- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Fatiha Suresi Müminlerin Hayatını Nasıl Etkilemelidir?
Fatiha Suresi, Açılış Suresi; Ümmül Kitap (Kitabın Anası) olarak da anılır, çünkü Kur'an'ın tüm anlamını ve İslamî inancın temel ana fikrini içermektedir. Ebu Cafer Muhammed bin Cerir et-Taberi, Ebu Hureyre (ra)'tan rivayetle, Rasulullah (sav)'in Fatiha hakkında şöyle dediğini kaydetti:
«هِيَ أُمُّ الْقُرْآنِ وَهِيَ فَاتِحَةُ الْكِتَابِ وَهِيَ السَّبْعُ الْمَثَانِي»
"O, Kur'an'ın anasıdır. O kitabın fatihası (girişidir). O tekrarlanan yedi ayettir."
İbn Cerir şöyle demiştir: Araplar kapsamlı ve öncül her işe, eğer ona tabi olanlar varsa, ana, derler." Hakikaten de, Peygamberimiz (sav) Fatiha Suresini Kur'an'ın en muhteşem Suresi olarak nitelendirmiştir.
Müslim Sahih'inde İbn Abbas (ra)'tan rivayetle şöyle kaydetmiştir:
حَدَّثَنَا حَسَنُ بْنُ الرَّبِيعِ، وَأَحْمَدُ بْنُ جَوَّاسٍ الْحَنَفِيُّ، قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو الأَحْوَصِ، عَنْ عَمَّارِ بْنِ رُزَيْقٍ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عِيسَى، عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ بَيْنَمَا جِبْرِيلُ قَاعِدٌ عِنْدَ النَّبِيِّ rسَمِعَ نَقِيضًا مِنْ فَوْقِهِ فَرَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ هَذَا بَابٌ مِنَ السَّمَاءِ فُتِحَ الْيَوْمَ لَمْ يُفْتَحْ قَطُّ إِلاَّ الْيَوْمَ فَنَزَلَ مِنْهُ مَلَكٌ فَقَالَ هَذَا مَلَكٌ نَزَلَ إِلَى الأَرْضِ لَمْ يَنْزِلْ قَطُّ إِلاَّ الْيَوْمَ فَسَلَّمَ وَقَالَ أَبْشِرْ بِنُورَيْنِ أُوتِيتَهُمَا لَمْ يُؤْتَهُمَا نَبِيٌّ قَبْلَكَ فَاتِحَةُ الْكِتَابِ وَخَوَاتِيمُ سُورَةِ الْبَقَرَةِ لَنْ تَقْرَأَ بِحَرْفٍ مِنْهُمَا إِلاَّ أُعْطِيتَهُ
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem duruyordu, yanında da Cebrail vardı, birden üstünde bir gürültü işitti. Başını göğe kaldırdı: Gökten bir kapı açıldı, şimdiye kadar açılmamıştı, dedi. Ondan bir melek indi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi: Müjde, sana iki nur verildi ki senden önce hiçbir peygambere verilmedi: Fatiha ile Bakara suresinin son ayetleri (amerrasulu). Kim onlardan bir harf okursa ona karşılığı verilir, dedi."
Salah(Namaz) da, her rekâtında Fatiha Suresi kıraat edilmeden eksiktir ki Mü'min bunu günde en az 17 kez okur. Muslim, Ebu Hureyre (ra)'tan rivayetle Peygamber (sav)'in şöyle dediğini kaydetti:
«مَنْ صَلَّى صَلاَةً لَمْ يَقْرَأْ فِيهَا بِأُمِّ الْقُرْآنِ فَهْىَ خِدَاجٌ - ثَلاَثًا - غَيْرُ تَمَامٍ»
"Kim bir namaz kılar da onda Ümmül Kur'an'ı okumazsa eksiktir." Bunu üç kez tekrarladı.
Bundan dolayıdır ki Fatiha Suresi'nin İslam'da çok büyük bir yeri ve sayısız nimetleri vardır ve Müslümanın kalbinde ve günlük hayatında merkezi bir yer almaktadır. Ancak, her bir namazımızda okuduğumuz bu güzel sözler, hem ferdî olarak hem Ümmet olarak biz Müminlerin hayatını nasıl şekillendirmelidir? Bu sorunun cevabını verebilmek için bu yedi kısa ayetin içerdiği kelimelerin manasını, ağırlığını ve etkisini hakkıyla idrak etmeliyiz.
Besmele'den sonra Sure,﴿ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ ٱلْعَـٰلَمِينَ ﴾ "Hamd Âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur." kelimeleriyle başlamaktadır. 'El-Hamd' ifadesi; hayatta bizlere nasip olan tüm nimetler ve bolluk için TÜM ÖVGÜLERİN ve TÜM ŞÜKRÜN yalnızca Allah (ﷻ)'ya ait olduğu anlamını taşır. Müminin zihniyetinde doğrudan mutluluk ve refah dolu her anımızın, her başarımızın ve elde ettiğimiz her kazanımın, sahip olduğumuz her türlü yetenek ve becerimizin ucunun doğrudan ve sadece Allah (ﷻ)'ya dayandığı mefhumu oluşmalıdır. Kur'an'ı Kerim'de şöyle deniyor:
﴿وَهُوَ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْأُولَى وَالْآخِرَةِ وَلَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ﴾
"O, Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’na mahsustur. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz." [Kasas 70]
Peygamberimiz (sav)'de şöyle buyurmuştur; «اللَّهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ كُلُّهُ، وَلَكَ الْمُلْكُ كُلُّهُ، وَبِيَدِكَ الْخَيْرُ كُلُّهُ، وَإِلَيْكَ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ» "Allahım! Tüm Hamd Sanadır, tüm mülkün sahibi Sensin, her türlü hayır Senin elindedir ve tüm işler Sana döndürülür."
Ebu Cafer bin Cerir şöyle demiştir: ﴿الْحَمْدُ للَّهِ ﴾ -El-Hamdu lillahi'nin- manası katışıksız şükür Allah'a mahsustur, diğer ibadet edilenlere ve yarattıklarına değil. Çünkü kullarına sayısız nimetler vermiştir. Onların miktarını kendisinden başkası bilmez. Kendine ibadet etmeleri için sağlam organlar, farzlarını yerine getirmeleri için kullanışlı aletler vermiştir. Dünyada onlara geniş rızık ihsan etmiştir. Onları hiç de hak etmedikleri halde bol gıda ile beslemiştir. Arkasından da ebedi nimet yurtları cennetlerde sonsuza kadar yaşamaları için çeşitli sebepler halk etmiştir. Bütün bunlardan dolayı önünde de sonunda da hamd Rabbimize mahsustur.
Bu noktada ﴿الْحَمْدُ للَّهِ ﴾kelimelerinin söylendiği anda Allah (ﷻ)'ya karşı kalpte o kadar büyük bir şükran ve sonsuz minnet duygusu oluşur ki kelimelerle ifade edilmesi mümkün değildir. Öyle bir duygudur ki bu, hayatımızda başımıza gelebilecek her türlü kaybı veya meşakkati veya acı anı Rabbimizin bize bahşetmiş olduğu nimetlerden dolayı O'na olan borcumuzun yanında soluk kalır. Bu nimetler bize nasip olmuş zengilik ve zevkler, verilen fırsatlar veya sağlığımız, ailemiz, yuvamız ve bize bahşedilen her lokmanın zerresidir, fakat en önemlisi bizi nimetlendiren bu Dinimizdir. ﴿الْحَمْدُ للَّهِ ﴾üzerinde tefekkür etmek, zihnimizde kaybettiklerimiz, çektiğimiz zorluklar veya hayalkırıklıkları için dahi minnet duygusu oluşturmalıdır. Zira bunlarla Allah (ﷻ) bizleri kendisine yaklaştıran bir kapı açmaktadır. Bu durumlar karşısında gösterdiğimiz sabır bizlere af ve mağfiret ve ecir kazandırmaktadır.
Ancak Allah (ﷻ)'ya karşı minnet ve şükran sadece kalpte bir his ve dilde bir kelam olarak kalmamalıdır. Aksine fiilleri yerine getiren uzuvlarda da görülmelidir ve daima ve sürekli olarak Allah (ﷻ)' rızasına ulaşmak isterken, Allah (ﷻ)'nın TÜM HÜKÜMERİNE mutlak bir teslimiyet ve itaat ile kendini göstermelidir.
حَدَّثَنَا أَبُو هِشَامٍ الرِّفَاعِيُّ، مُحَمَّدُ بْنُ يَزِيدَ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَمَانٍ، حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ، عَنْ أَبِي صَالِحٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ rيُصَلِّي حَتَّى تَوَرَّمَتْ قَدَمَاهُ فَقِيلَ لَهُ إِنَّ اللَّهَ قَدْ غَفَرَ لَكَ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ. قَالَ: «أَفَلاَ أَكُونُ عَبْدًا شَكُورًا»
Ebu Hureyre (ra)'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulullah (sav), geceleri mübarek ayakları şişinceye kadar uzun müddet teheccüde devam ederlerdi. Durumdan müteessir olan muhterem zevcesi: 'Ey Allah'ın Resûlü, geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı halde niçin böyle yapıyorsun?' diye sorunca; Ey Âişe! Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermiştir.
Büyük âlim İbn Kayyim, Allah'a şükretmenin şartlarını şöyle açıklamıştır:
1- Mü'minin Allah'a teslimiyeti
2- Allah sevgisi
3- Allah'ın nimetlerinin farkına varmak
4- Nimetlerinden dolayı Allah'a hamd etmek
5- Allah'ın nimetlerini Allah'ın hoşuna gitmeyecek şekilde kullanmaktan kaçınmak
Bundan dolayı Allah (ﷻ)'ya karşı samimiyetle minnet duymak, O'nun emir ve yasaklarını kabul etmede ve itaat etmede seçici davranmak kabul edilemezdir. Aksine O'nun tüm hükümlerini ve emirlerini benimseyip HEPSİNİ tatbik etmektir. Yani bir taraftan namazı ve orucu kabul ederken diğer taraftan İslami tesettürle veya ailemize karşı sorumluluklarımızla veya kadınla erkeğin ayrı olmasıyla ilgili hükümleri veya İslam davetini taşımayı veya bize zor gelen herhangi bir ameli terk etmek hamd etmek değildir. Bir yandan İslam'ın adabını (ahlakını) benimseyip bir yandan da Haddlerini (ceza hükümlerini) veya İslam'ın çok evlilik ile ilgili hükümlerini, miras, irtidat, cihat veya eşlerin rolleri ve sorumlulukları ile ilgili hükümleri sırf içinde bulunduğumuz toplumla tezat içinde olduğu için reddedemek; hamd etmek değildir. Yine zekâtı ve haccı benimseyip öte yandan Rabbimizin emrettiği şekilde, Allah (ﷻ)'nın siyasi, iktisadi, hukuki ve içtimai hükümlerini, İslam'ın tüm hükümlerini, doğru şekilde tatbik edilmesini garanti altına alacak olan, Nübüvvet Metodu üzere Raşidi Hilafet'in ikame edilmesine karşı çıkmak, hamd değildir.
Allah (ﷻ)'ya tam bir teslimiyetle teslim olmayı ifade eden bu mefhumunu Fatiha Suresinin diğer ayet ve sözlerinin doğru manalarını takdir etmekle güçlendirmek zorundayız. Örneğin, الْحَمْدُ للَّهِ derken Allah'ın adının anılması, bizleri Yaratıcımız (ﷻ)'nın sıfatları hakkında tefekkür etmeye itmelidir.
﴿هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ * هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ * هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ﴾
"O Allah ki, O’ndan başka İlâh yoktur. Gaybı (görünmeyeni) ve görüneni de O bilir. O; Rahmân’dır, Rahîm’dir. O Allah ki; O’ndan başka İlâh yoktur, Melik’tir (hükümrandır), Kuddüs’tür (mukaddestir), Selâm’dır (selâmete erdirendir), Mü’mindir (emniyet verendir), Müheymin’dir (koruyup gözetendir), Azîz’dir (yücedir), Cabbar’dır (cebredendir), Mütekebbir’dir (pek büyük olandır). Allah, şirk koşulan şeylerden münezzehtir (uzaktır). O Allah ki; Yaratan’dır, Bâri’dir (yokken var eden), Musavvir’dir (şekil verendir), güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih eder. Ve O; Azîz’dir (yücedir), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir)." [Haşr Suresi 22-24]
Ayrıca, (رَبِّ ٱلْعَـٰلَمِينَ) Âlemlerin Rabbi ifadesindeki Rab kelimesi efendi veya otoriteyi elinde bulunduran kişi ve mülkünde tek söz sahibi manalarına gelmektedir. Âlemin kelimesi Âlem kelimesinin çoğuludur ve yeryüzü ve gökyüzünde var olan her şey, toprak ve deniz, Allah hariç hayattaki her şeyi kapsamaktadır. İmam Katada şöyle diyor: “Âlem yaratılan her şeyi kapsamaktadır” Ez-Zucec ise şöyle dedi: “Âlem kelimesi dünya ve ahirette Allah’ın yarattığı herşeyi kapsamaktadır”. İmam Kurtubi şöyle dedi: “Alem kelimesinin doğru anlamı iki cihanda Allah’ın yarattığı şeydir”. Buna ek olarak İmam Malik (مَــٰلِكِ يَوْمِ الدِّينِ) her şeyin ve herkesin sahibi, eşleri olmayan, ortağı ve eşiti olmayan, dilediğinde her şeyi yok etmeye kadir olan, hayır ve şerrin sahibi olan manasına geldiğini ifade etmektedir.
Tüm bunlar biz Müminlere Fatiha Suresi'ni okurken, Allah (ﷻ)'nın tüm varlıklar üzerindeki mutlak egemenliğini hatırlatmalıdır. Emir ve yasak koymaya hak sahibi ve muktedir olan, kanun koyan ve insanlık için en iyi yaşam şeklini belirleyen sadece Allah'tır. Bu hususu fark edip hakkıyla idrak eden her Müslüman kesinkes herhangi bir insanı veya insanları egemen ve kanun koyucu (hâkimiyet sahibi) olarak kabul eden her türlü ideolojiyi reddetmeye götürmelidir. Zira egemenliğin ve hâkimiyetin sahibi olarak insanı belirlemek Allah (ﷻ)'ya ortak ve rakip olmak anlamına gelmektedir. Ayrıca içimizde zerre kadar şüphe oluşturmadan hakimiyetin SADECE Allah (ﷻ)'ya ait olduğunu ve Allah (ﷻ)'nın razı olduğu tek Yönetim Sistemi, sadece O'nun Kanunlarını tatbik eden Yönetim Sistemi olduğunu da kabul etmek zorundayız ki bu yönetim sistemi Nübüvvet Metodu üzere Raşidi Hilafettir.
Bugün karşılaştığımız sorun ise Müslümanların Allah (ﷻ)'yı yegane yaratıcı olarak kabul ederken, er-Rabb ve el-Mâlik'in gerçek anlamını bilmiyor olmalarıdır. Zira insanoğlu hayatı üzerinde egemenlik ve otorite sahibi olabilmek için insanların kanun ve kurallarını - ister arkadaş, aile, toplum veya parlamentolar olsun - Allah (ﷻ)'nın kanunları üzerine koymuş ve böylece yaratılanı Yaratan (ﷻ)'ya ortak ve rakip kılmıştır. Kıldığımız her rekatta, her namazımızda hakimiyetin ve egemenliğin sadece Allah'a ait olduğunu beyan ederken, böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün olabilir mi? Ve ayrıca Fatiha Suresi'nde her gün her defasında ﴿إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ﴾'Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz' derken, böyle yapabilmemiz mümkün olabilir mi? Katade,﴿إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ﴾"Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz" ayetinde: Allah O'na ihlasla ibadet etmemini ve işlerinizde O'ndan yardım istemenizi buyuruyor demiştir.
Hakikaten de ibadet ettiğimiz, secde ettiğimiz O Bir Olan, aynı zamanda kanun ve kanunlarımızı belirleyen ve yaşam şeklimizi belirleyen tek kaynaktır. Örneğin, Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ
"Hevâ ve hevesini ilah edinen kimseyi gördün mü?" [Casiye 23]. Allah Subhanehu ve Teâlâ ayrıca şöyle buyurmuştur:
اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُوا إِلَـهًا وَاحِدًا لاَّ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
"(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır!" [Tevbe 31] Bu ayet nazil olduğunda, Adiyy bin Hatem Rasulullah (sav)' şöyle dedi: "Biz hiç bir zaman alimleri , rahipleri rab edinmedik , onlara ibadet de etmedik." Peygamberimiz (sav) şöyle cevap verdi:
“O rahipleriniz , alimleriniz , okumuş insanlarınız size ALLAH’ın kitabına muhalif olarak helal ve haram (yasak serbest) koymadılar mı?”Adiyy, "Evet" dedi. Rasulullah (sav),"İşte böyle ibadet ettiniz" dedi.
Her ikame ettiğimiz namazımızda Fatiha Suresini okumamız işte bizleri Rabbimizle olan alakamız hakkında tefekkür etmeye itmelidir ki böylece zikrettiğimiz her kelimeye sadık kalıp samimiyetle, gerçekten "Allah'tan başka hiç kimseye ibadet etmeyelim". Böylece hayatımızı bizden er-Rabb, el-Melik, tüm hamd ve şükrün sahibi Ahad Olan Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olmayı isteyen her bir ayet ile uyum içinde şekillendirelim.
فَلِلَّهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَرَبِّ الْأَرْضِ رَبِّ الْعَالَمِينَ * وَلَهُ الْكِبْرِيَاء فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
"Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Göklerde ve yerde azamet yalnız O'nundur. O, azîzdir, hakîmdir." [Casiye: 36-37]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu Adına
Dr. Nazreen Nawaz
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu Kadın Kolları Müdiresi