- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Osmanlı Hilafetinde Kadınların Eğitimi
Osmanlı Hilafetinin yıkılması esnasında ve bilhassa ardından uygulanan modernleşme siyaseti özellikle kadını irtica ve geri kalmışlık prangalarından kurtarmak adı altında yürütülüyordu. Modern eğitim olarak gösterilen laik eğitime ve eğitimi sistemine, çağdaş milletlerin tesis edilmesinde temel faktör olarak itibar edilirdi. Bunun gereği olarak da geçmiş İslami yaşam tarzına dair her türlü olumlu suretin saptırılması ve aşağılanması gerekiyordu. İslam dünyasında yeni kurulmuş olan laik demokratik devletler, kadının cahilliğine karşı mücadele ettiklerini iddia ederken, İslâm'da özellikle de hilafetin gölgesindeki kadının eğitim seviyesini aşağılarken, kadınlar hakkında söyledikleri şunlardan ibaretti:
"cahil anneler, sığ ve entrikacı eşler, istikrarsız evlilikler, toplumun tembel ve atıl üyeleri."[1]
Her ne kadar Osmanlı Hilafetinin ilk yüzyıllarında kadınlar okullar içinde devletin örgün bir eğitimine dâhil olmadıysalar da - ki böylesi bir eğitim toplumun erkekleri için de mevcut değildi - kadınlar ilim öğrenmekten veya akademik olarak ilerlemekten, tıbbi öğrenim almaktan veya eğitimin başka alanlarında öne çıkmaktan ne mahrum ne de men edilmişlerdir. Aksine, ilim arayışı; erkekler için olduğu kadar kadınlar için de büyük ecir vaat eden bir ameldi.
Osmanlı Hilafetinde, çocukların eğitim ve öğretimi öncelikle aile büyüklerinin ve ebeveynlerin üzerine düşen bir görevdi. Osmanlı Hilafetindeki aile yapıları, İslami değerler üzerine inşa edilmiş ve bir aile içinde çoğunlukla en az üç kuşak bir arada yaşardı. Böylesi bir yapılanmada, aile içinde bilgi ve eğitim ailenin büyüklerinden küçüklerine aktarılırdı. Bu yüzden özellikle, kadınların okuma ve yazma, Kur'an ve temel İslami bilgiler gibi eğitimleri, ayrıca elişleri ve ev yönetimi, adabımuaşeret ve edep kuralları gibi konularda eğitilmeleri genellikle evlerinde yapılırdı. Buna ilaveten herhangi bir beceri ya da mesleki eğitim yine ev içinde verilirdi.
İslam her zaman, kadınların eğitimini önemli addetmiştir. Örneğin Rasulullah (sav)'in eşleri ve Sahabe hanımlar, siyasetten içtihada, tıptan edebiyata, tüm beşeri ilimlerde, hayatın her alanında öncülük eden rol modeller olmuşlardı. Ayrıca İslam; tabiplik dâhil, kadınların değişik meslekler ifa etmelerine de izin vermiştir. Osmanlı Hilafeti de aynı şekilde izin vermiştir. Aşağıda verilecek örnekler, Osmanlı Hilafeti döneminde kadın tabiplerin olduğunu gösteriyor.
15. yüzyılda Sabuncuoğlu; hekimlik hakkında Türkçe olarak yazdığı 'Cerrahiyetü'l Haniye' kitabında, kadın tabiplerin yaptıkları komplike jinekolojik cerrahi uygulamaları tarif etmiş. Böylesi tıbbi müdahaleler yapan kadınlar, "tabibe" veya "hekime kadın" olarak çağrılırdı.
Topkapı Sarayı'nın bugünün hastanelerine benzer "Cariyeler Hastanesi" olarak bilinen Harem içindeki hastanesinin 1798-99 yıllarına ait Maaş Defterleri, kadınlardan oluşan bir sağlık ekibinin istihdam edildiğini göstermektedir. Meryem Kadın adında bir tabibe, 19. yüzyılın başlarında Halife Abdulmecid'i tedavi etmiştir. Buna karşılık ona düzenli olarak aylık bağlanmış ve Harem'e serbestçe girme izni verilmiştir.
1872 yılında ise Yıldız Sarayı eczanesinde aylık "200 akçe" maaşla, "Tabibe Gülbeyaz Hatun" adında bir kadın istihdam edilmiş. "Morti tabibe" denilen kadın hekimler ise karantina bölümünde istihdam edilirdi.
Lady Montagu, Osmanlı Hilafeti döneminde İngiliz Konsolosu'nun eşi; 1717'de yazdığı mektuplarda, kadın tabiplerin çiçek aşısı yaptığından bahsediyor.
"Hekim kadın" denilen ilaç hazırlayan kadınlar, saraya davet edilir kendilerine maaş ve bayram hediyeleri verilirdi. Karın şişliği ve çocuklarda ishal tedavi eden kadınlara, "Kırbaci Kadınlar" ve "alaz" hastalığını tedavi eden kadınlara da "alazcı kadınlar" denilirdi.
1622 yılına ait Şer'i Siciller, erkek hastaların da iki kadın cerrah tarafından ameliyat edildiklerini de göstermektedir. Bunlardan birisi de Saliha Hatun' dur ve 21 erkek hastada tümör ve fıtık ameliyatları yapmıştır.
Ayrıca, Osmanlı kadınlarının sıkça iddia edildiği gibi cahil ve eğitimsiz olmadıkları da iyi bilinmektedir. Hatta birçok kadının evinde kendine ait kütüphaneleri dahi olurdu. Kur'an-ı Kerim kitapların başında yer alırdı. İlaveten, İslami şahsiyetlerin hayatlarına dair kitaplar, dua kitapları, Mevlid gibi kitapların yanı sıra çeşitli tarih kitapları da kütüphanelerinde bulunurdu.
Halifelerin saraylarında yaşayan ve çalışan kadınlar daha yüksek bir eğitime ulaşabiliyorlardı. Örneğin Topkapı Sarayı'nın Harem'i aynı zamanda hem devletin içinde hem de dışında öğrencilerine yüksek kalite eğitim vermekle bilinen, kızlara has elit bir okuldu. Ayrıca, Harem'den mezun olduktan sonra kızlar evlendirilip Saray'ın yakın çevrelerine yerleştirilirlerdi, böylece çevre halkı da Saraylı Hanım'ın üstün seviyeli bilgisinden, edebinden ve yaşam tarzından istifade ederdi. Sarayların dışındaki halk da, maddi imkânları dâhilinde özel öğretmen tutarak kız çocuklarına edebiyat, matematik, tarih ve İngilizce, Fransızca, Farsça gibi yabancı dil eğitimini evlerinde veriyordu.
Eğitimin sadece saraydaki kadınlara has olmadığı gerçeğini de, yine saraya dışarıdan getirtilen ve Harem'deki dönemi hakkında hatıratlarını yazan en son saray öğretmeni Safiye Ünüvar örneğinden de görülmektedir. Safiye Ünüvar, sarayda eğitim görmemişti. Ancak 1915 yılında Sultan Reşat tarafından Harem'deki kız ve kadınlara muallime olarak işe alınmıştır. Safiye Hanım, burada Kur'an-ı Kerim, Ulumu diniye (dini ilimler), kıraat (okuma), imla (yazma), hesap (aritmetik), hendese (geometri), terbiye-i bedeniye (beden eğitimi) dersleri verirdi. Ayrıca Safiye Hanım hatıratlarında, Harem'deki her kadının kendi dairesinde kendine ait kütüphanesi olduğunu, kadınların bir araya gelip okumuş oldukları kitaplar hakkında sohbet ettiklerini ve tarihe karşı son derece ilgili olduklarını aktarmaktadır. Harem'de ki kadınlara verilen eğitimin seviyesi, ünlü bir Divan şairi ve hayırsever olan, Sultan II Mahmud'un kızı Adile Sultan'ın (1826-1899) örneğinden de anlaşılmaktadır. Yine Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Hürrem Sultan da saraya geldikten sonra öğrendiği Osmanlı Türkçesiyle eşine yazdığı mektuplarındaki mükemmel şiirleri, muhteşem epik tarzı ve belagatiyle bilinmektedir.
Osmanlı Hilafetinin son 100-150 yıllarında artan oranda fikri düşüklüğe ve siyasi çalkantılara rağmen, Hilafette devlet destekli örgün eğitim talepleri karşılıksız bırakılmamıştır. Özel olarak Sultan II. Mahmut ve I. Abdülhamid, İslâm ümmeti için elinden geldiği kadar örgün eğitimi gerçekleştirmeye çalışmıştırlar.
'Sıbyan' okullarında, beş yaşından itibaren ergenlik yaşına kadar hem kızların ve hem erkeklerin örgün ve zorunlu bir eğitim sistemi içinde eğitilmesi ilk defa Halife II Mahmut tarafından 1830 yılında yürürlüğe sokulmuştur. Halife II Mahmut ayrıca çocukların okula gitmeden önce işe verilmelerini, esnafın da bu çocukları çırak almalarını yasaklamıştır. (Yücel Gelişli)[i] Bu sınıflardaki öğretmenler genellikle mahalle İmamlarından veya eğitimli kadınlardan oluşurdu.
Ne var ki, bu yeni düzenlemeleri bazı siyasi gelişmelerden dolayı devam ettirmek mümkün olmamıştı. Böylece 1845 yılında Halife Abdülmecid, tekrar tüm Hilafet devletinde ilk ve orta öğretime dair düzenlemeler yapmaya teşebbüs etmiştir. Artık öğretmenler daha sıkı denetlenecek, müfredat genişletilecek ve devamlılık takip edilecekti. Sıbyan mekteplerinde, Kur'an okuma ve ezberleme, Türkçe Lûgat, İslam itikadı, ilmihal, aritmeti, coğrafya, tarih ve başka dersler de verilirdi. Öğretim esnasında kız ve erkek öğrenciler sınıflarda karışık değil, ayrı ayrı otururlardı. (Yahya Akyüz)[ii]
1778'de İstanbul'un Emirgan semtinde, Halife I Abdülhamid'in oğlu Şehzade Mehmed, annesi Hümaşah Hatun namına hem kızlara hem erkeklere Sıbyan mektebi sonrası eğitim veren bir okul yaptırmıştır.
Kumkapı'da 1783 yılında Hadice, Nefise ve Ayşe isimli muallimelerin görev yaptığı bir kız lisesi vardı. Ardından 1807 yılında Sirkeci'de 'Tahire Hatun' mektebi, 1807 ve 1811'de Üsküdar'da iki lise ve 1842 yılında "Şevk-i Nihal Usta" Mektebi açıldı. Bu mektebi, Valide Sultan'ın sağ kolu sayılan Haznedar Ustası yaptırmıştır. Bunlar Osmanlı Hilafeti döneminde ya sadece kızların ya da kız ve erkeklerin birlikte öğrenim gördükleri okulların mevcut olduğunu gösteren bazı örneklerdir. (Sedat Kumbaracılar)[iii]
Bu orta öğrenim olarak sayılacak kız okulları geniş bir müfredata sahiptiler ve Kur'an-ı Kerim, İslami ilimler, edebiyat, Osmanlıca gramer, Arapça, Farsça, hat, sağlık, aritmeti, coğrafya, tarih, elişleri ve genel olarak hayat bilgisi verilmekteydi. Bu okullarda ev idaresi de öğretilen önemli derslerden birisiydi. Kızlara evlendikten sonra yüklenecekleri İslami sorumlulukları yerine getirmede yardımcı olacak geniş bir alan üzerinde teferruatlı ve kapsamlı bilgiler sunmaktaydı. Burada, yemek yapmaktan ev eczanesine, dikiş dikmekten hesap tutmaya, misafir ağırlamaktan basit rahatsızlıkları tedavi etmeye, ayrıca çocuklar ve yaşlılar için gerekli sağlıklı beslenme ve bakım hizmetleri de öğretilirdi.
"Osmanlı genç kızları, ister evlerinde, ister okulda eğitim almış olsunlar evlerinin haremlerinde her türlü sorumluluğu almak üzere çok iyi hazırlanmış olurlardı. Eş olarak görevlerini yerine getirmek için gerekli bütün bilgi ve becerilerle donanmışlardı." (Aslı Sancar, 'Osmanlı Kadını - Efsane ve Gerçek')
1842 yılında hükümet tebliği ile Tıbhane-i Amire Mektebinde ebelik eğitimine başlanmıştır. İlk mezunlarının 10'u Müslüman, 26'sı gayri Müslimdir. Bir kaç yıl sonra, Osmanlı devleti, 1858'de "Cevri Kalfa İnas Rüştiyesi" adı altında lise düzeyinde ilk resmî öğretim kurumunu açtı. Kız Rüştiyelerinde hem Müslüman hem gayri Müslim kadınlar öğretmenlik yapabiliyordu - bilhassa el işleri dersleri verirdiler. Hatta 1871'den itibaren bu okulların bazıları kadınlar tarafından yönetilirdi. Zaman ilerledikçe, kız Rüştiyelerinin varlığı burada göreve yapacak öğretmenleri yetiştirecek öğretmen okullarının açılmasını da gerektirdi.
Nihayet 1870 yılında Dârü'l-Muallimât açıldı. Sanayi mektepleri olarak bilinen teknik ve sanat mektepleri açılmıştır. Meslek kursları çerçevesinde; terzilik, yemek pişirme, dantel işleme, halı dokuma gibi meslekler öğretilmiştir. Bu okullar kız çocuklarının arzu etmeleri halinde piyasada çalışmalarına imkân tanımıştır. (Çelebi, 2013)[iv]
Bu okullardan mezun olan kızlar, değişik yabancı dillerde tercümanlık yapmak dâhil, kazanmış oldukları becerilerle halka hizmet etmeleri için devlet kurumlarında istihdam edilmiştir. Kayıtlardan kadınların eğitim sırasında burs aldıkları da ortaya çıkmaktadır.
Hilâfet Devleti ve yöneticileri, Ümmetin ihtiyaçlarını karşılamayı üzerlerine İslami bir sorumluluk olarak görmüşlerdir. Bununla birlikte, kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüklerine veya eğitim alma hakkından, bir meslek icra etmekten veya yeteneklerini halka hizmet için kullanmaktan mahrum edildiklerine dair hiçbir delil de mevcut değildir. Aksine, İslami hükümlerin tatbik edilmesi altında ilim elde etmenin ve çeşitli beceriler edinmenin yolları açılmış ve teşvik edilmiştir. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
«من ابتلي من هذه البنات بشيء فأحسن إليهن كن له سترًا من النار»
"Her kim kız çocuklarını büyütür ve onlara iyi davranırsa, onlar, kendisi için Cehennem ateşine karşı kalkan olur."
Hizb ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Adına
Zehra Malik
[1] Kandioti, Deniz; 1991. Women, Islam and the State. Hampshire: Macmillan Press,
[i] Gelişli, Yücel, “Osmanlı İlköğretim Kurumlarından Sıbyan Mektepleri”, Türkler, C.XV, Ankara 2002
[ii] Akyüz, Yahya; “Osmanlıda Kadın Öğretmenli Ev Sıbyan Mektepleri, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı 15 (Ayrı Basım), Ankara 2004
[iii] Kumbaracılar, Sedat; “İlk Kız Okullarımız Nasıl Kuruldu?”, Hayat Tarih Mecmuası, sayısı:143, Ankara 1999
[iv]Çelebi, Dr. Çağdaş Lara; “Steel Flowers of the Empire: The Ottoman Ladies”; Academic Journal of Interdisciplinary Studies MCSER Publishing-Rome,Italy, October 2013