeki seçicilik, dünyanın gözü önünde bir zalime destek için kullanılıyor. Zira tek taraflı olarak esirler öne çıkarılırken, işgal, kuşatma ve yıkım altında yaşayan milyonlarca insanın çektiği acılar görmezden geliniyor.

Dolayısıyla standartlardaki bu ikirciklik, uluslararası platformlardaki sloganlardan "insan haklarının" öne çıktığı bir dünyada, bütün bir halkın öldürülmesini bir “bakış açısı” meselesine dönüştürmektedir.

Onların nezdinde bir insanın değerinin insanlığıyla değil, aksine cinsiyetiyle ya da başta demokrasi lideri Amerika olmak üzere Batı güçlerinin çıkarlarına ne kadar yakın olduğu ile ölçüldüğü açıkça ortaya çıkmıştır!

Bu paradoks artık sadece mecazi bir ifade değil, aksine her gün yaşadığımız bir gerçekliktir. Zira masum bir kişi öldürüldüğünde, medya kameraları harekete geçiyor, raporlar yazılıyor ve toplantılar düzenleniyor; ancak Gazze'de bir mahalle tamamen bombalandığı, aileler enkaz altında kaldığı, çocukların canlı canlı molozların altında gömü kaldığı zaman ise, sahne “soruşturmanın konusu” haline geliyor ve manşetler, “çatışmalardan”, “tırmanıştan” veya “meşru müdafaa hakkından” bahsetmek için yeniden formüle ediliyor!

Daha da kötüsü, uluslararası aşağılık ve utanç verici konsey, Hamas'ın elindeki esirler konusunu ele almak için toplanırken, günlük olarak onlarca, hatta yüzlerce Filistinli ölüyor!

Sırf kendi topraklarını ve namuslarını savundukları için ömürlerini parmaklıklar arkasında geçiren Filistinli esirlerden hiç kimse bahsetmiyor. Ayrıca mülteci kamplarına atılan "akıllı" bombalardan dolayı da hiç kimse hesaba çekilmiyor!

Bu ikirciklik sadece ahlaki değil, aynı zamanda hukuki bir ikircikliktir; zira uluslararası hukuk, -iddia ettikleri gibi- herkese uygulanmak için konulmuştur ancak büyük güçlerin hevasına göre seçici bir şekilde uygulanmaktadır.

Acı bir şekilde diyorum ki: Bu, Batı medeniyetinin alnındaki utanç verici bir lekedir!

Bizim şu soruyu sormaya hakkımız vardır: Filistinlilerin kanı daha mı ucuz? İşgale direnmek, -sizin anayasanızda- terör olarak tanımlanırken, işgalin kendisi haklı mı gösteriliyor? Peki insanın değeri, medyanın karar verdiği şeye göre mi belirleniyor?

Dünyanın bu trajedilere sessiz kalması, bunlardan habersiz olduğu anlamına gelmez, aksine örtülü iş birliği anlamına gelmektedir. Bu dünyada tüm bir halkın katledilmesini, “incelenmesi gereken bir mesele” olarak görenler olduğu sürece, sizin terennüm edip durduğunuz insanlık, yalan ve iftiradan başka bir şey değildir!

Ey Müslümanlar: Eğer bizim, bizi ve onurumuzu savunacak bir varlık olsaydı, bugün uluslararası kuruluşlara başvurup onlardan kardeşlerimizin kanının akmasını durdurmalarını dilenmek zorunda kalmazdık.

Devletimizin, izzetimizin ve onurumuzun yokluğu, kanımızın mubah kılınmasına ve sesimizin marjinalleşmesine neden olmaktadır; zira sadece gücü kabul eden ve karar verme yetkisine sahip olanlara saygı duyan bir dünyada yaşıyoruz. Dolayısıyla devletimiz olmadığı sürece, müzakerelerin bir tarafı değil, sadece onun bir malzemesi olarak kalmaya devam edeceğiz.

Bugün Filistin ve diğer İslam beldelerinde yaşananlar sadece bir insanlık trajedisi değildir, aksine devletimizin ve izzetimizin yokluğunun doğrudan bir sonucudur; şayet bu devlet olsaydı, denklem değişir, hakkın sesi yükselir ve galip gelirdi.

Ey Müslümanlar: İş çığırından çıktı. Eğer bizi birleştiren bir devletimiz olsaydı, Yahudi varlığı ve onların emsalleri, Müslümanların kanının kutsallığını ihlal etmeye cesaret edemezdi. Artık izzetimizin bağımlılık ya da yalvarmalarda olmadığını, aksine gerçek projemize geri dönmekte, yani dağınıklığımızı birleştirip heybetimizi ve izzetimizi geri kazanacağımız devletimizi kurmakta olduğunu idrak etmemizin zamanı gelmiştir. Zira devlet olmadan bizler, dağınık halklar, zayıf vatanlar ve savunucusu olmayan davalar olarak kalmaya devam edeceğiz.

İşte halkına asla yalan söylemeyen bir lider olan Hizb-ut Tahrir sizleri, hakların korunduğu ve canların güvence altına alındığı bu vacibi yerine getirmek için kendisiyle birlikte çalışmaya davet etmektedir… Allah'ın izniyle bu gerçekleşirse, zillet gecesi ne kadar uzun olursa olsun izzetin şafağı mutlaka doğacaktır!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Tarihsel Hakkının Hakikati

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yahudi Varlığının Tarihsel Hakkının Hakikati

Haber:

Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Irak gibi Arap ülkeleri, Netanyahu'nun bir basın röportajında “Büyük İsrail” vizyonu ile olan tarihsel bağlarına değinmesini kınadılar, Tel Aviv'in yayılmacı fikirlerini reddettiler ve bölge ülkelerinin egemenliğine yönelik tırmanma ve tehditlere karşı uyarıda bulundular.(Independent Arabic, 14/8/2025)

Yorum:

Kelimelerle tarif edilemeyecek ve gözle görülemeyecek şekilde Gazze'deki Müslüman kardeşlerimize karşı işlenen korkunç katliamlara rağmen, bu hain yöneticiler kulaklarını onların yardımına veya onlara yardım eli uzatmaya tıkamışlar, aksine kafir efendilerine hizmet etmek ve çürümüş koltuklarını korumak için onların kuşatılmasına ve aşağılanmasına yardım etmişlerdir; zira bu korkaklar, Yahudilerin güvenliğini sağlamak için Amerika'nın politikalarının uygulayıcılarından başka bir şey değillerdir ve ateş ayaklarının altına kadar ulaşsa bile rolleri sadece kınamakla sınırlıdır!

Bu yöneticilerden umut kesilmiş olup Gazze'yi ve mübarek toprakları kurtarmak için onlardan kurtulmaktan başka çare yoktur.Burada işaret edilmesi gereken husus, Yahudilerin kendisi için çalıştığı şeyin tarihsel bir hak olarak adlandırılmasıdır; bu yüzden Müslümanların, Filistin'in ümmetten koparılıp Yahudiler tarafından işgal edilmesinin, Filistin halkının öldürülmesi, sürülmesi ve yerinden edilmesinin, Hilafetin yıkılmasından sonra ümmetin başına gelen en büyük felaketlerden biri olduğunu bilmeleri gerekir;zira ümmet bu meselede, başka meselelerde benzeri hiç görülmemiş bir şekilde yanıltmanın ve aldatmanın acısını çekmekte olup önce isimlendirmelere ve sahte liderlere aldanarak onlarca yıl boyunca onların peşinden gitmiş, sonra da çok geç de olsa aldatıldığını fark etmiştir.

Filistin, savunulması ve uğruna savaşılması gereken İslami bir toprak olup gaspçı işgalcinin bu topraklardan kovulması gerekir;dolayısıyla Yahudilerin Filistin topraklarında tarihsel bir hakkı yoktur ve bizim onların aynı düşünce tarzına ayak uydurmamız ve Filistin'de Yahudilerden önce Arapların varlığını gerekçe göstermemiz yanlıştır. Zira yeryüzü Allah'a ait olup onu dilediği salih kullarından miras olarak bırakır; Müslümanların Filistin üzerindeki haklarının tarihsel bir hak olduğu düşünmek bile şeriata aykırı olup Müslümanların haklarını kanıtlama konusunda onların şerî kaynaklarına yönelik bir saldırı sayılır.Çünkü Filistin, Müminlerin Emiri Ömer İbn Hattab tarafından fethedilmesinin ötesinde Kur'an-ı Kerim onu zikretmiş ve onu Mekke-i Mükerreme ile ilişkilendirmiştir. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُKendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” [İsra 1]

Ey Müslümanlar: Kafir Batı ve aveneleri, sizin acılarınızı gerçekten sona erdirecek olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurarak sizin Rabbinizin rızasına ulaşmanızı engellemek için her türlü yolu ve yöntemi kullanmaktadırlar. O halde Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا إِلَى السَّلْمِ وَأَنتُمُ الْأَعْلَوْنَ وَاللهُ مَعَكُمْ وَلَن يَتِرَكُمْ أَعْمَالَكُمْ Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” [Muhammed 35]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Sadık Es-Sarari - Yemen

Devamını oku...

Amerika İnsan Hakları Raporu: Manipülasyon ve Çarpıtmada Yeni Bir Boyut

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Amerika İnsan Hakları Raporu: Manipülasyon ve Çarpıtmada Yeni Bir Boyut

Haber:

ABD Dışişleri Bakanlığı, bu hafta 2024 yılını kapsayan yıllık insan hakları raporlarının basitleştirilmiş bir versiyonunu yayınladı. Bu rapor, insan hakları grupları ve eski yetkililer tarafından sert eleştirilere maruz kaldı.Axios web sitesi, 13 Ağustos 2025 tarihinde Uluslararası Af Örgütü'nün şu açıklamayı yaptığını bildirdi: “Geçmiş raporları haklı nedenlerle eleştirmiştik, ancak bu tür raporları hiç görmemiştik.”

Haber:

Demokrasi, kapitalizmin çirkin yüzünü gizleyen bir maskedir; ancak bu antik Yunanca terim, insan haklarıyla olan bağlantısı nedeniyle birçok kişiye çekici gelmiştir.Ancak Amerika, insan haklarını kendi çıkarları için son derece seçici bir şekilde kullanmakta olup uzun ve dolambaçlı ikiyüzlü yolculuğunda yeni bir dönüm noktasına ulamıştır.

Son rapordaki benzeri görülmemiş önyargı her zamankinden daha fazla olup Amerika ile ittifak halindeki seçilmiş kesimlerin ihlallerini önemsizleştirerek eleştirmenlerin ve rakiplerin incelenmesine odaklanıyor ve genellikle tarafsız bir temel olarak sunulan şeyi, Amerikan dış ve iç politikasının açık ve net bir aracına dönüştürerek, bazı ihlalleri abartırken diğerlerini susturuyor.Raporda genellikle ABD'nin, şantaj yapmak istediği yabancı hükümetlerin ve kuruluşların ihlallerini hedef almak için uygun verileri seçmek üzere kullandığı bir kaynak oluştururken, bu yılki aynı belge bir silahı temsil etmektedir.ZiraDışişleri Bakanı Marco Rubio, Demokratik Haklar ve Çalışma Ofisi ile raporu hazırlama bağlamında olan Dışişleri Bakanlığı çalışanlarını ve görevlilerini tehdit ederek buna hırs göstermiş olup Politico dergisine göre bunun ardında da çalışanların sayısı %80 oranında azaltılmıştır; bu ise Dışişleri Bakanı Rubio'nun ofisi ve Orta Doğu bölümlerindeki üst düzey siyasi atamalar tarafından yapılan yayın öncesi düzenlemelerle ve raporun yayınlanması sırasındaki geleneksel tanıtım/basın brifinginin kaldırılmasıyla aynı zamana denk gelmektedir.

2024 raporu Salvador'a yönelik eleştirileri yumuşatmıştır: Zira 2023 raporunda “önemli insan hakları sorunları” sıralanırken, 2024 raporunda ise “ciddi insan hakları ihlallerine ilişkin güvenilir raporların” bulunmadığı vurgulanmıştır. Bu ise bağımsız gözlemcilerin, toplu tutuklamalar ve Devlet Başkanı Nayib Bukele'nin uyguladığı olağanüstü hal rejiminin gölgesinde adil yargılanma hakkının ihlal edilme riski konusunda sürekli olarak dile getirdiği uyarıları görmezden gelmektedir. Yahudi varlığının ve Filistinlilere karşı yürüttüğü soykırım kampanyasının haberleştirilmesi de Rubio'nun müdahalesinin hedefleri arasındaydı veİnsan hakları grupları, Gazze ile ilgili tartışmalarda, dış gözlemciler tarafından geniş çapta belgelenen sivillere yönelik zararlar, kuşatma koşulları ve insani yardım erişimi ile ilgili ayrıntıların baskı altında tutulduğunu veya silindiğini belirtti.

Aksine rapor, Amerikan çıkarlarına uygun alanlarda daha katıdır; zira örneğin Brezilyalı yargıç Alexandre de Moraes'in Bolsonaro'yu destekleyen ağlarla bağlantılı platformları kapatma ve tutuklamalar emri üzerine odaklanıyor.Axios sitesi tarafından özetlendiği gibi raporun Brezilya bölümü, durumun “yıl içinde gerilediğini” belirterek, mahkemelerin “ifade özgürlüğünü ve internet özgürlüğünü baltalamak için” aldığı “geniş ve orantısız önlemlere” işaret etmiştir.Human Rights Watch işe şu eklemede bulunmuştur: “Dışişleri Bakanlığı'nın yeni insan hakları raporu, çoğu zaman örtbas etme ve aldatma amaçlı olmuştur.”Peki ABD Dışişleri Bakanlığı, neden Bolsonaro'yu destekleyen ağların denetlenmesi konusunda bu kadar endişe duyuyor?Belki de Brezilya'nın eski cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro, Bolsonaro'nun 2022'deki darbe planlamasındaki rolüyle ilgili suçlamaların ABD'deki durumuna benzediğini iddia eden ABD Başkanı Trump'a yakınlığı nedeniyle “Tropiklerin Trump'ı” olarak nitelendirilmiştir!

Güney Afrika'ya gelince; Reuters, bazı ABD ortaklarına yönelik denetimlerin azalmasına rağmen Güney Afrika'ya yönelik eleştirilerin arttığını ifade etmiştir. Zira Rapor, “Güney Afrika'nın, Afrikalıların topraklarına el koyma konusunda çok endişe verici bir adım attığını” söylüyor.Rapor, konuya daha fazla yer verirken diğer yerlerdeki kapsamı daraltarak, konuya dengeli bir ağırlık vermek yerine ABD diplomatik anlaşmazlığıyla örtüşen bir argüman sunuyor. Yine Reuters, Güney Afrika'ya yönelik eleştirilerin arttığını ancak bazı ABD ortaklarına yönelik incelemelerin azaldığını bildirdi.Rapor, ifade özgürlüğü ve sansürle ilgili anlaşmazlıklara odaklanmakta olup zaten bu konular, yönetim tarafından kamuoyuna yönelik açıklamalarında da vurgulanmaktadır.Güney Afrika'ya daha fazla yer ayırarak diğer bölgelerdeki kapsamı daraltan rapor, dengeli göreceli bir oran vermek yerine ABD'nin diplomatik anlaşmazlığıyla uyumlu bir argüman sunuyor.

Brezilya ve Güney Afrika, Axios'un tanımladığı modeli birlikte sergiliyor: Bu ise seçilmiş ortaklara daha yumuşak muameleyi ve Washington'un gündemine aykırı hükümetlere ise daha sert ayrıntıları içeriyor.Reuters'ın belirttiği gibi, rapor “Trump'ın bazı müttefik ülkelere yönelik eleştirileri hafifletirken” diğer ülkelere yönelik denetimi ise artırıyor. Bu yıllık raporlar her zaman Amerika'nın çıkarlarıyla kesişmektedir ancak bu yılki rapor daha da abartılıdır. Bunun önemi ise, Kongre'nin 1970'lerde bu silsileyi onaylamasından bu yana ülke raporlarının Amerikan dış politikasının ayrılmaz bir parçası haline gelmesinden kaynaklanmaktadır.Bu da silah transferlerine yönelik denetim operasyonlarına (Yabancı Güvenlik Birimlerine İlişkin Leahy hukuku denetimi de dahil) yardım şartlarına ve diplomasiye rehberlik ediyor. Yani insan hakları bahanesiyle Amerika istediğini yapıyor ve ikiyüzlülüğünde giderek daha da cesurlaşıyor.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdullah Rubin

Devamını oku...

Hizb ut Tahrir'in Gazze'yi Desteklemek İçin Düzenlediği Küresel Faaliyetler!

Hizb ut Tahrir Merkez Medya Ofisi:
Hizb ut Tahrir'in Gazze'yi Desteklemek İçin Düzenlediği Küresel Faaliyetler!
 
Hizb ut Tahrir'in, Gazze'deki halkımızı ve nehirden denize kadar işgal altındaki tüm Filistin'i desteklemek için dünya çapında düzenlediği küresel faaliyetlerin bir parçası. Bu faaliyetler, suçlu Yahudi varlığının Gazze Şeridi'ndeki savunmasız Müslümanlara karşı 22 aydır sürdürdüğü acımasız katliamların (soykırım) ardından gerçekleştirilmektedir. Bu katliamlar, şu ana kadar 210.000'den fazla Müslüman erkek ve kadının şehit olmasına, yaralanmasına ve hayatını kaybetmesine neden olmuştur.
Salı, 18 Safer 1447 H - 12 Ağustos 2025 M
 
 
merkezi medya ofisi

#طوفان_الأقصى
#الجيوش_إلى_الأقصى
#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı
#OrdularAksaya
#ArmiesToAqsa
#AqsaCallsArmies

 
merkezi medya ofisi
 
Devamını oku...

Unutulan Sudan Savaşı: Ümmet İçin Bir Felakettir

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Unutulan Sudan Savaşı: Ümmet İçin Bir Felakettir

“Sudan'da Ortaya Çıkan Dehşetin Bir Sınırı Yok”

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk

Sudan kan ağlıyor, dünya ise neredeyse kılını dahi kıpırdatmıyor. Şimdi Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Muhammed Hamdan Dagalo (Hemedti) liderliğindeki Hızlı Destek Kuvvetleri arasında devam eden vahşi savaş üçüncü yılına girerken, ülke kaos içinde boğulmakta ve asrımızın en korkunç insani felaketlerinden biri yaşanmaktadır. Bununla birlikte yıkım ve acıların boyutuna rağmen Sudan'daki savaş, küresel kayıtsızlık nedeniyle görmezden gelinmekte, unutulmakta ve susturulmaktadır.

Bu iktidar çatışması, yardım kuruluşlarının gerçek rakamın çok daha yüksek olduğunu düşünmesine rağmen Nisan 2023'ten bu yana yaklaşık 150 bin sivilin hayatına mal olmuştur. Bunlar savaş alanlarında savaşan askerler değil, aksine evlerinde, camilerinde, pazarlarında ve geçici kamplarında merhametsizce öldürülen kadınlar, çocuklar ve yaşlılardır. (BBC) Hızlı Destek Kuvvetleri savaşçılarının 21'i çocuk olmak üzere 300'den fazla sivili öldürdüğü Nuhud katliamı, onun sayısız vahşetlerinden sadece bir tanesidir. Ayrıca bütün şehirler yakılıp yıkılmış ve aceleyle toplu mezarlar kazılmıştır. Bu yüzden Sudan'da olanlar sadece bir savaş değil, aksine sistematik bir soykırımdır.

Kadınlar ve kız çocukları, her zaman olduğu gibi savaşlarda en çok ihlale maruz kalan kurbanlar arasındadır. Zira her iki taraf da cinsel şiddeti bir korku ve tahakküm aracı olarak kullanmaktadır. Nitekim 9 yaşından küçük kız çocukları kaçırılmakta, toplu tecavüze uğramakta ve sonra fiziksel olarak yıkılmış bir şekilde evlerine geri gönderilmektedir; tabi eğer geri dönebilirlerse. Ayrıca kurtulanlar, toplumları aşağılamayı hedefleyen aleni tecavüz eylemlerinden ve yerinden edilmiş kişilerin kamplarındaki toplu cinsel saldırılardan bahsediyorlar.

Tıp alanında çalışanlar, kurtulanları, psikolojik destek veya adalet sağlanmadan tedavi ettiklerini ifade ediyorlar. Birçoğu da utanç veya intikam korkusuyla sessiz kalıyorlar. (İnsan Hakları İzleme Örgütü, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği)

Nitekim 14 milyondan fazla insan yerinden edilmiş olup bu da bunu dünyadaki en büyük yerinden edilme krizi haline getiriyor. Zira Sudan'ın 50 milyonluk nüfusunun yarısından fazlası, açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dünya Gıda Programı'na göre, açlık en az 10 bölgeyi vurmuş olup bunlardan biri de 400 bin mülteciyi barındıran Zamzam mülteci kampıdır. (Dünya Gıda Programı)

Gıda ve su kıtlığı yaşanıyor. Bu ise doğal bir afet nedeniyle değil, aksine kasıtlı bir şekilde yapılıyor. Zira her iki grup da insani yardımı engellemek, yardım malzemelerine el koymak ve temel ihtiyaçlara erişimi engellemek yoluyla açlığı bir silah olarak kullanıyor. Yani açlık, bütün halkları cezalandırmak için kullanılıyor.

Mülteci kamplarında çocuklar ağaçların yapraklarını yiyor ve anneler çocuklarını doyurmak için günlerce yiyecek bulamıyorlar. Sıtma ve kolera gibi su yoluyla bulaşan hastalıklar hızla yayılmaktadır. Sağlık sistemleri çökmüş durumdadır. UNICEF, durumu çok yönlü bir kriz olarak nitelendirmekte ve bu krizin sağlık, sanitasyon, eğitim ve güvenlik gibi hayatın her alanını tahrip ettiğini belirtmektedir. (Dünya Sağlık Örgütü) Nitekim onlarca rapor, siyasi tutukluların işkence gördüğünü, sivillerin kaçırıldığını ve çocukların savaşmak için zorla askere alındığını ortaya koymaktadır. Ayrıca insani yardım alanında çalışanlar da hedef alınmakta, öldürülmekte, kaçırılmakta veya ihtiyaç sahiplerine ulaşmaları engellenmektedir. Bunun yanı sıra hastaneler yağmalanıp savaş alanına çevrilmekte ve okullar bombalanmaktadır. Dolayısıyla artık güvenli bir yer kalmamıştır. (Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği)

Buna rağmen medya kuruluşları, Sudan'ın adını neredeyse mırıldanıyor. Savaş, görünmez, unutulmuş veya tamamen manşetlerden kaldırılmış olarak nitelendiriliyor. Zira Ukrayna veya Gazze'nin aksine, ünlülerin destekleri, kitlesel protestolar veya siyasi bir baskı yok.

Sudan'ın sessizliği bir tesadüf değildir; zira altın, petrol ve uranyum gibi zenginlikleri ve verimli toprakları, onu jeostratejik bir ödül haline getirmektedir. Zira Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, Amerika, İngiltere ve Rusya gibi güçlerin hepsinin, Sudan'da çıkarları söz konusudur. Bu yüzden ülke, yabancı çıkarların satranç tahtası haline gelmiştir.

Sudan'daki savaş tarihsel bir tesadüf değildir. Aksine bu, ayrılan sınırlar ve yabancı sponsorlar tarafından desteklenen laik diktatörlükler gibi sömürgecinin bir mirasıdır. Bu yüzden Müslüman ülkelerdeki mevcut ülkelerin çoğu gibi Sudan da, sömürgeci güçlerin kontrolü altındadır. Bu yüzden gerçek bağımsızlıktan mahrum bırakılmış, liderliği yozlaştırılmış ve halkı da birbirine düşürülmüştür.

Batı'nın teşvik ettiği demokratik çözümler ise sorunun bir parçasıdır. Zira seçkinlerin çıkarlarına hizmet etmek için tasarlanan bu sistemler, Irak, Libya ve Afganistan'ı yüzüstü bıraktığı gibi Sudan'ı da yüzüstü bırakmıştır.

Sudan ve tüm İslam ümmetine gerçek ve kalıcı bir çözüm sunan tek bir yol vardır. Bu yol ise Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulmasıdır.

Hilafet, etnik ve kabilevi aidiyetlerine bakılmaksızın Müslümanları birleştirecek, yabancı nüfuzu ortadan kaldıracak, kaynakları adil bir şekilde dağıtacak, hesap verebilirlik ilkesini yerleştirecek ve herkes için onur ve güvenliği sağlayacaktır. Nitekim tarih, Ömer bin Abdülaziz dönemindeki Hilafet yönetiminin, Kuzey Afrika'da yoksulluğu nasıl ortadan kaldırıp zekât verecek kimsenin kalmadığını anlatmaktadır.

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وَتَرَاحُمِهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّىMüminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerini korumada bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” [Sahih-i Müslim] Sudan'daki ümmetimiz sıkıntı içerisinde olup dünya bunu umursamayabilir ama bizim umursamamız gerekiyor.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu Kadınlar Kısmı, tüm Müslümanları bilinçli olmaya, batıl çözümleri reddetmeye ve acil bir şekilde Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti'nin kurulmasına davet etmeye çağırıyor.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ

“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Yasmin Malik

Devamını oku...

Hilafet, Onların Uydurdukları Şeyleri Yutacaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Hilafet, Onların Uydurdukları Şeyleri Yutacaktır!

Haber:

Netanyahu i24 kanalına verdiği röportajda: "Büyük İsrail" vizyonuna bağlı olduğunu ifade ederek... Nesiller boyunca aktarılacak tarihi ve ruhani bir mesaj taşıdığını söyledi.(El Cezire, 13 Ağustos 2025)

Yorum:

“Büyük İsrail” hedefi, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak ve Arap Yarımadası'ndan toprak koparmayı gerektirir ki bu, pratiği olmayan bir hırs ve siyasi olmayan bir vizyondur.Çünkü bu tür büyük eylemler ve bölgenin jeopolitik haritasında meydana gelen değişiklikler, Netanyahu, hükümeti ve varlığından daha büyük bir gerçekliktir; -ne yazık ki- bölgenin efendisi olan Amerika, Netanyahu'nun hayal ettiği gibi bir değişim arzusuna dair hiçbir işaret göstermemiştir. Söz konusu toplantıda göstermiş olduğu beden dili ve ses tonları göz önüne alındığında bu durum, Netanyahu’nun kendisini tarihi bir lider olarak göstermek istediği için kendisinin kişisel propagandasına benziyor gibi görünüyor!

Bu açıklamanın hedefi ne olursa olsun acı gerçeklik şu ki, büyük güçlerin istediği şekilde ve istediği zaman bölgenin haritalarını değiştirilebilir olmasıdır.Bu, geçen yüzyılın başlarında Fransa ve İngiltere tarafından gerçekleşmiş olup Amerika tarafından da daha yavaş bir tempoda devam etmiştir; bu da yapay coğrafi sınırlar, bölge halkının kültürüne yabancı olan ulusal varlıklar, Yahudiler için bir varlığın ortaya çıkarılması, Suriye'nin Mısır ile birleştirilip ardından ikisinin ayrılması, Güney Sudan'ın Kuzey Sudan'dan ayrılması, Irak'ın kanla sulanan mezhepsel sınırlarla bölünmesi -ki bu, yeni Suriye için bir senaryo gibi görünüyor- şeklinde gerçekleşmiştir...

Böylece bölge halkı olan Müslümanlar yeter artık deyinceye kadar büyük güçlerin büyüklüğüne ve çıkarlarına göre kesme, yapıştırma ve dikme işlemi devam edecektir.Bu söz, işleri aslına geri döndürecek bilinçli siyasi bir düşünce gücüyle tercüme edilebilir ki bu güç de; Müslümanlara onurlarını, ihtişamlarını, beldelerini, servetlerini ve kutsallarını geri iade edecek olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet Devleti'dir.

İşte o zaman Amerika ve büyük devletlerle büyük çatışmalar olacaktır; Yahudi varlığı ise Hilafetin burnunda vızıldayan bir sinekten başka bir şey olmayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Usame Es-Suveynî

Devamını oku...

İster Küçük İster Büyük, Sİze Vaat Edİlen İlahİ Vaat Yakında Yok Olacağınızdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İster Küçük İster Büyük, Sİze Vaat Edİlen İlahİ Vaat Yakında Yok Olacağınızdır!

Haber:

Arap dünyası Netanyahu'nun “Büyük İsrail” hakkındaki açıklamalarını reddetti... (Rai Al Youm)

Yorum:

Netanyahu, yaptığı kısa açıklamada, Tanrının iradesi ve onun seçilmiş halkına olan vaadi olduğunu ve bu büyük projeyi, yani sözde "Büyük İsrail vizyonunu" hayata geçirmek üzere seçilen kişinin de kendisi olduğunu dolaylı olarak değil açıkça ilan etmiştir.

Şam, Ürdün, Irak ve Arap Yarımadası'ndaki aşiretlerin ayaklanması, sana ulaşmadı mı pis herif? Sen bilmez misin ki yeryüzünün adamları yerlerinden kalktığında ancak senin gölgesinde olmayı umduğun krallığının yıkıntıları üzerine bir kez daha oturacaktır.

Nitekim o, normalleşme peşinde soluyan ve büyük bir körlük yolunda yürüyen yöneticiler hariç herkesin bildiği kapalı kapılar ardında dönen şeyleri dile getirmiştir! Bu, Doğu Mason Locası'ndaki büyük bir kör adamın erişebileceği en yüksek bir rütbedir; oysa o, ne görür ne işitir ne de hisseder. Bu yüzden eğer sağ yanağına vurulsa o da sol yanağına vurur, halkı içindeki kötülüğü kabul eder ama bunu da bir ilerleme, yükselme ve siyasi tecrübe olarak görür!

Netanyahu'nun açıklamalarından etkilenen Arap ülkelerinin sergilediği zayıf ve cılız tavır, çekingen ve kısık sese gelince; bu açıklamalara karşı kınama, eleştirme ve içerleme şeklinde olmuştur. Sanki Arap ülkelerinin lisanı hali şöyle diyor; bizi ifşa etme ey Bibi, bu açıklamalarınla bize cehennemin kapılarını açma, sen etkisini ve sonuçlarını ancak Allah'ın bildiği bir bomba patlatıyorsun ve bu bomba senin ve bizim aleyhimize masayı alt üst edebilir ve böylece seninle üzerinde anlaştığımız projelerin de heba olup gidebilir.

Bu ülkelerin tepkisi, kimle ve nasıl konuşacağını idrak eden ve düşmanlarının ve dostlarının kim olduğunu bilen ısrarcı ve cesur birine karşı sıkılgan bir şekilde kınayan birinin tepkisinden başka bir şey değildir; zira şayet bu kınayan ve içerleyen kişiler, erkek gibi bir tepki verselerdi, cevapları, işittiğin değil gördüklerin olurdu. Heyhat ki erkek adam Harun Reşid ölmüştür; şayet aramızda Ömer olsaydı, bu kibirli aşağılık adam ağzını açıp tek bir kelime dahi edemezdi, hatta ondan ve varlığından hiçbir iz kalmazdı.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ

Allah emrine galiptir. Ancak insanların çoğu bilmezler.” [Yusuf 21]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Salim Ebu Sebeytan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER