Salı, 20 Muharrem 1447 | 2025/07/15
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

بسم الله الرحمن الرحيم

Lübnan ve Bölgenin Geleceğine Dair Ballı Ama Bir O Kadar da Zehirli Sözler... Amerikan Elçisi Tom Barrack, Yahudi Varlığıyla Barış ve Normalleşme Anlaşmasını Tamamlamak Üzere Lübnan’da!

7 Temmuz 2025’te Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen basın toplantısında konuşan ABD’li Büyükelçi Tom Barrack, “Lübnan için bir fırsat ortamının oluştuğuna” işaret etti. Barrack, “Lübnanlılar fırsatları değerlendirmekte ustadır. Zamanı geldi, çünkü bölge değişiyor. Trump Lübnan’ın arkasında duruyor.” diye konuştu. “Herkesin yaşananlardan çok yorulduğundan’ dem vuran Barrack, “Güvenliğin Lübnan’a yatırım getireceğini, ABD Başkanı’nın barış ve refaha katkı sunma sözü verdiğini ve Lübnan’ın hâlâ bölgenin anahtarı ve Akdeniz’in incisi olabileceğini” söyledi. Ne var ki, tüm bu ballı ve tatlı sözlerin, Amerika’nın asıl hedefini gizleyen bir kılıf olduğu anlaşılıyor. Bölgeyi “tam bir kaos” olarak niteleyen Barrack, Suriye’nin bu koşullar içinde “büyük bir umuda” dönüştüğünü belirtti. Barrack, Suriye ile İsrail arasında diyaloğun başladığını ve tarafların bir anlaşmaya varmak için acele ettiğini savundu. Artık her şey gün gibi ortada! Bu, ‘Abraham Anlaşması’ olarak adlandırılan anlaşmanın Lübnan ve Suriye’yi de kapsayacak şekilde genişletilmesinden başka bir şey değil! Lübnan Cumhurbaşkanlığı’nın Amerikalı temsilciye verdiği yanıtta ise ‘kapsamlı çözüm’ vurgusu yapıldı. “Lübnan Cumhurbaşkanı, ABD elçisine ‘kapsamlı çözüm’ başlığı altında kendi önerilerini sundu. ABD elçisi ise yanıtı olumlu karşıladı; hem ‘sorumluluk sahibi’ bir adım olarak niteledi hem de Amerikan yönetiminin hedefleriyle ‘uyumlu’ olduğunu belirtti! Acaba ABD yönetimi, şu an Suriye ile Yahudi varlığı arasında yapmaya çalıştığı gibi, Lübnan ile Yahudi varlığı arasında da bir ‘barış’ anlaşması imzalatmak için mi uğraşıyor? Acaba ABD yönetimi, Lübnan ve diğer İslam beldelerindeki her türlü askeri güç belirtisini -nominal düzeyde olsa bile- ortadan kaldırmaya mı çalışıyor? Çünkü böyle bir potansiyel, onu ele geçiren herhangi bir gücün, 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı’nda kahraman mücahitlerin kısıtlı imkânlarla başardığını tekrarlamasına olanak tanıyacaktır! Sadece Lübnan’ı değil, tüm bölgeyi istila eden bu hareketliliğin en can alıcı noktası, Amerika ve Yahudi varlığının sergilediği ortak tutumdur. ‘Amerika’nın Yeni Ortadoğu Projesi’ adı altında özetlenebilecek bu tutum, sömürgeci saldırganlığın en iğrenç halidir ve Yahudi varlığını bölgenin jandarması yapmayı hedeflemektedir. Bu proje, tek bir sömürge projesidir! Bu projede onlar, tek ve ortak bir düşmandır. Ve bu proje, bir bütün olarak İslam ümmetini hedef almaktadır.

Yahudiler ve ABD’ye göre Yahudilerle barış ve normalleşme süreci, yakın coğrafyada aktif ya da pasif hiçbir güç unsurunun kalmamasını öngörmektedir. Bu tasfiye, İran partisinden Filistin kamplarındaki silahlara kadar geniş bir yelpazeyi içermektedir. Oysaki bu askeri güç, İran’ın pragmatik dış politikasına ve diğer bölgesel aktörlerin stratejik kararlarına endekslenmemiş olsaydı ve 7 Ekim 2023 öncesinde etkin bir şekilde kullanılsaydı, sahada inkâr edilemez bir stratejik fark yaratabilir ve hatta rejimlere karşı orduları harekete geçirme potansiyeline sahip olabilirdi... Fakat kapalı kapılar ardında yaşananlar, medyada yer alanlardan çok farklıdır. Örneğin ABD elçisi, dikkat çeken bir yorumda bulunarak İran partisi için siyasi bir parti tanımını kullandı ve “Hizbullah, askeri kanadı olan siyasi bir partidir ve Hizbullah’ın bir geleceği olduğunu ve bu sürecin ona karşı olmadığını anlamalıdır” dedi. Başbakan Nevaf Selam da ABD elçisiyle görüştükten sonra, ‘Hizbullah, Lübnan devletinin ayrılmaz bir parçasıdır!’ ifadesini kullandı! Lübnan Meclis Başkan Yardımcısı Elias Bou Saab’ın 6 Temmuz 2025’te El Arabiya kanalına verdiği röportajda sarf ettiği sözler de bu durumu teyit etmektedir. Bou Saab, “Medyadaki söylem, kulislerde konuşulanlardan farklıdır ve müzakerelere giden yolda sertlik yanlısı bir söylem kullanılması normaldir.” dedi. Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım da Beyrut’un güney banliyösünde Muharrem ayının 10’unu anmak için düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşmada, perde arkasında dönen işlere işaret eden ifadeler kullandı. Naim Kasım, “Direniş, çözüm yollarından biridir…’ dedi ve aynı zamanda ‘barışa da hazırız... Çatışmaya ve savunmaya da hazırız’ ifadelerine yer verdi. Bu açıklama, tüm tarafların aslında nasıl tek bir ağızdan konuştuğunu ele veriyor. Düşmanla her görüşme öncesi savurdukları onca ateşli demeçlere, onca popülist nutuklara rağmen aslında hepsi ABD’nin kurguladığı ‘Yahudi varlığıyla barış ve normalleşme’ senfonisinin birer enstrümanıdır! ABD’nin açık desteğini arkasına alan Cumhurbaşkanı Aoun’un, Lübnan’ı adım adım bu teslimiyetçi normalleşme sürecine soktuğu apaçık ortadadır. Stratejisi iki aşamalı: Önce sınır müzakereleri bahanesiyle Yahudi varlığıyla diyaloğu başlatmak, ardından İran partisinin Litani’nin iki yakasındaki askeri varlığını tasfiye etmek... Ardından, Yahudi varlığıyla bir teslimiyet ve normalleşme anlaşması imzalanmasına zemin hazırlamak amacıyla, Lübnan Anayasası’nın 52. maddesinin yürürlüğe konulduğu yönünde bilgiler sızdırıldı. Söz konusu maddeye göre; “Cumhurbaşkanı, Başbakan’la anlaşarak anlaşmaları müzakere eder ve imzalar; ancak Bakanlar Kurulu’nun onayı olmadan bu anlaşmalar yürürlüğe girmez. Madde ayrıca, ulusal çıkarlar ve devlet güvenliği izin verdiği takdirde anlaşmaların Parlamento’ya bildirileceğini öngörüyor.” İşte bu ifade, Lübnan’daki otoritenin en tepeden itibaren nasıl bir istikamet tutturduğunun en açık göstergesidir! Kuşkusuz bu proje, Filistin davasını tasfiye etmek ve Yahudilerle süregelen düşmanlığı bitirmek demektir!

Ey Lübnan Müslümanları! Tüm çıplaklığıyla ifade ediyoruz ki, Lübnan yönetiminin, en tepesinden en alt birimine kadar, siyaset ve medya eliyle yürüttüğü bu politika, zilletin, aşağılanmışlığın, onursuzluğun anlaşmalara ve sözleşmelere ihanet eden bu saldırgan gaspçı varlığa teslimiyet ve boyun eğişin bir tezahürüdür. Müslümanların en temel davalarından birine karşı yapılan ihaneti daha yumuşak bir dille tanımlamak imkânsızdır. Lübnan yönetimi, ‘Beyrut Zirvesi kararları’, ‘Arap ittifakı’ ve hatta ‘davanın sahibi olduğunu iddia eden Filistinli örgütlerin teslimiyeti’ gibi asılsız bahanelerle bu davayı terk ederek, nihayetinde ‘ulusal çıkar’ kisvesi altında Yahudilerle ihanet dolu anlaşmalar imzalamanın peşindedir! Amerikan dış politikasının bölgedeki temel paradigmalarından biri, kendi çıkarlarını güvence altına almak amacıyla, Yahudi varlığının statüsünü konsolide etmek ve onu bölgenin entegre bir aktörü yapmaktır. Bu konuda, Arap ve Müslümanların zararlı yöneticileri de Amerika ile iş birliği içindedir. Böylece geçmişte Sedat’a atfedilen ve ‘ihanet’ olarak nitelendirilen bu politika, günümüzdeki bu rejimler için meşru ve açık bir siyasi yaklaşım haline gelmiştir!

Ey Lübnan Müslümanları! Yahudi varlığına karşı doğrultulan silahların, bizzat Amerika ve Yahudiler tarafından toplanması düşüncesi, apaçık bir günahtır. Zira Yahudilerle savaşı sürdürmek ve onlara zayiat vermek ve onlara göz açtırmamak asıldır. Cihat özellikle de Müslümanların kalbi konumundaki Şam diyarında kıyamete kadar devam edecektir. Nitekim Seleme bin Nüfeyl’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

فُتِح على رسول الله ﷺ فَتحٌ فأتيتُه فقلت: يا رسول الله سُيِّبَتِ الخيل ووضَعوا السِّلاح فقد وضَعَتِ الحرب أوزارَها وقالوا: لا قتال، فقال رسول الله ﷺ: «كَذَبُوا، الْآنَ جَاءَ الْقِتَالُ، الْآنَ جَاءَ الْقِتَالُ، إِنَّ اللهَ جَلَّ وَعَلَا يُزِيغُ قُلُوبَ أَقْوَامٍ يُقَاتِلُونَهُمْ وَيَرْزُقُهُمُ اللهُ مِنْهُمْ، حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللهِ عَلَى ذَلِكَ، وَعُقْرُ دَارِ الْمُؤْمِنِينَ الشَّامُ  Rasûlullah’a bir fetih nasip oldu. Ona varıp dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Atlar salıverildi ve silah bırakıldı. Savaş artık bitti ve dediler artık savaş yok.” Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem: “Yalan söylüyorlar. İşte şimdi savaş zamanı geldi. İşte şimdi savaş zamanı geldi. Şüphesiz Allah, birtakım kavimlerin kalplerini (haktan) saptırır, müminler onlarla savaşır ve Allah da müminleri onlardan (elde ettikleriyle) rızıklandırır. Bu durum, Allah’ın emri gelinceye dek böyle devam edecektir. Ve müminlerin yurdunun merkezi Şam’dır” Bir zamanlar bir amacı olan bu silah (Lübnan ve Filistin’deki), asıl hedefini şaşırıp Lübnan ve çevresindeki kardeşlerine doğrultulduğunda, silah fikri ve taşıma amacı da çarpıtılmıştır. Öyle ki silahsızlanma fikri, bu silahların Yahudilere mi yoksa Müslümanlara mı karşı doğrultulduğu arasında bir ayrım yapılmaksızın toplumun genel talebi haline gelmiştir. Bu talebi besleyen ve ateşini daha da körükleyen en önemli etken ise, 7 Ekim 2023 öncesi ve sonrasında yaşanan kritik gelişmelerde bu silahların doğru zamanda ve gerektiği şekilde kullanılmamış olmasıdır...! Ancak tüm bunlara rağmen, Yahudi varlığı sorununa yönelik yegâne doğru çözüm, onu Filistin topraklarından ve Müslümanların kanına bulanmış elinin uzandığı her yerden zorla söküp atmaktır. Ne var ki, Filistin’i çevresindeki sömürgeci kafir Batının atadığı ve hala halkın üzerinde hüküm süren Ruveybida ve zararlı yöneticilerin kökü kazınmadıkça Yahudi varlığının kökünün kazınması hayli zor görünmektedir! İşte şimdi bu yöneticilerin, tahtlarını korumak adına onurlu Gazze halkına yardım etmenizi kaba kuvvet ve baskı yoluyla nasıl engellediklerini, gözlerinizin içine baka baka Yahudilerle temas kurma günahını nasıl işlediklerini, orduların Yahudilerle savaşma konusunda gerçek iradeye sahip olan Nübüvvet metodu üzere ikinci Hilafet’i kurmak için çalışanlara destek vermek için fiili olarak harekete geçmesini nasıl engellediklerini görüyorsunuz! Netanyahu Hilafet tehlikesini gördü, korkularını dile getirdi ve Akdeniz kıyılarında kurulmasına kesinlikle izin vermeyeceğini ve her türlü girişimi engelleyeceğini açıkladı. Ama nafile! Zira Hilafet, Allah’ın izniyle, o ve onun bekçisi uşak yöneticileri istese de istemese de Allah’ın vaadini ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmek için gecesini gündüzüne katan Allah’ın kulları eliyle mutlaka kurulacaktır.

Kısacası Lübnan hükümeti ile bölgedeki, özellikle de Şam coğrafyasındaki yöneticilerin yaptıkları ve izledikleri yol, münkerdir, haramdır, Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere ihanettir. Bunun aksini savunanlar ya menfaatperesttir ya da üç kuruşluk dünya uğruna dinin satıp bu rejimlere dalkavukluk eden münafıktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَا تُجَادِلْ عَنِ الَّذِينَ يَخْتَانُونَ أَنفُسَهُمْ إِنَّ اللهَ لَا يُحِبُّ مَن كَانَ خَوَّاناً أَثِيماً“Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.” [Nisa 107] Bu ihanet ne halkın sessizliğiyle ne de yetki sahipleri ve güç odaklarının kayıtsızlığıyla geçiştirilemez! Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَراً فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ، وَذَلِكَ أَضْعَفُ الْإِيمَانِ“Sizden her kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse, diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğz etsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” [Müslim]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Lübnan Vilâyeti


H. 13 Muharrem 1447
M.  Salı, 08 Temmuz 2025

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER