Salı, 04 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Çin ve Dar Bölgesel Bakış Açısından Kurtulması

Soru Cevap

Çin ve Dar Bölgesel Bakış Açısından Kurtulması

Soru:

12 Nisan 2014 tarihli soru cevapta şöyle geçmektedir: “Çin’de güç ve meydan okuma duygusu mevcuttur. Ancak, sadece kendi bölgesini korumakla yetinmekte, ABD ile mücadelesini, Amerika’nın kendi bölgesine yönelik hamlelerine sadece bir tepki (reaksiyon) vermekle sınırlı tutmakta, Amerika’yı kendi bölgelerinde ve nüfuz alanlarında sarsmak için harekete geçmemektedir... Yine birçok alanda, özellikle de ekonomi alanında kapitalizmi benimsemektedir... Evet bunları yapmamış olmasaydı, uluslararası alanda sesi daha gür çıkar ve Amerika’nın çıkarları üzerindeki etkisi daha güçlü olurdu... Her hâlükârda Çin’de güç hissiyatı mevcuttur, kendi bölgesi sınırları içinde olsa bile, kendi kendine (zatî) hareket eder halde kalmak için çalışmaktadır...” Peki, Çin’in nadir elementlerin Amerika’ya ihracatını kısıtlaması, elinde bulundurduğu Amerikan Hazine tahvillerini satması, ordusunu modernize etmesi ve Pekin’in güneybatısında dünyanın en büyük askeri kompleksini inşa etmesi, bölgeselcilik siyasi bakış açısından kurtulup, Amerika ile küresel ölçekte boy ölçüşecek bir görüş açısına sahip olduğunun bir göstergesi olmaz mı? Allah mükafatınızı artırsın.

Cevap:

Cevabın daha iyi anlaşılabilmesi için şu hususların açıklığa kavuşturulması elzemdir:

1- Mao liderliğindeki Komünist Parti ile ABD’nin alenen desteklediği Çan Kay-Şek liderliğindeki Milliyetçi Parti arasında yaşanan çatışmanın ardından, Mao’nun galip gelmesiyle 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu. Çan Kay Şek liderliğindeki milliyetçi parti Tayvan’a kaçtı ve orada “Çin Cumhuriyeti”ni ilan etti... 1978 yılında Çin Komünist Partisi’nin başına Deng (Şiaoping) geçtiğinde ise, Mao’nun aksine ideoloji yerine ekonomiye öncelik verdi. Böylece düşük ücretlere ve yüksek dış ihracata dayalı bir ekonomik model icat etti ve daha fazla yabancı yatırımcı çekmek için kapıları açtı. Bu amaçla Çin’in doğu şehirlerinde 1979 yılında Özel Ekonomik Bölgeleri (ÖEB) kurdu.

2- Deng ile birlikte Çin, ekonomi, dış siyaset vb. alanlarda komünist ideolojiden vazgeçti ve kapitalizm ile komünizmi birbirine karıştıran karma bir sistem uygulamaya başladı! 1980 yılından bu yana 45 yıllık bir zaman dilimi içerisinde son derece hızlı bir ekonomik büyüme gerçekleştirdi ve halen büyümeye de devam etmektedir. 2010 yılından itibaren de Amerika’dan sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisine sahip bir ülke oldu ve halen de öyle devam etmektedir. “Nitekim Bank of America; Çin’in 2035 yılına kadar Gayri Safi Yurtiçi Hasılasını ikiye katlayabileceğini ve bu süreçte dünyanın en büyük ekonomisi olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni geride bırakabileceğini ifade etti...” (27.02.2021 CNBC Arabia) Ekonomik açıdan durum budur.

3- Askerî açıdan bakıldığında ise Çin, ekonomik gücünü askerî güce dönüştürme yolunda ilerlemekte ve savunma harcamalarını her yıl artırmaktadır. “Çin bugün Çarşamba günü 2025 yılı Milli Savunma bütçesini yüzde 7,2 oranında artırmayı planladığını duyurdu. Bu, savunma bütçesinde üst üste onuncu tek haneli büyüme yılına işaret ediyor. Ülkenin planlanan savunma harcaması bu yıl 1,784665 trilyon Yuan ‘yaklaşık 249 milyar ABD dolarına ulaşacak...” (05 Mart 2025 El-Arabi News) Bununla birlikte, Çin ordusunun konvansiyonel ve nükleer yetenekleri de gelişmektedir. “ABD Savunma Bakanlığı’nın bugün Çarşamba günü Kongre’ye sunduğu raporda; 2024 yılının ortalarında Çin’in 600’den fazla nükleer başlığa sahip olduğu ve 2030 yılına gelindiğinde bu sayının bini aşacağı belirtildi...” (18.12.2024 Russia Today) Ayrıca Çin, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya karşı kazanılan zaferin sekseninci yıldönümünü kutlamak amacıyla 03 Eylül 2025 tarihinde düzenlenen askeri geçit töreninde, gelişmiş silahlarının sergilenmesine özen gösterdi. Böylece Çin’in askeri silahlarda ne denli bir gelişme kaydettiği görüldü.

4- Siyasi olarak ise Çin, Avustralya, Japonya, Güney Kore gibi bölge ülkelerinin aksine Amerika’nın yörüngesinde hareket etmeyen bağımsız bölgesel büyük bir güçtür... İdeolojik olmasa da milliyetçilik ve ekonomik çıkar motivasyonundan hareketle bölge ülkelerinde siyasi hırsı olan bir ülkedir. Güney Çin Denizi, Çin için hayati bir öneme sahiptir; zira bu deniz bölgesi önemli deniz yolları, balıkçılık alanları ve Çin’in sürekli büyüyen imalat sektörünü ve ekonomisini beslemek için olmazsa olmaz olan deniz altı petrol ve gaz yatakları barındırmaktadır. “ABD Enerji Enformasyon İdaresi’nin 2013 tarihli raporuna göre “Deniz yatağında 11 milyar varil petrol ve 190 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunduğu tahmin edilmektedir.” (2013.04.13 https://www.eia.gov/todayinenergy) Ayrıca dünya ticaretinin %80’inden fazlası Güney Çin Denizi üzerinden yapılmaktadır ve bunun yaklaşık 5,3 trilyon dolar değerinde ticari mala denk geldiği tahmin edilmektedir. (2016 China Power) Bu nedenle Çin, bu jeopolitik ve jeostratejik bölgeye ilgi duymakta ve üzerinde hak iddia etmektedir.

5- Dünyanın jandarmalığını yapan Amerika, Asya stratejisi gereği kâh Avrupa’daki asker ve ekipmanını pasifik bölgesine kaydırarak, kâh Tayvan krizini kullanarak, kâh Hindistan’ı kullanarak, kâh bölgesel ülkeler ile AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) ve QUAD ile (Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Hindistan ve Japonya) askeri ittifaklar kurarak ve kâh Huawei gibi Çinli şirketlere ticari savaşlar açarak Çin’in yükselişini engellemeye ve Çin’i çevrelemeye çalıştı. Zira Amerika, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra ideolojik olarak İslam’ı, devlet olarak da Çin’i düşmanlar listesinin en başına koydu. Her ne kadar Irak ve Afganistan savaşları Çin ile mücadelesini geri plana itmiş ve yavaşlatmış ise de bu savaşlardan sonra bütün hedefini Çin üzerine yoğunlaştırmış ve Trump döneminde olduğu gibi de ticaret savaşları üzerinden Çin’le olan mücadelesini sıkılaştırmıştır.

6- Bu açıklamanın ardından şimdi yukarıda sorulan sorunun cevabına geçelim:

A- Nadir toprak elementlerinin ihracatına gelince, Çin bunların özellikle ileri teknolojiye sahip modern endüstrilerde kritik öneme sahip olduğunu farkında; Bu elementlerden yaklaşık 17 türü, dünya çapında 200’den fazla modern endüstri ürününde kullanılmaktadır. Bu elementler, uçaklar, denizaltılar, uzay araçları ve İHA’lar gibi askeri sanayilerin olmazsa olmazıdır. Bu elementlerin büyük bir kısmı Çin’de çıkarılmaktadır. Çin, Amerika ile girdiği ticaret savaşında, Amerika’dan tavizler koparmak için bu nadir toprak elementlerini ona karşı bir koz olarak kullanmıştır... Nitekim, Trump, 8 Nisan 2025’te, Çin’e olan gümrük vergilerini kademeli olarak artırarak yüzde 104’e çıkaracağını açıkladığında, buna bir tepki (reaksiyon) olarak Çin de 9 Ekim 2025’de Amerika’ya nadir toprak elementleri ihracatını kısıtladığını duyurdu. Çin küresel NTE’nin yüzde 49’unu, küresel üretimin ise yüzde 69’unu elinde bulundurmaktadır... Yani mesele, bir etki ve tepki meselesidir... Sonra bu etki ve tepki döngüsü bir kez daha tekerrür etti. Trump gümrük vergilerini yaklaşık yüzde 47’ye düşürdü. Ardından Trump, 30 Ekim 2025 tarihinde Güney Kore’nin Busan kentinde düzenlenen Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Forumu’nun 32. toplantısı marjında Çinli mevkidaşı ile yaptığı görüşmenin ardından uçağıyla ülkeden ayrılırken gazetecilere yaptığı açıklamada, “Çin’e uygulanan gümrük vergileri yüzde 57’den yüzde 47’ye düşürülecek. Değerli madenler konusunda anlaşma sağlandı, artık engel olmayacak. Anlaşma 1 yıl süreyle uzatılacak.” dedi. (30.10. 2025 Şarku’l avsat, el-Arab el-Cedid) Dolayısıyla Çin’in nadir toprak elementlerine kısıtlama getirmesi dar görüşlülükten kurtulduğu anlamına gelmez. Aksine bu, ABD’nin aldığı gümrük vergisi kararına bir misilleme niteliğindedir yani bir pazarlık kozudur. Vakıa da buna doğrulamaktadır; nitekim gümrük vergileri düşürüldü ve nadir toprak elementleri kısıtlamaları bir yıllığına askıya alındı.

B- Çin’in elinde bulunan ve Ekim 2017’de 1 trilyon 189 milyar dolara ulaşan ABD Hazine tahvillerinin bir kısmını satmasına gelince: “Çin’in ABD Hazine tahvili varlıkları 2009’dan beri en düşük seviyeye indi... ABD Hazine Bakanlığı’nın dün Salı günü yayınladığı veriler, Çinli yatırımcıların elinde tuttuğu ABD devlet borçlarının değerinin 2024 yılında 57 milyar dolar azalarak 759 milyar dolara düştüğünü gösterdi. Buna, Çinlilerin sahip olduğu ancak başka ülkelerdeki hesaplarda tutulan Hazine tahvilleri dahil değildir.” (19.02.2025 El Cezire.net) Bu da yine ideolojik bir vizyondan ziyade risklerini azaltmak amacıyla savunma hamlesiyle alınmış bir karardır. Şöyle ki ABD ve Avrupa’nın, Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın ardından, Rusya’nın 300 milyar dolarlık varlığını dondurduğu ve SWIFT sistemini bir silah olarak kullandığı biliniyor. Dolayısıyla Çin’in Tayvan’a saldırma olasılığı durumunda veya ticaret savaşları gibi başka herhangi bir sebep ötürü tıpkı Rusya’ya yaptığı gibi ABD tarafından Çin mal varlıklarının dondurulmasının önüne geçmek amacıyla Çin’in bu tahvilleri altın rezervine dönüştürmüş olması kuvvetle muhtemeldir. “Yalnızca geçen yıl Çin, rezervlerine 550 milyar dolar değerinde birkaç ton altın daha kattı. Geçen ay altının Çin’in resmi rezervlerindeki payı yüzde 4,9 ile tarihin en yüksek seviyesine yükseldi.” (18.05.2024 artigercek.com) Bazı uzmanların dile getirdiği gibi Çin’in sahip olduğu varlıkların azalmasının, bazı varlıkların Belçika merkezli Euroclear ve Lüksemburg merkezli Clearstream gibi menkul kıymet saklama kuruluşlarına transfer edildiği söylemi ise zayıf bir ihtimaldir. Çünkü bu durumda da ABD’den kaçırıp Belçika ve Lüksemburg’a naklettiği mal varlıkları Amerika’nın bu ülkelere yapacağı baskılar nedeniyle dondurulma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu yüzden en güvenli liman altındır... Bu sebeple altına dönüştürmüş ihtimali daha ağır basmaktadır. Yani bu hamle de Çin’in dar görüşlü akliyatında bir değişimin olduğunu göstermez, bir tedbir olarak değerlendirilebilir... Kısacası, Çin’in hem nadir element hamlesi hem de ABD Hazine tahvilleri satışı, soru cevapta da geçtiği üzere “ABD ile mücadelesini, Amerika’nın kendi bölgesine yönelik hamlelerine sadece bir tepki (reaksiyon) vermekle sınırlı tutmakta” Amerika’nın eylemlerine bir misilleme niteliğindedir.

C- Çin’in ordusunu modernize etmesi ve Pekin’in güneybatısında dünyanın en büyük askeri kompleksini inşa etmesi meselesine gelince: “Çin Ordusu, 2027 yılına kadar Halk Kurtuluş Ordusu’nun (PLA) yüzüncü yıl hedeflerine ulaşma taahhüdünü yineleyerek, modernizasyon çabalarını hızlandırma ve savaşa hazırlık durumunu güçlendirme sözü verdi. Çin Halk Kurtuluş Ordusu ve Halk Silahlı Polis Kuvvetleri Heyeti Sözcüsü Wu Qian, yüzüncü yıl hedeflerine ulaşmanın ve askeri kapasiteyi geliştirme çalışmalarının Çin’in ulusal savunmasını modernize etme çabaları kapsamında “stratejik bir zorunluluk” olduğunu vurguladı. Wu, “Hedeflerimize planlanan zamanda ve güçlü bir performansla ulaşmak için çabalarımızı yoğunlaştırmalıyız” açıklamasında bulundu. (13.03.2025 Defense-arabic.com) Ve “Financial Times gazetesi, mevcut ve eski ABD’li yetkililerin; Çin ordusunun Pekin’in batısında, ABD istihbarat servislerinin savaş zamanında bir komuta merkezi olarak hizmet vereceğine inandığı devasa bir kompleks inşa ettiğini ve bunun ABD Savunma Bakanlığı “Pentagon”dan çok daha büyük olduğunu söylediklerini aktardı. Gazete, elde ettiği uydu görüntülerinin, Pekin’in 30 kilometre güneybatısında 4 bin metrekareden fazla bir alana sahip inşaat sahasını gösterdiğini belirtti. Askeri uzmanların tahminine göre burada, olası nükleer savaşlar da dahil olmak üzere herhangi bir çatışma sırasında Çinli askeri liderleri korumak için büyük ve müstahkem sığınakları barındıracak derin çukurlar görünüyor...” (21.01.2025 El Cezire.net) Gerek ordunun modernizasyonu gerek Pekin’in 30 km yakınlarında devasa komuta merkezi kurması, gerek Güney Çin Denizi’nde yapay adalar inşa etmesi gerekse donanmasını hızla büyütmesi, ABD’nin askeri donanmasının yüzde 60’nı bölgeye yığmasına karşılık verilmiş bir tepkidir. Yani Çin, bu askeri kompleksin inşasıyla ikinci dünya savaşı sonrası sömürgelerinde İngiltere’yi tehdit etmek ve yerine geçmek için çatışmaya giren ABD ile sömürgelerinde çatışmaya girmeyi ve yerine geçmeyi amaçlamamaktadır ya da ABD’yi sömürgelerinden çıkarmak, nüfuzunu sarsmak ve yerine geçmek için ordusunu modernize etmeyi hedeflememektedir. Daha çok bunlar, ABD’nin Çin’in bölgesel alanı üzerindeki hegemonyasını engellemekle ilgili eylemlerdir. Soru cevapta geçtiği gibi “Ancak, sadece kendi bölgesini korumakla yetinmektedir” Yani ABD’nin bölgedeki askeri yığınağına verilmiş reaktif bir tepkidir.

7- Özetle, Çin, küresel çapta büyük bir devlet olabilecek her türlü maddi imkânlara artık sahiptir. Ancak şu ana kadar Çin’in hem kendi nüfuz alanlarında hem de diğer bölgelerde Amerika ile rekabet edebilecek cesarete sahip olmadığı görülüyor. İşte bu sebeple Çin, Amerika ve Batılı ülkelerin, 2022’de Ukrayna’yı işgaliyle birlikte Rusya’ya uyguladıkları yaptırımları görünce, daha önce planladığı ve tehdit ettiği üzere Tayvan’ı zorla ilhak etmekten geri durmaktadır. Dolayısıyla Amerika ve Batı’nın Afrika, Asya ve diğer bölgelerdeki nüfuz alanlarında Amerika’ya meydan okumaya kalkışmamaktadır. Hatta yıllar önce planladığı üzere, Pasifik kıyılarından Hint Okyanusu’na ve oradan -Cibuti hariç- Afrika’ya uzanacak askeri üsler ağı kurma politikasından da geri adım atmıştır. Yine Panama’daki çıkarlarına yönelik Amerikan tehditleri karşısında da kararlı ve ciddi bir tavır sergileyememiştir. Nitekim Panama bu tehditlere boyun eğerek, 06 Şubat 2025 tarihinde Çin’in Panama Kanalı üzerindeki denetimi konusunu da kapsayan Çin’in Yeni İpek Yolu anlaşmasından çekilmek zorunda kalmıştır... Bilakis Çin, kendi inisiyatifiyle harekete geçmek yerine sadece Amerika’nın kendisine yakın bölgelerdeki hamlelerine reaktif bir eylemde bulunmakla yetinmektedir... Dolayısıyla önceki soru cevabımızda zikrettiklerimiz hala geçerliliğini korumaktadır. Çin’in bölgesel görünürlüğü açık ve nettir ve bu alanda rekabet etmektedir. Ancak bu görünürlük, Amerika ile küresel düzeyde mücadele edecek bir küresel görünürlük değildir... Ne var ki bu tablo, şimdilik böyledir. Çin’in askerî ve ekonomik açıdan ilerlemesini sürdürmesiyle birlikte, ileride siyasal ve fikrî alanda yeni gelişmelerin ortaya çıkması ve bunun da onu daha aktif ve küresel bir siyasal rekabete sevk etmesi ihtimal dışı değildir...

8- Sonuç olarak Amerika da Çin de, bu dünyada hayırdan ziyade hem kendilerini hem de yandaşlarını çepeçevre kuşatan bir şer ve halkını da asla kurtuluşa erdirmeye sahte bir uygarlık uğrunda birbirleriyle itişip kakışmaktadırlar... Bugün yeryüzünde onlarda görülen bu üstünlük ise; dünyanın dört bir yanına hayrı yayacak, onların şerlerini bertaraf edecek ve yapılarını da yerle bir edecek olan bir devletin yokluğundan kaynaklanmaktadır... Şüphesiz ki Allah’ın izniyle o Raşidi Hilafet Devleti geri dönecektir. Daha önce Farsları ve Bizanslıları ortadan kaldırdığı gibi, onları da yeryüzünden silip atacaktır... Zira İslam ümmeti canlı ve faal bir ümmettir ve Allah’ın onun için seçip beğendiği o ilk siretine doğru hızla ilerlemektedir.

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız.” [Ali İmran 110] Ayrıca bu ümmetin içinde; Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya samimi, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e sadık bir parti (Hizb) vardır. O parti yürüyüşünü hızlandırmakta, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın vaadini ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmek için gecesini gündüzüne katmaktadır, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamaktadır, Allah’ın vaadi gerçekleşinceye, Allah’ın vaadi ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan Raşidi Hilafet geri gelinceye, Konstantiniyye’nin fethedildiği gibi Roma da Müslümanların elleriyle fethedilinceye kadar azmi ve kararlılığı zerre kadar yumuşamayacak ve zayıflamayacaktır. Ahmed, Müsned’inde Abdullah ibn Amr ibn al-As’tan rivayet ettiği göre, “Biz, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem huzurunda toplanmış, onun sözlerini yazıyorduk. Derken, biri sordu:

فَقَالَ بَيْنَمَا نَحْنُ حَوْلَ رَسُولِ اللَّهِ ﷺ نَكْتُبُ إِذْ سُئِلَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ: أَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ أَوَّلاً قُسْطَنْطِينِيَّةُ أَوْ رُومِيَّةُ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ ﷺ: مَدِينَةُ هِرَقْلَ تُفْتَحُ أَوَّلاً يَعْنِي قُسْطَنْطِينِيَّةَ “Ey Allah’ın Rasûlü! Hangi şehir önce fethedilecek, Konstantiniyye mi yoksa Roma mı?” Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem “Önce Herakl’in şehri yani Konstantiniyye fetholunacaktır” buyurdu.”

وَيَوْمَئِذٍيَفْرَحُالْمُؤْمِنُونَ* بِنَصْرِاللَّهِيَنْصُرُمَنْيَشَاءُوَهُوَالْعَزِيزُالرَّحِيمُ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

H.01 Cumâde’s Sânî 1447
M.22 Kasım 2025

Devamını oku...

Milisler, Devletin Varlığı İçin Bir Güvenlik Tehdididir ve Varlıkları Şeriata Aykırıdır

Kuzey Eyaleti’nin başkenti Dongola şehri, 21 Kasım 2025 Cuma akşamı, Kara Limanı bölgesinin kuzeyinde Sudan ordusuna bağlı birlikler ile “Evlad Kameri” olarak bilinen silahlı grup arasında silahlı çatışmalara sahne oldu. Haberlere göre, grubun lideri et-Tom Kameri yaralanarak hastaneye kaldırıldı ve özel korumasının öldürüldüğüne dair bilgiler mevcut.

Bu çatışma, söz konusu milislerin aslen Sudan Ordusu’nun yanında savaşan gruplardan biri olmasına rağmen meydana gelmiştir. Bu durum, milislerden yardım istemenin ne denli tehlikeli olduğunu teyit etmektedir. Zira saygın hiçbir devlet, kendi resmi silahlı kuvvetlerinin yanı sıra başka silahlı güçlerin varlığına izin vermez. Ancak ne yazık ki Sudan, tam anlamıyla bir milisler ülkesi haline gelmiştir; Bölgesel, yöresel, kabilesel ve hatta ailevi milisler tüm Sudan’ı bir milisler arenasına çevirmiştir!

Bu milisler kaosu, ülkenin parçalanacağının habercisidir. Çünkü devletin söz geçiremediği bu milisler, sömürgeci devletlerin onları aslen var edip silahlandıranlar olmasalar bile en kolay kullandıkları maşalardır. Tıpkı yıllarca devlete kurşun sıkıp şimdi “biz de sizdeniz” diyen ama kendi bayrağını, kendi komutanını dayatan Darfur hareketleri gibi! Bunların yarın namluyu devlete çevirmeyeceğinin garantisi nedir? Hani El Beşir, Hızlı Destek Güçleri’ni (HDG) büyütmüştü de, onlar güçlenince Amerika’nın Darfur planı için devlete savaş açmıştı, unuttunuz mu?

Devlet otoritesi dışında silahlı güç barındırmak, devletin intiharıdır! Bu sadece siyasi bir hata değil, Şeriat’a da aykırıdır. İslam nizamında böyle bir başıbozukluğa yer yoktur.

Hizb-ut Tahrir tarafından hazırlanan ve Allah’ın izniyle yakında geri dönecek olan Hilafet Devleti Anayasa Taslağı’nın 66. Maddesi’nde şöyle geçmektedir: “Bütün ordu, özel ordugâhlara yerleştirilmiş tek bir ordu haline getirilir. Ancak bu ordugâhlardan bazıları, muhtelif vilâyetlere ve bazıları da stratejik mevkîlere konuşlandırılmalıdır. Bazıları ise devamlı taşınabilir ve hareket edebilir (mobilize) ordugahlar haline getirilir ki bunlar vurucu kuvvetlerdir. Askerî ordugahlar birçok gruplar halinde düzenlenir. Bu grupların her birine Ordu ismi verilir ve her birine ayrı ayrı numaralar verilir. Birinci ordu, üçüncü ordu gibi…Ya da âmilliklerden veya vilâyetlerden birinin adıyla adlandırılır.”

O halde Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’ni yeniden kurmak için çalışmamız kaçınılmazdır. Zira Hilafet, Şeriat’a bağlı kalacak, sınırları koruyan ve Allah yolunda cihat eden devlet ordusu dışında hiçbir gücün varlığına izin vermeyecektir.

Devamını oku...

İngiltere, Uşakları ve Ayaktakımı BAE ve El Alimi Hükümeti Üzerinden Yeniden Aden’e Dönmenin Hevesinde! Onu Kovacak Bir Gayretkeş Yok mu?

Yemen içindeki ve dışındaki medya organları, 18 Kasım 2025 Salı günü, İngiltere’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan Sorumlu Devlet Bakanı Hamish Falconer’ın Aden’e ulaştığı haberini geçti. İngiliz Bakan burada sekiz üyeli Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi ile bir araya geldi. Ayrıca Başbakan Salim bin Brik, Dışişleri Bakanı Şayi ez-Zindani ve bir dizi bakanla da görüştü. Falconer’a İngiltere’nin Aden Büyükelçisi Abda Şerif de eşlik etti.

İngiliz Bakan, Kızıldeniz ve Babu’l Mendeb’deki seyrüsefer güvenliğini sağlama bahanesiyle Sahil Güvenliğe 149 milyon sterlinlik bir destek açıklasında bulundu. Ayrıca 16 Eylül 2025 tarihinde Riyad’da düzenlenen Yemen Deniz Güvenliği Konferansı’nda 4 milyon Sterlinlik ek destek taahhüdünde bulunulduğunu duyurdu. Falconer, bu ziyaretinin deniz güvenliğini güçlendirme çerçevesinde gerçekleştiğini belirterek, “İngiliz desteğinin silah kaçakçılığını önlemeye ve deniz yollarını korumaya katkı sağladığını” iddia etti. Bu ziyareti, Kızıldeniz’deki Yemen’e ait bölge ve adalarda (Mayun ve Zugar), Arap Denizi’ndeki Mayun adasında, Somali’deki Bosasso’da varlık göstermesi ve Tarık Afaş’ın Kızıldeniz’deki komşu sahil kenti olan Hodeidah’ı kontrol altına alması gibi Abu Dabi’nin Londra’ya hizmet etmek adına yürüttüğü tüm eylemlerin ardından gerçekleşti.

Ey bu ayın 30’unda son İngiliz askerinin Aden’den ayrılışının 58. yıldönümünü kutlayanlar! Aynı anda İngiliz yetkilileri karşılamanız akıl kârı mıdır? Ülkesi Aden’i işgal etmeye gelen bir İngiliz bakanın, İngiltere ile Yemen arasındaki “ortaklıktan” ve Yemen halkının çektiği acıların giderilmesi için “yardım sağlamaktan” bahsetmesine akıl sır erdirebiliyor musunuz? Askerlerini Yemen’den çeken İngiltere, çıkarlarını gözetmeye devam eden bu ayak takımı yöneticiler aracılığıyla ülkeye geri dönmüştür. Yemenli yöneticiler ile Londra arasındaki bu ziyaret trafiği, Yemen halkına bu yöneticilerin kafir Batı’nın memurları olduğunu kanıtlamaktadır. O halde bize yakışan, onları ve arkalarındakileri ülkemizden süpürüp atmaktır.

Diğer tarafta ise bölgedeki çıkarları İngiltere’nin çıkarlarıyla çatışan bir diğer sömürgeci güç olan Amerika sahnededir. Eritre Devlet Başkanı Isaias Afwerki’nin 16 Kasım 2025’te yaptığı; “Yemen adalarındaki yabancı askeri üsler Kızıldeniz ve Aden Körfezi güvenliğine doğrudan bir tehdittir ve istikrarsızlık gerekçesidir... Kızıldeniz’in güvenliği bölge ülkelerinin sorumluluğundadır. Kızıldeniz’in güvenliği bölge ülkelerinin sorumluluğundadır.” şeklindeki açıklamalarının ve kolektif iş birliği yapmaları için kıyıdaş rejimlere çağrıda bulunmasının arkasında Amerika vardır. Bunun hemen ardından Husilerin Yemen Deniz Güvenliği Konferansı’ndan, Abu Dabi’nin Yemen adalarındaki varlığından ve Hudeyde Limanı’na yönelik tehditlerinden memnuniyetsizlik duyduklarını dile getirdiler. Husiler, İngiltere’nin tüm bu hareketliliğini kendilerine yönelik ve kendilerini hedef alan adımlar olarak gördüler.

Yemen ve Kızıldeniz, bir kez daha İngiltere ve Amerika’nın güç savaşına sahne oluyor. Bu iki sömürgeci güç yerel ve bölgesel ajanlarını kullanarak ülkemizi parsellemenin peşinde. Sana’a ve Aden’deki yönetimler ise bu sömürgecileri def etme güç ve yeteneğine sahipken onlara boyun eğmiş durumdalar. Hizb-ut Tahrir, halkına asla yalan söylemeyen bir öncüdür, Yemen halkını ve tüm Müslümanları; Nübüvvet Metodu üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için kendisiyle birlikte çalışmaya davet ediyor. Hilafet, Müslümanları birleştirecek, İslam’ı tatbik edecek ve kâfirlerin kökünü kazıyacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Amerika’nın İslami Örgütler Üzerinde Artan Baskı Kampanyası – Teksas Versiyonu

Teksas Valisi Greg Abbott, bu hafta attığı sürpriz bir adımla Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi’ni (CAIR) ve Müslüman Kardeşler Cemaati’ni “yabancı terör örgütleri” ilan etti. Bu karar, söz konusu iki örgütün Teksas’ta herhangi bir mülk edinmesini yasaklamakta ve eyaletin, bu örgütlere bağlı olduğu iddia edilen kuruluşlara karşı yasal işlem başlatma yetkisi vermektedir. Abbott her ne kadar bu adımı “radikal aşırılığa” karşı bir duruş olarak formüle etse de, gerçekte bu karar İslami kuruluşlara yönelik sürekli artan bir tehlikeli bir tırmanışı ifade etmekte, Amerika’nın Müslüman tebaasına karşı sergilediği ikiyüzlü tutumu, ifade özgürlüğünü gasp edişini ve devlet zorbalığını bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Abbott’un bu kararı her ne kadar federal düzeyde bir bağlayıcılığa sahip olmasa da, sembolik bir tehdit oluşturmakta ve Teksas Başsavcısı’na, “aidiyet” kriterleri veya uygulama prosedürleri netleştirilmeksizin, CAIR veya Müslüman Kardeşler’le bağlantılı olduğu iddia edilen kuruluşlara karşı dava açma imkanı tanımaktadır.

Abbott’un bu girişimi, sosyal medya saldırıları ve Abbott’un “İslami yerleşke” olarak tanımladığı ve çok sayıda soruşturmaya tabi tutulan Dallas yakınlarındaki Epic City geliştirme projesi de dahil olmak üzere, eyaletin İslami girişimleri mercek altına almasından aylar sonra geldi. Bu adımlar, yasal kisvesi altında İslami toplulukların ve örgütlerin hedef alındığı, aynı zamanda siyasi kazanımlar uğruna İslamofobik histerinin körüklendiği net bir şablonu ifşa etmektedir.

Daha önce Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Senatör Ted Cruz, Müslüman Kardeşler’i ve Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi’ni (CAIR) terör varlıkları olarak sınıflandırmaya yönelik devam eden çabalardan bahsetmiş ve bu süreci ulusal güvenlik kaygıları çerçevesine oturtmuşlardı. Bu açıklamalar, İslami örgütlerin ve toplulukların sadece İslami meseleleri savundukları veya Amerikan dış politikasına muhalefet ettikleri için düşman muamelesi gördüğü yerleşik bir şablonu pekiştirmektedir.

Amerika’daki Müslümanlar, on yıllardır ‘terörle mücadele’ ve ‘ulusal güvenlik’ bahanesiyle casusluk faaliyetlerine, fişlemeye, suçlu muamelesi görmeye ve sindirme politikalarına maruz kalmaktadır. Geçmişte hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi yönetimlerin kullandığı İslamofobik söylemler ise, Müslüman topluluğuna yönelik nefret suçlarında endişe verici bir artışa yol açmıştır. Dahası, bu çabalar son iki yılda, özellikle Müslüman toplumların Gazze’deki soykırıma yönelik eleştirileri ve muhalefeti bastırmak için sert tedbirleri teşvik eden yasama değişikliklerini etkileyen Siyonist propaganda nedeniyle daha da yoğunlaşmıştır. Ağustos 2025’te İslami gruplara yönelik bu tırmanışla ilgili bir basın açıklaması yayınlamıştık ve mevcut gelişmeler ışığında şunları hatırlatıyoruz:

Aslında bu mesele, sadece Müslüman Kardeşler ya da CAIR meselesi değildir, tüm Müslüman kuruluşları ve cemaatlerimizi aynı anda etkileyen bir durumdur. Özellikle Müslümanların haklarını savunan veya İslami bir yönetim talep eden kuruluşların siyasi gerekçelerle hedef alınması, İslam’a karşı yürütülen genel düşmanlık politikasından bağımsız düşünülemez.

Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve onun şerefli Ashabı da, Mekke’de sırf insanları İslam’a çağırdıkları için benzer siyasi yasaklara, sürgünlere ve alçakça karalama kampanyalarına maruz kalmışlardı.

İslam, bizlere dinimizi savunmayı, ne pahasına olursa olsun hakkı haykırmayı ve ümmetin iyiliği için tek bir vücut gibi hareket etmeyi emreder. Bu nedenle, Amerika’daki Müslümanlar olarak bizler, hak yolda sarsılmaz bir kale gibi durmalıyız, sesimizi tek bir sese dönüştürmeliyiz, birbirimize kalkan olmalıyız ve bizi sindirip dinimizi gizlemeye zorlayan bu korkakça tehditleri reddetmeliyiz. Allah Subhânehu ve Teâlâ bize şunu hatırlatıyor:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ“Müminler ancak kardeştir.” [Hucurat 10]

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللهُ إِنَّ اللهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [Tevbe 71]

Biz Hizb-ut Tahrir olarak, bütün İslami kuruluşları birbirlerine sahip çıkmaya teşvik ediyoruz. Mesele tek bir örgüt meselesi değildir, Amerika’daki İslami kimliğimizin bekası meselesidir. Cevabımız vahdet, netlik ve direnç olmalıdır; bu, kolektif gücümüzün bir imtihanıdır.

Devamını oku...

Amerika, Sinsi Bir Planla ve Suç Konseyi’nin Vesayet Kararıyla Gazze Savaşının Meyvelerini Topluyor!

  • Kategori Filistin
  •   |  

Güvenlik Konseyi, Gazze’de iki yıl süren soykırımın, çocukların bedenlerini diri diri yakan holoskosttun, enkaz altında nefesleri kesildiği yıkımın ve bedenleri eritene kadar süren açlığın ardından, Trump suçlusunun planını destekleyen bir karar tasarısını oyladı.

Gazze’de işlenen soykırım, Güvenlik Konseyi’nin gözü önünde gerçekleşti. Oturum üzerine oturum düzenlendi, kararlar sunuldu; ancak hiçbiri savaşı durdurmayı başaramadı. Çünkü terörün kuluçka makinesi, mücrim varlığın destekçisi ve cürmün sponsoru olan Amerika henüz savaşın durdurulmasına karar vermemişti. Bugün ise bu azgın savaşı sinsi planıyla mühürlemek ve Netanyahu ile suçlu ordusunun başaramadığını tamamlamak için bir karar çıkartmaktadır.

Güvenlik Konseyi’nin 2803 sayılı kararı; en belirgin husus olarak bir Barış Kurulu’nun kurulmasını öngörmektedir. “(Güvenlik Konseyi) Uluslararası tüzel kişiliğe sahip geçiş yönetimi olacak bir “Barış Kurulu” kurulmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Bu kurul, Kapsamlı Plan’a uygun olarak ve ilgili uluslararası hukuk ilkeleriyle uyumlu bir şekilde, Gazze’nin yeniden inşasına yönelik çerçeveyi geliştirecek ve finansmanı koordine edecektir.” Yine karar metninde şu ifadelere yer verildi: “Filistin yönetiminin reform programı eksiksiz uygulandıktan ve Gazze’nin yeniden inşası belirli bir noktaya geldikten sonra nihayet Filistin’in kendi kaderini tayin hakkı ve devletleşmeye giden kapsamlı bir yol ortaya çıkabilecektir.”

Ayrıca, karar metninde “Barış Kurulu’na, Birleşik bir komuta altında görev yapacak geçici bir Uluslararası İstikrar Gücü (ISF) oluşturma yetkisi veriliyor.” Bu gücün görevleri arasında; sınır bölgelerinin güvenliğinin sağlanmasına yardımcı olmak ve “terörist” olarak nitelendirilen silahların toplanması bulunmaktadır. Bu güç, (İsrail) ve Mısır ile ve personeli güvenlik soruşturmasından geçirilmiş “yeni, eğitimli bir Filistin polis gücü” ile koordinasyon halinde çalışacaktır.

Böylece, suçlu Amerika, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden kendisine Gazze Şeridi’ni doğrudan denetleme yetkisi bahşeden ve Gazze ile geleceği üzerine vesayet hakkı tanıyan bir karar çıkartmıştır. Bu karar, Gazze halkının ve mücahitlerinin başının üzerinde sallanan Demokles’in kılıcı gibidir. Kararda dikkat çeken husus; hain varlığın yükümlülüklerinden kaçması durumunda BM Şartı’nın 7. Maddesi kapsamına alınmasına dair hiçbir ifadenin bulunmamasıdır. Sanki karar, Gazze halkı için bağlayıcı, ancak mücrim Yahudi varlığı için bağlayıcı olmayacak şekilde tasarlanmıştır!

Filistin devleti meselesine gelince; bu, şeytanın dostlarını vaat ettiği zehirli bir havuç, lanetli bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Karar, her ne kadar sözde Filistin devletine atıfta bulunsa da, ona dair gerçek bir taahhütte bulunmamaktadır. Sadece “Güvenilir Yol” olarak adlandırdığı ve sonu görünmeyen bir labirent olabilecek süreci şekillendirmek için bazı şartlar ve dikteler sıralamaktadır. Hepsi de Yönetim’in (Otorite’nin) yapacağı “tatmin edici reformlara” bağlanmıştır. Peki Filistin Yönetimi’nden istenen bu reformlar nedir?! Ki bu Yönetim, Filistin’in çoğundan feragat etmiş, okul müfredatını değiştirmiş, hatta kendi halkını öldürmüş ve kendisinden istenen her şeyi yapmaya hazır olduğunu teyit etmiştir!

Bunun da ötesinde Netanyahu, Güvenlik Konseyi kararından önce 16 Kasım 2025 Pazar günü yapılan kabine toplantısında bir Filistin devletinin kurulmasını reddettiğini vurgulayarak, “Ürdün Nehri’nin batısındaki herhangi bir toprak parçasında bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik muhalefetimiz hâlâ geçerlidir, yürürlüktedir ve asla değişmemiştir.” ifadelerini kullanmıştır. (Russia Today) Ne Amerika ne de ajanları bu açıklamaya itiraz etmiştir. Bu da, Filistin Yönetimi’nden istenen rolün, işgalci varlığın güvenlik aparatı olmak ve onun politikalarını uygulamak olduğunu göstermektedir.

Tağutlar topluluğundan (BMGK) çıkan bu karar, Filistin ve halkı hakkında mücrimane bir karardır. Onca katliamlarına rağmen mücrim varlığın suçlarına göz yumması, onun güvenliğini temel taşı yapması; buna karşılık Gazze’yi ve silahını, Güvenlik Konseyi’nin silahsızlandırmak için üşüştüğü bir terör unsuru sayması, Gazze’yi Amerikan vesayeti altına sokarak Filistin’in geri kalanından koparması, hür ve sabırlı halkının kaderini kontrol etmesi, cihadını gömüp mücahitlerinin kökünü kazıması bu kararın ne olduğunu anlatmaya yeter.

Bu karar; Müslümanlarda dini hamasetlerini uyandıracak her türlü izi silmek, kurtuluşu, Aksa’yı ve kutsalları düşünmeyi yasaklanmış bir terör unsuru saymak, Müslümanların Allah yolundaki cihadını ise uluslararası ordularla karşılık verilmesi gereken bir suç haline getirmek için alınmıştır.

Ey Müslümanlar! Ey Müslüman ülkelerin orduları! Amerika’nın bizim askerlerimizle bizim ülkemizi işgal etmesi, planının uygulayıcı gücünün Müslümanların ordularından oluşması, bizim silahlarımızı bizim silahlarımızla alması ve mücahitleri tek bir kurşun bile sıkmadan kardeşlerine öldürtmesi gerçekten hüzün verici ve ağlatıcı bir durumdur!

Bu zelil ve ajan yöneticiler; bu meşum kararı oybirliğiyle onayladılar ve size utançtan bir elbise giydirdiler. Çocuklarınızı, düşmanınızın sadakındaki bir ok olması için seferber ettiler. Ne çocukların parçalanmış bedenleri, ne kadınların çığlıkları ne de Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın emirleri onları harekete geçirmemiştir. Onlar ancak Amerika’nın emriyle hareket eden ve ancak onun adına savaş yürüten kuklalardır. Daha ne kadar onlara sessiz kalacaksınız? Onları söküp atmanın ve tahtlarını başlarına yıkmanın zamanı gelmedi mi?

Mescid-i Aksa ve Mübarek Toprak; Amerika’nın süngüsü altında Yahudi varlığını korumak, Filistin halkını kahretmek ve mücahitlerin silahlarını almak için gelenleri değil; kurtarıcı fatihler olarak gelecek Müslüman ordularını beklemektedir. Amerika sizi zillete, aşağılanmaya ve yakıcı bir ateşe çağırıyor; Rabbiniz ise sizi dünya ve ahiret izzetine çağırıyor. Allah ve Rasûlü’ne icabet edin ve Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu buyruğunu derinlemesine düşünün:

إِنَّ الَّذِينَ ارْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْهُدَى الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْ وَأَمْلَى لَهُمْ * ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذِينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللَّهُ سَنُطِيعُكُمْ فِي بَعْضِ الْأَمْرِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِسْرَارَهُمْ * فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمُ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ * ذَلِكَ بِأَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْKendileri için hidayet yolu belli olduktan sonra gerisingeri dönenleri, şeytan aldatıp peşinden sürüklemiş, ve kendilerini boş ümitlere düşürmüştür. Bu, münafıkların, Allah’ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde size itaat edeceğiz” demelerindendir. Allah, onların gizlice konuşmalarını bilir. Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken hâlleri nasıl olacak? Bu, Allah’ı gazaplandıran şeylere uydukları ve O’nun hoşnut olduğu şeyleri beğenmedikleri içindir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.” [Muhammed 25-28]

Ey Filistin halkı, ey Gazze ehli! Allah’a güvenin; Allah sabrınızı ve cihadınızı ne dünyada ne de ahirette zayi etmeyecektir. Sizin temiz kanlarınız, komplo kuran ve sizi yüzüstü bırakan herkesi ateşiyle yakan bir lanet olacaktır. Sizin davanız, mücrimlerin oyuncağı olamayacak kadar büyüktür.

وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ“İşlerin sonucu Allah’a aittir” [Hac 41] Amerika’ya değil.

وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ“Akıbet muttakilerindir.” [Kasas 83]

Devamını oku...

Darfur Dosyasının Sırrı!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Darfur Dosyasının Sırrı!

Darfur adını, “Furların toprakları” anlamına gelen “Daru'l Fur”dan almıştır. Furlar, bölgedeki Darfur İslam Sultanlığı'nı yöneten büyük bir kabiledir ve Darfur, Sudan'ın yüzölçümünün üçte birini denk gelmekte olup 511.000 kilometrekarelik yüzölçümüyle Fransa'nın büyüklüğüne eşittir ve dünyanın en zengin bölgesi olarak kabul edilir.Darfur üzerindeki çatışma eski olup Osmanlı Hilafeti döneminde Darfur valisi, Mekke, Kâbe ve Ali bin Dinar el-Sudani'ye atfedilen Ali kuyularının bakımından sorumluydu.

Müslümanların Darfur hakkında bilmediği şeyler:

1- Marrah Dağı burada yer almaktadır: bu dağ, 165 km uzunluğunda ve 65-80 km genişliğinde olmasıyla dünyanın harikalarından biri olup dört mevsimin aynı anda yaşandığı, deniz seviyesinden yüksekliği 10.000 feet ve alanı ise Lübnan'ın yüzölçümüne eşit olan muhteşem bir dağdır. İçerisinde pınarlar, akarsular ve çeşitli tarım ürünleri barındıran bu dağ, bir ülke büyüklüğünde olduğundan dolayı yeryüzünün en büyük bir turizm projesi olabilir.İngiliz komitesinde yer alan Sudanlı bilim adamlarından biri, burada bir cıva nehri keşfettiklerini, ancak bugüne kadar kimsenin bunu ortaya çıkaramadığını belirtmiştir.

Marrah dağı, Tur dağı mıdır: Marrah dağının tarihi ve dini bir boyutu vardır; zira antik tarih ve Sudan mirası araştırmacısı Abbas Ahmed El-Hac, “Tevrat'ın 1817 ve 1830 nüshalarında, Hz. Musa Aleyhisselam’ın kardeşi efendimiz Harun'un, Hor Vadisi yakınlarındaki Hor Dağı’nda öldüğünü belirtmiş, bu da bazı tarihçilerin Marrah Dağı’nın kutsal Tur Dağı olduğuna inanmasına yol açmıştır. Ancak bu bilgiler kanıtlanmamış olup hatalı ve yanlış olabilir.

2- Bakır çukuru (Hufret en-Nihas): Bazı İngilizler 1953 yılında yazdıkları anılarında aynen şöyle diyorlar: "Büyük Britanya olarak bizler, eğer sadece Darfur'daki bakır çukuruna sahip olsaydık, 500 yıl boyunca büyük bir devlet olarak kalırdık." Güney Darfur'da bulunan bu maden, diğer mineraller ve altının yanı sıra yaklaşık 5 milyar ton bakır barındırmaktadır.

3- Amir dağı, uranyum ve Darfur'u korumak: Darfur'da yaklaşık 6 milyon ton uranyum içeren çok sayıda uranyum madeni bulunmaktadır. Hartum'daki Sudanlılardan biri, Birleşmiş Milletler'e bağlı kişilerden birine harfiyen şunları söylemiştir: Bizler Darfur'daki çeşitli lokasyonlara yayılmış, sayıları yaklaşık yüz bini bulan çalışanlarız! Bir düşünsenize, ona şöyle demiştir: Sizin göreviniz nedir? O da aynen şöyle demiştir: İlk görev Darfur'u ve madenlerini korumaktır. Bu konuşma çeyrek asır önce, yani 2000 yılında gerçekleşmiştir.

Daha sonra onlardan birisi, Sudan ve Darfur'da altın, uranyum, demir, titanyum, kurşun, kobalt ve diğer mineraller içeren çok sayıda maden keşfedilmiş olup en önemli keşiflerden biri de 2010 yılında Darfur'daki Amir Dağı'nda yapılmıştır ve bu maden yaklaşık 3.000 ton altın içermekte ve günde 150 kg altın üretmektedir.

4- Petrol: Darfur, iki büyük rezervuarın X harfi şeklinde kesiştiği yer olması nedeniyle petrol açısından dünyanın en zengin bölgesi olarak kabul edilmektedir; havza, Rusya'dan İran ve Körfez'e uzanarak Kızıldeniz ve Sudan'a girmekte ve Darfur'un orta noktasına akmakta olup sonra Nijer Havzası ile kesişerek dünyanın en büyük petrol havzasını oluşturmaktadır;nitekim bu programlar yaklaşık 27 yıl önce El Cezire tarafından yayınlanmış, Sudan hakkındaki en tehlikeli sırları ortaya çıkaracağı için daha sonra nihai olarak silinmiştir.

5- Sular: Darfur, Nubian Havzası olarak adlandırılan dünyanın en büyük su rezervuarının üzerinde yer almaktadır; zira Sudan ile ilgili dosyalarda okuduğum bilgilere göre araştırmalar bu rezervuarın, yağmurlar dursa, kaynaklar kurusa ve Nil suları kesilse bile, Sudan'ı ve halkını, tarımını ve hayvancılığını (140 milyon baş sığır) 500 yıl boyunca ayakta tutabileceğini belirtmektedir! Bir düşünsenize, Allah'ın size merhameti sayesinde bu havza, Darfur'a ve onun bazı kısımlarında da çeşitli eyaletlere kadar uzanmaktadır.

6- Amir dağı ve altın: Amir Dağı, Darfur'un merkezinde bulunan ve yaklaşık 3.000 ton altın rezervine sahip küçük bir dağdır; bu bilgiyi uydu görüntülerinden ilk elde eden kişi bendim ve bu keşif 2010 yılında yapılmış olup Amir Dağı Konseyi, kabilelerden ve hükümetten 100 kişiden oluşacak şekilde kurulmuştur; en dikkat çekici bulgulardan biri de Hızlı Destek Güçleri'nin 2014 yılında bu dağın kontrolünü ele geçirmiş olması ve yıllık üretiminin 40 tonun üzerinde altına ulaşmasıdır.

7- Elmaslar ve nadir mineraller:Darfur, elmas, değerli taşlar, nadir mineraller, çinko, altın, gümüş, kurşun, bakır ve hatta çok yüksek oranda gök taşları ve demir cevherinin varlığına sahne olmaktadır.

8- Hayvancılık serveti: Nüfusun on katını aşacak kadar büyüktür.

Son olarak: 1994 yılında Sudan'ı beş eyalete ayıran bir harita çizilmiş olup güneyi, sözde Sudan İslami Hareketin saflığı nedeniyle 2005 yılında bu beş eyaletten ayırmışlardır; zira bu plan kapsamında, Darfur'u güneyden sonra üçüncü bir devlet olarak ayırmaya karar vermişlerdir; dolayısıyla Darfur'da daha önce yaşanan tüm olaylar, orada gerçekleşen soykırım ve bugün yaşananlar, bölünme planının bir parçasıdır.

Ey Müslümanlar: Nadir mineraller açısından zengin doğal kaynaklara sahip olmanıza rağmen, servetinizin nasıl yağmalandığını ve kanlarınızın nasıl ihlal edildiğini bir görün; bunun nedeni ise devletinizin, yani Hilafet Devleti'nin yokluğudur.Bu nedenle sizleri, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya davet ediyoruz. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: ثُمَّ جَعَلْنَاكُمْ خَلَائِفَ فِي الأَرْضِ مِنْ بَعْدِهِمْ لِنَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَSonra da, nasıl davranacağınızı görmemiz için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık (onların yerine sizi getirdik).” [Yunus 14]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Fadi Es-Sülemi – Yemen

Devamını oku...

Ne Zaman Onlar Bir Antlaşma Yaptılarsa, Yine Kendilerinden Bir Grup Onu Bozmadı Mı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Ne Zaman Onlar Bir Antlaşma Yaptılarsa, Yine Kendilerinden Bir Grup Onu Bozmadı Mı?

Haber:

Gazze Şeridi'ndeki hükümetin Medya Ofisi Genel Müdürü İsmail es-Sevabite, ateşkes anlaşmasının Gazze Şeridi'nde yürürlüğe girmesinden bu yana işgalcilerin 400 adet belgelenmiş ihlal gerçekleştirdiğini belirterek, bu ihlallerin doğrudan sivillerin hayatını hedef aldığını ve bunun onları terörize etmek ve yıkım alanını genişletmek amacıyla yapıldığını, bunun da insani durumu daha da kötüleştirdiğini ve istikrar fırsatının tehdit ettiğini vurguladı.

Yorum:

Her kim Yahudilerin bir yasaya, anlaşmaya veya ittifaka bağlı kalacaklarını düşünüyorsa, Allahu Teala’nın şu kavlini okusun: أَوَكُلَّمَا عَاهَدُواْ عَهْداً نَّبَذَهُ فَرِيقٌ مِّنْهُم بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَNe zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.” [Bakara 100] Yani Yahudiler, verdikleri söze bağlı kalmazlar ve bir kararda durmazlar demektir.Amerika'nın onları desteklediği ve onlara garantiler verdiği söylense de zaten onlar, Allah'ın ve peygamberlerinin emirlerine isyan etmişlerdir; ayrıca Yahudiler, kendi çıkarlarına uygun olsun ya da olmasın, her sesi kendi aleyhlerine zannederler.Bu ise onların doğası ve alışkanlıklarıdır;zira 1948 yılında kurulduklarından beri, her türlü antlaşma ve ittifaka ihanet etmişlerdir.Nitekim onlar, Filistin'deki köylülerin güvenliğini korumaya söz vermişlerdi ancak köylere girdiklerinde onları öldürdüler ve yerlerinden ettiler. Yine Yahudiler, Filistin halkının yöneteceği bir otoritenin kurulmasını kabul etmelerinin ardından hala Batı Şeria'da evleri yıkmaya ve yaşlıları, kadınları ve çocukları öldürmeye devam ediyorlar.Yine onlar, Şarm el-Şeyh'te ateşkes anlaşmasının imzalanmasının ardından hala Gazze'de baskınlar düzenlemeye, öldürmeye, kan dökmeye ve evleri ve hastaneleri yıkmaya devam ediyorlar.

İşgal, ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesinden bu yana savaş makineleriyle 17 kez “sarı çizgiyi” aşmış ve yaklaşık 400 belgelenmiş ihlal gerçekleştirmiştir; bu ihlaller, halkı terörize etmek ve yıkım alanını genişletmek amacıyla doğrudan insanların hayatını hedef almış ve böylece insani durumu daha da kötüleştirmiş ve istikrarı sağlama fırsatını tehdit etmiştir. Bu ihlaller, çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere 279 kişinin ölümüne ve 652 kişinin çeşitli derecelerde yaralanmasına neden olmuştur; ayrıca konut mahallelerine yapılan keyfi baskınlar sırasında 35 kişi de gözaltına alınmıştır.

Allah Azze ve Celle’nin aziz olan muhkem Kitabı'nda belirttiği gibi Yahudilerin doğası böyledir; buna rağmen hükümet veya siyaset merkezlerinde görev alan, ya da daha doğrusu ajanlık eden ümmetimizin evlatlarından bir grup, hala Yahudilerle antlaşmalar yapıyorlar ve anlaşmalar imzalıyorlar; her ne zaman Yahudiler bir anlaşmayı ihlal etseler, kendilerine düşmanlık bakımından en şiddetle olanlara koşarak ağlıyorlar, sızlanıyorlar ve yalvarıyorlar!

Nitekim Allahu Teala, müminleri tutumlarının sonuçları hakkında uyarıda bulunmaya devam etmekte ve onları daha dikkatli ve disiplinli olmaya teşvik etmektedir. Bazen onlar için şöyle buyurmakta:أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَİman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu da yoldan çıkmış kimselerdir.” [Hadid 16] Bazen şöyle buyurmaktadır: وَلَا تَرْكَنُوا إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللَّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ ثُمَّ لَا تُنصَرُونَ Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız).  Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz!” [Hud 113] Daha sonra müminleri, Yahudilere ve müşriklere karşı açıkça uyararak şöyle buyurmaktadır: لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِّلَّذِينَ آمَنُواْ الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُواْ İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile şirk koşanları bulacaksın.” [Maide 82]

Allah'ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Medine'de ilk İslam Devleti'ni kurup onun temellerini atarak tek bir ümmet oluşturduğunda, Şas bin Kays, Ensar arasında fitne çıkarmak için, onlar arasında cahiliye naralarını körükleyerek asabiyetçiliği yeniden alevlendirmek istemişti ki böylece Evs ve Hazreç kabileleri birbirleriyle savaşsınlar. Bunun üzerine Allah, Rasulü üzerinden Müslümanlara bir uyarı indirmiş ve şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا فَرِيقاً مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ يَرُدُّوكُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ كَافِرِينَ Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir guruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkârcılığa sevkederler.” [Al-i İmran 100] Müminlere hitaben de şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” [Al-i İmran 118]

Bu, zulmedenlere güvenmenin bir sonucu olduğu gibi Yahudilerle ve onların dostlarıyla yapılan anlaşmalara güvenmenin de bir sonucudur. Dahası bütün bunlar, Müslümanların, özellikle vahdetleri ve güçleri olmak üzere Allah'ın kendilerine emretmiş olduğu gerçek liderliklerini terk etmelerinin kaçınılmaz bir sonucudur. وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْHep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılıp bölünmeyin.” [Al-i İmran 103] Bu ise ancak Allah'tan korkup O'na itaat edecek, aralarından Allah'ın Kitabı ile hükmedecek ve toprakları ve ülkelerinden önce canlarını kurtarmak amacıyla Allah yolunda cihat etmek için Müslümanlara liderlik edecek bir Halifenin liderliği altında gerçekleşebilir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ Allah emrine galiptir. Ancak insanların çoğu bilmezler.” [Yusuf 21] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Ceylani

Devamını oku...

CEDAW Anlaşması Laik Kapitalizmin Salgılarından Biridir; O Halde Ondan Sakının!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

CEDAW Anlaşması Laik Kapitalizmin Salgılarından Biridir; O Halde Ondan Sakının!

Haber:

Kadın Ulusal Komitesi, Pazar günü geçici başkent Aden'de BM Kadın Birimi ortaklığında, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nin (CEDAW) uygulama düzeyine ilişkin kapsamlı ulusal rapor taslağını (dokuzuncu, onuncu ve on birinci) incelemek ve tartışmak üzere özel bir danışma çalıştayı düzenledi; Kadın Ulusal Komitesi Başkanı Dr. Şefika Said, çeşitli kurumlardan gelen katılımcıları memnuniyetle karşılayarak, ülkemizin kadın hakları ve sorunlarına ilişkin taahhütlerinde önemli bir dönüm noktasını teşkil eden raporun incelenmesine adanmış bu önemli toplantının büyük bir önem taşıdığını vurguladı.Çalıştaya, ilgili bakanlıkların müsteşarları ve genel müdürleri, komitenin şubelerinin temsilcileri ve Marib, Abyan, Lahic, Taiz ve Şabva vilayetlerinden sivil toplum temsilcileri, BM Özel Temsilcisi Ofisi, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ve İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi temsilcileri ile sivil toplum temsilcileri katılmıştır.(Ayn Aden web sitesi, 19/11/2025)

Yorum:

CEDAW Sözleşmesi, 1924 yılında Osmanlı Hilafetinin yıkılması ve Müslümanların koruyucusu ve hamisi olan Halife'nin sürgüne gönderilmesinin ardından, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak amacıyla ülkelerin ve halkların tabi olacağı küresel yasaları oluşturma vizyonu kapsamında, 1925 yılında Birleşmiş Milletler bünyesinde gerçekleştirilen bir dizi küresel toplantının bir meyvesidir.

CEDAW anlaşmasının maddelerini inceleyen biri, bu anlaşmanın İslam'a savaş ilan ettiğini, Müslüman kadınları yozlaştırmaya ve Rablerinin hükümlerini terk ettirmeye çalıştığını görecektir; zira anlaşma, şeriatın erkekler ve kadınlar arasında adil bir rol dağılımı yapmasını ve her birine de haklar vermesini reddetmeye çağırmaktadır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذِي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِKadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır.” [Bakara 228] Ayrıca anlaşma, kadın ve erkek arasında mutlak eşitliği talep etmekte, şeriata göre evliliğin kaldırılmasına ve laik medeni evliliğin benimsenmesine çağırmakta, Müslüman kadınların gayrimüslimlerle evlenmesine izin vermekte, çok eşliliği yasaklamakta, kadınlar için iddet süresini kaldırmakta, erkeğin karısı üzerindeki velayetini reddetmekte, velisinin vesayet altındaki kişinin evlenmesine rıza göstermesine karşı çıkmakta ve 18 yaşın altındakilerin evlenmesini yasaklamaktadır. Aynı şekilde anlaşma, mutlak cinsel özgürlük çağrısında bulunarak eşcinsel evliliklere izin vermekte ve çocukların bilgi edinme hakkı bahanesiyle cinsel kültürün yayılmasını teşvik etmektedir!!Bu da yozlaşmayı ve ahlaki çöküşü yaymakta olup Batı toplumlarındaki çocukların durumunda gördüğümüz gibi, zina ve eşcinselliğin suç ve ahlaksızlığından etkilenmemiş gençleri bulmak oldukça nadirdir; ayrıca kadınları ailelerine karşı isyan etmeye ve babaları, kardeşleri veya kocaları gibi velileri kabul etsin ya da etmesin, kadınların istedikleri yere seyahat etmeye ve istediği yerde yaşamaya çağırmaktadır; bu ise yabancı filmlerde ve Batı romanlarında teşvik edilenlere benzer şekilde yozlaşma ve ahlaki çürümeye kapı aralamaktadır; zira bu filmlerde ve romanlarda kızlar istedikleri kişiyle birlikte olup istedikleri yerde yaşmakta ve benzerlerini yapmaktadırlar.Bu, CEDAW iğrençlikleri konusunda buz dağının sadece görünen kısmı olup burada hepsini zikretmeye yer yoktur.

Ey iman ve hikmet ehli: Bizler, CEDAW anlaşması ve onun korkunç sonuçları konusunda sizi uyarıyor ve sizleri, bu anlaşmaya karşı çıkmaya ve ona meydan okumaya davet ediyoruz; zira Aden'deki Kadın Ulusal Komitesi tarafından gündeme getirilen kadın hakları konusu Batı ülkeleri tarafından desteklenmekte olup bu konu, ümmetin fikrine ve kültürüne karşı bir darbe niteliğindedir ve İslam'a ve İslam'ın kadınlara yönelik bakış açısıyla çelişmektedir; bu anlaşmayı üstlenenler, aldatıcı ve gösterişli sloganların arkasına gizlenerek, yozlaşmış eğilimlerinin ve Batı pornografisine davetlerinin gerçeğini gizlemektedirler.

Allahu Allah, dininiz için ve İslam'ınız için kadın sorunları yoluyla ülkeyi ve halkını yozlaştırmaya çalışan Batı planlarını başarısız kılın ve şunu biliniz ki, izzet ve şeref ancak Allah Subhanehu'nun en güzel şekilde hüküm verdiği ve her zaman ve mekan için uygun ve faydalı kıldığı bu şeriatla elde edilebilir.أَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُHiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” [Mülk 14] Ayrıca Subhanehu ve Teala, Halife’yi, ülkenin ve insanların koruyucusu ve gözeticisi kılmıştır: إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِİmam bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.”İşte Hizb-ut Tahrir sizleri, Batı'nın tüm planlarını ülkemize uygulayan bu yöneticileri kaldırıp atmaya ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesinde bizi yönetecek Raşid bir Halife ikame etmeye davet etmektedir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Süleyman El-Muhaciri – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER