Çarşamba, 05 Safer 1447 | 2025/07/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Aç Bir İnsanın Yüzüne Tüm Kapıların Kapatılması ve Hayatta Kalma Umudunun Elinden Alınması, Mısır Rejiminin ve Ona Bağlı Güç Odaklarının Gerçek Yüzünü Gözler Önüne Sermektedir

Gazze, tarihin en karanlık ve acımasız günlerini yaşıyor. Bombalardan sağ çıkan çocuklar açlığa yenik düşüyor, kadınlar çaresizlikten, yaşlılar hastalıktan hayatını kaybediyor. İşte böyle bir zamanda Kuzey Sina Valisi Tümgeneral Halid Mücavir, en basit ahlaki ve insani değerlere ve İslami kardeşliğin gereklerine aykırı açıklamalarda bulundu. Halid Mücavir, “Eğer Gazze halkı bir gün açlıktan dolayı kritik bir aşamaya gelirse, önlerinde yalnızca üç seçenek olacaktır: İsrail tarafına geçmeye çalışmak (ki ateşle karşılık verilecektir), denize atlamak ya da Mısır yönüne gitmek — fakat bu son seçenek kesinlikle mümkün değildir.” dedi. Bu sözler, bir İslam ülkesindeki bir yetkiliye asla yakışmayan gayriinsani bir resmi tutumu yansıtmaktadır. Kaldı ki bu tutum, Gazze’deki kardeşlerimize karşı işlenmiş siyasi bir suçtur. Gazze halkı, Yahudi varlığı ve Mısır yönetiminin 18 yılı aşkın süredir uyguladığı ortak abluka altında yaşam mücadelesi vermektedir.

Mısır rejimi, yıllardır Gazze halkına destek verdiğini, saldırganlık karşısında onların yanında durduğunu iddia edip durdu. Ancak Vali Mücavir’in son açıklamaları, bu maskeyi tamamen düşürdü ve rejimin Gazze’ye yönelik gerçek politikasını gözler önüne serdi. Bu politika, hiçbir destek ve şefkatin olmadığını, dara düşmüş veya aç kalmış tek bir kişinin bile geçişine izin verilmediği ortaya koydu! Dahası, Gazze sakinlerinin Mısır’a girişini ‘imkânsız’ olarak nitelendirmek, onlara adeta düşman muamelesi yapmak anlamına geliyor.

Valinin bu açıklamasını, Mısır’ın kararlarını Amerika’nın ve Yahudilerin isteklerine endekslediği mevcut siyasi bağlamdan ayrı okumak mümkün değildir! Gazze’ye uygulanan bu abluka, sadece Yahudi varlığının kararı değildir; aksine bu uygulama ABD’nin açık desteğiyle Mısır rejimi ve Yahudi varlığının ortaklaşa yürüttükleri bir politikadır. Bu politika, Gazze halkının direncini kırmayı, onu teslim olmaya zorlamayı ve daha geniş çapta bölgedeki değişim umutlarını zayıflatmayı ve değişim düşüncesini kökünden silmeyi hedeflemektedir.

Vali Mücavir’in açıklamaları, Gazze’yi dini bir sorumluluk olarak değil, bir güvenlik yükü olarak gören mevcut resmî stratejiyi yansıtmaktadır. Bu strateji, halkın zihninde Gazze halkını şeytanlaştıran bir kültürü beslemektedir; Bu algıya göre Gazzeliler “her ne pahasına olursa olsun Mısır’a sokulmaması gereken “bir risk unsuru” olarak lanse edilmektedir. Bu algı, Gazze halkını bir tehdit ya da salgın gibi göstermekte, onların aslında İslam ümmetinin bir parçası olduğunu ve haklı bir davayı taşıdıklarını göz ardı etmektedir. Oysa bu dava, sadece onların değil, bütün bir ümmetin davasıdır. Çünkü Gazze ve tüm Filistin toprakları, İslam hukukuna göre tüm ümmetin ortak malı olan haraç arazisidir. Onu kurtarmak ve korumak, başta en yakın ve en yetkin olan Mısır halkı ve ordusu olmak üzere, bütün ümmetin boynunun borcudur.

Bir devlet görevlisi, bile bile açlıktan ölme tehlikesi bulunan birini ülkesine almamakta ısrar ediyorsa, bu katıksız bir suçtur. Mısır’daki yozlaşmış yargı ondan hesap sormasa bile, Allah Kıyamet Günü mutlaka ondan hesap soracaktır. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

وَأَيُّمَا أَهْلُ عَرْصَةٍ أَصْبَحَ فِيهِمْ امْرُؤٌ جَائِعٌ فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُمْ ذِمَّةُ اللَّهِ تَعَالَى “Bir toplulukta eğer bir kişi aç olarak sabahlarsa Allah, o topluluk üzerinden himayesini kaldırır” Bu hadis, ‘tarafsızlık’ veya ‘siyasi hesaplar’ gibi bahaneler öne süren rejimlerin tüm mazeretlerini yerle bir etmektedir. Bugün Gazze halkı açlıktan ölüyorsa, Mısır’ın kapıları yüzlerine kapanıyorsa, gıda ve ilaç yardımı onlardan esirgeniyorsa, o halde bu rejimler, onlarla işbirliği yapanlar, sessiz kalanlar, onlara mazeret uyduran alimler, gazeteciler ve politikacılar Allah’ın koruması ve güvencesinden beri ve uzaktır demektir.

Ey Gazze halkı! Sabredin ve sabırda sebat gösterin! Zira siz hak üzeresiniz ve sebat edenlersiniz. Sizler Kıyamet Günü’ne kadar ribattasınız. Şüphesiz Allah, cihadınızı boşa çıkarmayacak ve dökülen kanlarınızı asla zayi etmeyecektir.

Ey Mısır halkı! Ey Kinane halkı! Bilin ki, Allah size Gazze’nin hesabını soracaktır! Kendi halkının yüzüne kapattığınız bu toprakların hesabını soracaktır! Sınırlarınızı kardeşlerinize kapatmanızın, sessiz kalıp kuşatmalarına ortak olmanızın hesabını soracaktır! Bu yüzden, bir an önce üzerlerindeki bu kuşatmayı kaldırın! Bugün Gazze’nin ne dayanışma açıklamalarına ne de sadece yardım konvoylarına ihtiyacı var! Bilakis özgürleştirmek ve Yahudi varlığından temizlemek üzere harekete geçecek ordulara ihtiyacı var.

هَذَا بَلَاغٌ لِّلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ وَلِيَعْلَمُوا أَنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ أُولُو الْأَلْبَابِ“İşte bu, kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak bir tek İlah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” [İbrahim 52]

Devamını oku...

Gazze Ablukası, Mısır Rejiminin İhanetinin Bir Göstergesidir

BM’nin yayımladığı son rapora göre Gazze, açlığın en ağır seviyesi olan beşinci evreye, yani “felaket düzeyindeki açlık” aşamasına girmiş durumda. Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, yardım kampanyaları ve ablukayı kırmaya yönelik konvoylarla Gazze’ye destek olmaya çalışıyor. Ancak Gazze’ye sınırı bulunan başta Mısır olmak üzere çevre ülkeler gelişmeleri sadece izlemekle yetiniyor. Mısır hükümeti, elinden bir şey gelmediğini öne sürerek yalnızca arabuluculukla yetindi. Peki gerçekten Mısır, Gazze’ye yardım edecek güçten yoksun mu?

Yahudilerin Gazze’ye yönelik saldırıları başladığı ilk günden bu yana Mısır yönetimi, Gazze halkına yardım için elinden geleni yaptığını savundu ve sınır kapılarının kapatılması ile abluka konusunda herhangi bir sorumluluğu olduğunu reddetti. Ancak ortaya çıkan veriler, Mısır’ın bu açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını ve hatta mevcut durumun, Mısır yönetiminin Yahudiler ile Gazze savaşı öncesinde başlayan iş birliği olmadan meydana gelemeyeceğini gösteriyor. Yahudi saldırılarının başlamasıyla birlikte İslam dünyası, Mısır’dan müdahale ederek Gazze’deki sivil halka yönelik gerçekleştirilen füze saldırılarını durdurmasını talep etti. Ancak Mısır yönetimi değil müdahale etmek, Yahudilerin Refah Sınır Kapısı’nda, Refah’ın güneyindeki Acra bölgesinde ve Sina’daki farklı noktalarda bizzat Mısırlıları saldırmalarına bile ses çıkarmadı. Mısırlı askerler, Yahudi füzelerinin Gazze’deki kardeşlerini ya da sınırdaki arkadaşlarını öldürdüğünü gördüler. Ama devlet, hiçbir adım atmadı. Böylece bu savaş ihanet ve teslimiyet sahnelerine maruz kaldı.

Mısır rejimi, yalnızca Müslümanların kanının dökülmesine sessiz kalmakla yetinmedi; aynı zamanda Yahudi varlığının Refah Sınır Kapısı’nı kontrol altına almasına da göz yumdu. Bu adım, Mısır’ın uzun süredir Filistin davasına müdahil olmamasını gerekçelendirdiği barış anlaşmasının maddeleriyle de açıkça çelişmektedir. Ortaya çıkan tablo, askeri kapasite eksikliğinden ziyade siyasi bir tercihin, yani rejimin Yahudi varlığıyla örtülü bir uyum içinde hareket etmesinin sonucudur. Bunun en açık kanıtı ise rejimin bu konuda hiçbir tutum sergilememesidir. Rejim, askeri müdahale veya diplomatik yaptırım gibi herhangi bir caydırıcı önlem almayarak, sadece kapının kapatılmasından kendisinin sorumlu olmadığını açıkladı. Bu tutum, Yahudi varlığının sınır kontrolü üzerindeki yetkisini dolaylı yoldan tanıma anlamına gelmektedir.

Elbette, bu konuyu Süveyş Kanalı’ndan bahsetmeden ele almak imkânsızdır. Zira bu kanal, Yahudi varlığı ve Amerika’ya baskı uygulamak için kullanılabilecek en önemli baskı araçlarından biridir. Ancak Mısır’ın bu kozunu olabilecek en kötü şekilde kullandığı da bir gerçektir. Son günlerde, Amerikan ve Yahudi varlığı bayraklı savaş gemilerinin kanaldan geçtiğini gösteren videolar yayınlandı. Mısır yönetimi ise ‘uluslararası hukuk’ gereği bu geçişleri engelleyemediğini iddia etti. Bu durum, söz konusu yasaların çoğunlukla Batı’nın çıkarlarını hizmet etmek için uygulandığını ortaya koyuyor!

Bugün Mısır’da bizler, sömürgeciliğin İslam sistemine alternatif olması için kurduğu bir rejimin bize yaşattığı en karanlık ihanet ve teslimiyet tablolarına şahit oluyoruz. Mısır rejiminin, Yahudilerin emirleri doğrultusunda Gazze’yi abluka altına alarak, yardım girişlerini engelleyerek ve kuşatmayı yarma girişimlerini bastırarak Gazze’deki kardeşlerimizin katline ortak olduğuna, bağış toplayanları veya sınır kapısına ulaşıp ablukayı kırmak isteyenleri gözaltına aldığına tanık oluyoruz. Ve ortaya akıl almaz bir manzara çıkıyor: Müslüman askerlerin ağlayarak yalvaran gayrimüslim aktivistlere, Gazze halkına yardım etmek için geçiş izni vermediğini görüyoruz. Bu neyin göstergesi? Hangi derinliğe battık biz? Kim için, kime karşı bu engel?

Ey Mısır Kinane halkı! Biz Mısır halkı olarak, Gazze’deki kardeşlerimizin katledilişini gördükçe öfkeden kahroluyoruz! Biliyoruz ki sizler, hem Gazze’ye yardım edecek hem de bütün Filistin’i özgürleştirecek güce ve donanıma sahipsiniz. O halde, bu büyük şerefe koşun! Unutmayın, Allah sizinle beraberdir, O sizin yardımcınızdır ve O, amellerinizi asla zayi etmeyecektir.

إِن يَنْصُرْكُمُ اللهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ“Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.” [Ali İmran 160]

Devamını oku...

Damarlardaki Kan Ne Zaman Kaynayacak? Ne Zaman Durdurulacak Bu Zulüm? Ne Zaman Kırılacak Düşmanın Eli?!

Filistin Sağlık Bakanlığı’nın 23 Temmuz 2025 tarihli günlük raporunda, Yahudilerin Gazze’ye düzenlediği saldırılar sonucu son 24 saat içinde 113 şehit ve 534 yaralının hastanelere ulaştırıldığı belirtildi. Yapılan açıklamaya göre, 18 Mart 2025’ten bu yana şehit düşenlerin sayısı 8363’e, yaralananların sayısı ise 31004’e ulaştı. Bu son rakamlarla birlikte, 7 Ekim 2023’ten beri süren saldırılarda şehit sayısı 59219’a, yaralı sayısı ise 143045’e yükselmiş oldu.

Filistin Sağlık Bakanlığı, 24 Temmuz 2025 Çarşamba günü yaptığı açıklamada, son 24 saat içinde açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle 10 yeni ölüm vakası kaydedildiğini ve krizin başlangıcından bu yana toplam ölüm sayısının 111’e yükseldiğini duyurdu. Trajik bir gelişmeyle, tıbbi kaynaklar yalnızca son üç günde 21 çocuğun açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybettiğini açıkladı. Bazı çocukların hastaneye ulaşamadan veya kimsenin haberi olmadan evlerinde veya çadırlarda öldüğü ve bu vakaların çoğunun kayıtlara geçmediği belirtildi. Dünya Sağlık Örgütü’nün İşgal Altındaki Filistin Toprakları Temsilcisi Rik Peeperkorn, yalnızca temmuz ayında 5.100 çocuğun yetersiz beslenme tedavi programlarına alındığını, bunların 800’ünün aşırı derecede zayıflık (şiddetli malnütrisyon) sorunu yaşadığını açıkladı.

Yahudi varlığının Gazze’deki halkımıza yönelik saldırıları, bombalama, katliam, abluka ve aç bırakma gibi tüm yöntemlerle devam etmektedir. Bu saldırıların amacı, Gazze halkını yok etmek ve ortadan kaldırmaktır. Ne kadınları ne çocukları ayırt ediyor! Tam tersine, Gazze halkının moralini bozmak ve onları teslim olmaya, boyun eğmeye zorlamak için bilerek onları hedef alıyor!

UNICEF İcra Direktörü, su almak için beklerken 7 çocuğun katledildiğine dair tüyler ürpertici haberleri paylaştı. Bu korkunç olayın, gıda yardımı bekleyen masum kadın ve çocukların hayatını kaybetmesinden sadece günler sonra yaşandığını da sözlerine ekledi. İşte Gazze’nin çocuklarına reva görülen bu! Acımasız bir düşman tarafından soğuk kanlılıkla katlediliyor ve soykırıma uğruyorlar. Buna karşın, İslam ümmetinin evlatları hareketsiz ve yardımdan yoksun bir halde, kanları adeta damarlarında donmuş durumda.

Ey İslam ümmetinin çocukları! Neyiniz var sizin, ölüler gibi hareketsizsiniz?! Kardeşleriniz sizden yardım bekliyor, feryat ediyor, peki siz ne yapıyorsunuz? Yoksa sadece onlara dua etmekle mi yetiniyorsunuz?! Gücünüz mü yetmiyor? Yoksa can derdine mi düştünüz? Ölümden mi korkuyorsunuz?! Dininize olan sevginiz ve şehadete olan özleminiz nerede? Yoksa iki güzellikten birine nail olmaktan yüz mü çeviriyorsunuz?! Ey insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin evlatları! Yoksa bu işkence ve katliam sahnelerine alıştınız da, yardım etmekten aciz bir halde öylece oturuyor musunuz?! Hep birlikte ayağa kalkıp bu zalimlerin kökünü kazımak ve mazlumlara yardım etmek için içinizdeki dürüst ve samimi insanların onuru (hamiyeti) hiç mi harekete geçmiyor?

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları olarak biz, ümmetin bütün evlatlarını, bu soykırımları durdurabilecek olanları (orduları) harekete geçmeye zorlamak, Gazze’deki halkımızı kasıp kavuran bu açlık politikasına bir son vermek, onları boğan bu kan selini durdurmak ve halkımıza kötülük eden düşman ellerini kırmak için çalışmaya çağırıyoruz! Herkesi, tebaasını savunacak bir Halife’yi atamak için çalışmaya davet ediyoruz. Zira halife, tebaasının güven ve huzurunu sağlayacak; düşmanların yüreğine korku ve endişe salacaktır. Öyle ki, düşmanlar bu ümmetin tek bir ferdine bile saldırmayı akıllarından dahi geçiremeyecektir.

Devamını oku...

Milestone Trajedisi: Masum Çocuklar ve Kahraman Pilotumuz Tauqir, Halkını Gerçekten Gözeten Bir Devlet Şefkatinin Yokluğunun Kurbanı Oldular

Geçtiğimiz Pazartesi (21 Temmuz 2025) öğleden sonra, Bangladeş’in başkenti Dakka’nın Uttara bölgesinde büyük bir facia yaşandı. Bangladeş Hava Kuvvetleri’ne ait F-7 BGI tipi bir savaş uçağı, mekanik arıza nedeniyle Milestone Okulu ve Koleji’nin ilkokul bölümünün bulunduğu binanın üzerine düştü. Feci kaza, yürekleri dağlayan bir trajediye yol açtı. Olay yerinden gelen görüntülerde, hayatını kaybeden ve yaralanan çocuk ve gençlerin yanmış ve parçalanmış bedenlerinin olduğu bildirildi. Biz Hizb-ut Tahrir olarak, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara ise acil şifalar diliyoruz. Aynı zamanda, Peygamber Efendimizin SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği üzere, hayatını kaybedenlerin şehitler arasında yer alması için Allah’a dua ediyoruz. Nitekim Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

وَصَاحِبُ الْحَرِيقِ شَهِيدٌ“Yangında ölen kimse şehittir.” [Ahmed, Ebu Davud, Nesai]

Ey insanlar! Bu trajik olay, halkın samimiyetini ve kahramanlığını ortaya koyduğu gibi, bencil laik yöneticilerin ve siyasi partilerin ikiyüzlülüğünü ve sorumsuzluğunu da gözler önüne serdi. Halkın arama kurtarma çalışmalarına katılmak ve yaralılara kan bağışlamak için nasıl inanılmaz bir şekilde seferber olduğuna tanık olduk. En az 20 öğrenciyi kurtarmak için kendi canını feda eden öğretmenin kahramanca fedakârlığı da asla unutulmayacak. Diğer taraftan hükümet ise, ağır yanıkları olan çocuklara bırakın hızlı tedavi imkânı sunmayı, onları hastaneye kaldıracak bir ambulans bile ayarlayamamıştır. Oysa halk, bu yöneticilerin ve siyasi elitlerin en ufak bir rahatsızlıkta veya hastalandıklarında hava ambulanslarıyla Singapur’a götürüldüğüne defalarca şahit olmuştur.

Bütün ülke bu trajedinin yasını tutarken, öğrencilerin HSC (Lise Bitirme) sınavının ertelenmesine yönelik talebi, ‘yasal gerekçeler’ öne sürülerek gece yarısına kadar sürüncemede bırakıldı. Bu durum tüm velilerde ve öğrencilerde büyük bir öfke dalgası yarattı. Ama öte yanda, sözüm ona halkın temsilcileri, kameralar önünde sahte duyarlılıklar sergileyip, gerçek sorumluları sorgulamak yerine sanal fırtınalarla komplo teorileri ürettiler. Medya üzerinden yapılan açıklamalar, gösteriler ve çeşitli spekülatif söylemler kamuoyunda algı karmaşası yarattı. İktidar hırsıyla gözü dönmüş elitlerin, ‘Ulusal Mutabakat Komisyonu’ndaki güç paylaşımı toplantıları ve seçim kampanyası turları ise hız kesmeden devam ediyor. Aslında bu tablo çok tanıdık! Allah’ı hesaba katmayan Seküler-Kapitalist düzen, bencil, yozlaşmış ve saçma sapan yöneticiler üreten bir fabrikadan başka bir şey değildir.

Ey insanlar! Bu trajediyle birlikte, seküler yöneticilerin onlarca yıl boyunca modern, kaliteli silahlara sahip profesyonel bir ordu kurma konusunda gösterdiği isteksizlik ve ihmalkârlık yeniden gündeme gelmiştir. Bu ihmalkârlığın bedelini ise düşmanla savaşta değil, kendi gökyüzümüzde, kendi uçaklarımızda, kendi kahramanlarımızın canıyla ödüyoruz. Bu kaza, Bangladeş’te bir ilk değil; aynı F-7 tipi uçak son on bir yılda pek çok kazaya karıştı. Rus Mig-21 modelinden esinlenerek üretilen Çin yapımı F-7’lere, havacılık camiasında ‘büyükbaba savaş jeti’ deniyor. Sovyet yapımı Mig-21 temel alınarak Çin tarafından geliştirilen bu modelin üretimi 1960’larda başlamış, 2013’te sonlandırılmıştır.

Ey insanlar! Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

الإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْؤُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur” [Müttefikin aleyh] İslam ümmetinin görkemli Hilafet tarihinde, başta Ebu Bekir ve Ömer olmak üzere nice Allah’tan korkan Halife, asırlar boyu bu hakikati fiilen en güzel şekilde ispat etmiştir. Adaletin timsali Ömer RadıyAllahu Anh, tebaasına karşı sorumluluğunu şu unutulmaz sözlerle dile getirmiştir: “Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den sorulur!”

On yıllardır kendi insanının cenazesine bile sahip çıkamayan bugünkü Allahsız laik düzen, yüz yılı aşkın bir süredir yeryüzünde bulunmayan şefkatli Hilafet Devleti’nin yokluğunu ve ona ne kadar muhtaç olduğumuzu bize bugün bir kez daha hatırlatmaktadır. Ordunun bu düzende yeterince modernize edilmemiş olması, bu sistemin ülke egemenliğini ne kadar kırılgan hâle getirdiğini göstermektedir. Bu kırılganlık, güçlü ve caydırıcı Hilafet ordusunun eksikliğiyle daha da belirgin hâle gelmektedir. Hilafet Devleti, ilahî emir doğrultusunda, askerî kabiliyetini geliştirmeyi ve sürekli olarak güçlendirmeyi temel görevlerinden biri olarak görmüştür. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَأَعِدُّوا لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمُ اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.” [Enfal 60]

Hizb-ut Tahrir, bu ülkenin bilinçli insanlarını, samimi siyasetçilerini, düşünürlerini ve askerî erkanını; halkına sahip çıkan, güçlü ve adil Hilafet sistemini gecikmeksizin yeniden kurma yolunda sorumluluk üstlenmeye davet etmektedir.

Devamını oku...

Tiranların Karşısında Hak Üzere Sebat Etmek!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Tiranların Karşısında Hak Üzere Sebat Etmek!

Fitne ve sıkıntının ortasında, zulmün egemen olduğu ve hak sesin bastırıldığı zamanlarda, ideolojiye bağlı olan insanlar ortaya çıkar ve imanın en güçlü ve en parlak suretini taşırlar.

Hak üzere sebat etmek, rahat zamanlarda olmaz, aksine hakka sımsıkı sarıldığında bedeli can ya da işkence olduğu zamanlarda olur; işte o zaman sadık kişiler sınanırlar, saflar ayrılır, azimet ehli olanlar hevaya tabi olanlardan ayırt edilir.

Hak, tartışılan bir görüş veya yapılan bir anlaşma değildir; aksine hak, Allah katından gelen bir nur olup zamanın değişmesiyle değişmeyeceği gibi otoritenin baskısıyla da değişmez; bu yüzden hak üzere sebat edenler bunu, bu hayatın geçici olduğunu ve Allah Subhanehu ve Teala'nın itaat edilmeye layık olduğunu bildikleri için yaparlar.

Allah'ın Kitabı'nda bizim için ibretler ve öğütler vardır; işte efendimiz İbrahim Aleyhisselam, ilahlık iddiasında bulunan tağut Nemrut ile karşı karşıya geldiğinde onunla tartışmaktan hiç çekinmedi, ateşle tehdit edilmesine rağmen akidesini açıklamaktan korkmadı ve şöyle dedi: “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir.” Dolayısıyla ateşi bir azap olarak değil, aksine bir imtihan olarak gördü ve Allahu Teala da ateşi onun için serinlik ve esenlik kıldı.

Aynı şekilde uhdud-hendek sahipleri de boyun eğmeyi reddeden ve onların küfre dönmelerini isteyen ya da ateşte yakılacaklarını söyleyen kralın zulmüne karşı koyan kâmil bir ümmetti; dolayısıyla onlar, zillet ve boyun eğmek yerine imanı ve ölümü seçtiler ve kadınlar, çocuklar, erkekler ve yaşlılar, dünyadaki ateşi ahiretin ateşine tercih ettiler; onlar peygamber değillerdi, aksine sıradan müminlerdi ancak sebatları onları Allah'ın kitabında ölümsüz bir hale getirdi.

Hayat bir inatçılık değildir, aksine bilinçli olmak ve insanın, inandığı şeye Allah Subhanehu ve Teala'nın razı olduğu bir hak olduğuna dair derin bir idrakle hak üzere sebat etmesidir; dolayısıyla tüm dünya bir araya gelse bile bundan dolayı pazarlık yapılmaz. Zira bu, kalbin ve aklın birlikte oluşturduğu bir tutum olup sadece bir isyan değildir, aksine fıtrata aykırı olan şeye boyun eğmeyi reddetmektir.

Bu zamanımızda zulüm çok fazla olduğu gibi bilinci çarpıtma, hak olanı sulandırma ve sadıkları karalama girişimleri de oldukça fazladır; bu yüzden bugün tiranlara karşı sebat etmeye ve tavır almaya ne kadar da muhtacız!

Belki de zalim bir sorumlu karşısında hak sözü söylemek, mazlumları savunmak ya da eziyete karşı sabretmek sebat etmek olabilir; çünkü o zaman sen, ilkelerini satmak istemiyorsun demektir.

Tiranlara karşısında hak sözü söylemek, peygamberlerin mirası, müminlerin şiarı ve özgür milletlerin bekasının sırrıdır; bu yüzden hak üzere sebat eden bir kimse, kanı, sabrı ya da sözleriyle tarih yazacaktır. Dolayısıyla zulüm ne kadar güçlü görünürse görünsün, baki kalacak olan sadece hak olandır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاًYine de ki: Hak geldi; batıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur.” [İsra 81]

Yolu tamamlayanlar ilkeli olan kişilerdir; çünkü yol kolay değildir, dahası onlar, kalplerinde kesin bir iman, derinliklerinde sebat ve zihinlerinde bilinç taşıyanlardır. Hak üzerine inşa edilen şeyi, zulmün yıkması veya batılın fırtınalarının onu sarsması imkansızdır.

Yolu tamamlayanların ilkeli insanlar olduğunu söylediğimizde, bunun canlı anlamının Gazze olduğunu şu cümleyle ifade edebiliriz;

Gazze, hakkın zulümle savaşının somutlaştığı yerdir... Gazze sadece kuşatılmış bir şerit değil, kapalı bir dünyanın karşısındaki açık bir yaradır... Buradaki insan, nefeslerinin sayısı ile değil, aksine en acımasız zalimlere karşı bile "hayır" dediği anların sayısıyla kıyas edilir.

Gazze'deki insanların kaybedecek hiçbir şeyleri yoktur, sadece ilkeleri vardır; bu yüzden her şeylerini kaybetseler bile ilkelerinden vazgeçmemeye kararlıdırlar.

Yıkılan her bir evde, yıkılmış evinden gökyüzünü gören her bir çocuğun bakışında, şu anlam yenileniyor: İdeoloji bedenden daha değerlidir ve onur, bir somun ekmekle takas edilemez.

Gazze sadece bombardıman altında değildir, aksine büyük bir imani sınavın altındadır. Zira onlar, sevdiklerinin cesetlerinin enkaz altından çıkarıldığını gördükleri halde sabrediyorlar, karşılığını sadece Allah'tan bekliyorlar, akideleri üzerinde sebat ediyorlar ve Allah'ın vaadinin hak olduğuna ve O'nun asla vaadinden dönmeyeceğine iman ediyorlar: مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللهَ عَلَيْهِMüminlerden, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren nice adamlar vardır.” [Ahzab 23]

Gazze bu ümmetin bir suretidir... Bu yüzden onun herhangi birinin kendisi için ağlamasına değil, aksine ölmeyen sırrını anlamasına ihtiyacı vardır; çünkü onun davası, derin bir ilahi anlamla bağlantısı olan akidesidir.

Gazze'de süper kahramanlar yoktur, aksine sadece çocuklarını kendi elleriyle kefenleyen ve sonra da başlarını kaldırıp şöyle diyen anneler vardır: “Allah'ım, Sen kabul et!”

Bu nasıl kesin bir inançtır?! Bu, candan daha değerli olan ve uğruna her şeyin feda edildiği bir akidedir.

Gazze'de yıkılan her bir evde, dünya için bir ders vardır ki o da şudur; zulüm ne kadar şiddetli olursa olsun, ne kadar zayıf görünürse görünsün kalbi imanla dolu olan birine galip gelemez. Yenilgiler onu ağırlaştırabilir, fitneler onu karıştırabilir ve zulmün güçleri onun başına musallat olabilir ama o asla ölmez; çünkü onun özünde asla kırılmayacak olan Rabbani bir vaat vardır: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ İnanan kimselere yardım etmek Bize hak oldu.” [Rum 47]

İslam ümmeti, hakka uzaklaştığında, risaletini unuttuğunda ve vacibini ihmal ettiğinde hastalanır, ancak yolu gördüğünde hızla sağlığına geri kavuşur; zira Allah'ın ona bahşettiği kurtuluş yolu, insanlığı kurtaracak ve onu çürümüş Batı medeniyetinin kokuşmuşluğundan kurtaracak olan bu emanettir. Böylece yeniden insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak geri dönecek, onurun zirvelerine çıkacak, yeniden kalkınacaktır. Zira Allahu Teala ona, egemenlik ve iktidar vaadinde bulunmuştur:وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْAllah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına dair vaatte bulunmuştur.” [Nur 55] 

Bugün ümmetin yaşadığı her acı ve Allah yolunda akıtılan her bir damla kan, Allah'ın izniyle geri dönecek olan bir ümmetin doğum sancılarının bir parçasıdır; bu ise aziz olan Allah'a hiç de zor değildir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Munis Hamid – Irak

Devamını oku...

Gazze’deki Kuşatma Ancak Savaş Eylemleriyle Kırılabilir!

Haber - Yorum

Gazze’deki Kuşatma Ancak Savaş Eylemleriyle Kırılabilir!

Haber:

Dünya çapındaki medya organları, işgal güçlerinin, çeşitli milletlerden aktivistleri taşıyan ve Gazze'deki kuşatmayı kırma kapsamında Gazze'ye doğru seyreden Hanzala gemisine baskın düzenlediğini canlı olarak aktardı.

Yorum:

Bu uygulama beklenen bir şeydi, dahası bunun dışında başka bir senaryo da beklenmiyordu. Peki başta Mısır rejimi olmak üzere yaklaşık on yedi yıldır bölgedeki rejimlerle iş birliği içinde Gazze'ye kuşatma uygulayan ve yaklaşık yirmi iki aydır da Gazze halkına karşı aralıksız soykırım savaşı yürüten Yahudi varlığı, aktivistleri taşıyan bir sivil geminin Gazze'ye yaklaşmasına neden izin verecekti ki?Mısır rejimi daha birkaç gün önce Gazze'ye yaklaşan bir Arap dayanışma konvoyunu engellemişken, bunu engellemekte nasıl tereddüt edecekti ki?Sadece Gazze'de değil, tüm Filistin'de ve bölgenin diğer ülkelerinde işlediği iğrenç suçlardan kendisini caydıracak hiçbir şey bulamayan Yahudi varlığını, bu gemiyi alıkoymaktan, üzerindekileri tutuklayıp sınır dışı etmekten ne caydıracaktı ki? 

Gemiye saldırmadan önce Yahudi varlığının yaptığı medya manipülasyonu da dikkat çekiciydi; zira bundan dakikalar önce, Pazar sabahından akşam saatlerine kadar, Gazze'nin kuzeyi de dahil olmak üzere yoğun nüfuslu bölgeleri de kapsayan insani bir ateşkes ilan ettiği gibi Birleşmiş Milletler ve yardım kuruluşlarının gıda ve ilaç ulaştırması için güvenli koridorlar belirlendiğini de ilan etmişti; ancak bunlar, gözlere kum serpmekten başka bir şey değildir.

Her halükârda Hanzala gemisinin sevk edilmesinde yer alan katılımcıların gösterdiği çaba iki açıdan takdire şayandır:

Birincisi; her ne kadar soykırım savaşının gidişatına hiçbir şekilde etki etmese de bir dayanışma eylemi olması bakımından.

Diğer yönden ise -ki bu önemlidir- bu manzara, Gazze'deki kuşatmanın kırılmasının ve halkına yardım edilip desteklenmesinin, sivil aktivistlerden oluşan konvoylarla sağlanamayacağını, aksine bunun için askeri güç gerektiğini ortaya koymuştur.

Gazze'de bombalama, aç bırakma ve kuşatma yoluyla gerçekleştirilen soykırım, Yahudi varlığının ordusunun, Batı'nın sağladığı en güçlü silahları ve teknolojiyi kullandığı gibi Batı’nın gerekli tüm medya ve diplomatik desteği tedarik etmesinin yanı sıra Gazze’nin maruz kaldığı soykırım savaşına hepsinin aktif olarak katılmaları için Müslüman ülkelerdeki mevcut rejimlerden devşirdiği Batı’nın ajanları sayesinde gerçekleştirdiği askeri eylemlerdir. Peki bu şekildeki bir savaş, aktivistleri taşıyan bir gemiyle durdurulabilir mi? Tabii ki hayır;ancak karadan, havadan ve denizden gelen bir fırtına ile bu varlık ortadan kaldırılabilir ve akabinde ona şeytanın vesveseleri bile unutturabilir; böylece kendilerini nereden savunacaklarını bilemeyecekler, sığınacakları bir yer veya bir in bulamayacaklar ve böylece de arkalarını dönüp kaçacaklardır. İçinde yıkıcı bir fırtına, yakıcı bir şimşek ve delici bir ateş olan kimseye ne mutlu!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Amir Ebu El-Riş – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

"İzzet ve Şeref Tümüyle Allah'a aittir” [Fatır 10]

Haber-Yorum

ولله العزّة جميعا

“İzzet ve Şeref Tümüyle Allah'a aittir” [Fatır 10]

Haber:

Senato Perşembe günü, Belucistan'da “namus cinayeti” adı altında Jirga Konseyi'nin (bir kabile konseyi) emirleriyle gündüz vakti bir kadın eşin öldürülmesini kınayan kararı oybirliğiyle kabul etti. Karar, bu vahşi suçun hiçbir kültürel, kabilevi veya geleneksel gerekçeyle, sözde “kıskançlık” veya “namus” bahanesiyle gizlenemeyeceğini ve gizlenmemesi gerektiğini vurguladı. Aslında bu, ümmetin onurunu ağır bir şekilde zedeleyen bir suçtur. Bu suçu “örf veya namus” temelinde haklı çıkarmaya yönelik herhangi bir girişim, hiçbir şekilde kabul edilemez; o zaman tıpkı bu, tüm suçu kurbana yüklemek gibi olur.

Yorum:

Son zamanlarda internet üzerinde korkunç bir infaz videosu yayıldı ve bu video büyük bir öfke ve tartışma dalgasına neden oldu. 2025 yılının Mayıs ayında, mübarek Kurban Bayramı'ndan üç gün önce meydana geldiği bildirilen bu olayda, bir kadının işlediği ya da belki de işlemediği bir suçtan dolayı çöl bölgesine götürüldüğü ve kendisine ateş açıldığı görülüyor. Video hızla yayılmaya başlayınca, büyük bir medya yankısı uyandırdı ve çok sayıda insan yorum yaptı. En açık olan yönü, bu cinayetin namus adına işlenmiş olmasıdır; bu ise kelimenin anlamını trajik bir şekilde çarpıtmakta ve kötüye kullanmaktadır.

Belucistan, Pakistan'ın en büyük ve kaynaklar bakımından en zengin bölgelerinden biri olmasına rağmen, genellikle trajik nedenlerle gündeme geliyor. Patlamalar, kaçırma olayları ve ihanet suçlamaları, bunlarla bağlantılı sıkça tekrarlanan rivayetlerdir. Ancak bu manşetlerin arkasında sistematik sıkıntılı bir durum yatmaktadır. -Bürokrasiden yargıya kadar- hükümet kurumlarının varlığına rağmen, hukukun üstünlüğü birçokları için hala ulaşılamaz bir hedef. Baş yargıç tarafından yönetilen Belucistan Yüksek Mahkemesi, Pakistan'ın genel yargı sisteminin bir parçası olup, bölgede adaleti sağlamak için tasarlanmıştır. Ancak gerçeklikte bu mahkeme, çoğu zaman kendilerine yardım etmesi gereken kişileri hayal kırıklığına uğratmakta, dolayısıyla insanlar da yargı sistemine olan güvenlerini yitirmektedir. Zira birçok aile, hiçbir açıklama yapılmadan ortadan kaybolan ya da daha sonra yol kenarında cesetleri bulunan sevdiklerini arayarak cevaplar bulmak için yalvarıyorlar. Nitekim bu adalet talep eden çağrıların karşılanmaması, sistemin ne kadar zayıf ve etkisiz olduğunu gösteriyor.

Kalat Hanlığı'nın yönetiminin gölgesindeki Belucistan, bazı kısıtlamalar olsa da İslam şeriatının hükümlerine göre yönetiliyordu. Yargı işleri kâdılar (Müslüman kâdılar) tarafından denetlenirken, kabile bölgeleri, kâdılar ve meclislerin yönlendirmesiyle, şeriat ve yerel geleneklere (ruvec) dayalı adaleti uygulayan serdarların otoritesine boyun eğiyorlardı. Böylece sömürgeci yönetimden uzun bir dönem önce, bölgede yerel adalet sistemleri mevcuttu ve -başka bölgelerde konsey, şurâ veya panchayatlar olarak da adlandırılan- Jirga, sorunları toplumsal tartışma ve uzlaşma yoluyla çözmek için kullanılırdı. Nitekim Sultan Behlül Lodi ve Şer Şah Suri gibi liderler bu gelenekleri desteklemiş ve anlaşmazlıkları çözmek için bu konseylere katılmışlardı. Bu üyeler siyasi temsilci tarafından seçilip kaydediliyor ve yedi yılı aşan herhangi bir karar, en önemli konularda -özellikle de İngiltere'ye bağlılıkla ilgili olanlarda, genel valinin temsilcisinin onayını gerektiriyordu ve karar, üst düzey serdarların oluşturduğu büyük bir konsey olan Şah Jirga tarafından yayınlanıyordu. Böylece daha önceki mezhepsel uyumu gerçekleştirmek için tasarlanmış olan sistem tedrici olarak sapmış ve karar alma süreci giderek daha çok duygusallık, intikam ve kültürel önyargılar tarafından yönlendirilir bir hale gelmiştir. Dolasıyla asil onur (kıskançlık) mefhumu bir silah olarak kullanılmış ve bu rejimlerin desteklemesi gereken adaletle hiçbir alakası olmayan şiddet eylemlerinin bir gerekçesi haline getirilmiştir. Yetkililerin kınaması, bunun Pakistan anayasasına aykırı olduğuna işaret etmekte ancak sorunun asıl nedeni, İslam dışı anayasa ve İslam'ın uygulanmamasıdır.

Allahu Teala Fatır suresinde şöyle buyurmuştur: مَنْ كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعاًKim izzet isterse bilmeli ki izzet tümüyle Allah'a aittir.” [Fatır 10]

Kendisi için ölmeyi veya öldürülmeyi hak eden tek şeref, Allah'ın şeriatıdır. Hilafet Devleti'nin anayasası, Kur'an ve Sünnete göre formüle edilmiş bir yargı sistemini içerecek ve bu sistemi uygulayanlar kendi hevalarının kölesi olmayacaklardır. Bu yüzden Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetini zulümden ve günah işlemekten koruyacak olan tek yol, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin kurulmasıdır. Nitekim ilk Raşid Halife Ebu Bekir Sıddık şöyle demiştir: “Sizin içinizdeki zayıf olan kişi, Allah'ın izniyle onun hakkını ona geri verinceye kadar benim yanımda güçlüdür. Sizin içinizdeki güçlü kişi ise, Allah'ın izniyle ondan (zayıfın) hakkını alıncaya kadar benim yanımda zayıftır.” [Taberi ve İbn Hişam rivayet ettiler]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

El-Ezher'in Suskunluğu ve Katliamların Yankısı: Aciz Bir Açıklamayla Gazze Kurtarılamaz!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

El-Ezher'in Suskunluğu ve Katliamların Yankısı: Aciz Bir Açıklamayla Gazze Kurtarılamaz!

Haber:

Ezher-i Şerif'in, el-Ezher Üniversitesi Şeyhi Dr. Ahmed Tayyib'in Gazze'yi ölümcül kıtlıktan kurtarmak için acil harekete geçme çağrısı yaptığı uzun açıklamasını silmesinin ardından, sosyal medya platformlarında tartışmalar alevlendi.El-Ezher'in açıklamasında, Gazze'de Filistinlilerin öldürülmesinin devam etmesinin gölgesinde insanlık vicdanının sınanmakta olduğu vurgulanarak, “İsrail'e” silahla destek veren veya kararlarıyla onu destekleyenlerin soykırımın doğrudan ortağı olduğu uyarısında bulunuldu.Ancak bu açıklama, El-Ezher'in sosyal medya platformlarındaki hesaplarından silinmeden önce sadece birkaç dakika yayında kaldı; bu da sanal dünyadaki kullanıcılar arasında büyük bir şaşkınlığa yol açtı. (El Cezire)

Yorum:

El-Ezher ve alimlerinin, çocukların saçlarını ağartan ve bir taş atımı uzaklıkta meydana gelen katliamlar hakkında uzun süre sessiz kalmasının ardından, son olarak durum, cinayet ve işkenceyle ölümlerin yanı sıra açlıktan ölüm noktasına varıncaya kadar Gazze halkının öldürülüp aç bırakılmasının üzerinden yaklaşık iki yıl geçmesinin ardından ve Gazze halkının komşularına yardım çağrısı yaparken seslerinin kısılıp kurtarılma umutlarını yitirmelerinin ardından onlar, sadece Refah sınır kapısının açılmasını talep etmekle yetindiler...Sonra... Sonra... El-Ezher ve alimlerinin coşkusu harekete geçti ancak aciz birinin yayınlayabileceği zayıf bir bildiri yayınladılar!

El-Ezher, “özgür ve etkili vicdan sahibi güçlere” yönelik küresel acil bir çağrı yaparak, Gazze halkını Yahudilerin dayattığı ölümcül ve geniş çaplı kıtlıktan kurtarmak için derhal harekete geçmelerini istedi; sanki el-Ezher bu çağrının dışındaymış, bununla hiçbir ilgisi yokmuş, dahası doğu ve batı arasındaki uzaklık gibi Gazze'den uzak olan insani bir kuruluşmuş gibi!Onun açıklaması, Türkiye lideri Erdoğan'ın şöyle dediği açıklamalarıyla neredeyse aynıdır: “Gazze'de insanlık can çekişiyor, çocuklar yardımların yetersizliğinin ortasında şiddetli açlıktan dolayı acı çekiyorlar;toplumların acil ve sürekli ahlaki tutumunu pekiştirmesi çağrısında bulundu.” Ve bunu, “tam anlamıyla bir soykırım” olarak nitelendirdi.

Bu korkakça tutum, “yerinden edilmiş kişilerin barındığı yerlerin ve yardım dağıtım merkezlerinin canlı mermilerle hedef alınmasının suç olduğunu” vurgulayan El-Ezher'in tutumuyla örtüşüyor.Ayrıca “İsrail'e silah veya kararla destek veren herkesin bu suçun ortağı” olduğunu vurgulayıp şu sözleri tekrarlayarak uyarıda bulundu: “Zalimler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.”Yine bu tutum, Gazze'ye komplo kuran ve Yahudileri destekleyen Erdoğan'ın tutumuyla örtüşmektedir ki aynı şekilde Erdoğan şöyle demiştir: “Her kim Gazze'deki soykırıma sessiz kalıyorsa, İsrail'in işlediği insanlık suçlarına ortak oluyor demektir.”“Zulmü reddettiğini ifade etmek için” net bir insani uluslararası tutum çağrısında bulundu.

Her ikisi de, yani el-Ezher ve Erdoğan, görünmeyen bir muhabirin diliyle konuşuyorlar;sanki Gazze'de işlenen suçlar onları ilgilendirmiyormuş, onların sorumluluğu değilmiş, dahası sorumluluk, Gazze halkına komplo kuran uluslararası sistem ve onun kuruluşları gibi başkalarınınmış gibi!Nitekim el-Ezher, uluslararası sessizliği ve insani sorumluluk eksikliğini eleştirmekle yetinmiş ve Gazze'de yaşananlara yönelik küresel kayıtsızlığı kınamış ancak Mısır rejiminin sessizliğine, ordusunun hareketsizliğine ve alimlerinin Kinane ordusunu Yahudilerle savaşmaya teşvik etme konusunda sessiz kalmasına saldırmamıştır; sanki Allahu Teala’nın şu kavlini okumamışlar gibi: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى الْقِتَالِEy Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et.” [Enfal 65]

Bu sönük açıklamalara, bu zayıf beyanatlara ve bu korkak tavırlara rağmen, Yahudiler ve onların Mısırlı yöneticilerinden oluşan dostları bu derece zayıflığa ve korkaklığa bile razı olmamışlardır; zira Ezher-i Şerif'teki saray mollalarına, kayıtsız ve sessiz kalmalarını, bazılarının ateşli bulabileceği sözlerini geri çekmelerini emretmişlerdir; böylece Allah'tan ve kullarından hiç utanmadan dillerini yutmuşlardır. Nasıl olmasın ki, zira onlar, Allah Subhanehu ve Teala’dan korktuklarından daha çok kafirlerden korkuyorlar! Tıpkı Allahu Teala’nın şöyle buyurduğu gibi: أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ قِيلَ لَهُمْ كُفُّوا أَيْدِيَكُمْ وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَخْشَوْنَ النَّاسَ كَخَشْيَةِ اللهِ أَوْ أَشَدَّ خَشْيَةًKendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar.” [Nisa 77]

Yahudilerin bu zayıf tavırları bile reddetmelerinin ve kınamalarının nedeni, bunların kendileri için cesur veya korkutucu tavırlar olmasından dolayı değildir; zira onlar bunların, Gazze’deki kardeşlerinin acısıyla yanıp tutuşan Müslüman sokağın baskısının ardından sadece yüz suyunu korumak için yapılan açıklamalar olduğunu biliyorlar. Bu açıklamaları yapanlar, Yahudileri gerçekten korkutacak olan cihad için orduları teşvik etmek için değil de insanları sakinleştirmek için bir şey yayınlamaları gerekiyordu.

Bu yüzden onlar konuşmalarını sadece bilinmeyen taraflara ya da zaten Yahudilere karşı önyargılı olanlara yöneltmişlerdir; ancak Yahudiler bu fısıltıların bir gün Müslüman ordularını harekete geçmeye, tahtları yıkmaya, Yahudilerle savaşmaya ve ülkeyi ve halkı onların şerlerinden kurtarmaya çağıran samimi ve sadık seslere dönüşmesinden korkuyorlar. Yahudileri ve Müslümanların başındaki yöneticileri korkutan şey işte budur.

Eğer el-Ezher'in alimleri Allah için gerçekten ciddi ve samimi olsalardı, insanlara şerî hükmü ve bizzat sınırların kırılmasına yol açan net yolu açıklarlardı. Nitekim gören ve basiret sahibi olan herkes için şu apaçık bir hale gelmiştir.Yahudilere ve Hıristiyanlara dostluk besleyen yöneticilerin tahtlarının yıkılması ve Allah'ın indirdikleri ile hükmedecek ve mübarek toprakları Yahudilerin pisliğinden temizlemek için orduları seferber edecek Raşid bir Halife'nin nasbedilmesidir.

Ancak heyhat ki heyhat… -Rabbimin merhamet ettikleri hariç- el-Ezher’in alimleri, zararlı yöneticilerle birlikte olmaya razı olmuşlar, böylece din alimleri değil de saray mollaları oldukları gibi Allahu Teala’nın haklarında şöyle buyurduğu ehl-i kitaptan olan din adamları gibi olmuşlardır: وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَAllah, kendilerine kitap verilenlerden, «Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz» diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötüdür!” [Al-i İmran 187]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER