حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Mısır
Medya Bürosu
No: EGu2013BAu20132011u2013MB-TRu20130002 |
H. 19 Safer 1433 M. Cumartesi, 14 Ocak 2012 |
-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in Önceliği ve Onun Dışındakilerin Tavizleri Arasında ... İslamî Hilafet
29.11.2011 tarihli "Mısırlı" gazeteler, İhvan-ı Müslimin Cemaatinin Genel Mürşidi Muhammed Bedî'nin, haftalık olarak verdiği mesajdaki konuşmasını yayınlamıştır ki o, şöyle demiştir: "Cemaat, cemaatin kurucusu İmam Hasan el-Benna'nın belirlediği büyük hedefini gerçekleştirmeye yaklaşmıştır. Bu hedef ise kurumları ve bileşenleriyle Raşidi Hilafet ve onun dünya başkanlığı zamanındaki hükümeti içeren raşid ve adil bir yönetim sistemi kurmaktır." Nitekim bu açıklamalar, 25 Ocak ayaklanmasından bu yana Mısır'daki laik rejimi korumak için savaşan laik akımların öfkesini kışkırtmış ve İslamî yönetim hakkındaki konuşmayı kesin bir şekilde reddetmişlerdir. Nitekim -Cemaatin İrşad Bürosu Üyesi- Abdurrahman el-Bir, bu açıklamalara yapılan saldırıya karşı çıkarak, hem laikleri hem de Mısırdaki İslamî akımlarda artan bu yükselişle birlikte Hilafet Devleti yoluyla İslamî yönetimi talep eden seslerin yükselişinden korkan laiklerin arkasındaki kafir Batılı devletleri yatıştırma girişiminde bulunmak için Genel Mürşid'in açıklamalarının içeriğini boşaltmıştır. Zira Özgürlük ve Adalet Gazetesi'nin 05.01.2012'deki yayınına göre Dr. el-Bir şöyle demiştir: "Genel Mürşid, Raşidi Hilafet'i kasdetmemiştir. Zira bu, valileri ve diğerlerini atayan Hilafet Devleti'nin başındaki Halife'nin varlığının geleneksel bir modelidir." Ancak kasdedilen, "Tüm Arap ve Müslüman devletler arasında bir birliğin olmasıdır." Dolayısıyla İslam İşbirliği Teşkilatı'nın modeli, bir model olarak göz önünde bulundurulursa bu birlik gelişebilir ve onun üzerine inşa edilebilir!
Sanki bu mesele, "Nahda Hareketi'nin ikinci adamı olan" Hamadî el-Cibâlî'nin 13.11.2011'de Suse şehrinde yaptığı altıncı Hilafet hakkındaki açıklamaları sırasında Tunus'ta meydana gelenlerin tekrarı şeklinde olmuştur. Zira aynı şekilde bu durum, Tunus arenasında geniş bir tartışmayı tahrik etmiştir. Buda Hamadî'yi, "ibarenin bağlamından çıkarıldığını" vurgulayarak geri adım atmaya ve düşman tarafını sakinleştiren mesajına, "Nahda Partisi'nin siyasî yönetimdeki tercihi, meşruiyetini halktan alan Demokratik Cumhuriyet Sistemidir" şeklindeki sözlerini eklemeye mecbur bırakmıştır. Nitekim Cibâlî, önene gelecek Tunus hükümetinin başkanı olma kapısı açılınca bu konuşmalarından hızla geri dönüş yapmıştır. Sonra da Gannuşi Hareketi'nin başkanı, Cibâlî'nin Osmanlı Hilafeti'nin değil Tunus'un başbakanı olduğunu açıklamıştır.
Bu bağlamda Dr. Rıfat es-Saîd, 07.01.2012'de "Kur'an Ehli" internet sitesine, "Hilafet ve Vehimleri" başlıklı bir makale yazmış ve şeri anlayıştan yoksun uydurma bir çalışma yaparak İslam'da yönetim sistemi olan Hilafet'in farz olduğuyla ilgili sözü reddetmiştir. Zira Şehristânî, Cürcânî, Gazâlî ve Âmidî gibi Müslüman alimlerin sözlerini de, Hilafet'in akide usullerinden olmamasının, onun farz olmadığına dair bir delil olduğu itibarıyla ele almıştır. Nitekim akide ile şeri hükmün arasını ayıramamasından dolayı doktorun bu düşüncesini mazur görüyoruz. Halbuki Hilafet'in farziyetinin ispatı, şeri hükümle kanıtlanmış ve onun ispatına dair kitap, sünnet ve sahabe icmasından şeri deliller bir araya gelmiş olup Hilafet'in mahalli, akideler babı değildir. Ayrıca doktorun aktardıkları, Cürcânî'nin "Şerh-il Muvâkıf" adlı eserinde aktardıklarının aynısıdır ki eserde şöyle geçmektedir: "Hilafet, dinler ve akideler usulünden değildir. Bilakis mükelleflerin fiilleriyle ilgili fürûlardan ibarettir." Aynı zamanda Şeri hüküm, Şâri Subhânehu'nun, kulların (mükelleflerin) fiillerine ilişkin hitabı iken akide ise vakıaya mutabık delile dayalı kesin tasdiktir.
Bu bağlamda, -adı İslamî Hilafet'i kurma merkezli davet taşıyan İslamî sahayla irtibatlı olan- Hizb-ut Tahrir, Mısır'ın durumundan bahseden birçok beyanlar yayınlamış ve bu beyanları ciddî bir mücadeleyle dağıtmıştır. Bu beyanların sonuncusu da, "Ey Mısır Halkı! Laik-Demokratik Bir Devleti, Hiçbir Gücü ve Kudreti Olmayan Seçilmiş Halk Meclisi Yoluyla Başka On yıllar Boyunca Tekrar mı Denemeniz Gerekiyor? İslamî Raşidi Hilafet'ten Başka Bir Kurtuluşunuzun Olmadığını Anlayın Artık!" adını taşıyan 06.01.2012 tarihli beyandır. Nitekim bu beyanın insanlara dağıtılması esnasında, beyanı dağıtanların Selefilerden oldukları iddiasıyla güvenlik birimleriyle bağlantısı olan bazı kimseler beyanın dağıtılmasını engellemişlerdir. Halbuki Selef-i Salih, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in defnedilmesi üzerine farziyetinin büyüklüğünden dolayı Halife seçimini yapmışlardır. Ancak onlar, hizbin üyesi üstad Ahmed Ebu Dayf'ın, Hilafet'in farziyetine dair beyanı dağıtmayı tamamlamasını bile engellemişlerdir! Ardından da onu, önce polise sonra da resmî tutanakla birlikte serbest bırakan ve kendisine neşriyatların geri kalanlarını iade eden savcılığa teslim etmişlerdir.
Basının, hizbin şebabı ile bazı Selefiler arasındaki şiddetli çatışmalar şeklinde yayınladığı bu olayın ardından, 10.01.2012 günü Derim-2 uydu kanalı, Hizb-ut Tahrir'in Mısır'daki kurucu vekili Üstad Muhammed Abdulkavi, Medya Bürosu Üyesi Üstad Muhmud et-Tarşûbî ve olay sahibi Üstad Ahmed Ebu Dayf'ı, sadece kendi aralarında hizbi tanıtmak amacıyla konuşmak için Sayın Vâil el-Ebrâşî'nin sunduğu gerçek program adlı oturuma katılmaya davet etmiştir. Görünen o ki oturumun konusu, gece yayınlanmış olup Hilafet fikrine vurma ve hizbin görüntüsünü çarpıtma girişiminde bulunmak için kendilerine haber verilmeyen konuklardan dolayı hizbin şebabı şoke olmuştur. Buda ev sahipliğini, Hilafet fikrine karşı çıkmakla bilinen konukların yapmaları yoluyla olmuştur. Ancak planlarında başarısız olmuşlardır. Zira Mısır'daki siyasî ortam, dikkat çekici bir şekilde tepki göstermiş ve bunun ardından birçok gazete, Hilafet'e davet eden Hizb-ut Tahrir'i tanıtan neşriyata geniş yer ayırmışlardır.
Ayrıca program sunucusu, Askerî Konsey'in Hizb-ut Tahrir hakkındaki beyanını okurken hizbin, İslamî Hilafet'i kurarak Müslümanların ülkesini birleştirmek için çalışan küresel bir hizib olduğunu açıkladığı Askerî Konsey'in beyanına yönelik tepkisini okumamıştır. Ancak el-Ebrâşî, Yakup'un nefsinde muhtaç olduğu durumu göz ardı etmiştir.
Sanki Dr. Abdurrahman Ali'nin rolü, herhangi bir şeri delil sunmaksızın farz olmadığını vurgulamak yoluyla Hilafet fikrine vurmak iken (Allah babasına çıkış yolu versin ve ailesini, Hilafet'e karşı savaşta dünyaya liderlik eden Amerikan cezaevlerinden kurtarsın) Dr. Abdullah İbn-u Ömer Abdurrahman'ın rolü de, geçmiş dönemlerde araştırmacının hiçbir incelemede bulunmaksızın ve delil sunmaksızın nakilde bulunduğu ve özellikle de hizib için yazılmış olan bazı kitaplarda, hizib hakkında bir takım yalanlar ve iftiralar aktarmak yoluyla hizbi çarpıtma girişimine odaklanmaktır. Nitekim Dr. Abdullah İbn-u Ömer Abdurrahman, bizlerin şeyhimizi mutlak müçtehit olarak görürken Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in şeyhimiz gibi müçtehit olmadığı şeklindeki sözümüzü, içtihatta bulunma gücü arasındaki bir karşılaştırma konusu yaptığı sözünde cahilce davranmıştır!! Gerçekten bu, şaşılacak bir durumdur. Zira "Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in, müçtehit olması caiz değildir" şeklindeki sözümüzü nasıl olur da Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) içtihatta bulunamaz şeyhimiz bulunabilir manasında görebilir ki?!
Nitekim Dr. İbn-u Ömer Abdurrahman, bilerek yada bilmeyerek içtihatta hata ve doğru olabilme olasılığı gerçeği arasını karıştırmıştır. Dolayısıyla bu, Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakkında caiz değildir. Çünkü o, hevasından konuşmaz ve sadece doğruyu konuşur... Ama diğer müçtehitler gibi olan şeyhimizin içtihat yapması caiz olup görüşünde doğru ve hata ihtimali bulunmaktadır. Nitekim bu durumla, içtihatta bulunma gücü arası karıştırılmaktadır. Bu yüzden de bunu duyan kişi, sanki bizler içtihat noktasında şeyhimizin gücünü Resul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in gücünün üzerinde görüyormuşuz gibi düşünecektir! Nasıl da kötü anlıyorlar.
Hiç şüphesiz hizib, Mısır'da hizbe dayatılan karartmanın kırılmasına katkıda bulunan bu oturumdan çok istifade etmiştir. Zira şâbın tutuklanarak savcılığa sev edilmesi ve ardından da serbest bırakılması medyada çatlak oluşturan bir haber olurken 2002 yılında hizbin şebabından 120 kişinin tutuklanması özellikle de 24 şâbın aynı gün yargıya sev edilerek haklarında bir yıldan beş yıla kadar hüküm verilmesi haberi, önemli olmasına rağmen o zamanki benzeri medya da yer almamıştı bile.
Nitekim Hizb-ut Tahrir, davet ettiği fikrinde rakipsiz olduğunu kanıtlamış, bu yolda enva çeşit güvenlik baskısı ve takibatlarına katlanmış ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan karşılığını yalnız Allah'tan bekleyerek sabretmiştir. Hatta hizbin adı Hilafet'le Hilafet'te onunla irtibatlandırılmıştır. Allah'ın izniyle de Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in zalim zorba krallıktan sonra dönmesini müjdelediği Raşidi Hilafet yoluyla İslamî hayatı yeniden başlatma hedefini gerçekleştirinceye kadar da bu şekilde kalmaya devam edecektir. Dolayısıyla yönetime ulaşma yolunda bir biri ardına tavizler veren diğer İslamî Hareketleri işte o zaman göreceğiz. Zira iktidarda kalmak için verdikleri tavizler nasıl olacak bakalım?! Allahuteala şöyle buyurmuştur:
قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللَّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَا وَمَنِ اتَّبَعَنِي "De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben ve bana tabi olanlar, basiret üzere Allah'a davet ederiz." [Yûsuf 108]
Hizb-ut Tahrir
Mısır Vilâyeti
Medya Bürosu Başkanı
Şerif Zâyid
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Mısır Medya Bürosu |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi 31 el-Cela’ Caddesi, Kahire / Mısır Telefon: Tel: +(20) 2 27738076 – 5119857010 www.hizb.net/ |
E-Mail: hizb.ut.tahrir.eg@gmail.com |