Perşembe, 19 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Arap Dilinin Hedef Alınması İslâm Akidesinin Vurulması İçindir

بسم الله الرحمن الرحيم

Arap Dilinin Hedef Alınması İslâm Akidesinin Vurulması İçindir

1-           Arap Diline Yönelik Bu Vahşi Saldırı Niçin?

Arap dili Kur’ân’ın dilidir. Rahman’ın indirdiği en hayırlı şeriatın dilidir. O, müjdeleri doğudan batıya kadar görülen bir dinin dilidir. Arapça, bu dili konuşanların onun benzerini getirmekten aciz olduklarına ikna olmaları için onların acziyetini ortaya çıkartan Kur’ân’ın mecazını, belağatını, fesahatını konuşan bir dildir. ﴿أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِهِ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَYoksa Onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sure getirin.” (Yunus Sûresi: 38)

Üstün konumu ve kutsiyeti nedeniyle Müslümanlar Arap dilini son derece önemsediler. Dinlerinin hükümlerini onunla anladılar. Rablerinin Kitabını ve nebilerinin hadislerinin anlaşılmasındaki her türlü zorluğu Arapça ile ortadan kaldırdılar. İslâm dininin anlaşılmasında sahip olduğu yüksek yeri ve önemi nedeniyle Arapça düşmanlarının oklarından kurtulamadı. Halkının onu anlayamaması bilakis arzu edilmeyen bir şey haline gelmesi ve bir kenara atmaları için saldırılarını peş peşe yönelttiler.

Batı, Araplara sürekli olarak Müslüman kimseler olarak baktı ve İslâm'ın batı hadâratı için gerçek bir tehlike olduğunu ve İslâm'ın yeniden hayata dönmesinin onların yok olmaları anlamına geleceğini düşündüler. Bu nedenle her türlü yolla İslâm'a karşı savaştı ve halen de savaşmaya devam etmektedir. Arap dilinin vurulması ise bu amaçla kullanılan araçların en üstün olanı ve maksadın gerçekleşmesinde en etkili olanıdır. Samuel Huntigton şöyle diyor: “İslâm'ın olduğu gibi İslâm olarak kalacağında en ufak bir şüphe dahi yoktur. Batı da batı olarak kalacağına göre on dört asır boyunca olduğu gibi aralarındaki çatışma da her daim var olacak ve hiçbir kimse batının doğu olacağını beklememektedir.”

İslam’ı hayattan uzaklaştırmak planını tamamlamak için batı, İslâm hükümlerinin anlaşılma aracı olan bu dil üzerinden harekete geçti ve bu amaçla bozuk Arapçanın ve lehçelerin konuşulmasına çağrıda bulundu. Wilhelm Spita ve Dufferin gibi şarkiyatçıları bu dilin terk edilmesi, bunun yerine lehçelerin kullanılması çağrısında bulunmakla görevlendirdi. Ne yazık ki bizim cildimizden olan “Taha Hüseyin” ve “Lütfi Seyyid” gibi batı kültürünün hayranı olan kimseler de bu planın yerleştirilmesinde önemli bir rol üstlendiler. Onların yaptıkları gibi bunlar da bu avamca ile kalkınma ve terbiye etme çağrısında bulunarak onu yıkmayı ve Müslümanların hayatlarından uzaklaştırmayı dert edindiler.

Devlet var olduğu ve Müslümanlar da tek imamın emri altın oldukları zaman Arap dili resmi dil idi. Diğer devletlerle anlaşmalar bu dil ile yazılıyor ve bununla işlem yapılıyordu. Üzerine kurulu olduğu devlet bu dile değer vermekteydi. Ancak İslâm devletinin düşmesi ve düşmanlarının onu parçalayabilmeleriyle birlikte sömürgeci açgözlülükleriyle onu yemek için çağrıda bulundular… Buna bağlı olarak sömürgeciler İslâm ideolojisinin anlaşılmasının en üstün aracı olması hasebiyle bu dile yönelerek onu bir kenara atmaya ve görmezden gelmeye çalıştılar. Buna karşılık olarak kendi dillerini okullarda ve üniversitelerde resmi dil haline getirdiler ve böylece de dini ve dili hakkında cahil olan nesiller yetiştirdiler. Kendi dilinin kullanılmasını zorunlu hale getirdi ve bu nesilleri onunla parlattı. Kendi dillerini konuşan kimseleri kültürlü, çağdaş ve ilerici büyük kimseler olarak tanıttı. Zorbalar ana dili olan Arapçanın hapsedilmesi için çok çaba harcadılar, ümmetin onurunu ve izzetini diri diri gömdüler. Onu hafızalarından silmeye, ümitlerini ve rüyalarını köreltmeye çalıştılar. Onun rüyasını ve hayata bakışını hapsettiler. Kendisine tabi olan, onun kanunlarını uygulayan, onun mefhumlarıyla doyan, davranışlarını bu mefhumlara göre şekillendiren nesiller oluşturdular ve böylelikle adımlarını takip ettirerek onu kertenkele deliğine soktular.

2-           Arap Dilinin Uzaklaştırılmasıyla İslâm Kimliğinin Silikleştirilmesi

Kimlik, bir şeyin özü ve hakikati olarak tarif edilmiştir. Ümmetin kimliğinden bahsettiğimizde ise, hadarattan kaynaklanan şahsiyetini ifade etmek için diğer milletlerden ayıran nitelikleri kastetmiş oluruz. Öyleyse kimlik sorunu, ümmetin bekasını içerisinde barındıran, onun varlığını koruyan cevheri ve eksensel bir sorundur. Kimliksiz bir ümmet kayıp, zayıf ve kendisi dışındakine tabi olan düşük bir toplum haline gelir. Bu nedenledir ki batı, İslâm devletini yıktıktan sonra doğrudan ümmetin kimliğini ortadan kaldırmaya, silmeye yöneldi. Böylelikle onun hadaratını yok etmeyi, hayattan uzaklaştırmayı, kimliğini kaybettikten sonra kendi içinde erimesi için kapitalist ideolojisini ona dayatmaya imkân bulmak istedi.

Sarsıntı meydana getirebilmek için başlangıçta oklarını akideye yöneltti. Hayata bakış açısı akide tarafından ekilir. Varlık için net bir bakış verir ve Müslüman onun ışığında yürür. Mefhumlarını oluşturur, davranışları ve fıkhı akideye göre şekillenir. İkinci bir açıdan ise bu mefhumun ifade edilmesindeki başlıca aracı –ki ifade aracıyla Arap dilini kastediyoruz- uzaklaştırmak, onu dışarıya atıp yerine kendi dilini koymak için çalıştı. Üçüncü yönden ise ümmetin derin tarihi hakkında şüphe oluşturdu ve hadâratının tarihini dayattı.

Bu alanlarda çalıştı ve arzularını gerçekleştirmeyi başardı. İslâm ümmetinin kimliğinin işaretlerini silmeye, onun izzetini ve onurunu düşürmeye imkân buldu. “Fırsatı Ganimet Bildi” isimli kitabında Nixon şöyle diyor: “Biz nükleerin darbesinden korkmuyoruz. Fakat biz İslâm'dan ve batının kendisine ait kimliğini yok edecek olan ideolojik savaşından korkuyoruz.” Batı, kendilerinden çekilip alınan kimliklerini geri almaları halinde Müslümanların şan ve şereflerini geri kazanmaya muktedir olduklarını idrak etmektedir. Fikirleriyle onları yükseltecek, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmete dönmeleri için onları kalkındıracak şekilde hayata yeniden doğru bir şekilde bakabilmeleri halinde Rablerinin nuru ve nebilerinin hidayeti ile yeniden dünyaya liderlik edebileceklerdir. Bu nedenle batı, iğrenç planlarını uygulayabilmek ve ümmetin kimliğini karalamak için bizim derilerimizden olan evlatlarımızı vazifelendirdi. Ezher Üniversitesinin önceki Rektörü Şeyh Câd el-Hak Ali Câd el-Hak’ın –Allah rahmet etsin- mücrimlerin hainliği hakkında söylediği şu sözde olduğu gibi: “İslâm ümmeti hakkında bir başka kimlik aramak, büyük bir ihanet ve cinayettir.”

Bu türden kimselere ait listenin başında Hilafeti ve şer’î mahkemeleri ilga eden, Arap harflerini Latin harfleriyle değiştiren Mustafa Kemal yer almaktadır. İşlemiş olduğu bu cürümlerinin ardından Hilâfet Devletinin kimliğini silmek ve ümmetin düşmanlarına imkân tanımak için çalıştı. Bu amaçla, ümmete baskı yaptı, onu zayıflattı eşsiz ve benzersiz kimliğini silip attı. İslâm'la çelişse dahi her adımında batıya tabi olma çağrısında bulunan batılıların dekanı Taha Hüseyin de onun takip etmiş olduğu yol üzere yürüdü. Şöyle diyordu: “İslam dini bizimle firavunlarımız arasında engel olarak duracak olsa elbette onu atarız.” Onun batıya olan bu bağlılığı kendisini cehennemin en altına götürecek olan körü körüne bir bağlılıktır. Ümmetin kimliğinin silinmesi, parçalanmışlığın ve milliyetçiliğin sabitleştirilmesi, ümmeti bir araya getiren sahih sabit bağları ilga edecek olan unsurların ekilmesi isteğini yerine getirmek için batıyı razı etme ve mefhumlarını yerleştirmeye cüret etmektir. Onun yaptığı iş, kimliğin İslâm kimliği olduğu hissini veren her hususta, onların bir kısmına karşı açık düşmanlığa sürükleyen bu ümmetin emin öncülüğünü ve egemenliğini avucunun içine almaktır. Bu nedenle Ahmed Lütfi, anayasanın bir bölümünü “uğursuz metin” olarak nitelendirmekten utanmamaktadır. Çünkü bu metinde devletin resmi dini İslam'dır denilmektedir. Nitekim onlardan birçoğu, bir unvan veya değersiz bir mal karşılığında batıya hizmet etmek için İslâm kimliğini bastırma ve Müslümanların devletinin yok edilmesi planını infaz etmeye çalışmışlardır.

Elbette ki bu kimseler, ümmetin sarayını yıkmak, ümmeti kimliksiz bir şekilde batının laiklik ve kokuşmuş kapitalist mefhumları dalgalarına atarak ümmeti zayıflamış bir şekilde düşmanlarının önüne atmak için çalıştılar ve çalışmaya devam etmektedirler. Ümmeti ve ümmetin kimliğini savunmak için çalışan ümmetin çok sayıdaki muhlis evlatları da yönlendirilmiş olan oklara karşılık vermekte, ümmetin kimliğini sabitleştirmek için İbni Teymiye, er-Rafii ve Mahmud Şakir ve diğerleri başta olmak üzere çalışmaktadırlar.

Bugün Müslümanlar hayatlarında olması gerekenle oldukları bir hal arasında garip bir dünyada yaşamaktadırlar. Dolayısıyla rahatı ve güvenliği hissetmeleri, İslâm kimliği ile izzet buldukları bir hayatı yaşamaları için onların hayatlarının akidelerinden kaynaklanan şeriata göre yürümesi kaçınılmazdır. Ancak ne yazık ki bu kimlik adeta yok edildi Müslümanların inançlarından tümüyle uzak bambaşka bir kimlik onun yerini aldı. İşte bu, acı veren ve öldüren bir garipliktir.

Herhangi bir toplumun kimliği, toplumun bireylerini kucaklayan, onları koruyan, sarsılmaktan ve kaybolmaktan, gelgitlerden sakındıran, onlara eman ve şeref hissini veren ve aynı zamanda içlerine güveni ve kuvveti eken bir kaledir. Kimlik kaybolduğu zaman toplum da kaybolur, toplumu çatışmalar ve çelişkilerle dolu bir hale getirir. Toplum kimliğini koruyamadığında yok olur, diğer tarafta erir, özelliklerini ve ayrıcalığını kaybeder. Allah Sübhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: ﴿وَدَّ كَثِيرٌ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَداً مِنْ عِنْدِ أَنْفُسِهِمْEhl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler…” (Bakara Sûresi: 109) Müslümanların kimliklerini silip atmak için gece gündüz demeden tuzak kurmaktadırlar.

Bugün ümmetimizin gençlerinde gördüğümüz cehaletin boyutu elem vericidir. Hatta onu yoksunlaştıracak ve küçük düşürecek bir haldedir. Ümmetin evlatlarını medeniyete ve gelişmişliğe ayak uydurmak için kültürlü görünme uğruna diğer dilleri ezberleme yarışı içerisinde olduğunu görürsün. Başkaları tarafından alay edileceğinden korktuğu için fasih Arapçayı konuşmaktan çekinmektedir. Kendi diline ve kimliğine olan güveni sarsılmış bir haldedir. İşte bu durum, bu aktif kuvveti kutuplaştırmayı kolaylaştırmak ve istediği şekle sokabilmek için batının planladığı husustur. Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde batı hadâratı içerisinde eriyen onunla övünen, onu ve mefhumlarını pazarlayan ve kimliğinden kopmuş bir gençlik.

Diğer taraftan ise batı kimliğini korumakta ve kimliğini tehdit edene karşı onu savunmaktadır. Buna mukabil İslâm ümmetini eritmeye ve onu yalnızlaştıran işaretlerden bir işareti, kendisiyle savaşılan ve savaşılmaya da devam edilen Arap dilini mahvetmeye çalışmaktadır. Ta ki böylece özelliklerini kaybetsin, ilerleme kervanı dışında şaşkın bir halde kalsın. Batı çok iyi biliyor ki İslâm'ın yok edilmesi ancak Arap dilinin yok edilmesi ile olur.

3-           Bozuk Arapçanın Kullanılmasına Çağrıda Bulunmak Arap Dilinin Dışlanması Demektir:

Batı, İslâm devletini yıkıp tek olan varlığını parçalanmış küçük varlıklara taksim ettikten sonra atlarını donatmak ve gücüyle hükmetmek için fasih Arapçaya karşı çok yönlü savaşa girişti. Milliyetçi söylemleri öne çıkartmak için bozuk lehçeleri övdü ve öne çıkarttı. Böylelikle ümmetin birliğini ve ayrıcalığı olan kimliğini yok etmeyi kolaylaştırdı. Batı, İslâm devletini bölmekle yetinmedi. Lanetli Syks-Pico sınırlarını sabitleştirdi. Hatta bunu her bir beldenin tarihini ve dilini diğerinden ayıracak şekilde ümmeti parçalamaya kadar götürdü.

Batı hadâratı ve kültürü ile efsunlamış olan kültürlü kimselerin alınlarındaki utanç kesinlikle silinmeyecektir. Zira onlar batıyı razı etmek için ölümüne İslâm kimliklerini ve Arap dillerini karaladılar. Bozuk Arapçayı ilk kullanan kimse Rıfaa Rafi et-Tahtavi oldu. “Kendisiyle insanlar arasındaki muamelatın anlaşılabildiği ve avamca olarak isimlendirilen ve halk arasında kullanılmakta olan dile ait birtakım kuralların olmasında bir sakınca yoktur ve buna göre umumi menfaatler ve yerel maslahatlar hakkında kitapların tasnif edilmesi yakındır,” demek suretiyle bu düşüncesini vurgulamaktadır. Sanki aynı din mensupları ve oryantalistler İslâm ümmetinin dinamiklerini kazanmak için toplanmaları her an için kesin bir iş olmuş! Buna ilave olarak batıya hizmet etmek ve ana dili vurmak için batıya hizmet etmek üzere batıya gönderilenlerin yaptıklarında ve avam dilinin kullanılmasını teşvik edilmesinde de oryantalistlerin önemli bir rolü olmuş, bunu desteklemişler ve yaymışlardır. Mısır’daki Daru’l Kütüb müdürünün “Velehüm Sebita” adıyla kaleme aldığı kitap “Mısır’daki avam dilinin kurallarını içermektedir.”

Batı ümmete karşı donanım sağlamak, ümmeti bir araya getiren; din, dil, toprak ve tarihi yok etmek için Arap diline karşı açmış olduğu savaşta milliyetçi naraları ve değişik bölgelerde kullanılan avam lehçelerini seslendirdi ve bayraklaştırdı. Elbette ki Fas Arabının bu davette payı oldu ve Arap dili, sömürge dili olan Fransızcadan sonra ikinci dil haline geldi. Fransız Fas Çalışma Heyetinin hazırlamış olduğu rapora göre; “bu uğurda yapılması gereken ilk iş, Kuzey Afrika’daki yerel lehçeleri ve avam dilini canlandırmak suretiyle Arap dilinin önemini azaltmak ve insanları ondan uzaklaştırmaktır.”

Oryantalist sömürge âlimleri, Arapça ile kapışması için Berberi’ce lehçesinin kurallarına ait kitap hazırladılar. Bu hususu Şehade el-Hurî şu şekilde ifade etmektedir: “Sömürgeci, Arap dilini Cezayir topraklarından söküp atmasının muhal olduğunu hissetti ve onun yerine Fransızcayı ekti. Buna yardımcı olacak bir başka araca sığındı. Cezayir’in çocuklarına Arap dilinin kendi asli dilleri olmadığını, asıl dillerinin Berberice olduğunu aşılama, öğretme yoluna başvurdu. Fransız gönüllüler mümkün olduğu kadarıyla onlar için alfabe koymaya çalıştılar.”

Çirkin ve müthiş bir deha ile yapmış oldukları açıklamalarla oryantalistler yaptıklarını süslediler, güzel niyetlerle onu kapladılar. Oysa hakikatinde o, hem ümmeti hem de ümmetin dilini yok etmek için İslâm ümmetinin dilinin, düşüncelerinin ve mefhumlarının kabı, hemen zehirleyip öldürecek olan zehirden başka bir şeyi taşımıyordu. Onlardan birisi bu hususta şu açıklamayı yapıyor: “Fasih Arapça ile yazışmaları Mısırlıların icad ediciliklerine engel olmaktadır… Sadece insanlığa hizmet etmeyi sevdiğim ve bilgilenmenin yayılmasına olan isteğim beni bu türden bir tavır almama neden oldu.”!

Düşmanları nezdinde Arap diliyle ilgili durum işte budur. Zira onlar Arap dilinin ne denli etkili olduğunu ve toplumdaki konumunu biliyorlardı. Bunun için onu ortadan kaldırmak ve avamca ile onun yerini doldurmak için çalıştılar. Adetleri olduğu üzere bunu, batı mefhumlarıyla sarhoş olmuş ve batının denizinde boğulmuş olan, kendilerini kültürlü kimseler olarak isimlendiren ve bizim derilerimizden olan kimseler üzerinden yaptılar. Bu amaçla Selame Musa, Cemil Sıdkı ez-Zehavi gibi kimseler buna teşvik eden birtakım sloganları gündeme getirdiler. Iraklı şair bunu şu sözleriyle ifade etti: “Müslümanların geri kalmışlıklarını araştırdığımda iki sebep buldum. Bunlardan birincisi; ilk makalemde zararlarını saydığım başörtüsüdür!!! İkincisi ise; Müslümanları özellikle de Arapların konuştukları dil dışındaki bir dille yazıyor olmalarıdır.” Kin ve nefret duyanların bir kısmında bu durum açık bir şekilde fasih Arapçanın reddedilmesi ve ülkelerin tek dili olan avamcanın zaruri hale getirilmesinin zorunlu olduğunu ilan etmelerine kadar ulaştı. “Beldelerin tek dili olduğu için avamcaya yönelik hatalı olan her hükmü bir kenara atmamız hikmetli bir iştir.” (Sldan Moore ve Mısır'da yerel Arapça)

Arapçanın yerel avamca ile değiştirilmesi, Arap diline yönelik saldırılarda kullanılan araçlardandır. Bu nedenle avam lehçesiyle gazeteler, kitaplar ve dergiler çıkartıldı, tiyatrolar fasih Arapçadan avamcaya çevrildi. Bu çerçevede oryantalistler, Fas ve Tunuz yere dili olan (Syanko Fiski) ve Mısır yerel dili olan (Nillino) gibi yerel diller hakkında araştırma yapma yarışına giriştiler.

Kur’ân diline düşmanlıklarında sadece avamcaya çağrıda bulunmakla yetinmediler, aynı zamanda Arap harfleri yerine Latin harflerinin kullanılmasına da çağrıda bulundular. Ey İslâm ümmeti düşmanlarının sana reva gördükleri tüm bunlarla seni ne kadar da hor gördüler? İnsanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet olan senin başına gelen bu alçaklık nedir?

4-           Latin Harflerinin Kullanılması: Arap Diline Yönelik Aralıksız Savaştır.

Ardı arkası kesilmeyen ve peş peşe gelen ve ümmeti kalkındırma ismi verilen çağrılar, gerçekte ümmeti zayıflatmaya ve yıkıma götürmek için yapılan çalışmalar olup onların pis planlarının uygulanmasıdır. Arap dilinin Latin harfleriyle yazılmasına çağrıda bulunacak kadar içlerinde gizli olan bu kin de nedir? İsyankâr evlatlarda bulunan hangi nefret onları ana dillerine karşı öldürücü okları atmaya yöneltiyor?

Abdülaziz Fehmi, 1931 yılında Arapçanın Latin harfleriyle yazılmasına çağrıda bulunan ve kitap çıkartan bu kişilerden birisidir. Kitabın yayıncısı onun hakkında şöyle diyor: “Türkiye tecrübesi başarılı oldu. Onlar Türkçeyi Latin harfleriyle okuyorlar. Ancak taşlaşmış görüş sahipleri küfür ve zındıklık sayıp onu attılar.” Bu ifadeleriyle yayıncı bu iğrenç çağrıda sevinçli bir şekilde ona destek vermekte ve avamcanın güvenilir bir dil sayılmasına çağrıda bulunmaktadır. Bunun da ötesine geçerek Arapların resmi dili olması için Latin harfleriyle yazılması çağrısında bulunuyor. Zira onların iddialarına göre Arap harfleri avamca lehçesinin yazılmasına elverişli değildir.

Asırlar boyunca kendisini birinci dil olarak kabul ettirmiş olan bu dil üzerinde uzak yakın herkes birleşmiş iken ve dünyaya liderlik eden en güçlü devletin dili iken bu nasıl olabilir? Tıpkı devletinin üzerine üşüşüp düşürdükleri gibi bu dilin üzerine de üşüştüler. Asi ve mücrim evlatlar da bu hususta onlara yardımcı oldular. Onlara dost oldular, onları dost kabul ettiler, sevdiler. Onlar da bunların arkasına gizlenerek zehirli oklarını ve mızraklarını ümmete ve ümmetin diline fırlattılar.

Arap dili topluluğu,-varsayım olarak herhangi bir saldırıya karşı bu dil hakkında sakınan bir göz olması gerekir- kindar olan bazı üyelerini razı etmek için Arap dili hakkında büyük bir ihanet ve tuzak olan bir işle, Arapçanın Latin harfleriyle yazılması önerilerini üç yıl boyunca incelemekle meşgul oldular. 20 üyeden meydana gelen böylesi bir topluluk kurulmuşsa ve bunların yarısı (Taha Hüseyin, Ahmed Lütfi, Seyyid…) gibi Mısırlılardan diğer yarısı da Araplardan ve oryantalistlerden meydana gelmişse bunda şaşılacak bir durum yoktur.

Şüphesiz ki bu dilin düşmanlarının daha doğrusu İslâm'ın düşmanlarının ortaya koymuş oldukları bu girişimler, bu dile olan güveni sarsmayı ve tümüyle yok oluncaya kadar da Müslümanların hayatından uzaklaştırmayı hedefleyen çabalardır. Böylelikle ümmeti dilini anlayamayacak, muayyen taraflarda kullanımının azalmasıyla da donukluğa ve durgunluğa daha da yaklaşacak ardından da harekete, ilerlemeye ve gelişmeye yaklaşacak. Bu durum dilin çağa ayak uydurmaya elverişli olmadığını düşünür hale getirmiştir… İfade gücü yetersiz, eski, zaman içerisinde üzerini tozların kapladığı ve diğer dillerin kervanında yürümeye yeniden ayak uydurma gücü bulunmayan bir dil.

5-           Kur’ân Dili İnsan İlminin Gelişimine Ayak Uydurmaktan Aciz Midir??!!

İslâm ümmetinin düşmanları, İslâm'ın ve Arap dilinin ümmetin binasında mütekâmil güç ve iki esas olduğunu anladılar. Bu nedenle bu iki gücü birbirinden ayırmak için çalıştılar. İslâm ile hükmetmeyi ilga ederek bunun yerine beşeri kanunları koydular. Arap dili yerine de kendi dilleri üzerinde yoğunlaştılar. Ümmete hükmedebilmek, ben dilediğim zaman dilediğimi yaparım anlayışına yönlendirebilmek, inançlarına ve dillerine olan güvenlerini sarsabilmek için ümmetin evlatlarında acziyet meydana getirdiler. Zira onlara göre ümmetin dili, çağın ilmini kuşatmaktan acizdir. Onların iddialarına göre öncekilere ait bir dil olup ileriye götürmek yerine geriye götüren bir dildir.

Arap dili tıp ve mühendislik gibi bilimsel alanlardan özellikle uzaklaştırıldı ve bir kenara atıldı. Bu bilim dallarını ifade edemeyecek güçte bir dil sayıldı. Bu durum ise gençlerde dillerinde ve İslâmî kimliklerinde hoşnutsuzluğa buna mukabil diğer dillerinin denizlerine katılmaya, etkilenmeye ve orada erimeye neden oldu. Bakışlarını batıdan gelenlere dikmiş bu nesillerin gözünde Arap dili ölü bir dil oldu. Batının hadâratı, dünyayı silip süpüren dilini, işgal ettiği tahtı, dünya bilimlerini kuşatmakta yalnız kalmak ve yüceliğini ilan etmek için kullandı.

Arap ilimlerinin ve ibarelerinin müfredatını genişleten bir lisana dil uzattılar, yalanladılar. Asırlar boyunca dünyanın istifade ettiği ve tarihte büyük şöhreti bulunan âlimlerin temeyyüz ettiği zirve ilimleri barındıran bir dili karaladılar. Şeyh Beşir el-İbrahimi şöyle diyor: “…İbni Sina ve Farabi’nin Farsça olarak kaleme aldıkları eserlerinde içerisine soktukları az sayıdaki farsça ve yunanca kelimeleri istisna ettiğimiz zaman Arapça, içinde arabın yükseldiği tıbbın inceliklerine kadar genişledi.” Bu dil Arap dilidir. Doldukça genişleyen, daha fazla müfredatı ve türetilenleri içine almak için de açılan büyük bir kaptır. Arapça bir başkasına muhtaç değildir.  Çünkü o, kendi zatıyla yeterli olup iftiharla kuşatmaya kadir bir dildir. Rahman’ın insanoğluna indirdiği en hayırlı dildir. Brokelman şöyle diyor: “Kur’ân’ın üstünlüğüyle Arapça, dünya dillerinden hiçbirisinin bilemeyeceği kadar genişledi.”

Asırlar boyunca Arapça yüksek bir yerde durdu. Duvarlarıyla insan ilimlerini kuşattığını ispat etti. Tarih kitaplarındaki Müslüman âlimlerin isimleri, elde etmiş oldukları neticeler, gerçekleştirdikleri başarılar ve icatlar bu kitapların içlerine kazınmış bir şekilde bu dilin genişlemeye, yayılmaya ve gelişmeye elverişli, canlı bir dil olduğunun delili ve şahididirler… “Arap dili batıya bilimsel ifade metodunu sokmuştur. Arapça en temiz dillerden olup ilimi ve teknik tabir metodunda ayrıcalığı olan bir dildir.” (Fransız Louis Massignon)

Arapça… kuşatma ve cömertlik bakımından son derece zengin bir dildir!!

6-           Küreselleşme Ve Arap Dilinin Dışlanmasındaki Rolü

Küreselleşme veya daha dakik bir ifade ile yeni sömürgecilikle batı, egemenliğini diğer milletlere özellikle de yükselme, ilerleme ve kalkınma sloganlarıyla kimliklerini ve devletlerini kaybetmelerinin ardından zayıflayan İslâm ümmetine karşı dayatabilmek için sömürge üslubunu değiştirdi. Küreselleşme; siyasi, iktisadi, ictimaî ve kültürel açıdan çeşitli yönleri olan bir savaştır. Bunun hedefi kimliği vurmak ve hadâratı yok etmektir. Bu saldırı bizzat Amerikan egemenliğini dayatmaktır. Yani vaat veya aldatma ile ya da tehdit yoluyla hükmedebileceği, dilini, kültürünü ve kapitalist batı hadaratını dayatabildiği ve kendi siyasetine göre hareket ettirecek olan bir Amerika demektir.

Laiklik türlerinin en tehlikelisi lügat olarak kullanılan küreselliktir. Küresellik, dünyadaki diğer diller üzerinde İngilizcenin egemenlik kurabilmesi, asrın gidişatının ve ilerlemenin adresi olması suretiyle İngilizcenin birinci dil olmasının ilan edilmesidir.

Dil, mefhumlara ait bir kap olup devletler tarafından önemsenmiştir. Kendi dillerini sömürmekte oldukları devletlere dayatarak dolaşan bir dil olması için çalıştıkları bir husustur. Küreselleşme ise; kanunlarını, siyasi, iktisadi, kültürel ve ictimaî egemenliğini dayatmak için Amerika'nın metodudur. Fransa ve dilleri konusunda fransızcalaştırma yolunu takip eden tüm devletler devletlerarası konferanslara katılmak suretiyle dillerini yaydılar. Fransızcayı dünyada kullanılır ve onunla iletişime geçilir hale getirmekle Afrika devletlerinde Fransızca son derece önemli ve başlıca rol oynadı. Bunun sebebi Arap dilinin buna gücü yetmemesidir. Bu nedenle Fransızca, dünyadan kopmaması için bu devletler için en iyi yardımcı oldu.

25/04/1994 Çarşamba günü Ehram’daki yazısında Enis Mansur şöyle diyor: “Fransızlar; felsefe, edebiyat ve bilim dahil olmak üzere her hususu dakik bir şekilde ifade gücüne sahip olan güzel dilleriyle son derece övünmektedirler. Bu nedenledir ki istedikleri hususları ifade edebilmeleri nedeniyle İngilizce veya Amerikanca tabirlerin kullanılmasını reddetmektedirler. Fransızlar bunun çok çok ötesine gittiler… Yani sadece bu isimleri kullanmayı reddetmekle kalmayıp diyaloglarında veya yerel isimlerinde İngilizce ve Amerikanca isimleri kullanan kimseleri de cezalandırdılar.”

Bunun ardında, üzerine nice yağmurların yağdığı, bugün için var olanları ifade etmeye elverişle olmayan bir dil olduğu gerekçesiyle küçümsenen ve hafife alınan Arap diline karşı kaybolmuş ve unutulmuş dehlizlerde atış yapmayı hedef alan bir savaş vardır… Bunun ardında, Amerikan İngilizcesini, Fransız Fransızcasını veya diğer dilleri dayatma yarışı vardır. Bunun ardında ekonomik ve siyasi egemenliğini yerleştirmek, kimliğini korumak kültürünü ve dilini dayatmak için batılı devletler tarafından ortaya konulan aceleci çaba vardır… Ancak bütün bunlar karşısında İslâm ümmeti nerede? İslâm ümmetinin dilini bir kenara atmak ve uzaklaştırmak suretiyle kendi dilini dayatan ve dayatmaya devam eden kafirin çalışması nerede İslâm ümmeti nerede?

Yaptığı çalışmalarla batının, İslâm ümmetini; kimliğinden, dininden sıyırmak, kendi hadaratında erimesi için mefhumlarıyla kaynaştırmak böylece de bekasını garanti altına almayı hedefleyen çalışması vardır. Bu çalışma, egemenlik, liderlik ve beka için bir hadâratın bir başka hadaratla çatışmasıdır.

7-           Medya Ve Arap Dilinin Uzaklaştırılmasına Katkısı

Medyanın insanlar ve zevklerinin değişimi üzerinde ne kadar etkili ve önemli olduğu herkesçe malumdur. Peki, bu medya batı hadâratının diliyle konuşması halinde durum nasıl olur? Üzerlerine uygulanmakta olan yörüngede insanların meyiller örnek bir şekilde yönlendirilmiş olsaydı ne olurdu?

İslâm ve Arap diline düşman olanların yaptıkları büyük bir tehlikedir. Onlar medya araçlarını, bu akideye olan güveni sarsmak, onun ayrıcalığını sonlandırmak ve zehirlerini yaymak için kullanmaktadırlar. Daha doğrusu onu terörle, insan haklarını özellikle de kadın haklarını çiğnemekle yaftalamaktadırlar. Seslendirdikleri kara senfonilerinin ardında, bu dini hayattan uzaklaştırmak ve dini sadece birtakım dini ritüellerle sınırlandırmak için uyguladıkları pis planları yer almaktadır.

Bugün televizyon programlarında laikliğe vurgu yapıldığını ve bunun insanın karşılaştığı sorunlar için en iyi çözüm olduğunun, modernleşme, ilerleme ve yükselmenin adresi olduğunun anlatıldığını görüyoruz. Buna karşılık olarak ise bu programlarda İslâm'la alakalı olan her hususa; başörtüsüne, sakala, Kur’ân kurslarına, Kur’ân eğitim programlarına ve güçlü bir şekilde de İslâm kültürüne ait birtakım ifadelere saldırıldığına şahit olmaktayız. İşte bunların tümü, kuvvetiyle ve asırlar boyunca dimdik duruşuyla batıya korku salan İslâm hadaratını tümüyle yok etmek, saldırmak ve yerine batı hadaratını dayatmak için medyanın bir araç olarak kullanıldığını düşünmemize ve bundan da emin olmamıza neden olmaktadır.

Bu vahşi saldırıdan Arap dili de kurtulamadı. Bütün uzayı kapsayan yayınlarıyla medya araçlarının bu dilin bir kenara atılmasında önemli bir payı vardır. Kapitalist hadâratın neticelerinden olan bu yayınlar, sahiplerine büyük bir kazanç sağlıyor olması nedeniyle son derece çekicidirler. Batının pis kültürünü sızdırmadaki iğrenç pencerelerdendir. İslam ve batıcılık; iki hadârat arasındaki ihtilaflara ve çok geniş mesafeye rağmen medya, İslâmî toplumlara kadar ulaşmış, derinlere inmiş, değerini ve özelliklerine bakmadan İslâm toplumlarının vücutlarında yürümüştür. Çocukları, gençleri muayyen taraflara çeken, meşhur şarkıcı ve sanatçılar tarafından sergilenen hareketleri taklit eder hale getiren, hatta fasih Arap dilinden tümüyle uzak, birçok yönden de İslâm ahlakıyla çelişen ithal ifadeleri ve cümleleri tekrarlayan kişiler haline getiren ünleriyle bu yayınların yer almadığı medya araçlarının girmediği yer neredeyse hiç kalmadı.

Medya; görüntülü mesajlar veren, toplumun bireylerini zehirleyen, birtakım malları satın almaları veya belli bir bedel karşılığı bir hizmeti elde edebilmeleri için onları aldatan bir faaliyettir. Medya algı oluşturmak suretiyle kişiyi istenilene sürükleyen başarılı bir araçtır. Bu nedenledir ki medyanın, bir silsile ve kolaylık olduğu, ulaşılmayı ve kabulü mümkün kıldığı gerekçesiyle avamcayı kullanmayı tercih ettiği görülmektedir. Öyle ki kulakların alışması ve damak tadına uygun bir hale gelmesi için avamcanın kullanılmasından dolayı herhangi bir rahatsızlık duyulmamıştır. Buna karşılık olarak ise kendisine zafiyetin ve yorgunluğun sirayet ettiği insanların dilini yükseltmek için sahih ve fasih ifadelerin kullanıldığı yayınlar yapmaları gerekirken tam tersine bozuk bir dil kullanmayı esas almaktadırlar. Hatta ve hatta insanların zevklerini gözetmeden, akıllarına ve hadaratlarının özelliklerine saygı göstermeden avamca ifadeleri kullanıp yaymaktadırlar.

İşte böylece kapitalist sistem ancak kazancını ve çıkarını garanti etmek için hareket etmekte, kurnazlık ve hile ile çalışarak “bir taşla çok sayıda kuş vurmak” için medya aracını kullanmaktadır. Ürünlerini beğendirmekte, bunlar için pazarlar oluşturmakta, kendi ürünlerini üretip tüketmemesi için de ümmete bağımlılık kelepçesi vurmaktadır. Ardından da ümmetin dili olan Arapçayı yok etmek ve kendi dünyasında erimek için ümmetin kimliğine ait işaretleri mahvetti. Diğer dillerin reklamını yaparak Arap dilini yok etmeye çalıştı. Böylece bu esasa göre organ oluşturdu ve buna bağlı olarak da geri dönmeyeceğinden, kendisinden alınan şan ve şerefini geri döndürmek için çalışmayacağından emin oldu, kendi bekasını, egemenliğini ve liderliğini garantide hissetti.

Tercüme edilen dizi filimler ise neredeyse bağlarından kurtulmanın mümkün olmadığı demir kelepçeler haline geldi. Dizi filimler sadece kendi kanallarında yayınlanması için uydu yayınları ve televizyon kanalları nezdinde rekabet alanı haline geldi. Dizi filimler nedeniyle Arapçaya tercümelerin yapılması söz konusu olduğunda ise bunu avamca ile yaptılar. Böylelikle bu dizi filmlerin hayranı olan Müslümanların hayatından Arapça uzaklaştırılmak, gözlerden uzak tutulmak istendi ve özellikleri Arap dilinden çekilip alındı. Böylelikle Arap dilinin yerine; tek ümmeti paramparça edecek, dili, kültürü, hadâratı ve mirası ile her birisini diğerinden ayıracak ve aralarındaki bu parçalanmışlığı, farklılığı sabitleştirecek dilleri koydular.

8-           Arap Dili Ümmetin İzzetinin Adresidir:

Bir halkın lisanının aşağılanması ancak züldür. Bir halkın çökmesi ise işlerinin geri gitmesi demektir. Bu nedenle sömürgeci yabancı, kendi dilini sömürülen halka dayattı. Onunla yaşamaya, büyüklüğünü hissettirmeye zorladı ve sömürge diliyle onların peşine düştü. Tek bir işte üç tane hükmü birden üzerlerine uyguladı. Birincisi; onların dilini kendi dili içinde müebbet hapse mahkûm etti. İkincisi; öldürmek, mahvetmek ve unutturmakla geçmişleri üzerinde hükmetti. Üçüncüsü ise; hazırladığı kelepçelerle geleceklerini kayıtladı ardından da onlara kendine tabi olma emrini verdi.” (Vahyu’l Kalem; Mustafa Sadık er-Rafii. Allah rahmet etsin)

İslâm ümmetini kahredip, zebun etmek, zelil hale getirmek için ortaya konulan son derece hızlı bir çaba. Ümmetin kimliğini ve dilini silip atmak için sarfedilen ciddi bir çalışma. İşte bu kin Allah’ın yeryüzüne ve üzerindekilere mirasçı olacağı güne kader kesinlikle kesilmeden devam edecek olan eski ve köklü bir kindir. İslam hadâratı ile kapitalist hadârat arasında var olan bir çatışma. Servetin, şöhretin ve tahakkümün tadına varıp dünya üzerinde hakimiyet kurduktan sonra bekasını sağlamak ve egemenliğini dayatmak için batı hadâratı tarafından sergilenen bir savaş… İslâm hadâratının devletini kaybettiği, kimliğinin yok edildiği ve yeniden Allah’ın hükmünü yeryüzüne geri döndürmek, bununla beşeriyete huzur sağlamak, emanı ve mutluluğu getirmek için çalışmaların yapıldığı bir ortamdaki savaş.

Şanlı ve şerefi günlerinde Müslümanlar İslâmî kimliklerini ve dilleri olan Arapçayı korudular ve bunlara dokunulmasına kesinlikle müsamaha göstermediler. İbni Teymiyye (Allah rahmet etsin) “Selef, muamelatta dahi arabın şiarlarının değiştirilmesini yani bir ihtiyaç olması haricinde Arap dili dışında bir başka dilin konuşulmasını hiçbir zaman hoş karşılamadılar. Nitekim Mâlik, Şafiî ve Ahmed buna işaret etmiş, hatta Ahmed şöyle demiştir: (Her kim bizim mescidimizde Arapça dışında bir dili konuşacak olursa mescidimizden çıkartılır.)

Onlar Arap dilinin son derece önemli bir konuma sahip olduğunu biliyorlardı. Arapçayı kaybettikleri zaman dinlerini de kaybedeceklerinin farkındaydılar. Çünkü Arapça, bölgeleri birbirinden farklı olsa dahi kıyısından körfezine kadar İslâm ümmetini bir arada tutan bağdır. Şair Ahmed Şevkî şöyle diyor:

ويَجمَعُنا إذا اختَلَفَت دِيارٌ *** بَيانٌ غيرُ مُختَلِفٍ ونُطْقُ

Diyarlar farklı olduğunda bizi bir araya toplayandır.

Konuşulmasında ihtilaf edilmeyen bir beyandır.

Bugün ise İslam ümmetinin durumu öyle bir hale geldi ki arzularımızın tümü, ardından herhangi bir netice beklentisi olmadan hoşnutsuzluk çağrılarının yapıldığı bir noktaya ulaştı. Arap dili âlimleri konferanslar yapıyorlar ve buralarda dilin kontrol edilmesine çağrı yapıyorlar. Aynı şekilde dünyanın her bir yanında İslâm ümmetine karşı haçlılar tarafından yürütülen vahşi saldırıları devletlerin kontrol etmesine çağrıda bulunuyorlar. Hafızalarımızda kulaklarımızı sağır edecek şekilde dil güvenliği konusunda feryadı figan ediyorla.

Kontrol, ister küresel ister dil açısından olsun, güvenlik ister gıda isterse dil açısından olsun kesinlikle hiçbir durumu değiştirmez. Müslümanların namusları çiğnendi, kanları akıtıldı, aç bırakıldılar, kovuldular ve devlet sınırlarının dışına atıldılar. Arap dili ise bir kenara atılarak çağın ilimlerinden uzaklaştırıldı… Bugün İslâm ümmetinin yaşadıklarının tek sebebi vardır ki bu sebep, insanların işlerini adil yaratıcıdan gelen hükümlere göre görüp gözeten, Müslümanların inançlarını, emniyetini, dillerini ve kimliklerini koruyan devletlerinin bulunmamasıdır. Düşmanları karşısında onların dertlerini çözecek, dinlerinin dilini geri kazandıracak olan da odur. Fransız “Ernest Renan” şöyle diyor: “İnsanlık tarihinde Arap dilinin yayılması ile ilgili olan tuhaf olan şey şudur. Arap dili tanınmış bir dil değilken birden zenginlik zincirinin kemaline ulaştı. Müfredatlarının çokluğu, anlamlarının inceliği ve onu bina eden nizamının güzelliği ile bu dilin yok olan ne genç ne de yaşlı kardeşleri olmadı.”

İşte bu dil ehli tarafından da tanınan Kur’ân dili olup onu korudular, ona önem verdiler ve savundular. Dinleri için hayatlarını feda ettikleri gibi bunun için de hayatlarını feda ettiler. Ancak devletin düşmesiyle düşmanlar arzularına ulaştılar, dili vurmak, bir kenara atmak ve zayıflatmak için iğrenç çalışmalarını sürdürdüler.

Buradan hareketle tüm Müslümanlara sıcak bir çağrı yapıyor ve diyoruz ki: Arap dilini ihmal ederek kaybolmaya terk etmeyin, o mukaddes bir dildir. Onunla anayasamız ve Kur’ân’ımız indi. Onunla dinimizin hükümlerini anlıyoruz. Ümmetimizin sadık evlatlarıyla birlikte gece ve gündüz dinlerine yardım etmek, nübüvvet metoduna göre Hilâfet Devletini kurmak ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek suretiyle Rablerinin kelimesi en yüksek olsun diye çalışan sadıklarla birlikte çalışalım. İşte yalnızca bununla Kur’an’ımızın dili izzetini ve şerefini yeniden kazanacaktır. Böylelikle din de dil de korunacak, düşmanlar ve onlarla birlikte hareket eden sefih uşaklar buna cüret edemeyeceklerdir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Ziyne Es-Samit

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER