Cuma, 28 Safer 1447 | 2025/08/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İslam Ümmetinin Bugünkü Öncelikli Sorunu Raşid Halifeler Gibi Siyasi Devlet Adamlarından Yoksun Olmasıdır

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam Ümmetinin Bugünkü Öncelikli Sorunu Raşid Halifeler Gibi Siyasi Devlet Adamlarından Yoksun Olmasıdır

Bugün, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar, alimler ve sıradan insanlar, Gazze halkına karşı gerçekleştirilen katliamlar ve çeşitli soykırım biçimleri karşısında endişe verici ve yaygın acziyet hakkında giderek daha fazla soru soruyorlar ve bu, sayısız makale, konuşma, mesajlar ve diyaloglarda görülmektedir. Nitekim neredeyse işiten ve akledebilen çocuklar arasında bile neden böyle olduğumuz konusundaki şaşırtıcı ve kışkırtıcı sorularla birlikte acziyet ve baskı zirveye ulaşmıştır?! Gerçekten önümüzde tüm yollar kapalı mı? Peki kim çözecek?! Gazze ve halkına yardım etmenin yanı sıra bu Yahudi varlığını ortadan kaldırıp kökünden söküp atmak için hareketlenmelerin olasılığı nedir?
Gazze'deki ümmetin sorunu, bu aşağılanma döneminde bir ilk olmadığı gibi peş peşe gelen fitneler arasında son da değildir; ayrıca bu çaresizlik, zayıflık ve aşağılanmadan kurtulmaya yönelik arzu ve çabalar karşısında en zor olanı da değildir; zira tarih ve geçen yüzyıl boyunca benzerlerini birçok kez yaşamış olup bugün de devam edip artıyor.


Eğer zamanın geçmesiyle Müslümanların başındaki sorunların ve felaketlerin nedenleri, kaybolma, kimlik ve bağlarının hakikatinin cahili olma veya İslam'ın bazı hükümlerini reddetme ve birbirlerini yüzüstü bırakma gibi kendi aralarında ve içlerindeki şeylerden kaynaklandığı düşünülüyorsa, gerçeklikler, bugünkü durumun büyük ölçüde farklı olduğunu teyit etmektedir. Zira gerek Gazze'ye yardım etme gerekse bu korkunç zulme karşı etkili bir eylemde bulunma konusunda olsun ümmetin bugünkü acziyeti, yüzüstü bırakmaktan, kayıtsızlıktan, zayıflık, korkaklık ya da dinin azlığından kaynaklanmıyor, aksine bu, bu gerçeklikten çıkmanın bir yolunu tasavvur etmekten aciz kalmaktan, fikrin zayıflığından ve çözüme yönelik plan geliştirme konusunda bilgi ve deneyimin azlığından kaynaklanıyor. Bu durumun insanların geneline isabet etmesi doğal bir şeydir; çünkü onlar, Allahu Teala'nın şu kavlinde geçtiği gibi acizdirler: إِلَّا ٱلْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ ٱلرِّجَالِ وَٱلنِّسَآءِ وَٱلْوِلْدَٰنِ لَا يَسْتَطِيعُونَ حِيلَةً وَلَا يَهْتَدُونَ سَبِيلاً “Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) aciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır.” [Nisa 98] Ümmetin, sorunları ve genel tehlikeleri önceden görme, bunlar gerçekleşmeden ve daha da kötüye gitmeden uyarıda bulunma ve bunlarla yüzleşip çözümler bulmak için pratik çözümler sunma becerisine sahip yeterli sayıda adamlara sahip olmaması doğal değildir; zira bu, en üst düzey siyasi bir amel olup onlar devlet adamlarıdır.


Bu sorunlar siyasi sorunlardır ve çözümleri de, ümmetin ve güçlerinin ele alacağı amellerle ilgili siyasi planlar ve yönelimlerdir. Bu ise siyasi fakihlerin, yani birinci derecedeki siyasiler tarafından sunulan fikirleri ve planları gerektirmektedir; dolayısıyla alimler, vaizler, müftüler ve metin yorumcuları bu konuda yeterli değildir. Farklı mezheplere sahip alimlerin çokluğuna rağmen bu tarihi ve hayati sahnelerin ve gelişmelerin ortasında ve dünyada kırk yılı aşkın bir süredir tırmanan İslami uyanışın yayılmasının gölgesinde bugün ümmeti bir uçtan bir uca saran acziyet tutumları, ümmetin birinci sorununun, ilim ve alimler eksikliği, Müslümanların birbirlerine destek olma konusundaki bağlılık eksikliği veya kayıtsızlıkları olmadığını, bilakis ne yapılacağı, Gazze'ye nasıl yardım edileceği ve Müslümanların birbirlerine nasıl destek olacağı konusunda kafa karışıklığı ve rehberlik eksikliği olduğunu teyit etmektedir. Yani sorun, İslam temelinde devlet adamları kıtlığı ya da neredeyse yokluğu, dolayısıyla şu anda Gazze'de yaşadığımız gibi sorunlara ve felaketlere yönelik doğrudan pratik çözümlerin olmamasıdır; eğer bu sorunlara, hatta arka arkaya gelen başarısızlık ve katliamlara ve herhangi bir genel soruna veya meseleye yönelik gerçek ve sorumlu bir çözüm istiyorsak, o zaman çözümler ve değişim giden yol konusundaki ilk adım, devlet adamı niteliklerine sahip siyasiler bulmaktır. Aksi takdirde tohumun hasadı olmayacak, zafer kalıcı olmayacak ve her zafer tersine dönecektir.


İslam ümmetinin boyutuna ve boşa gitmiş enerjilerine rağmen bu acizliğin veya çaresizliğin sebepleri, Hilafetin yıkıldığı dönemde ve öncesinde ümmetin içinde bulunduğu durumdan farklı değildir; zira büyük bir devlet olmasının yanı sıra İslam ümmetinin devleti olmasına rağmen, pasif ve etkisi zayıftı. Bu nedenle siyasetçi ve fakih olan Takiyyuddîn Nebhani Rahimehullah, İslam ümmetinin, İslam Devleti'nin, yıkılmasından önce sorunlara çözüm bulan devlet adamlarından yoksun olduğunu vurgulamış ve İslam Devleti'nin kurulduğu günden itibaren devlet adamlarıyla dolup taştığını, ancak 18. yüzyılda, yönetici zihniyetin oluşumunda kıtlık yaşanmaya başladığını ve devlet adamlarının sayısının azaldığını söylemiştir. Devlet adamı ise şu şekilde tanımlanmıştır: “Yönetme zihniyetine sahip olan, devlet işlerini yönetebilen, sorunları çözebilen ve özel ve genel ilişkilerini kontrol edebilen her bir adam, İcat edici siyasi bir liderdir.” Ve şöyle ekledi; Hilafet yıkıldığında iş sadece adam kıtlığı ile sınırlı kalmadı, aksine devlet adamı yetiştiren özellikler de yok oldu ve İslam ümmeti artık yönetici zihniyetlerine sahip adamlar yetiştiremez bir hale geldi. Böylece onların ümmet içindeki varlıkları sona erdi; çünkü devlet adamı ancak fikri ve siyasi açıdan gelişmiş bir ortamda yetişebilir. Kendine göre devlet adamının öneminin, belirli hedefleri gerçekleştirmeyi hedefleyen siyasi amellerde, yani şerî hedeflerin olması dışında hiçbir kısıtlama olmaksızın icat ediciliğin serbest bırakılması ve planların şerî nâssların sınırlarını aşmaması olduğunu açıklamıştır.


Bu nedenle devlet veya siyasi adamdan kastedilenin, olayları, siyasetleri ve planları analiz edip bunlara ilişkin görüşünü sunan kişi olmadığına dikkat etmek gerekir. Bu, siyasi ve devlet adamı için gerekli olup onun amelinin gereksinimlerindendir; ancak bu, bunu yapan kişiyi siyasi ya da devlet adamı yapmaz. Zira bu ameli, bir gazete veya araştırma merkezinde çalışan bir memur veya doğası gereği olayları anlayan ve siyasetleri analiz eden bir gözlemci yapabilir. Ancak devlet adamı, yukarıda niteliği hakkında açıklandığı gibi ideolojisinin, fıkhının ve hedefinin gerekliliklerine göre bununla ilgili önlemler almak amacıyla gerçekliklerin hakikatini veya tehlikesini anlamak için gerçekliklere, onların analizine ve anlaşılmasına önem verir.


Bunların bugün, ümmetin en önemli sorunları ve harekete geçmesi yolunda çektiği acıların en önemli nedenleri olduğuna dair deliller veya örneklerden biri de, İslam’ın Osmanlı Devleti’nde hakim olması, onun yıkılış tarihine kadar şeriatın uygulanması ve o sırada içeride ve Avrupa başkentlerinde onu devirmek için yapılan planların olmasıdır. Şeriatın uygulanması, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını engelleyemedi; bu da sorunun veya tehlikenin başka bir yerde olduğu anlamına gelmektedir. Bu ise siyasi tefekkürün zayıf olduğu, yani düşmanların siyasetlerini analiz eden ve şerî hedefleri veya maksatları gerçekleştirecek karşı siyasetler çizen siyasilerin eksik olduğu içindir. Bunu yapanlar ise devlet adamlarıdır.


Medine'de İslam Devleti kurulduğundaki İslami toplumuna bakacak olursak, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hayatı boyunca Medine ve çevresinde hızlı ve dikkat çekici bir kalkınmanın olduğunu görürüz; bu ise sadece akide ve şerî hükümlerine bağlı değildir, bilakis öncelikle Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in siyasetine, toplumun gözetilmesi ve inşa edilmesi ile davetin hedeflerinin gerçekleştirilmesine yönelik planlarına ve aynı şekilde Sahabelere, uygulama ve gözetim konusunda şerî siyaseti öğretmesine bağlıdır. Aynı şey, Raşid Halifeler (Allah onlardan razı olsun) tarafından İslami toplumun muhafaza edilmesi, İslam'ın dünyanın çeşitli yerlerine hızla yayılması ve İslam Devleti’nin dünya çapında yükselişi için de söylenebilir. Bu ise İslam akidesi ve şeriatına dayalı toplumun enerji ve kabiliyetlerinden ve aynı şekilde aralarında önce şeriat anlayışının, sonra da onun hedeflerini gerçekleştirmek için siyasi düşünce becerisinin somutlaştığı yöneticilerin uyguladığı siyasetten kaynaklanmaktadır; zira onların siyasetleri gerçekten şerî olup yükselişleri de hızlı ve heyecan verici bir şekilde ayrıcalıklı, dahası olağanüstüydü. Nitekim onlar bunu, sadece Kur'an ve sünnetin uygulanmasından değil, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Kuran ve Sünneti uygulamadaki siyasetinden anlamışlardır. Bu, İrbad İbn Sariye Radıyallahu Anh'ın rivayet ettiği şu hadisten anlaşılabilir: عَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ مِنْ بَعْدِي “Benim sünnetime ve benden sonra Hulefâ-i Raşidin'in sünnetine sarılın.” [Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Ahmed ve diğerlerinin rivayet ettikleri sahih bir hadistir.] Yani Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisinden sonra Hulefâ-i Raşidin'in sünnetine tabi olmayı emretmektedir. Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ardından tabi olunması gereken birinin olmadığı gibi şeriatta onun sünnetinden başka bir sünnet olmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla onların sünneti, onların yönetimdeki yolları, yani şerî hedef veya maksatları gerçekleştirme üslupları anlamına gelmektedir. Nitekim bu husus, Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlinden daha çok anlaşılmaktadır: وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ “Hulefâ-i Raşidin'in sünneti.” Yani “sahabenin sünneti” dememiştir. Bu da meselenin, yönetim üsluplarıyla, yani şeriatın uygulanmasıyla değil, şeriatın uygulanmasına yönelik plan ve siyasetlerle ilgili olduğuna delalet etmektedir; çünkü Halifeyi diğerlerinden ayıran şey budur. Bu nedenle şeriat, sadece şeriatın uygulanmasını değil, bilakis bunun için en ideal siyaset ve üslupların benimsenmesini de emretmektedir. Aksi takdirde cemaat, Hilafet yıkıldığında olduğu gibi ve şu anda yaşanan acziyet ve durgunluk gibi etkinliğini kaybeder.


Bundan dolayı karşıt planları hazırlamak, bunları uygulamak, ümmetin enerjisini harekete geçirmek ve çıkmazlardan kurtulmak için akidevi fikirlerin ve şeri hükümlerin varlığı ve bunların yayılması yeterli değildir. Hatta çok sayıda fakihin, düşünürün ve siyasi analistlerin varlığı da yeterli değildir; bilakis insanların yeteneklerini harekete geçiren ve onların enerjilerini, değişim ve yakın ve uzak hedefleri gerçekleştirmek için yatırım yapan siyasetlerin çizilmesi ve önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu da devlet adamı niteliğinde siyasileri ve bu konuda yeterliliğin gerçekleşmesini gerektirir.


Hulafa-i Raşidin'in (Allah onlardan razı olsun) üzerinde olduğu şey işte buydu; bu nedenle onların döneminde ümmet, dünyayı fethetmeyi başardığı şeylerle karakterize olmuştur. Bu da değişimin ve kalkınmanın öncülerine ve ümmeti ve liderliğini elinden tutanlara, görevin sadece İslam'ı anlamak ve onu uygulamak olmadığını, bilakis bu konuda doğru şerî siyaseti takip etmek gerektiğini açıklamaktadır. Bu, Osmanlı Devleti'nin dağıldığı sırada ümmetin içinde bulunduğu durumdan farklı olduğu gibi bir uçtan bir uca iki milyar üç yüz milyon olan ve saldırganları caydıracak veya kanlarının dökülmesine, kutsallarının çiğnenmesine ve hurumatlarının ihlal edilmesine karşı koyacak herhangi bir şey yapmaktan aciz olan bugünkü ümmetin durumundan da farklıdır; hatta Müslümanlar, hiçbir güç ve kuvvetlerinin olmamasına binaen Gazze'nin yok edilmesine ve halkının öldürülmesine ve aynı şekilde Yahudilerin Mescid-i Aksa'ya yönelik ihlallerine alışmışlardır; sanki Müslümanlardan her biri şöyle demektedir; ben ne yapabilirim ki?! Daha fazla ihlallere, yıkıma ve kan dökülmesine yol açacak hareketlerin ne faydası var ki?!

İslam, âlimlerin ve müftülerin yaygın olduğu, ümmetin kabul ettiği, ibadet edenlerin ve mücahitlerin öncülük ettiği bir ülkede uygulanmış olsa bile hedeflerini veya kalkınma olaylarını gerçekleştirmeye, zaferleri ve yükselişleri elde etmeye yönelik mücadelede İslam'ın tek başına yeterli olmadığını belirtmek gerekir. Bilakis hedefleri gerçekleştirmek ve işleri başarmak için yolları ve bu yollarda nasıl ilerleneceğini bilen nitelikli adamların da olması gerekir; bu da eşyaların, insanların, grupların, toplumların ve devletlerin gerçeklerini dikkate almayı gerektirir; böylece imkansız olduğu sanılan şeyi bile başarmada icat edici olacaklardır; işte onlar devlet adamlarıdır ve bunların başında da Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'den sonra Ebu Bekir Sıddık ve Ömer ibn Hattab Radıyallahu Anhuma gelmektedir. Tıpkı şu hadiste geçtiği gibi: اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ “Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.” [Huzeyfe bin Yeman’dan rivayet edilen Hasen hadis olup Tirmizi, İbn Mace, Ahmed ve diğerleri tahric etmiştir.] Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ardından bu ikisinden, yönetim ve gözetim dışında neyi örnek alabiliriz ki; zira her ikisi de Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ardından sadece yönetici ve Halifeler olarak yaşamışlardır.

اَوَلَا يَرَوْنَ اَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ ف۪ي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً اَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ
“Onlar, her yıl bir veya iki kez (çeşitli belâlarla) imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.” [Tevbe 126]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Mahmud Abdulhâdî

Devamını oku...

Ne mevcut Geçiş Hükümeti Ne De Gelecekteki Herhangi Bir Seçilmiş Hükümet, Amerika'nın Sömürgeci Projelerini Uygulama Yetkisine Sahiptir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Ne mevcut Geçiş Hükümeti Ne De Gelecekteki Herhangi Bir Seçilmiş Hükümet, Amerika'nın Sömürgeci Projelerini Uygulama Yetkisine Sahiptir!

Haber:

Bangladeş'teki Dr. Muhammed Yunus liderliğindeki geçici hükümet ile ordu arasındaki gerginlik artık bir sır değildir. 26 Mayıs 2025'te, ordu sözcüsü, zulüm gören Rohingya Müslümanlarının yaşadığı Myanmar'ın huzursuz Rakhine eyaletine insani yardım koridoru açılmasına yönelik hükümetin önerisine karşı olduğunu açık bir şekilde ifade etti.Geçen hafta Genelkurmay Başkanı General Kamarul Zaman, hükümetin bir dizi girişimi hakkında endişelerini dile getirmiş olup bu girişimler arasında, sözde insani koridor, Chittagong limanının yabancı güçler tarafından yönetilmesi ve Elon Musk'a ait Starlink uydu internet hizmetinin girdirilmesi yer alıyor.Ayrıca hükümete, ulusal güvenliği ilgilendiren kararları alabilecek nitelikteki “istikrarlı seçilmiş bir hükümetin” kurulması için seçimlerin bir an önce yapılması çağrısında bulundu. Gerginliğin tırmanmasının ortasında, geçen hafta Dakka'da Dr. Yunus'un istifa edebileceğine dair söylentiler yayıldı. (Ajanslar)

Yorum:

Bangladeş'te devam eden siyasi gerginliğin, Yunus liderliğindeki geçici hükümet ile ordu arasında bir çatışma değil, aksine bir tarafta halk, diğer tarafta geçici hükümet arasında bir çatışma olduğunun açıkça anlaşılması gerekir;çünkü bu hükümet, halkın iradesine ve beklentilerine açıkça aykırı davranışlarda bulunuyor.Ordunun temel görevi ülkenin egemenliğini korumak olup ordu ise, bu egemenliği tehdit eden geçiş hükümetinin girişimlerine karşı çıkarak insanların iradesini dile getirmiştir.Eğer ordu liderleri, bu konularda sessiz kalmış olsalardı, bu insanlara ihanet olurdu.Bu nedenle kötü niyetli odaklar, bunu hükümet ile ordu arasındaki bir anlaşmazlık gibi göstererek kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar; oysa gerçekte bu, insanlar ile iktidarda onları yönetenler arasındaki bir çatışmadır.Çünkü yönetim, yönetici ile yönetilen arasında yapılan bir sözleşmedir ve bu sözleşmeyle insanlar yöneticiye, kendi işlerini yürütme ve yabancı saldırılara karşı çıkarlarını savunma yetkisini vermektedir.Dolayısıyla -ister geçici isterse seçilmiş olsun- herhangi bir yöneticinin, bu sözleşmeyi ihlal etme ve insanların çıkarlarına karşı çalışma hakkı yoktur.Şeyha Hasina rejimi çökmüştür;çünkü o, ümmetin çıkarlarına karşı olan açık bir tutum sergilemiş ve birçok saldırgan Hint sömürgecilik projeleri uygulamış, dahası bununla da övünerek şöyle demişti: “Hintliler, sizin onlara yaptığınız iyilikleri her zaman hatırlayacaklardır.”Ayrıca o, Amerika ve Hindistan'ın talebi üzerine İslam'a karşı düşmanca projeler yürütmüş ve İslam ve alimlere karşı savaşmıştır; bu yüzden insanlar onu aşırı Hinduların elindeki bir kukla olarak görmüşlerdir.Bunun üzerine insanlar, ona tüm güçleriyle saldırdılar ve onun zulmüne ve silahlarına meydan okuyarak sert bir duvar gibi ona karşı durdular ve onu aşağılayıcı bir şekilde devirdiler.

Dolayısıyla hükümetin devlet düşmanlığı ve Amerikan projelerine boyun eğme politikasını sürdürmesi nedeniyle, insanlar ile geçiş hükümeti arasında bugün yaşanan gerginlik beklenen bir durumdu.Dr. Yunus kendinin küresel bir figür olduğunu iddia etmesine rağmen insanlar ondan yabancı baskılara direnmesini bekliyordu; ancak o, tam tersini yaptı ve kasıtlı olarak Amerika'nın çıkarlarına hizmet eden ve yabancı odakların Chittagong limanını yönetmesi ve “Starlink” projesinin hızla hayata geçirilmesi için çalışan “insani” koridoru destekleyerek, yeni sömürgeci Amerikan projesinin elindeki bir araç olduğunu açıkça göstermiş oldu. Ayrıca Yunus'un geçiş hükümeti, doğrudan Amerikan çıkarlarına hizmet etmekte ve Rohingya Müslümanlarının kanı ve gözyaşları pahasına Myanmar'da Amerikan yanlısı aşırı Budist grup “Arakan Ordusunu” dolaylı olarak desteklemektedir. Nitekim bu politikalar sonucunda halkın öfkesi de artmıştır.Kısa bir süre önce, önceki Hasina hükümetinin işlediğine benzer bir eylemde bulunarak, İngiltere’nin çıkarlarına hizmet etmek için yine Rohingyalılar pahasına “Arakan Ordusunu” bastırma konusunda İngiltere yanlısı askeri konseyi desteklemiştir.

İdeolojik açıdan; ister seçilmiş isterse geçici olsun herhangi bir hükümetin, ümmetin çıkarlarına karşı olan yabancı güçlerle iş birliği yaptığı kanıtlanırsa, yönetim ile insanlar arasındaki “yönetim sözleşmesi” geçersiz bir hale gelir.Ayrıca bu sözleşme ancak rıza ve tercih ile geçerli olup herhangi bir tarafın zorlaması caiz değildir; Dr. Yunus istifa niyetini açıkladığında, ideolojik açıdan yönetim sözleşmesi geçersiz bir hale gelmiş olup ne şerî ne de siyasi olarak görevine devam etmesi caiz değildir; çünkü sanki insanları terk etmekle tehdit ediyormuş gibi onlara çekileceğini ima etmiştir. Bu nedenle onun hükümet başkanlığından istifa etmesi gerekir; aksi takdirde insanlar, ümmete ihanet ederek kafirlerle ittifak kuran tiran Hasina'yı devirdiği gibi onu da devirecektir;çünkü Bangladeş halkı Müslüman olup İslamlarına iman ediyorlar ve onların vicdanlarında Allah Azze ve Celle'nin emirleri kök salmıştır. Nitekim Allahu Teala aziz Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir.” [Mümtehine 1] 

İslam ümmetinin ayrılmaz bir parçası olarak Bangladeş halkı, sömürgeci kâfirin komplolarına karşı meydan okumada önemli bir rol oynamışlardır.Bu nedenle onlar, sömürgeci kâfir Amerika'ya veya onun Hindistan gibi bölgesel ajanına bağlılık gösteren hiçbir yönetici veya siyasi partiye rıza göstermiyorlar.Ümmet ve İslam akidesi, devletten ayrılmayan iki unsur olup hiçbir yönetici ya da partinin, ümmetin ve onun akidesinin karşısında durması imkansızdır.

Nitekim artık Müslümanların kaderiyle oynayan partilerin veya bireylerin zamanlar geride kalmış oluphain ve ajan yöneticilerin tahtlarını yıkmak için beklenen kalkınmanın ve devin uykusundan uyanmasının zamanı gelmiştir. Nitekim azim olan Allah Kitabı’nda şöyle buyurmuştur: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللهِSiz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Al-i İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Risat Ahmed - Bangladeş

Devamını oku...

Tanzanya ve Kenya Arasındaki Anlaşmazlık: Kapitalizmin ve Onun Milliyetçilik Düşüncesinin Kötü Bir Hastalığıdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Tanzanya ve Kenya Arasındaki Anlaşmazlık: Kapitalizmin ve Onun Milliyetçilik Düşüncesinin Kötü Bir Hastalığıdır!

Haber:

Mayıs 2025'te Tanzanya yetkilileri, muhalefet lideri Tundu Lisssu'nun Darüsselam'da ihanet suçlamasıyla yargılandığı duruşmaya katılmaya çalışan Kenyalı aktivist Boniface Mwangi ve Agather Atuhaire'yi tutukladı. Uluslararası Af Örgütü, Tanzanya yetkililerine, insan hakları savunucularının keyfi olarak gözaltına alınmasının, işkenceye maruz kalmasının, dış dünyadan tecrit edilmesinin ve zorla sınır dışı edilmesinin soruşturulma çağrısında bulundu.

Yorum:

Olay Kenya ve Uganda'da geniş çaplı öfkeye yol açtı ve bölgedeki ve dışındaki insan hakları örgütleri, aktivistlere kötü muamele iddialarının soruşturulması çağrısında bulundu. ABD Afrika İşleri Bürosu, X platformunda “Atuhaire ve Mwangi'nin Tanzanya'da bulundukları sırada kötü muamele gördüklerine dair haberlerden derin endişe duyduğunu” ifade etti. Açıklamada geçtiği üzere “İnsan hakları ihlallerine ilişkin iddiaların derhal ve kapsamlı bir şekilde soruşturulması çağrısında bulunuyoruz” denildi ve “bölgedeki tüm ülkeler, işkence dahil olmak üzere insan hakları ihlallerinden sorumlu olanlardan hesap sormaya” teşvik edildi. Elektronik iletişim platformları, Kenyalılar ve Tanzanyalılar arasında hararetli tartışmaların yaşandığı bir arena haline geldi; zira bazı Tanzanyalı milletvekilleri, Kenyalıları elektronik zorbalık ve içişlerine karışmakla suçladı.

Yeni sömürgeciliğin, insani müdahale, yardım koşulları, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri ve yumuşak güç diplomasisi gibi çeşitli mekanizmalar aracılığıyla varlığını sürdüren modern bir şekil olduğu gayet açıktır. Nitekim Batı, insan haklarını savunma kisvesi altında, Afrika toplumlarının, LGBT topluluğu gibi yozlaşmış Batılı liberal modelleri yansıtacak şekilde yeniden yapılandırılmasına teşvik etmektedir. Kayda değerdir ki Kenya, Batı modellerini destekleyen çok sayıda insan hakları örgütüne ev sahipliği yapmaktadır. Siyasi olarak da yabancı güçler, insan hakları kisvesi altında Afrika üzerinde nüfuzlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bunun yanı sıra insan haklarını savunma konusunda Batı'nın söylemi, insan haklarını savunan Amerika dahil olmak üzere Batı rejimlerine karşı çifte standart uyguladığını ortaya koymaktadır. Gazze'de Batı sessiz kalmakla yetinmiyor, aksine korkunç katliamlar işleyen suçlu Yahudi varlığına da destek veriyor.

Kenya ve Tanzanya arasındaki siber savaşla ilgili olarak ise her iki ülke de birbirinden daha medeni ve gelişmiş olmakla övünmekte olup bu da milliyetçiliğin habis bir hastalığı olarak değerlendirilebilir. İki tür milliyetçilik vardır ve her ikisi de bozuk bağlardır; bölgesel milliyetçilik, doğum veya vatandaşlık yoluyla belirli bir bölgeye ait olmakla bağlantılı olarak gurur ve üstünlük duygusu anlamına gelmektedir. Ayrıca kültürel milliyetçilik de vardır; bu ek bir unsuru, yani belirli bir kültürü, bölgeyle ve bu bağlantıya eşlik eden gurur duygusuyla ilişkilendirmektir. Sadece milliyetçiliğe yönelik yüzeysel bir mefhumun büyük bir ivme kazanması, kapitalist ideolojinin zayıflığını ve insani ve toplumsal sorunları gerçek anlamda yönetip çözmekte aciz olduğunu açıkça göstermektedir.

Kapitalistler, Afrika toprakları üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmek için “böl ve yönet” sömürgeci stratejisini yaygın bir şekilde kullandılar ve bunun etkileri bugün bile hala belirgindir. Basit ideoloji: Yerel gruplar arasındaki bölünmeleri derinleştirerek birleşik direnişi önlemek, dolayısıyla yabancı egemenliği sağlamaktır. Her iki ülkede de yerel kapitalist zihniyete sahip politikacılar, Batı'nın ajanları olarak muazzam kaynakları yağmalamakta, dolayısıyla da vatandaşları aşırı yoksulluk içinde yaşamaktadır. İslam ülkesindeki Sykes-Picot planı, İslam ümmetinin siyasi ve ekonomik durgunluğuna yol açmıştır.

Doğu Afrika halklarını bekleyen görev, zihinlerini milliyetçiliğin kısıtlamalarından ve politikacıların (iktidar ve muhalefet) iflasından kurtarmaktır; zira her ikisi de aynı yozlaşmış kapitalizm metninden okumaktadır. Benzer şekilde İslam'dan kaynaklanan İslam ümmeti mefhumu, doğası gereği kapsamlı İslami bir mefhumdur ve ulusal sınırların ötesine geçerek ideolojik bir bağın oluşmasına yol açmıştır. Dolayısıyla insanları sağlam ve birleşik bir toplumda birleştirebilecek olan sadece İslami ideolojik bağdır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şaban Muallim - Kenya

Devamını oku...

Abu Dabi'deki Bu Tür Önlemleri Garipsemeyin!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Abu Dabi'deki Bu Tür Önlemleri Garipsemeyin!

Haber:

Ahbar el-Halic internet sitesi, 24 Mayıs Cumartesi günü “BAE vatandaşlarından, 3 grup yabancıyla iş yapmamalarını veya işyerlerinde çalıştırmamalarını istedi ve muhalefet edilmesi durumunda 50 bin dirhem ceza verilecektir” başlıklı bir haber yayınladı. Haberde şöyle geçti: “Birleşik Arap Emirlikleri Federal Kimlik, Vatandaşlık, Gümrük ve Liman Güvenliği Kurumu, tüm vatandaşları ve ikamet edenleri, vize ve ikamet ihlali yapan, idari bildirimlerde yer alan veya işten ayrılanlar olmak üzere 3 kategorideki yabancılarla işlem yapmamaları konusunda uyardı.”

Yorum:

Bu haberin doğruluğu ve internet ağında yer almasına rağmen ancak takip edenler, İngiltere’ye tabi BAE’ndeki herkesi etkileyen 1000'de 1000 telefonlara sızma oranlarıyla üst düzey elektronik denetimin kapattığı bağlantıları açmak yoluyla onu takip etmek ve ayrıntılarına ulaşmakta büyük bir zorluk olduğunu görecektir. Çoğunluğu Hintli, Bangladeşli ve Pakistanlılardan oluşan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin nüfusunu aşan yabancıların çokluğundan dolayı bu kadar paniğin ve sebepsiz korkunun nedenini bilmiyoruz.

Abu Dabi, 18. yüzyılın sonlarında, doğuda Gwadar'a, kuzeyde Basra'ya kadar uzanan Umman'ı zayıflatmayı başardıktan sonra efendisi İngilizlerin Körfez'deki kontrolünün ve Doğu Hindistan Şirketi’nin gölgesinde bir varlık bulmuştur; Umman'ın Rustaq'taki emirliğinin Muskat'taki otoritesinden ayrılmasının yanı sıra daha sonra Sykes-Picot tarafından çizilen sınırlarla Birleşik Arap Emirlikleri'nin ana vatanı Umman'dan ayrıldığı Doğu Afrika'dan bahsetmiyorum bile.

1819 yılının sonlarında İngiltere, Resü'l-Hayme'daki el-Kawasim ve müttefiklerine, İngiliz kraliyet donanması torpidoları, destroyerleri ve tüfekleri konusundaki silahlanma farkı sayesinde büyük bir saldırı düzenledi ve 1820 yılının başında onları 11 maddelik aşağılayıcı bir antlaşma imzalamaya zorladı.Daha sonra Abu Dabi'deki Bani Yas kabilelerini öne çıkardı ve 1966 yılında Zayid bin Sultan'ın üvey kardeşi Şehbūt bin Sultan'ı devirdi ve böylece Zayid, 1958 yılında Abu Dabi Emirliği'nde büyük miktarda petrol bulunmasının ve petrol zengini Buraimi vahasını kontrol etmek için Riyad ve Muscat ile çatışmaya katılmasının ardından 2 Aralık 1971 tarihinde kendi yönetim sistemini ilan imkanı buldu.

Diğer Körfez krallıklarının yanı sıra Abu Dabi de kendisini, petrol tedariki, askeri üslere ev sahipliği yapılması ve Batı'ya İslamcı kontrolü caydırma gücüne sahip tek gücün kendileri olduğunu iddia ederek 11 Eylül 2001'den sonra Müslümanların petrol paralarının Batı'nın İslam ve Müslümanlara karşı yürüttüğü medeniyet savaşında yardım olarak sunulması gibi Batı'nın çıkarlarının sadık koruyucusu olarak sunmuştur.Ancak İslam'ın Arap Yarımadası'nda parladığı gibi onun geri dönüşü de kaçınılmaz olarak Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti'nin gölgesinde Arap Yarımadası'nı kapsayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mühendis Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Fransa'daki Başörtüsü Yasağı Kapitalizmin Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkarıyor

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Fransa'daki Başörtüsü Yasağı Kapitalizmin Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkarıyor

Haber:

TRT Dünya Haber Kanalı, Müslüman kadınların spor yaparken başörtüsü takmasının yasaklanmasını tartıştı.Spor dünyasının önde gelen isimleri, yasa tasarısının tek bir dini hedef aldığını ve Fransa toplumunun Müslümanları kamusal yaşamda kısıtlamak yerine eşitliği güçlendirmeye odaklanması gerektiğini savundular.

Bu yasanın ayrımcı ve İslam karşıtı olduğu yönündeki tartışmalar giderek artmaktadır.Uluslararası Af Örgütü, Müslüman kadınları hedef alması ve spor faaliyetlerinden dışlaması nedeniyle bunu kınadı.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikâyette bulunan başörtülü kadın futbolcuların oluşturduğu “başörtülüler” grubu şunları söyledi: “Bu, kadınları, din ile oyun arasında bir seçim yapmaya zorlamaktadır.”

27 yaşındaki basketbolcu Salimata Sylla, başörtüsü taktığı için 2023 yılında yarışmaya katılmaktan men edildi.Sağcı politikacılar tarafından desteklenen yeni yasa tasarısı, sporda tüm dini kıyafetleri yasaklamayı ve bu kısıtlamaları tüm yarışmalarda resmi bir hale getirmeyi hedefliyor.Senato, tasarıyı kısa süre önce onayladı ve şimdi Temsilciler Meclisi'nde görüşülmesi bekleniyor.

Yorum:

Herhangi bir halkçı protestoların veya yeni örgütlenmelerin, Müslüman kadınların sırf Müslüman kimliklerini ortaya koydukları için her zaman kınanacakları gerçeğini değiştirmeyeceğinin anlaşılması gerekir.

Yukarıda adı geçen Sylla, yarışmalarda kullanılmasına izin verilmesine rağmen başörtüsünü çıkarmayı reddetti ve şu anda Paris'te başörtülü ve başörtüsüz kadınlar için kapsamlı turnuvalar düzenledi ve şöyle dedi: “Sevdiğim sporu yapmaktan asla vazgeçmeyeceğim.”

Beş kez olimpiyat şampiyonu olan judo sporcusu Teddy Riner gibi isimler de buna karşı çıktılar ve Riner, “Bu yasa haksız bir şekilde tek bir dini hedef alıyor. Eşitliğe odaklanmalıyız” dedi.

Gerçek karar vericiler tüm bu çabaları reddedeceklerdir; çünkü onlar, İslam'ın ideolojik referansı olarak kabul edilmemesini sağlamaya yönelik açık gündemlerinin varlığının gölgesinde bu tür herhangi bir demokratik katılımla ilgilenmemektedirler.

Aslında protesto eden Müslümanların sayısı arttıkça, onlar daha fazla köktendinci bir tehdit olarak nitelendiriliyor ve onların toplumdaki etkilerini azaltmak için daha fazla kanıt sunuluyor.Şu anda Uluslararası Af Örgütü'ne göre, Fransa spor alanında dini başörtüsünü yasaklayan tek Avrupa ülkesi olmaya devam ediyor ancak bu, diğer bölgelerin şu anda nispeten güvenli yerler olduğu anlamına gelmiyor.Temsilciler Meclisi'nde tartışma için belirli bir tarih belirlenmemekle birlikte birçok kişi bu yasanın Fransız sporunda Müslüman kadınların daha da marjinalleşmesine yol açacağından endişe duyuyor ve “endişelerinde kısmen de haklıdırlar”.

Bu önlemler sadece Müslüman kadınların spordan dışlanmasıyla ilgili değildir, bilakis bir numaralı düşmanının başörtüsü takan Müslüman kadınlar değil, İslam'ın olduğu yönünde açık sinyaller veriyor.

Müslümanlar olarak bizim, tek bir konuyu ele alan siyasetin ötesinde düşünmemiz ve İslam ülkelerinde bizi korumak için otoritede olan kişilerin, Batılı efendilerinin emriyle Müslüman kadınlara yönelik ihlallere karşı sessiz kaldıklarını anlamamız gerekiyor.Çünkü onlar, Batı hükümetlerinin istediği gibi İslami otoritenin etkisini tamamen kontrol altında tutmak için kiralanmış kuklalardır.وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُوا كَمَا آمَنُ النَّاسُ قَالُوا أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنُ السُّفَهَاءُ ألا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاءُ وَلَكِنُ لاَ يَعْلَمُونَ * وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَى شِيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ * اللَّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ * أُولَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوْا الضَّلَالَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَOnlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit «Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!» derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).İman edenlerle karşılaşınca “inandık” derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz” derler.Asıl onlarla alay eden ve azıp saparak dolaşmalarına izin veren Allah’tır.Doğruya karşılık sapkınlığı satın alanlar işte onlardır. Bu sebeple ticaretleri kâr etmemiş ve doğru yolu da bulamamışlardır.” [Bakara 13-16]

Bizler, Zilhicce ayının en hayırlı on gününü yaşıyoruz; bu yüzden mümin erkekler ve mümin kadınların sadece hac farzını yerine getirmekle kalmamaları, bilakis aynı zamanda Kuran ve Sünnetin tüm insanlığın üzerine yeniden uygulanmasını da hissetmeleri gerekir. Bu şekilde dinimizi üstün kılanlardan olmak için asla İslam düşmanlarına boyun eğmeyeceğiz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İmrane Muhammed

Devamını oku...

Yargı Paketi Değil Yama Paketidir, İnfaz Düzenlemesi Değil Adam İnfazı Düzenlemesidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yargı Paketi Değil Yama Paketidir, İnfaz Düzenlemesi Değil Adam İnfazı Düzenlemesidir!

Haber:

Onuncu Yargı Paketi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda kabul edildi. Ceza infaz sistemine önemli değişiklikler getiren düzenleme ile toplumsal huzurun güçlendirilmesi amaçlanıyor. (04.06.2025 TRT haber)

Yorum:

Mecliste her yıl bir yargı paketi kabul edilmesi neredeyse artık bir gelenek haline geldi. Temcit pilavı gibi farklı kelimelerle farklı kesimlere ilişkin yargı düzenlemeleri yapılmaktadır. Şimdiye kadar yapılan yargı düzenlemeleri incelendiğinde, bunların iki temel amacı olduğu görülür. Birincisi, cezaevleri dolu olduğu için boşaltılması amacıyla belli yargı düzenlemeleri yapılmakta ve kısmi af adı altında belirli hükümlüler tahliye edilmektedir. İkincisi, siyasi amaç için belirli kişiler serbest bırakılmaktadır. Diğer bir deyişle oy amacıyla suç işlemiş belli kişiler serbest bırakılmaktadır. Kısacası Türkiye’de yapılan yargı düzenlemeleri, ortada var olan bir sorunu çözmek için yapılmış ve yapılan yargı düzenlemeleri değildir. Tam tersine var olan bir sorunu çözmek yerine bizatihi sorun üretir hale gelmişlerdir. Halbuki kanunlar ya da düzenlemeler insanların sorunlarını çözmek için yapılırlar ya da yayınlanırlar. Ama maalesef Türkiye özelinde kapitalist sistemde kanunlar ve düzenlemeler sorunları çözmek yerine sorunların kaynağı olmuşlardır.

Bu 10’uncu yargı yaması da dahil olmak üzere şimdiye kadar yapılan düzenlemeler göstermiştir ki, insan yapımı köhne sistemler ya da kanunlar insanların sorunlarını çözmeye uygun değildir. Kusurlu ve sınırlı insan aklının ürünü olan bu kanunlar, belirli zaman diliminde var olan sorunlara yönelik güya çözümler veya düzenlemeler oldukları için başka bir zaman dilimine göre eskidiklerinden dolayı revizyona uğramak bu kanunların kaderi olmuştur. Oysa gerçek bir kanun, zaman ya da mekân ile sınırlı olmaz zira insan sorunları belirli olduğu için bu sorunlara yönelik çözümler de belirli olmalıdır, zaman ve mekâna göre değişmemelidir. Zaman ve mekâna göre değişen kanunlar ancak insan ürünü kanunlardır. Yaratıdan gelen kanunlar, sorunlarının özüne ve kökenine yönelik için asla değişim ve revizyona uğramazlar.

Örneğin İslam’da kasten adam öldürmenin ya da zina yapanın ve içki içenin cezası bellidir. Yöneticinin arzusuna göre asla değiştirilemezler. Ve bu hükümler belirli şartlar ve zaman göz önünde bulundurularak yapılmış ya da Allah tarafından indirilmiş kanunlar ya da hükümler değillerdir. Bunlar, insandan kaynaklanan insani sorunları çözmek için indirilmiş hükümlerdir. İnsan, her zaman insan olduğuna göre ondan kaynaklanan sorunlar da bellidir. İnsan zaman ve mekâna göre değişiklik göstermeyeceğine göre sorunları da değişiklik göstermeyecektir. İnsandan kaynaklanan sorunların çözümlerini korumak amacıyla belirlenen cezalar da caydırıcılık ve önleyicilik özelliği olduğundan, cezaevlerinin dolması gibi sorunlarla karşılaşılmayacaktır. Ayrıca İslam’da adam öldürmelere -maktulün bağışlaması hariç- ve recm gibi diğer ölüm gerektiren cezalar için hapishanelere gerek yoktur ki cezaevlerinin dolup taşması gibi bir sorunla karşılaşılsın.

Siyasiler ve yandaş medyanın infaz düzenlemesinin toplumsal huzurun güçlendirilmesine katkı sağlayacağı sloganı ve bahanesi, kamuoyunun tepkisini dindirmek ve bertaraf etmek için ortaya atılmış boş bir sözden başka bir şey değildir. Soruyoruz, şimdiye kadar çıkarılan 9’uncu yargı paketi, toplumsal huzurun güçlendirilmesine mi yoksa toplumsal huzurun baltalanmasına ve dinamitlenmesine mi katkı sağladı? Gerçek suçluları cezaevinden çıkarıp toplumun içine atmak ve özellikle de bu suçlular her cezaevine girdiklerinde af olayı ile karşılaşacaklarının bilincinde olurlarsa, o zaman suç işlemeleri daha da kolaylaşacaktır, nitekim öyle de oluyor.

Erdoğan ve ekibi gerçekten toplumsal huzur arıyorlarsa ve istiyorlarsa bunun yolu infaz düzenlemesi değil İslam’dır. İslam’dadır toplumsal huzur ve kardeşlik. Erdoğan ve ekibi geçmişte yıllarca bu sloganı dillendirmediler mi? Yoksa bunu Müslümanları kandırmak için mi kullandılar? İktidara gelince huzurun İslam’da değil kapitalizmde olduğunu gördüler ve öyle de sürdürüyorlar. Erdoğan’ın hiçbir zaman derdi İslam olmamıştır, aksine İslam’ı sadece iktidara gelmek için kullanmıştır şimdi de iktidarını ve saltanatını devam ettirmek için kullanmaktadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ercan Tekinbaş

Devamını oku...

1446 / 2025 Yılı Mübarek İydü’l Edha Vesilesiyle Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Alim Ata Bin Halil Ebu Raşta’dan, Genel Olarak Müslümanlar, Özel Olarak Gençler İçin Bayram Tebriki

1446 / 2025 Yılı Mübarek İydü’l Edha Vesilesiyle Hizb-ut Tahrir Emiri Celil Alim Ata Bin Halil Ebu Raşta’dan, Genel Olarak Müslümanlar, Özel Olarak Gençler İçin Bayram Tebriki

Hamd Allah’a mahsustur. Salat ve selam Rasûlullah’a, onun Âli’ne, ashabına ve onu dost edinenler üzerine olsun. Ve badu…

Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber, La İlahe İllallahu Allahu Ekber ve Lillahi’l Hamd…

Genel olarak İslam ümmetine... İnsanlar için çıkarılmış, iyiliği emreden, kötülükten men eden, Aziz ve Hâkim olan Allah’a iman eden ümmete...

Özel olarak davet taşıyıcılarına... Allah’ın, zafer ihsan ettiği, İslam Devleti Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurmak için yardımıyla desteklediği kimselere...

Sayfanın taşıdığı iyilik için sayfayı ziyaret eden değerli ziyaretçilerine... Hakkın yanında yer almak ve hak ehlini desteklemek için her türlü çabayı gösterenlere...

Bütün bu kimselere… Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

H. 1446 yılı İydü’l Edha’nızı tebrik ediyorum... Aziz ve Kaviyy olan Allah’tan tüm Müslümanlar için hayırlara ve bereketlere vesile olmasını niyaz ediyorum...

Kerim kardeşlerim…

Bayram geldi ama Amerika ve silahlarının desteğiyle Yahudilerin Haşim Gazze ve tüm Filistin’e yönelik saldırganlığı sürüyor... Müslüman ülkelerdeki yöneticiler, olanları izliyor, şehitleri sayıyor ve onlara ölü diyorlar! İçlerinden en aklı başında olanları ise, sanki tarafsızmış gibi arabuluculuk yapıyor! Ama aslında Yahudilere daha yakındırlar! Amerika’nın, sömürgeci kâfirlerin ve kurdukları Yahudi devletinin bize olan düşmanlığı şaşırtıcı değil. Çünkü bugün değil, yıllardır İslam ve Müslüman düşmanlığı yapıyorlar... Sömürgeci kafirlerin, uluslararası hukuka dayanarak Müslüman ülkelere yönelik saldırganlığı da şaşırtıcı değil. Çünkü uluslararası hukuk, ilk olarak 1648 yılında Westphalia Konferansı’nda Müslümanlara ve Osmanlı Devleti’ne karşı icat edilmiş, ardından Milletler Cemiyeti’ne ve daha sonra da Birleşmiş Milletler Örgütü’ne dönüşmüştür... Evet, bütün bunlar garip değil. Garip olan, Filistin’e komşu Müslüman ülkelerdeki yöneticilerin, Filistin’de işlenen suçlara ve katliamlara seyirci ve sessiz kalmaları ve orduların Gazze’ye ve daha doğrusu tüm Filistin’e destek vermelerini engellemeleridir. Dahası Müslüman katili uluslararası kararların uygulanmasına garantör oluyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar!

Son olarak ey Müslüman ülkelerdeki ordular! Hadi Gazze’deki kardeşlerinizin yardımına koşun. Eğer Müslüman ülkelerde kurulu ceberut yönetim ve rejimler, yolunuza çıkarsa, onların tüm yollarını tutun... Ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmek için onların yerine Allah’ın yönetimi olan Nübüvvet metodu üzere Hilafeti kurun. «ثُمَّ تَكُونُ مُلْكاً جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ»“Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra da sustu” [Ahmed] O zaman Halife, yardımcıları ve en üst rütbeden en alt rütbeye kadar İslam’ın askerleri zaferden zafere koşacaklar, tekbirler getirecekler, beraberinde ümmet de tekbirler getirecektir. Rableriyle güçlü ve dinleriyle izzetli olacaklar. Hiçbir düşman, İslam topraklarında bir varlık göstermeye cesaret edemeyecektir...وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

En son olarak, Yüce Allah’tan bu bayramın İslam ve Müslümanlar için hayırlara, bereketlere ve şereflere vesile olmasını diliyorum. وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber, La İlahe İllallahu Allahu Ekber ve Lillahi’l Hamd…

Ve’s Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh

 

Kardeşiniz

Ata bin Halil Ebu El-Raşta
Hizb-ut Tahrir’in Emiri

 

H.10 Zilhicce 1446
M.06 Haziran 2025

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER