Pazartesi, 17 Cumade’s Sânî 1447 | 2025/12/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ey Erdoğan! İslam Ümmeti’nin Bir Bireyi İseniz Neden Dünyanın Her Tarafında Acılar İçinde Kıvranan Ümmet’in İmdadına Koşmuyorsunuz!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ey Erdoğan! İslam Ümmeti’nin Bir Bireyi İseniz Neden Dünyanın Her Tarafında Acılar İçinde Kıvranan Ümmet’in İmdadına Koşmuyorsunuz!

Haber:

Erdoğan, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla AK Parti Kongre Merkezi’nde yaptığı konuşmada “Şüphesiz biz “kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” buyuran bir Peygamber’in ümmetiyiz. Millete sundukları eser ve hizmetleri de bu kavrayışla tatbik eden ve etmeye çalışan bir kadro olduklarını vurguladı.” (04.12.2025 Milliyet)

Yorum:

Ey Erdoğan! Tabii siz Saray’da yaşadığınız için ve herhangi bir devlet dairesine gittiğinizde bütün kapılar size açıldığı için Ümmet’in işleri kolaylaştırılıyor mu yoksa zorlaştırılıyor mu bilemezsiniz! O yüzden oradan ahkam kesmek kolay! Oysa başta Türkiye olmak üzere İslam beldelerindeki rejimlerin tamamı Ümmet’in işlerini kolaylaştırmaya değil zorlaştırmaya dayalı rejimlerdir. Mahkemelerinden tutun diğer herhangi bir kurumuna kadar hepsi, insanların işlerini kolaylaştırmak için değil zorlaştırmak için vardır. Haksızlığı gidermek için değil bizatihi haksızlık ve zulüm yapmak için vardırlar.

Onun için ey Erdoğan! Söylediklerinizin sahada bir realitesi ve yansıması yoktur. Salonda bulunan dinleyiciler bile inanın sizin bu söylediklerinize inanmıyordur. Çünkü o insanlar devlet dairelerinde neler yaşadıklarını, ne gibi eziyet çektiklerini, işlerini yokuşa sürmek için memurların ipe sapa gelmez bahaneler ileri sürdüklerini en iyi bilen kimselerdir. İnanmıyorsanız ey Erdoğan! Tebdili kıyafet yaparak devlet dairelerine bir gidin o zaman göreceksiniz Ümmet’in evlatlarını neler çektiklerini!

Madem Sevgili Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinden çıkardığınız bir kavrayışa göre hareket ettiğinizi söylüyorsunuz, o halde O’nun Allah’ın indirdikleriyle hükmettiği eylemlerini (hadislerini) niye almıyorsunuz? Bir hadisini alıp çok daha önemli bir hadisine sırt çevirmek ya da bilerek görmezden gelmek bir “Müslüman”a yakışır mı hiç! Gerçekten O’nun bu hadisine göre hareket etmiş olsaydınız, o zaman devlet dairelerinde ne keşmekeşlik yaşanır ne de Ümmet dünyanın dört bir yanında zulme ve soykırıma maruz kalırdı!

Siz zulmün, keşmekeşliğin, adaletsizliğin, bireyselliğin ve daha nicesinin kaynağı olan bir ideoloji ve onun yönetim sistemini benimsediğiniz ve uyguladığınız sürece Ümmet’in işlerini kolaylaştırmak şöyle dursun daha da zorlaştırmaya devam edeceksiniz ey Erdoğan!

Dahası İslam Ümmeti’nin bir bireyi iseniz, o halde neden Gazze’de Ümmet’i katleden kasap Yahudi varlığı ile diplomatik ve hatta gizli ve dolambaçlı yollarla onunla ticari ilişkide bulunuyorsunuz! Gazze soykırımının başında Yahudi varlığı ile ilişkileri sürdüren siz değil miydiniz! İnancınız gereği mi Yahudiler ile ticareti kestiniz yoksa kamuoyundan gelen tepki üzerine mi? Ümmet’in bir üyesi iseniz, neden Ümmet’in evlatlarını katletsin diye Yahudilere su, petrol vb. ürünler satıyorsunuz? Neden Sudan Ordusu’na İHA satıyorsunuz?

Ümmet’in Mübarek Toprağının gaspçısı Yahudi varlığı Cumhurbaşkanını Saray’da ağırlayan siz değil miydiniz? Siyonist soykırımcı Yahudilerin bir numaralı destekçisi, sponsoru, hamisi Amerika ile görüşmek için can atmıyor muydunuz? Ümmet’in celladına dostum demiyor musunuz? İşlediğiniz suçların hangi birini sayalım ey Erdoğan!   

Engellisinden tutun engelsizine kadar Ümmet’in işlerini kolaylaştırmak istiyorsanız, bunun yolu ve yordamı bellidir. Bir bütün olarak tüm hadislerini almaktır sadece bir hadisini değil. Bir dalı (hadisi) alır onu kendi cinsinden olmayan başka bir ağaca aşılamaya çalışırsanız, o aşı tutmaz ey Erdoğan! Aşıladığınız dalın tutmasını istiyorsanız, onu kendi cinsinden bir ağaca aşılamak zorundasınız. Hadislerin de kendisinden doğduğu veya meyvesini verdiği bir ağacı vardır. Ayette geçtiği gibi o da İslam Ağacı’dır.

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ“Allah'ın, hoş bir sözü; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan, Rabbinin izniyle her zaman meyve veren hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun?” [İbrahim 24-25]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ercan Tekinbaş

Devamını oku...

Gerçek Başarı, Müslümanların Yönetime Ulaşması Değil İslam'ın Yönetime Ulaşmasıdır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Gerçek Başarı, Müslümanların Yönetime Ulaşması Değil İslam'ın Yönetime Ulaşmasıdır!

ABD Başkanı Donald Trump, New York Belediye Başkanı seçilen Zohran Mamdani'yi Beyaz Saray'da kabul etti. Trump, görüşmeyi çok verimli ve yapıcı olarak nitelendirirken, Mamdani de Başkan Trump ile görüşmeyi takdir ettiğini ve birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğunu söyledi. Trump ile ortak hedeflerini ele aldıkları eklemesinde de bulundu. İkisi, son aylarda aralarında yaşadıkları düşmanca atışmaların ve söylemlerin ardından ilk kez yüz yüze görüştüler. 79 yaşındaki Trump, Cuma akşamı Oval Ofis'te yaptığı toplantının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, 34 yaşındaki Mamdani'nin New York için "harika bir belediye başkanı" olacağına inandığını söyledi. Görüşme sırasında Mamdani'nin, Gazze'de savaş suçları işlediği gerekçesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından aranan Yahudi Başbakan Binyamin Netanyahu için New York'u ziyaret etmesi halinde tutuklama emri çıkarıp çıkarmayacağının görüşülmediği eklemesinde de bulundu. Trump, Mamdani'yi övdü, onun bir "cihatçı" olduğunu reddetti ve onu "New York'un yeniden büyük bir şehir olmasını şiddetle arzulayan çok mantıklı bir adam" olarak tanımladı. ABD Başkanı, Mamdani ile görüşmenin kendisini şaşırttığını belirterek, "Yöntemlerde farklılıklarımız olabilir ama hedefte aynı fikirdeyiz" eklemesinde bulundu. Trump, Mamdani'nin New York'ta büyük bir şeyler yapma fırsatına sahip olduğunu ve federal hükümetin yardımına ihtiyacı olduğunu vurgulayıp kendisine bu yardımı sağlayacağını belirterek, "Seçilmiş belediye başkanı Mamdani'ye zarar vermeyi değil, yardım etmeyi umuyorum" dedi.

Öte yandan Mamdani ise Başkan Trump ile yaptığı görüşmeyi takdir ettiğini, birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğunu vurgulayarak Başkan Trump ile ortak hedeflerini görüştükleri eklemesinde bulundu. Mamdani, Başkan Trump'a, birçok New Yorklu sakinin endişelerini ve vergi mükelleflerinin paralarını onların çıkarları için kullanma arzusunu bildirdi; ayrıca “İsrail'in” Amerikan fonlarıyla soykırım işlediğinden bahsederek başkanın "paramızı vatandaşlarımıza hizmet etmek için kullanma" fikrini paylaştığı eklemesinde bulundu. Mamdani, gazetecilere yaptığı açıklamada siyasi eğilimlerine vurgu yaparak, "Ben sosyal bir demokratım ve bu konuda her zaman net oldum" dedi. (El Cezire)

Gözlemciler, dünkü iki rakip arasındaki samimi görüşmeyi eleştirdiler ve Trump ile Mamdani arasında ortaya çıkan hakaret ve düşmanlığın gerçek mi yoksa kalplerindeki hedeflere ulaşmak için uydurulmuş bir söylem mi olduğu konusunda kafaları karıştı ancak her ikisinin yaptığı ilk görüşmedeki açıklamalardan düşmanlığın gerçek olmadığı ortaya çıkmaktadır. Böylece New York'un yeni belediye başkanının, faşist olarak tanımladığı başkanının kanatları altına girdiği teyit edilmiş oldu; oysa eğer söylediklerini ve nitelendirdiklerini gerçekten akletmiş olsaydı, iddia ettiği gibi sosyalist bir düşünür olarak faşist biriyle görüşmemesi gerekirdi. Trump'ın kendisi için kullandığı tabirle bir devlet başkanı veya kralın, krallığı konusunda kendisine hakaret eden ve faşist terimlerle nitelendiren bir belediye başkanıyla görüşmemesi gerekirdi; ancak bu, aralarındaki sözlü atışmaların gerçek olmadığı gibi bunun aralarındaki prensip veya vizyon konusunda bir anlaşmazlıktan kaynaklanmadığını, aksine New York'ta çoğunluğu oluşturan Müslümanlar da dahil olmak üzere “azınlıklar” arasında açgözlü kapitalist Trump'a karşı seçmenleri harekete geçirerek Mamdani'nin seçimlerde başarılı olmasını amaçladığını teyit etmektedir;  bu da AIPAC'ın ve Yahudi varlığının destekçilerinin en büyük ağırlığını bünyesinde barındıran, onların emniyet supabı olan ve politikacılarının isyanını kontrol altına almak ve gerektiğinde onları dizginlemek de dahil olmak üzere politikacılarının politikalarını kontrol eden, asla uyumayan bir şehirde Mamdani gibi bir kişinin olmasını gerektiren hedefleri gerçekleştirmek içindir.

İster İngiltere, ister Amerika, isterse başka bir yerde olsun Batı ülkelerinde bir Müslüman hükümet, yargı veya parlamento görevi için adaylığını koyduğunda birçok Müslüman, özellikle de şeyhlerin ve âlimlerin birçoğu, o adayların programlarına ve İslam'a ve Müslümanlara hizmet edip etmediklerine bakmaksızın, bunu o ülkelerde İslam ve Müslümanlar için ezici bir zafer olduğunu kabul ederek seviniyorlar. Zira bu amellerin en asgarisine, yani Müslümanların hükümet veya parlamento görevlerine ulaşmalarına razı oluyorlar; oysa bu adayların, İslam'a davet görevini benimsemediklerini, bunu programlarının kapsamına almadıklarını ve bunların onların öncelikleri arasında olmadığını açıkça ve tam olarak biliyorlar. Dolayısıyla toplumlardaki bazı şeyhlerin ve merkezi yetkililerinin gösteri yapmasının nedeni, Batı’daki karar vericilerin türettikleri bu görevi korkarak veya isteyerek kabul etmelerinin ardından Müslüman toplumu asimile etmek ve İslami kimliklerini silmek için amansızca çaba göstermeleridir.

Birçok kişi, en baştan onun Müslüman olduğu, gerçekten İsmaili olup olmadığı, annesinin Hindu biri olduğu ve eşinin de dini bilinmeyen bir “sanatçı” olduğu gerçeğini göz ardı ederek Mamdani de dahil olmak üzere bu adayların gerçekliğini görmezden geliyorlar. Nitekim Mamdani, kendisinin sosyal demokrat olduğunu vurgulamakta, Yahudiler de dahil olmak üzere şehir sakinleri arasındaki tüm dinlerin temsilcileriyle iletişim kurmaya büyük ilgi göstermekte, onlarla bir araya gelip onların kippasını takmakta ve kendisine yöneltilen anti-semitizm suçlamalarını reddetmektedir. Trump ile görüşmesi, onun başkanla ideolojik olarak bir anlaşmazlık içinde olmadığını, aksine görünürdeki anlaşmazlığın, Batılı siyasetçiler arasındaki dostluğu bozmayan mümkün olan alan içindeki bir politika farklılığı olduğunu ortaya koymaktadır.

Böylece Zohran, Londra Belediye Başkanı Sadık Han ve bu ikisinden önce Kongre üyeleri Rashida ve Ilhan, Hakim Nadia, Hakim Nusrat ve diğerleri, Allah'ın hepimize azim İslam'ı kendisine taşımamızı farz kıldığı yanlış yönlendirilmiş ümmete İslam'ı, şekli olarak bile olsa taşımamışlardır. Aksine Amerika'daki derin devletin, kendisine sadakatini garanti eden ve koymuş oldukları çizginin dışına çıkmayacağını taahhüt edenleri kulübüne kabul ettiği herkes tarafından bilinmektedir. Zohran'ın, hem müşrik demokrasi hem de ateist sosyalizm olmak üzere her ikisini de sadakat beslediği gibi tabii ki de Şeytan'ın iki boynuzuna da sadakat beslemekte olup adalet ve tevhit dininin bu ikisini bir araya getirebileceği düşünülemez. Diğeri, Allah ve Rasulü’ne savaş açan anayasa ve yasalara bağlılık yemini etmesinin yanı sıra eşcinsellere ve Lut kavmi ile diğerlerinin işlediği tüm rezilliklere destek verdiğini açıklayan bir parlamento üyesidir. Bu, Efendimiz Bilal-i Habeşi Radıyallahu Anh’ın soyundan gelen esmer tenli bir Müslüman kadın ancak onu programlarında, hedeflerinde, hatta dış görünüşünde bile kendisine rol model yapmamıştır; zira Müslüman bir kadının gerçek tacı, onun şerî başörtüsüdür. Başörtülü hâkim Nadia'nın musibeti ise, selefininkinden çok daha büyük ve daha şiddetlidir; zira laik kapitalist kafir Amerika’nın yasalarıyla yöneteceğine dair azim Kur’an’a el basarak yemin etmiştir! Peki tüm bunlardan sonra Amerika'daki Müslümanların, sahiplerini kıyamet günü ağır bir hesap vermeye sürükleyecek bu "başarılara" sevinmeleri akıl işi midir?! O ve onun gibilerin bu şerî olmayan eylemlerini onaylayan ve bu kötülüğü engellemeyenlerin başında şeyhler ve âlimler gelmektedir! O halde aklı başında bir Müslümanın, bir Müslümanın iktidar koltuğuna ulaşmasının büyük bir başarı ve fetih olduğunu sanması akıl işi midir?! Peki Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, içinde yaşadığı kâfir siyasi ortama tabi olması için yüksek bir makam ve konum teklif etmelerine rağmen, Daru'n-Nedve'ye girmeyi reddetmemiş miydi?

Batı'daki karar alıcılar ve derin devlet olarak adlandırılanlar, medeniyetlerinin çökmesinin boyutunu ve bunun halkları için ortaya çıktığını bildikleri gibi İslam'ın da insanlığı ve selim fıtratı razı edecek azim hadari bir alternatif olduğunu ve ezilen halklar da dahil olmak üzere tüm insanlığın aradığı şeyin bu olduğunu da çok iyi biliyorlar. Bu nedenle onların, kartları karmak ve İslami hadarat sahiplerini kuşatmak ve Batı ülkelerindeki topluluklarını asimile etmek yoluyla çökmekte olan medeniyetlerini yeniden inşa etmek için çalışmaları gerekiyordu ki eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın Amerika'daki Müslüman topluluğunu “zaman ayarlı bomba” olarak nitelendirirken ifade ettiği şey tam da budur; diğer Batı ülkelerindeki İslami topluluklarda da benzer bir durum söz konusudur. Bu politikacıların iktidar koltuklarına ulaşmalarına izin vermek, Batılı kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmek, zaman bombasının patlamasını ertelemek ve modası geçmiş medeniyetlerinin ömrünü uzatmak ve ona yama yapmak içindir. Bu nedenle bir kişinin, onların iktidara ulaşmasının İslam ve Müslümanlar için bir zafer olduğunu veya Batı'daki derin devlet ve kapitalistlere yönelik bir zorlama olduğunu düşünmemesi gerekir.

Müslümanların yönetim pozisyonlarına ulaşmış olmaları, İslam'ın bu pozisyonlara ulaştığı anlamına gelmez; aksine Müslümanların bu pozisyonlara ulaşmış olmaları, bu kurumlarda yürürlükte olan bu pozisyonlara ve kurumlara meşruiyet vermek anlamına gelir ki bu, hem Müslümanlar hem de gayrimüslimler için saptırıcı durum olup Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hüküm vermek ve yargılamak demektir; bu ise büyük bir günah olup Allah Subhanehu ver Teala ise bunu yapan kişiyi fasık, zalim veya kafir olarak nitelendirmektedir. Tıpkı Allahu Teala’nın şu kavlinde geçtiği gibi: : وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَHer kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” [Maide 44] Ve Allahu Teala’nın şu kavlinde: وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَHer kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” [Maide 45] Ve Allahu Teala’nın şu kavlinde: وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَHer kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” [Maide 47] Ayrıca Bureyde Radıyallahu Anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الْقُضَاةُ ثَلَاثَةٌ: وَاحِدٌ فِي الْجَنَّةِ وَاثْنَانِ فِي النَّارِ؛ فَأَمَّا الَّذِي فِي الْجَنَّةِ فَرَجُلٌ عَرَفَ الْحَقَّ فَقَضَى بِهِ، وَرَجُلٌ عَرَفَ الْحَقَّ فَجَارَ فِي الْحُكْمِ فَهُوَ فِي النَّارِ، وَرَجُلٌ قَضَى لِلنَّاسِ عَلَى جَهْلٍ فَهُوَ فِي النَّارِHâkimler üç kısımdır: Biri cennette, ikisi de cehennemdedir. Cennette olan, hakkı bilip ona göre hüküm verendir. Hakkı öğrendiği halde hükm(ün)de zulmeden (hâkimler) ile, hakkı bilmeden insanlar hakkında hüküm veren (hakimler) de cehennemdedir.” [Ebu Davud, Tirmizi ve İbn-i Mace rivayet etti.]

Bu ülkedeki Müslümanların hakları, Allah'ın indirdikleriyle yönetmeyen bir sistemin gölgesindeki hükümet ve yargı organlarına katılarak ve aday olarak gerçekleşmez. Bu ülkedeki politikacılar ve yargıçlar, sadece yasaları uygulayan ve insan yapımı anayasaya bağlı olarak çalışanlar olup onlar, yasaları değiştirme veya yasaların dışında hareket etme gücüne sahip değillerdir. Bu nedenle bir politikacının kimliği veya dini ne olursa olsun, -bunu istemiş olsa bile- yasanın dışına çıkma veya dini ve etnik hükümleri tercih etme hakkı yoktur. Ayrıca siyasetçiler, hâkimler ve nüfuz sahibi kişiler, siyasi rakipleri ve düşman lobiler tarafından en çok takip edilen kişilerdir; bu nedenle -ister Müslüman olsun isterse olmasın- bu adayların hesap verme korkusuyla yasalara tam olarak uyma konusunda en istekli kişiler olduğunu görürsünüz; dahası rakiplerini razı etmek ve zalim rejime diğerlerinden daha sadık olduklarına teyit etmek için akidevi ve şerî tavizler bile vermektedirler.

Amerika'da insanların yasal haklarını elde etmeleri din, ırk veya siyasi bağlılıkla bağlantılı değildir ve hiç kimse onları, keyfi durumlar dışında bu haklardan mahrum edemez. Bu nedenle Müslümanların haklarının ancak siyasi veya hukuki pozisyonlarda yer alarak gerçekleşebileceğini düşünmek bir vehimden ibarettir. Bu yüzden yönetim ve yargı makamlarına ulaşarak elde edilen şey, bu adayların dinlerini kaybetmeleri ve İslam'ı bu ülkenin halkı için hadari bir alternatif olarak taşıyamamalarıdır ki bu, Allah'ın her bir Müslümana, özellikle de onların içinden nüfuz sahibi olanlara, İslam merkezlerine ve şeyhlere farz kılmış olduğu bir görevdir.

Amerika'daki Müslüman topluluğun ve Batı'daki diğer toplulukların, çabalarını birleştirerek İslam'ı bir din ve devlet olarak taşıyan güçlü bir hadarat gücü oluşturmaları ve bu ülkelerin halklarını, politikacılarını, düşünürlerini ve kamuoyunu, onları kapitalizmin karanlıklarından ve zulmünden çıkarıp İslam'ın nuruna ve adaletine kavuşturacak ve kıyamet gününde hesap vermekten kurtaracak merhamet dinine davet etmeleri gerekir. Böylece Allah'ın kendilerine emrettiği şeyi yerine getirmiş ve aralarında yaşadıkları komşularına iyi davranan en iyi insanlar olmuş olurlar. Bu, İslami topluluk içindeki nüfuz sahiplerinin ve genel olarak da Müslümanların benimsemesi gereken bir siyasettir ki bu da Allahu Teala'nın şu kavlinden dolayıdır: ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ(Rasulüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” [Nahl 125]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Bilal Muhacir – Pakistan

Devamını oku...

Devlet Borç Batağına Saplandığında...

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Devlet Borç Batağına Saplandığında...
Mısır Merkez Bankası İçin Yeni Krediler ve Hazine Bonoları!

Haber:

CNBC Arabia, 1/12/2025 Pazartesi günü internet sitesinde, Merkez Bankası'nın 1 Aralık 2025 tarihli açıklamasına göre Mısır'ın yeni bir ihalede 961 milyon Dolar değerinde bir yıl vadeli Dolar cinsinden hazine bonosu sattığını ve ortalama getirinin %3,75 olduğunu bildirdi.İlgili ekonomik bağlamda Mısır, 2025/2026 mali yılının ilk çeyreğinde, geçen yılın aynı dönemindeki %3,5'e kıyasla, üç yıldan fazla bir süreden beri ilk kez %5,3'lük bir büyüme oranı elde etmiştir. Bu artış, 2023/2024 yılının ikinci çeyreğinden bu yana ilk kez büyüme kaydeden Süveyş Kanalı gelirlerinin toparlanmasının yanı sıra sanayi, turizm, iletişim ve bilişim sektörlerindeki dikkat çekici hareketliliğe bağlanmaktadır. Mısır'da mali yıl, Temmuz ayından Haziran ayı sonuna kadar uzanmaktadır. Planlama ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Ranya El-Meşat'ın (27 Kasım 2025) açıklamasına göre Mısır, 2025-2026 mali yılında yıllık yaklaşık %5 büyüme hedefliyor.

Yorum:

Haber ajansları, vadesi gelen borçları geri ödemek için yaklaşık %3,75 getiri oranına sahip hazine bonoları aracılığıyla 961 milyon Dolar tutarında yeni borçlanma yapıldığını duyurduğunda, artık hiç kimse için gizli olmayan bir ekonomik gidişat ortaya çıkmıştır ki o da şudur:Devlet, borçlarını geri ödemek için borçlanmakta olup bu borç, sonu gelmeyen bir döngü haline geldiği gibi borçlar, halkın geçim kaynakları, gelecekleri ve yıllar boyunca Batı'ya ipotek edilen ülkelerinin servetleriyle ödenmektedir.

Bu haber acil bir durum değil, aksine uzun bir zincirin halkasıdır; zira dış borç, 2023/2024 mali yılı sonunda 152,9 milyar Doları aşmış, daha sonra daha güncel raporlara göre yaklaşık 161 milyar Dolara yükselmiş, böylece faiz ve taksitler arasındaki yıllık borç servisi tutarı 32,9 milyar Doları aşmıştır.Bu da devletin gerçek kaynaklarının, şeriatın farz kıldığı gibi insanların işlerini gözetmek için harcanması yerine, yozlaşmış mali politikaların yol açtığı yükümlülükleri ödemek için heder edildiği anlamına gelmektedir.

Mevcut borç sistemi, tahviller, hazine bonoları, Dolar cinsinden sukuklar (sertifikalar), yumuşak (düşük faizli) krediler ve ticari krediler gibi her türlü faizli kredilere dayanmaktadır... Bunların hepsi, gerçekte, halkın üzerinde ağır bir yük oluşturan faizli yükümlülüklerdir.Peki bütçesinin temelini tefecilik üzerine kuran ve biriken borçlarını ödemek için her yıl borçlanmayı planlayan bir ülke hali ne olacak?

“Krediyi, krediyle ödeme” döngüsü, sadece finansal olarak kötü bir yönetim değil, aynı zamanda şerî, siyasi ve ekonomik bir suçtur; çünkü bu döngü, siyasi kararları bağışçılara ipotek etmekte, devlet kaynaklarını alacaklılar için bir hazineye dönüştürmekte ve ümmeti, bugünü ve geleceği için felaketlere sürükleyen ekonomik bağımlılık içinde boğmaktadır.

Bu paralar, sistemin nitelendirdiği gibi “finansman maliyet” değildir; aksine faiz haram kılınmış olup Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in dediği gibi Allah faizi yiyene, taşıyana, yazana ve ona şahitlik edene lanet etmiştir. Bu lanet, sadece bireylere değil, aksine bütçeleri bu günah üzerine inşa edildiğinde tüm topluma isabet eder.  

-Bu durumda-, faizin kamu harcamalarının büyük bir kısmını yutması ve sağlık, eğitim ve temel hizmetlere yapılan harcamaların, alacaklılar lehine azalması şaşırtıcı değildir; zira faizli sistemler bu şekilde işlemekte olup birkaç yerel ve uluslararası alacaklıların pahasına insanlar tüketilmektedir.

İnsanlara (genişleme ve yatırım, ekonomik reform veya finansman ihtiyaçları) hakkında resmi açıklamalar sunulabilir ancak gerçeklik şunlara tanık olmaktadır:

  • Krediler, ekonominin servet üretme kapasitesinden daha hızlı bir şekilde artmakta ve faiz oranları her yıl yükselmektedir.
  • Para birimi hızla değer kaybetmekte, bu da geri ödeme yükünü artırmaktadır.
  • Açığı kapatmak için kamu varlıklarının satışı hızlanmaktadır.
  • Uluslararası alacaklılar, ülke içindeki karar alma süreçlerinde egemen bir hale gelmektedirler.

Bu bir reform ve iyi bir yönetim değildir,aksine birçok ülkeyi yıkıma sürükleyen aynı modelin yeniden üretilmesidir; ayrıca bu, ekonomiyi uluslararası kurumlara bağlamaya, onu zehirli kredi programlarıyla kısıtlamaya ve devleti bağışçıların taşeronu haline getirmeye dayalı bir modeldir.

Ekonomiye ilişkin doğru bakış, mevcut sistemlere yama yapmak veya borç koşullarını iyileştirmek değildir; aksine açık bir temel koyan şeriata dayalı olarak küresel tefecilik sisteminden tamamen kurtulmaktır:

1- Tahviller, hazine bonoları ve krediler de dahil olmak üzere faizin tüm şekilleri haram kılınmıştır.

2- Kamu mülkiyetini ve petrol, gaz, madenler, kanallar ve su yolları gibi ümmetin servetlerini yönetmek ve bunların gelirlerini faiz ödemeye değil, tebaanın işlerinin gözetilmesine tahsis etmek.

3- Enflasyonu ve parasal çöküşü önleyen, altın ve gümüşe dayalı istikrarlı bir para birimi.

4-Açığın faizli krediyle finanse edilmesinin engellenmesi ve bunun gerçek meşru kaynaklarla değiştirilmesi.

5- Devletin gerçek egemenliğini yeniden tesis etmek için siyasi kararı, alacaklıların şartlarından kurtarmak.

Bu tür çözümler teorik değil, aksine şerî hükümler olup, tarih bu hükümlerin, uluslararası şantaja maruz kalmayan ve borçla yaşamayan güçlü bir ekonomi inşa etme gücünü kanıtlamıştır.

Eski borçları ödemek için yeni kredilerin alınmasıyla ilgili son haberler sadece buzdağının görünen kısmı değil, aksine ekonomik bağımlılığın tüm seyrine yönelik bir başlıktır; zira sorun sadece borcun boyutunda değil, aynı zamanda borcun dayandığı faizde, ülkeyi uluslararası kurumlara bağlamakta ısrarcı olan siyasi sistemde ve ümmeti borç döngüsünden kurtarıp gerçek gözetimin genişliğine taşıyacak şerî hükümlerin ihmal edilmesindedir. Dolayısıyla ülkenin borç batağından kurtulması, onun faizin boyunduruğundan ve bağışçıların kısıtlamalarından kurtulması, faizli borçlardan uzak ve gerçek servete dayalı Rabbani bir ekonomik sisteme geri dönmesi ve bağımlılıktan kurtulup insanların işlerinin hakkıyla gözetilmesiyle olur.

Mısır'ın İslam'a ve onun hadari projesine ihtiyacı vardır; zira bu projede faiz olmadığı gibi insanların paralarını toplayıp batıl yolla yemek de olmamasının yanı sıra insanların servetlerinin israf edilmesi ve onları yağmalayanların korunması da yoktur; aksine bu projede,insanlara haklarını geri veren ve onları en iyi şekilde gözeten adalet olduğu gibi insanların ilk günden itibaren hissettikleri ve gölgesinde ağaçların, kuşların, hatta taşların bile nimetlendiği bir adalet vardır; bu ise ancak Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin gölgesinden gerçekleşebilir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْEy iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmud El-Leysî - Mısır

Devamını oku...

Chittagong Liman Anlaşması: Bangladeş'in Ekonomik Umudu Ve Jeopolitik Riski!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Chittagong Liman Anlaşması: Bangladeş'in Ekonomik Umudu Ve Jeopolitik Riski!

Haber:

Pazartesi sabahı, Chittagong Liman İdaresi, A.P. Moller'e ait Maersk'in tamamına sahip olduğu bir yan kuruluş olan APM Terminals ile şehrin otellerinden birinde uzun vadeli kamu-özel sektör ortaklığı çerçevesinde Laldia Konteyner Terminali'nin geliştirilmesi ve işletilmesi için çığır açan bir imtiyaz anlaşması imzaladı.Temel performans göstergelerine bağlı olarak uzatılma imkânı da bulunan 30 yıllık bu imtiyaz, Bangladeş’teki liman sektörüne yapılan en önemli yabancı yatırımlardan birini temsil ediyor ve ülkenin konteyner elleçleme (depo raf sistemleri, taşıma ve işleme faaliyetleri gibi farklı alanlarda sıklıkla kullanılan bir terimdir) kapasitesini ve küresel ticaret rekabet gücünü artırması bekleniyor. (Dakka Tribune)

Yorum:

APM Terminals'in Chittagong limanındaki Laldia konteyner terminalini işletme anlaşması Bangladeş için iki yönlü bir gerçekliği temsil ediyor.Zira bir yandan anlaşma, muazzam bir ekonomik modernizasyon vaat ederken diğer yandan hayati ticaret kapımıza küresel uzmanlıklar getiriyor ki bu verimlilik ve büyüme olasılığını artırıyor. Bu, memnuniyet verici bir durumdur. Ancak coşkumuzun, eleştirel bir incelemeye tabi tutulması gerekmektedir; zira ekonomik faydalar şeffaflığa bağlıdır ve burada şeffaflık bariz bir şekilde eksiktir. Oysa genel kamuoyu, bu anlaşmanın Bangladeş için ticari olarak adil olmasının ve sadece operatör için karlı bir anlaşma olmamasının sağlanması için tüm sözleşmeye, tarife yapılarına, trafik tahminlerine ve her türlü egemen garantilere erişim hakkına sahiptir.Ayrıca modern terminal tek başına sihirli bir çözüm değildir; bilakis o, sadece bir liman projesi değil, ulusal yeterlilik için bir katalizördür; bu yüzden köklü bir reform yapılmazsa, o zaman terminal vaatleri, Bangladeş'teki karayolları, demiryolları ve gümrüklerindeki kronik yetersizlik ve yolsuzluklar nedeniyle boşa çıkacaktır.

Son tahlilde bu anlaşma ekonomik yönlerin ötesine geçerek Bangladeş'i riskli bir jeopolitik çatışmanın içine dahil etmektedir; zira Bengal Körfezi'nin stratejik bir bağlantı noktası olması ve Çittagong'un hayati önem taşıyan Malakka Boğazı'na yakın konumu, onu büyük güçler için bir hedef haline getirmektedir.Ne yazık ki Bangladeş, ABD liderliğindeki sistem ile Çin liderliğindeki bir alternatif arasındaki çatışmada bir piyon haline gelmektedir ki biz bu rekabete girecek donanıma sahip değiliz; nitekim Avrupa Birliği, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi'ne şeffaf bir alternatif olarak çalışan küresel geçit girişimi aracılığıyla stratejik Bengal Körfezi'ndeki rolünü teyit ediyor ve Avrupa'nın Hint-Pasifik bölgesindeki nüfuzunu derinleştiriyor; nitekim bu konuda, Avrupa Birliği için bağımsız bir stratejik güce çağrı yapan Fransa'nın dikkat çekici çabaları da etkili oluyor. Dolayısıyla bu yaklaşım, Amerika ile uyumluluk ve bağımsızlığın arasını birleştiren bir dinamiğe sahip olup Chittagong'daki APM terminali gibi önemli altyapılara yatırımlar yoluyla AB stratejik bir dayanak noktası kazanıyor, Çin'in etkisine karşı koyuyor ve Hindistan gibi bölgesel güçlerle ortaklıklarını güçlendirerek ABD, İngiltere ve Hindistan'ın çıkarlarını uyumlu bir hale getiriyor.

Trajik gerçek şu ki, Bangladeş bu tehlikeli jeopolitik sularda yol almak için gerekli olan egemen zihniyete sahip devlet düzeyindeki yeterli liderliğe sahip değilken, Bangladeş halkı ise küresel bağlantıyı, ekonomik ilerlemeyi ve modernleşmeyi arzuluyor. Bu hedeflerin gerçekleşmesin, büyük güçlerin mücadelesinde piyon haline gelerek tehlikeye maruz kalan bir ümmetin egemenliği pahasına olması mümkün değildir. Zira temel mesele, Bangladeş'in liderliğinin, Müslüman ülkelerdeki diğer mevcut rejimler gibi sömürgecinin rahminden doğmuş olması ve bu tabiilik mirasının siyasi DNA'mıza hâkim olmaya devam etmesidir; bu da bir tabii gibi davranan ve Batı’nın çıkarlarına hizmet etmeye devam eden yöneticiler üretmektedir. Bu nedenle liderlikte köklü bir değişim, Raşidi Hilafetin gölgesinde şerî yönetimi yeniden tesis edecek, Bangladeş'i dış güçlerin jeopolitik oyunlarında ebedi bir piyon olarak kalmaktan kurtaracak ve onun dünya sahnesinde bağımsız bir oyuncu haline gelmesini sağlayacak olan bir değişimdir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İrtiza Çaudrî – Bangladeş

Devamını oku...

İbrahimî Din, “Büyük İsrail” Projesine Bir Kılıf Mı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

İbrahimî Din, “Büyük İsrail” Projesine Bir Kılıf Mı?

Batı'nın başkentlerinin birindeki kapalı bir odada, düzgün sakallı Müslüman bir şeyh, elinde İncil tutan Hıristiyan bir rahip ve bastonuna yaslanmış bir Yahudi haham yuvarlık bir masanın etrafında oturmuş, arkalarında ise net sınırları olmayan, sadece akan bir nehir ve açık bir gökyüzünün olduğu bir harita bulunuyordu.

Haham sakin ve kurnazca bir tavırla şöyle dedi: “İsrail'in Fırat'tan Nil'e kadar olan vaade geri dönme zamanı gelmiştir.”

Rahip, şeyhin omzuna hafifçe vurarak gülümsedi: “İbrahimî barış adına, üç din için bir cennet inşa edeceğiz. Bugünden sonra artık savaş olmayacak” dedi.

Şeyh avucuna baktı ve şöyle dedi: “Dünya tek olan Allah inancıyla imar edildiği sürece, öyle olsun...”

Dışarıda, haritalar sadece savaşlar tarafından değil, aksine tevil edilmiş kutsal metinlerle yeniden çiziliyordu; bu metinler ise, sadece ismen kutsallık taşıyan bir projeyi hayata geçirmek için kullanılırken, halklar ise asla hayal bile edemeyecekleri bir “rüyaya” doğru sürükleniyordu.

“Büyük İsrail projesine” yönelik bu dini kılıfı anlamamız, çağdaş çatışmanın doğasını anlamak için bir anahtardır.

Siyonist hareketin başlangıçlarına kısaca bir geri dönersek, Yahudiler arasında “Vaat edilen topraklar” fikrinin, efendimiz İbrahim Aleyhisselam ile bağlantılı olduğunu görürüz. Tıpkı Yaratılış Kitabı'nda şu şekilde geçtiği gibi: “Rabbin sözü İbrahim'e gelerek şöyle dedi: Mısır nehrinden büyük nehir Fırat nehrine kadar olan bu toprakları sana ve soyuna veriyorum.” Daha sonra bu fikir, nüfuzu genişletmek ve Orta Doğu ülkelerini parçalamak yoluyla bu vaadi gerçekleştirmek için çalışan bir siyasi projeye dönüşmüş olup bu proje, “ilahi” ahdi yerine getirmek için (“İsrail” devletinin kurulmasının Mesih'in ikinci gelişi için bir zemin hazırlayacağına ve Orta Doğu'daki Armageddon savaşının İsrail'in güçlü bir konumda olmasını gerektirdiğine inanan) Hristiyan Siyonizm’i tarafından da desteklenmiştir.

Bakış işte bugün bizler, İbrahimî dinin, bu projeye yönelik iç veya bölgesel her türlü eleştirileri zayıflatmak amacıyla efendimiz İbrahim Aleyhisselam'ı bu topraklarla ilişkilendiren metinlerle bağlantılı yayılmacı bir projeyi meşrulaştırmak için ahlaki bir kılıf olarak kullanıldığı gibi aynı zamanda, Kudüs'ü Yahudi varlığının birleşik başkenti olarak merkezine alan birleştirici bir şemsiye altında, semavi dinlerin entegrasyonuna dayanan küresel barış söylemi olarak da kullanılmakta olup, bu da Kudüs'ün ilhakına ve Tapınak lehine Mescid-i Aksa'nın ortadan kaldırılması fikrinin kabulüne zemin hazırlayacak, yani Netanyahu'nun tüm konuşmalarında işaret ettiği gibi, dini ve ekonomik merkezi Yahudi varlığı olan yeni bir Orta Doğu oluşturacaktır.

Bugün bizler, kimlikleri yok eden ve Yahudi varlığıyla normalleşme yoluyla barış için zemin hazırlayan yeni bir İbrahimî dinle karşı karşıyayız; bizim için canlı örnek, bugün Trump'ın Arap ülkelerini imzalamaya çağırdığı İbrahim Anlaşmalarının imzalanmasının ardından "İbrahimî Aile Evinin" kurulduğu Birleşik Arap Emirlikleri’dir.

Bu dinin, kurbanlarını nasıl cezbettiğini bu makalede açıklamak mümkün olmayacaktır; ancak kayda değerdir ki bu cezbetme, bir yandan müfredatı ve dini söylemi değiştirmek, diğer yandan da siyasal İslam konusunda korku aşılamak yoluyla değerler ambalajlanıp mefhumlar manipüle edilerek aşamalı olarak yapılmaktadır ki böylece kurbanlar, dinlerinden herhangi bir şey kaybettiklerini hissetmesinler… Gerçek şu ki onlar, bu konuda en önemli kısmı terk etmişlerdir! Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللَّهِ الْإِسْلَامُAllah katında hak din İslam’dır.” [Al-i İmran 19] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِيناً فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَKim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [Al-i İmran85]

Sözde İbrahimî dinin tehlikesi, sadece din kisvesi altında siyasi bir söylem olmasında değil, aksine hoşgörü ve açıklık adına ümmeti reddetme ve direnme araçlarından soyutlayan yumuşak manevi bir dil ile sömürgeciliği yeniden üretme gücünde yatmaktadır.

Dolayısıyla bu, sadece mefhumları çarpıtmakla yetinmemekte, aynı zamanda bilinci yavaş yavaş yeniden şekillendirerek normalleşmeyi bir kader, feragat etmeyi bir erdem ve işgali de kutsallığın bir ortağı haline getirmektedir; böylece çatışma, varoluş savaşından fikir ayrılığına, ümmetin davasından dinler arası diyaloğa dönüşecektir. Bu ise halkların karşı karşıya kalacağı en tehlikeli şeydir; zira halklar hak ölçüsünden koparılıp onun yerine barış sloganı altında “uluslararası konsensüs” mantığı getirilecektir.

Bugünkü savaş, bir din ve kimlik savaşıdır; ancak onlar, bizim dinimizin bir mührü, tahrif edilemez bir kitabı, unutulmaz bir peygamberi ve Allahtan başkasına boyun eğmeyen bir ümmeti olduğundan ya gafiller ya da görmezden geliyorlar; her ne kadar ümmet fırtınalar nedeniyle eğilmiş olsa da ancak ümmet asla ölmeyecek ve silinemeyecek olup dahası onun erimeyecek, taviz vermeyecek ve gerçeği vehimlerle takas etmeyecek İslami bir projesi vardır; çünkü bu proje, Allah katındandır. Dolayısıyla bu İslami proje geri döndüğünde, “evrensel kabul” veya “yapay hoşgörü” kılıfıyla değil, aksine adalet terazisi, hakkın sesi ve “لا إله إلا الله محمد رسول الله” bayrağıyla geri dönecektir.

Onlar istedikleri gibi planlar yapsınlar; zira onların tuzakları yok olup gidecektir; şüphesiz Allah'ın şu vaadi haktır: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ Müminlere yardım etmek Bize hak oldu.” [Rum 47]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Menal Ümmü Ubeyde

Devamını oku...

Moskova'daki Bir Yetkili, Metroda Namaz Kılmanın Caiz Olmadığına Dair Fetva Verdi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Moskova'daki Bir Yetkili, Metroda Namaz Kılmanın Caiz Olmadığına Dair Fetva Verdi!

Haber:

Kommersant gazetesi 03/11/2025 tarihli sayısında, toplu taşıma araçlarındaki şoförlerin çalışma sırasında ve aynı şekilde araçtaki yolcuların namaz kılmasının kabul edilemez olduğunu bildirdi.Bu, Sivil Toplum ve İnsan Haklarının Geliştirilmesi Başkanlık Konseyi Başkanı Valery Fadeev'in RBC kanalına yaptığı açıklamada geldi.Fadeev, "kirli metro zeminine namaz için seccade serildiğinde" ve "ibadet gösterişli ve kışkırtıcı bir şekilde yapıldığında" bunun, "İslam'ın gerçek öğretileriyle" uyuşmadığını düşünüyor. Ve şöyle dedi: “Bu bir kışkırtıcılıktır.” Ve bunun, siyasi bir arka planının olduğunu düşündüğü eklemesinde de bulundu.

Yorum:

Bu yetkilinin İslam karşıtı bir açıklama yapması ilk kez olmuyor.Ancak bu kez daha da ileri giderek, kamusal alanda namaz kılmanın İslam'a uygun olup olmadığını tartışmaya başlamış ve bunun “kışkırtıcılıktan” başka bir şey olmadığı, aksine siyasi bir arka planının olduğu “sonucuna” varmıştır!

Fadeyev, Rusya'nın başkentinde namaz için ayrılan yerler konusunda ciddi bir eksiklik olduğundan ve çok dinli bir ülkede insanların dini haklarına saygı gösterilmesi gerektiğinden bahsetmiyor; ayrıca sözde İnsan Hakları Konseyi başkanından işitilmesi mantıklı olan hoşgörü çağrısında da bulunmuyor.Aksine o, Rus otoritesinin özünü ortaya koyuyor ve Müslümanlara neyi yapmalarının caiz olup olmadığını dikte etmek istiyor.

Ancak böyle bir politikanın, Müslümanların artan dindarlığını, özellikle de namazlarını vaktinde kılma konusundaki kararlılıklarını ortadan kaldırması imkansızdır; bilakis bu politika, Allahu Teala’nın şu kavlini teyit etmektedir: قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ali Ebu Eyyub

Devamını oku...

Sömürgeciye Hizmet Eden Bir Çatışmada İddia Edilen Bağımsızlık ve Yağmalanan Servetler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Sömürgeciye Hizmet Eden Bir Çatışmada İddia Edilen Bağımsızlık ve Yağmalanan Servetler!

Haber:

Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi, Bağımsızlık Günü'nün 58. yıl dönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada, ülkesindeki bundan sonraki aşamanın özelliklerini resmederek, "Güvenli ve istikrarlı bir Yemen’in her zamankinden daha yakın" olduğunu vurguladı. (Şarkul Avsat, 30/11/2025)

Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mareşal Mehdi El-Meşhat, 30 Kasım Bağımsızlık Günü'nün 58. yıl dönümü dolayısıyla bugün akşam saat 20:00'de önemli bir konuşma yaptı. (Es-Sevra Net, 29/11/2025)

Yorum:

İngiltere'nin 30 Kasım'da Yemen'den çekilmesi, sömürgeci nüfuz araçlarında resmi bir değişiklikten ibaretti, varlığının gerçek anlamda sona ermesi değildi. Askeri olarak ayrılanlar, siyasi, entelektüel ve ekonomik olarak, İngiltere'nin gözetiminde yetişen ve daha sonra iktidarı ele geçirerek İngiltere'nin planlarını uygulamaya koyan ajanlar ve elitler aracılığıyla ülkede kalmaya devam ettiler.

Nitekim 1967'deki fedakarlıklar gerçek bir kurtuluşla sonuçlanmamış, aksine sömürgeci kafirlere sadık laik rejimler, askeri üsler, servetleri yağmalayan şirketler ve “kalkınma ve barış” adına hain antlaşmalar üretmiştir. Zira İngiltere, desteklediği ve eğittiği yerel adamlar aracılığıyla kendine sağlam bir nüfuz oluşturmuş, daha sonra iktidarı onlara devrederek çıkarlarına hizmet etmeye devam etmelerini sağlamıştır. Dolayısıyla onun şirketleri ve egemenlik kararları elçilikler aracılığıyla yönetilmeye devam etmiş ve anlaşmalar kisvesi altında servetler yağmalanmıştır. Gerçeklik de bunu teyit etmektedir; zira Aden hâlâ uluslararası vesayet, siyasi bölünme ve Amerika ile İngiltere arasındaki nüfuz mücadelesi altında acı çekmeye devam etmektedir; bugün Yemen'deki kanlı çatışmada gördüğümüz şey, gerçekte eski güç olan İngiltere ile bir dayanak noktası arayan yükselen güç Amerika arasında, bölgesel rejimler, yerel milisler ve pusulasını kaybetmiş partiler gibi araçlarını kullanarak yürütülen bir nüfuz çatışması olup kurbanlar ise Yemen halkıdır.

Gerçek bağımsızlık bir askerin gitmesiyle değil, sömürgeci kâfirin nüfuzunun tamamen ortadan kaldırılmasının yanı sıra onun sisteminin, fikirlerinin ve kültürünün de ortadan kaldırılması ve Müslümanları, uluslararası kuruluşlara veya "birlikte yaşama" veya "dini çoğulculuk" sloganlarıyla ambalajlanmış sömürge planlarına değil, Rablerinin şeriatına tabi kılacak halis İslami yönetimin kurulmasıyla olur.

Sahip olduğu petrol zenginliklerine, stratejik limanlarına, geniş tarım alanlarına ve muazzam insan enerjilerine rağmen Yemen’in bugün yaşamış olduğu ekonomik durgunluk, propagandası yapılan "bağımsızlık ve şanlı devrimler" sloganlarının sahte olduğunu ortaya koymaktadır.Böyle bir ülkenin, sözde kurtuluş günleri kutlamaları yapılırken, yoksulluk, işsizlik ve çöküş içinde boğulması, sömürgecilik trajedisinin yerel araçlarla tekrarlanmasından başka bir şey değildir.

Yemen'de büyük güçler arasındaki çatışma görünür bir hale gelmiştir; zira Amerika ve İngiltere, bölgesel ve yerel araçlar yoluyla birbiriyle çatışırken, halkın kanı akıtılıyor, aç bırakılıyor ve yerinden ediliyor. Ne yazık ki partizanlık, mezhepçilik ve kabilecilik kisvesi altında ve partilerin yanlış yönlendirmeleri sayesinde ümmet projesinden sapmış ve dünyevi çıkarlar uğruna dinlerini satan alimler ise, iyi bir şey yaptıklarını zannederek sömürgecilerin hizmetkârları haline gelmişlerdir.

30Kasım ve diğer tarihlerde kutlanan şey, İngiliz askerinin kapıdan çıkıp rejiminin pencereden girdiği siyasi bir aldatmacanın yıldönümünden başka bir şey değildir.Bu kargaşadan kurtulmanın tek yolu, İslam'a dayalı bir kalkınma projesidir; zira bu proje, ümmeti Raşidi Hilafet altında yeniden birleştirecek, sömürgecilerin elini kesecek, servetleri sahiplerine geri verecek ve tağutların kanunuyla değil, Allah'ın şeriatıyla yönetecektir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdul Mahmud El-Amiri – Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER