Perşembe, 22 Cumade’l Ûlâ 1447 | 2025/11/13
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Maden Savaşı!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Maden Savaşı!

Küresel sahnede ve tırmanan jeopolitik çatışmaların ortasında dünyada eşi benzeri görülmemiş ve modern çatışmaların en önemli arenalarından biri olarak kabul edilen yeni bir savaş türü ortaya çıkmıştır ki bugün, bu savaş türü tüm gelişmiş endüstrilerin bel kemiğini oluşturduğu gibi geleneksel silahların asla kullanılmadığı bir savaştır. Bu ise havacılık, savunma, elektronik ve benzerleri gibi en önemli endüstrilerde kullanılan stratejik hayati madenler savaşıdır.Bu endüstriler ulusal güvenlik meselesi olarak kabul edilmektedir; bu nedenle bu madenlerin bazılarını tanımamız gerekir:

1- Neodimyum, praseodimyum, disprozyum, terbiyum... ve benzerleri gibi nadir toprak elementleri; çok güçlü mıknatıslarda ve rüzgar türbinlerinde kullanılmasının yanı sıra elektrikli otomobil motorlarında, mikroelektronikte ve radarlar, uçaklar ve akıllı sistemler gibi askeri savunma alanındaki kullanımlarında da büyük bir öneme sahiptir.

2- Galyum ve germanyum gibi madenler; optik yarı iletkenlerde, lazerlerde, iletişimlerde ve diğer uygulamalarda kullanıldığı gibi antimon ise pillerde ve çoğu askeri ve sivil araçta kullanılmaktadır.

3- Bakır, nikel, alüminyum ve enerji sanayileri ile altyapılarda kullanılan diğer madenler.

4- Titanyum gibi diğer madenler ve elementler uçak ve uzay sanayinde kullanılmasının yanı sıra tantal ve tellür ise ileri elektronik ve yarı iletkenlerde kullanılırken çok yüksek kaliteli silikonu da unutmamalıyız.

Bu madenler ve diğerleri, savunma ve yarı iletken sektörlerinde doğrudan kullanılmakta olup bunların herhangi birinin eksikliği, teknolojik gelişmeyi durduran veya en azından yavaşlatan hassas endüstriler üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir ve bunlar, rekabet alanlarında rakiplere boyun eğdirmede çok güçlü bir silah olarak kabul edilmektedir.

Bugünün gerçekliğine baktığımızda, Çin'in keşiflerin çok büyük bir oranını kontrol ettiğini görürüz ki bu normal bir durumdur ancak aynı zamanda özellikle Müslüman ülkeler başta olmak üzere çok sayıda ülkede bulunan nadir toprak madenleri başta olmak üzere bu metallerin çok sayıda üretimine erişimi için keşiflerin ardından gelen aşamaları, yani dönüştürme ve saflaştırmayı da kontrol etmektedir. Ancak sorun, keşif sonrasındaki süreçlerde yatmaktadır. Zira bu süreçler çok karmaşık olup nadir toprak elementlerini ayırmak için yüzlerce kimyasal adımlara ihtiyaç vardır; zira birbirine çok benzeyen 17 element vardır ve ayırma süreçleri çok karmaşıktır ve radyoaktif maddeler ve asitler içerdikleri için büyük çevre kirliliğine neden olmaktadır. Ayrıca çok büyük bir finansal maliyet de gerektirmektedir; zira tek bir işletme tesisinin maliyeti 1-2 milyar Dolara ulaşabilmektedir. Bunun yanı sıra yüksek kalitede insan uzmanlıkları ve çok yüksek düzeyde deneyimler de gerekmektedir.

Bu sanayiler, madencilikten pillere, elektroniklere ve bunlar için gerekli şeylere kadar neredeyse tek bir yerde toplanamaz; ancak Çin, dünyada tüm bu üretim döngüsünü tek bir ülke içinde tamamlama kapasitesine sahip tek ülke olup herhangi bir dış tarafa ihtiyaç duymadan bu döngüyü kendi içinde kapatabilmesi, bazı elementler üzerinde neredeyse tam bir kontrol kurmasını sağlamaktadır. Örneğin Çin, nadir toprak elementlerinin %90'ını ve lityum-kobalt EV pil zincirlerinin %70'ini, sentetik grafit pil anotlarının ise %90'dan fazlasını kontrol etmektedir.

Bundan dolayı yavaş ve gizlice çalıştığını ve bu madenleri rafine etme ve işletme silahına sahip olduğunu görmekteyiz; çünkü dünya ülkelerinin kısa sürede onun seviyesine ulaşması zor olup bu da onu dünyanın büyük ülkeleri için bir hedef haline getirmiştir; özellikle de 2025 yılında nadir toprak elementlerini işlemek için kullanılan ekipmanların ihracatını kısıtlayacağını duyurduğunda ve dünyaya şu mesajı verdiğinde: Biz sadece madenleri değil, aksine toprağı teknolojiye dönüştüren anahtarları da kontrol ediyoruz.

Bu nedenle bugün ABD başkanının, ticaret savaşının (gümrük vergileri) ardından Çin'i ziyarete gittiğini görüyoruz; zira bu savaş görünüşte Amerikan sanayisini korumak için olsa da ancak gerçekte stratejik madenler ve teknolojiler alanında Çin'i kontrol altına almaya yönelik uzun vadeli bir planın parçasıdır.

Trump 2018'de iktidara geldiğinde, Çin mallarına değeri 360 milyar Doları aşan gümrük vergisi koymuştur; bunun gerekçesi, ABD'nin Çin ile olan ticaret açığı, Amerikan fikri mülkiyetinin çalınmasının önlenmesi ve yerel görevlerin korunmasından başka bir şey değildir. Ancak gerçekte bu, Çin'in teknoloji ve nadir madenler alanında küresel tedarik zincirlerini kontrol altına almadan önce onu dizginlemek içindir. Bu savaşın mimarları ise Peter Navarro ve Robert Lighthizer'dır ve bu plan, Çin'in nadir madenlerin ihracatını durdurmakla tehdit ettiği 2010 yılındaki Senkaku Adaları krizinin akabinde gelmiştir.

Yeni döneminde Çin ekonomisini zayıflatmak ve ihracat maliyetlerini artırmak için yüksek gümrük vergileri koydu, Amerikan şirketlerinin nadir toprak madenleri satın almasını engellemeye çalıştı, Nevada ve Wyoming'deki Amerikan madencilik projelerini yeniden canlandırmaya başladı ve Avustralya, Kanada ve Japonya'yı nadir toprak elementleri ittifakı kurmaya ikna etti.

Ancak Çin'in boyun eğmeme konusundaki kararlı tutumu onu şok etmiştir; çünkü Çin, kararlılığı için birkaç noktayı benimsemiştir ki bunlar şunlardır:

* Ona, Amerika'nın nadir toprak madenlerinin %70'ini Çin'den temin ettiğini öğretmiştir.

*Amerika için bu madenleri çıkarmak ve işlemek zordur; çünkü sürecin birçok aşamaya ihtiyacı vardır ve çevre ve teknoloji açısından da oldukça karmaşıktır. Bu nedenle savaş, teknolojik tedarik zincirlerini ve kritik madenleri güvence altına almaya kaymıştır.

Dolayısıyla devam eden savaş artık en çok satış yapanın kim olduğuyla ilgili değildir, aksine geleceği şekillendirecek hammaddelerin ve bileşenlerin kimin elinde olduğuyla ilgilidir.

Bu nedenle Amerika'nın, (Darfur, Kongo, Nijer, Afganistan ve birçok Müslüman ülkeler) gibi bu malzemelerin en çok bulunduğu madenlere erişmeye çalıştığını görüyoruz; ancak hammaddeyi elde etmek savaşı sona erdirmemektedir; çünkü sorun, ayrı ve saf madenler elde etmek için madencilik ve işleme sürecindedir ve bu, Çin'in diğer ülkelerden daha fazla icat edici olduğu bir alandır.

Başkan Donald Trump'ın Çin ziyareti, aşağıdakileri elde edecek anlaşmalar imzalamaya yönelik bir girişimdir:

*Tedarik zincirlerini güvence altına almak ve stratejik madenlerin ve malzemelerin akışını garanti altına almak, uzun vadede Çin'e olan bağımlılığı azaltacak ekipmanları elde etmek ve Çin'i nadir madenleri ihraç etmeye mecbur kılan kısıtlamaları güvence altına almak.

* Ticari gerilimin hafifletilmesi, gümrük vergilerinin düşürülmesi ve Amerikan ihracatına kapıların açılmasıdır ki bu, müzakerelerde daha fazla esneklik sağlayacaktır.

* Böylece dünya, Amerika'nın tepkisel değil, inisiyatif  ilkesiyle muamele ettiğini görecek ve bu da eğer bir sonraki başkanlık seçimleri için aday olmayı başarırsa, hem iç siyasette hem de seçim yarışlarında onun işine yarayabilir.

*Tedarik zincirlerini güvence altına almak yoluyla zaman kazanmak; böylece Amerika, ham madenleri kontrol altına alabildiği ve madencilik ve arıtma konusunda uzmanlaştığı sürece, kendi kendine yetebilecektir.

Ancak soru şudur: Özellikle Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in olağanüstü bir akılcılığa ve siyasi bir zekâya sahip olduğu göz önüne alındığında Çin ona ne verebilir? Çin'in, bazı kolaylıklar ve nadir madenlerin ihracatına devam etmesi karşılığında Amerika'nın kendisine Çin ürünleri için bir pazar vermesine izin vereceğine ve Çin'in Amerika'ya ihracatında uygulanan gümrük vergilerini önemli ölçüde azaltacağına inanıyorum; tabii bu da Çin’in hakimiyetinin devam etmesinin korunması ve her türlü ortaklığın Çin’in şartlarıyla olması şartıyla.

ABD-Çin anlaşmasının başarılı olduğunu düşünürsek ekonomik olarak ne değişecek?

* Küresel pazarlarda genel bir rahatlama olacak.

* Ticaret savaşı ve gümrük vergilerinin sona ermesiyle Yuan ve Dolarda kısmi bir sabitlik ve istikrar olacak.

* Küresel tedarik zincirleri devam edecek ve bu da Türkiye, Brezilya ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelere fayda sağlayacak.

* Teknoloji ve çiplerde kısmi bir rahatlama yaşanacak ve elektronik bileşenlerin ve nadir madenlerin fiyatları düşecek.

*Gümrük vergilerinin düşmesiyle birlikte küresel enflasyonda yavaşlama olacak.

Tüm bunlar, her an çökebilecek kırılgan bir küresel finansal ekonominin zemininde meydana gelecektir; çünkü finansal çöküşün nedenleri bunlar değildir.

Bir anlaşmaya varılsa bile, bunun stratejik gerilimin sona ermesi anlamına gelmeyeceğini unutmayalım; çünkü Amerika'nın tek süper güç olarak kendini dayatma girişimi ve çok kutuplu bir dünyayı reddetmesi gibi diğer dosyalar açık olarak kalmaya devam edecektir. Ayrıca yapay zeka, çipler ve işlemcilerde üstünlüğün kimde olduğu konusunda gerçek bir çatışma da söz konusudur. Diğer yandan Çin'in kendi topraklarının kutsal bir parçası olarak gördüğü Tayvan konusunda devam eden anlaşmazlığı da unutmayalım. Ancak ABD, Tayvan'ın kendi kontrolünden çıkmasına izin vermeyecektir.

Dolayısıyla olan biten her şeyin, sadece kısa süreli bir duraksama olduğunu görüyoruz; çünkü mesele parayla değil, güçle ilgilidir. Bundan dolayı gizli oyuncu, uluslararası sahadaki şartlardan gerçekten istifade edebilirse, gelecekte bir değer olabilir; dikkat edin bu oyuncu, Raşidi Hilafet Devleti, yani uluslararası durumu kökten değiştiren bir devlette İslam ideolojisinin ortaya çıkmasıdır; burada sadece bu makaleyle ilgili bir değişimden bahsedeceğim:

Bu devlet, dağınık parçalarını bir araya getirip eski ihtişamını geri kazandığında, müthiş bir küresel güç haline gelecektir. Bu küresel güç, yaklaşık 1,8 milyar nüfusuyla kendi pazarına sahip olacağı gibi altın ve gümüşe dayalı tek para sistemi benimseyecek ve Hilafetin çatısı altında büyük bir orduya sahip olmasının yanı sıra enerji ve madenleri de kontrol eder bir hale gelecektir; zira dünya petrol ve gaz rezervlerinin %70'ine sahip olmasının yanı sıra Endonezya'da nikel, Afganistan'da lityum, Nijer'de uranyum ve Sudan'da altın gibi kritik madenler ve geniş topraklarında büyük nadir toprak maden yatakları bulunmaktadır. Böylece kuruluşunun ilk günlerinde benimseyeceği savaş üretim sistemine bağlı olarak, üretim döngüsünü üst düzeyde ve hızlı bir şekilde tamamlamaya çalışacaktır.

Dolayısıyla Hilafet, şartları dayatabilecek, fiyatlandırma yapabilecek, nadir madenlerin tamamına egemen olacak ve Çin onunla pazarlık yapamayacaktır; çünkü tüm enerji, koridorlar ve pazar bu büyük ülkenin emri altında olacağından dolayı bu devlete her yönden ihtiyacı olacaktır.

Eğer bu alanda yazacak olsaydım, nelerin değişeceğinden bahsetmek için ciltler dolusu kitap yazmam gerekirdi; ama bu devletin varlığı bile, ekonomi, ahlak, adalet, eşitlik gibi her şeyi ve hatta çok daha fazlasını yeniden tanımlayan küresel bir medeniyet dönüşümünü başlatmak için yeterli olacaktır.

Allah’ım, kulları kullara ibadetten çıkarıp kulların Rabbine ibadete, dinlerin zulmünden İslam'ın adaletine kavuşturacak ve nuru dünyanın dört bir tarafına yayacak olan Hilafeti bize bir an önce nasip et.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Nebil Abdulkerim

Devamını oku...

İslam Karşıtı Demokrasi Krizde Ancak Müslümanlardan Oylarıyla Onu Kurtarmaları Talep Ediliyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

İslam Karşıtı Demokrasi Krizde Ancak Müslümanlardan Oylarıyla Onu Kurtarmaları Talep Ediliyor!

Haber:

Diğer birçok Batı ülkesinde olduğu gibi Danimarka'da da kamusal ve siyasi söylem giderek artan bir şekilde açıkça İslam karşıtı akımların etkisi altında kalıyor. Göçmenlerin geri gönderilmesi –Batılı olmayan sakinlerin sınır dışı edilmesi– konusundaki tartışmalar, marjinal hareketlerden egemen siyasi tartışmaya kaymaktadır. Aynı zamanda entegrasyonla ilgili söylemler giderek daha da şiddetlenmiştir; zira Müslümanlar, giderek ya tamamen entegre olması ya da ülkeyi terk etmesi gereken bir grup olarak tasvir ediliyor.

Bu düşmanca iklime rağmen politikacılar, sivil toplum ve hatta bazı İslamcı şahsiyetler, Müslümanları demokratik sürece, özellikle de yaklaşan yerel ve ulusal seçimlere katılmaları yoluyla “sorumluluk almaya” teşvik ediyorlar.Bu çağrı, siyasi ortamın giderek baskıcı olmasının ve İslam'a yönelik açık düşmanlığın gölgesinde gerçekleşmektedir.Kasıtlı ön destek hareketi olarak, İslam'a ve Müslümanlara karşı sert söylemleriyle tanınan aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi'nin lideri Morten Messerschmidt'e Dannebrog Nişanı verilmiş olup bu hareket, birçok kişi tarafından hükümetin ırkçılığı ve popülizmi desteklemesi şeklinde yorumlanmıştır.Bu arada daha geniş bir siyasi sahnede, fikri bir çöküşe tanık olunuyor.Zira geleneksel partiler çoğunluğun güvenini kaybediyor ve sağ ve soldan olanların herbiri dip noktaya doğru giden bir yarışa karışarak göç ve İslam’a yönelik muamelede daha sert görünmek için birbirleriyle rekabet ediyorlar.Yaklaşan parlamento seçimlerinin daha da tehlikeli geçmesi bekleniyor; çünkü İslam ve Müslümanlar bir kez daha derin bir krizin acısını çeken rejim için uygun birer günah keçisi olarak görülüyor.

Yorum:

Batı demokrasisi, siyasi, ahlaki ve fikri olarak çökmektedir.On yıllardır özgürlük ve adaletin koruyucusu gibi görünen bu rejim, şu anda helak olmuş fikri projenin hakikatini ortaya koyarak gerçek çözümlerin veya vizyonun yokluğunda kontrol ve meşruiyet imajını korumak için Müslümanları hedef almaya başvurmaktadır.

Şu anda tarihsel olarak devrimlerin veya büyük toplumsal çalkantıların öncüsü olan aynı belirtilere tanık oluyoruz ki bu da: Siyasi kurumlara karşı derin bir güvensizlik, ideolojik bağlılığın kaybolması ve giderek daha düşmancıl ve irrasyonel hale gelen fikri söylem; nitekim fikirler öldüğünde kimlik politikaları ortaya çıkmakta ve ideoloji başarısız olduğunda da milliyetçilik ve yapay düşmanlar ideolojinin yerini almaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de bu düşman İslam'dır.

Bu özel ortamda Müslümanlar, her zamankinden daha fazla demokratik sisteme katılmaya çağrılıyorlar.Ancak İslam'a ve Müslümanlara açıkça saldırıldığı, dahası Müslümanların sınır dışı edilme adayları olarak tartışıldığı bir zamanda Müslümanlardan, aynı zamanda bu düşmanlığı yöneten rejimi güçlendirmeleri nasıl talep edilebilir?!

Bu çelişki tehlikeli bir yanılsamaya dayanmaktadır:Bu da demokrasinin, Müslümanların kendi çıkarları için kullanabilecekleri tarafsız bir araç olduğu düşüncesidir.Gerçekte demokrasi tarafsız değildir; zira o, egemenliğin Allah'a değil insana ait olduğu laikliğe dayalı bir sistemdir.Bu sistemin gölgesinde İslam, sadece kamusal alandan dışlanmakla kalmamakta, bilakis bir tehdit olarak da değerlendirilmektedir.Bu yüzden bu sisteme verilen siyasi destek sadece etkisiz olmakla kalmamakta, bilakis aynı zamanda Allah'ın bizim için koymuş olduğu çözümü de reddetmek anlamına gelmektedir: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْماً لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?” [Maide 50]

Batı'daki Müslümanların, enerjilerini, kaynaklarını ve umutlarını başarısız ve düşmanca bir sistemi desteklemeye yöneltmek yerine, Allah Subhnehu ve Teala'nın emrettiği göreve, yani Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in metoduna göre Hilafeti kurmaya yöneltmeleri gerekir.Bu sadece ilahi bir görev değil, aynı zamanda dünya çapında Müslümanları gerçekten kalkındırmak ve yerel olarak onların onurunu korumak için tek gerçekçi ve etkili bir yoldur.Zira İslam'ı bir ideoloji olarak taşıyacak olan devlet, küresel söylemi anında değiştirecek ve siyasi irade, fikri ve ekonomik güç sayesinde saygı da görecektir. İslam, oy sandıkları yoluyla değil, bilakis yaşam, toplum ve devlet için kapsamlı bir sistemin benimsenmesiyle kalkınacaktır.  Müslümanlar, ölmekte olan bir sisteme entegre olarak değil, aksine insanlığa bir kez daha adaletle, hak ile ve nurla liderlik etmek için İslam'ın otoritesini yeniden tesis ederek korunabilecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

İbrahim Atraş

Devamını oku...

C5+1 Zirvesi, Amerika'nın Orta Asya'yı Kendi Yörüngesine Çekmesi İçin Önemli Bir Adımdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

C5+1 Zirvesi, Amerika'nın Orta Asya'yı Kendi Yörüngesine Çekmesi İçin Önemli Bir Adımdır!

Haber:

Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Amerika Birleşik Devletleri ve Orta Asya ülkeleri liderlerinin de katılımıyla Washington'daki Beyaz Saray'da düzenlenen C5+1 zirvesine katıldı. Zirve, Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanlığı'nın resmi ikametgahı olan Beyaz Saray'da gerçekleştirildi.(Özbekistan Cumhurbaşkanlığı, 06/11/2025)

Yorum:

Beş Orta Asya ülkesinin devlet başkanları, ABD Başkanı Donald Trump'ın başkanlığında düzenlenen bir etkinliğe katıldı.ABD Başkanı'nın Orta Asya liderlerini ilk kez C5+1 formatında Beyaz Saray'da kabul ettiğini belirtmekte fayda vardır. Bu toplantı, bu koordinasyonun başlangıcının onuncu yıl dönümünü kutlamak amacıyla düzenlendi.Söz konusu zirvenin düzenlenmesinin öncesinde ABD Senatosu, C5+1 diplomatik platformunun stratejik önemini kabul eden ve ABD ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ortaklığı derinleştiren bir kararı oy birliğiyle kabul etmişti.ABD Senatosunun kararında şu ifadeler geçmektedir:

- ABD ile bölgesel egemenliğin, istikrarın ve ortak güvenlik çıkarlarının güçlendirilmesi konusunda C5+1 platformunun stratejik önemini bir kez daha teyit edilmiştir.

- Ulaşım koridorlarının geliştirilmesi yoluyla enerji ve önemli madenler alanındaki işbirliğinin genişletilmesinden duyulan memnuniyet dile getirilmiştir.

- Orta Asya ülkelerinin, C5+1 çerçevesinde terörle mücadele önlemlerini koordine etme yönündeki bağlılıklarının devam ettiği kaydedilmiştir.

- Stratejik ticaret engellerinin azaltılmasının yanı sıra iki taraf arasında refah ve dostluğun artırılması ümidi dile getirilmiştir.

Bu belge, ABD'nin Orta Asya ülkelerini kendi yörüngesine çekme yolunda izleyeceği temel yönleri belirlemekte olup bu durum C5+1 zirvesine de yansımıştır.

Tartışmalar, akıllı telefonlar, elektrikli otomobiller ve savaş uçakları gibi yüksek teknolojili cihazlar için gerekli olan nadir toprak madenlerinin arayışı ve tedarik zincirinin çeşitlendirilmesinin önemi gibi konuları kapsamaktadır.Nitekim Özbekistan Cumhurbaşkanlığı Basın Servisi'ne göre, Özbekistan 6 Kasım'da ABD ile nadir toprak madenleri konusunda iki anlaşma imzalamıştır.İki anlaşmanın şartları ve değeri hakkında şimdiye kadar herhangi bir bilgi açıklanmamıştır.Resmi bilgilere göre, Özbekistan ve ABD, uranyum, bakır, tungsten, molibden ve grafitin çıkarılması ve yeniden işlenmesi konusunda çalışmalar yürütmektedir. Mirziyoyev'in Amerika'dan sekiz ciddi anlaşmayla döndüğü bilinmektedir. Örneğin Boeing uçaklarının satın alınması için milyarlarca Dolarlık yeni bir anlaşma imzalanmıştır. Ancak anlaşmanın şartları henüz tam olarak bilinmemektedir. Nitekim Beyaz Saray'a göre, 6 Kasım'da Kazakistan 15 uçak satın almak için, Tacikistan 14 uçak satın almak için ve Özbekistan 8 uçak satın almak için anlaşma imzalamış olup böylece üç ülke tarafından satın alınan uçakların toplam sayısı 37 Boeing uçağına ulaşmıştır.Kısacası bu zirve, öncelikle Amerikan çıkarlarına hizmet eden şüpheli anlaşmalar ve ittifaklarla doludur.

Aynı zamanda kayda değerdir ki ABD Senatosu tarafından sunulan belgede, demokratik değerler ve insan hakları konuları yer almamıştır. Bu da Amerika'nın ulusal çıkarlarına karşılık koruduğu ve ihraç ettiği fikri değerleri terk ettiği anlamına gelmektedir.Ancak bu şaşırtıcı değildir; zira Gazze'deki olaylar sırasında Amerika, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi Batı değerlerini toprağa gömmüştür. Bu da kapitalizmin ne kadar ikiyüzlü olduğunu ve menfaat dışında hiçbir şeyi tanımadığını bir kez daha ortaya koymuştur.

Zirvede bir başka önemli haber daha duyuruldu ancak bu haber aynı zamanda son derece iğrençti.Zira 6 Kasım'da Trump, Kazakistan'ın İbrahim Anlaşmalarına katıldığını duyurmuştur.Nitekim Trump'ın açıklamasına göre, bu kararı Yahudi Başbakan Netanyahu ve Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım-Cömert Tokayev ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından duyurmuştur. Ne yazık ki Kazakistan'ın bu anlaşmaya katılmasına ilişkin daha önceki görüşmeler gerçeğe dönüşmüştür.Şimdi sıra Azerbaycan ve Özbekistan'a gelmiştir.Bu da mübarek Filistin'deki Müslümanların kanının İslam ülkelerindeki mevcut rejimler için hiçbir anlam ifade etmediğini göstermektedir.

Böylece şu önemli sorular gündeme gelmektedir: Amerika, Orta Asya, özellikle de Özbekistan ile ilgili planlarını uygulamada başarılı olursa ne olacak?Bu durumda arzu ettiği çıkarları gerçekleştirecek, yani ulusal ve enerji güvenliğini artıracak, sanayisi için önemli madenlerin sağlanmasında Çin'e olan bağımlılığını azaltacak, Rusya'ya yakın büyük ve sadık bir nüfuz gücü elde edecek, Çin'in "Tek Kuşak, Tek Yol" projesinin önüne çeşitli engeller koyabilecek ve onun uluslararası sahadaki hareketlerini kısıtlayabilecektir.Evet, Amerika'nın, bu gibi büyük çıkarları gerçekleşmiş olacaktır. Peki Orta Asya ve Özbekistan Amerika ile yakınlaşmaktan dolayı ne kazanacak?Kesinlikle bu konuda Müslüman bölge halk için hiçbir iyilik olmayacaktır. Bu durumda değişecek olan şey, Rusya ve Çin'e olan bağımlılık bir dereceye kadar azalacak ve temel olarak meydana gelecek olan boşluğu Amerika dolduracaktır.Ancak onlar, şu anda olduğu gibi ucuz hammadde ve ucuz işgücü kaynağı sağlayan geri kalmış ve zayıf karton ülkeler oldukları gerçeğini aşamayacaklardır.Ayrıca servetimizin yağmalanması durmayacak, enerji arzı daha da kötüleşecek ve ekonomimiz çökmeye devam edecektir... Aynı şekilde bu sömürgeci güçler arasında devam eden menfaatler çatışmasında bölgemizdeki 80 milyon insanı hiç tereddüt etmeden feda etme riski de devam edecektir.

Bu nedenle Müslümanların, küfrün başı olan Amerika'ya veya başka herhangi bir ülkeye yakınlaşmalarında hiçbir iyilik veya fayda yoktur.Kurtuluşa giden tek doğru yol, Allah'ın en büyük nimeti olan yüce İslam'a yönelmek ve O'nun emrine teslim olmaktır.Bu da şu anda bizim üzerimize uygulanan ve sömürgeciliğin temeli olan yozlaşmış kapitalist sistemi terk ederek ve İslam'ı kamil bir şekilde uygulayan Hilafet sistemini kurarak olacaktır; bu ise Allah'ın izniyle kesinlikle gerçekleşecektir.

وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ

Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

İslam Ebu Halil - Özbekistan

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Küresel Kampanyası DVD'si: Sudan Savaşı: Bir Sömürgeciliğin, İhanetin ve Aldatmacanın Hikayesi

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Küresel Kampanyası DVD'si:

Sudan Savaşı: Bir Sömürgeciliğin, İhanetin ve Aldatmacanın Hikayesi

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi, takipçileri ve ziyaretçileri için 8 dilde derlediği küresel kampanyası: "Sudan Savaşı: Bir Sömürgeciliğin, İhanetin ve Aldatmacanın Hikayesi" DVD'sini sunmaktan mutluluk duyar.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Arşiv ve Yayıncılık Bölümü tarafından hazırlandı.

CMO WS SUDAN WAR CAMP 2025 Cover

DP

DVD'yi indirmek için:TIKLAYINIZ

CMO WS SUDAN WAR CAMP 2025 Sticker

 DP

Kampanya Sayfası İçin TIKLAYINIZ

 

merkezi medya ofisi
 
Devamını oku...

SAYI 573 Çıktı - Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi El-Raye Gazetesi

 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi

El-Raye Gazetesi Yeniden Yayında

 

Biz, Hizb-ut Tahrir Medya Ofisi olarak takipçilerimiz ve Merkezi Medya Bürosu Web Sayfası misafirlerimize, Hizb-ut Tahrir tarafından 1954 yılında başlatılan El-Raye Gazetesinin tekrar yayına başlatılmasını duyurmaktan gurur duyarız. Karanlık ve zorba rejimlerin baskısı sonucu haftalık yayınlanan gazete durdurulmuştu. Şimdi Hizb-ut Tahrir El-Raye Gazetesini Allah’ın izniyle tekrar başlatacaktır.

Devamını oku...

Yine Bir Katliam: Uşak Yöneticiler Riayeti Terk Edince, Yollar Ölüm Kusuyor!

Yemen’in güneyindeki Abyan iline bağlı Şukra ilçesindeki Arkub yolu, 5 Kasım 2025 Çarşamba günü korkunç bir trafik kazasına sahne oldu. Cidde’den Aden’e giden ve 42 yolcu taşıyan Sekku’l-Hicaz firmasına ait otobüs, dar ve engebeli yolda başka bir araçla çarpıştı. Olay yerinde yangın söndürme ekipmanının bulunmaması nedeniyle tam dört saat boyunca, o demir kafesin içinde can pazarı yaşandı. Gün ağardığında ise geriye, 17 ailenin yüreğine düşen kor ateşi kaldı. Sevinçle beklenen kavuşma, acı bir feryada; zılgıtlar, ağıtlara dönüştü. Yedi ailenin payına ise, sevdiklerini hastane yataklarında yanıklar içinde bulmanın kahredici acısı düştü. Kazazedelerin çoğu, ülkelerindeki kötü ekonomik koşullar ve işsizlik nedeniyle ailelerinden uzakta çalışmak zorunda kalan kişilerdir. Çünkü bu ülkenin tüm serveti, Londra ve Washington’daki kâfir sömürgecilere peşkeş çekilmektedir! Onların çocukları lüks içinde yüzerken, Yemen’deki Müslümanlar sefalet ve perişanlığa mahkûm edilmektedir!!

Resmî makamlar kazadan ancak 7 saat sonra, sabah 10:00’da olay yerine ulaşabildiler. Bunlar ne biçim çobanlar? Her zamanki gibi sorumluluğu üstlenmekten kaçınan bu yöneticiler, aşırı hız, dikkatsiz sürüş, tehlikeli sollama ve ters yönde ilerleme gibi çeşitli bahaneler ileri sürerek suçu kurbanların üzerine yıktılar. Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Reşad El Uleymi ise kamuoyunu yatıştırmak amacıyla Abyan Valisi ve Sağlık Bakanı ile yaptığı telefon görüşmelerinde, mağdur ailelere yardım edilmesi, kritik yaralıların hastanelere sevkinin kolaylaştırılması, yolların bakımı ve trafik güvenliği önlemlerinin artırılması gibi yetersiz talimatlar verdi.

Bu felaketin, bu can pazarının iki suçlusu var! Birincisi, otobüs şirketi! İnsanların canını hiçe sayıp araçlarına üç kuruşluk güvenlik önlemini bile çok görmüşlerdir! Kazadan kurtulan masum bir canın hastanede haykırdığı gibi, otobüs daha çarpmadan cehenneme dönmüştür! İkincisi de o koltuk sevdalısı Başkanlık Konseyidir! Yolları yapmaktan, genişletmekten, bir ilk yardım çantası bile koyamayacak adar aciz ve çaresizdir! Resmi istatistikler, yalnızca geçtiğimiz ay içerisinde Konsey’in yetki alanındaki kazalarda 64 kişinin hayatını kaybettiğini ve 290’ı aşkın kişinin yaralandığını teyit etmektedir. Bu kaza çok kötü olduğu için önceki kazalar gibi üstü örtülememiş ve herkesin haberi olmuştur. Şayet bu son kaza, öncekiler gibi üstü örtülemeyecek kadar vahim olmasaydı, kimsenin ruhu bile duymayacaktı!

Nerede İslam’ın adaleti, nerede bugünün vicdansızlığı! İslam’ın adil hükmü ile bugünkü tağuti düzen arasında dağlar kadar fark vardır. Müminlerin Emiri Ömer bin Hattab’ın şu sözü, İslami yönetim anlayışının zirvesidir: “Irak’ta bir katır tökezlese, Allah’ın bana, “Ömer, neden onun yolunu açmadın?” diye soracağından korkardım.” Yemen’in bugünkü idarecileri, tarihin gördüğü en alçak yöneticilerdir. Onlar, sömürgeci kâfirlerin uşaklığını yapan hırsızlardır. Bu mazlum coğrafyada, onların ihanet ve zulmünden payını almamış tek bir hane dahi kalmamıştır. Yaptıkları şey ne kötüdür!

Ey iman ve hikmet halkı! Daha ne kadar sürecek bu çileniz, bu ölüm sessizliğiniz? Yaşadığınız kötü hayatın ıstırabına aldırış etmeyen, başınıza gelen musibet ve felaketlere kayıtsız kalan bir yönetime daha ne kadar sessiz kalacaksınız? Haydi! Artık uzatın ellerinizi! Gelin, bu nizamı kökünden söküp atmak, dipsiz bir vadiye fırlatmak ve onun yerine Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafeti ikame etmek için Hizb-ut Tahrir ile omuz omuza verin!

Devamını oku...

Yazar İbrahim Habbani’nin Hilafet İddialarına Yanıt

Yazar İbrahim Habbani, 7 Kasım 2025 Cuma günü et-Tağyir gazetesinin internet sitesinde “İhvan: Dünyayı Yıkma Projesi” başlığı altında bir makale kaleme aldı. Habbani makalesinde, “Siyasal İslam örgütlerinin bir reform projesi değil, devletleri içeriden çökertme projesi olduğunu” iddia etti. Yazar ayrıca, “Siyasal İslam tehlikesinin artık tek bir ülkeyi değil, tüm insanlığı tehdit ettiğini ve modern devlet fikrinin kendisine düşman olduğunu” öne sürdü. Habbani, yazısını “Hartum’dan bir mesaj gönderiyoruz: Halkları, Allah adına yıkımı meşrulaştıran Hilafet yanılsamalarından kurtarın. Dini, iktidar koltuğuna zıplamak için pazarlayan slogan tacirlerinden koruyun!” sözleriyle tamamladı.

Biz de, yazarın İslam’a ve onun pak nizamı olan Hilâfete attığı bu çamura cevaben diyoruz ki:

Birincisi: Bazı İslâmî örgütlerin tasarruflarını, İslam’a ve onun siyasi nizamına saldırmak için bir kılıf olarak kullanan nice borazan vardır. Anlaşılan Habbani de bu yazarlardan biridir. Yoksa, Hilafet’i bu işe neden karıştırsın ki?! Onun diline doladığı gruplar Hilafeti mi kurdular? Hayır! Onlar, Habbani’nin “düşmanlık etmeyin” dediği o “modern devletin” ta kendisiyle, yani sömürgecinin bize dayattığı küfür sistemleriyle hükmettiler! Habbani’nin kasıtlı olarak görmezden geldiği gerçek şudur: Modern devlet, sömürgeci kâfirlerin bir ürünüdür ve Hilafet’in yıkılmasından sonra, Batılı efendilerinin politikalarını uygulamak üzere tasarlanmış fonksiyonel bir devlettir.

İkincisi: Coğrafyamızdaki savaşların ve bölünmelerin mimarı kim dersiniz? Yüz yıl önce bizi Sykes-Picot ile bölenlerin ta kendisidir. Habbani, Güney Sudan’ı koparma savaşını İngiltere’nin başlattığını, sonra Amerika’nın projeyi devraldığını ve yerel politikacıların alkışlarıyla bu işi bitirdiğini gerçekten bilmiyor olabilir mi? Habbani şimdiki savaşın hedefinin, barış ambalajıyla Darfur’u koparmak olduğunu bilmiyor mu? Cidde’de, İsviçre’de kurulan o süslü masaların, dünkü Naivasha masalarından farksız birer komplo tezgâhı olduğunu görmüyor mu? Habbani, Güney’in de “barış” adı altında Naivasha Anlaşması ile ayrıldığını bilmiyor mu?

Üçüncüsü: Ey yazar! Hilafet bir hayal ürünü değildir. Aksine, Âlemlerin Rabbinin tüm insanlık için belirlediği bir yönetim sistemidir; çünkü Hilafetin hükümleri, anayasası ve yasaları, bütün insanların Yaratıcısından gelen ilahi hükümlerdir. Değerli kardeşim, Hilafet ülkeleri parçalayan değil, birleştiren güçtür, İslam ümmetinin bugün kaybettiği onur ve saygınlığı yeniden kazandıracak olan da odur. Kâfir Batı’nın bir ürünü olan modern devletçiklerin ne kadar aciz olduklarını, Amerika ve onun gayrimeşru çocuğu Yahudi varlığının karşısında nasıl da diz çöktüklerini siz de görüyorsunuz! Eğer Hilafet olsaydı, ne Amerika Güney Sudan’ı koparabilir ne Yahudi varlığı Gazze’de katliam yapabilir, ne Gazze’yi yerle bir edebilir ne de Gazzelilere en kötü azabı tattırabilirdi. Gazze’deki katliam karşısında bu modern, zararlı devletçiklerin yöneticilerinin kılını bile kıpırdatmadığını, hatta bazısı ona gizli ve açık yardım ettiklerini siz de biliyorsunuz!

Son olarak yazara diyoruz ki: Senin vehim dediğin o Hilafet, sömürgeci kâfir Batı’nın kâbusudur! Onu engellemek için her türlü hazırlığı yapmakta, stratejiler geliştirmektedir! Teröre (İslam’a) karşı savaş yalanı da işte bu korkunun ürünüdür! İçimizden devşirdikleri fikrî, siyasi ve medyatik uşaklarını da Hilafet fikrine saldırtmaları maalesef o kâbusun bir yansımasıdır!

Ama hepsine diyoruz ki: Heyhat, heyhat! Zira Hilafet, kâfir Batı ve işbirlikçileri istese de istemese de kurulacaktır. Çünkü o, Yüce Allah’ın bir vaadidir:

وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] Ve O, Sevgili Peygamberimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bir müjdesidir. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem bugün yaşadığımız ceberut saltanattan sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet’in geri döneceğini bildirmiştir. İmam Ahmed’in rivayet ettiği hadiste Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

ثم تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا اللهُ إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.

Ey yazar! Hizb-ut Tahrir’in gençleri, bu müjdeyi gerçeğe dönüştürmek için gecelerini gündüzlerine katmaktadır. Ve Allah’ın izniyle Hilafet pek yakın kurulacaktır.

Devamını oku...

Tacikistan İstihbarat Servisleri Yurtdışından 4.000 Öğrenciyi Geri Getiriyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tacikistan İstihbarat Servisleri Yurtdışından 4.000 Öğrenciyi Geri Getiriyor

Haber:

Tacikistan yetkilileri, terör örgütlerine katılmaları ihtimalini önlemek bahanesiyle yurtdışından 4.000'den fazla öğrenciyi (ülkelerine) geri getirdi. Bu bilgi, Tacikistan Milli Güvenlik Devlet Komitesi Başkanı Saymumin Yatimov tarafından Duşanbe'de düzenlenen bir konferansta açıklandı.Ona göre bu gençler yurtdışında eğitim görüyordu ve faaliyetleri Tacik güvenlik güçlerinin endişelenmesine yol açan aşırılıkçı grupların ve dini eğitim kurumlarının fikirlerinin etkisi altındaydılar. Yatimov şunları vurguladı: “Bu tür gruplara katılmalarını önlemek için, 4.000'den fazla Tacik öğrenci, terör örgütleri ve yabancı dini eğitim kurumları tarafından hedef alınmalarından dolayı ülkelerine geri getirildi.”

Yorum:

Kayda değerdir ki Tacik rejimi, son 15 yıldır Tacik gençlerin dini eğitimine sıkı denetim uygulamaktadır. Her şey, 2009 yılının “İmam Ebu Hanife Yılı” ilan edilmesiyle başlamıştır.Hanefi mezhebini korumak bahanesiyle, dini üniversitelerin öğrencilerine, özellikle de yurtdışında eğitim görenlere karşı baskıcı önlemler alınmıştır. Nitekim birkaç yıl içinde, hükümetin sıkı denetimine tabi olan Duşanbe'deki İslam Enstitüsü hariç, ülkedeki tüm dini eğitim kurumları kapatılmıştır.

O zamandan beri Tacikistan'da, sadece resmi olarak tanınan kurumlarda ve ebeveynlerin onayıyla dini eğitim alınmasına izin verilmektedir.Bu türden faaliyet gösteren tek kurum, çok sınırlı sayıda öğrenci kabul eden Duşanbe'deki İslam Enstitüsü'dür.Bunun sonucunda bu alanda nitelikli kadrolar konusunda ciddi bir eksiklik de söz konusudur.Bağımsız dini şahsiyetlerin ve dini eğitim almış kişilerin çoğu, ya uzun zaman önce ülkeyi terk etmişler ya da uydurma suçlamalarla hapis cezasına çarptırılmışlardır. Geri kalanlar ise güvenlik güçleri tarafından sıkı denetim altında tutulmaktadırlar.

Cumhurbaşkanı Rahman’ın iç politikasının temel direklerinden biri, 1990’larda yaşananlara benzer şekilde her türlü dini-siyasi kalkınma şekillerinin engellenmesidir. Mevcut eğilimlere bakıldığında, halefinin yaptığı açıklamalar dikkate alındığında Rahman'ın beklenen emekliliğinden sonra bile bu bağlamda herhangi bir değişikliğin olmayacağı görülmektedir.Bu yılın Ağustos ayında, Duşanbe Belediye Başkanı ve Temsilciler Meclisi Başkanı Rüstem İmam Ali'nin başkentte kolluk kuvvetleri ve yargı organlarının temsilcileriyle yaptığı toplantıda yasadışı dini eğitim konusuyla ilgili endişelerini dile getirdiğini belirtmekte de ayda vardır. Zirao zaman şöyle demişti: “Yasadışı dini eğitim alanların yüzde sekseni 30 yaşın altındaki gençlerdir.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Radyosu İçin Yazan

Muhammed Mansur

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER