بسم الله الرحمن الرحيم
Hizb-ut Tahrir’den Genel Olarak İslam Ümmetine Özel Olarak Güç ve Kuvvet Ehline Sondan Bir Önceki Çağrı
Hamd Allah’a, mahsustur. Salat ve selam Allah’ın Rasûlü’ne, onun ailesine, ashabına ve onu dost edinenler üzerine olsun.
Değerli Kardeşlerim! Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh
Hizb-ut Tahrir olarak bu çağrıyı sizlere mübarek Ramazanı Şerifin, faziletli oruç ayının manevi atmosferi içerisinde yapıyoruz. Öyle ki Allah Subhânehu ve Teâlâ bu mübarek ay hakkında şöyle buyuruyor:
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِي أُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدَى وَالْفُرْقَانِ“Ramazan ayı, ki onda Kur’an, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi.” [Bakara 185]
Ebu Hurayra RadiyAllahu Anh’dan rivayet edilen bir Hadisi Kutsi’de ise Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
قَالَ اللَّهُ: كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ لَهُ، إِلَّا الصِّيَامَ، فَإِنَّهُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ“İnsanoğlunun oruç hariç bütün iyi amelleri kendisi içindir; ama oruç benim içindir ve ben mükâfatını vereceğim.” [Buhârî] Yine Ebu Hurayra RadiyAllahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
إِذَا جَاءَ رَمَضَانُ فُتِّحَتْ أَبْوَابُ الْجَنَّةِ، وَغُلِّقَتْ أَبْوَابُ النَّارِ، وَصُفِّدَتِ الشَّيَاطِينُ“Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.” [Muslim]
Alîyyu’l Kadir olan Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan temennimiz şudur: İnşaAllah Ramazan ayının bu ilk Cumasında kalpleriniz ve kulaklarınız açık olur da söylediklerimize icabet edersiniz. Sonra da Allah Subhânehu ve Teâlâ’nınhaklarında şöyle buyurduğu kimselerden olursunuz:
الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُولَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُولَئِكَ هُمْ أُولُو الْأَلْبَاب“Sözleri dinleyip en güzeline uyanları müjdele. İşte Allah’ın doğru yola ulaştırdığı bunlardır. Gerçek akıl sahipleri de bunlardır.” [Zümer 18]
Değerli Kardeşlerim!
Şüphesiz ki sizler, geçmişte yaşadıklarımızı duydunuz ya da gördünüz. Şu anda yaşadıklarımızı da hem görüyor hem de işitiyorsunuz. Sömürgeci kâfir ülkeler, aç kurtlar ve kuduz köpekler gibi üzerimize saldırıyor. Ülkelerimiz, bütün açgözlülerin ve fırsatçıların iştahını kabartıyor. Hiç kimse de bu parçalanmışlığı bütünleştiremiyor. Bildiğiniz üzere kanlarımız akıtıldı, mallarımız yağmalandı ve topraklarımız tırpanladı. Dahası bundan önce Yahudiler, mübarek Filistin’i, İsra ve Miraç topraklarını, ilk kıblemizi işgal etti. Orada gasıp devletlerini kurdular. Yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkardılar. Halkı yerinden ve yurdundan edip yurtlarından çıkardılar. Yasakları çiğnediler, katlettiler ve hâlâ da o topraklarda bozgunculuk çıkarmaya devam ediyorlar.
Yine, kâfir Amerika da çok kanlar akıttı. Irak ve Afganistan topraklarını parçaladı. Her yerde bize karşı komplolar kurdu. Sudan’ı böldü. Doğu Timor’u Endonezya’dan ayırdı. Kıbrıs’ın neredeyse tamamını Yunanistan’a verdi. İngiltere ise tüm bu zulümlerde Amerika’ya iştirak etti. İmkân bulduğunda tek başına katliamlar yaptı. İmkânları el vermediğinde ise kimi zaman Amerika’nın gerisinde durdu, kimi zaman da Amerika’nın suç ortağı oldu. Irak, Afganistan ve Libya’daki katliamlarda Amerika’yla işbirliği yaptı. Yine kâfir Fransa da katliamlarında bu iki devleti adım adım izledi. Orta Afrika’da olduğu gibi bazen onlara ortak oldu, bazen de onlardan ayrı ve bağımsız olarak katliamlar yaptı.
Sonra Rusya; Kırım’da, Kafkasya’da, Çeçenistan’da ve Tataristan’da katliamlar yaptı. Aynı şekilde Çin, Türkistan’da İslâm'a düşmanlık için her şeyi yaptı. Diğer taraftan Hindistan, Keşmir’de katliamlar yaptı. Keşmir’in neresi olduğunu biliyor musunuz? O belde Hinduların katliam ve cinayetine maruz kalan Müslümanların topraklarıdır.
Kardeşlerim! Hatta öyle ki küçük ülkeler bile Müslümanların katledilmesine iştirak ettiler. İşte Burma. Budistler Müslümanlara musallat oluyorlar, katlediyorlar ve namuslarını çiğniyorlar. Ve daha sayamadığımız niceleri…
Kardeşlerim! Bu kanlar, sadece sömürgeci kâfirler eliyle akıtılmıyor. Bilakis, işbirlikçi ve uşak olan yöneticilerle beraber Müslümanların kanlarını akıtıyorlar. Bilinçsiz Bazı Müslümanlar da iyi bir iş yaptıklarını sanarak onlara cürümlerinde ortak oluyorlar. En azılı düşmanların savaşı gibi Suriye’de birbirleri ile savaşıyorlar. Sanki ilk cahiliye döneminde olduğu gibi Irak’ta savaşıyorlar… Libya’da vahşi bir şekilde, Yemende ise sert bir şekilde savaşıyorlar… Mısır ve Tunus’ta da savaşa benzer şeyler oluyor. Sömürgeci kâfirler eliyle Müslümanların sadece bedenleri katledilmedi. Zira akıllar ve gönüller de katledildi. Sömürgeci kâfirler, Hilafete davet eden ve onun için çalışanlara karşı hile, tuzak, iftira ve yalan haber araçlarını kullandılar. Bunlar, bazen doğrudan sömürgeci kâfirler, bazen de işbirlikçi ajanlar eliyle kullanıldı. İşte bunlar, çabalarının karşılığını alamayınca ve Müslümanları da Hilafetten saptıramayınca, içlerinden bir grup, sömürgeci kâfirlerin yapamadığını yaptı. Onlar kelimeleri saptırmak için konferans üstüne konferans düzenlediler. Hilafetin, şer’î bir hüküm ve İslam’ın bir farzı olmadığını, tarihi bir olgu olduğunu söylediler. Bazıları ise Hilafete karşı savaşta bundan çok daha ötesini yaptılar. Hilafeti, kendi ismiyle karaladılar. Hilafet adı altında katliam ve cinayetler işleyerek, Hilafetin böyle olduğunu iddia ettiler. Hilafet adına, insanlığın aklına gelmeyecek kötülükler yaptılar. Sömürgeci kâfirler ve İslam düşmanları için adeta bir yol hazırladılar. Böylece Hilafet, cürüm üstüne cürüm işleyen öcü gibi gösterildi. Sonra da insanları Hilafetten tiksindirdiler ve ondan uzaklaştırdılar. Zihinlerdeki görkem ve ihtişamını kaybettirmeye çalıştılar. İşte bunlardan dolayı bugün Müslümanların durumu çok karanlıktır. Ancak bu karanlık, sadece sömürgeci kâfirler eliyle gerçekleştirilmedi. Aynı zamanda işbirlikçi yöneticiler ve bazı bilinçsiz İslami gruplar aracılığıyla gerçekleştirildi. İslam karşıtı ya da İslam adına sloganlar atan kimseler aracılığıyla gerçekleştirildi!
Ey Müslümanlar! Özellikle de Ey Güç ve Kuvvet Ehli!
Durumumuz, Arapların cahiliye dönemini andırıyor. Zira onlar bir deve için kırk yıl savaşıyor ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlardı. Elleriyle taş ve tahtadan putlar yapıyor, sonra da onlara ibadet ediyorlardı. Hatta helvadan yaptıkları putları, acıktıklarında yiyorlardı! Bırakın dünyaya bir dava taşımayı, ne kendi halklarına ne de çevredekilere taşıyacak bir fikirleri yoktu... Çölde avare avare dolaşıyorlardı.Uygarolanları ise, o dönemin büyük güçlerine bağlı idiler. Irak’taki Hira krallığı Perslerin, Suriye’deki Gassaniler de Romalıların uşağı idiler. Romalılar, Perslerden ya da Persler Romalılardan tedirgin ve huzursuz olduklarında Gassaniler ve Hiralılar ile savaşırlardı! Gerek bedevileri olsun gerekse uygar olanları olsun, işte o zamanın Arapları böyleydi. Yılın belli günlerinde ibadet edilen putlara rağmen Allah Subhânehu ve Teâlâ Mekke’yi korudu!
İşte cahiliyedeki bedeviler, birbirlerini katlediyor, boş şeyler için hatta kokuşmuş milliyetçilik için aralarında savaşıyorlardı. Uygar olanları ise, çoğu zaman dönemin büyük güçlerinin yarar ve çıkarı için birbirleri ile savaşıyorlardı. Paramparça idiler, hiçbir kimse onları bir araya getiremiyor, hiç bir güç büyük günahın işlenmesine engel olamıyordu. Onların durumu bugün bizim durumumuza, ya da bugün bizim durumumuz, dün onların durumuna benziyor. Böyle olsa da o dönemin yönetici veya kabile liderleri, bir ahlak ve edep, tevazu ve hayâ sahibi idiler. Bugün bu ahlak ilkelerine Müslüman ülkelerdeki yönetici veya liderler sahip değildir. Örneğin, müşriklerin Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’iöldürmek için gönderdiği kırk adam, bir gece Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’inevine giderler ve evin kilitli olduğunu görürler. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem evini açıp da öldürmek için saldırana kadar Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’inevinin etrafında beklemeye başladılar. Çünkü sahip oldukları ahlak, eve baskın düzenleme ve zorla eve girmeye müsaade etmiyordu. Utandıklarından dolayı ev halkı uyurken eve girmek de istemiyorlardı. Günümüzün yöneticileri ve onların casusları ise mahremiyeti bile ayaklar altına alıyorlar, yasakları çiğniyorlar. Çekinmeden, utanmadan izinsiz evlere baskın düzenliyorlar. Kadın ve çocukları korkutuyor, uykularından uyandırıyor, uykulu kadın ve çocuklara korku salıyorlar. Çünkü günümüzün yöneticileri ve onların casusları, karakter ve ahlak nedir bilmiyorlar. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ“... Utanmıyorsan dilediğini yapabilirsin.” [el-Buhârî]
Ey Müslümanlar! Özellikle de Ey Güç ve Kuvvet Ehli!
Sonra Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslam ile gönderildi. Bu karanlık cahiliyeden Arapları kurtardı. Yere düşmüş ve adeta çakılıp kalmış bir vaziyette olan Arapları ayağa kaldırdı. Onları uykudan uyandırdı… Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, iman edenleri Erkam b. Erkam’ın evinde gizlice örgütledi. Bir kaç yıl sonra da insanlarla kaynaşmak üzere kitlesini açığa vurdu. Fikri çatışma ve siyasi mücadele ile insanlara karşı açıkça hakkı haykırdılar. Allah Subhânehu ve Teâlâ hakkında hiç bir kınayıcının kınamasından korkmadılar. Kararlılıkları dumura uğramadan, dirençleri yumuşamadan işkencelere sabrettiler, zorluklara göğüs gerdiler… Nihayet Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’ikoruyan amcası Ebu Talib vefat ettiği ve eşi müminlerin annesi Hatice refiki ala intikal ettiği için bu yıla hüzün yılı denmişti. Bu hüzün yılında, bisetin onuncu yılında Allah Subhânehu ve Teâlâ, Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’idünya ve ahiret izzeti iki şeyle, İsra ve Miraç hadisesiyle onurlandırdı. Bir gece kulunu Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya yürüttü. Oradan yedi kat yüce semaya yükseltti. Böylece kuluna vahyedeceğini vahyetti. İkincisi ise Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’everilen nusret talebi iznidir. Nusret talebi, bisetin on ikinci yılı Zilhicce ayında Akabe biati ya da nusret biati veya yönetim biati ile taçlandırıldı. Ardından Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Hicretin ilk yılı Rabiu’l Evvel ayında Medine’ye hicret etti. Medine’de ilk İslam Devletinin kurulmasıyla İslam ve Müslümanlar izzet buldular. Bu, büyük tarihi bir olaydı. Zira Müslümanlar, İslami tarih benimsemek istediklerinde, Ömer RadiyAllahu Anh onları topladı. Durumu istişare etti. Sonunda hicret ve devletin kurulmasını, İslami tarihin başlangıcı olmasını hak eden büyük bir olay olduğu yargısına vardılar. Böylece İslam Devleti kuruldu ve İslam, Arap yarımadasını ve çevresini aydınlattı. Sonra Müslümanlar Allah yolunda cihat etmeye başladılar ve yanlarında adalet ve hayır yayan yüce bir Risalet taşıdılar.
Raşidi Hilâfet ve ondan sonra gelen Halifeler de aynı işi gerçekleştirdiler. Fetihler genişledi. Hayır, doğusundan batısına dünyanın dört bir yanına yayıldı. İslam’ın toprakları Doğuda Endonezya’dan Batıda Pasifik Okyanusu’na kadar uzandı. Eğer o zaman mücahitler, okyanusun ötesinde bir toprak parçası olduğunu bilselerdi, o toprak parçasını fethetmek için elbette okyanusa dalarlar ve İslam’ı oraya ulaştırırlardı. Nitekim Ukbe b. Nafi Atlas Okyanusu’na ulaşınca atını denize sürüp şöyle demişti:
اللهم لو كنت أعلم أن وراء هذا البحر أرضا لخضتُه إليها “Allah’ım! Şayet bu denizin ötesinde bir toprak parçası olduğunu bilsem, atımla ona dalardım.” Başka bir rivayette ise atını denize sürüp su boğazına dayanınca şöyle demişti: “Allahım görüyorsun ki geçit yok, şayet bir geçit bulsaydım, elbette geçerdim.”
İşte böylece Müslümanlar izzet üstüne izzet elde ettiler ve yükseldikçe yükseldiler. Sömürgeci kâfirler, Müslümanların izzetinin kaynağının Hilafet Devleti olduğunu gördüler ve La İlahe İllallah Muhammedün Rasûlullah yazılı Ukab bayrağının gölgesi altında İslam ile hükmetmek olduğunu anladılar. Bunun üzerine küfrün başı olan İngiltere dönemin Arap ve Türk hainlerini kullanarak 3 Mart 1924’te Hilafet Devletini yıktı. O günden sonra da Müslümanlar paramparça oldular. İslam düşmanı tüm büyük güçler ve hatta küçük devletler bile, Müslümanların topraklarında kirli ayaklarını basmadık tek bir yer dahi bırakmadılar. Kur’an’a hakaret edildi, fakat harekete geçilmedi. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e hakaret edildi, hiçbir şey yapılmadı. Kutsal yerler ve yasaklar çiğnendi, ordular kışlalarında çakılıp kaldı. Korkak yöneticiler ise ordularını sadece masumlara karşı seferber edip, zayıflar karşısında aslan kesildiler. Düşmanlar karşısında ise korkuya kapılıp el pençe divan durdular. İşte bugünkü yöneticilerin durumu böyle değil midir?
Ey Müslümanlar! Özellikle de Ey Güç ve Kuvvet Ehli!
Bu durum, ancak Raşidi Hilâfet devletinde Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sancağının gölgesinde, yeniden İslâm ile hükmetmekle düzelir. Bu durum, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in metodunu takip edip, İslam’a dayalı bir kitle kurarak, ümmetle kaynaşıp, güç ve kuvvet ehlinden nusret talep ederek düzelir. Yine bu durum, Allah yardımıyla İslam Devleti kurulana kadar nusret talebine devam etmekle düzelir. Meselenin ıslahı işte böyle olur. Ümmet çöküntüden ancak böyle kurtulur ve düştüğü yerden ancak böyle ayağa kalkar. Aziz ve Hâkim olan Allah ümmete ancak böyle bir durumda yardım eder.
إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ “Şüphesiz ki, Rasûllerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” [Mümin 51]
Ey Müslümanlar! Hilafetin kurulması için çalışmak zaruridir. Hilafet, vakıası açısından zaferin yolu olmasının ötesinde büyük bir farzdır, farzların anası ve tacıdır. Hükümler onunla uygulanır ve hadler onunla infaz edilir. O olmadan insanlara hükümler uygulanamaz, aralarında hadler ikame olunamaz. Zira fıkhî kaide şöyledir: “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir.”
Hilafeti kurmak ve bir Halife var etmek farzdır. Hem de nasıl bir farz biliyor musunuz? Terk edilmesi durumunda günahı çok büyük olan bir farz! Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ، مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً “Kim boynunda biat halkası olmadan ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur. “ diyerek terk edilmesi durumunda karşılaşılacak günahın şiddetini beyan ettiği bir farz…
Hilafeti kurmak ve bir Halife var etmek farzdır. Hem de nasıl bir farz biliyor musunuz? Ashabın, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in teçhiz ve defin işleminden ziyade, Hilafet ile meşgul olmalarını gerektirecek kadar büyük bir farzdır. Tüm bunlar Hilafetin önem ve büyüklüğünü gösterir. İşte bu farz yerine getirildiğinde, Halifenin önderliğinde fetihler yeniden başlar.
وَإِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ “İmam ancak bir kalkandır, arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” Halife ve Hilafet, bir kalkandır, yani korumadır. Kalkanı olanlar Allah’ın izniyle sonunda zafer elde ederler. Hakları ve ülkeleri zayi olmaz. Düşmanları onlara asla yaklaşamaz. Hilafetin şanlı tarihi, bunun kanıtıdır. Söyleyin, Bizans ve onun kralı nerede? Şehirler ve Kisralar nerede? Söyleyin, İslam Devleti, İslam ordusu ve İslam’ın adaleti olmamış olsaydı, tekbir sesleri dünyanın en ücra köşesine ve okyanusun en derinliklerine kadar uzanabilir miydi?
Ey Müslümanlar! Özellikle de Ey Güç ve Kuvvet Ehli!
Size daha önce iki defa çağrıda bulunduk:
Birincisi: 17 Ağustos 1969’da yani bundan yaklaşık 50 yıl önce idi. Bu çağrı, Müslümanlar nazarında İslam’ın fikir ve hükümlerine olan güvenin azaldığına dikkat çekmek içindi. Çünkü bu güven sarsıntısının, Müslümanlar arasında gözle görülür bir vakıası vardı! Hizb-ut Tahrir, halkına yalan söylemeyen bir liderdir. İşte bu yüzden Hizb-ut Tahrir, İslam’ın fikirlerine yeniden güven kazandırmak için bu uğurda elinden gelen tüm çaba ve gayreti sarf etti. Bu konuda son derece de başarılı oldu. Elhamdülillah.
İkincisi: 2 Eylül 2005’de, yani bundan on yıl önce idi. O zaman bu çağrı, çok sıcak bir ortamda yapıldı. Çünkü başta Amerika olmak üzere Batı, yıllarca Müslümanlar arasında oluşturmak istedikleri güven sarsıntısının, Hizb ve diğer samimi Müslümanlar tarafından bertaraf edildiğini gördü. Yine Müslümanların adım adım Hilafet için çalışmaya doğru yöneldiğini gördü. Bunun üzerine bazen doğrudan, bazen de ajanlarının eliyle Hizbe olan saldırılarını arttırdı. Buna İslam’a ve Müslümanlara olan kinlerinden dolayı Irak ve Afganistan’daki Haçlı savaşlarını da eklediler. İkinci çağrımızda Amerika ve Batının, genelde tüm Müslümanlara, özelde ise Hilafet için çalışanlara olan düşmanlıklarını açıklamıştık. İslam düşmanlarının, Müslümanların Hilafete doğru yürüyüşlerini engellemek istediklerini belirtmiştik. Sonra da İslam’ın hükümlerine bağlandıklarında, Allah’a ve dine samimi olduklarında, Aziz ve Kaviyy olan Allah dönüp tövbe ettiklerinde Müslümanların onları yenebileceklerini söylemiştik.
Bugün ise sondan bir önceki bu çağrımızı; Müslümanlar nazarında Hilafetin kamuoyu olduğu bir zamanda sizlere yöneltiyoruz. Geriye sadece Allah’ın izniyle Ensar gibi Ensarlar, Sa’d gibi Sa’dlar kaldı... Bunlar, öyle kişilerdir ki Hilafet için çalışanlara yardım ederek dinlerine yardım ederler. Hizb-ut Tahrir’e yardım ederek İkinci Raşidi Hilafete, Allah vaadini gerçekleştirmek için ceberut saltanattan sonra Nübüvvet metodu üzere gelecek olan Raşidi Hilafete yardım ederler.
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ “Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını vadetti.” [Nur 55] Bu ceberut saltanattan sonra Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi vardır.
ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً، فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ، ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا، ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ نُبُوَّةٍ “Daha sonra ceberut bir saltanat olur, o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardındanAllah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.”
- Sondan bir önceki bu çağrımızı, iyiliğinizi istediğimiz için sizlere yöneltiyoruz. Haydi, koşun ey Müslümanlar! İcabet edin ey güç ve kuvvet ehli! Davet ve nusrete katılın. Hizb-ut Tahrir ile Hilafetin kurulmasına koşun. Sadece ona tanıklık etmeyin. Bugün Hizbin saflarına katılarak elde edeceğiniz hayır ve sevap, bugünden sonra o saflara katılarak elde edeceğiniz hayır ve sevap gibi olmayacaktır.
لا يَسْتَوِي مِنكُم مَّنْ أَنفَقَ مِن قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ أُوْلَئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِّنَ الَّذِينَ أَنفَقُوا مِن بَعْدُ وَقَاتَلُوا وَكُلاً وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ “İçinizden, fetihten önce harcayanlar ve savaşanlar, bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. [Hadid 10]
-Sondan bir önceki bu çağrımızı sizlere yöneltiyor ve diyoruz ki! Aziz ve Cebbar olan Allah’tan başkasından korkmayın. “Size yardım edecek olursak, Amerika ve arkasındaki Batı karşımızda duracaktır” demeyin. Çünkü iman edenler karşısında, onlar yok olup gidecek ve belleri kırılacaktır.
وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ “Müminlere yardım etmek ise üzerimizde bir haktır.” [Rum 47]
- Sondan bir önceki bu çağrımız ilesizlere izzeti, düşmanlarınıza da zilleti hatırlatıyoruz. Sizler; Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, Rasûl olarak da Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e iman eden Müslümanlarsınız… Sizler Rabbinizle güçlüsünüz.
لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ “Allah’tan başka güç yoktur.” [Kehf 39] Dininizle izzetlisiniz.
وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ “İzzet, Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere aittir.” [Münafikün 8] Sizler, Râşitlerin, Endülüs’ü fethedenlerin ve İslami Hadâratı orada yayanların torunlarısınız. Sizler, bir Rum’un haksızlığına uğrayan ve yetiş ya Mutasım diye haykıran kadının imdadına koşan Mutasım’ın torunlarısınız. Sizler, Müslümanlar ile olan antlaşmasını bozduğu için Rum kralına işitmeden önce göreceği bir ordu ile yanıt veren Harun Reşid’in torunlarısınız. Haçlıları hezimete uğratan Selahaddin’in torunlarısınız. Tatarları yenen Kutuz ve Baybars’ın torunlarısınız. Allah’ın İstanbul’un fethi ile onurlandırdığı genç komutan Fatih Sultan Mehmet’in torunlarısınız. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ “Komutanı ne güzel komutan, ordusu da ne güzel ordudur.”
Sizler esir olan krallarını kurtarmak için Fransa’nın kendisinden yardım dilendiği Kanuni Sultan Süleyman’ın torunlarısınız. Halife III. Selim’in torunlarısınız. Zira Onun döneminde Amerika, gemilerini Akdeniz’den geçirmek için Cezayir valisine vergi ödüyordu. Sizler, Yahudilerin devlet hazinesine sunduğu milyonlarca altına kanmayan, Yahudilerin Filistin’de yerleşmelerine izin vermek için uluslararası toplumun baskılarından korkmayan, Abdülhamid Han’ın torunlarısınız. Hatırlayın onun şu meşhur sözünü: “Filistin’in Hilafet Devletinden ayrıldığını görmektense, bedenimin lime lime doğranmasını yeğlerim. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de Hilafet Devleti yıkılırsa, o zaman Filistin’i bedelsiz alabilirler.” Allah rahmet eylesin ne kadar ileri görüşlüymüş. Gerçekten Hilafet yıkıldıktan sonra onun dediği gibi oldu. Zira ajan yöneticiler, Filistin’i peşkeş çektiler ve onu Yahudilere teslim ettiler. Hatta bekçiliğini dahi yapıyorlar. İşte Hilafet ve Hilafetin gölgesi altında Müslümanlar böyleydi. Atalarınız ve onların amelleri böyleydi ey Müslümanlar! Sizler de onların torunlarısınız. Haydi, gelin, onların uyduğu hakka siz de uyun. Onların yakaladığı izzeti siz de yakalayın.
- Sondan bir önceki bu çağrımızla diyoruz ki! Allah’ın izniyle sizler düşmanlarınızı hezimete uğratabilirsiniz. Çünkü sömürgeci kâfir devletler, dev gibi gözükseler de aslında zayıftırlar. Büyük silahlara sahip olsalar da büyük adamlara sahip değildirler. Adamsız silahın, iman eden bir grup karşısında pek etkisi olmaz. Bu grup düşmanın silahına sahip olmasa da ondan daha şiddetlisine sahiptir. Hilafetin kâfirler ile yaptığı savaşlar, bu gerçeği doğrulamaktadır. Müslümanlar maddi güç açısından zayıf olsalar da tek başına maddi güç savaşları kazanmak için yeterli değildir. Çünkü Müslümanların canlı ve sahih bir imanları var. O iman onlara savaşta güç verir. Bugün Amerika ve zalimler bu gücün farkında değiller. Ama Allah’ın izniyle Hilafet şafağı doğup, Müslümanlar zafer üstüne zafer elde ettiğinde, zalimler bunu yakinen göreceklerdir. Hilafet zorbaları yurtlarına hapsedecektir. Tabii yurtları kalırsa...
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ “Onun haberlerinin doğruluğunu bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz.” [Sad 88]
-Sondan bir önceki bu çağrımızı size yöneltiyor ve sizden yardım istiyoruz. Gelin bize yardım edenlere katılın. Elimizi size uzatıyoruz ki onu sımsıkı tutun! Bize destek veren güç ve kuvvet ehlinin arasına sizde katılın. İşte kervan hareket etmek üzeredir, haydi kervana katılın.
وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيبًا“Ne zamanmış o? Diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!” [İsra 51] Biz Allah’ın yardım edeceğinden eminiz.
بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]
Ve’s Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
H. 02 Ramazan 1436
M. Cuma, 19 Haziran 2015