بسم الله الرحمن الرحيم
Nusret, Medine-i Münevvere’deki Daru’l İslam’a Hicretin Güvencesiydi
Hicri takvimin başlangıcı olan Muharrem ayında Müslümanlar, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine-i Münevvere’deki Daru’l İslam’a hicretini anarlar. Hicret, on üç asırdan fazla bir süredir ümmetin takvimini belirlemektedir.
Allah Subhânehu ve Teâlâ ilk Müslümanlara şeref bahşetti, mükâfatlandırdı ve yüce Kur’an’da onlardan övgüyle bahsetti. İslam Devletini kuran iki kardeş grubu Muhacir ve Ensar olarak adlandırdı. Muhacirler, Allah’ın rızası için hicret edenlerdir. Ensar ise bu dine nusret verenlerdir.
Hicret, İslam Devletinin kuruluşunun ilanıdır, Daru’l İslam’a göçtür. Nusret ise bu hicret için gerçekleşti, diğer bir deyişle Daru’l İslam’ı kurmak için nusret verildi. Nusret ve Ensar olmadan ne hicret olurdu ne de Muhacirler. O halde sık sık Kur’an okuyan ve Kuran’da Muhacir ve Ensar’ın faziletine rast gelen bir Müslüman, hicret ve nusretin kıymetini nasıl görmezlikten gelebilir?
Nusretten sonraki hicretten bahsettiğimiz için, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in siretine başvurulması ve örnek edinilmesi kaçınılmazdır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke’deki çalışmaları, bir Daru’l İslam kurmayı amaçlıyordu. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, kilometre taşları apaçık bir yol izledi. Ki sonraki nesiller, Daru’l İslam’ın yokluğunda bu apaçık yolu izlesin. Aslında Daru’l İslam’ı kurma çalışmasında bu açık yolu izlemek farzdır.
Peygamberliğin onuncu yılında, yani Hicretten üç yıl önce Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in amcası Ebu Talip vefat etti. Ebu Talip, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bazı durumlarda nusret ve eman verdi. Bu sayede Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, insanları güvenli bir şekilde İslam’a davet etti. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’deki toplumun donduğunu, İslam davetinden etkilenmediğini, İslam ve kavramları için güçlü bir kamuoyu oluşmadığını anladı. Bu yüzden Allah Subhânehu ve Teâlâ, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e nusret talebinde bulunmasını emretti. Nusret, dil terminolojisinde iyi destek anlamına gelir. Nasr, zulmün kurbanlarını desteklemek demektir. Ensar ise mazlumlara destek veren grubun adıdır. İbn Hişam’ın siretinde, “Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sakif kabilesinden nusret talebi çabaları” başlığı altında şöyle geçmektedir: قَالَ ابْنُ إسْحَاقَ: وَلَمّا هَلَكَ أَبُو طَالِبٍ، نَالَتْ قُرَيْشٌ مِنْ رَسُولِ اللّهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) مِنَ الأَذَى مَا لَمْ تَكُنْ تَنَالُ مِنْهُ فِي حَيَاةِ عَمّهِ أَبِي طَالِبٍ، فَخَرَجَ رَسُولُ اللّهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) إلَى الطّائِفِ يَلْتَمِسُ النّصْرَةَ مِنْ ثَقِيفٍ، وَالْمَنَعَةَ بِهِمْ مِنْ قَوْمِهِ، وَرَجَاءَ أَنْ يَقْبَلُوا مِنْهُ مَا جَاءَهُمْ بِهِ مِنْ اللّهِ عَزّ، وَجَلّ فَخَرَجَ إلَيْهِمْ وَحْدَهُ“İbn İshak der ki: Ebu Talip ölünce, Kureyşliler, amcası Ebu Talib’in sağlığında kendisine yapamadıkları eziyetleri Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yapmaya başladılar. Bunun üzerine Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Sakiflilerden, kavmine karşı kendisini korumalarını ve yardım etmelerini sağlamak için Taif’e gitmek üzere yola çıktı. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Allah katından getirdiği daveti onların kabul edeceklerini ümit ediyordu. Onların yanına yalnız başına çıkıp gitti.”
İbn Hacer, Fethü’l Bari ve Tuhfetü’l Ahvaz vel Kelam adlı eserinde İbn Abbas’tan, Hâkim, Ebu Nuaym ve Beyhaki de Dela’il adlı eserinde İbn Abbas ve Ali İbn Ebi Talip’ten rivayet ettiğine göre,
لَمَّا أَمَرَ اللَّهُ نَبِيّه أَنْ يَعْرِض نَفْسَه عَلَى قَبَائِل الْعَرَب، خَرَجَ وَأَنَا مِنْهُ وَأَبُو بَكْر إِلَى مِنًى، حَتَّى دَفَعَنَا إِلَى مَجْلِس مِنْ مَجَالِس الْعَرَب“Allah, Peygamberine kendisini Arap kabilelerine sunmasını emredince, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, ben ve Ebu Bekir Mina’ya gittik. Arap meclislerinden birine yöneldik.”
Bu nedenle Arap kabilelerini ziyaret etme ve desteklerini talep etme emri geldi. Bu nusret talebinin zamanlaması da, yukarıdaki Ali ibn Ebi Talib’in anlatımından da anlaşıldığı üzere, Allah Subhânehu ve Teâlâ’dan bir vahiydir. Bu emrin zamanlaması, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in himaye ve desteği kaybetmesiyle örtüşmektedir. Artık güvende olmadığından ve korunmadığından Kureyş, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Allah’ın davetini taşımasına izin vermiyordu. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in de Mekke’deki toplumdan hiçbir umudu kalmamıştı. Çünkü Mekke’deki kamuoyu İslam’a elverişli değildi. Böylece daveti güçlendirmek, İslam’ı yönetim ve iktidara getirmek için Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e nusret talebinde bulunması emredildi.
Bu yüzden Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, o dönem Arap Yarımadası’nın en güçlü varlıkları arasında sayılan Taif’ten nusret talebine koyuldu. Aslında Kureyşlilere güç, prestij ve mevki bakımından rakipti. Velid ibn Muğire’nin, Kur’an’ın neden soylu Mekkelilere ve Taiflilere değil de Muhammed’e indirildiği konusunda tartışma yapmasının nedeni de buydu. Bunun üzerine Allah Subhânehu ve Teâlâ şu ayeti indirdi:
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ هَذَا الْقُرْءانُ عَلَى رَجُلٍ مِنَ الْقَرْيَتَيْنِ عَظِيمٍ“Bir de dediler ki: “Bu Kur’an şu iki şehirden önde gelen büyük bir adama indirilmeli değil miydi?”[Zührüf 31]
Taif halkının gücü, İslam Devleti kurulduktan sonra bile Taif’in kolay kolay fethedilmemesinden belliydi. Taif halkı kuşatmaya direndi, her iki tarafta da ağır kayıplar yaşandı ve direnişlerini kırmak için mancınıklar fırlatıldı.
Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, reisleri ve soylularıyla buluşmak amacıyla Taif’e doğru yola koyuldu. Kabilenin üç reisiyle görüştü. Onlara İslam ve nusretten bahsetti. Taif’in ileri gelenlerinin nusret talebini reddetmesi nedeniyle hayal kırıklığına uğradı. Bu bir başlangıçtı. Peygamber Taif’ten geri döndü ve Mekke’nin eteklerinde yaşayan Mut’im ibn Adiy’in yanında kaldı. Hac mevsimlerinde diğer Arap kabilelerinin güçlü liderlerine kendisini sunmaya başladı. Kabile liderleri, günümüzün başbakanları mesabesindeydi. İbn Hişam, Siretinde, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendisini kabilelere sunmasıyla ilgili olarak İbn İshak’tan şunu nakleder:
ثُمّ قَدِمَ رَسُولُ اللّهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) مَكّةَ، وَقَوْمُهُ أَشَدُّ …، فَكَانَ رَسُولُ اللّهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) يَعْرِضُ نَفْسَهُ فِي الْمَوَاسِمِ إذَا كَانَتْ عَلَى قَبَائِلِ الْعَرَبِ يَدْعُوهُمْ إلَى اللّهِ، وَيُخْبِرُهُمْ أَنّهُ نَبِيّ مُرْسَلٌ، وَيَسْأَلُهُمْ أَنْ يُصَدّقُوهُ وَيَمْنَعُوهُ حَتّى يُبَيّنَ (لَهُمْ) اللّهُ مَا بَعَثَهُ بِهِ “Sonra Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’ye geldi... Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendisini Arap kabilelerine arz ediyor. Onları Allah’a davet ediyor, gönderilmiş bir peygamber olduğunu haber veriyordu. Kendisini tasdik etmelerini ve Allah, gönderdiğini açık edinceye kadar kendisini korumalarını istiyordu.”
Siret kitapları, Hac mevsiminde Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in onurlu ve güçlü herkese gittiğini ortaya koymaktadır. İbn Hişam, Siretinde, “Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hac mevsiminde Araplara gitmesi”başlığı altında şöyle der: “İbn İshak der ki:
فَكَانَ رَسُولُ اللّهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) عَلَى ذَلِكَ مِنْ أَمْرِهِ، كُلّمَا اجْتَمَعَ لَهُ النّاسُ بِالْمَوْسِمِ أَتَاهُمْ يَدْعُو الْقَبَائِلَ إلَى اللّهِ وَإِلَى الإِسْلاَمِ، وَيَعْرِضُ عَلَيْهِمْ نَفْسَهُ وَمَا جَاءَ بِهِ مِنْ اللّهِ مِنْ الْهُدَى وَالرّحْمَةِ، وَهُوَ لا يَسْمَعُ بِقَادِمِ يَقْدَمُ مَكّةَ مِنْ الْعَرَبِ لَهُ اسْمٌ وَشَرَفٌ، إلا تَصَدّى لَهُ فَدَعَاهُ إلَى اللّهِ وَعَرَضَ عَلَيْهِ مَا عِنْدَهُ“Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu durum üzereyken, insanlar hac mevsiminde toplandıklarında, onların yanına gidiyor ve kabileleri Allah’a ve İslam’a davet ediyordu. Onlara kendisini ve Allah’tan gelen hidayet ve rahmeti arz ediyordu. Araplardan Mekke’ye gelip onur ve namı olan birini duyduğunda, onu Allah’a davet ediyor ve vahyedilen Risalet’i ona arz ediyordu.”
Böylece Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem Beni Kelb kabilesini ziyaret etti, ancak kabul görmedi. Ardından El Yemâme’den Beni Hanife kabilesinin yanına gitti. Diğer Arap kabileleri gibi bu kabile de Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ahlaksızca davrandı. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Beni Amir ibn Sa’sa kabilesini İslam’a davet etti, ancak bu kabile kendisinden sonra iktidarın kendilerinde kalması talebinde bulundu. Fakat Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem onların bu şartlı teklifini reddetti. Daha sonra Yemenli Beni Kinde kabilesinin çadırlarını ziyaret etti ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den sonra iktidarın kendilerinde kalmasını talep ettikleri için, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem onların nusret teklifini reddetti. Ardından Bekir bin Vail kabilesinin çadırına gitti. İran civarında oldukları için Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e koruma sağlamayı reddettiler. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem Beni Rabia kabilesinin çadırını ziyaret ettiğinde, nusret talebine cevap vermediler. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem İran’a yakın bir yerde oturan Beni Şeyban kabilesinin çadırına da gitti. Beni Şeyban, Perslerden değil, Araplardan korumayı teklif etti, bu yüzden Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlara şöyle cevap verdi:
ما أسأتم الرد إذ أفصحتم بالصدق، إنه لا يقوم بدين الله إلا من حاطه من جميع جوانبه“Ne kötü yanıt verdiniz. Allah’ın dinini her yönden kuşatanlar ancak ikame edecektir.”
Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, birkaç kabilenin reddetmesine rağmen tereddüt etmeden, umutsuzluğa kapılmadan ve rotasını değiştirmeden nusret talebini sürdürdü. Zadül Me’ad’da Vakidi’den rivayet edildiğine göre,
وَكَانَ مِمّنْ يُسَمّى لَنَا مِنْ الْقَبَائِلِ الّذِينَ أَتَاهُمْ رَسُولُ اللّهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) وَدَعَاهُمْ وَعَرَضَ نَفْسَهُ عَلَيْهِمْ بَنُو عَامِرِ بْنِ صَعْصَعَة، وَمُحَارِبُ بْنُ حصفة، وَفَزَارَةُ، وَغَسّانُ، وَمُرّةُ، وَحَنِيفَةُ، وَسُلَيْمٌ، وَعَبْسُ، وَبَنُو النّضْر،ِ وَبَنُو الْبَكّاءِ، وَكِنْدَةُ، وَكَلْبٌ، وَالْحَارِثُ بْنُ كَعْبٍ، وَعُذْرَةُ، وَالْحَضَارِمَةُ، فَلَمْ يَسْتَجِبْ مِنْهُمْ أَحَدٌ “Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanlarına gittiği, davet ettiği ve kendisini arz ettiği kabileler arasında, Beni Amir bin Sa’sa’, Muharib b. Hafsa, Fazara, Gassan, Murrah, Hanife, Süleyman, Abs, Beni Nadir, Beni Bika, Kinde, Kelb, Haris bin Kab, Uzrah ve Hadrami kabileleri vardı. Ancak hiçbiri olumlu cevap vermedi.”
Fakat Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın dinini üstün kılana dek nusret talebini sürdürdü. İbn Hişam siretinde İbn İshak’tan rivayet ettiğine göre,
فَلَمّا أَرَادَ اللّهُ عَزّ وَجَلّ إظْهَارَ دِينِهِ وَإِعْزَازَ نَبِيّهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) وَإِنْجَازَ مَوْعِدِهِ لَهُ خَرَجَ رَسُولُ اللّهِ (صلى الله عليه وآله وسلم) فِي الْمَوْسِمِ الّذِي لَقِيَهُ فِيهِ النّفَرُ مِنْ الأَنْصَارِ، فَعَرَضَ نَفْسَهُ عَلَى قَبَائِلِ الْعَرَبِ، كَمَا كَانَ يَصْنَعُ فِي كُلّ مَوْسِمٍ. فَبَيْنَمَا هُوَ عِنْدَ الْعَقَبَةِ لَقِيَ رَهْطًا مِنْ الْخَزْرَجِ أَرَادَ اللّهُ بِهِمْ خَيْراً “Allah Subhânehu ve Teâlâ dinini ve peygamberini üstün kılmak, vaadini gerçekleştirmek isteyince, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem her hac mevsiminde yaptığı gibi, kendisini Arap kabilelerine sunuyordu. Burada Ensarlı bir grup ile görüştü. Akabe’de Allah’ın hayır murat ettiği Hazreç kabilesinden bir grupla görüştü.”
Hazreç kabilesinden gelen bu grup, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in çağrısını kabul etti ve Evs kabilesiyle anlaşmazlıklarını gidermek istediler. Ertesi yıl on iki kişiyle geldiler ve Akabe’de Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile görüştüler. Buna birinci Akabe Biati deniyor. Musab bin Umeyr, Medine toplumunu hazırlandıktan sonra şehrin ileri gelenleri, koruma ve yardım teklifinde bulunmak üzere Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i ziyaret etti. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile Akabe’de tekrar görüştüler ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’le birlikte savaşmak üzere yemin ettiler. İbn Hişam’ın Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den rivayet ettiğine göre,
ثُمّ قَال: أُبَايِعُكُمْ عَلَى أَنْ تَمْنَعُونِي مِمّا تَمْنَعُونَ مِنْهُ نِسَاءَكُمْ وَأَبْنَاءَكُمْ. قَالَ: فَأَخَذَ الْبَرَاءُ بْنُ مَعْرُورٍ بِيَدِهِ ثُمّ قَالَ: نَعَمْ وَاَلّذِي بَعَثَك بِالْحَقّ (نَبِيّاً) لَنَمْنَعَنّك مِمّا نَمْنَعُ مِنْهُ أُزُرَنَا، فَبَايِعْنَا يَا رَسُولَ اللّهِ، فَنَحْنُ وَاَللّهِ أَبْنَاءُ الْحُرُوبِ وَأَهْلُ الْحَلْقَةِ وَرِثْنَاهَا (كَابِرًا عَنْ كَابِرٍ) “Sonra buyurdu ki: kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi beni de korumak üzere sizinle biatleşiyorum. Bera bin Marur, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in elini tutarak şöyle dedi: “Evet, Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, çocuklarımızı koruduğumuz gibi Seni de koruyacağız. Bizimle biatleş ya Rasûlullah! Allah’a yemin olsun ki biz, savaşçı bir halkız.” Bunu nesilden nesle miras aldık.
Ey Pakistan Müslümanları! Ey Pakistan’ın saygıdeğer Müslüman âlimleri! Görüldüğü gibi yönetim için İslam’a nusret vermek, nebevi metodun bir parçasıdır. Nusret, parçalanmış ve bölünmüş Yesrib’i İslam’ın güçlü bir kalesine Medine-i Münevvere’ye dönüştürdü.
Hizb-ut Tahrir, Nübüvvet metodu üzere Hilafetin geri dönüşü için şuan aranızda çalışmaktadır. Gençleri küfre karşı uyarılarda bulunuyor. İslam’ı ve Hilafeti desteklemeye çağırıyor. Hukukçu ve devlet adamı olan Hizb-ut Tahrir Emiri Şeyh Ata Bin Halil Ebu Raşta, silahlı kuvvetlerden nusret talep etmek için gece gündüz çalışıyor, bunun için hayatını ve bedenini riske atıyor. Hizb-ut Tahrir’e katılmak, bu mevcut baskıcı düzeni sona erdirmek ve Nübüvvet metodu üzere Hilafeti kurmak için çalışmak boynumuzun borcudur. Ahmed’in rivayetine göre Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
ثُمَّ تَکُونُ مُلْکاً جَبْرِیَّةً، فَتَکُونُ مَا شَاءَ اللّٰہُ اَنْ تَکُونَ، ثُمَّ یَرْفَعُھَا اِذَا شَاءَ اَنْ یَرْفَعَھَا، ثُمَّ تَکُونُ خِلَافَةً عَلَی مِنْھَاجِ النُّبُوَّة ثُمَّ سَکَتَ “Sonra ceberut saltanat olacaktır. Allah’ın olmasını dilediği kadar olacaktır. Sonra kaldırmak istediğinde de kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Ve sonra sustu.”
Ey Müslüman Pakistan ordusu! Ey güç ve kuvvet ehli! Ey günümüzün Ensar’ı! Peygamberliğin İslam’ı ikame etme metodolojisi, her birinizden nusret talebini gerektiriyor. Oğullarınız, kızlarınız, kız ve erkek kardeşleriniz, babalarınız ve anneleriniz size sesleniyor ve görevinizi yerine getirmenizi bekliyorlar. Nusret sizin işinizdir. Öyleyse Allah için bu sorumluluğunuzu yerine getirin ki kurtuluşa eresiniz. Ümmetinize ihanet etmekten, yemininizi bozmaktan ve halkın desteğine sahip olmayan başarısız demokrasiyi desteklemekten kaçının. Başkasının dünyası için ahiretinizi kaybetmekten sakının. Hizb-ut Tahrir’e nusret vererek Nübüvvet metodu üzere Hilafetin geri dönüşünü sağlayın. Bu, küfür ve halkı için hezimet, inananlar için sevinç ve kurtuluştur.
إِنْ يَنْصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O’ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah’a güvensinler.”[Ali İmran 160]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Pakistan Vilâyeti
H. 1 Muharrem 1443
M. Pazartesi, 09 Ağustos 2021